Suriye'de bitmedi, sürüyor, sürecek o kaos...-Nuray Sancar-
Suriye 13 yıl süren iç savaştan sonra şimdi ekrandaki haritada vileda sopasıyla gösterilen bölünmüş bir coğrafyaya dönüştü. Şam’da Heyet Tahrir el Şam’ın kurduğu geçici hükümetin kontrol ettiği alanın, Türkiye destekli Suriye ‘Milli’ Ordusu’nun geçici başbakan atayarak el koyduğu arazinin, bir de merkezi Rojava’da olan SGD’nin harekat alanının istikrarsız sınırlarında kaos devam ediyor.
HTŞ’nin el Kaide’den gelen lideri “Bizden korkmayın, Suriye’yi herkesle birlikte yöneteceğiz” diye ılımlı mesajlar veriyor. Ne var ki, Suriye’de Esad’ın ve bir kısım Alevi ordu mensuplarının ülkeyi terk edip geride kalan bürokrasinin de zaten çökmüş devletin devir teslimini ‘barışçıl’ bir biçimde yapmasından sonra bile Suriye’nin siyasi akıbeti belirsiz. Çünkü harita aslında oluşumunu tamamlamadı.
Rusya’nın ve İran’ın birbirini, niye direnmedi diye Esad’ı ve üstü örtük olarak arada Türkiye yönetimini suçlayarak el çektikleri ve ABD-İsrail planına teslim ettikleri Suriye, İsrail tarafından dövülmeye devam ediliyor. Suriye’nin güvenlik sistemleri, deniz kuvvetleri, savunma sistemleri çökertildi. İsrail Golan Tepelerini aştı, Şam’a dayandı. SMO Menbiç’i aştı doğuya, Rojava’ya doğru ‘Yarım kalmış işini’ tamamlamak için atakta. ABD ve İsrail’in izin verdiği yere kadar, kaşla göz arasında alan genişletmek hesabında.
Sözde Batı düşmanı, gerçekte ise Batı emperyalizminin kuklası silahlı cihatçıların lideri başlangıçtaki ılımlı laflarına rağmen, kurumlaşıp yerleştikçe muhaliflerine neler yapabileceği fıtratlarından ve deneyimden malum. Öte yandan Esad bürokrasisinin, irili ufaklı diğer cihatçı örgütlerin biati hükümetin devir teslim işlemi sonrasında elde bir değil. Suriye’de Baas’tan daha gaddar bir şeriat sisteminin çok etnikli ve mezhepli bir ülkenin başına hangi çorapları öreceği de belli değil.
Suriye’deki kaynakların ve arazinin paylaşım savaşı da gerçekte yeni başlıyor. Ülkeyi istila eden barbar kavimlerin gölgesinde Suriye’nin yeniden inşası için bir sürü devlet, başta Türkiye sıraya girmiş durumda.
Rusya’nın Lazkiye’den çekilmesiyle birlikte ülkenin Doğu Akdeniz’e ve oradan Avrupa ve Afrika’ya açılan kıyısı kanal savaşlarında Hayfa Limanından sonraki ikinci önemli kilit noktasını da açmış oldu.
Yanmış, yıkılmış, eğitimli iş gücünün terk ettiği, kalanların ve göçenlerin yıllardır travma yaşadığı ülkede bina, baraj, yol, alışveriş merkezleri, limanlar, demir yolları, finans merkezlerini inşa projesinin ortağı olmak için sahada güç kazanmaya çalışan Türkiye ile hiç sahada görünmeyen Çin’e kadar bir dizi ülke önce ABD-İsrail ile sonra da HTŞ ile kontrat imzalamaya hazırlanıyor. Buna İmamoğlu bile Türkiye Belediyeler Birliği adına aday oldu.
Türkiye’nin anlı şanlı müteahhitleri, devlet kasasından beslenerek, muhtemel geriye dönüşün Suriye’ye akıttığı ucuz emek kitlesinden yararlanarak binalar dikmeye, Suriye’de sermaye biriktirmeye oldukça hevesli.
Cumhur İttifakının bunun için birkaç vize alması gerekiyor. Öcalan’a yapılan ve hedefi Bahçeli tarafından ‘terörsüz Türkiye’ olarak açıklanan çağrının önemli amaçlarından biri de bölgede inşa harekatını Kürt dayanağıyla gerçekleştirmek istemesi. Suriye kapitalizminin ihyasının geleceği bir tokalaşmaya bağlanmış görünüyor. Ama her şey gibi bu süreç de belirsiz.
Hakan Fidan herkesi ortak bir hedef etrafında bir araya getirmek, terörün olmadığı komşularına tehdit olmayan, azınlıklara eşit davranan, dışlamayan bir idari yapının, kimsenin toprağından edilmediği politikanın Türkiye’nin vizyonu olduğunu ve bunda ‘Konuştukları herkesin hemfikir olduğunu’ iddia ediyor. Şimdiden egemenlik alanlarına bölünmüş, bir bölümünde de Türkiye’nin söz sahibi olduğu coğrafyada kaderde kıvançta ortaklaşmış halkıyla merkezi bir Suriye ulus devletinin varlığı kısa vadede bir hayal olsa da hayalden kimse ölmüyor sonuçta. Kendinizi update ediniz (güncelleyiniz), sınıf atlayınız diyor Hakan Fidan. Üç harekat sonucunda elde tutulan Kuzey Suriye topraklarından daha fazlası için kapıda bekleyen Türkiye burjuvazisi sınıf atlamak için Kürt basamağına muhtaç. ABD ve İsrail’in update ettiği Suriye’de yerli milli, beşli, onlu çeteler de duruma göre kendini güncelleyecek. Maaşlarında gecikme olduğunda bayrak yakan SMO’nun da Türk inşaatlarında bekçi üniforması giymeye razı olup olmayacağı da meçhul!
Suriye Kürtleriyle hem müzakere hem mücadele ederek bereketli toprakların, tahıl ambarlarının, petrol alanlarının, Osmanlının eski hegemonya alanlarının kontrolörlüğüne yükselmek, SDG’yi dağıtmak (ki Arap unsurların bir kısmının çözüldüğü de söyleniyor), mümkünse, tıpkı Irak’ta sonradan olduğu gibi, içinde Türk tırlarının dolaşacağı Kürt bölgesine hakim olmak istiyor Türkiye ekonomi çeteleri, tekeller. İsrail-ABD’nin etrafından dolanarak, aradan ne kadar ne koparabilirse.
Şimdiki savaşlar eskisi gibi sürmüyor. Uzun, yıldırıcı, bıktırıcı ataklarla, vekil güçlerin nazını çekerek, ulufe dağıtarak, diğer güçler arasında mekik dokuyarak seneler süren savaşlar zamanı. Mekanın ve coğrafyanın hep kaybettiği, halkların hayatının altüst olduğu kapışmaların kazananı dünyanın her yerinde aynı adres. İçerideki propaganda Erdoğan’a işaret ediyor. Suriye’de sanki iyi bir şeyler olmuş gibi iktidarın sözcüleri Suriye savaşından galip çıkanın Türkiye ve Erdoğan rejimi olduğunu iddia ediyor.
Suriye’de bir tek kazanan var oysa ki. Milyonlarca kişinin sürgün edilmesi, çok sayıda insanın ölmesi ve ülkenin kan gölüne dönüşmesi pahasına şimdi yakıp yıktığını imar etmeye çalışan, ABD ve İsrail’in başını çektiği diğerlerinin bize de bir şey düşse diye bekleştikleri gözü doymaz sermaye güçleri. Kendilerine yol arkadaşı veya vekil olarak şeriatçıları seçtiler ve savunma sistemlerini çökerterek de onları topal ördeğe çevirdiler.
Ortadoğu’nun başına yeni bir bela sarıldı. Buna da ‘devrim’ ya da ‘demokrasi’ diyorlar.
/././
İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine -Adnan Gümüş-
8 Aralık 2024 itibarıyla, Türkiye’nin de aktif rol aldığı bir süreçte, Suriye’de Baas Rejimi düşmüş, İran ve Rusya’nın bölgedeki varlığı zayıflamış, Batı ve İsrail yayılmacılığı kazanımlar elde etmiş bulunuyor. Bu süreçte, bu dağılma veya üstünlükte acaba bilimin ve bilimsel eğitimin, felsefe ve sanatın yeri rolü nedir? Suriyeliler ne yapmalı?
BİRLİK, DÜZEN, EGEMENLİK İLKESİ NEDİR?
Frazer mitolojilerdeki anlatılardan kutsal kralın bir önceki kutsal kralı öldüren bir cani olduğunu, ormanın kuralının bu olduğunu betimliyordu.
Herakleitos’a göre her şeyin akış halinde olduğu karşıtların savaşı ateşte birlik halindedir. “Ateş içinde bütün karşıtların eridiği birliktir. Bütün karşıtlar ikili olmakla birlikte aynı şey olup birin ayrı ayrı yanlarıdır. Bu karşıtlar birlik içinde kaynaşmaktadırlar. Bundan dolayı sonsuz devinim nesnelerin varlığında bulunur. Devinim olmasa bu varlık da ortaya çıkamazdı. Bu yüzden ‘savaş bütün nesnelerin babasıdır’, ama bunun ardında bulunan şey ‘duran’ bir şeydir. Sonsuz meydana geliş içinde ‘varoluş’ gizlidir. (…) Evrenin bu yasasını, logos’u bilmek, tanımak aklın ödevidir. Logos’u tanıyıp öğrenen kimse de doğadaki bu akıl yasasını kendi eylemine de ‘ölçü’ olarak alacaktır.” Kaotik devingen akışkan olanın ardındaki logos’u veya yasayı bilen akıl mutluluğa huzura erecektir. (Akarsu, 1982, Ahlak Öğretileri, s.26-27).
Herakleitos’un günümüze kadar bazı fragmanlar halinde yansıyan görüşleri bir bilgiye veya rasyonaliteye dayanıyor mu, tartışmalıdır ancak olan bitenin ardında bazı ilkelerin veya bir logosun bulunabileceğine dair merakı anlamlıdır; Suriye’deki çatışmalı ortama bakınca bunun ardında veya içinde bir logosun, bir ilke veya yasanın bulunup bulunmadığını sormak anlamlı bulunmaktadır.
YÜKSEK BİLGİ VE TEKNOLOJİ EGEMENLİK VE ÜSTÜNLÜĞÜN TEMEL BİR İLKESİ Mİ?
Kolonyalizm ve sömürgecilik bitmedi, kapitalizm ve emperyalizm olduğu sürece de biteceği yok. “Piyasa düzeneği” parası olanın yayılımını garanti ediyor, ticaret ve diğer sosyokültürel ilişkiler işin yumuşak yanını oluşturuyor. Rakip çıkarsa sert kısmı fiziki işgaller ve çatışmalar evresi oluyor.
Peki, bu süreçte yayılan ve savunan bakımından, bilgi bilim ve teknolojinin yeri, rolü nedir?
Suriye’de yaşananlardan somut çıkarımlar yapılırsa bilgi ve teknolojinin yeri şu şekilde ifade edilebilir:
1-Daha yüksek bilgi ve teknoloji üretenler daha az bilgi ve teknoloji üretenlere üstünlük sağlıyor, onları kendine bağımlı kılıyor, önüne çıkanları eziyor veya yok ediyor.
2-Kendisi dışındaki toplumların benzer şekilde yüksek bilgi toplumu olmasını, yüksek bilgi ve teknolojiye erişimini ve üretimini engelliyor.
Somut durumda ABD blokunun desteklediği İsrail; bölgenin, son örnekleriyle Filistin’in, Lübnan’ın, İran’ın, Suriye’nin askeri tesisleriyle birlikte yüksek teknoloji üretebilecek araştırma merkezlerini yok ediliyor.
SURİYE NASIL TOPARLANIR: BİLGİ BİLİMİN, BİLİMSEL EĞİTİMİN TOPLUM OLMADA YERİ NEDİR?
Bilgi bilim olan biteni, bunların mekanizmalarını, ilkelerini, sebeplerini, uyum ve uyarlamaları, değişim dönüşümleri araştırır, teori yapar. Kimin işine gelip gelmediği, hangi amaçlarla kullanılacağı, bilimin, mantığın, matematiğin önceliği veya belirleyici özelliği değildir, bilimin belirleyici/ayırıcı özelliği olgu ve olayı açıklamaktır.
Ancak bilgi, bilim toplumu olmanın pek çok toplumsal sonuçları vardır. Bilgi, bilim her şeyden önce çok yüksek bir toplumun oluşumunun, ilerleme ve dayanışma biçimlerini yakından etkiler. İyi bir bilim, matematik, felsefe, sanat eğitimi toplumun dil ve alışkanlıklarını ortaklaştırır, konuşabilmelerini, diyalog oluşturabilmelerini, birlikte amaç koyabilme ve yol yöntem geliştirebilmelerini sağlar. Aksi takdirde pek çok etnosantrik gelenek içinde, din mezhep polemikleri ve çatışmaları içinde parçalanır. Öncelikler etnisite değil öncelik bilgi bilim sağduyu üzerinden temellendirilmelidir.
Bilim, bilimsel eğitim, felsefenin toplum oluştaki yerine dair Platon’un Devlet’i, Aristoteles’in Politika’sı, Farabi’nin Erdemli Şehri ve daha nice çalışmaya bakılabilir.
BİLİM SİYASET YAPMAZ ANCAK FELSEFE ŞART; BİLGİ, BİLİM, EĞİTİM SİYASETİ ŞART
Bilimlerin özü özelliği olgu olayların, var olan ve oluşun açıklanmasıdır. Olanı, var olanı, oluşu, dolayısıyla potansiyelleri gösterir. Bilim de her şeyi de mutlak olarak tanımlayamaz, bazı tanımlanamadan araştırmaya devam edilen veya çok çeşitlilik içinde olanlar da olur. Olgu ve olaylar değişim içindedir, bazı değişimleri dönüşümleri bilimler henüz yeterince açıklayamamış olabilir. Hayat ise sürer. Bu var olanlardan ve potansiyellerden hangisine öncelik verileceği bilimlerin tek başına karar vereceği durumlar değildir, felsefenin, etik, estetik, siyaset, toplum felsefeleri dahil kişi ve toplumların bilincine sağduyusuna bağlıdır.
Bilimsel araştırma öncelikleri, teknoloji öncelikleri de toplumun bilincinin/sağduyusunun işidir, öncelikle amaçların oluşturulması gerekmektedir, araştırmalar öncelikle bu amaçlara uygun oluşturulmak durumundadır.
Bilgi ve bilim politikası da felsefenin, siyasetin işidir.
Kıssadan, yaşananlardan hisse: Suriye veya herhangi bir toplum özgürleşecek ve ilerleyecekse bilgi bilim felsefe sanat toplumu olmak, bunları temele almak zorunda.
/././
Ankara'da Rojava pazarlığı -Yusuf Karadaş-
Bugün Ankara’da ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile Dışişleri Bakanı Fidan arasında Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi sonrasında yaşanan gelişmeler konusunda bir görüşmenin gerçekleştirilmesi bekleniyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ)’nin başını çektiği cihatçı güçlerin Suriye’de iktidarı ele geçirmesi konusunda ABD emperyalizmiyle Türkiye’nin çıkar ve görüşleri önemli oranda kesiştiği için bu görüşmenin asıl gündemini ABD’nin Fırat’ın doğusunda Kürtlerle (Suriye Demokratik Güçleri) sürdürdüğü iş birliği oluşturacak. Çünkü Erdoğan iktidarı Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’yi “terör örgütü” olarak tanımlayıp Türkiye için bir “tehdit” olarak gösteriyor. Blinken-Fidan görüşmesinin hemen öncesinde ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Kurilla’nın SDG’yi ziyaret etmesi, SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin Menbiç’ten çekilme açıklaması yapması ve Suriye’de Barzani çizgisindeki Kürt partilerinin oluşturduğu ENKS ile Demokratik Birlik Partisinin (PYD) başını çektiği Ulusal Birlik Partileri (PYNK) arasında ABD-Fransa ara buluculuğunda görüşmelerin yeniden başlayacağı haberleri, Ankara’da yapılacak Rojava pazarlığının çerçevesi hakkında fikir veriyor.
Colani’nin liderliğini yaptığı el Kaidenin devamcısı HTŞ ile Türkiye’nin maaşa bağladığı cihatçı gruplardan oluşan SMO’nun Halep’i ele geçirmesiyle birlikte bu iki gücün öncelikleri arasındaki ayrım ortaya çıkmıştı. HTŞ, ABD ve İsrail’in stratejisiyle uyumlu bir şekilde Kürtlerin ve Suriye’deki azınlıkların hedef alınmayacağı yönünde bir açıklama yapmıştı. Oysa geçmiş dönemlerde HTŞ’nin önceli el Nusra ile Suriye Kürt güçleri arasında birçok çatışma yaşanmıştı. SMO ise, Türkiye’deki Erdoğan yönetiminin hedefleriyle uyumlu bir şekilde uzunca bir süredir operasyon yapılmak istenen Tel Rıfat’a yönelerek bu bölgeyi ele geçirmişti. Tel Rıfat’tan sonra sıra önemli bir kavşak olan Menbiç’e gelmiş ve burada çatışmalar yaşanmaya başlamıştı.
Fırat’ın batısında Kürtlerin elinde bulunan bu bölgelere yönelik saldırılar karşısında ABD’den ciddi bir itiraz gelmedi. Çünkü Kürtlerin bu bölgelerdeki varlığı önemli oranda Rusya ile mutabakata dayanıyordu ve ABD ise, Kürtlerle iş birliğini Fırat’ın doğusundaki bölge ile sınırlıyordu. Sadece bu durum bile, ABD emperyalizminin asıl derdinin Kürtlerin ulusal varlıkları ve haklarını korumak değil; kendi bölgesel çıkarları olduğunu görmek için yetiyor.
Menbiç ile birlikte Fırat’ın doğusundaki Kobanê’de de çatışmaların başlamasından sonra ABD’nin devreye girdiğini görüyoruz. Bu aşamada CENTCOM Komutanı Kurilla’nın SDG’yi ziyaret ederek “IŞİD ile mücadele çerçevesinde iş birliğinin devam edeceğini” söylemesi, Türkiye’ye verilmiş bir mesaj olarak anlam kazandı. Aynı şekilde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby ve ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller başta olmak üzere ABD yönetimi cephesinden konu ile ilgili yapılan bütün açıklamalarda “SDG ile iş birliğinin devam ettirileceği” vurgusu yer alıyordu.
Aynı şekilde İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın da “Kürtleri destekleme” yönünde açıklamalar yapması, ABD emperyalizmi ve İsrail’in bölgeyi (Ortadoğu) yeniden dizayn etme politikasında Kürtlere ihtiyaç duyduklarını ve bu nedenle SDG ile iş birliğini sürdürmek istediklerini göstermesi bakımından önem taşıyor.
ABD’nin iki tarafla temasının ilk sonucu, SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin Menbiç’te ABD’nin ara buluculuğunda Türkiye destekli SMO ile ‘ateşkes’in sağlandığı ve Minbic Askeri Meclisi’nin en kısa sürede bölgeden çekileceği açıklamasını yapması oldu.
Bu gelişmeyi Rojava’da uzunca bir süredir askıya alınan Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) ve PYD’nin başını çektiği Ulusal Birlik Partileri (PYNK) arasındaki görüşmelerin ABD ve Fransa’nın ara buluculuğunda yeniden başlatılması hazırlıkları takip etti. ENKS, Suriye’de KDP-Barzani çizgisindeki Kürt partilerinden oluşuyor. Erdoğan iktidarının Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Barzani yönetimi ile iyi ilişkilere sahip olduğu düşünüldüğünde ENKS’nin sürece sokulmasının önemli nedenlerinden birinin de Türkiye’nin kaygılarını gidermek olduğu anlaşılıyor.
Dolayısıyla bugün Rojava ile ilgili Ankara’da kurulacak pazarlık masasında Blinken’ın elinde Kürt güçlerinin ABD’nin ara buluculuğunda Menbiç’ten (Fırat’ın batısından) çekilmesi ve Türkiye’nin ilişki-iletişim halinde olduğu ENKS’nin de Rojava’daki siyasal sürece monte edilmesi kartlarının olacağını söyleyebiliriz. Yine Türkiye’nin “Güvenlik kaygılarının giderilmesi” amacıyla sınır boyunca 30 kilometrelik tampon bölge oluşturulması konusunda da bir sorun çıkması beklenmiyor-ki, Erdoğan iktidarının Rojava’ya yönelik daha önce gerçekleştirilen operasyonlarını bu gerekçeye bağladığı biliniyor.
Ancak Erdoğan iktidarının asıl derdinin sınır güvenliğinden çok daha büyük olması, bu pazarlıklardan en azından bugün için sonuç alınmasını zorlaştırıyor. Çünkü Erdoğan yönetimi “sınır güvenliği” gerekçesini öne sürse de gerçekte Türkiye ve destekli gruplardan bir saldırı gerçekleşmedikçe Suriye Kürtleri zaten Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturmuyor. Yani Türkiye’nin güvenlik gerekçesinin arkasında asıl olarak Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin ortadan kaldırılması hedefi bulunuyor.
Türkiye’nin Rojava’daki özerk yönetimi yıkmak istemesinin birbiriyle bağlantılı iki nedeninden söz edilebilir: Birinci olarak, Öcalan’ı önder olarak gören bir siyasi oluşumun Suriye’de siyasi statü elde etmesinin Türkiye’deki Kürt sorunu için de dolaysız sonuçları olacağını görüyor. Burada Erdoğan’ın ‘çözüm süreci’ni sona erdirip masayı devirmesinde IŞİD’in Kobanê kuşatmasının yenilgiye uğratılmasının belirleyici bir rol oynadığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Dolayısıyla Türk burjuva gericiliği, Rojava’daki özerklik statüsünün, Kürdistan pazarındaki egemenliğini paylaşmak zorunda kalacağı bir çözümü dayatacağı korkusunu yaşıyor ve bu nedenle Rojava’yı yıkarak kontrolü elinde tutmak istiyor.
İkinci olarak, Kürtlerin ABD ile iş birliği üzerinden bölgenin yeniden dizayn edilmesinde (Irak ve Suriye’de Kürtlerin bu sürece dahil edilmesi Obama’nın 2014’te açıkladığı “IŞİD ile Mücadele Stratejisi” ile başlamıştı) rol üstlenmesi, Erdoğan iktidarının hareket alanını sınırlıyor ve Türk burjuva gericiliğin yayılmacı emelleri önünde bir engel oluşturuyor. Öte yandan ABD emperyalizmi de Kürt sorununun Türkiye egemenlerinin zayıf karnı olduğunu bildiği için bu sorunu onları hizaya getirmek amacıyla kullanmaya çalışıyor.
İktidar ortağı Bahçeli’nin adı konulmamış bir “süreç” başlatarak Öcalan’ın devreye girmesini istemesinin arkasında da bu gelişmeler karşısında bir ‘ön alma’ politikası oluşturma hesabı yer alıyor.
Bu durum Türkiye halkları ve her milliyetten işçi sınıfı için alınması gereken tutumun ne olması gerektiği sorusunun da yanıtını veriyor:
Bugün Rojava, Türkiye halkları için değil; Türk burjuva gericiliğin sömürgeci-yayılmacı politikaları için bir tehdittir. Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik-barışçıl yöntemlerle çözümü yönünde siyasi bir irade ortaya koyan bir Türkiye için Rojava’da Kürtlerin siyasi statü sahibi olması tehdit oluşturmaz.
Emperyalistlerin sorunu istismar etmesinin, bugünkü haliyle ABD emperyalizmi ve siyonist saldırganlığın önüne geçilebilmesinin yolu da sorunun demokratik çözümünden ve halkların eşit haklara dayalı birliğinin sağlanmasından geçiyor.
Ne ABD emperyalizmi Kürtlerin ne de Erdoğan iktidarının sözcülüğünü yaptığı Türk burjuva gericilik Türk halkının gerçek çıkarlarının temsilcisidir.
/././
‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine -Yücel Özdemir-
Esad rejiminin düşmesinden hemen sonra, başta Almanya ve Türkiye olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde Suriyeli mültecilerin geri dönüp dönmeyeceği tartışması alevlendi. Aşırı sağcılar, faşistler, ırkçılar, mülteci ve göçmen düşmanlığı üzerinden oy toplayan popülist partiler ile onların sesi durumundaki medya Suriyeli mültecilerin hepsinin bir an önce ülkelerine dönmesi çağrısında bulundu. Almanya’nın başını çektiği birçok Avrupa ülkesi, bölgede gelişmelerin bundan sonra nasıl seyredeceğinden bağımsız olarak Suriye vatandaşlarının iltica başvurularını durdurdu. Bu, artık başvuruların kabul edilmeyeceği anlamına geliyor.
Suriye’de belirsizlik bir süre daha devam edeceği için kimse kısa sürede kitlesel dönüş beklemiyor. Ancak, önümüzdeki dönem ortamın sakinleşmesi durumunda çok sayıda Suriyelinin özlem gidermek için, kesin dönüş olmasa da, memleketlerine gidip gelecekleri açık. Özellikle de Avrupa’ya gelenler için bu söylenebilir.
Burada elbette Suriyeli mültecilerin tümünü aynılaştırmamak gerekiyor. Ortak paydaları “Esad rejiminden kaçmak” olan bu insanların farklı ulusal, etnik, inanç ve sınıfsal kimliklere sahip oldukları unutulmamalı. Federal Göç ve Mülteciler Dairesinin (BAMF) verilerine göre 2015’ten bu yana Almanya’ya iltica başvurusunda bulunan Suriyelilerin yüzde 60’ından fazlası Arap. Yaklaşık üçte biri ise Kürt. Yüzde 90’dan fazlası Müslüman, yüzde ikiden azı Hristiyan ve yaklaşık yüzde biri de Êzîdi.
Hal böyle olunca hepsini aynı kritere bağlayarak Suriye’ye “sınır dışı” planları hazırlamak kesinlikle doğru değil. Sünni İslam inancından olan Araplar için yeni yönetimle inanç bazında bir uyum görüldüğü için çok fazla bir sorun görünmeyebilir. Ancak bu Kürtler, Aleviler, Hristiyanlar, Dürziler ve diğer inanç ve uluslar için geçerli değil. Bilakis onlar için tehlike sürüyor.
Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Yüksek Komiserliğinin (UNCHR) resmi verilerine göre 2011’de başlayan savaş öncesinde Suriye’de 22 milyon insan yaşıyordu. Savaşla birlikte bunların 6.4 milyonu yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Türkiye 3.1 milyon ile Suriyelilere en fazla kapılarını açan ülke oldu.
Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine yüz binlerce Suriyeli geçiş yaptı. Avrupa’da Suriyelilerin en fazla yaşadığı ülke ise Almanya’da. Hafta başından bu yana basın ve resmi makamlar Suriyelilerle meşgul. Farklı veriler ortalıkta dolaşıyor. UNCHR’nin 2024 verilerine göre Almanya’da 780 bin Suriyeli mülteci yaşıyor. Almanya’daki Yabancılar Kayıt Merkezine göre ise 2023 itibarıyla ülkede 973 bin Suriye vatandaşı yaşıyor. Savaş başlamadan ülkede yaşayanların sayısı sadece 32 bin idi. Yaklaşık 1 milyon Suriyelinin Almanya’yı kısa bir süre içinde terk etmesi durumunda bunun sarsıcı sonuçlara yol açacağı de birkaç gündür değişik biçimlerde tartışılıyor.
Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu verilerine göre, mayıs 2024 itibarıyla yaklaşık 226 bin 600 Suriyeli sigortalı olarak inşaat, gastronomi, sağlık, yaşlı bakımı gibi sektörlerde çalışıyor. Alman Hastaneler Federasyonu (DKG) Suriyeli doktorların ülkelerine dönmeleri halinde bunun Almanya’daki sağlık sistemi için doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Alman Tabipler Birliğine göre geçen yılın sonunda ülkede 5 bin 758 Suriyeli doktor çalışıyordu ve bunların yaklaşık 5 bini hastanelerde görev yapıyordu. Almanya’da Suriyeliler en büyük “yabancı doktor” grubunu oluşturuyor. Federal Sağlık Bakanlığına göre hemşirelik ve hasta bakıcılığı mesleklerinde halihazırda yaklaşık 200 bin istihdam açığı var. Hükümet yurt dışındaki kalifiye iş gücü getirmek için yaptığı girişimlerden istediği sonuçları elde edemedi. Resmi verilere göre her yıl ülkeye 400 bin kalifiye iş gücünün gelmesi gerekiyor. Bütün bunlardan ötürü Suriyelilerin tümünün geri dönmesi başta sağlık olmak üzere birçok alanda personel açığını büyütecek.
Bu nedenle önümüzdeki dönem asıl olarak kendi geçimini sağlayamayan, sosyal yardım ile geçinen, çeşitli suçlara karışan, dil öğrenemeyen ve toplumsal yaşama katılamayan “en alttaki” Suriyelilerin gönderilmesi daha sık gündeme gelebilir. Ama kalifiye ve bir iş yerinde çalışan, dil öğrenen Suriyelileri tutmak için değişik planlar gündeme gelebilir. İçişleri Bakanı Faeser, meslek sahibi Suriyelileri tutmak istediklerini açık olarak söyledi.
Almanya’nın tanınmış göç araştırmacılarından Jochen Oltmer de geri gönderme tartışmalarına tepki göstererek, “Suriyelilerin büyük bir geri dönüş dalgası olası görünmüyor. Suriye’deki durumun istikrara kavuşması halinde geri dönmek isteyenler olacaktır. Ancak bu sayı abartılmamalıdır. Çocuk, genç ve yetişkin olarak gelmiş, burada okula gitmiş, eğitimini tamamlamış ya da çocuklarının geleceğini Almanya’da gören birçok insanın geri döneceğini sanmıyorum” dedi.
Anlaşılan o ki Almanya, Suriyelileri “işe yarayanlar” ve “yaramayanlar” şeklinde ayıracak ve buna göre bir politika izleyecek. Benzer bir durum önümüzdeki yıl Ukraynalılar için de gündeme gelebilir. Savaşın bitmesi durumunda Almanya’ya gelen yaklaşık bir milyon Ukraynalının geri dönmesi gündeme gelecek. Zira oturumlar savaşa endekslendi. Ukraynalıların da geri dönmesi durumunda birçok alanda telafisi zor iş gücü açığı oluşacak. Bu zaten durgunluk aşamasına olan Alman ekonomisini beklendiğinden daha olumsuz etkileyebilir.
İstenmeyen her bir mültecinin aslında sermaye için ucuz iş gücü olduğu da böylece kendisini ele veriyor.
/././
İsrail, askerlerine kış boyunca Golan Tepeleri’nde kalma hazırlığı emri verdi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder