TÜİK Başkanı Çetinkaya’nın profesör kardeşi 'nitelikli dolandırıcılık'tan gözaltına alındı.
TÜİK Başkanı Erhan Çetinkaya’nın rektör yardımcısı kardeşi Prof. Dr. Cihan Çetinkaya; başsavcının adını kullanarak "bir suçlunun serbest bırakılması" karşılığı 3 milyon lira alırken suçüstü yakalandı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Erhan Çetinkaya’nın kardeşi, Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (ATÜ) Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Cihan Çetinkaya suçlamasıyla gözaltına alındı.
Sözcü'den Mehmet Serbes'in haberine göre Prof. Dr. Cihan Çetinkaya'yı Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) şube ekipleri ‘nitelikli dolandırıcılık’ suçlamasıyla gözaltına aldı.
3 MİLYON LİRAYI ALIRKEN SUÇÜSTÜ YAKALANDI
Cihan Çetinkaya’nın bir suçlunun serbest bırakılması için başsavcının adını kullanarak 3 milyon lira aldığı iddia edildi. Söz konusu parayı alırken suçüstü yakalanan Rektör Yardımcısı Çetinkaya emniyetteki sorgusunun ardından adliyeye sevk edildi. Çetinkaya, yurtdışına çıkış yasağı konularak serbest bırakıldı.
Olayın ortaya çıkmasının ardından Prof. Dr. Cihan Çetinkaya ATÜ Rektör Yardımcılığı görevinden alındı.
ATÜ REKTÖRÜ DOĞRULADI
Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (ATÜ) Rektörü Adnan Sözen de olayı doğruladı. Sözen, "Olayın detayını bilmiyorum ancak rektör yardımcısı olmadan 6 ay önce yaşadığı bir olay neticesinde üniversitemin adının şahsi olaya buluşmaması için görevden aldım. Savcılıktan yazısının gelmesini müteakip disiplin soruşturması da açacağım" dedi.
***
Geri gönderilen tarım ürünleri ve sofralarda tüketilen zehirler -Hasan Aydın*-
AB'de yasaklı olan pestisitlerin hâlâ tarımsal üretimde kullanılması insan ve çevre sağlığı için büyük bir tehlike. Agroekoloji analizi ve sürdürülebilir tarımsal üretim bir zorunluluk haline geldi.
Son dönemde ülkemizden, farklı AB (Avrupa Birliği) ülkelerine ihraç edilen ve limitin üzerinde pestisit (tarım zehiri) kalıntısı barındıran yaş meyve sebzelerle, aflatoksin (küf hastalığı) görülen kuru gıdaların Türkiye'ye geri gönderilme haberleri, yazılı ve görsel basında öne çıkmış durumda.
Avrupa Komisyonu tarafından geliştirilmiş olan ve AB'ye üye ülkeler için gıda tabanı olarak hizmet veren Gıda ve Yem İçin Hızlı Alarm Sistemi (RASFF)'nin Türkiye’den gelen ürünlerle ilgili olarak basında da yer alan zehirli madde bildirimlerinden bazıları;
* Bulgaristan, sınırda yaptığı kontrolde Türkiye'den gelen limonlarda, Avrupa'da yasaklanmış ve riskli olan phosmet adlı pestisit tespit ettiğini duyurdu. (02/12/2024)
* Fransa, sınır kontrolünde Türkiye'den gelen kuru incirlerde, tehlikeli oranda aflatoksin tespit edildiğini bildirdi. (03/12/2024)
* Romanya, Türkiye'den gelen domateslerde, izin verilen limitin 34 katı oranında indoxacarb adlı pestisit kalıntısının tespit edildiğini açıkladı. (03/12/2024)
* İspanya'ya gönderilen kuru incirlerde, kanser oluşumuna ve böbreklerde fonksiyonel bozukluklulara neden olan okratoksin A miktarının izin verilen limitin 48,75 katı olduğu bildirimi yapıldı. (04/12/2024)
RASFF'nin peşpeşe yaptığı bildirimler üzerine, CHP Niğde Milletvekili Ömer Lütfi Gürer, İYİ Parti Muğla Milletvekili Metin Ergun ve Gelecek Partisi Denizli Milletvekili Sema Silkin Ün; tarım ürünlerinde aşırı miktarda kullanılan pestisit konusunu TBMM gündemine taşıyarak konuya ilişkin soruları, Tarım ve Orman Bakanlığı'na yönelttiler.
Öte yandan TMMOB Ziraat Mühendisler Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez; "sorunun üretimden başladığını, AB tarafından yasaklanan bitki koruma ürünlerinin Türkiye'de depolardaki stoklar bitene kadar kullanıldığını ve Tarım ve Orman Bakanlığı'nın yaptığı denetim sonuçlarını açıklamadığını“ dile getirdi.
Daha sonra Ege Yaş Meyve ve Sebze İhracatçıları Birliği Başkanı Hayrettin Uçak, Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık, yurtdışı ihracından geri gelen ürünlerle ilgili olarak Bakanlığın nasıl bir prosedür uyguladığını açıkladılar. Basında günlerdir süren bu tartışmaların ardından Tarım ve Orman Bakanlığı, bazı rakamlar vererek ihracat aşamasında geri dönen ürünlerin imha edildiğini ve denetimlerin yapıldığını içeren yeni açıklamalarda bulundu.
Konunun uzmanları, yüksek oranda pestisit çıkan yaş meyve ve sebzelerin dayanıklı olmadıkları için ya imha edildiğinin ya da biyoyakıt olarak kullanıldığının altını çizerken, ticari değeri yüksek olan Antep fıstığı, fındık, kuru incir, kuru üzüm, kuru kayısı ve baharatların ise imha edilmediğini bunlardan aflatoksinli olanların ayıklandığını, geri kalanların ise Türkiye'de satışa sunulduğunu, ya da bazılarının ezme yapılıp karıştırılarak farklı ülkelere ihraç edildiğini ifade ediyorlar. Ayrıca yurtdışına son dört yılda gönderilen 17 bin 686 ton kuru kayısıdan 41,5 tonunun limit üstü kükürt dioksit barındırdığı için geri gönderildiği de Bakanlığın resmi açıklamaları arasındadır.
Vatandaşların çoğunluğu ise geri gönderilen bu ürünlerin, gerçek anlamda imha edilmediğine ve ülke içinde tekrar pazara sürüldüğüne inanıyorlar. Bakanlık, kamuoyundaki bu güvensizliği ortadan kaldırmak için neden şimdiye dek gümrüklerde iade edilen ürünlerin imha görüntülerini tarih, saat ve mekan vererek yayınlama ihtiyacını duymamıştır?
Pestisitli ürünlerin yurtdışından geri dönüşünün fazlaca büyütülmemesi algısını öne çıkaran Tarım ve Orman Bakanlığı, pestisit kalıntısının tespiti için, hasat öncesi üretim alanlarında, hasat sonrasında hal giriş noktalarında, paketleme tesislerinde, toptan ve perakende satış noktalarında denetimin yapıldığını açıklarken, ihraç edilecek ürünlerin de ihracat öncesinde pestisit kontrolünden geçtiğini vurguladı. Peki, farklı noktalarda yapılan bu kadar 'denetime' rağmen AB'nin Hızlı Gıda ve Yem İçin Uyarı Sistemi (RAFFS) bildirimlerinde ülkemiz neden ilk sırada yer alıyor?
Geçen yıl ihracatı yapılan 4,6 milyon ton taze meyve ve sebzeden 6 tonunun geri döndüğünü açıklayan Bakanlık, kaliteli olarak ifade edilen fakat limit üstü pestisit içeren bu tarım ürünlerinin RASFF hızlı test sisteminin kontrolünden geçeceğini bildiği halde bunların üretimine ve ihracına nasıl izin verebilmiştir? Bununla ilgili tarım il müdürlükleri niçin ciddi anlamda gerekli kontrol ve önlemlere başvurmamıştır? Bu işte sorumluluğu olanlar hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır? Bu geri göndermelerde ticari itibar ve ekonomik değer kaybının büyük olduğunu kimse inkar edemez.
Yurtdışına gönderilen tarım ürünlerinin pestisit ve aflatoksin limit oranlarının tartışılmasının yanında, 2023 TÜİK verilerine göre yurt içinde tüketilen 54 milyon tona yakın meyve sebzenin barındırdığı zehir limit oranlarının da gözden kaçırılmaması gerekir. 2021 - 2023 döneminde, hasat öncesi üretim alanları, hasat sonrası gıda işletmeleri ve ihracat öncesi olmak üzere tüm gıda zincirinde 250 bin numune alınarak analiz edildiğini, 2008-2024 döneminde ise çiftçi, pazar ve satış yeri kategorileri başta olmak üzere, toplamda 73 bin 221 bin denetim gerçekleştirildiğini açıklayan Tarım ve Orman Bakanlığı, bu analiz sonuçlarını hangi platformlarda ve hangi tarihlerde kamuoyu ile paylaşmıştır?
2024 Ekim ayı başından bu yana taklit - tağşiş yaparak hileli gıda ürün üretip satan 802 firma ve işletmeyi kamuoyuna ifşa ederek dikkatleri çeken Tarım ve Orman Bakanlığı, ürünlerinde limit üstü tarım zehiri çıkan tarım firmaların adlarını açıklayıp, bunlara yönelik yaptırımlara neden başvurmuyor? Bakanlık, "Mevzuata uygun olmayan düzeyde pestisit kalıntısı tespiti ya da tavsiye dışı kullanım belirlenmesi halinde üretici ve gıda işletmecilerine idari yaptırım uygulanıyor" şeklindeki son açıklamasının pratikteki uygulamalarını açıklamalıdır.
PESTİSİT KULLANIMI VE ÇEVREYE OLUMSUZ ETKİLERİ
20. yüzyılın başından itibaren dünya nüfusu artmaya başlayınca, tarım ürünleri ihtiyacı da artmıştır. İnsanlar, gelişen sanayi ve teknoloji ile belirli bir alandan daha fazla ürün elde etmek için yoğun tarım uygulamalarını gündeme getirmişlerdir. Buna bağlı olarak bitkilerin ve bitkisel ürünlerin zararlı böceklerden, yaygın olan hastalık etmenlerinden ve yabancı otlardan korunması, kaliteli ve verimli ürün elde edilmesi için pestisitlerin (tarım zehirleri) kullanılması öne çıkmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan besin kıtlığı bu kimyasalların zararlı etkileri dikkate alınmadan kontrolsüz bir şekilde kullanılmasının yolunu açtı. DDT'nin ve türevlerinin kullanımı ile süreç içinde insanlarda ciddi sağlık sorunları görülmeye başladı.
İlk kez 1948'de insan vücudunda organik klorlu pestisit kalıntılarının bulunması, pestisitlerin toksikolojik açıdan zararlı olduğu, bazı hastalıklara (kanser, hormon bozukluğu, kısırlık, sinir sistemi tahribatı) yol açtığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Pestisitler hedef organizma, kimyasal yapı ve fiziksel hallerine göre de sınıflandırılabilirler.
Pestisit kalıntılarının daha çok gıdalarda görülmesi üzerine 1960 yılında FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından 'pestisit kalıntıları kodex komitesi' kurulmuştur. Bu komitenin çalışmaları sonucunda konuyla ilgili bilimsel çalışmalar yapılmış ve bilimsel araştırma verileriyle, gıdalarda bulunmasına izin verilen maksimum kalıntı değerleri tespit edilmiştir.
Pestisitler tarımsal alana uygulandıklarında hava, su ve toprağa ve oradan da bu ortamlarda yaşayan canlılara geçebilmektedir. Toprağa geçen pestisitler, toprak verimliliğinde rol oynayan ayrıştırıcı mikroorganizmaları da yok etmekte ve toprağı da kirletmektedirler. Yağan yağmur suları da toprakta bulunan pestisitleri toprağın derinliklerine indirip yer altı sularına karışmalarına yol açmaktadır. Tarım ürününe püskürtülen pestisitlerin partikülleri, havaya karıştıktan sonra rüzgarla çevredeki hedef olmayan organizma ve bitkilere ulaşıp bunlarda da kalıntıya ve toksisiteye sebep olmaktadır. Pestisitlerin, bitkileri zararlı böceklerden koruyan predatör böcekleri de (uğur böceği, yaban arısı vb.) etkileyip öldürebildiği de bir gerçektir. Pestisit Atlası'na göre dünyada her yıl 385 milyon kişi pestisitten zehirlenmektedir. Çiftçiler, tarım işçileri çocuklar ve hamile kadınlar, pestisit zehirlenmesine daha çok maruz kalmaktadırlar. Bu zehirlenmelerin bazıları da ölümle sonuçlanabilmektedir. 30 Ekim 2019 yılında, Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde 4 yaşındaki Saliha Çakır’ın yediği nardaki pestisit kalıntısından dolayı zehirlenip yaşamını yitirmesi üzücü bir örnektir. Pestisitlerin "daha çok ürün alayım" anlayışıyla doz artırılarak kontrolsüz kullanılması zamanla organizmalarda, pestisitlere karşı dayanıklılığı ve adaptasyonu artırmaktadır. Uzmanlar bu durumun nedenini iklim değişikliğine bağlamaktadır. Pestisitin etkinliğini yitirmesi ürün verimliliğini de düşürmektedir. Türkiye' de 1970'li yıllarda yaygınlaşan pestisitin çiftçiler ve üreticiler tarafından kullanım talimatına aykırı bir şekilde uygulanması ve pestisit atımından itibaren ürünün hasat edilme sürelerine uyulmaması da zehir kalıntılı ürünlerin pazarlara ve sofralara taşınmasında rol oynadı.
Dar gelirli tüketici pazarda, manavda ve markette hayat pahalılığı nedeniyle mecburen pestisit kalıntısı taşıyan ürünlere yönelmek zorunda kalıyor. Tabii bunları alabilecek parası olduğunda. Tüketici vatandaş, satışa sunulan tarım ürünlerinin denetimine ilişkin resmi analiz belgelerinin neden ilgili işyerinde bulunmadığını da merak ediyor. Son yapılan bilimsel çalışmalar, limit üstü pestisitlerin ürünün sadece kabuğunda kalmadığını büyük bir miktarının da iç kısımlara kadar ulaştığını ortaya koymuştur. Ülkemizde pestisit kullanım oranı, Ege ve Akdeniz bölgelerinde ortalamanın üzerindedir. AB'de yasaklı olan pestisitlerden bazılarının, birileri tarafından burada hâlâ tarım ürününün üretimi esnasında kullanılması insan ve çevre sağlığı için büyük bir tehlikedir. Ayrıca küf mantarlarının oluşturduğu toksik bir madde olan aflatoksinler de gıda güvenliği açısından büyük bir risk oluşturmaktadır. Bu toksik, madde ürünün tarladaki gelişimi, hasat edilmesi veya son ürün haline getirilmesi esnasında ortaya çıkabilmektedir.
Türkiye'de kademeli olarak tarımsal ürünlerdeki pestisitlerin yasaklanması ve doğa dostu tarım yöntemlerinin yaygınlaştırılması ile "zehirsiz sofralar" oluşturulabilir. Günümüzde tarımsal üretim yaparken oluşabilecek zararları engellemek için pestisit kullanmak yerine canlıların kendi döngüsüyle sistemler geliştirmek, ekonomik olarak daha kârlı bir yoldur. Tarım ve Orman Bakanlığı, halkın ve çevrenin sağlığına zarar veren pestisit, aflatoksin zehirlerinin gıda ürünlerindeki denetimini düzenli bir şekilde gerçekleştirmeli ve ihraç edilen tarım ürünlerinin yurtdışından dönüşlerinin de önüne geçmelidir. Agroekoloji analizi ve sürdürülebilir tarımsal üretim dikkate alınarak mücadele edilmesi artık bir zorunluluk haline gelmiştir.
*Eğitimci- Yazar /././
‘Asgari ücrette yoksulluk sınırı esas alınmalı’-Atilla Özsever-
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, asgari ücrette yoksulluk sınırının dikkate alınması gerektiğini belirterek “Bir evde iki kişi çalıştığı zaman o eve en az yoksulluk sınırı kadar gelir girmelidir” dedi. DİSK’e göre yoksulluk sınırı 72 bin 156 liradır. Çerkezoğlu, rakam telaffuz etmemesine rağmen asgari ücretin 36 bin lira olması gerektiğini ima etti.
DİSK 2025 Asgari Ücret Toplantısı
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, bugün (10 Aralık 2024) saat 16.00’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda toplanacak. Komisyon 5’şer kişilik işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden, yani 15 kişiden oluşuyor.
10 kişi ile karar alan komisyonda, hükümet ve işveren tarafı genelde ortak hareket ettiğinden bu kesimlerin dediği oluyor. Asgari ücret, aralık ayı sonu itibariyle belirleniyor. Son sözü de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan söyleyecek.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 10 Temmuz 2018’de yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle İş Kanunu kapsamından çıkarılıp Cumhurbaşkanlığı teşkilat yapısı içine alındı. Böylece komisyon, doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na bağlanmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, komisyonun kararlarını değiştirme yetkisine sahip bulunuyor.
7 MİLYONU KAPSIYOR
16 milyon çalışanın yaklaşık yarısı, yani 7 milyon kişi asgari ücretle çalıştığı için en az ücret bu anlamda toplumun büyük bir bölümünü ilgilendiriyor. Asgari ücret, bir anlamda ülkemizde ortalama ücret haline geldi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın ev sahipliğindeki ilk toplantıda, işveren tarafını Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), işçi tarafını ise en fazla üyeye sahip konfederasyon olduğu için TÜRK-İŞ temsil edecek.
DİSK de komisyonun bu yapısını eleştirerek sadece Türk-İş’in değil diğer işçi örgütlerinin de (DİSK ve Hak-İş) üye sayısına bağlı olarak komisyonda temsil edilmesi gerektiği görüşünü savunuyor.
DİSK’İN ÜÇ ÖLÇÜTÜ
DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, dün (9 Aralık 2024) İstanbul Taksim Hill Otelde yaptığı toplantıda DİSK’in asgari ücret raporu ve taleplerini açıkladı.
DİSK Genel Başkanı Çerkezoğlu, asgari ücretin belirlenmesinde şu üç ölçütün esas alınması gerektiğini ifade etti:
"1-Asla tutmayan ve sürekli revize edilen afaki enflasyon hedeflerine göre bir artış asla kabul edilemez. Bir yandan geçtiğimiz yıl işçiler için, dar gelirliler için gerçekleşen enflasyon karşısındaki kayıplar giderilmeli, bunun yanı sıra büyümeden ve milli gelir artışından hak ettikleri pay çalışanlara mutlaka verilmelidir.
2-Asgari ücret bir işçinin değil, uluslararası standartlara uygun olarak işçinin bakmakla yükümlü olduğu hane halkı ile birlikte geçinebileceği bir ücret olarak belirlenmelidir.
3-Açlık ve yoksulluk sınırları göz ardı edilmemeli; bir evde iki kişi çalıştığı zaman o eve bir yoksulluk sınırı kadar gelir girebilmesi asgari ücret ile garanti altına alınmalıdır.”
YOKSULLUK SINIRININ YARISI
Arzu Çerkezoğlu, DİSK Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) verilerine göre Ekim 2024’te açlık sınırının 20 bin 860 TL ve yoksulluk sınırı ise 72 bin 156 TL olduğunu belirtti.
Çerkezoğlu, 2025 asgari ücretin için bir rakam telaffuz etmemesine rağmen bir ailede iki çalışanın bulunduğu dikkate alınarak yoksulluk sınırı düzeyinde bir gelirin aileye girmesi açısından en az ücretin yoksulluk sınırının yarısı, yani 36 bin lira düzeyinde olması gerektiğini ima etti.
DİSK’in basın toplantısına Prof. Dr. Erinç Yeldan, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ve ekonomist Mustafa Sönmez de katılarak görüşlerini açıkladılar. Toplantıda ayrıca DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, DİSK Genel Başkan Yardımcıları Özkan Atar ile Alaaddin Sarı, DİSK Yönetim Kurulu üyesi Şükret Sevgener ile DİSK İstanbul Bölge Temsilcisi Asalettin Arslanoğlu hazır bulundu.
DİSK Başkanı Çerkezoğlu, "Asgari ücretin enflasyon karşısında korunacağı iddialarına rağmen 2024 yılında asgari ücret resmi enflasyon artışının bile altında ezildi. 2024 yılı resmi enflasyonu tahmin edildiği gibi yıl sonunda yüzde 44 olarak gerçekleşirse asgari ücretteki kayıp 7 bin 481 TL’ye yükselecek. Asgari ücretle çalışanın 2024 yılı boyunca enflasyon karşısında toplam kaybı ise 55 bin TL’ye yaklaştı" dedi.
KAPSAMLI BİR RAPOR
Prof. Dr. Aziz Çelik ile DİSK-AR uzmanları Deniz Beyazbulut ve Zeynep Kandaz tarafından hazırlanan Asgari Ücret 2025 Raporu’nun oldukça kapsamlı olduğu görülüyor. Arzu Çerkezoğlu, raporda yer alan temel bölümleri ve taleplerini de kısaca özetledi.
Raporda asgari ücretin enflasyon nedeni olmadığı, aşırı karların enflasyon üzerinde daha fazla etkili olduğu açıklanıyor. Yine raporda, Türkiye’nin Avrupa’da en düşük asgari ücret ülkeler içinde yer aldığı, ülkemizde yüksek enflasyon karşısında asgari ücretin yılda birkaç kez artırılması gerektiği, asgari ücretin tespiti ile ilgili olarak aileyi esas alan ILO’nun 131 sayılı sözleşmesinin Türkiye tarafından da onaylanması, en düşük emekli aylığının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi, asgari ücretin tüm işçi ve memurlar için ortak saptanması gibi talepler ifade ediliyor.
/././
Sırtlanlar ve hakikat -Vecdi Erbay-
Bu ceberrut cüret her cepheden saldırıyor akılları bulandırmak, yürekleri karartmak için. Habire düşman kültürü üretiyor ve ne yazık ki gani gani taraftar da bulabiliyor. Halbuki bu saldırgan dilin kardeşlik, dostluk, komşuluk hukukuyla uzaktan yakından bir ilgisi yok ve gelecek için asla huzur vaat etmiyor.
Fırsatçılığın hainlikle bir ilgisi mutlaka vardır. Fırsatçı kafasının içinde devamlı planlar biriktirir. Bu planların ne kadar kirli, merhametten ve haysiyetten ne denli uzak olduğuyla ilgilenmez ve elbette bu kavramları kendisine asla dert etmez.
"İşte fırsat" dediği anda gözü bir şey görmez ve yabani, doyumsuz, ahlaksız bir iştahla atılır. Diyelim fırsatçı arzuladığı fırsatı değerlendiremedi, işler sarpa sardı, o vakit arkasını döner gider ve geride bıraktığı yıkımı başkasına yükleme yüzsüzlüğü göstermekten beis duymaz.
Fırsatçı, hayvanlar aleminden örnek verecek olursak, sırtlana benzer. Sırtlan leşçi olarak bilinir ve aşağılanır. Avını öldürmeden karnından başlayarak yemesi, hayvanlar aleminin raconuna bile ters bir vahşiliktir.
Ne vakit Suriye'de neler oluyor diye haber kanallarına baksam, karşıma sırtlanlar çıkıyor. Suriye'de Esad dönemi bitti. Cihatçı örgüt Emevi Camii'nde poz verdi vesaire. Televizyondaki sırtlanlar büyük bir iştahla bu manzaranın üstüne atlamış, tepiniyorlar. Fırsatçı, aslanın avından bir ısırık almak için sinsice yaklaşmış, her türlü rezilliği göze almıştır. İzleyicilerin bu rezilliği aşağılayan bakışları umurlarında değildir.
Cihatçı, devşirme örgütlenmelerin Esad rejimiyle ilgisi olmayan şehirlere saldırmasına sırtlanların vahşi dişlerini bilemiş ve bu nedenle övgüde sınır tanımıyorlar.
Halbuki sınır, hem kişisel hem de toplumsal tarih için her zaman önemlidir. Hak etmediğini düşündüğümüz, siyasal ve zihinsel dünyamızda yeri olmayanlarla sınır komşusu bile olmak istemeyiz. Baş ağrıtır, can yakar, hiç değilse mide bulandırır bu türden şahsiyetler.
Fakat bazen insanın gözü kör olur, kalbi mühürlenir ve kimi zaman farkında olmadan aslında hiç hazzetmediği cenahta bulur kendisini.
Televizyonlarda görmeye alıştığımız insanların bilinçleri, en hafif tabirle milliyetçilikle zehirlendiği için, dumura uğratılmış görünüyor. Stratejileri, öngörüleri, analizleri ve hayalleri defalarca hezimete uğramış olsa da fırsatçılıklarını dile getirmekten geri durmuyorlar. Haritaların önünde bin savaştan başarıyla çıkmış muzaffer komutan edasıyla ellerinde tuttukları çubukları gözümüze doğru sallayarak 85 milyon insana akıl veriyorlar.
Ne söylediklerinin farkında olmayabilirler mi? Belki ama böyle bir ihtimal yok gibi görünüyor. Yere göğe sığdıramadıkları grubu bir fırsat olarak görüyor, değerlendiriyor ve besliyorlar. Bakın mesela, Gazze'ye saldırısından sonra neredeyse milli düşman ilan edilen İsrail'in Golan'a girmesiyle zerre ilgilenmiyorlar. Akıllarında başka planlar var, gözlerinin önünde başka fırsatlar var çünkü.
Nasıl fırsatlar? Bunu açıkça dile getiriyorlar aslında. Yüzyıllık "Kürt devleti" kabusu burunlarının dibinde inşa ediliyor ve bu telaşa mahal veriyor. Bu kabusa son vermek için bütün argümanlarını seferber etmişler.
Ancak mesele sınırında kimi istediğinden ibaret değil. Meselenin diğer kısmını inşa edilenin siyasi perspektifi oluşturuyor. İnşa edilenin yıkımı için uğraş verenler, halkların birlikte yaşamasına olanak tanıyan siyasal ve toplumsal dile de müdahale ediyorlar. Fırsatçılar, Ortadoğu'da emsal olabilecek kardeşlik, eşitlik ve barış projesini imha ve ilhak etmek hayaliyle ellerini ovuşturuyorlar.
*
Bu fırsatçıların hamaset dozu yüksek gevezeliklerini dinlemek zorunda değiliz, amenna. Fakat bu ceberrut cüret her cepheden saldırıyor akılları bulandırmak, yürekleri karartmak için. Habire düşman kültürü üretiyor ve ne yazık ki gani gani taraftar da bulabiliyor. Halbuki bu saldırgan dilin kardeşlik, dostluk, komşuluk hukukuyla uzaktan yakından bir ilgisi yok ve gelecek için asla huzur vaat etmiyor.
O halde? O halde demokrasi güçleri safları sıkılaştırmalı. Başka bir çözüme aklım ermiyor.
*
Fırsatçıların karşısına hakikat, her daim bir set gibi dikilmiştir. Hakikatin perdelendiği çok olmuştur elbette. Ancak hakikat, eninde sonunda sis perdesinin ardından çıkagelmiştir.
Televizyon ekranlarında atıl bir şekilde izlediğimiz, esasında hakikat ile fırsatçıların meydan muharebesidir.
Suriye'de 61 yıl süren dikta rejimi bitti ve şimdi yeni bir dönemin sancısı başlıyor. Tarumar olmuş avuç kadar ülkenin geleceği nereye evrilecek? Halklar, dinler ve diller nihayet gerçek demokrasi ile tanışabilecek mi?
Silah sesleri ebediyen susacak mı? Suriye dahil bütün Ortadoğu'da, bütün dünyada...
*
TÜYAP'ın Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) ile birlikte düzenlediği 8. Diyarbakır Kitap Fuarı bitti. Hafta içi, en azından yayıncıların beklediği bir okur yoğunluğu yoktu fuarda. Ancak tahmin ettiğim ve umduğum gibi, hafta sonu kayda değer bir okur kitlesi akın etti fuara. İki günün yoğunluğu yayıncıları pek memnun etmedi elbette. Dediklerine göre kitapların Diyarbakır'a getirilmesi, stand ve çalışanlara verilen ücret, otel, yemek vb. birçok masraf, kâr etmelerini engelleyen unsurların başında geliyor. Önümüzdeki yıl için şimdiden TÜYAP'tan ve DTSO'dan destek talep ediyorlar.
Diyarbakır kitap okurunun en çok olduğu illerden biridir. Buna rağmen kitap fuarına hafta içi ilgi, önceki yıllara göre neden azdı? Bu sorunun cevabını kitap fuarında da aradım. Kendimce çıkardığım sonuçlar oldu. Şöyle:
Birincisi, fuar çok merkezi bir yerde değil. Fuara dolmuşla gidince yol çok uzuyor ve eziyete dönüşüyor. Taksi, Dağkapı'dan fuar alanına 230 liraya gidiyor, ki bu da, üç aşağı beş yukarı, bir kitap fiyatına denk geliyor.
İkincisi, elbette alım gücünün düşüklüğü. Ay sonunu getirme telaşı içindeki insan kitaba ya da diğer kültürel faaliyetlere nasıl odaklansın? Bir de internetten alışveriş yapma olanağı var elbette. Sipariş ettiğiniz kitap birkaç gün içinde adresinize ulaşıyor ve evet, üstelik daha ucuz.
Üçüncüsü, siyasi gelişmeler. Devlet Bahçeli'nin isimsiz adımı her şeyin önüne geçti ve bir dahaki adımı merakla bekleniyor. Diyarbakırlılar ekim ayından bu yana grup toplantısında ne diyecek, diye Bahçeli'nin ağzının içine bakıyor.
Fuar açıldığında cihatçılar Halep'e ilerliyordu, fuar bittiğinde Şam da teslim olmuştu. "Bundan Diyarbakır'a ne?" diye sormazsınız herhalde. Bu olumsuz koşullar her zaman vardı, diyebilirsiniz ve bu çok doğru bir tespit olur. Ancak Suriye'de tarih değişmiyordu, değil mi?
Diyarbakır Kitap Fuarı bu keyifsiz koşullarda gerçekleşti. Fakat Diyarbakır yine de son anda kendisine yakışan bir atak ile yayıncıların yüzünü az da olsa güldürebildi.
/././
(duvaR)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder