Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -10 Aralık 2024-

Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor?-Yusuf Karadaş-

Herhalde 2011’de Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunan bölgesel güçler ve emperyalistler bile Esad iktidarının birkaç gün içinde böyle hızlıca çözülüp çökmesini beklemiyordu. Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunan Erdoğan iktidarı, son iki yıldır Esad ile görüşme ve Suriye ile ‘normalleşme’ yönünde birçok girişimde bulunmuştu. Erdoğan iktidarı ile Suriye’ye müdahalenin başını çeken körfezdeki Arap rejimleri de geçen yıl, 12 yıl aradan sonra Suriye’yi yeniden Arap Birliği’ne kabul etmişlerdi. ABD, İsrail ve Rusya, Ukrayna savaşından hemen önce Suriye’de İran etkisinin sınırlanması karşılığında bir siyasi çözüm konusunda pazarlıklar yapıyorlardı.

Ancak görünüşte Esad rejiminin meşruluğunun artık tartışma konusu olmaktan çıktığı bu dönem aynı zamanda arka planda çöküşünü de hazırlayan gelişmelere sahne oldu.

Ukrayna savaşında karşısında NATO’yu bulan Rusya, 2015’te Suriye’ye yaptığı askeri yığınağın önemli bir kısmını geri çekmek zorunda kaldı.

Gazze’ye yönelik saldırı ve işgalinin hiçbir ciddi engelle karşılaşmamasından güç alan İsrail, saldırganlığını Lübnan ve Hizbullah’tan başlayarak bölgeyi yeniden dizayn etmeye yönlendirdi. Erdoğan iktidarı lafta sert eleştiri yapsa da arka planda İsrail’le ticareti sürdürdü. Körfezdeki Arap rejimlerinin tutumu ise İsrail’i açıktan destekleyemedikleri koşullarda S. Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın deyimiyle “ilgisizlik” oldu.

Bu dönemde İsrail’in, 2013’te Esad rejimini yıkılmaktan kurtaran Hizbullah başta ‘direniş ekseni’ içindeki güçlere vurduğu ağır darbeler aynı zamanda bu rejimin yıkılmasının da başlangıcı oldu.

Burada İran’ın pozisyonu için şöyle bir hatırlatma yapmak açıklayıcı olacaktır: ABD, Trump’ın başkanlığı döneminde 2020 başlarında İran’ın bölge politikasındaki en etkili ismi Kasım Süleymani’yi Bağdat’ta suikast düzenleyerek öldürmüş ancak İran bu saldırıya etkili bir yanıt verememişti. Bunu Trump’ın İsrail’in Filistin’deki işgallerini meşrulaştıran ‘Yüzyılın Anlaşması’nı açıklaması ve İsrail ile körfezdeki Arap rejimleri arasındaki iş birliği anlaşmaları (İbrahim Anlaşmaları) takip etmişti. Dolayısıyla İran’ın ABD-İsrail saldırganlığına karşı koyma kapasitesinin 2020’de test edildiğini ve İsrail’in son saldırılarının da buradan güç aldığını söyleyebiliriz.

Bölgedeki bu gelişmelere Suriye’de 13 yıllık savaşın yarattığı yıkımı eklemek gerekiyor ki bu yıkım bir yanda halkta ekonomik çöküşe ve öte yanda da iktidar çevresindeki mafyalaşma ve çürümeye yol açtı.

Daha önce Ukrayna-İngiliz istihbaratı tarafından eğitildiği haberlerinin geldiği El Kaide’nin devamcısı HTŞ’nin de bu sürece iyi hazırlanması ve bu temelde HTŞ Lideri Colani’nin “ılımlı” mesajları, uluslararası bir mutabakat üzerinden Suriye rejimini çöküşe götüren sürecin son hamlesi oldu.

Şimdi herkes Esad sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu neyin beklendiği sorusunun yanıtını arıyor. Dahası ABD emperyalizmi ve İsrail, Türkiye, körfezdeki Arap rejimleri gibi bölge gericilikleri bu süreci bölgedeki egemenlik/paylaşım mücadelesinde kendi pozisyonlarını güçlendirmenin dayanağı haline getirmeye çalışıyorlar.

Birinci olarak; Sovyetler Birliği ve ‘Doğu Bloku’ rejimlerinin yıkılmasından bu yana ABD’nin enerji kaynakları ve ticaret yolları bakımından önemli bir merkez ve kavşak durumunda olan Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde dizayn etmeye yönelik hamleler gerçekleştirdiğini biliyoruz. Bu hamlelerin en bilinenleri ‘Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ kapsamında 2003’te Irak’ta ve 2011’de Libya’da gerçekleştirilen müdahaleler oldu.

Ancak Irak’ın Ortadoğu’daki emperyalist yeniden dizayn politikasının merkezi yapılması planı tutmadı ve o günden bugüne ABD’nin Irak’ta kurduğu “düzen” sürekli yeni gerilim ve çatışmalar üretiyor. 2014’te IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi de bu gerilim ve çatışmaların bir sonucu olarak gerçekleşmişti.

Libya, 2011’den beri egemenlik mücadelesine taraf güçler arasındaki çatışmalar nedeniyle büyük bir yıkım yaşıyor ve geleceğine dair belirsizlikler devam ediyor.

Dolayısıyla Suriye’de Esad rejiminin düşmesi, kısa vadede ABD ve İsrail’in bölgesel çıkarlarına hizmet ediyor ve HTŞ’nin de harekete geçmesi/geçirilmesi Netanyahu’nun dediği gibi “İsrail’in İran ve Hizbullah’a vurduğu darbelerin doğrudan bir sonucu” olarak karşımıza çıkıyor.

Fakat bu durum, Irak ve Libya’da gördüğümüze benzer bir senaryonun Suriye’de de gerçekleşmesine ve uzun vadede bu güçlerin yeni sorunlarla karşılaşmasına engel teşkil etmiyor.

Her ne kadar şirin gösterilmeye çalışılırsa çalışılsın Colani’nin IŞİD-El Kaide geleneği içinde yetişmiş bir Selefist olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Bu nedenle Colani’nin merkezinde olacağı bir yönetim ile Kürtler ve Aleviler arasındaki gerilimin devam etmesi ve Suriye’nin de Irak ve Libya gibi bir duruma sürüklenmesi sürpriz olmayacaktır.

Aynı şekilde Esad rejiminin düşmesi, bugün için Suriye’deki üslerinin (Tartus ve Lazkiye-Hmeymim üsleri) geleceği belirsizliğini korusa da Rusya’nın ve bölgesel müttefiki İran’ın pozisyonlarına ciddi bir darbe vurdu.

Kuşkusuz Esad rejimini çöküşe götüren sürecin en önemli aktörlerinden biri de 2011’den bu yana Suriye’deki müdahale politikası temelinde cihatçı gruplarla ilişki ve iş birliğini sürdüren Erdoğan iktidarı oldu.

Erdoğan iktidarı, İdlib başta cihatçı gruplarla iş birliğini ve Türk askerinin HTŞ’ye kalkan yapılmasını Suriye ve bölgenin yeniden paylaşımı mücadelesinde masada kalabilmenin, başka bir deyişle yayılmacı emellerinin en temel araçlarından biri olarak sürdürdü. Bununla birlikte sınırların ötesinde Kürtlere yönelik “güvenlik” gerekçesiyle yapılan operasyonları da iç politikanın devamı biçiminde bir baskı rejimi kurmanın en temel dayanaklarından biri olarak kullandı.

Esad rejiminin çökmesi, sahada Erdoğan iktidarına bazı fırsatlar yaratmış gibi görünüyor. SMO’nun Tel Rıfat’tan sonra Kürtler için önemli bir kavşak işlevi gören Minbic’e yönelik saldırıları, sürecin bu yönüne işaret ediyor. Aynı şekilde Türk burjuvazisi ucuz iş gücü olarak mültecilere ihtiyaç duysa da yeni süreç iktidarın mülteciler konusunda üzerinde oluşan baskıyı hafifletmesi için fırsatlar sunuyor. Yine Suriye’nin yeniden inşası Türk müteahhitlerinin ağızlarını sulandırıyor ki Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik 2018’de “Şehitler veriyoruz ama Türk müteahhitleri pastadan daha fazla pay alacak” demişti.

Bu süreç, Türkiye egemenlerine fırsatlar sunduğu gibi ciddi riskler yaratma potansiyeli de taşıyor.

Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununda ‘ön alma’ya yönelik siyasetin sözcülüğüne soyunmasının arkasında da Türkiye egemen sınıflarının bu gelişmelerden duydukları kaygı bulunuyor. Çünkü öncelikle İsrail’in merkezinde olduğu bölgesel dizayn politikası “bölgesel liderlik” iddiasındaki Türkiye’yi geri plana itiyor. İkinci olarak da Irak ve Suriye’de ABD-İsrail merkezli yeniden dizayn politikasında Kürtlerin önemli bir rol üstlenmesi, Erdoğan iktidarının hem bölgedeki hareket alanını sınırlama ve hem de içerideki Kürt sorunundaki politikasını sürdürülemez hale getirme riskini yaratıyor.

ABD’nin 2003 Irak müdahalesi, Türkiye’yi daha önce ‘kırmızı çizgi’ olarak ilan ettiği Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki federe yönetimi kabule zorlamıştı.

2011’deki Suriye müdahalesi, hesapta olmayan bir şeklide Rojava’daki özerk yönetimi ortaya çıkardı. Bugün Esad rejiminin çökmesinin Rojava’daki özerkliği resmi bir statüye kavuşturma ihtimali Türkiye’deki iktidarın uykularını kaçırıyor.

“Ilımlı” olarak gösterilmelerine rağmen Colani ve cihatçıların Suriye’yi yönetebilme kapasitesi ve yine bu güçler ile Suriye’nin yüzde 40’ını ve hayati önemdeki petrol-enerji kaynaklarını ellerinde tutan Kürtler arasındaki ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceği (Kürtlerin Suriye’nin geleceğindeki siyasal pozisyonunun ne olacağı) önümüzdeki dönemin önemli tartışma konuları olmayı sürdürecektir.

Sonuç olarak; Esad rejiminin yıkılması, ABD emperyalizminin başını çektiği güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etme politikasının bir parçası ve bu politika bağlamında daha önce atılmış adımların dolaysız bir sonucu olarak öne çıkıyor. Emperyalistler yüzyılı aşkın bir süredir bölgeyi etnik ve mezhepsel gerilimler üzerinden dizayn etmeye yönelik bir politika izliyor ve devletleri de bu fay hattının üzerine kurarak kendilerine bağımlı kılıyor. Esad rejiminin düşmesi, bize Suriye ya da bölgenin başka ülkelerinde halkların kendilerine bir kader gibi dayatılan bu kısır döngüden kurtulmalarının ancak emperyalistlere ve HTŞ gibi yerel iş birlikçilerine karşı demokratik-seküler bir gelecek kurmak için birleşik bir mücadeleye yönelmeleriyle mümkün olduğunu bir kez daha gösterdi.

                                                           /././

Bölge ülkeleri İsrail'in Suriye'deki işgalini kınadı, Türkiye ise sessiz

İran, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan ve Irak, İsrail'in Suriye'nin altyapısını hedef alan saldırılarını ve Golan bölgesini işgalini kınadı. Türkiye ise İsrail'in saldırılarına dair henüz bir açıklama yayımlamadı. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, yaptığı yazılı açıklamada, İsrail'in Suriye'nin altyapısına yönelik saldırılarını ve Golan bölgesindeki işgalini kınayarak, uluslararası toplumu İsrail'i durdurmak için etkili önlemler almaya çağırdı. Bu saldırıların Birleşmiş Milletler (BM) Şartı'nın açık bir ihlali olduğunu belirten Bekayi, BM Güvenlik Konseyi'nin bu saldırı ve işgallerin durdurulması için harekete geçmesi gerektiğini ifade etti.(https://www.evrensel.net/haber/536391)

                                                          ***

Ortadoğu yeniden dizayn edilirken...-Mustafa Yalçıner-

Sonunda Esad neredeyse yıldırım hızıyla gitti. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve peşlerine takılan irili ufaklı şeriatçı çete Halep’i ve ardından Hama ile Humus’u silahın çok az kullanıldığı son derece kısa sürede ele geçirip yarım güne kalmadı Şam’a girdi.

Bu aşırı hızın gösterdikleri şunlar:

1-) Esad ve arkasındaki güçlerin, en azından birkaç yıldır ve ABD ile Avrupalı emperyalistlerin açık olarak desteklemekle kalmayıp Ortadoğu’ya yönelik hesaplarının koçbaşı olarak kullandıkları İsrail’in Gazze’den başlayan saldırıları genelleştikten bu yana kendilerine yönelik “restleri” yanıtlayamayacak kadar zayıfladığı görülüyor. Ukrayna, Rusya açısından tam bir batak oldu, kolunu kanadını tamamen kıramasa bile, bu ülke Amerikan emperyalizmi ve peşine taktıkları karşısında yeni bir cephe açmayı ya da var olan cepheyi genişletmeyi göze alamadı. İran, doğu Akdeniz ve Basra Körfezi’nin girişine yığılan 6. ve 5. filonun savaş makinesi ve İsrail’in oluşturduğu tehdidi göğüslemeyi hiç düşünmedi. İsrail, ABD yönlendirmesi ve desteğiyle zaten Suriye’deki İran destek güçlerinin mevzilerini bombalayarak ve Lübnan’da başta Nasrallah olmak üzere Hizbullah komutanları ve önemli tesislerini devre dışı bırakarak bu ülkeyi istese de yanıt veremez duruma sıkıştırmıştı. Son bir çaba olarak Irak’taki Haşdi Şabi güçlerini devreye sokmaya çalıştı, ama öncelikle Irak’a yönelik ABD tehdidi dolayısıyla, bu da olamadı.

2-) İsrail’in ilerleyişiyle oluşan tablo ve önemli tesislerini bombalamasının yanı sıra, Rusya ve İran’ın en azından yeterli destek ver(e)meyişi ve cephane ve lojistiğinin sınırlanışının ordunun kapasite ve moralini güçlü bir direniş gösteremeyecek düzeye gerilettiğini işaret ediyor.

3-) Yine de İslamcı çetelerin ilerleyiş hızı ve Esad güçlerinin hemen hiç direniş göstermemesi, Esad’dan çok arkasındaki güçlerin başta ABD olmak üzere rakipleriyle açık ya da örtük bir anlaşma içinde olduklarını düşündürüyor. Şimdilik HTŞ ve beraberindeki cihatçı güçlerin Esad’ın başbakanından kurumların devir teslimini almaları ama devlet kurumlarını yakıp yıkmamaları ve eski rejimin diplomatlarının görevlerini korumalarının yanı sıra Lazkiye ve Tartus gibi Alevi-yoğun bölgelerle Rus askeri üsleri ve kuzeydeki Kürt bölgelerine saldırmamaları, rakipler arasında hiç değilse örtük bir anlaşmanın varlığının kanıtı gibi görünüyor.

4-) Bir yandan Suriye rejiminin “kuyusunu kazan” Türkiye ve egemenlerini irkilten bir göstergeyse, “beka” denen şeyin ne denli kırılgan olduğudur. “Devletin bekası” fikri ve pratiği Suriye’de fazlasıyla çabuk iflas etmiştir. Yine de, Saddam Irak’ında devlet mekanizmasının tahrip edilerek yenilenmesine gidilmesinin neden olduğu kaostan çıkarılan dersle Suriye’de devlet yapılanması korunup yalnızca rejim ve BAAS, ordu ve Muhabarat gibi başlıca dayanaklarının elden geçirileceğinin görülmesi devletle rejim ve hükümetlerin bekalarının farklı şeyler olduğunu belirtiyor. Yani, Cumhur’un gidişi her durumda beka sorunu olmayacaktır.

5-) Açıktır ki, ABD ve yönlendirdiği İsrail, Türkiye ve Suudiler eliyle Ortadoğu’nun yeniden dizaynında ileri bir noktaya varmıştır.

6-) Sadece Suriye değil Ortadoğu da artık eski Ortadoğu değildir. Rusya hiç değilse bir süre Suriye’deki hava ve deniz üslerini koruyabilecek olsa bile, bölgede eskisi kadar söz sahibi olamayacak, Esad’ı ortada bırakmasının Afrika’da arkalarında durduğu 4-5 ülkedeki darbecileri desteklerini gözden geçirmeye yöneltecektir. Hızla yeni duruma uyum sağlayacağını açıklayan İran’ın kısmen Lübnan’ın ardından kalıcı olarak darbe yediği Suriye’den sonra “Şii Hilali”nden geriye pek bir şey kalmayacaktır. Irak ve Yemen’deki yayılmacılığının sonunun başlangıcında olduğu tartışmasızdır. Herhalde nükleer enerji/silah sorununda özellikle ABD’yle “anlaşmak”tan başka çare bulamayacaktır.

7-) Fidan dün sabah Suriye’de “dini ve etnik barış” önerdi ancak IŞİD ve PKK’ye olanak tanımamaya vurgu yaptı. Alevi-Sünni “barışı” gözetilecek olsa bile Rojava ve Kürt sorunu ABD ile Türkiye arasında ayrılık konusudur. Trump Kürtleri satarak Türkiye ile anlaşır mı ve emperyalist Batı’nın silahlandırıp “ılımlılaştığı”nda fikir birliği yaptığı HTŞ kendinden bekleneni verebilecek mi kısa sürede görülecektir.

                                                          /././

Danıştay, Çeşme ‘talan projesi’ni iptal etti -Ramis Sağlam-

İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi (KTKGB) sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararına karşı yürütülen hukuk mücadelesinde son noktayı Danıştay 4. Dairesi koydu. İzmir Yaşam Alanları ve 19 yurttaşın açtığı davada Danıştay 4. Dairesi, İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararında hukuka uyarlık bulunmadığı belirterek kararı iptal etti. (https://www.evrensel.net/haber/536397)

                                                           ***

Danıştay, Uzungöl HES projesinin 'ÇED olumlu' kararını iptal etti

Trabzon Uzungöl’de yapılması planlanan HES Projesi için verilen ÇED kararı, Danıştay 4. Dairesi tarafından iptal edildi.(https://www.evrensel.net/haber/536400)

                                                             ***

TOFAŞ'ta işçi kıyımı: 700 işçi işten atıldı

Türkiye’de üretim yapan Stellantis ve Koç Holding ortaklığında bulunan otomotiv tekeli TOFAŞ, işçi sayısının yüzde 13 azaltıldığını duyurdu. İlk etapta 700 kişinin çıkarıldığı TOFAŞ’ın güncel çalışan sayısı 5 bin 300’den 4 bin 593’e düştü. Şirketin açıklaması TOFAŞ Türk Otomobil Fabrikası Anonim Şirketi CEO’su ve Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Eroldu ve Muhasebe Müdürü Murat Ulupınar’ın imzasıyla Kamuoyu Aydınlatma Platformunda (KAP) yayımlandı. Açıklamada işten ayrılan çalışanlara yapılacak yasal ödeme tutarının yaklaşık 330 milyon TL olarak hesaplandığı belirtildi.(https://www.evrensel.net/haber/536336)

                                                                ***

Çin ve Türkiye Suriye’de karşı karşıya gelir mi?-Ceren Ergenç-

Pekin’in "bekle-gör" yaklaşımı, Çin’in iç işlerine karışmama politikası ile Ortadoğu jeopolitiğinde artan rolü arasındaki gerilimi gözler önüne seriyor. Suriye’deki rejim değişikliği, Çin’in esas olarak ekonomik güce dayanan bölgedeki etkisinin sınırlarını vurguluyor. Aynı zamanda Pekin’in, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü gibi gruplar aracılığıyla Küresel Güney’e liderlik etme hedeflerini, kesin siyasi adımlar atmaktaki tereddüdü ile nasıl dengeleyeceğine dair soruları da gündeme getiriyor.

Çin, Ortadoğu'da Suudi Arabistan ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ve Filistin’e İsrail ile ilişkilerinde destek sözü verilmesi gibi ara buluculuk girişimlerine, 2023 yılının sonlarına doğru Esad yönetimindeki Suriye’yi bölgede yeniden meşru bir aktör haline getirme çabasını da eklemek istemişti. Bu doğrultuda, Xi Jinping ile Esad arasındaki görüşmede, ikili ilişkiler "stratejik ortaklık" seviyesine yükseltilmişti. Çin, Suriye’ye uluslararası ambargolara karşı ve nükleer denetim komitesinde destek sağlayacağını tahahhüt etmiş ve savaş sonrası yeniden inşa sürecinde ekonomik yardım sözü vermişti. Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’dan gelen yardımların kesilmesiyle ekonomik desteğe acilen ihtiyaç duyan Suriye ise, karşılığında Çin’in dış politika ilkelerine ve Uygur meselesine destek verme taahhüdünde bulunmuştu. Çünkü, Uygur bağımsızlık hareketine bağlı kişilerin Suriyeli muhalifler tarafından eğitildiğine dair istihbarat mevcut.

Bu gelişmeler, Çin’in Ortadoğu’da ABD’nin yerini alacağına dair yorumlara neden olmuştu. Fakat, Suriye ziyaretinin hemen arkasından Gazze savaşının başlaması aslında Çin’in Ortadoğu siyasetine çok da hazırlıklı olmadığını göstermişti. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda İsrail’in karşısında net bir şekilde Filistin halkının yanında yer almışsa da, Çin ilk etapta Hamas saldırısına ve İsrail ordusunun karşı saldırılarına anlamlı bir tepki vermekte geç kalmıştı.

Şam’ın muhalefet güçlerinin eline geçtiği ve Esad’ın yönetimi bırakıp ülkeyi terk ettiği bugünlerde Çin yine benzer bir sessizlik içinde ve bu, küresel meselelerde söz sahibi süper güç izlenimini zayıflatıyor. Çin’in pazartesi günü itibarıyla tek açıklaması Şam’daki Çin Büyükelçiliğinin hâlâ açık olduğu ve Suriye’deki Çin yurttaşlarını ülkeden çıkarmaya hazır olduğu yönündeydi. Bir de, sade suya tirit, “Tarafları itidale davet eden” bir mesaj yayımladı.

Gerçekten de, dış politika konusunda en yetkin medya organlarındaki alıntılar ve analizler bile "Suriye'de işler kökten değişecek" ifadesinin ötesine geçmiyor. Daha muhafazakar bir yayın organında çıkan, ateşkesten sonra Esad'ın muhaliflerle iletişime geçerek toplumsal uzlaşmayı sağlamakta isteksiz ve başarısız olduğu yönündeki yorum ilginç. Acaba bu, Çin'in mali destek sağlaması için bir şartı veya tavsiyesi miydi?

Çin'in Suriye’ye yatırım ve savaş sonrası toparlanma döneminde destek sözü vermesinin jeoekonomik nedenlerinden biri, Tartus ve Lazkiye Limanlarının Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Yunanistan'daki Pire, İsrail'deki Hayfa ve Lübnan'daki Trablus gibi kritik konteyner terminallerine yakınlıkları. Yani, Suriye, Çin’i Avrupa pazarlarına bağlayan tedarik zincirleri için önemli.

Türkiye de, Suriye iç savaşının “kazananı” olarak Suriye’de rejim değişikliği sonrası toparlanma döneminden ekonomik olarak faydalanabilecek bölgesel güçlerden biri olarak görülüyor. Altyapı yatırım ihalelerinin Türkiye’li şirketlere verileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Öte yandan, Türkiye’nin yeşil enerji gibi AB’nin destekleyeceği altyapı çalışmalarını gerçekleştirebilecek teknolojisi ve eğitimli kadroları yok. Bu gibi konularda adres, maliyetin düşüklüğünden de dolayı, Çin.   

Çin ve Türkiye, Suriye’de yeni kurulacak hükümetle hem Uygurlarla ilgili güvenlik meselelerinde hem de ekonomik rekabet alanında karşı karşıya gelecek gibi görünüyor. Türkiye, ekonomik olarak Çin’le ilişkileri iyi tutmaya çalışırken bu yeni boyutu nasıl idare edecek?

                                                           /././

İsrail ordusu Şam'a 20 kilometre yaklaştı, Netanyahu "Golan bizim" dedi


İsrail ordusu Şam'a 20 kilometre kadar yaklaştı. İsrail, 250 hava saldırısıyla Suriye'nin kritik askeri bölgelerini yok etti. Netanyahu, Golan Tepeleri’nin "sonsuza dek İsrail’in olacağını" söyledi.(https://www.evrensel.net/haber/536380)

                                                              ***

(Evrensel)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Alt sınıfların ressamı Adriaen Brouwer+Álvaro Trabanco ile 'Unearthed' sergisi üzerine: 'Tarihle günümüz arasında bağ kurmak istiyorum'+Dil, tahakküm ve bireyin parçalanmışlığı: Kaspar ile bir yüzleşme/soL -22 Aralık 2024-

  Alt sınıfların ressamı Adriaen Brouwer -Fide Lale Durak- ''Bunlara bakış üstten değil, yaşamlarının içinden, yan masada oturan bir...