Trump! Nasıl yani? (II) -Ergin Yıldızoğlu
Pazartesi günü, Trump’ın açık farkla (oy sayımı ilerledikçe açık farkla olmadığını görüyoruz) kazanmasına yol açan dinamikleri tartışmıştım. Bugün “Trump yönetebilecek mi” sorusu üzerinde duracağım.
Trump (78) sağlık raporunu açıklamaktan ısrarla kaçınıyor. Trump’ın, akıl sağlığı üzerine kaygılar daha Trump’ın 1. döneminde ortaya çıkmaya başlamıştı. TV yapımcısı Ira Rosen’in aktardığına göre Trump’ın ilk stratejisti Steve Bannon bile Trump’ın demans başlangıcı belirtileri sergilediğine, anayasanın 25. maddesine dayanarak görevden alınabileceğine inanıyordu. Geçtiğimiz yıllarda birçok demans, Alzheimer uzmanı doktor, tek tek ya da ortak metinler yayımlayarak Trump’ın konuşma sırasında sık sık düzeni kaybetmesine, sözcükleri telaffuz etmekte zorlanmasına ve beden diline bakarak bilişsel melekelerinin gerilemekte olduğunu ileri sürdüler. Geçtiğimiz ekim ayında 230’dan fazla psikiyatrist, yayımladıkları ortak mektupta, Trump’ın psikolojik açıdan yönetemeyecek kadar dengesiz olduğunu ifade etti.
Bunlara Trump’ın zaten çalışmayı sevmediğini, zamanının büyük kısmını golf oynatarak geçirdiğini ekleyince, akla ister istemez “Gerçek başkan kim olacak” sorusu geliyor. Bu tarihsel örneklerden yoksun bir soru da değil. G. W. Bush döneminde sık sık vurgulandığı gibi gerçek başkan aslında başkanın yardımcısı Dick Chaney idi. Bu kez de bu bağlamda sık sık Trump’ın yardımcısı J. D. Vance konuşuluyor, sağın gelecek lideri olması bekleniyor. Ancak Trump’a çok yakınlaşmış olan Musk’ı da unutmamak gerekiyor.
İKİ FARKLI DİNAMİK
Bu sırada yeni Trump yönetimi iki dinamik altında şekilleniyor.
Birincisi, “dünyanın en zengin adamı” Elon Musk’ın kimliğinde simgeleşen “büyük sermaye” dinamiği. “Silikon Vadisi” milyarderleri, sosyal medya, Amazon, Paypal gibi platformların patronları, enerji sektörü “baronları”, silah sanayi lobisi Trump kampanyasına para akıttı, personel verdi. Musk, kampanyada fiilen çalıştı, 1 milyon doları seçmene elden dağıttı. Musk, Trump kampanyasına toplam 185 milyon dolar bağış yaptı. Musk, J. D. Vance’ı Tump’a dayatan adam ve silikon vadisinde geniş bir çevresi var. Şimdi başta, Devlet Verimlilik Ofisi adıyla kurulacak kuruma, başkanlık edecek olan Musk başta olmak üzere o çevre, katkılarının meyvelerini toplamak istiyor. Dahası, Trump’ın en yakın danışmanı düzeyine yükselen Musk’ın, Trump’tan, kendi teknik uzmanlarından bazılarını Pentagon’da istihdam etmesini istiyormuş. Bu kesim sermaye üzerindeki tüm denetimlerin, kuralların, hatta vergilerin kaldırılmasını istiyor. Bunlar, bir anlamda neoliberalizmin ve küreselleşmenin mirası bir kesim.
İkinci dinamik Heritage Foundation’un “Project 2025” başlıklı raporunda aktardıklarıyla geliyor; Hıristiyan, beyaz, “erkeklik hegemonyasına” dayanan bir toplum kurmak, devlet bürokrasisini, sadakati anayasaya değil başkana olacak biçimde yeniden düzenlemeyi hedefliyor. Bu amaçla kadro olarak 5000+ yeni insan eğitilmiş. Bu dinamikte esas olan para ve ekonomi değil, ideoloji, kültür ve en önemlisi siyasi güç. Ama bu, gücün ekonomik kaynak aktarımına, yolsuzluğa alet olmayacağı anlamına gelmiyor. Bunlar devlet organlarını başkanın elinde birleştirmek, dinci, ırkçı, milliyetçi, otoriter, güçlü, müdahaleci bir rejim kurmak istiyorlar.
1930’larda Nazi Partisi yükselirken Nazi hukukçu Carl Schmidt, iş çevrelerini siyasi otoriterlikle ekonomik liberalizmin birlikte var olabileceğine ikna etmeye çalışıyordu. Sonunda, G. Reimann’ın “Vampir Ekonomi” (1939) çalışmasında anlattığı gibi yalnızca birkaç dev şirket için o da Nazi Partisi’yle yakın ilişkiler kurabildikleri oranda “liberal”, geri kalanlar için otoriter, kaotik bir kapitalizm şekillendi. Trump’ın 2. dönemi için de Financial Times “Belirgin biçimde plütokrat bir rejimi olacağa benziyor” diyordu.
Örneğin, biri küresel ısınmadan kaçmayı planlarken öbürü konuyu ağzına almaktan ısrarla kaçınan, iki farklı dinamiğin istikrarlı bir yönetim yaratması çok düşük bir olasılık. Trump ve Musk gibi iki narsist psikopatın birlikte çalışmaya devam edebilmesi de... Başlayan atamalarda da esas olarak liyakate değil de sadakate öncelik veriliyor. Örneğin TV sunucusu Pete Hegseth gibi bir tuhaf adam Pentagon’u yönetmek üzere savunma bakanı olacak.
/././
Trump! Nasıl yani?(I) -Ergin Yıldızoğlu
Seçimler bıçak sırtındaydı. Kim kazanırsa kazansın; sonuçlar sorgulanacak, ABD karışacaktı. Trump büyük bir farkla kazandı. Sonuçlar sorgulanmadı.
Ekonomi-kültür...
İşçi sınıfı, hırsız, dolandırıcı, bir milyardere oy verdi. Kadınlar, tecavüz suçlamasıyla yargılanarak mahkûm olan, yüksek mahkemeye atadığı yargıçlarla, kürtajı yasaklamanın önünü açan adama oy verdiler. Latin Amerikalı göçmen işçi sınıfı, en az bir milyon göçmeni sınır dışı edeceğini, göçmenlerin ABD halkının kanını kirlettiğini söyleyen bir adama oy verdi. Siyah işçi sınıfı, Sharlottesville olaylarında ırkçı, faşistlerden “Onlar da iyi insanlar” diye söz eden bir beyaz adama oy verdiler. Bu “acayip durumun” arkasında ne vardı?
Liberal entelijansiya, “ekonomi” diyor. Ünlü bir ekonomiste göre “Seçimleri enflasyon kaybettirdi”.Enflasyon (Trump: yüzde 1.7/ Biden: yüzde 4.3) dışında, ekonomik koşullar, Trump’ın birinci döneminden çok farklı değildi. Ekonomik büyüme güçlü, işsizlik düşük, nominal ücretler artmaya devam ediyordu. Trump’ın Covid döneminde o kadar can yakan kaotik yönetimine karşın Biden pandemiyi akılcı bir biçimde yönetmişti. Seçmenin tercihini, “ekonomi” ile açıklayarak enflasyona indirgeyenler, aslında “başlarını kuma gömerek” süreç olarak faşizmi tartışmaktan kurtulmuş oluyorlar. Bu yaklaşım seçmeni, ahlaki değerlere, önyargılara, cinsel tercihlere sahip insanlar olarak düşünmek yerine, salt ekonomik dürtüleriyle davranan biyolojik varlıklara indirgiyor. Dahası bu, ekonomik çıkarını maksimize eden rasyonel bir varlıktır (“Piyasa işte o nedenle en iyi düzenleyicidir”) iddiası liberal bir fantezidir. Gerçekteyse insanın bilincini (değerlerini, arzularını, tercihlerini) ekonomik varlığı değil, onu da içeren sosyal varlığı belirler.
“Sosyal” ise fantezileri ve önyargıları, yerli-yersiz inançları, savaşan sınıfları, cinsel farklılıkların çelişkilerini içeren bir “simgesel evrene”, “sosyal, politik ve entelektüel bir yaşam sürecine” tekabül eder. ... diyalektiğini anlayan adam Trump bu, “ekonomi-kültür diyalektiğini” iyi anlamıştı. Ancak önce seçimlerin, “sonbaharına” girmiş bir “imparatorlukta” yapıldığını anımsamak gerekiyor.
Bu durum, “imparatorluğun” halkında, öncelikle de egemen kültürün, orta sınıf ve işçi sınıfı erkeklerinde bir ekonomik refah, sosyal statü, iktidar kaybı, geleceğe ilişkin belirsizlik, geçmişe ilişkin bir nostalji (yeniden büyük olma arzusu-MAGA) ve bunların yanı sıra, suçlayacak iç ve dış düşmanlar arayışını, süreç olarak faşizmin bileşenlerini besliyor. Bu süreç içinde, Trump, 2016’da ve 2024’te daha büyük bir başarıyla, ırkçı (iç), yabancı (küreselleşmeciler) düşmanı, hatta dinci duyguları, ekonomik sorunlarla, “erkeklik hegemonyası” (Erkeklik: Güçlü, kontrolcü, sert, dayanıklı, mücadeleci, koruyucu) söylemi üzerinden ilişkilendirmeyi başardı:
Göçmenler, yabancılar (örneğin Çin) işlerinizi alıyor, göçmenler suç işleyerek ulusal refahı çalıyor, egemen sınıfın seçkinleri sizi değersizleştiriyor, etnik azınlıklar, pozitif ayrımcılık, feminist ve LGBTQ söylemler aile, toplum yapısını çürütüyor ilerlemenizi engelliyor; geride kalıyor, iktidarsızlaşıyorsunuz. Trump’ın yardımcısı, faşist sağın yükselen ismi JD Vance “Biz Wall Street bankerlerinin değil işçi sınıfının yanında olacağız” diyor. Demokratlar da kültür alanında mücadele ettiler ama mücadeleyi ekonomiye bağlayamadılar.
“Erkeklik hegemonyasının”, onun temsil eden, Trump, Elon Musk vb., “gerçek erkeklerin” karşısında alternatif, “özdeşleşme nesnesi” olabilecek isimler koyamadılar. Demokratlar kadınların, azınlıkların haklarını başarıyla savundular ama işçi sınıfına, “sıkıntı içindeki erkeklere”, özellikle de genç erkeklere yönelik bir platform geliştiremediler.
Buna karşılık Musk parasını, imajını hem de “X” platformunu “erkeklik hegemonyası” söyleminin, Trump’ın hizmetine verdi, Podcaster Josh Rogan (18.1 milyon takipçi, toplam 5.59 milyar izleyici) Trump ile iki saatlik bir program yaptı. Demokratlar ekonomik sorunlara, bu konuları sıkıcı bulduğunu açıkça ifade eden Trump’a kıyasla daha çok vurgu yaptılar ama kültürel sorunları ekonomik sorunlarla ilişkilendiremediler. Bunun için bir sol popülizm gerekiyordu. Onlar soldan uzak durdular.
/././
Erdoğan’ın Trump’tan beklentisi -Mehmet Ali Güller-
AKP iktidarı, Trump’ın bu kez ABD askerlerini Suriye’den çekeceğini öngörüyor. Bu öngörüye göre bir planlama yaptıkları anlaşılıyor. “Öcalan açılımı”nın bir yönü de bu sanki.Peki başkanlığının ilk döneminde ABD askerlerini Suriye’den çekemeyen Trump bu kez çekebilecek mi? Trump’ın müstakbel dışişleri ve savunma bakanları bu konuda ne düşünüyor?
ERDOĞAN-GÜLER’İN ÖNGÖRÜSÜ
AKP hükümeti içinden Trump öngörüsünü en net açıklayan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler oldu: “Trump, başkanlığı döneminde üç defa Suriye’den asker çekmek için talimat verdi. Ben, Sayın Trump’ın şiddetle bunun üzerinde duracağını ve bölgeden Amerikan askerlerini çekebileceğini değerlendiriyorum.” (AA, 13.11.2024) Nitekim Erdoğan’ın şu açıklamasını da aynı öngörünün bir olası sonucu olarak değerlendirebiliriz: “Önümüzdeki dönemde sınırlarımız boyunca oluşturduğumuz güvenli bölgenin eksik kalan halkalarını da tamamlayacağız.” (AA, 10.11.2024)
DÖVE DÖVE AÇILIM
“Öcalan açılımı”nın AKP’lilerde bile şaşkınlık yaratan tuhaf uygulanma biçimi de bu öngörüye dayanıyor olabilir. Zira pek çok AKP’li şu çelişkileri açıklayamıyor: Bir yandan “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” deniyor, diğer yandan Öcalancılarla irtibatlı olduğu iddiasıyla CHP’li belediye başkanı tutuklanıyor. Bir yandan DEM’le tokalaşılıyor, diğer yandan DEM’li belediyelere kayyum atanıyor. “Bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsun” diye soranlara şu yanıtı vermiştim:
AKP’nin ilk açılımı bol tavizliydi, tepki gördü. O nedenle şimdi “döve döve açılım” uygulayacak demek ki. Kuşkusuz açılımın bu hali de sonuç vermeyecek çünkü yazmıştık: Bahçeli eliyle başlatılan “Öcalan açılımı”, aslında Erdoğan için “başkanlık açılımı”dır.
EN SİYONİST ABD KABİNESİ
Yeniden Erdoğan’ın Trump beklentisine dönersek... Doğru, Trump ilk başkanlık döneminde Suriye’den asker çekmek istediğini açıklamıştı ama çekememişti. Peki şimdi ister mi?
Zira şartlar değişti ve Suriye’den asker çekmek, İsrail’in en istemediği durumdur. Kaldı ki Trump’ın müstakbel dışişleri bakanı Marco Rubio ve ulusal güvenlik danışmanı Michael Waltz, değil Suriye’den asker çekmek, Suriye’ye daha fazla asker gönderme heveslisi iki isimdir. Çünkü Rubio ve Waltz, YPG’nin ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olduğunu savunmaktadır.
Diğer yandan isimleri ABD basınında konuşulan kabine adaylarına bakılırsa Trump, ABD tarihinin en İsrail yanlısı hükümetini kuracak. Böyle bir kabinenin Suriye’den asker çekmesi pek olası görünmüyor. Öte yandan Trump’ın seçilmesiyle birlikte İsrail, “Lübnan’da ateşkese olumlu bakan ama Suriye’ye saldırılarını artıran” bir profil çizmeye başladı. Netanyahu, Lübnan, Suriye ve İran’a saldırılara karşı çıkan İsrail Savunma Bakanı Galant’ı, Trump’ın seçildiği gün görevden aldı.
NE YAPMALI?
Dolayısıyla AKP iktidarının “ABD’nin Suriye’den çekileceğine” dayanan bir strateji oluşturması temelsiz olacaktır. Ancak asıl vahimi şudur: ABD’nin Suriye’den çekilmesi daha önce gündeme geldiğinde iktidarın düşünce kuruluşu SETA’nın uzmanları harekete geçmiş ve “boşluğu Rusya-İran-Esad üçlüsü doldurmadan Türkiye doldurmalıdır” tezleri ortaya atmıştı.
Oysa izlenecek yol tam tersidir: Türkiye, ABD’nin Suriye’den çekilmesini istiyorsa 1) Esad’la anlaşmalı 2) Astana ortakları Rusya ve İran’la işbirliğini derinleştirmelidir.
/././
Türk-Çin üniversitesi -Mehmet Ali Güller-
Çin’deydik. Türk-Çin Dostluk Vakfı’nın oluşturduğu 12 kişilik bir heyet olarak Çin’de üniversite, eyalet ve Çin Komünist Partisi (ÇKP) yöneticileriyle Türk-Çin Üniversitesi kurulmasının zeminini oluşturmak amacıyla görüşmeler yaptık.
Heyet şu isimlerden oluşuyordu: Hasan Çapan (Türk-Çin Dostluk Vakfı Başkanı), Namık Güner Erpul (Em. Büyükelçi, Türk-Çin Dostluk Vakfı Başkan Yardımcısı), Mehmet Ali Yaşar (Türk-Çin Dostluk Vakfı Başkan Yardımcısı), Gamze Dürmez (Türk-Çin Dostluk Vakfı Genel Müdürü), Hüseyin Kocabıyık (eski milletvekili), Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan (eski YÖK Başkanı), Prof. Dr. Seriye Sezen (Ankara Üniversitesi), Prof. Dr. Yılmaz Bingöl (Yıldırım Beyazıd Üniversitesi), Doç. Dr. Levent Ersin Orallı (Hacı Bayram Veli Üniversitesi), Dr. Barış Adıbelli (Kütahya Dumlupınar Üniversitesi), Av. Eda Lermi Zorer ve ben.
SİCHUAN TEMASLARIMIZ
Çin’de ilk durağımız Sichuan eyaletiydi. Eyaletin başkenti Chengdu’da, Chengdu Üniversitesi Rektörü Zhu Ming başkanlığındaki heyetle görüştük.
Daha sonra eyalet ve parti yönetiminden oluşan bir başka heyetle, hem Türkiye-Çin ilişkilerini konuştuk hem de Türk-Çin Üniversitesi için neler yapılabileceğini ele aldık.
Çin’de ziyaret ettiğimiz ikinci üniversite Sichuan Üniversitesi’ydi. Bu üniversite, bilimsel yayın sıralamasına göre dünyanın en iyi dördüncü üniversitesiydi. Rektör Yardımcısı Zhao Changsheng ve heyetindeki dekanlarla çok verimli bir görüşme yaptık. Ayrıca Sichuan Eyaleti Dışişleri Bakan Yardımcısı Liu Min başkanlığındaki bir heyetle de görüştük.
HUNAN TEMASLARIMIZ
Çin’deki ikinci durağımız Hunan eyaletiydi. Bu eyalet Mao Zedong’un memleketiydi. Heyet olarak Mao’nun doğduğu köyü ve evini ziyaret ettik, anıtına çelenk koyduk. Hunan eyaletinin başkenti Changsha’da Central South Üniversitesi’ni ziyaret ettik.
Bu üniversite de bilimsel yayın sıralamasına göre dünyanın en iyi beşinci üniversitesi olmuştu. Yeri gelmişken belirteyim. Son yıllarda Çin üniversiteleri her dalda yükseliş gösteriyor. Çin’e ziyaretimizden hemen önce açıklanan bilimsel yayın sıralamasında artık ilk 10’da tam sekiz Çin üniversitesi var. Diğer iki üniversite, ABD’den Harvard ve Kanada’dan Toronto. Central South Üniversitesi heyetine Rektör Yardımcısı Li Zhihong başkanlık etti. Heyette çeşitli fakültelerin dekan ve dekan yardımcıları vardı. Oldukça verimli bir toplantı oldu. Eyalet hükümetiyle de yine çok yararlı bir toplantı yaptık. Eyalet Parti Komitesi Sekreteri Wang Xiaohui başkanlığındaki heyette eyaletin eğitim ve ticaret bakanları, vali yardımcısı ve Çin Komünist Partisi’nin üst düzey yetkilileri yer aldı.
PEKİN’DE ATATÜRK’Ü ANDIK
Çin’deki üçüncü durağımız ise başkent Pekin’di (Beijing). Burada Çin Ulusal Müzesi’ni ve Yasak Kent’i gezme fırsatı bulduk. Pekin Büyükelçimiz İsmail Hakkı Musa, 10 Kasım’daki Atatürk’ü anma törenine heyetimizi davet etti. Törenden sonra heyet olarak burada büyükelçi ve siyasi müsteşarla, yukarıda çok kısaca özetlediğim ziyaretlerimizi değerlendirdik.
Sonuç olarak Çin’de çok verimli görüşmeler yaptık. Bir vakıf heyetiydik ama her eyalette “devlet protokolü” ile karşılandık. Görüştüğümüz tüm heyetler Türk-Çin Üniversitesi fikrine çok sıcak bakıyorlar.
Konu artık Ankara’nın önünde... Türk-Alman, Türk-Japon ve gündeme alınan Türk-Mısır üniversitelerinden sonra Türk-Çin Üniversitesi ülkemize çok yakışır. Zira Asya Yüzyılında, yükselen Çin’le eğitim alanında işbirliği yapmak, bilim ve teknolojide Türkiye’ye çok şey kazandıracaktır.
/././
***
***
***
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder