29 Kasım 2024 Cuma

T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -29 Kasım 2024-

DEM’den Köy Kanunu’na muhalefet şerhi: Belediyelerin idari özerkliği ve yetkisi gasp edilecek, mülkiyet hakkı yandaş müteahhitlere aktarılacak! -Sibel Yükler-

AKP’nin hazırlayarak TBMM’ye sunduğu, Köy Kanunu'nda değişiklikler öngören kanun teklifinin Genel Kurul’daki görüşmelerinde sona geliniyor. Köy Kanunu, İmar Kanunu, Yapı Denetimi Kanunu, Çevre Ajansı Kanunu gibi birbirinden farklı kanunlarla ilgili düzenlemeler içeren kanun teklifinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na kentsel dönüşüm, mülkiyet hakkı gibi çeşitli yetkiler verilmesini öngören maddeler tartışmalara neden oldu. 24 maddelik teklifte yer alan 9. Maddedeki düzenlemeyle Bakanlığa, her tür ve ölçekteki plan, arazi düzenlemesi ve kentsel tasarım projelerini onaylama yetkisi de verilecek. Teklifteki 16. Madde ise büyükşehir belediyelerinin Belediye Kanunu’yla düzenlenen idari özerkliğini yetki gaspıyla ortadan kaldıracak olmakla eleştiriliyor. Söz konusu maddeye getirilen eleştirilerden biri de belediyelerden alınarak Bakanlığa devredilen yetkilerin, bir bakıma Cumhurbaşkanlığına devredilecek olması. Teklifteki 4. Maddeyle getirilen "imar hakkı aktarımı" de mülkiyet hakkının gaspı ve vatandaşın taşınmazlarına keyfi el koyma riski taşımasıyla eleştiriliyor. Bakanlığa verilen yetkileri eleştiren DEM Parti, “Mahalli idarelerin görevlerini fiilen devre dışı bırakarak tüm süreçleri merkezi bir otoritenin kontrolüne devretmektedir. Bakanlığa resen ruhsat verme yetkisi tanıması, yandaş müteahhitlerin çıkarlarına hizmet eden projelerin önünü açmaktadır” dedi.

DEM Parti’nin 21 maddelik muhalefet şerhi sunduğu kanun teklifi, güneş ve rüzgâr enerjileri yapı denetimin dışına çıkarılması, Cumhurbaşkanı kararıyla Çevre Ajansı’na şirket kurma yetkisi getirilmesi gibi bir dizi düzenlemeyle daha eleştirildi.

TBMM Genel Kurulu’nda bu hafta Köy Kanunu'nda değişiklikler öngören kanun teklifi görüşülüyor. Ancak tartışmalarla komisyona getirilen teklif, Genel Kurul’da da eleştirilerin hedefi oldu. İmar düzenlemeleri, yapı denetime yeni düzenlemeler, büyükşehir belediyelerindeki yetkilerin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na verilmesi gibi bir dizi düzenlemeler muhalefetin tepkisini çekti.

“Belediyelerin idari özerkliği ortadan kaldırılacak”

Henüz Genel Kurul’da oylanmayan teklifteki 16. Madde, büyükşehir belediyelerinin Belediye Kanunu’yla düzenlenen idari özerkliğini ortadan kaldıracak olmakla eleştirildi. Muhalefet grupları, yetki gaspıyla belediyelerin yetkilerini kısıtlamak olduğunu öne sürdü.

Zira Belediye Kanunu’nun 73’üncü maddesinde yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm alanında yetkileri belirtilerek, “Büyükşehir belediye meclisince uygun görülmesi halinde belediyelerin eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabileceği ve Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ilan edebileceği” hüküm altına alındı.

Ancak Kentsel Dönüşüm Başkanlığı'nın görev ve yetkilerini düzenleyen teklifteki 16. Maddede, "Kentsel Dönüşüm Başkanlığı; Belediye Kanunu’nun 73’üncü maddesi kapsamındaki uygulamalara ilişkin kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilanı ile Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun kapsamındaki yenileme alanı ilanına ilişkin gerekli hazırlık işlemlerini yürütür” ifadeleri yer aldı.

“Çevre Bakanlığına verilen yetkiler de Cumhurbaşkanı’na verilmiş oluyor”

CHP Milletvekili Seyit Torun“Belediyelerin yetkileri alınıyor, Saray’a bağlanıyor. Yetki gaspı yapıyorlar. Rantiyeci anlayış da var ve bu kanun teklifi sayısız vahametle dolu. Bu ucube sistemde bakanlar Cumhurbaşkanı'na karşı sorumlu olduğu için Çevre Bakanlığına verilen yetkiler de Cumhurbaşkanı’na verilmiş oluyor” dedi.

“Bir sabah tapulu evinizin, bir arsayla değiştirildiğine tanıklık edebilirsiniz”

Kanun teklifinde tartışmaya açılan bir diğer madde ise tapulu evlerin "imar hakkı aktarımını” düzenleyen 4. Madde oldu. Teklifteki 4. Maddede “İmar Kanunu’nun 5 inci maddesine ‘İmar Adası’ tanımından sonra gelmek üzere aşağıdaki tanım eklenmiştir. ‘İmar Hakkı Aktarımı; 1/1000 ölçekli uygulama imar planının bulunduğu, arazi ve arsa düzenlemesi yapılmış ya da yapılması mümkün olmayan alanlarda, parselin tamamının ya da bir kısmının umumi ve kamu hizmet alanlarında kalması sebebiyle, parsel üzerinde özel mülkiyete konu yapılaşma hakkının verilememesi durumunda, verilemeyen emsale esas inşaat hakkının başka parsel ya da parsellere imar planı karan ile taşınması işlemidir’” düzenlemesi yer aldı.

Söz konusu maddeyi yorumlayan Anayasa hukukçusu Tolga Şirin ise kanun teklifinde söz konusu maddedeki "imar hakkı aktarımı" konulu hükmünün taşınmazlara keyfî el atmalara fazlasıyla müsait olduğunu belirterek, “Bir sabah tapulu evinizin, "imar hakkı aktarımı" ile şehrin ücra köşesindeki bir arsayla değiştirildiğine tanıklık edebilirsiniz” dedi.

DEM Parti’den muhalefet şerhi: İmar hakkı aktarımı değil, rant aktarımı!

Halkların Demokrasi ve Eşitlik Partisi (DEM Parti) de kanun teklifine sunduğu 21 muhalefet şerhinde teklif içindeki bazı düzenlemeleri eleştirdi. DEM Parti’nin ‘imar hakkı aktarımıyla ilgili 4. Maddeye sunduğu muhalefet şerhi şu şekilde:

“Madde 4 - Aslında bunun tam adı “rant aktarımıdır”, tanım bu şekilde olsa daha doğru olurdu. İmar hakkı devri tanımına bakıldığında; 1/1000 ölçekli uygulama imar planları yapılmış ve onanmış alanlarda tamamı veya bir kısmı kamuya tahsis edilmiş alanlarda ilgili kurumların kamulaştırma yaparak plan kararlarını uygulaması gerekirken, yani plana sahip çıkıp, planlı bir kentleşmenin sağlanması gerekirken, getirilen düzenleme ile kamulaştırma yapılarak plan kararlarına sahip çıkma yerine, hak sahibi kişilere yan parsellerde emsal artışı getirilerek rant aktarımı sağlanmaktadır.

Düzenleme, aynı zamanda kamuya ait alanların bedelsiz şekilde kamu mülkiyetine geçirilmesi ve imar hakkı aktarımı adı altında arazi sahiplerinin mülkiyet haklarını kısıtlayan bir mekanizma oluşturmasıyla, mülkiyet hakkının özüne zarar verecek niteliktedir. Kamulaştırma bedellerinin ödenmeden bu alanların kamuya aktarılmaya çalışılması, anayasal güvence altındaki mülkiyet hakkını ve hukuki güvenliği zedelerken, kamu yükümlülüklerini vatandaşa yıkmaya yönelik bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Düzenleme, kamulaştırmasız el atma davalarının önüne geçme iddiasıyla getirilse de, vatandaşların hak kaybına uğramasına neden olacak şekilde adaletsizlik yaratmaktadır. Ayrıca, idarelerin uzun süredir planlamadaki yetersizliklerinden kaynaklanan sorunlar, mülkiyet sahiplerinin sırtına yüklenerek çözülmeye çalışılmaktadır. Bu durum, hem planlama süreçlerindeki sorumluluğun idare tarafından üstlenilmemesi hem de mülkiyet hakkının korunmasında ciddi zaafiyetler barındırmaktadır.”

“Belediyelerin idari özerkliğine ve yetki gaspına yol açabilecek”

DEM Parti’nin belediyelerin yetkilerini kısıtlayacak olmakla eleştirilen 16. Maddeye yönelik muhalefet şerhi ise şöyle:

“Madde 16 - Düzenlemenin, yerel yönetimlerin idari özerkliğine aykırı olduğu ve bu tür yetkilerin ancak kanunla düzenlenmesi gerektiği belirtilerek iptali, yerinden yönetim ilkesi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Ancak bu karar sonrasında, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı'nın görev alanına ilişkin kanun düzenlemesi önerisi, yerel yönetimlerin özerkliğine ve halkın iradesine müdahale anlamına gelebilecek bir içeriğe sahiptir.

Özelikle büyükşehir belediyelerinin imar ve yapılandırma konusundaki yetkilerinin önemli kısmını kısıtlama ya da tümden elinden alma riski taşıyan bir madde. Hazırlık işlemlerinin neler olduğu düzenlemede belirsiz olduğundan, yetki karmaşasına ve yetki gaspına yol açabilecek bir düzenleme. Bu düzenleme ile belediyenin yetkisini ‘hazırlık işlemleri’ adı altında bakanlığa bağlı kuruluşa kaydırma girişimleri riski mevcuttur.”

Çevre Bakanlığı’nın yetkileri artırılıyor

Kanun teklifindeki 9. Maddeki düzenlemeyle Çevre Bakanlığı'na, her tür ve ölçekteki plan, arazi düzenlemesi ve kentsel tasarım projelerini onaylama yetkisi verilmesi eleştiriliyor. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) ile çıkarılan kanundaki düzenleme, “mülkiyet hakkına müdahale” denilerek Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesinin ardından yeniden hayata geçirilmiş olacak.

Zira teklifteki 9. Maddede mülkiyet hakkıyla ilgili Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın görev ve yetkileri, “Cumhurbaşkanınca yetkilendirilen alanlar ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve telekomünikasyon tesislerine ilişkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, arazi ve arsa düzenlemeleri ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek” ile yeniden düzenlendi.

“Mahalli idarelerin görevlerini fiilen devre dışı bırakacak”

DEM Parti’nin muhalefet şerhinde ise şu ifadeler yer aldı:

“Madde 9 - Daha önce Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile getirilen düzenlemenin; Anayasa Mahkemesi tarafından; kişilerin maliki bulundukları arsa, arazi ve yapılar üzerindeki kullanım ve tasarruf biçimlerini kısmen veya tamamen değiştirme, yeniden düzenleme veya sona erdirme gibi mülkiyet hakkına müdahale teşkil edebilecek nitelikte olduğu ve CBK ile düzenlenemeyecek yasak alan içinde kaldığı gerekçesiyle verdiği iptal kararını yeniden hayata geçirmeyi öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin daha önce mülkiyet hakkına yönelik ihlaller içerdiği gerekçesiyle iptal ettiği bir düzenlemenin, sadece hukuki biçimi değiştirilerek yeniden sunulması, hukukun üstünlüğü ilkesine ağır bir darbe niteliğindedir.

Düzenlemeyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na, her tür ve ölçekteki plan, arazi düzenlemesi ve kentsel tasarım projelerini onaylama yetkisi verilmiştir. Bu yetki, mahalli idarelerin görevlerini fiilen devre dışı bırakarak tüm süreçleri merkezi bir otoritenin kontrolüne devretmektedir. Yerel yönetimlerin, planlama ve yapı üretim süreçlerindeki rolleri tamamen görmezden gelinmekte; halkın, kentleşme ve çevre süreçlerine katılımı büyük ölçüde engellenmektedir.

“Yandaş müteahhitlerin çıkarlarına hizmet edecek”

Bakanlığa, yerel yönetimlerin yetki alanında bulunan yapı ruhsatlarını bile verme yetkisi tanınması, merkezi otoritenin tahakkümünü daha da artırmaktadır. Bu durum, rant odaklı yapılaşmaların önünü açma riskini doğurmakta; yandaş müteahhitlere akla, bilime ve mevcut imar planlarına aykırı projelerde sınırsız bir hareket alanı sağlamaktadır.

Bakanlığa resen ruhsat verme yetkisi tanıması, yandaş müteahhitlerin çıkarlarına hizmet eden projelerin önünü açmaktadır. Özellikle rant odaklı mega projeler için yapılan bu tür düzenlemeler, kamu yararı maskesi altında kentleri ve doğal alanları yağmalamayı kolaylaştırmaktadır. İmar planlarına aykırı ve çevreyi tahrip edecek projelere onay verilmesi, ekolojik dengeleri bozacak ve doğal kaynakları geri dönüşü olmayan şekilde tüketilecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bir düzenlemenin, yalnızca biçimsel değişikliklerle yeniden yasalaştırılması, hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir. Mülkiyet hakkını doğrudan etkileyen ve Anayasa’ya aykırı olduğu açıkça belirtilmiş bir düzenlemenin yeniden uygulanmaya çalışılması, hukuk devleti anlayışının içini boşaltmaktadır. Bu durum, yalnızca bireysel hak ihlalleri yaratmakla kalmaz; aynı zamanda toplumun hukuka olan güvenini de derinden sarsar. Sonuç olarak; düzenleme, demokratik yerel yönetim anlayışına, mülkiyet hakkına ve hukukun üstünlüğüne doğrudan aykırıdır. Bu durum, yalnızca mülkiyet hakkını ihlal etmekle kalmaz; aynı zamanda kentleşme, çevre koruma ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini baltalar. Bu düzenleme, rant odaklı talan projelerinin önünü açmak için atılmış bir adım olarak görülmektedir.”

                                                          /././

İstanbul’da trafikte yeni dönem: Eminönü ve Kadıköy’e giriş ücretli olacak

İstanbul’un artan trafik sorununu hafifletmek amacıyla Eminönü ve Kadıköy'ün belli bölgelerine araçla giriş ücretli olacak.

Sputnik'te yer alan habere göre; İstanbul’un trafik sorununa çözüm bulmak için “İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Ulaşım Planı (SKUP)” kapsamında hazırlanan uygulamalar hayata geçiriliyor. Planın bir parçası olan “Trafik Sıkışıklığı Fiyatlandırması” ile araç sahipleri, belirli bölgeler için giriş ücreti ödeyecek. İlk uygulama alanı olarak Eminönü seçildi, ardından Kadıköy pilot projeye dâhil edilecek.

2030’da trafik yoğunluğu yüzde 10 azalacak

Plan kapsamında, trafik sıkışıklığını azaltmak için birçok yenilikçi çözüm hedefleniyor:

Zirve saatlerde yoğunluğun 2030’da yüzde 10,1, 2040’ta ise yüzde 12,8 azalması öngörülüyor.

“Düşük Salım Bölgeleri (DSB)” uygulaması ile çevreye daha fazla zarar veren araçlardan ekstra ücret alınacak.

Deniz ulaşımı ve otobüs öncelikli şeritler gibi çevre dostu düzenlemeler artırılacak.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, planın Türkiye’nin ilk sürdürülebilir kentsel ulaşım planı olduğunu ve çevreci ulaşımı teşvik edecek çözümler içerdiğini belirtti.

Eminönü ve Kadıköy pilot bölgeler seçildi

Pilot uygulama olarak seçilen Eminönü, yaklaşık 6 kilometrekarelik bir alanda sisteme dâhil edilecek. Ardından, Kadıköy’ün Moda bölgesi uygulamaya katılacak. Düşük Salım Bölgeleri ile çevreye zarar veren araçlar için daha yüksek bir ücret talep edilecek, çevre dostu araçlar ise düşük tarife avantajından faydalanabilecek.

Trafik verileri: İstanbul’da kaybedilen 104 saat

TomTom Trafik Endeksi verilerine göre, İstanbul dünya genelinde trafik yoğunluğu sıralamasında 65. sırada yer aldı.

Ortalama ilerleme hızı: 23 km/s

Yıllık trafikte kaybedilen süre: 104 saat

Ortalama 10 km seyahat süresi: 20 dakika 40 saniye

Bu verilere göre, İstanbul’un yanı sıra Gaziantep ve Ankara da trafik sıkışıklığı açısından dikkat çeken şehirler arasında.

"Ücretli giriş toplu taşımayı artıracak"

İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu, sistemin daha önce Londra, Stockholm ve Milan gibi şehirlerde uygulandığını ve başarılı sonuçlar verdiğini belirtti. Uygulamanın bazı şehirlerde trafik yoğunluğunu yüzde 40’a kadar azalttığını ifade eden Uyduranoğlu, toplu taşıma kullanımında ise yüzde 5-10 oranında artış yaşandığını vurguladı.

Pilot uygulama başarı sağlar mı?

Uyduranoğlu, sistemin sağlıklı bir şekilde çalışması için şu önerilerde bulundu:

"Pilot uygulamaların sonuçları şeffaf bir şekilde paylaşılmalı. Çevre dostu araçlara düşük tarife uygulanmalı. Halkın desteği için referandum gibi yöntemlerle toplumun fikri alınmalı."

İstanbul’un trafik sorununa yenilikçi yaklaşımlar

Pilot projeden alınacak sonuçlar doğrultusunda, ücretli giriş sisteminin İstanbul’un diğer bölgelerine de yayılması planlanıyor. Uzmanlar, bu tür uygulamaların hava kirliliğiyle mücadelede ve karbon salımını azaltmada etkili olacağını savunuyor.

Dünyada ücretli araç girişinin uygulandığı şehirler

Dünyanın birçok şehrinde trafik yoğunluğunu azaltmak ve çevreyi korumak amacıyla araç girişine ücret uygulanıyor. Londra, Stockholm, Milan ve Singapur, bu sistemi başarıyla uygulayan şehirlerden sadece birkaçı. İstanbul’da da Eminönü ve Kadıköy için planlanan bu uygulama merak konusu. İşte dünya çapından örnekler!

Ücretli araç girişi nedir ve neden uygulanır?

Trafik sıkışıklığını azaltmak, hava kirliliğiyle mücadele etmek ve çevre dostu ulaşımı teşvik etmek amacıyla, birçok şehirde belli bölgelere araçla giriş ücretli hale getiriliyor. Bu sistem, araç trafiğini düzenlerken toplu taşımayı teşvik etmeyi ve çevre dostu araçların kullanımını artırmayı hedefliyor.

Londra: Trafik yoğunluğuna karşı i̇lk adım

Londra, Congestion Charge (Trafik Sıkışıklığı Ücreti) adı verilen uygulamayı 2003 yılında hayata geçirdi. Şehrin en yoğun bölgelerinde belirli saatler arasında araçla giriş yapan sürücülerden günlük 15 sterlin ücret alınıyor. Bu uygulama sayesinde trafik yüzde 20 oranında azaldı ve toplu taşıma kullanımı önemli ölçüde arttı.

Stockholm: Referandumla kabul edilen uygulama

İsveç’in başkenti Stockholm, 2007 yılında trafik sıkışıklığını önlemek amacıyla ücretli giriş sistemini hayata geçirdi. Bu karar, halkın katılımıyla yapılan bir referandum sonucunda alındı. Sistem, hava kirliliğini yüzde 14, trafik yoğunluğunu ise yüzde 20 oranında azaltmayı başardı.

Milano: Çevre dostu araçlar avantajlı

İtalya’nın Milano şehri, 2012 yılında “Area C” adını verdiği sistemle şehir merkezine araçla girişleri ücretli hale getirdi. Fosil yakıtlı araçlardan 5 euro ücret alınırken, elektrikli ve hibrit araçlar ücretsiz olarak giriş yapabiliyor. Bu uygulama, karbon salımını önemli ölçüde düşürdü.

Singapur: Dünyanın i̇lk ücretli giriş uygulaması

Singapur, 1975 yılında ücretli araç giriş sistemini uygulayan ilk şehir oldu. “ERP (Electronic Road Pricing)” adı verilen sistemle, trafiğin yoğun olduğu saatlerde şehir merkezine giriş yapan araçlardan dinamik bir fiyatlandırma ile ücret alınıyor. Bu uygulama, hem trafik yoğunluğunu hem de hava kirliliğini ciddi oranda azalttı.

New York: ABD’nin i̇lk ücretli giriş sistemi

New York, 2021 yılında ABD’de araç girişini ücretli hale getiren ilk şehir oldu. Manhattan’ın belirli bölgelerinde uygulanan sistemle, sürücülerden günlük 9 ila 23 dolar arasında değişen bir ücret talep ediliyor. Bu uygulama, toplu taşımayı artırmayı ve trafik sıkışıklığını azaltmayı hedefliyor.

Hangi şehirler ücretli girişte başarılı oldu?

Londra: Trafik yüzde 20 azaldı, toplu taşıma kullanımında artış sağlandı.

Stockholm: Referandum desteğiyle uygulama başarıya ulaştı, hava kirliliği yüzde 14 azaldı.

Milano: Çevre dostu araçlara avantaj sağlayan sistem, karbon salımını düşürdü.

Singapur: Elektronik fiyatlandırma ile trafik ciddi oranda azaldı.

New York: Günlük ücretlerle Manhattan trafiği kontrol altına alındı.

                                                               ***

Kara Harp Okulu’nda yeni vaka: Öğrencilerin İzmir Marşı okuması da yasaklanmış!-Tolga Şardan-

İzmir Marşı'nın Kara Harp Okulu’nda okunması, "siyasi mesaj taşıması" gerekçesiyle, geçen yıl yasaklanmış. Yasak, öğrencilere ve sorumlu komutanlara yazılı olarak değil, sözlü olarak verilmiş!
                                     
Kara Harp Okulu (Fotoğraf: Anadolu Ajansı)

Mezuniyet törenine katılan teğmenlerin “kılıçlı yemin töreni” ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atmalarıyla ilgili idari soruşturmanın başlatıldığı Kara Harp Okulu’nda ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Haklarında idari soruşturma başlatılarak ifadeleri alınan teğmenler hakkında hazırlanan değerlendirme raporları henüz Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Yüksek Disiplin Kurulu’na (YDK) ulaşmadı.

Sürecin nasıl devam edeceği henüz belli değil.

Yeni mezun teğmenlerin avukatları ve kimi emekli askerler, yaşananlarda suç unsuru bulunmadığında ısrarlı. Buna karşın iktidar kanadı ise “şahin” yaklaşımında.

Teğmenlerin durumu iç siyasetin ana gündem başlıklarında ilk sırada neredeyse.

İzmir Marşı’na gelen yasak!

Kılıçlı yemin töreni ile tartışmaların odağındaki Kara Harp Okulu’nda geçen yıl yine dikkat çekici bir dizi olayın yaşandığı bilgisine ulaştım.

Sürecin merkezindeki gelişme; okulda eğitim gören öğrencilerin okuduğu İzmir Marşı’nın yasaklanması!

Evet, yanlış duymadınız; stadyumlarda, mitinglerde, hemen yerde binlerin, on binlerin okuduğu marşın Kara Harp Okulu’nda okunması geçen yıl yasaklanmış.

Aldığım bilgiye göre, İzmir Marşı’nın öğrenciler tarafından okunmasının yasaklanmasının gerekçesi “siyasi mesaj” taşıması.

İzmir Marşı’nın ilk bölümünü hatırlatayım;

“İzmir’in dağlarında çiçekler açar,
İzmir'in dağlarında çiçekler açar,

Altın güneş orda sırmalar saçar,
Altın güneş orda sırmalar saçar,

Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar,
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar,

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa,
Adın yazılacak mücevher taşa,

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa,
Adın yazılacak mücevher taşa…”

Marşın ikinci bölümüne de bakıldığında sözlerinden “siyasi mesaj” çıkarmak için epey zorlamak gerek, kanımca.

Ankara Hükümeti’ne bağlı ordunun, Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıklarını anlatmak amacıyla kaleme alınan marşın bütününe bakıldığında; bugünkü tartışmalar ışığında “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” cümlesinden rahatsız olanlarda yaratacak tek problem, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa, adın yazılacak mücevher taşa…” bölümleri olsa gerek!

Arkadaşlarıyla birlikte bugün nefes aldığımız Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve yaşatmak için elinden gelen her şeyi yapan Atatürk’ün altın sarısı saçlarını betimleyen “Altın güneş orda sırmalar saçar” nakaratını da hesap etmek gerekebilir, ilave olarak!

Geri kalan bölümleri, İzmir’in düşman işgalinden kurtarılması, verilen şehitler, öksüz kalan aileleri ve vatan sevgisinden başka bir tespit yok açıkçası.

Kara Harp Okulu yönetiminin İzmir Marşı’nın okunmasından doğan rahatsızlığını ete kemiğe büründüren gelişmeleri aktarmaya devam edeyim.

Dediğim gibi, marşın okunması okul yönetimi tarafından yasaklandı. Yasak, öğrencilere ve sorumlu komutanlara yazılı olarak değil, sözlü olarak verildi!

Hem de üst düzey bir komutan tarafından. İsmini şimdilik vermeyeyim. Zira terfi ederek okuldan ayrıldı kendisi.

Peki, sözlü yasak talimatı verilince iş bitti mi? Elbette hayır, öğrenciler İzmir Marşı’nı söylemeye devam edince okul yönetimi yine adını vermeyeceğim bir takım komutanı üsteğmenin savunmasını aldı.

Doğruyu söylemek gerekirse, sürecin devamının nasıl sonuçlandığı, yani soruşturma açılıp açılmadığı ya da herhangi disiplin işlemi yapılmasına gerek olup olmadığı, yönünde şimdilik sağlıklı bir bilgiye ulaşamadım. Edindiğimde aktaracağım.

Ancak şunu belirteyim; İzmir Marşı’yla ilgili yasak halen devam ediyor.

Şimdilerde öğrenciler okul içi faaliyetlerde, Harp Okulu Marşı, Vatan Marşı ile Topçu Marşı, İstihkâm Marşı, Piyade Marşı gibi mensup oldukları askeri sınıfların marşlarını okuyorlar.

Teğmenler konusunda yaşananlar konusunda rahatsızlığını yakın çevresi ile paylaşan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’e, Kara Harp Okulu’ndaki İzmir Marşı yasağını aktarmış olayım.

AKP’de gizli gündem: İstanbul Emniyet Müdürü kim olacak?

Başlığa bakarak süreci çok küçümsemeyin.

                                           İstanbul Emniyet Müdürlüğü

İstanbul’un ülkenin yaşamındaki rolünü düşündüğünüzde; İstanbul’a atanacak emniyet müdürü, hem siyaset, hem finans, hem bürokrasi, hem de – dikkate alınması kaydıyla – kamu güvenliği yani sokakların güvenliğini sağlanması konusunda çok önemli.

Yakın geçmişte özellikle önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde kentte uygulanan güvenlik politikalarının sonuçları ortada!

Kent, tamamıyla suç batağına dönüşmüş durumda. Mevcut İçişleri Bakanı, selefinin bıraktığı enkazı halen kaldırabilmiş değil. Her gün farklı suç konularında onlarca operasyon yapılıyor.

Ayrıca, ülke genelinde yapılan neredeyse tüm seri operasyonlarda, ipin ucunun İstanbul’a ulaştığını görmek mümkün.

Uzun lafın kısası; İstanbul yanarsa, ülke patlar…

Yukarıdaki tablonun oluşmasında Aktaş’ın katkısı yadsınamaz maalesef.

Halen İstanbul Emniyet Müdürü koltuğunda, yaş haddinden sona erecek kamu görevinin son haftasını yaşayan Zafer Aktaş’ın yerine getirilecek polis müdürünün kim olacağı büyük önem taşıyor.

Şimdi, İçişleri Bakanlığı, İstanbul’a yeni emniyet müdürü atayacak.

Yakın zamandaki Büyüteç’lerde aktarmıştım, İstanbul’a yapılacak atamayla birlikte bazı kentlerin emniyet müdürlerinin değişmesi de gündemde.

Yerlikaya’nın, bir önceki kararnamede göreve getirdiği emniyet müdürlerinden bazılarının mesleki performansından memnun olmadığı ve bunu farklı ortamlarda dile getirdiği Emniyet kulislerine yansımış durumda.

Bu süreçte İstanbul’a yapılacak atamayla kentin emniyet müdürünün kim olacağı konusunda siyaset ve Emniyet kulisleri iyiden iyiye hareketlendi.

Adaylar muhtelif. Ancak adaylar kadar, İstanbul’a yapılacak atamada tercih edilen polis müdürü üzerinden güç kazanmak isteyen gruplar, kişiler, yapılar mevcut doğal olarak.

Gündeme gelen isimlere bakıldığında; Önceki İçişleri Bakanı Soylu’nun döneminde Emniyet atamalarında etkin olan MHP’nin bu gücü Soylu’dan sonra kırılmış görünüyor. Yerlikaya’nın MHP’den gelen isimlere yer vermediği biliniyor. Bu nedenle MHP’nin desteğini alan polis müdürünün göreve getirilmesi zor görünüyor.

Diğer yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesi ve yakın çalışma ekibinden kimi isimlerin desteğini gören polis müdürlerinin isimleri kulislerde.

Yine şimdilerde yeniden kabinede görev alması beklenen Berat Albayrak’la dirsek temasında olanlar var.

İstanbul’a yeni atanan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in de halen görevde olan başka bir kentin emniyet müdürünün kente atanması yönünde talepte bulunduğu belirtiliyor.

Ayrıca, AKP’de gerek genel merkez gerekse kimi İstanbul milletvekillerinin kendilerine yakın başka bir emniyet müdürü için devreye girdiği ifade ediliyor.

Yanı sıra, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın da bu atamayla ilgili görüşü önemli. Bakan olarak çalışacağı İstanbul Emniyet Müdürü’nü tespit etme konusunda aceleci davranmadığını söylemek yanlış olmaz.

Dahası, mülki idare kökenli bir ismin de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanması fikri, güçlü bir olasılık halinde Yerlikaya’nın aklında.

İçişleri Bakanlığı’nın üst yönetimi ile Emniyet Genel Müdürü Mahmut Demirtaş’ın da devreye girdiğini söylemek mümkün. Bilhassa Bakan Yardımcıları Mehmet Aktaş ve Münir Karaloğlu farklı isimler üzerinde duruyor.

Bu noktada yakın geçmişte yaşanan süreci hatırlatmakta fayda var. Dönemin İçişleri Bakanı Soylu, halen Emniyet Genel Müdür Yardımcısı olan Mustafa Çalışkan’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yeni göreve atanmasından sonra, Cumhurbaşkanlığı’na kendisine yakın üç ismi götürdü.

Her üç isim de Erdoğan nezdinde kabul görmedi. Hiç akıllarda olmayan Adana Emniyet Müdürü Zafer Aktaş, dönemin İçişleri Bakan Yardımcısı Muhterem İnce’nin tavsiyesiyle İstanbul Emniyet Müdürü olarak atandı.

İstanbul’a emniyet müdürü atama kriterleri bu kadar kalsa iyi.

Daha İstanbul’da yapılanması güçlü olan İsmailağa ve Menzil cemaatlerinin görüşlerinin de önemli olduğunu söylememe sanırım gerek yok.

AKP’ye yakın iş insanlarının isim tavsiyelerini unutmamak lazım elbette.

Kulislere yansıyanlara göre, İstanbul Emniyet Müdürü adayları arasında mevcut Emniyet Genel Müdür Yardımcıları Mustafa Çalışkan ve Selami Yıldız, Bursa Emniyet Müdürü Sabit Akın Zaimoğlu, Düzce Emniyet Müdürü İbrahim Ergüder ve Tekirdağ Emniyet Müdürü Metin Turanlı’nın adı geçiyor şimdilik.

Bursa Emniyet Müdürü Zaimoğlu’nun, Soylu döneminde Emniyet İstihbarat Başkanı olduğunu ve Soylu’nun yakın çalışma ekibi içinde yer aldığını hatırlatayım. Zaimoğlu’nun ismi, daha öncesinde de Siber Suçlarla Mücadele Dairesi başkanıyken kuruma alınan siber uzmanlar sürecinde tartışıldı. Zaimoğlu’nun yakınlarını uzman olarak kuruma alımını sağladığı biliniyor.

Nihayetinde, “İstanbul’a sahip olan, Türkiye’ye sahip olur” prensibini akıllarda tutmak lazım.

Çıkacak kararnamede İstanbul’a yapılacak atama, hangi tarafın güçlü olduğunu ortaya koyacak.

                                                              /././

Erdoğan imzaladı: 2 ilin emniyet müdürü görevden alındı, 6 ilin emniyet müdürü değişti.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın atama ve görevden alma kararları Resmi Gazete'de yayımlandı. Kararla birlikte 2 emniyet müdürü görevden alındı, 6 emniyet müdürünün yeri değişti. Görevden alınan emniyet müdürlerinin arasında DEM Partili Iğdır Belediyesi tarafından "usulsüz işe alındıkları" gerekçesiyle işlerine son verilen işçilerin eylemini ziyaret edip destek açıklamasında, "Gösterilere hukuk çerçevesinde devam edin. Size karşı dışarıdan gelecek olan her türlü saldırı, emniyet güçleri tarafından bertaraf edilecektir" ifadelerini kullanan Iğdır İl Emniyet Müdürü Erden Sakarya da var. 32737 sayılı Resmi Gazete'de Erdoğan'ın imzasıyla İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nde atama ve görevden almalar yapıldı.Bingöl İl Emniyet Müdürü Şükrü Orhan ve Iğdır İl Emniyet Müdürü Erden Sakarya görevden alındı. Bingöl İl Emniyet Müdürlüğü'ne, Bilecik İl Emniyet Müdürü Beyti Kalaycı; Bilecik İl Emniyet Müdürlüğü'ne ise Hakan Yılmaz atandı. Isparta İl Emniyet Müdürlüğü'ne, Şanlıurfa İl Emniyet Müdürü Erdem Bildirici; Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğü'ne ise Ordu İl Emniyet Müdürü Atilla Aksoy atandı. Ordu İl Emniyet Müdürlüğü'ne de Ahmet Acar atanırken Iğdır İl Emniyet Müdürlüğü'ne Niyazi Turgay atandı. Devlet Denetleme Kurulu üyeliklerine de Cengiz Aydın, Semih İsa Çamurtaş ve Osman Öztürk atandı.(Ne olmuştu?) Görevden alınan Iğdır İl Emniyet Müdürü Erden Sakarya'nın DEM Partili Iğdır Belediyesi tarafından "usulsüz işe alındıkları" gerekçesiyle işlerine son verilen işçilerin eylemini ziyaret edip destek açıklaması yapması tartışma konusu olmuştu. Sakarya, "Sizden bir ricam, haklı, hukuksal durumunuzu muhafaza etmeniz. Bu şekilde gösterilere hukuk çerçevesinde devam etmeniz. Size karşı dışarıdan gelecek olan her türlü saldırı, emniyet güçleri tarafından bertaraf edilecektir. Allah’tan size sabır diliyorum. ‘Hak, hukuk, adalet’ diyorsunuz. Benim inancımda hak, hukuk, adalet en kısa zamanda tecelli edecektir.” DEM Parti Genel Başkan Yardımcısı Rüştü Tiryaki de Sakarya'ya "Emniyet Müdürü devletin, kentin emniyet müdürü değil, AKP’nin koruma müdürü mübarek" sözleriyle tepki göstermişti.

                                                                 ***

‘Saçları kedinin ağzında’ bir kadının öyküsü; Serap Avcı’nın davası Türkiye’ye dair çok şey söylüyor -Candan Yıldız-

“Hikayem uzun, yorgun ve stresliyim”

Türkiye’nin aynası bir davayı anlatacağım size.

İçinde çete, uyuşturucu, sistematik erkek şiddeti, ‘kutsal’ ailenin suskunluğu, özensiz soruşturma; hepsi var…

Serap Avcı, 40 yaşında. Beş yaşında bir oğlu var. Yasin Avcı’yla yedi yıllık evliliği boyunca sürekli şiddet görmüş ama gördüğü şiddeti sadece yakın arkadaşına anlatabilmiş bir kadın.

Dövüldüğünde, psikolojik şiddet, cinsel şiddet gördüğünde, aşağılandığında, Yasin Avcı adına hep bir gerekçe yaratmış. Zira Yasin Avcı, soygundan hüküm giymiş bir kişi…

Evliliklerinin ilk aylarında başlamış dayak ve aşağılama…

‘Cezaevinden yeni çıktı, psikolojisi bozuk’ diyerek ilk dayağı affetmiş ama arkası hiç kesilmemiş.

Dün Serap Avcı’nın Küçükçekmece 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşması vardı.

Siyah kıyafeti, yüzündeki yorgunlukla hâkim karşısına çıktı ve ilk sözü şu oldu Serap’ın:

“Hikayem uzun, yorgun ve strestliyim.”

7 yıl boyunca “severek evlendim” dediği erkeğin şiddetini, aşağılamalarını, boşanmak istediğinde oğlu ve ailesiyle tehdit edilmesini bir saatlik bir ifadeye sığdırmak zordu.

Çünkü hayatında hiç hâkim karşısına çıkmayan bir kadın olarak şimdi, ‘haksız tahrik altında kocasını öldürmekle’ yargılanıyor.

Serap Avcı evliliği boyunca susmuş, şiddete tanık olanlar, kocasının ailesi de susmuş. Yakın arkadaşları, ‘polise gitme, kocan daha da öfkelenir’ diye onu yolundan çevirmeye çalışmış. 

Serap Avcı yine de gitmiş. Peki ne olmuş?

Duruşmada o günü anlatan Serap Avcı’dan dinleyelim:

“Twitter paylaşımıma gelen yorumlara sinirlendi Yasin. Dövdü beni. Gözüme telefon fırlattı. Esenler karakoluna gittim. Yasin’in orada tanıdıkları vardı. Şikâyetim tutanağa geçirilmemiş. Ben son üç yıldır boşanmak istedim ama oğlumu alıp kaçırmakla tehdit edildiğim için boşanamadım.”

Mahkeme heyetinin, “Neden 7 yıl boyunca şikâyet etmedin, neden hiç darp raporu almadın” sorusu meşru bir soru olsa da Türkiye’de uzaklaştırma kararı olan kadınların bile öldürüldüğünü biliyoruz. Kadınlar şikayetlerinden sonra şiddetin yaşandığı hanelere dönmek zorunda kalabiliyor. Sığınma evlerinin gizli kalması gereken adreslerine erkekler ulaşabiliyor.

Serap Avcı davasının Türkiye’nin bir aynası olduğunu söylemiştim.

‘Arap Yasin’ diye tanınan, etrafına korku saldığı duruşmada ifade edilen Yasin Avcı, Serap Avcı’yı ‘yüzüne kezzap atarım, veririm para birilerine’ diye tehdit eden biri.

Avcı ailesinin yoksulluktan daha varsıl hale gelmesi (otocenter galericiliği) Türkiye’de hızlı, şüpheli zenginleşme öykülerini hatırlatıyor.

Zaten duruşmada Serap Avcı’nın, “Ben oğlumun sizin gibi olmasını, içici, satıcı olmasını istemiyorum” çıkışı, ölen eşinin satıcılıktan hüküm giymiş erkek kardeşi S. Avcı’nın öyküsüyle de uyumlu.

Serap Avcı’nın kardeşini kasten öldürdüğünü iddia eden S. Avcı, satıcılıktan sabıkası olduğunu kabul etti ve “Islah oldum, olağanüstü vergi veren bir esnafım. Biz tanınan bir aileyiz, babam bekçiydi sonra polis oldu” diyerek mesajını verdi.

Yasin Avcı’nın annesi de “Oğlum Serap’a ‘kuşum’ derdi. Karısı için ölürdü. Ben Kur’an okuyan bir kadınım” diyerek Serap Avcı’nın şiddet gördüğünü reddetti. 

Ailenin ‘tanınırlığı’ ile uyumlu bir olay daha anlatayım.

Serap Avcı tutuklandıktan sonra 5 yaşındaki oğluna kayyım olarak Serap’ın ablası atanıyor. Abla sonraki gelişmeleri şöyle anlattı.

“Ben kayyım atandıktan sonra polis evimi bastı. Hayatımda ilk kez gözaltına alındım ve dört gün emniyette kaldım. Herhalde Daltonlar çetesine sokmuşlar beni, bir yeri kurşunladığım iddiasıyla adımı vermişler. Adli kontrolle serbest bırakıldım ama sicilime işlenince yeğenimi bizden aldılar.”

Duruşmada Serap Avcı’nın avukatlığını yapan feminist avukatlar da olay günüyle ilgili tanıkların çelişkili ifadelerine dikkat çekerek şu savunmayı yaptı:

“Serap, o gün hayatına sahip çıkmasaydı öldürülecekti. 12. katın balkonundan atılmak istendi. Karnındaki izler adli tıp raporu ve olay anlatımıyla uyumlu. Deliller eksik toplanmış. Olay yeri görüntüleri dosyada yok. Şiddet sarmalındaki bir kadının Türkiye koşullarında şikayetçi olması zor. Serap eylemi meşru müdafaa şartları altında gerçekleştirdi.”

Duruşma boyunca stres altında bir kadın, yaşadıklarını hem Türkiye’ye hem de mahkemeye duyurmaya çalıştı.

Serap Avcı 18 Nisan’dan bu yana tutuklu. Mahkeme tutukluluğuna devam kararı verdi ve bir sonraki duruşmayı eksiklerin tamamlanması için 25 Şubat’a erteledi.

Serap Avcı’nın avukatlarından birinin anlatımıyla bitireyim:

“Olay günü karakola geldiğimde müvekkilim üç saat benimle konuşamadı. Olayın yaşandığı eve gittim. Serap’ın saçları, evdeki kedinin ağzındaydı.”

                                                             /././

Yoksa sen de bir kadın düşmanı mısın?-Tuğçe Tatari-

Kadına şiddeti kınamak için eylem yapan kadınlara devlet eliyle yine şiddet uygulandı. Bunlar yaşanırken sokaklarda eyleme katılan kadınlara hırsla saldıran sivil erkekler de vardı… Soruna “ama’lı, fakat’lı” yaklaşan her kim olursa olsun, onu derhal yaptığı kadın düşmanlığıyla yüzleştirmeniz gerekir.

Kadın düşmanlığı meselesi Türkiye’nin kanayan büyük yaralarından biri.

İşin kötü yanı bu meselenin ‘düşman’ tarafı belli bir zümreyle de sınırlı değil, belli bir sınıf veya tanıma sokulamayacak kadar geniş bir yapı.

Siyasi otoriteyle bu hususta buluşsa da yaşamının başka anlarında -mesela oy vermek gibi- asla yan yana gelmeyecek profiller de aramızda yaşamakta.

Kadın düşmanı kendini sonsuza dek gizleyebilir, küçücük bir konuda açığa da düşebilir.

Türkiye’de tespiti zor, ifşası hayati bir konu özetle.

Sınıflar arası dolaşan bu yaygın düşmanlığı, merdivenleri yukarıya doğru çıktıkça ‘gizlenen’ bir köşede bulmak çok daha mümkün.

İnternette ‘Türkiye’de kadına şiddet’ konusunu aradığınızda en çok sorulan sorulardan birinin ‘Cezası kaç yıl’ olduğunu görmek ise ürpertici.

Bu suçu en az işleyen kadar içinde hisseden ‘hesap sorucular’ sayesinde de, kimi zaman fail suçunu itiraf etse dahi cezasız kalan onlarca, yüzlerce örnek var. Ondandır ki mahkeme salonlarından taşan mağduru suçlayıcı sorular, sonuçlar bu kadar çok!

Bu sebeple de ‘düşmanlığı ifşa’ bu konuda hayati.

En ufak kadın düşmanlığı zerreciği dahi ifşa edilmeli.

Peki biz bu kadın düşmanlarını nasıl belirleyecek ve ifşa edeceğiz?

Çok zor ama bir o kadar da basit.

Öncelikle bu suçun tek faili sadece erkekler değil maalesef, Türkiye’de kadınlar da bu suça yakın bir çizgide görülebilmekte!

Bunun bir suç olduğunu bilerek veya bilmeyerek hemcinsinden ‘dişil özellikler’ sebebiyle nefret eden kadınlar maalesef azımsanamayacak kadar çok!

Bu suçu şiddete dönüştüren el olmamaları, destekleyici veya yüreklendirici daha da ağırı onaylayıcı pozisyonda olmadıkları anlamına gelmez!

Onları da ifşalamak önemlidir.

Çünkü konu çok nettir; kadın düşmanı olmak bir suçtur.

Hem insanlık suçudur hem de yüz kızartıcı bir suçtur.

İçinde en ufak zerresini bile barındıranın yüzü kızarmalıdır her şeyden önce!

Bunu sağlamak da maalesef bize düşüyor yine!

Bakınız bu insanları, kadının varlığının her zerresi rahatsız eder.

En temel ortak yapıları budur; kadını kahkahasını yüksek, rujunu fazla, oturuşunu rahat, konuşmalarını önemsiz, çalışmalarını sıradan bularak, kadına varlığını baskılama güdüsüyle yaklaşırlar.

Bunların esprisini dahi kabul etmeyerek işe başlamak gerekir!

Faşizan yaklaşımlara meyilli olanlarda daha sık görünür ama sosyalist düşünceyi benimseyenlerde de -maalesef- görülmez demek imkânsızdır!

Çevrenizde kadına, yaşadıklarına, beyanlarına ve tüm var oluşuna “ama’lı, fakat’lı” yaklaşan her kim olursa olsun onu derhal bu yaptığıyla yüzleştirmeniz gerekir.

Bir kadın düşmanı olduğuyla -doz önemli değil- kendisini karşı karşıya bırakmak önemlidir.

Bakınız, hafta başında kadına şiddeti kınamak için eylem yapan kadınlara devlet eliyle yine şiddet uygulandı.

Bunlar yaşanırken sokaklarda eyleme katılan kadınlara hırsla saldıran sivil erkekler de vardı.

Tüyler ürpertici bu tablo Türkiye’nin kadın cinayetlerinde dünyanın neredeyse zirvesine oturmak üzere olduğu gerçeğiyle birleşince, ‘düşmanını bul ve ifşala’ metodunun önemini bir kere daha hatırlattı.

Yoksulluk artarken kadına şiddet oranının da arttığından söz ediyor uzmanlar. Kadını hayatın başlıca sorunlarına sebep gören, karşı cinsine düşmanlık besleyen erkek sorununu böyle tanımlıyorlar!

Bianet medyaya yansıyan haberleri toplayarak bu yıl bugüne kadar 327 kadının öldürüldüğü sonucuna ulaşmış!

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ise, Ekim 2024’te 48 kadının sadece bir ay içinde öldürüldüğünü raporlaştırmış.

Bakınız bunlar sayı olarak yazılırken, söz olarak edilirken dahi kan dondurmaya yetiyor.

Sözün özü; oğlunuzu, babanızı, kocanızı, abinizi, kardeşinizi, arkadaşınızı, iş arkadaşınızı, sevgilinizi, her kim olursa bu düşmanlığa meyilli görürseniz bu tespiti yüzüne karşı yüksek sesle dillendirin.

Meyilden öteye giden tek bir söz ve davranışı affetmeden ifşalayın!

Sorun öyle az buz bir sorun değil çünkü.

Kitlelere sirayet etmiş bir düşmanlıkla karşı karşıyayız.

Türkiye’de kadın olmak gün geçtikçe çok daha zor bir hâle geliyor.

Bizi koruyan bir mekanizma da yok. Devlet suç işleyen, suç işleme potansiyeli olan bireylerden de önce kadını suçlama eğiliminde!  Bizi koruma refleksinden çok baskılamaya yatkın!

Uygulanan politikalar, yargıya yansıyanlar sonuçlar bu konunun turnusolü niteliğinde…

Biz kadınlar hayatta kalma ve güvenlik gibi ciddi sorunlarla baş başa bırakıldık.

O sebeple de elimizdeki tüm imkânları kullanmalıyız.

Burada da kadın düşmanlığını ifşalamayı, bunun bir suç olduğunu haykırmayı önemli buluyorum.

                                                              /././

2023 ve öncesinde emekli olanlar 2024 yılında emlak vergisi ödemeyebilir -Murat Batı-

Emekli olan bir kişinin eşi, anne/babasının, çocuklarının, kardeşlerinin vs. gelirlerinin olması sosyal güvenlik kurumdan aylık alan kişinin istisnadan yararlanmasını etkilemeyecektir. Emekli olan kişi, emeklilik sonrası çalışmaya devam ederse emlak vergisi ödeyecektir.

2024 yılında ödenecek emlak vergisinin ikinci taksitinin son günü 30 Kasım Cumartesi günüdür. Ancak 30 Kasım günü hafta sonuna (cumartesi) isabet etmesi nedeniyle ödeme süresinin son günü 2 Aralık Pazartesi’ne uzamaktadır.

Emlak vergisinin 2 Aralık Pazartesi’ne kadar ödenmemesi durumunda ise ödenmesi gereken tutar üzerinden her ay için yüzde 4,5 gecikme zammı işleyecektir.

Ancak bazı durumlarda emlak vergisinin ödenmesine gerek olmamaktadır. Bu durumlardan biri de emekli olanlar içindir.

31 Aralık 2023 ve öncesinde Türkiye’deki bir sosyal güvenlik kurumundan  emekli olanlar aşağıdaki şartları taşımaları durumunda 2024 ve sonraki yıllarda sahip oldukları tek konut için emlak vergisi ödemeyeceklerdir. Ancak yabancı bir sosyal güvenlik kurumundan emekli olanlar bu istisnadan yararlanamaz.

Ayrıca bu istisnadan yararlanmak için emekli olmanın yanında birkaç tane koşul daha bulunmaktadır. Bu koşulları gelin birlikte anlamaya çalışalım.

Konuta ilişkin şartlar

Emekliler için sahip olunan binanın hem konut olması hem tek olması hem de brüt 200 metrekareyi aşmaması gerekmektedir. Bu üç şart birlikte sağlanacaktır

Kanun maddesinde yer alan indirimli bina vergisi uygulaması, sadece mesken (konut) vasıflı binalar için uygulanmaktadır. Bu nedenle, konut olmayan ya da konut vasfını kaybeden binalar için bu istisnanın uygulanması mümkün değildir.

Konutun belli bir kısmı, depo, dükkân gibi bir şekilde başkasına kullandırılsa bile konut, konut vasfını kaybettiğinden hem de kira geliri alındığı varsayımıyla bu indirimden/istisnadan yararlanılamayacaktır. Yani emlak vergisi ödenecektir.

Örneğin, SGK emeklisi Erol Amcanın emekli maaşından başka bir geliri bulunmamaktadır. Sahip olduğu konutunun bir odasını binanın altında bulunan kırtasiyeye depo olarak kullanması için aylık 5 bin TL’ye kiraya vermiştir. Erol Amca, odayı kiraya verdiği için konut, konut vasfını kaybettiğinden konutun tamamı için emlak vergisi ödeyecektir.

Özetle bir binanın kısmen veya tamamen mesken olarak kullanılmaması ya da mesken dışında bir amaca tahsis edilmesi halinde bu istisnadan faydalanılamaz. 

Genel şartlar

Bu istisnadan yararlanmak için bazı şartlarımız daha vardır. Şimdi bu koşulları inceleyelim.

 Bu istisnadan yararlanmak için ilk şartımız aylık alınan kurumun Türkiye’de kanunla kurulmuş bir sosyal güvenlik kurumu olmasıdır. Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur, TOBB’un Emekli Sandığı Vakfı gibi kurumlardan aylık alınması gerekmektedir. Emekli olunan yıl bu istisnadan yararlanılmıyor, takip eden yıldan itibaren yararlanılmaya başlanır.

ÖrneğinAralık 2023’te EYT’den emekli olan Kemal Amca (diğer şartları da sağlamak koşuluyla) bu istisnadan 2024 yılından itibaren yararlanacak. Yani 2023 yılı için emlak vergisini ödeyecek ama 2024’ten itibaren ödemeyecek.

İkinci koşul, gelirlerinin emekli aylığından ibaret olması gerekmektedir. Yani kiradan, avukatlıktan, ara sıra da olsa doktorluk faaliyetinden, market işletmeciliği gibi ticari bir faaliyetten bir gelirinin olmaması gerekmektedir. Ancak faiz, repo gibi kazanç varsa ve bu tutar 2023 yılı için 150 bin TL’yi, (2024 yılı için 230 bin TL’yi) aşmazsa sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanılır; aşarsa yararlanılamaz.

ÖrneğinBağ-Kur emeklisi Murat Amca, emeklilik sonrası bir market açarak işletmeye başlamıştır. 2023 yılında yıllık 25 bin TL gelir elde etmiştir. Murat Amca market işletiminden bir kazanç elde ettiği için (tutar ne kadar olursa olsun) bu istisnadan yararlanamayacaktır.

Üçüncü koşul emekli olan kişinin konutunun tek olması ve bu konutun da brüt 200 m2’yi geçmemesi gerekmektedir. Ayrıca 200 metrekareyi aşmayan tek konuttan başka gelir getirmeyen dükkân, arsa, arazi varsa gelir getirmemek şartıyla bu istisnadan yararlanılabilir. Kanun maddesi 200 metrekareyi aşmayan tek (bir) konut için bu istisnayı uyguluyor. Birden fazla konut varsa hiçbiri için bu istisnadan yararlanılmazYani ikinci bir ev varsa ikisi için de emlak vergisi ödenmek zorundadır. Hatta ikinci eve hisseli sahip olunmasa durumunda bile bu istisnadan yararlanılamaz.

Eşin çalışmasının bir önemi yok

Emekli olan bir kişinin eşi, anne/babasının, çocuklarının, kardeşlerinin vs. gelirlerinin olması sosyal güvenlik kurumdan aylık alan kişinin istisnadan yararlanmasını etkilemeyecektir.

Örneğin, SGK’dan emekli Emine Hanım’a ait tek konut bulunmaktadır. Eşi Ahmet Bey ise banka müdürü olup aylık yüklü bir maaş almaktadır. Ayrıca Ahmet Bey’e ait kirada iki konut ve iki de dükkân bulunmaktadır. Bu durum, Emine Hanım’ı bağlamayacak ve sıfır oranlı emlak vergisi istisnasından yararlanacaktır.

Hisseli evlerde ne olacak?

Eşler tek konuta hisseli sahiplersehisseleri oranında istisnadan yararlanabilirler.  Konuta hisseli sahip olunması halinde ise evin toplam brüt alanı dikkate alınacağından, toplam brüt alan 200 metrekareyi aşarsa, bu istisnadan yararlanılmayacaktır. Yani burada istisna şartını sağlayan kişi kendi payına düşen kısmı kadar istisnadan yararlanacaktır. Ama evin toplam brüt metrekare bedeli 200 metrekareyi aşarsa istisnadan yararlanılamaz.

Örneğin, SGK’dan emekli aylığı dışında geliri olmayan Nesrin Hanım ile hâlâ bir kurumda ücret karşılığı çalışan eşi Ali Bey yarı yarıya hisseli 180 metrekare konut için yıllık bin 800 TL emlak vergisi ödemektedir. Nesrin Hanım hissesine isabet eden yani ödenen tutarın yarısını (900 TL) sıfır oranlı emlak vergisinden yararlandığı için ödemeyecektir. Diğer yarısını ise Ali Bey ödeyecek ve yıllık bin 800 TL yerine toplamda sadece 900 TL emlak vergisi ödenecektir. Yani ev hanımı Nesrin Hanım ile çalışan eşi yarı yarıya hisseli 180 metrekarelik bir konut için (brüt alan 200 m2’yi aşmadığından) çalışan eş hissesi oranında emlak vergisini öderken ev hanımı Nesrin Hanım hissesine isabet eden kısım için emlak vergisi ödemeyecektir.

Örneğin emekli olan eşi ile birlikte satın aldığı 300 metrekarelik konuttan dolayı eşiyle birlikte yarı yarıya ortak olan eş, kendi hissesine isabet eden metrekareyi değil evin brüt toplamı (300 metrekare) dikkate alınarak değerlendirileceğinden ve 300 metrekare  de, 200 metrekareyi aşacağından eşler diğer koşulları sağlasa dahi bu istisnadan yararlanamayacaktır. 

Ayrıca emekli biriiki ayrı eve düşük oranlı da olsa hisseli sahipse bu istisnadan yararlanamayacaktır. Dolayısıyla iki ev için de hissesi oranında emlak vergisini ödemesi gerekmektedir. Özetle iki yarım bir etmiyor!!! 

Kira gelirinin olması istisnaya engeldir

Kira geliri elde edilmesi istisnadan yararlanmaya engeldir. Kira tutarı önemli değildir. 1 TL dahi olsa bu istisnadan yararlanılamaz. 

Sahip olduğunuz evi kiraya verip siz de kiraya çıkarsanız o zaman istisnadan yararlanabilirsiniz. Ama sahip olunan tek konutu kiraya verip başkasının evinde kira vermeden oturulursa o zaman kira geliri var kabul edilir ve istisnadan yararlanılamaz.

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Derya Hanım oturduğu evi kiraya verip kiralık başka bir eve taşınmıştır. Bu durumda Derya Hanım istisnadan yararlanmaya devam edecektir. 

Ancak

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Fatma Hanım oturduğu evi kiraya verip oğlunun yanına ve oğlunun sahip olduğu eve taşınmıştır. Bu durumda Fatma Hanım, kira geliri olduğu gerekçesiyle istisnadan yararlanamayacaktır.

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Özlem Hanım oturduğu evi kiraya verip kızının yanına ve kızının da kira ödediği eve taşınmıştır. Bu durumda Özlem Hanım, kira geliri olduğu gerekçesiyle istisnadan yararlanamayacaktır.

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Ercan Amca oturduğu evi kiraya verip oğlunun yanına ve kirayı da Ercan Amcanın (kendisinin) üstlendiği eve taşınmıştır. Bu durumda Ercan Amca kirayı kendi üstlendiği için bu istisnadan yararlanmaya devam edecektir. 

Emekli, çalışmaya devam ederse bu istisnadan yararlanamaz

Emekli olan kişi emeklilik sonrası çalışmaya devam ederse emlak vergisi ödeyecektir. Yani bu istisnadan yararlanmayacaktır.

Örneğin, Nazım Bey SGK’dan 2018 yılında emekli olmuş ve artık çalışmama kararı almış. 2019’dan bu yanadır da sahip olduğu tek konut için emlak vergisi istisnasından yararlanıp emlak vergisini ödememektedir. Ancak hayat koşulları onu çalışmaya zorlamış ve 2 Aralık 2024 günü Samsun’da bulunan X hukuk bürosunda getir-götür işleri yapmak üzere işe başlamış. Nazım Bey 2024 yılı için emlak vergisi ödemeyecek ama 2025’ten itibaren istisnadan yararlanamayacak ve emlak vergisi ödeyecektir. 

Daha önceki yıllarda emekli olanlar ödediği vergileri iade alabilir

Evet, geçmişe yönelik 5 yıl için iade alınabilir. 2010 yılında emekli oldunuz, başkaca bir geliriniz yok, 200 metrekareyi aşmayan bir (tek) konutunuz var ve bu konut için 2010 yılından bu yanadır da emlak vergisi ödediniz. Geçmişe yönelik 5 yıl için ödediklerinizi iade alabilirsiniz. İade almak için evin bulunduğu yerin ilçe belediyesine gidip istenilen belgelerle birlikte dilekçe vermeniz kâfidir. 

                                                                  /././

Trendyol "buybox" soruşturmasında, Rekabet Kurumu’na taahhüt metni sundu -Füsun Sarp Nebil-

İddiaya göre e-ticaret platformları, müşteriye gösterilecek satıcı konusuna daha doğrusu satıcılar arasında fiyatlara müdahale edebiliyor ve böylece son kullanıcının alım şartlarını etkiliyor.

Geçen yıl bu zamanlar, Rekabet Kurumu'nun e-Ticaret platformlarındaki "buybox" uygulaması konusunda soruşturma açtığını yazmıştık. Soruşturma açılan üç platformdan (diğerleri Amazon ve HepsiBurada) Trendyol (DSM Grup Danışmanlık İletişim ve Satış Ticaret AŞ) Rekabet Kurumu'na bir taahhütname verdiği için, hakkındaki soruşturma sonuçlanmış oldu. Bundan sonrasında Rekabet Kurumu bu taahhütnameye uyulup uyulmadığını denetleyecek.

Buybox mekanizması ile rekabet engelleniyor mu?

"Buybox" mekanizması, basitçe tanımlarsak, bir ürün için platformdaki farklı satıcılar arasından hangisinin ön plana çıkacağını belirliyor. e-Ticaret platformları, buybox’ın çalışma şeklini; algoritma metrikleriyle müşterilere maksimum fayda sağlayacak satıcıyı seçiyor ve bu satıcının ürününü yukarı taşıyor şeklinde tanımlıyor.

Ancak iddiaya göre e-ticaret platformları, müşteriye gösterilecek satıcı konusuna daha doğrusu satıcılar arasında fiyatlara müdahale edebiliyor ve böylece son kullanıcının alım şartlarını etkiliyor. Buybox sisteminde öne geçen satıcının, sepete ekleme ve hemen satın alma işlemlerinde avantaj sağladığı, dolayısıyla bu yolla rekabetin engellendiği iddiaları soruşturuluyordu.

Rekabet Kurumu açıklamasında bu durum şöyle anlatılıyor;

"Trendyol tarafından 2021 yılının sonunda uygulamaya geçirilen otomatik fiyatlandırma mekanizması, esasen satıcılar arasındaki satın alma kutusunda (buybox) yer alma yarışını otomatikleştirmek için öngörülmüş bir sistemdir.

E-pazaryerlerinde satış yapan binlerce satıcı bulunduğundan, aynı ürünün birden fazla satıcı tarafından satılması kaçınılmazdır. Bir kullanıcı satın almak istediği ürünü ararken yüzlerce mağazanın aynı anda sıralanması alışveriş deneyimini zorlaştırabileceğinden pazaryerleri buybox uygulamasını geliştirmiştir.

Buybox, en temel anlatımla, aynı ürünün birden fazla satıcısı varsa, bu ürünleri tek bir başlıkta toplamaktadır. Böylece belirlenen algoritma metrikleriyle, hem müşterilere maksimum fayda sağlayacak olan hem de buybox’ı kazanan satıcı, o ürün aratıldığında ilk sırada çıkmaktadır.

Bu sistem ile sıralanan satıcı listesinde kullanıcı “Sepete Ekle” veya “Şimdi Al” butonuna tıkladığı an, buybox’ı kazanmış olan satıcının ürünü sepete eklenmektedir. Dolayısıyla pazaryerinde faaliyette bulunan satıcılar için buyboxta yer almak görünürlük ve satış bakımından oldukça önem arz etmektedir.

Otomatik fiyatlandırma mekanizması kapsamında satıcılara Buybox Fiyatına Eşitle”, Buybox Fiyatının Altında Kal” ve Buybox Fiyatının Üstünde Kal” şeklinde seçenekler sunulmakta ve satıcılar isterlerse fiyatlarını bu seçenekler vasıtasıyla otomatik bir şekilde güncelleyebilmektedirler. Her bir kuralın belirlenme süreci satıcıların inisiyatifindedir ve referans fiyat olarak buybox’ı kazanan satıcının fiyatı baz alınmaktadır.

Soruşturmaya konu endişeler, ileriki süreçlerde otomatik fiyatlandırma mekanizmasının ve özellikle Buybox Fiyatına Eşitle” kuralını kullanan satıcı popülasyonun genişlemesi durumunun ve mekanizmanın istenen sonuçları sağlayarak optimal biçimde işlemesinin sonucunda, satıcıların perakende fiyatlarını farklı seviyelerde belirleme olasılığının azalması ve platformlarda listelenen ürün fiyatlarında kümülatif etkiye bağlı olarak fiyat katılaşmasına yol açılabileceği noktasında yoğunlaşmıştır."

Trendyol'un taahhütleri

İşte Rekabet Kurumu'nun açıklaması, Trendyol'un bu konuda bazı taahhütlerde bulunduğu ve dolayısıyla soruşturmanın sonuçlandığı şeklinde.

Açıklamaya göre, Trendyol'un 60 gün içinde uygulamaya alacağını taahhüt ettiği maddeler şu şekilde;

* Satıcılar için otomatik fiyatlandırma mekanizmasının kullanımını zorunlu tutmamaya ve satıcılara zorunlu tutulma ile aynı sonuca varacak herhangi bir teşvik sunmamaya devam edecektir.

* Otomatik fiyatlandırma mekanizması kapsamında kural tanımlanırken belirli satıcıyı/satıcıları hedeflemeye imkân tanımayacaktır.

* Otomatik fiyatlandırma mekanizmasından Buybox Fiyatına Eşitle” seçeneğini çıkaracak ve satıcılara sadece Buybox Fiyatının Altında Kal” ve Buybox Fiyatının Üstünde Kal” seçeneklerini sunacaktır. Ek olarak Buybox Fiyatının Altında Kal” ve Buybox Fiyatının Üstünde Kal” seçeneklerini de Buybox Fiyatına Eşitle” seçeneği ile aynı sonuca yer vermeyecek şekilde (yüzde ve tutar bakımından yüzde 0 ya da 0 TL altında kal ya da üstünde kal yazılamaması gibi) düzenleyecektir.

* Buybox kriterleri bakımından, satıcılar tarafından otomatik fiyatlandırma mekanizmasının kullanımını algoritmanın işleyişinde bir kriter olarak dikkate almayacaktır.

* Satıcıları otomatik fiyatlandırma mekanizmasının özellikleri hakkında bilgilendirecek, ancak satıcılarla, otomatik fiyatlandırma mekanizmasının kullanımına ilişkin diğer satıcılara ait verileri paylaşmamaya devam edecektir.

* Otomatik fiyatlandırma mekanizmasının işleyişine ilişkin eğitim içeriğini satıcıların erişimine sunacak, çalışanlarına soruşturma kapsamındaki endişeler ve sunulan taahhütler kapsamında rekabet hukuku eğitimleri verecektir.

* Taahhütlere uyumun izlenebilmesini temin etmek amacıyla üç yıl süre boyunca Rekabet Kurumu'na rapor sunacaktır.

Rekabet Kurumu, bu taahhütlerin tümünün otomatik fiyatlandırma mekanizması uygulamada kaldığı süre boyunca geçerliliğini koruyacağını söylüyor.

                                                                 /././

Merkel anılarını kaleme aldı: Türkiye'yi göçmen anlaşmasına nasıl ikna etti? Erdoğan ile ilgili ne dedi?


Almanya’nın eski başbakanı
 Angela Merkel anılarını kaleme aldığı kitabında Türkiye ile ilişkiler ve mülteci mutabakatının perde arkasına da değindi. Merkel "Özgürlük" isimli anı kitabında, Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında 2016 yılında varılan mülteci mutabakatından ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’ndan övgüyle söz etti.(https://t24.com.tr/haber/merkel-anilarini-kaleme-aldi-turkiye-yi-gocmen-anlasmasina-nasil-ikna-etti-erdogan-ile-ilgili-ne-dedi,1199663)

                                                                  ***

Taksi ve dolmuşlara "acil durum butonu" zorunluluğu getirildi.

Yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle, taksi ve dolmuşlara araç takip sistemi, kamera ve acil durum butonu zorunluluğu getirildi.

(https://t24.com.tr/haber/taksi-ve-dolmuslara-acil-durum-butonu-zorunlulugu-getirildi,1199664)

                                                               ***

İstanbul Valiliği, tekel bayilerine 'yüz tanıma ve gece görüş sistemli kamera' zorunluluğu getirdi, uymayan ceza ödeyecek -Özlem Ateş Aksoy-

İstanbul Valiliği, alkol ve sigara satış ruhsatı bulunan iş yerlerine kameralı güvenlik sistemleri kurulması için harekete geçti. İş yerlerine tebliğ edilen karara göre, kamera sistemi kurulumlarının en geç 1 Ocak 2025 tarihinde uygulanmaya başlanacak şekilde tamamlanması zorunlu tutuldu. T24'ün Valilik'ten edindiği bilgiye göre kararın nedeni, çocuklara alkol ve sigara satışı hakkındaki şikayetlerde artış. Kamera kurulumunu kabul etmeyen iş yerlerini Kabahatler Kanunu'nun 32'nci maddesi gereğince para cezası bekliyor.  İstanbul Valiliği, alkol ve sigara satışı yapan tekel, market gibi iş yerlerine tebliğ tebellüğ belgesi gönderdi. Belgeye göre iş yerlerine görüntülü kameralı güvenlik sistemleri kurulacak. Kurulan güvenlik kamera sistemi, iş yerlerinin satış alanı ile tüm giriş-çıkışlarını ve varsa iş yeri otoparklarını değişik açılardan görüp kaydedebilecek şekilde yerleştirilecek.(https://t24.com.tr/haber/istanbul-valiligi-tekel-bayilerine-yuz-tanima-ve-gece-gorus-sistemli-kamera-zorunlulugu-getirdi-uymayan-ceza-odeyecek,1199604)

                                                            ***

(T-24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder