Gazeteci Melis Gönenç, yıllardır DOB'u mercek altında tutuyor ve bulgularını yazıyor. DOB'un öyküsü, Cumhuriyet'in öyküsü hakkında çok şey söylüyor. Gönenç'in geçmiş yıllarda kurum hakkında soL'da kaleme aldığı yazılar, Yazılama Yayınevi tarafından "İslamcı Yıllarda Devlet Opera ve Balesi" adıyla kitaplaştırıldı. Ancak kurum, yakın zamanda yine önemli değişiklikler yaşadı. Gönenç, şimdi yeni bir yazı dizisiyle olan biteni irdeliyor. Gönenç'in toplam 7 yazıdan oluşan dizisinin şimdiye dek yayımlanan yazılarına aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Devlet Opera ve Balesi (DOB) şirketleşirken… (I)
Milli tacir Tan Sağtürk DOB'un başında (II)
Begüm Başbuğ adlı bir viyola sanatçısı var. Anne ve anneannesi DOB’da koristti, dayısı Kerem Kuraner ise DOB’da dansçı. Begüm Hanım İstanbul DOB orkestrasında biraz viyola çaldıktan sonra, sözleşmesinin yenilenmemesi üzerine ayrılmak durumunda kalır. Daha çok paranın, daha derinlikli sanat anlamına geleceğini, kişiliğinin de derinlerde yüzmeye yatkın olduğunu keşfedince, Doğukan Çokşeker ile 2012’de bir şirket kurmaya karar verir: Allaturca Music. 2010’lu yıllar; Ergenekon üzerinden Laik Cumhuriyet’i bütünüyle kıskaca almış İslamcıların ve cazın kraliyet yılları. Begüm Hanım cazın her türü, World music, Cihat Aşkın aşureleri türü konserlerin iyi para bırakıp, bol teşvik gördüğünün, TEB gibi finans kurumlarının ise mukaddes kazanç kapıları olabileceğinin idrakine varınca, gereğini yapar. Bol bol konser düzenler.
2019’da, DOB’un yeni nesil piyasacı grubuyla iş yapmaya başlaması, bir tık yukarıya, yapımcılığa terfisini sağlar. İlk yapım, Papagenolar. Mozart’ın Sihirli Flüt’ünden uyarlanan çocuk operası. Bu grubun önde gelen isimleri arasında Caner Akın, nam-ı diğer Ergen Caner var. Ergen kardeşimizi daha önce anlatmıştık (M. Gönenç, İslamcı Yıllarda Devlet Opera ve Balesi, Yazılama Yn., 2023, İstanbul, s.203-319). İzleyen sayfalarda tekrar değineceğiz. En önemli özelliği, solist kariyerinin daha ileri gidemeyeceğini anlayınca, reji konusundaki efsanevi yeteneksizliğine karşın, “ille de rejisör olacağım” diye tutturmuş olması. Bunun için de, doğal olarak, İslamcıların kapısında yatması.
Begüm Hanım piyasada iyice pişmiş, paranın kılcal damar haritasını çoktan çıkarmış. Özel yaşamına ait nedenler Doğukan Çokşeker ile ortaklığını sonlandırmasını gerektirince, 14 Aralık 2021’de yeni bir şirket kurar: Duende Global.
Bu şirket ne iş mi yapıyor?
Kendileri İngilizce yazmışlar. Hadi, fiyakalarını bozmayalım:
“International performing arts production, and artist management agency.”
Uzmanlık alanları da epey havalı: “Performing Arts, Stage production, Orchestra, Dance, Theatre, Musical Theatre ve Artist Management”
Türkçeye çevirelim: “Sahne ile ilgili her bir numara bizde.”
Begüm Hanım pek becerikli. İBB ile oldukça verimli ilişkilere giriyor. Kültür A.Ş’den aldığı ilk ihale 29 Temmuz 2021 tarihini taşıyor. Dört buçuk ay sonra Duende Global’i kuruyor. İhale yağmuru başlıyor. Temmuz 2021-Ocak 2023 arasında, 56 ihale alıyor. Toplam tutar 13 milyon 20 bin TL. (yenigunaydin.com, 13.01.2023)
Bu şirketin özelliği, bugün DOB’u İslamcı silahı ile rehin almış bale tayfasının Bermuda Liberal Üçgeni’ni oluşturan üç ismini yan yana getirmiş olması: Milli Tacir, Cavlak ve Cem Görk, nam-ı diğer, Taytsız Cem. Tabii, uzantılarıyla beraber DOB’u ahtapot gibi sarmayı planlıyorlar.
Balede farklı bir işadamı: Taytsız Cem
Balenin liberalleri, genellikle, değişik nicelik ve niteliklerde bale dershaneleri işleten, en babası, özel bale toplulukları kurmaya girişen iş insanlarından oluşur. Taytsız’ın durumu farklı; o bir istisna. Her yönüyle.
İki anadan doğma: Biyolojik ana ve Meryem Ana. Meryem Ana’sının bedenlenmiş hali Beyhan Murphy, nam-ı diğer, Kozmik Beyhan.
Malum, çocuklar ilk sözcüklerini en erken sekizinci ayda söylerler. Bizim Taytsız daha üçüncü haftanın sonunda, “Bosa… Bosa… Bosa…” demeye başlıyor. Aile, “baba” demeye çalıştığını düşünerek, “Ne güzel, oğlumuz erken konuşacak!” sevinci içinde. Beklenenin tersine, erken konuşamıyor ancak, çok erken sayıyor. Altı aylıkken çarpım tablosunun hakkından neredeyse yanlışsız geliyor. Ama hâlâ “bosa” yı “baba”ya çeviremiyor. Üstelik başka sözcük çabası da duyulmuyor. “Bosa” aşağı, “bosa” yukarı.
İzmirli, orta sınıf, vukuatsız aile üyeleri bir yandan seviniyor, bir yandan tuhaf bir şeyler olduğunu sezinleyerek endişe ediyorlar.
Bir yüksek sanat öyküsü: Yollar ona, o paraya kurban!Zavallılar, oğullarının önceki yaşamında, patroniçesi Kozmik Beyhan olan MDT (Multinational Developping Trade) adlı holdingin CEO’su olduğunu nereden bilebilirlerdi ki? Nitekim Taytsız bütün yaşamı boyunca sayacaktır. O bir sayaçtır. Baleyi seçmesinin tek nedeni, adımların sayılıyor oluşudur. İşin sanat yönüyle hiç ilgilenmeyecek, zaten onu taytlı görene de pek rastlanmayacaktır. Kendisinden 12 yaş büyük biri ile evlenmesi de sayısal avantaj içindir. Çok verimli kullanacaktır. Ama en çok para sayacaktır; giderek daha çok, daha hızlı… CEO dedik ya…
Peki, ya o “bosa”?
Meğer “borsa” imiş.
Tamam da, “bedenlenmiş”, “önceki yaşam” falan ne demek? Ayrıca, bunların Beyhan Murphy ile ilgisi ne?
Bak; tüccar baleciler matruşka gibidirler. Birini açarsın, içinden öteki çıkar. Onu açarsın, bir diğeri… Kozmik Beyhan’ın içinden çıkanları bilmeden, ne Taytsız’ın ticari saltanatını, ne de Devlet Balesi’nin başına gelenleri anlamak kolaydır.
O halde, önce Kozmik Beyhan adlı matruşka bebek…
Modern dansın siyasal içeriği
Son 35 yılda, yani, neoliberal dönemde, Devlet Balesi’ni Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” kavram ve kurumsallığından uzaklaştırıp, liberal bir eksene yerleştirmek için, bale sanatı açısından talihsiz, liberal siyaset açısından tutarlı iki önemli atama yapılmıştır:
İlki, Kozmik Beyhan’ınki; 1992’de, 1309 sayılı DOB yasasının 8. maddesini bağırtarak, hiçbir sanatsal meşruluğa yaslanmadığı halde, koreograf kadrosuna yapılan siyasal atama.
Diğeri, Milli Tacir Tan Sağtürk’ünki; 2019’da, aynı yasanın aynı maddesini bükerek, aynı konuma, yine hiçbir sanatsal meşruluğa dayanmaksızın yapılan siyasal atama.
Biri liberal tırmanışın ilk adımı, diğeri doruk noktası…
İki ismin ortak paydası mı?
Kurum dışılık, kamu kurumu bilinç ve görgüsüne sahip olmama, yüksek sanat ile popüler kültür arasındaki sınıra karşı duyarsızlık, ticari kaygının diğer hepsinin üzerinde yer alıyor oluşu.
Kısacası, Laik Cumhuriyet düşmanı İslamcı liberalizm için biçilmiş kaftan olmaları.
Peki, 1992’de, 34 yaşında, paraşüt ile indirildiği DOB’da, 2023’te emekli olana kadar, ilk gününden son dakikasına, müthiş bir siyasal destek ile hayat sürmüş olan bu Kozmik Beyhan kim?
Konuyu iyi anlayabilmek için, Devlet Balesi’nde yaşananları, modern dansın ve İngilizler ile yaşananların siyasal fonunda anlatmak gerek:
Soğuk Savaş yıllarının çok sert geçen sosyalist-kapitalist kamp kültür savaşımında, kapitalist kampın birbiri ile ilişkili üç önemli silahının -atonal/deneysel müzik, caz ve modern dans- üçünün de Sovyet kültürünün tarihselci altyapısının getirdiği klasik/ortodoks algı ve normlarına karşı kullanıldığını yeniden anımsatalım. II. Dünya Savaşı öncesinde, varlık nedeni Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırmak olan Nazilerin desteğine sahip tek avangard oluşumun modern dans olduğunu da akılda tutmak gerek.
Bizde, bu pakete, 12 Eylül’ün resmileştirdiği Türk-İslam Sentezi yaklaşımı doğrultusunda alaturka müzik ve tasavvufi kültür simgeleri de dahil edilerek, 90’lardan itibaren, deneysel müzik, caz, alaturka, tasavvuf ve modern dans giderek artan bir belirginlikte geçişken kılınıp, aynı kapta servis edilecektir.
Balenin, Soğuk Savaş’ın hemen başında İngilizlere kurdurulmasının çok yanlış siyasal bir karar olduğunu belirtmiştik. Kozmik Beyhan’ın elinde tam bir popüler kültür aparatına dönüşüp, DOB’un kültürel temellerine yönelik seyreltme işlevinden başka bir anlam taşımayacak olan modern dansa, Devlet Balesi’nin ontolojik tepki gösteremeyişinin altında yatan en önemli neden, işte bu yanlış siyasal karardır. Eğer İngilizlerin tasfiyesi sonucu, 1975’ten itibaren Sovyet koreograf ve eğitmenlerin denetimi ele almaları söz konusu olmasaydı, gösterilmiş olan göreli tepkiden bile söz etmek olanaklı olmayacaktı.
1960’lar, sol rüzgârların dünya çapında estiği bir dönemdir. Bunun kültür savaşımına yansısı kaçınılmazdı. Batı’da 68 ile simgeleşen bu ivme her türden klasik/ortodoks norm ve anlam alanına başkaldırıya yönelirken, bir yönüyle, anti-sovyetizmi besleyen kanala da dönüştü. İşte, modern dansın bizde ilk resmi görünümünün, Devlet Balesi’nin klasik eğitimli dansçısı Sait Sökmen’in, tam da 1968’de ortaya çıkan Çark adlı yapıtı oluşu, bu tarihsel bağlama oturan ve asla tesadüfi sayılamayacak bir çıkıştır. Nitekim ilk modern dans topluluğu girişimi de onun tarafından 1971’de Devlet Tiyatrosu (DT) Genel Müdürlüğü bünyesinde, Devlet Tiyatroları Modern Dans Topluluğu adıyla yaşama geçirilecektir. 12 Mart’ın ağır baskı dönemine denk gelişine özellikle dikkat çekmeli. 12 Mart karanlığının bir başka ürünü olan Uluslararası I. İstanbul Festivali (21.6-15.7 1973) (İKSV) için, Duygu Aykal’ın, Ninette de Valois’nın önerisiyle, Cengiz Tanç’ın atonal müziği üzerine Çoğul’u yaptığı da anımsanmalı. Böylece, özel sektör ile modern dans ilişkisi ülkede ilk kez ete kemiğe bürünmüş, yanı sıra, modern dansın, Devlet Balesi nezdinde “klasik” olan ile eşit meşruluk taşımaya aday olduğuna yönelik güçlü bir mesaj verilmiş olur. 12 Mart, ABD’den gelmiş Kültür Bakanı Talat S. Halman’ın CSO salonunda Itri konseri verdirme girişimine de tanık olacaktır.
Klasik bale eğitim ve sahnesini üstlenmiş olan İngilizlerin modern dansa yönelik esnek ve teşvik edici tutumları, Devlet Balesi’nin kültürel ve kurumsal kimliğinde gedik açılmasında önemli bir rol oynar. Gerek balenin sahnesini yöneten Ninette de Valois’nın, gerekse eğitimini sırtlamış olan Molly Lake ve Travis Kemp’in Sovyet alerjileri, etik açıdan güçlendirilmiş, sağlam kültürel altyapılı, kurumsal derinlikli bir klasik bale kumpanyası kurulmasının önünde, siyasal kaygılardan beslenen sanatsal bir engele dönüşmeye yatkınlık göstermektedir. 1974’te tasfiye edilmeleri ve yerlerine Sovyet koreograf ve eğitmenlerin gelişi, klasik bale kumpanyası olarak oluşturulmuş yapının olası esnemesini önemli ölçüde durdurur. Böylece, modern dansın daha erken bir tarihte kurum içi yapılanarak meşruluk kazanmasının önüne geçilmiş olur. 1980’lerin sonunda ise, Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekileceğinin belli olmasıyla beraber, modern dans konusunda önemli bir kıpırdanma başlayacaktır.
Peki, ilk modern dans ürünümüzün tarihi olan 1968 ile modern dansın kurum içinde yapılandırılma tarihi olan 1992 arasında neler yaşandı?
Kozmik Beyhan’ın öyküsü o yıllarda gizli.
Kozmosun derinliklerinden uzanan o kırmızı yaratıcı: Frensiz Beyhan…Bu dönemde modern dansın üç önemli ismi var: Sait Sökmen, Duygu Aykal ve Geyvan McMillen. Her üçü de ADK’nın klasik bale eğitiminden gelen, kurum içi (DOB) isimler. Bu arada, “modern dans” kavramını, teknik değil, tarihsel anlamıyla, yani, “neoklasik”i de içerecek biçimde kullandığımızı belirtelim. Her üç isim de İngiliz döneminde eğitilmiş, değişik süreler ile Londra’da modern dans eğitimi görmüştür (Sait Sökmen yaz kursları, Duygu Aykal Almanya’dan sonra üç yıl, Geyvan McMillen dört yıl).
Kozmik’in Duygu Aykal ile yolu hiç kesişmediği için, onu öykünün dışında bırakıyoruz.
Modern dansçı bir İngiliz kuşu: Beyhan Murphy
Sait Sökmen de, Geyvan McMillen da klasik balede başarısız oldukları için zorunlu olarak modern dansa yönelmiş kişiler değillerdir. Her ikisinin de sağlam klasik altyapıları vardır. Kozmik Beyhan ise bütünüyle tersidir. Klasik baleyi denemiş, fakat elverişsiz fiziki özellikleri ile sınırlı yeteneği bu yolun kapılarının epey erken kapanmasına neden olmuştur. Ankara TED’de okurken, okuldaki bale kursuna devam eder. Mrs. Fenmen’in (Beatrice Appleyard) özel bale okuluna gittiğinden ise, tarihin tozlu raflarında kalmış, 1981 yılına ait bir söyleşiden başka (Gösteri, Aralık 1981, sayı: 13, s.57) yerde pek söz etmez:
“TED’de bale kursuna yazıldım. Ama parmak ucunda yükselmek, o uçma duygusu, tütüler, pembe tüller, masalımsı imajlar bir süre sonra kesmedi. Ben erkeklerle top oynamayı da seven bir kızdım.” (Ayşe Arman ile söyleşi, hurriyet.com.tr, 11 Şubat 2016)
Klasik baleye yönelik bu değerlendirmesini, yaşamı boyunca asla taşıyamayacağı yetersizlik ve başarısızlık duygusunun doğal dışavurumu olarak okumalı. Tabii, Mrs. Fenmen’in klasik bale okulundaki dönemine gönderme yapmamasını da. Bu kişilik özelliği, zaman içinde, son derece hırslı, toplumda mutlaka görünür bir yer edinme çabasında, bunun için de hiçbir yolu denemekten kaçınmayan, bütünüyle pragmatik, liberal bir figür yaratacaktır. Doğal olarak da, sanatsal kapasitesi, sanat işletmeciliği yönünün hep altında kalacaktır.
Okulunda (TED), Mrs. Fenmen’de, Sait Sökmen’de (Kuğu Bale); her üçünde de klasik baleyi denemiş ama olmamıştır. Sait Sökmen’e gitmesinin diğer bir nedeni ise skolyoz sorunudur. Malum, o yıllarda Pilates henüz piyasada yoktur.
8 yaşından beri, görünür olduğu sahneye bayılıyordur. Işıklar, alkışlar, kendi deyimiyle, “elevation” , o yükselme arzusu… İlkokuldan itibaren 29 Ekim, 10 Kasım, 23 Nisan törenlerinde kürsüde şiir okuma anı en mutlu olduğu anlardandır. Dans ise sahneye giden en kısa yoldur. Gel gör ki, fiziği ve yeteneği rüyasına ihanet etmektedir:
“Ben daha çok dans etmeyi değil de, dans ettireceğimin çok erken yaşlarda hep farkındaydım.” (Nesrin Aslan’la Erguvanın Rengi, cazkolik.com, Nisan 2014)
Kimlik arayışını, siyasal açılımı olmadığı için ayrıntılarına girmeyeceğimiz özel yaşamı ile ilgili nedenler yüzünden, ille “görünürlük”e endekslemesi, lise yıllarının sonuna doğru açmaza düşmesine neden olur. Zayıflığı ve başarısızlığını anımsatan klasik baleden nefret etmekte, ama sahnede olmanın başka bir yolunu da bulamamaktadır. Bale, o yıllarda, başkentin etkin bürokrasisinin saygın sanat dalıdır ve tüm kapıları açmaktadır.
Onun vurulduğu, idol kabul ettiği ise David Bowie’dir. Kuğu Gölü’nün falan sümsük müziği değil.
İşte, bu sırada imdadına iki isim yetişir: Sait Sökmen ve Geyvan McMillen.
Sökmen ona, klasik bale dışında, hatta ona bütünüyle karşıt bir dans türü olduğunu, buna da modern dans dendiğini, klasik balenin sert ve zorlayıcı kurallarına göre çok daha esnek olduğunu, Londra’da, kendisinin de birkaç kez yaz kurslarına katılmış olduğu Londra Çağdaş Dans Okulu (London Contemporary Dance School-LCDS) adlı bir yerde bunu öğrenebileceğini söyler:
“13-14 yaşlarında Sait Sökmen’le tanıştım. Sait abi sayesinde, “Ben bu işi meslek olarak yapmak istiyorum!” dedim. Yurt dışına gitmeye o zaman karar verdim çünkü Türkiye’de modern dans eğitimi alabileceğim bir yer yoktu.” (Ayşe Arman ile söyleşi, hurriyet.com.tr, 11 Şubat 2016)
O arada, sözü edilen üç yıllık okulun ilk Türk mezunu Geyvan McMillen 1974 Eylül’ünde DOB’a dönmüş ve kurum sanatçılarından Binnaz Aydan (Dorkip), Aysun Aslan, Salima Sökmen, Mesih Beken, Bülent Tuzcu ve Efza Kıpçak (Topçu) gibi istekli olanlara modern dans dersleri vermeye başlamıştır. Kozmik, büyük bir sevinç ve umut rüzgârıyla Geyvan McMillen’ı görmeye gider; derslerine katılmak istediğini söyler. Ancak düzeyi diğerlerininkine göre çok düşük olduğundan, derslere kabul edilmesi olanaksızdır. Geyvan McMillen ona Londra Çağdaş Dans Okulu’na gitmesini önerir.
Kozmik Beyhan artık emindir; Londra’ya gitmelidir. Ülkede önü kapalıdır. O sırada modern dansın iki ağır topundan biri, Geyvan McMillen da onayladıktan sonra, geriye yalnızca aileyi ikna etmek kalmıştır.
Lise biter. İngiliz filolojisini kazanır. Kendini yemekte, İngiliz filolojisinin sahne ile ilişkisizliği ve sağlayacağı görünülürlük olanağının cılızlığını düşündükçe hafakanlar basmaktadır. Eş dost araya girer, aile ikna edilir.
İyi de, bu özel bir okuldur. Paralıdır; yıllık 8-9 bin sterlin civarında. Üstüne üstlük diploma da vermemektedir. Gerçekten de LCDS’in Kent Üniversitesi ile anlaşmasının (1982) ardından verdiği ilk diplomalar 1985 tarihini taşıyacaktır. Kozmik’in okula girdiği 1975 tarihinden tam on yıl sonra. Bizim ülkede diplomasız birinin, hele ki bu tarz deneysel ve pek bilinmeyen alanlarda iş bulmasının zorluğunun bilincinde olan aile hepten kararır. Devlet Balesi ile ADK arasındaki organik ilişkiyi delebilmek neredeyse olanaksızdır. Ayrıca, öyle bir paraları da yoktur. Kozmik Beyhan çocuk bakmak dahil her işi yapabileceğini söyleyince, direnmenin yararı olmadığını anlarlar. Kozmik sözünü tutacaktır. Diploma sorununa gelince; olmadı, orada birini bulur, evlenir, çalışma olanağına daha kolay sahip olur; dönmesine gerek kalmaz.
Yeter ki sahneye çıksın; görünür olsun.
Modern dansın önü açılmaya başlıyor
Kozmik, 1975 ile 1992 arasında Londra’da yaşar. Kısa sürede bir İngiliz bulur, evlenir. Beyhan Konukçu artık Beyhan Fowkes’tır. Ressam olan eşi Michael Fowkes, Kozmik’in hareket alanını genişletir. Para sorunu önemli ölçüde çözülmüş, Londra’nın dişli sanat dünyası ile bağ kurabilmek için gerekli ilişki ağına, İngiliz soyadı ve eş ile kısmen daha kolay yaklaşabilme olasılığı artmıştır. LCDS’in o yıllarda Martha Graham tekniğini yayma, doğal olarak da ihraç etme misyonunun taze ve canlı oluşu, Türkiye’den gelmiş birine yönelik ilginin sıradan olmayacağının da göstergesidir. Nitekim Geyvan McMillen örneği bunu doğrular niteliktedir; 1974’te ülkeye dönüşü sonrasında, LCDS’nin modern dans programının başında olan Jane Dudley Türkiye’ye onu ziyarete gelecek, verdiği dersleri izleyecek, çok memnun kaldığını belirterek, desteğini bir kez daha yineleyecektir. LCDS, Geyvan McMillen’a 3 yıl burs vermiş, bu sayede okulu bitirmesini sağlamıştır. Yanı sıra, diploma verilmediği halde, ona, Martha Graham tekniğini öğretebilir yeterlikte olduğunu belirten özel bir sertifika da hazırlanmıştır. Yani, Kozmik için, McMillen’ın güzergâhını kopyalamak en sağlam yoldur. Gerçi ne teknik, ne de sanatsal altyapı ve donanım açısından onun düzeyindedir ama, onda da başka bazı özellikler vardır; her şey sanat değildir ki. İşletmecilik, ticari kumaş ve hırs ölçülerine vurulduğunda, Geyvan McMillen’ı çırak çıkarabilecek yeteneğe sahiptir. Tabii, yıllar sonra işine çok yarayacak olan kozmik inançlar konusunda da; McMillen’ın, tarihsel açıdan bakıldığında çok da masum görünmemekle birlikte, ılımlı ve uslu sayılabilecek Mevlana ilgisine karşın, Kozmik’in, hesaplanmış, geniş ve hırçın “inanç” dünyası… Oraya geleceğiz. Bu arada eşinden ayrılır ve 1983’de Peter Murphy adlı “gotik rock”çı bir müzisyen ile evlenir. Türkiye’ye döndüğü 1992’ye kadar, sanatsal etkinlik alanında Murphy soyadını kullanmayıp, yalnızca Beyhan ile yetinecek, Türkiye’de ise Murphy soyadını özellikle öne çıkaracaktır. Nedeni siyasaldır. Milli damadımız olacak Peter Murphy 1978’de kurulan Bauhaus topluluğunun vokalistidir.
Kozmik’in 17 yıllık Londra dönemi, uluslararası siyasal atmosfer dikkate alındığında, kendisi açısından şanslı bir zaman dilimi sayılır. 1975-1978 arasında LCDS’de okur. Londra’daki bu ilk ve en önemli modern dans okulu kurulalı henüz 10 yıl bile olmamıştır. Dolayısıyla, doygunluk noktasından çok uzaktır. Telaşlı bir misyon okuludur. Bu da, öğrenci seçiminde ince elek kullanmaması anlamına gelmektedir. Öte yandan, İngiltere’de modern dansın yaygınlaşması için ciddi çaba ve kaynak aktarımı söz konusudur. Siyasal nedenine yukarıda işaret ettik. Yani, modern dans ile ilgili hemen herkes iyi kötü çalışma olanağı bulmaktadır. 1979’da Thatcher’ın başbakan oluşu ile yükselmeye başlayan anti-Sovyetizm, modern dansa daha da büyük bir ivme kazandırmaya adaydır. Kozmik Beyhan’ın işletmeci radarı derhal devreye girer; Türkiye’ye dönmeye hiç gerek yoktur. Bale konusunda çok kötü anılara sahip olması bir yana, ülkedeki az sayıda modern dansçı bile klasik eğitimden gelen, kamu okulu (ADK) çıkışlı kişilerdir. Hiçbir açıdan onlar ile rekabet şansı yoktur. Zaten ülkede modern dans da son derece cılız bir damardır. Eğer bir gün dönme olanağı bulabilirse, bunun ancak İngiltere kartviziti ile bale/ADK dışı bir referansa dayalı olabileceğini anlamıştır. O halde, İngiltere CV’sini tombul tutmak için çaba harcamalıdır. Modern dans yeni ve deneysel bir alan olup, baledeki gibi oturmuş, evrensel, sıkı kural ve ölçütler ile liyakat terazisinde tartılmayı gerektirmediğinden, arada kaynaması kolay olur.
Hadi hayırlısı…
1979’dan itibaren İngiliz piyasasında sayıları hızla artan modern dans/dans tiyatrosu topluluklarında dansçılık yapar, bazı müzikallerde yer alır, koreografi denemeleri yapar, hatta bir ara kendine ID adlı bir grup bile kurar (1980). Eşi Michael Fowkes grubun resmi yöneticisidir. Doctor Who dizi filminin (1982) iki bölümünde Maya dansçısı rolünde ve BBC2’nin Riverside şov programında (1983) görünmek suretiyle, ekranı da dener.
Art Council’ın yıllık raporlarının yalnızca ikisinde adı geçiyor: 1982-1983’tekinin koreograflar listesinde, Lynx Dance; 1983-1984’tekinde ise Ludus North West Dance ile bağlantılı olarak.
Tüm çabalarına karşın, Londra’daki sanatsal yaşamı, o dönemdeki koşullar düşünüldüğünde olağan ama belirli bir düzeyi aşamamış görünüyor. Zaten öyle olmasaydı, 17 yıl sonra Ankara’ya büyük bir arzuyla döner miydi?:
“…zaten 17 yıldır İngiltere’deydim ve o kadar uzun süre sonra artık Londra’nın bile romantizmi gider biliyor musunuz?... Acaba Türkiye’de bir şey olabilir mi diye düşünüyordum.” (Dans, Daima…, Ed. Muzaffer Evci, Favori Yn., 2002, s.238)
Kozmik Beyhan’da sıra dışı olan, sanatsal sıradanlığı ile efsanevi şansı arasındaki müthiş ters orantıdır. Gerçekten tarihsel ölçekte.
İngiltere’deki 17 yılın, bu açıdan, Türkiye için belki de en anlamlı ve ilgi çekici üç kartı vardır:
- 1982 yılında, İstanbul’da sahneye taşıma olanağı bulduğu Gökkuşağı adlı koreografisi. Bu, 1992’de Ankara’ya dönüp, MDT’yi kurana kadar, ülkede sahnelediği ilk ve tek çalışmadır. Sanatsal açıdan olmasa bile, siyasal açıdan önem taşıyor.
- Londra Klasik Dans Okulu’nda caz dersleri verdiğini belirtmesi. (Gösteri)
- 1990’da, Royal Shakespeare Company’de sahnelenen, New Left liberalizminin sivri ismi Tarık Ali ile Howard Brenton’un Moscow Gold adlı müthiş anti-Sovyetik tiyatro/müzikal yapıtlarındaki dansların koreografisi.
Açalım:
İngilizlerin gözden düşmüş olmaları, Sovyet koreograf ve eğitmenlerin etkin varlıkları, Devlet Balesi’nde modern dansın meşruluk alanının genişlemesine zaten engeldir. Bu siyasal ve kültürel gerçekliğe, DOB dışında kalmayı yeğlemiş olan Sait Sökmen’in ticari kaygılar ile giriştiği işler, 1981’de İstanbul’a yerleşip, baleden iyice uzaklaşarak, daha başka gelir kapılarına yönelmesi; iki diplomalı modernci, Duygu Aykal ile Geyvan McMillen’ın modern dansı yayabilmek için saçlarını başlarını yolmalarına karşın, Geyvan McMillen’ın 1975-1977 arasında çalıştırdığı ekibin, kendisinin 1977’de İstanbul’a yerleşmesi sonrasında dağılması; Duygu Aykal’ın kurumsal anlamda ekip oluşturmak yerine, farklı ve geniş taramaya daha yatkın esnek tutumu, ardından gelen hastalığı ve erken ölümü eklenince, bu alanda oluşan boşluk daha da derinleşir. Aykal’ın koreografi odaklı etkinliğine karşılık, Geyvan McMillen’ın modern dans eğitimine de aynı ağırlıkla yer veriyor oluşu, ancak yeterince elverişli olanaklara sahip olamaması, söz konusu boşluğun kolayca giderilebilmesinin önündeki en büyük engeldir; işin eğitim ayağı topallamaktadır.
Bu zaman aralığına, siyasal ve kültürel yaşamımızda çok derin izler bırakacak olan 12 Eylül girer. Arka planı açıktır: Kapitalist kampın Sovyetler Birliği’ne yönelik saldırgan siyaseti, 1977 ile birlikte vites büyütmeye karar vermiştir. İlk sonucu, İngiltere’de aşırı liberal politikaların savunucusu, muhafazakâr Margaret Thatcher’ın 1979’da başbakan oluşudur. Sovyetler Birliği’ni dünya çapında kıskaca almaya yönelik bu atılım, neoliberal kasırganın da ilk habercisidir. Türkiye’ye yansısı 12 Eylül ve Özal olacaktır. Özal’ın Thatcher ile olan yakınlığı biliniyor. 12 Eylül rejiminin başbakan yardımcısı olduğu da. 1983’ten itibaren zaten başbakan yapılacaktır.
12 Eylül rejimi kapitalist kampın uluslararası anti-Sovyetik kültür hamlelerini sorunsuzca yaşama geçirirken, Devlet Balesi konusunda şizofrenik denebilecek bir konuma sıkışır: Balenin sahnesi de, eğitimi de, 1975’ten beri Sovyetik meşruluk düzlemindedir. Oysa İngilizler ile barışmak, onları rehabilite etmek gerekmektedir. Londra bağlantılı modern dansı öne sürmekten başka bir seçenek yoktur; Türk-Sovyet ilişkilerinin dengesi, o sırada, baleden Sovyetleri tasfiye edecek ölçüde radikal kararlar almaya uygun değildir. Örneğin, cunta lideri Kenan Evren’in, Barış Derneği’ne açılacak davanın, ticari anlaşmalar için Bulgaristan’a yapacağı resmi gezi sonrasına sarkıtılmasını istediğini ve böyle de yapıldığını unutmamalı.
Modern dans, bir taş ile iki kuş anlamına gelmektedir: İngilizler ile barışma ve anti-Sovyetik kültür aparatlarından birini devreye sokarak, kapitalist kamp ve NATO üyesi ülke konumunu kültürel aidiyet noktasında teyit etme. Böylece, Devlet Balesi’ndeki klasik/ortodoks ana eksene karşı da bir denge oluşturulmuş olacaktır.
İşte, 1982’de, Kozmik Beyhan’ın fiyakalı İngiliz soyadı ile apar topar İstanbul AKM’ye çıkarılmasının siyasal arka planı budur. 12 Eylül, ülkedeki kariyerinin ilk şans kapısıdır. O tarihte Londra’da yaşayan, soyadı İngiliz tek Türk modern dansçı odur. Jon Keliehor’un Rythm Dance adlı müziği üzerine yaptığı Gökkuşağı koreografisinde, kendisiyle birlikte, İDOB’dan Oktay Keresteci, Nursel Sönmez, Nilay Yeşiltepe ve Şule Akaoğlu dans eder.
PR çalışmasının yazılı medya ayağını, Hürriyet’in sanat dergisi olan Gösteri üstlenir. Başında Doğan Hızlan vardır. Aralık 1981’deki 13. sayısında, Sevgi Sanlı, Kozmik Beyhan ile, övgü şerbeti ölçüsünün kaçtığı bir söyleşi yapar: “Genç, Yetenekli ve Dansçı Olmak”
Söyleşi amacının, Kozmik Beyhan’ı meşrulaştırırken, modern dansı da Devlet Balesi’nin doğal bir parçası olarak sunmak olduğu hemen anlaşılıyor. Kozmik ile Aysun Aslan’ın ilişkisine dikkat çekilmesi de nedensiz değil; 11 yıl sonra, Kozmik’in DOB’a alınışında Aysun Aslan’ın oynayacağı role geleceğiz.
“İki genç koreograf, Aysun Aslan ile Beyhan Fowkes bir masanın başına oturmuş hararetli hararetli gelecek haftaların çalışma düzenini kararlaştırıyorlar. Yeni dans mevsimi bu iki genç kadının AKM’de sahneleyecekleri yapıtlarla açılacak… Yıllardan beri Londra’da çalışan, bu sanat metropolisinde kendini özgün bir dans yaratıcısı olarak kabul ettiren Beyhan Fowkes ise sahnemize gökkuşağı renklerini getiriyor. Az önce İstanbul Operası’nın bale bölümü sanatçılarına verdiği modern dans dersini seyrettim. Oturduğunuz yerden izlerken bile dinçleştiğinizi, dirildiğinizi hissediyorsunuz.” (A.g.y)
12 Eylül’ün sağladığı bu olanağa karşın, ülkedeki bale/ADK meşruluk bağını iyi bilen Kozmik, modern dansın ve kendisinin “marjinal” algılanma riskinin farkında olarak, klasik bale ile ilişkisini derinleştirerek vurgulama gereksinimi içindedir:
“Ankara Koleji’nde gördüğüm bale kurslarından başka Fenmen ve Kuğu Bale stüdyolarında yıllarca çalıştım.” (A.g.y)
Türkiye’ye döndükten sonra, klasik bale ile olan ilişkisine yönelik izleri, yukarıda örneklediğimiz gibi, özellikle silmeye çalışacaktır. Dönem değişmiş, siyasal tablo farklılaşmıştır.
Söyleşide, Kozmik Beyhan üzerinden modern dans-caz ilişkisi de kuruluyor, kutsanıyor:
“Londra Klasik Dans Okulu’nda Graham Tekniği, koreografi ve caz dersleri veriyorum.” (A.g.y.)
Sıra, modern dansın siyasal içeriğine geliyor; malum, 12 Eylül; büyük baskı yaşanıyor. İkisi arasında ilişki kurmayı kolaylaştırabilecek tüm kapılar kapatılmalı. En sağlam yolu, modern dansa “sol” duyarlılık, “muhalif” içerik giydirmek:
“Modern dans daha çok özgürlük sağlıyor… Güncel konuları da işleyebiliyorsunuz. Buradaki Gökkuşağı yapıtımı tamamladıktan sonra, Londra’daki nükleer silahsızlanma programı için yeni bir dans hazırlayacağım.” (A.g.y.)
PR çalışmasının görsel medya ayağını ise yapımcı İzzet Öz, TRT’de hazırlayıp sunduğu Teleskop adlı programın ilkinde, 14 Şubat 1982’de, Kozmik’i, “yıldızımız” olarak tanıtıp, Gökkuşağı’ndan bir bölüm izleterek halleder.
Kozmik Beyhan ilk meşruluk sicilini almış, adı, devletin derin belleğine, İngiliz meşruluğunda ortodoks karşıtı olarak yazılmıştır. Artık Londra’ya dönebilir. Bu kadarından fazlasına şimdilik olanak yoktur. Çağrılacağı zamanı beklemelidir.
Bu programın yayımından 10 gün sonra, 24 Şubat 1982’de, İngilizlere yönelik, simgesel yönü ve mesajı güçlü bir adıma daha tanık olunur: Ninette de Valois’ya, Atatürk’ün 100. doğum yılı anısına, Londra Büyükelçiliği’nde düzenlenen bir törenle plaket verilir. Balenin ilk “devlet sanatçısı” Meriç Sümen, devlet adına kıymetli bir de küçük halı/seccade hediye edecektir. Törene Nureyev’in katılımının sağlanması, medyatik kaygının yanı sıra, siyasal anlam da taşımaktadır.
Bu arada, piyasa kurdu yapımcı İzzet Öz’ün, 1976’dan itibaren TRT için hazırladığı pop müzik programlarının içine modern dans koreografileri yerleştirip İDOB dansçılarını ekrana taşıması, 12 Eylül’den sonra daha büyük bir ivme kazanır. Modern dansa yönelik PR çalışmasının dozu giderek artacaktır. Bu yolla, modern dans ile popüler kültür ilişkilenirken, Devlet Balesi’nin “yüksek sanat” niteliğine de su sızmaya başlar. Diskovizyon (1976), Bir Yaz Gecesi (1976-1978), Metronom (1977) adlı pop müzik programlarının vazgeçilmez koreografı Sait Sökmen’dir. Sihirli Lamba (1978-1979)’dan itibaren, bu türden programlarda, 1979’da İstanbul’a taşınmış olan Aysun Aslan da boy göstermeye başlar. Yukarıda sözü edilen Teleskop (1982-1983) programında İzzet Öz, Aysun Aslan’ı özellikle gündemde tutmaya önem verecektir. Serinin zirvesi ise Süpervizyon (1986-1988) adlı program olacaktır. Aysun Aslan’ın, Sait Sökmen’in tersine, Devlet Balesi bünyesinde bulunuyor oluşuna dikkat çekmeli; DOB’a ve temsil ettiği “yüksek sanat” anlayışına karşı, modern dans yoluyla popüler kültürü şırınga ederek, liberal piyasacılığı kurum içi meşrulaştırma işlevinde Aysun Aslan kilit isim olacak, İzzet Öz ile işbirliği birkaç yıl içinde çok daha büyük boyutlara taşınacaktır.
Anti-Sovyetik kültür aparatları: Caz ve alaturka müzik
12 Eylül rejimi ideolojik amaçları gereği modern dansın önünü açmaya çalışırken, anti-Sovyetik kültür aparatlarından ikisine özellikle önem verir: Alaturka müzik ve caz. Konumuz bu ikisi olmadığı için, modern dans ile koşutluklarına işaret etmek amacıyla, çok kısaca birkaç veriyi sıralayalım.
Her holding gibi, İstanbul Festivali ve İKSV’nin motoru olan Eczacıbaşı Holding de bütünüyle siyaset içi bir yapıdır. İKSV ve İstanbul Festivali’nin gerçek, eleştirel bir tarihi henüz yazılmadığı için, başta Nejat Eczacıbaşı ve Aydın Gün olmak üzere, etkinliğin kendi ve düzenleyicileri hâlâ şehir efsaneleriyle donatılmış anlatıların konusu. Oysa gerçekler çok başkadır; hem sanatsal, hem de akçeli işler açısından. Şu kadarını söylemekle yetinelim: İstanbul Festivali ile devletin siyasal yönelimleri arasında her zaman doğru orantılı bir ilişki vardır ve 12 Eylül bunun istisnası değildir.
Bakın, nasıl:
1981’de yapılan 9. İstanbul Festivali’ne ilk kez üç caz topluluğu birden davet edilir:
“Uluslararası 9. İstanbul Festivali, geçen yıllara kıyasla hayli farklı olarak Caz müziği türüne de önem verdi. Amerika’nın ünlü caz şarkıcılarından Joe Lee Wilson ve Joy of Jazz adlı grubu, İngiltere’nin büyük caz topluluklarından National Youth Jazz Orchestra ve Amerika’nın tanınmış caz orkestralarından American Ambassadors Big Band…” (Selmi Andak, Cumhuriyet, 13 Temmuz 1981)
American Ambassadors Big Band’ın Amerikan Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın resmi orkestrası olduğunu belirtelim.
Ardından, ülkedeki ilk caz festivali, Uluslararası I. İstanbul Caz Festivali adıyla 18-30 Mayıs 1982’de yapılır. İlginç ve çok anlamlı olan, düzenleyen kurumun klasik müzik ve opera-baleyi desteklemek amacıyla kurulmuş ve yıllardır bu yönde çalışan İstanbul Filarmoni Derneği oluşudur. Üstelik Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı’nın da desteği söz konusudur. 12 Eylül’e kadar caz, gerek klasik konservatuar, gerekse çoksesli müzik sahnesinde, yani, Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” kavram ve kurumlarında “meşru” kabul edilmezken, burada verilen mesaj, artık bu ortodoks yaklaşımın “revize” edilme zamanının geldiği yönündedir.
Aynı yıl, TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası kurulur.
1983’te, Demirel’in II. MC Hükümeti’nin Kültür Bakanı (21 Temmuz 1977- 5 Ocak 1978), 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezcilerinden muhafazakâr Avni Akyol, İKSV’nin genel koordinatörlüğüne getirilir. Festival programını hazırlayan Aydın Gün’ün üzerinde bir konuma yerleştirilir.
1984’te, 12. İstanbul Festivali’nde, cazın nitelik olarak bir gömlek yukarı çıktığı gözlemlenir: Chick Corea, Steve Kuyala, Gayle Moran üçlüsü.
1985’te, 13. Festival’de, İKSV’nin dans danışmanı Geyvan McMillen’ın önerisiyle, modern dansın efsane ismi Merce Cunningham ve deneysel müziğin ağır topu John Cage’in birlikte sergileyecekleri performans programa alınır.
Geyvan McMillen’ın aynı yıl oluşturduğu modern dans topluluğu, ilk gösterisini mayıs ayında Yıldız Teknik Üniversitesi avlusunda gerçekleştirecektir. McMillen bu sırada, 1987’de geri döneceği Devlet Balesi’nden ayrılmıştır.
1985’te BİLSAK Caz Festivali başlar. 1989’a kadar sürecektir. Cazın, ilerici kesimlere, “sol” içerik ve estetiğe dayalı bir müzik türü olarak pazarlanmasında işlevsel bir rol oynayacaktır.
1986 önemli bir yıldır. Sovyetler Birliği’nde 1985’te resmen duyurulan geri çekilme sürecinin (Glasnost ve Perestroyka) ilk sonuçlarının ortaya çıkmaya başladığı yıl. Ortodoks kültür eksenindeki esneme, liberal estetik alanlarının etkinliğini hissedilir ölçüde arttırmaya başlamıştır.
1986’daki 14. İstanbul Festivali, caz konusunda ciddi bir sıçrama yapar:
“İstanbul Festivali ilk kez bu denli cazlı geçecek. Festivale bugüne dek cazcılar, hem de çok önemli cazcılar geldi, gelmedi değil, ama bu yılın açıklanan adları başlı başına bir caz şenliği oluşturacak sanatçılar. Oscar Peterson Üçlüsü, Keith Jarreth Üçlüsü, John McLaughlin ve Mahavishnu Orkestrası, Dirty Dozen Topluluğu…” (Sadettin Davran, Cumhuriyet, 6 Haziran 1986)
Festival programına ilk kez 6 caz konseri girer. Oysa ilk on yılda (1973-1982) toplam caz konseri sayısı yalnızca 15’tir. 12 Eylül’e kadar ise yalnızca 9. 1994’te ayrı bir festivale dönüşecek olan caz, 1986’dan itibaren festival içinde ayrı bir bölüm olma konseptine oturacaktır.
İlk on yılda, caz ve modern dans ile ilgili sayının 15 olarak eşitlik göstermesi de, aralarındaki ilişki açısından anlamlı sayılmalı.
Aynı festivalde yer alan Ballet Jazz de Paris topluluğu, doğrudan caz müziği üzerine modern dans koreografileriyle dans etmektedir.
Yine 1986’da, İzzet Öz, TRT’deki Süpervizyon (23 Ekim 1986-8 Mart 1988) adlı pop müzik programında, modern dansa yönelik PR etkinliğini en yüksek noktaya taşır. Ağırlıklı olarak Aysun Aslan’ın koreografilerinin yer aldığı programa, Sait Sökmen dışında, bu kez Geyvan McMillen da dahil olacaktır.
Yine 1986; bu kez Ankara. Geyvan McMillen’ın gidişi ve Duygu Aykal’ın hastalığı sonucu zayıflamış olan modern dans hareketliliği yeni bir ivme arayışında; Devlet Balesi’nden 5 koreograf, 17 Mart’ta, tek perdelik modern dans koreografilerinin toplu sunumunu yaparlar.
Yine 1986’da, Amerikalıların kurmuş olduğu iki üniversitede, ODTÜ ve Boğaziçi’nde, modern dans toplulukları kurulur. ODTÜ Endüstri Tasarım Bölümü öğrencisi Handan Ergiydiren, ODTÜ Çağdaş Dans Topluluğu adıyla bir grup oluşumuna önderlik eder. Destek verenler arasında DOB dansçıları Binnaz Aydan (Dorkip), İhsan Bengier gibi isimler vardır. İlerleyen yıllarda Ankara MDT ile yakın ilişkiler içinde olacak topluluk, 1999’da ülkenin ilk Çağdaş Sanat Festivali’nin ODTÜ’de düzenlenecek olmasının da altyapısındadır.
Boğaziçi Üniversitesi ise Geyvan McMillen’a stüdyo tahsis edip, dans tarihi dersi vermesini de önererek, ilgili öğrenciler ile modern dans çalışmasına elverişli ortam hazırlar. Bu öğrencilerden biri olan Zeynep Günsur, o yıl, Boğaziçi Üniversitesi Modern Dans Kulübü’nün kurulmasına önayak olacaktır.
Alaturka müzik konusu çok daha kapsamlı. Ayrı bir yazıda ele alacağız. Ama kısaca: 12 Eylül ve getirdiği liberal rejimin kültürel altyapısını Türk-İslam Sentezi adlı muhafazakâr bir yaklaşım oluşturur. Alaturka müziğin “milli” müziğimiz olduğu savını savaş atı yapan sağ kesimin en büyük hedefi, 1926’da milli eğitim müfredatından çıkarılmış olan alaturkanın, ilk ve orta öğretim müzik müfredatına alınmasıdır. Kenan Evren’in özel desteğiyle, yine 1986’da, ortaokul müzik dersi öğretim programına Cumhuriyet tarihinde ilk kez alaturka girer: Rast, Uşşak ve Mahur makamları ile usul kavramı ve Türk müziği aralıkları. Yine ilk kez, Batı müziği ile alaturkanın birlikte öğretilme zorunluluğunun, “milli birlik ve bütünlük” gereği olduğu ifade edilmektedir. Ve yine ilk kez adları da verilmek suretiyle, makamlara yer açılmaktadır.
Bir yıl sonra, 1987’de, devlet sanatçılığı ilk kez alaturkadan bir isme de, Nevzat Atlığ’a verilir. Hedefin “yüksek sanat” olduğu açıktır. Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” tanımı ve eğitim anlayışının tarihsel ve pratik içeriğinden yukarıda söz ettik; tekrarlamayalım. Listede Nevzat Atlığ’ın yanı sıra, tiyatrodan, Osmanlı İmparatorluğu doğumlu iki alaylı ismin, Bedia Muvahhit ve Vasfi Rıza Zobu’nun da yer almaları, ADK özelinde temsil edilen anlayışa yönelik simgesel bir eleştiri hamlesidir.
Bir dönüm noktası: 1989 Berlin Duvarı
1989 yılına gelindiğinde, Sovyetler’in ortodoks kültür normlarını koruma iradesinin artık gündemden bütünüyle düşmüş olması nedeniyle, neoliberal saldırının çok daha güçlü ve kapsayıcı bir hal alacağı öngörülmektedir.
1989 Kasım’ında Berlin Duvarı’nın tarihe karışması, neoliberal şiddetin önündeki son engeli de kaldırır. 1991’de de Sovyetler Birliği hukuksal hükmünü yitirecektir.
Artık yalnızca piyasa, kâr, holdingler, popüler kültür ve fusion’dan oluşan bir değerler bütünü vardır. “Laik Cumhuriyet”, “yüksek sanat”, “kamu kurumu, kültürü ve hizmeti” gibi kavram ve anlam alanları hızla törpülenecek, 90’lar, Türkiye’de liberalizmin tarihsel son durağı İslamcılığın kuluçka yılları olacaktır.
İşte, 1989 ile Ankara-MDT’nin kuruluş tarihi olan 1992 arasındaki bu kısa geçiş döneminde, modern dansta, yaşanan tarihsel süreç ile uyumlu gelişmeler izlenir:
1) Geyvan McMillen’ın öğrencilerinden Aysun Aslan, İDOB dansçılarıyla, kurum dışında profesyonel bir modern dans topluluğu kurar: Türkuaz Modern Dans Topluluğu (Türkuaz Modern Dance Company). Siemens firmasının sponsorluğundaki topluluk 1993’e kadar ayakta kalacaktır. İzzet Öz, topluluğun genel koordinatörü olur. Aysun Aslan modern dans ile piyasa ilişkisini sonuna kadar götürüp, reklam filmleri, diziler, defileler, menajerlik hizmeti gibi alanlara yönelerek, liberal ve popülist kültür/etkinlik unsurlarını DOB’a taşıyan ilk isimlerden olur. Bu çabası 2010 yılında Londra’ya yerleşene kadar sürecektir. İslamcı yıllarda, eşi Özkan Uğur’un üyesi olduğu MFÖ’nün Cerrahi Tarikatı ve Saray ile ilişkileri ise kimse için sır değildir.
MFÖ’ye 2019 Saray ödülü. Onlar için daha büyük gurur ne olabilirdi ki…2)Geyvan McMillen 1990’da İDOB başkoreograflığına getirilir. 1993’e kadar bu görevde kalacaktır.
3) 23 Haziran 1990’da, Duygu Aykal’ın anısına düzenlenen “1. Türk Koreograflar Şöleni” gerçekleştirilir. Bir ilktir. 8 modern dansçıyı bir araya getiren etkinliği, 1990’da yeniden kurduğu Çağdaş Bale Topluluğu’nun başındaki Cem Ertekin düzenlemiştir. Aynı yıl, Çağdaş Bale Topluluğu’nun belgesel tarihini ele alan bir de kitap yayımlar. Ertekin kurum dışındandır.
4) 1990’da, İngiliz koreograf Richard Alston ve topluluğu -Rambert Dans Topluluğu- davet üzerine Ankara’ya gelir. Bizim modern dansçılar ile tanışır. Atölye tarzı çalışmalar yapılır.
5) 1992’de, ülkede ilk kez bir konservatuarda, MSGSÜ İstanbul Devlet Konservatuarı’nda, modern dans eğitimi programa alınır.
6) 1988 yılında DOB Genel Müdürü yapılan Erol Gömürgen, Özal ailesine yakın bir isimdir. Başbakan Özal’ın isteği ve Cumhurbaşkanı Evren’in desteği ile o koltuğa oturtulmasının asıl nedeni, DOB’un Türk-İslam Sentezi eksenine yerleştirilmesi ve Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” kurumu niteliğinin “revize” edilmeye başlanmasına elverişli bir ortam hazırlayarak, bu yöndeki ilk adımları atmayı kabul etmiş olmasıdır. Nitekim basına “Davullu bale olayı” olarak yansıyacak bu girişimin içeriği, “milli adımlı” bale yaratmaktır. İslamcıların “yerli ve milli” düsturlarının cenin hali. Ortaya çıkarılmasını istediği model, daha sonra Anadolu Ateşi adıyla ünlenecek olan biçimdir. DOB gibi bir yüksek sanat kurumunda konuşulmasının dahi meşru olamayacağı bu siyasal girişime, kurum dansçılarının sert tepkisi üzerine, proje, 1990 Aralık sonunda rafa kaldırılır.
Gömürgen’in diğer bir herzesi ise “opera balesi”dir. Bale kadrosunun bir kısmını, opera temsillerinin dans bölümlerini üstlenmeleri amacıyla, kalıcı biçimde yapılandırmayı önerir. Akla, ister istemez, Sait Sökmen’in yıllar önce ilk modern dans kumpanyası girişimini tiyatro sahnesi (DT) ile ilişkilendirmesi gelir.
Her iki girişimin de amacı, klasik bale mayasıyla kurulmuş olan Devlet Balesi’nin ortodoks menteşelerini gevşetmektir. Utangaç ve dolaylı biçimde, kurum içi yapılanmış bir modern dans alanı arayışı… Gömürgen’in bale konusundaki cehaleti, “modern dans” için çadırı, stilize folklor ile gevşetilmiş klasik bale arasında bir yerlere kurma çabasına yol açmıştır.
“Milli çağdaş folklorik bale”, “Türk adımlı bale” olarak pazarlamaya kalkıp, 1990 Mayıs’ında Sonya Arslan’ı işe koştuğu bu “davullu bale” için, Arslan, “Ben, modernin, modernin moderniyim… Eğer başarabilirsem amacım, halk danslarından modern dansı çıkarmak” diyecektir. (Cumhuriyet, 28 Aralık 1990)
Dönemin başkoreografı Binnaz Aydan (Dorkip), Gömürgen’e, her iki modelin de sorunlu olup, uygulanabilir nitelik taşımadığını, yapılması gerekenin doğrudan bir modern dans topluluğu yapılanması olduğunu söyleyince, Gömürgen vizeyi vermekte hiç nazlanmaz. Yeter ki, siyasal otoritenin arzuladığı yerine gelsin, klasik bale DNA’sına su kaçırılsın. Üzerinden yük kalkmış, “davullu bale” ve “opera balesi”nin tersine, talep bizzat kurum dansçılarından gelmiştir.
7) Yine 1992’de, Ankara’da, DOB bünyesinde oluşturulmasına karar verilen Modern Dans Topluluğu’nu kurup yönetmesi için Kozmik Beyhan Londra’dan çağırılır.
Bu arada, 1989 yazından itibaren Bilkent’te kısa süreli yaz kursu biçiminde caz seminerleri başlar. 18 Şubat 1991’de ise lisans düzeyinde eğitime geçilecektir. İlk kez bir konservatuarda caz eğitimi veriliyordur. Bunun 12 Eylül’ün ilk özel üniversitesinde, Doğramacı’nın mülkünde olması şaşırtıcı sayılır mı? Daha çarpıcı olanı ise, bölümün kurucusunun Polonyalı caz piyanisti Januzs Szprot oluşudur. Cazın, Polonya’da, Sovyetlere karşı “özgürleşme kıvılcımlarından biri” olduğunu özellikle vurgulayan Szprot, “Caz, pop ve klasik müziği birbirinden ayıramazsınız” düşüncesindedir. Tam bir fusion militanıdır. Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları’nın başında olan Ersin Onay’ın caz sevdası daha da patolojiktir: “Caz eğitimi [bizde], klasik müzikte kompozisyon alanında yaşanan kısırlığın aşılmasına yardımcı olacak.” (Cumhuriyet, 27 Aralık 1990)
1991’de Akbank Caz Festivali, 1994’te ise İKSV’nin İstanbul Caz Festivali devreye alınacaktır.
Modern dansın Devlet Balesi bünyesinde kurumsal kimlik kazanma zamanı gelmiştir.
Tavuk kümesindeki tilki: Kozmik Beyhan
Genel Müdür Gömürgen’in kurulmasını desteklediği modern dans topluluğu ile ilgili düzenlenen toplantıya, Geyvan McMillen, Sunal çifti, başkoreograf Binnaz Aydan (Dorkip), başöğretmen Rengin Taş çağrılırlar. Sunal çiftinin de projeyi desteklemesi üzerine, hazırlıklar başlar. Binnaz Aydan (Dorkip), Yasemin Altıoklar (Erkan), Salima Sökmen, Fahrettin Güven ve Nurdan Menemencioğlu (Sinkil) görevlendirilirler. Hiç kimse böyle bir yapılanmanın DOB bünyesinde yer alamayacağını, modern dansın “yüksek sanat” olmadığını, kullandığı müziğin baskın biçimde Laik Cumhuriyet’in “müzik devrimi” yaklaşımının dışında kaldığını, kurulacak topluluğun Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı bağımsız bir grup olması gerektiğini söylememiştir. Kurucu ve dansçıların Devlet Balesi içinden gelecek olmaları, hemen herkes için yeterli güvence sayılmıştır.
O sırada, DOB bünyesinde oluşturulacak bu modern dans topluluğunun başına geçebilecek en meşru ismin Geyvan McMillen olduğu konusunda pek bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Eğitimi, deneyimi ve ilişki ağı açısından en uygunu odur. Eşinin İngiliz oluşu, İngiliz diplomatik çevre ile yakınlığı, eğitimci yönü onu doğal tek aday yapmaktadır. Olası diğer isimlerin büyük çoğunluğu zaten onun öğrencileridir.
Hazırlık çalışmaları devam ederken, durumdan haberdar olan ve artık İngiltere’de ne uzar ne kısalır konumda bulunan Kozmik Beyhan, Londra’dan CV’sini gönderip, projede yer almak istediğini belirtir. İncelenen CV, tamamı ADK çıkışlı olan ekibin gözünde epey cılızdır; dikkate alınmaz. Bizzat kendisi gelir; “Bakarız” diyerek sallarlar.
Bu arada, erken genel seçimlere gidilmiş (20 Ekim 1991) ve 12 Eylül’ün sivil ayağını temsil eden ANAP, patlama noktasına gelmiş olan toplumsal muhalefetin rüzgârıyla seçimleri kaybetmiştir. 20 Kasım’da DYP-SHP koalisyon hükümeti kurulur. Yeni kültür bakanı SHP’li Fikri Sağlar olacaktır. ANAP ile birlikte Gömürgen’in de gitme vakti gelmiştir. Yerine Şeyh Rengim Gökmen getirilir.
Şeyh’i çok yazdık. Çok az insan Laik Cumhuriyet’in opera ve bale kurumuna onun kadar zarar vermiştir. DOB bugün İslamcıların kafesinde perişan halde ise, 1992’den bu yana geçen sürenin neredeyse üçte birinde genel müdürlük yapan bu kişinin arsız ve sınırsız işbirlikçiliğinin bunda payı büyüktür. Kozmik Beyhan olayı, onun, niteliğine bakmaksızın, yalnızca baskın siyasal rüzgârlar yönünde hareket etme ilkesizliğinin yeni bir kanıtı, DOB’a karşı ise ilk büyük ihaneti olacaktır.
Şeyh’in klasik bale dışı alana sarkışı, henüz genel müdürlük koltuğuna oturtulmadan kısa süre önce, 1990’ın yaz başındadır. Genel Müdür Erol Gömürgen’den “davullu bale” emrini yeni almış olan Sonya Arslan, “Milli çağdaş folklorik bale” ya da “Türk adımlı bale”den modern dans türü bir şeyler çıkarmak peşindedir. Hemen Rengim Gökmen’e koşar. Gökmen, pek takdir ettiği Özal’ın Türk-İslam Sentezi kültür ekseninin kalıcılığına ve yüksek makamlarda oturanların huyuna gitmenin, düşlediği kariyere ulaşmakta tek yol olduğuna yönelik güçlü inancı nedeniyle, Arslan’a koşulsuz destek verir. O kadar ki, “davullu bale”nin “senaryosu”nu, Özal’ın sıkı destekçilerinden liboş Çetin Altan’a önermekte karar kılarlar (Cumhuriyet, 28 Aralık 1990). Doğal olarak, PR’ını da. Proje gümleyip, ardından da Özal’ın ANAP’ı seçimleri kaybedince, Şeyh, muhalefete yaranmak babından, “Neydi o davullu bale saçmalığı! Bırak Allah aşkına!” ayaklarına yatmakta tereddüt etmeyecektir.
Genel müdürlük koltuğuna oturtulur oturtulmaz (1992), başkoreograf Binnaz Aydan (Dorkip)’e, Beyhan Murphy’nin MDT’nin başına getirildiği, kendisinin de başkoreograflıktan alındığına dair resmi bir yazı gönderir.
Büyük bir şok yaşanır; Geyvan McMillen’a öneri dahi götürülmemiş, kurum dışından, ADK dışından, dahası, bale dışından biri ilk kez bir topluluk kurmak üzere görevlendirilmiştir. Üstelik 1309 sayılı DOB yasasının 8. maddesi kapsamında koreograf kadrosuyla kuruma katakulliden dahil edilerek. Yasal açıdan olanağı yoktur çünkü söz konusu madde bale sanatı ile ilgilidir:
“md.8 : Devlet Opera ve Balesinde Devlet Konservatuvarı mezunları dışından da sanatkâr istihdam edilebilir…Memleketin, opera ve bale sahne hayatında öteden beri yüksek başarı ile tanınmış olanlar, teknik kurul kararı ile sınavsız olarak alınabilirler.”
Aysun Aslan ve Beyhan Murphy. Aynı dava, aynı amaç. Biri içeriden, biri dışarıdan.Kozmik Beyhan bale sanatı ile değil, modern dans ile ilişkili biridir. Modern dans ne baledir, ne de onun evrimleşmiş halidir. Dahası, klasik baleye karşı bir isyandır. Koreograflık niteliğine gelince; bir okul diploması dahi bulunmayan, 11 yıl önce İstanbul AKM’de sahnelenmiş küçük bir numuneden (Gökkuşağı) başka, İngiltere’de yaptıklarını görenin olmadığı, dolayısıyla, “memleketin bale hayatında öteden beri yüksek başarı” ile tanınmayan birinin koreograflığına kefil olabilecek otorite kimdir?
Elbette Aysun Aslan’dır.
Şaka mı?
Hayır. Şeyh Rengim Gökmen Aysun Aslan’ı çağırır ve fikrini sorar. Liberal Aysun can-ı gönülden onaylar. Bunun üzerine, Şeyh, Mayıs 1992’de Londra’ya telefon edip, Kozmik’i davet eder.
Yani, Kozmik Beyhan’ı DOB’un başına ören Aysun Aslan mı?
Yok, o kadar değil. Liberal Aysun zehirli pastanın yalnızca mumu. Kozmik’e, siyasal görüş, inanç dünyası, işletmecilik/tüccarlık ve hırs açılarından en çok benzeyen, o sırada odur. Ama temel belirleyen, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz tarihsel dönemin dayattığı siyasal gerçekliktir.
Kozmik Beyhan’ın şansı: Neoliberal gerçeklik
Yani?
1) Sovyetler sonrası neoliberal dönem resmiyet kazanmış; İngilizlerle barışma ivmesine hız vermek gerek. Nitekim Kozmik’in DOB’a alındığı yıl, Ankara’da 1965-1969 arasında başkoreograflık yapmış olan İngiliz Richard Glasstone, yeniden başkoreograf yapılmak üzere çağırılır. Sunal’ların Ankara koltuğunu kaptırmak istememeleri üzerine İstanbul’a başkoreograf yapılır (1992-1995). Kozmik’in eşi dahil her şeyi İngiliz. Türkçe konuşurken sözcük ve deyimlerin yarısını İngilizce söylemeye özen gösteriyor. Çok uygun değil mi?
Türkiye’ye gelip devlet memuru olduktan sekiz yıl sonra bile, 2000’de, MDT’nin Londra turnesi ile ilgili konuşurken, kendisi için Londra’ya gelişi, “yurda dönüş falan gibi bir şey oluyor” biçiminde değerlendirebiliyor. (Dans, Daima, s.246)
Tamam da, Geyvan McMillen’ın da eşi İngiliz. Üstelik hem Ankara, hem İstanbul piyasasında tanınmış biri. Ayrıca, o da Londra’da okumuş.
Eyvallah. Ama Geyvan McMillen İngiltere piyasasında iş yapmamış ki. Bize koyu İngiliz gerek.
İyi de, Kozmik’in yaptığı işlerin niteliği…
Yahu, kime ne niteliğinden!! Siyasi karar; İngiltere ile organik bağı olan biri bulunacak; güçlü mesaj verilecek. 1947’deki gibi; 12 Eylül’den sonra Kozmik’in AKM’ye çıkarılması gibi…
2) Neoliberal dönem, Laik Cumhuriyet’in kültürel temellerini de tartışmaya açmak zorunda olduğundan, “yüksek sanat” kavramı ve kurumlarının işleyiş ve yapılarına yönelik liberal müdahalelere gerek olacak. Yani, “kamu kurumu”, “kamu hizmeti”, “kamu kültürü” gibi düşünce ve eylem koordinatlarına bütünüyle uzak biri bulunmalı.
Geyvan McMillen niye olmuyor?
Kadın 10 yaşından beri kamu kurumlarında. Önce ADK, ardından DOB. Devlet üniversitelerinde eğitimcilik. Kurduğu en baba modern dans topluluğu bile İBB bünyesinde. Kamuya yönelik alerjisi yok ki. Ayrıca, tüccarlığı zayıf, girişimciliği pısırık… Kozmik öyle mi ya! Tek bir gün kamu kurumunda çalışmamış. “Kamu hizmeti” kavramının ne olduğuna sözlükten bakıyor. “Kamu”dan hiç hazzetmiyor. Tuttuğunu koparan, cevval tüccar. Birinci sınıf işletmeci. Kamunun bürokrasisine falan kulak asmaz. Onun gözünde modern dans, İngiltere’de olduğu gibi, özel sektör, sponsor, piyasa, proje demek; sahnenin değil, salonun dolu olması gerek. O kadar..!
Toptancı halinden değil, Devlet Balesi’nden söz ediyoruz, değil mi?
Tamam işte; neoliberal dönemde toptancı halindeymişsin gibi düşünüp yöneteceksin.
Devlet kurumunda bunu yapabilmen için arkanın çok sağlam olması gerek. Yoksa kolunu, bacağını dişlilere kaptırırsın.
Doğru. Kozmik’in seçilme nedenlerinden biri de bu zaten.
İngilizcilik, liberallik arkanın çok sağlam olması için yeterli mi?
Hayır. Dincilik de gerek.
3) Neoliberal dönemin en önemli özelliklerinden biri, büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin ayakta tuttuğu maddeci (materyalist) dünya görüşüne karşı, farklı ölçek ve biçimlerde dinsel inanç alanlarının yaygınlaştırılmasıdır. Bunlara topluca “kozmik inançlar” denebilir: Uzak Doğu dinselliğinden/felsefelerinden etkilenen New Age inançlardan, bizdeki gibi her türden tarikat ve cemaatlere kadar… İşte, ayağının biri New Age, diğeri tarikat dünyasında olan biri gerek. Anlayacağın, Doğu-Batı sentezinin neoliberal biçimi.
Tarikatı anladık da, “New Age inanç” tam olarak ne oluyor?
Uzun hikâye. Çok kısaca anlatayım; yoksa bu yazı bitmeyecek!
Batı toplumlarının tarihsel evrimi, kamu yönetimini dinsel kurallara oturtmayı, yani, şeriatı olanaklı kılmadığı için, maddeci dünya görüşüne karşı, sentetik spritüalist görüşler ortaya atılmıştır. Bizdeki karşılığının genel adı “ruhçuluk”tur. Çoğunluğu Hindistan ve Uzak Doğu coğrafyasının dinsel inançları (Brahmanizm, Budizm, Konfüçyanizm, Taoizm vb.) ile eklektik biçimde yan yana getirilmiş Hristiyanlık, Yahudilik ve İslam motiflerine dayalı bu yapılanmalardan bazıları epey tanınmış olup, “ünlüler tarikatı” olarak da bilinir: Moon, Scientology, Solar Temple (Güneş Tapınağı) vb. 90’lardan itibaren hızla yaygınlaşacak olan, yoga, şakra, üçüncü göz, enerji, medyumluk, reenkarnasyon/bedenlenme, meditasyon, kanallaşmak, vejetaryenlik, ekoloji, karma, Nirvana gibi başvuru kavramları bu hareketin düşünsel aparatlarıdır. Akılcılık ve bilimin yetersizliğini savunurlar; insanlar ve yeryüzü mistik bir bütünün parçalarıymış; bunu unutup, maddeci dünya görüşünün peşine düştüğümüz için, başımız beladan kurtulmuyormuş; çözüm, kozmik bütünün parçası olduğumuzu kabullenmekmiş; o zaman içimizdeki kozmik enerji devreye girecek, yaşam kalitemiz yükselecekmiş filan.
Onlara göre, insanın içinde var olan “kozmik enerji”yi harekete geçiren unsurlardan biri de “dans” imiş. Özgürce, kurallara boğulmadan, içinden geldiği gibi… Yani, modern dans. Ayrıca, dans ibadetmiş de.
Mevlevilikte huşu, ibadet; geçti modern dansa yüksek keramet.New Age’in amacı, “dünya ve insanların birliği”, yani, “dünya devleti” kurmak. Tek din, tek devlet, tek düzen. Hareketin merkezi bir yapısı yok ama, İngiltere’de her yıl ortak bir festival düzenliyorlar.
İlk biçimleri 1960’larda ABD’de görülen bu yapılanmalar, Avrupa’ya geldiğinde hippi hareketine de düşünsel temel hazırlarlar. Batı’nın 68 kuşağının başta Maocular olmak üzere, anti-Sovyetik bir kesiminin, 70’lerde Hindistan ve Çin’e gidip, bu felsefelerden etkilendikleri biliniyor. 90’lardan itibaren postmodernizmin düşünsel altyapısını oluşturup, fiyakalı New Age namını aldılar.
Bu inançlar ne tür insanlara ya da kesimlere çekici geliyor?
Yaşamları gereği tek Tanrılı dinlerin zorlayıcı hükümlerine, yani, şeri kurallara uzak olan, ama laikliğin maddeci açılım riskini göze alıp da, fazla muhalif görünmek istemeyenlere. Sanatçı tayfasına pek uygun; epey üye devşirildi.
Bizde, bu türün ilk örneği, Bedri Ruhselman’ın ruhçuluk hareketidir. İlk medyumu kimdir, bilir misiniz? Türk Müziği (alaturka) konservatuarlarının eğitim programının dayandığı müzik kuramının oluşturucusu, alaturkacı müzikolog Hüseyin Sadettin Arel. 1960’ların ortasından itibaren, bu hareketin yeni lideri Refet Kayserilioğlu’nun kurduğu Beyti Dost Tarikatı, 60’ların sonunda, İstanbul Operası’na tenor Erol Uras üzerinden musallat olmuştur. Ülkede toplumsal muhalefetin yükseldiği, ilk yerli modern dans ürünümüzün (Çark) ortaya çıktığı dönem. Erol Uras’ın alaturka müzik çıkışlı olup, öldüğü güne kadar bu müziğin “milli” olduğunu savladığını da anımsatalım.
Toplumsal muhalefetin kasıp kavurduğu o 1968 yılında, liderliğini Vedia Bülent Çorak’ın yaptığı diğer bir ruhçu akım zuhur eder: Mevlana Yüce Tarikatı. Etkin duruma gelişi 12 Eylül’den sonra gerçekleşecek olan tarikatın kurucusu Bülent Hanım, Mevlana’nın “reenkarnesi” olduğunu, yani, Mevlana’nın onun bedeninde yeniden dünyaya geldiğini öne sürmekte, tasavvuf deyip, başka bir şey dememektedir. Böylece, tasavvuf ile liberal New Age inançların geçişkenliği sağlanmış olur.
Peki, neden ille Mevlana?
Hani, “dünya ve insanların birliği” kurulacak ya, Mevlana da insanlar arasında “din, dil, cins, ırk” ayrımı gözetmiyor ya, işte o nedenle. Tabii, bir de, tasavvufun, insan ile Tanrı arasında kurduğu bütünsellik ilişkisinin, New Age’cilerin “kozmik bütünsellik” anlayışlarına pek uygun düşmesi var; insan Tanrı’dan bir ışıktır. Ölümsüz olan ruh, defalarca dünyaya gelip gittikten sonra Tanrı olacaktır. Bildiğiniz Vahdet-i Vücut antrenmanı. Dans ile kozmik enerji ilişkisi, dansın ibadet boyutu, Mevlevi “sema”ını epey sempatik ve ayrıcalıklı kılıyor. Modern dansın “sema-derviş-ney” tutkusuna işlevsel altyapı oluyor.
Nedense, Bülent Hanım ilk kozmik mesajını 12 Eylül’ün en vahşi döneminde, 1981 Kasım’ında alacaktır. Bizim Kozmik’in AKM’de Gökkuşağı’nı sahneleme hazırlıklarını sürdürdüğü sırada. Son mesajı da, Yeltsin’in Ekim ayındaki meclis darbesinin ardından, Sovyetler Birliği’nin geri dönmeyeceğinin kesinleşmesinden bir ay sonra, Kasım 1993’te. Bu mesajları toplar ve Bilgi Kitabı adlı yayını hazırlar. Kitap, Tevrat, Zebur, İncil, Kuran ve Uzak Doğu felsefelerini bir araya getirir. Musa, İsa, Muhammet Mustafa ve Mustafa Kemal temel göndermelerdir. Mustafa Kemal referansı önemli; kentli, okumuş yazmış, sanatçı/ünlü kesimlere yönelik olduğundan, çağdaşlık görüntüsü şart. Tabii, Kuran ayetlerine göndermeler de yapıyor. Tespihin insanı özel bir meditasyona hazırladığını söylüyor. Mevlana, Yunus Emre, Atatürk’e bayılıyor ama, kitabında bolca Osmanlıca kullanmaktan da geri kalmıyor. Tam postmodern.
Bilgi Kitabı 1996’da Türkçe ve İngilizce yayımlanır. 2014’e kadar 11 dile çevrilecektir.
Aynı yıl (1993), saygıdeğer Bülent Hanım resmen, “Dünya Kardeşlik Birliği Evrensel Birleşim Merkezi” adlı derneği ve “Dünya Kardeşlik Birliği Mevlana Yüce Vakfı”nı kurar. 1993, MDT’nin sahne etkinliklerine başladığı yıldır.
“Kozmik bütünsellik ve enerji” diye bir şey var, demedik mi?
Abartma! Tesadüftür. Kozmik Beyhan, Kozmik Bülent’i nereden tanıyabilir ki?
Bilmem. Kendisine sor. Onun elinden “Dünya Kardeşlik Birliği” ödülü aldı. O ana kadarki hizmetleri için.
Ülkedeki bazı büyük kentlerin yanı sıra, en çok üyeye İsrail’de sahip olmak üzere (300 kadar), Almanya, İngiltere ve ABD’de etkin.
Kozmik Beyhan’da da var olan İsrail tutkusuna birazdan geleceğiz.
Bülent Hanım’ın kozmik radarları o kadar iyi çalışıyor ki, bütün önemli siyasal dönüm noktalarını rahatlıkla yakalayabiliyor: 68 muhalefeti, 12 Eylül, Sovyetler’in geri çekilişi, Ergenekon...
Ergenekon mu?
İkinci kitabı Işık’ı, 2007’de, Ergenekon’un başladığı yıl çıkarıyor da.
Neoliberal fusion’cuları mest edecek harika başka fikirleri de var; paso hedonist: Tanrı’nın hiçbir zaman günah yaratmadığı, insanın her türden deneyime gereksinimi olduğu, bazılarında cinsiyet farkı olmadığı…
Anladınız, değil mi?
Mevlana Yüce tarikatı Hanım Şeyhi Vedia Bülent Çolak. Modern mi modern new age bir tarikat.Hindu, Mevlevi, Cerrahi; hepsi birden ilahi
Kozmik Beyhan’ın New Age inanç gruplarına yönelik ilgisi yeni değil. 1975’te İngiltere’ye gitmeden önce başlıyor. Ablası Aslı, her ne hikmet ise, Hint felsefesinin çekim alanına giriyor. Malum, o yıllar sol-sağ siyasal savaşım yılları. Aile, “Aman, bizim kız pek delişmen; bu işlere girip, kafayı, gözü yardıracağına, Hint mint ile uğraşsın. En azından zararsız” diyerek, ses çıkarmaz. İyi de, Aslı Abla harbiden delişmen. “Hindistan’a gidip, ashram’da meditasyon yapacağım” diye tutturur. “Aman evladım, sen daha kaç yaşındasın, kız başına, Allah’ın unuttuğu o ülkede başına bin türlü iş gelir. Ayrıca, ashram da nedir?” diye inleyen aileye, Aslı Abla, ashram’ın, dağlarda, ıssız yerlerde bulunan meditasyon, ruhsal arınma merkezleri olduğunu, yoga dahil bir dizi yöntem ile kozmik enerji alanlarına açılarak, şakralarını etkin hale getireceğini filan anlatır. Aileyi alır bir endişe; şakra-şukra, solculuk, ülkücülük filan gibi işlere göre çok iyi ama, ya oralarda kızın başına bir şey gelirse?! Dimyat’a pirince…
Aslı Abla çok becerikli. Öyle yaş tahtaya basacak saftiriklerden de değil. Anasının gözü denir ya, daha gencecikken bile… Terzi olan anneden dikiş öğrenmiş. Ashram’a gider. Orada, turistlere satılan, ihraç edilen Hint elbiseleri dikerek, bedava yer içer, konaklar. Mistik/kozmik Hindu inancını da iyice beller. Tabii, ne kadar ekmek, o kadar köfte kuralını da.
Hepsini kardeşi Kozmik’e öğretecektir. Bizim Kozmik zaten ablasını rol modeli alan çocuklardan. Baleye ilgisinin bile çıkış noktası Aslı Abla:
“Ankara’da ilkokulun ilk sınıflarında iken özel bale dersleri alan ablamı kapı aralığından seyrederdim. Kendimi bu işe adayacağım daha o zamandan aklımın bir köşesine yerleşmiş olmalı.” (Gösteri…)
Aslı Abla’nın Hindistan’dan getirdiği kozmik inanç dünyası, Beyhan’ın hem Londra sanat ortamına, hem de özellikle modern dansa uyumunda önemli rol oynayacaktır. Modern dansın düşünsel altyapısında, daha sonraları New Age olarak adlandırılacak bu kozmik/mistik inanç unsurlarının önemi biliniyor. Geriye, atılacak tek bir adım kalmıştır: Bu inanç motifleriyle, şeri ürkütücülükten uzak ama “yerli ve milli”de olan bir dinselliği birleştirmek. Seçenek tektir: Tasavvuf ve simgesi Mevlevilik. Bülent Hanım’ın yaptığı. Bonusu da yok değil: Sema. Modern dans için harika bir esin kaynağı.
Buraya kadar anladık. 90’lar neoliberalizmi, postmodern salınım yılları; bu türden fusion’ların meşruluk alanları hızla genişliyor. Ancak, Kozmik Beyhan’ın o saate kadar ne bizim, ne de İngiliz’in sahnesinde New Age-Mevlevi sentezli işleri var. İngiltere’de varsa da, burada onun böyle bir dinselliğe eğilimli olduğunu kim, nereden bilecek? Oysa Geyvan McMillen daha 1975’te, Anadolu’da Gece adlı koreografisinde, “bizden bir şeyler” bulunması ve “mistik bir atmosfer” yaratması amacıyla, Mevlevi Şeyhi Hüseyin Fahrettin Dede’nin Acemaşiran Peşrevi ve Yörük Semai’sini kullanmış. Üstelik Mevlevi “sema”ını da stilize ederek yerleştirmiş. Ayrıca, 1975, 12 Eylül’den sonra İTÜ’ye bağlanacak olan ilk alaturka müzik konservatuarının kuruluş yılı olduğu gibi, İslamcıların iktidarında adına Cumhurbaşkanlığı sıfatının ekleneceği, İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun da kuruluş hazırlıklarının başladığı yıl. Yani, McMillen karavana atmıyor.
Tamam da, o dönem, 90’lardaki gibi sınırsız liberal saldırganlığa elvermiyor ki. 1978’de alaturka konservatuar az kalsın kapatılıyordu. Geyvan McMillen siyasal denge ve koşullar açısından prematüre sayılırdı. Ayrıca, Aysun Aslan etmenini unutuyorsun.
Yine mi o?!
Kozmik’in 1981’den beri kader arkadaşı. Aysun Aslan 1989’da MFÖ’nün Özkan’ı ile evlendiğinde, MFÖ tasavvufun nurlu ufkuna yürümeye çoktan başlamıştı. Buselik Makamına adlı ilk tasavvufi parçaları, 1985’te çıkan, Peki Peki Anladık albümünde yer alıyor. 12 Eylül’ün dinsel alanı genişletip, meşrulaştırma çabasından söz ettik. Ancak, ülkenin toplumsal yapısı, sade suya tasavvuf ile arzu edilen ilişki ağı ve maddi olanaklara kavuşmanın önünde engel; mutlaka örgütlü bir yapıdan destek almak gerekiyor. Yani, tarikattan. Ülkede her türden tarikat hizmeti verildiği için, sanatçı tayfasına da uygun olanları var. Şöyle, ün, sahne, şov, bol hedonizme cevaz veren, “garibana zikir, sanatçıya fikir” düsturlu olanlardan biri… Tabii ki, Cerrahi Tarikatı. Harika bir model. Bunların şeyhi Muzaffer Ozak’ın bir ayağı ABD’de. Bestekâr da. İlahi falan besteliyor ama, ara sıra Maksim Gazinosu’na kaçıp, assolist Ahmet Özhan’ı dinlemekten de büyük zevk alıyor. Şeyhimiz postmodernizmin künhüne daha o yıllarda vakıf olmuş. MFÖ’ye tasavvufun yüksek yararlarından söz edip, bunların da, ”Mükemmel! O halde biz de varız!” demeleri çok kısa sürüyor. Liberal burunları getiri kokusunu hemen alıyor.
1990’daki Geldiler albümlerinde, Ateş-i Aşka adlı ilahi, 1992’de, Aganna Rüşvet’te ise, Fethullah Hocaefendi’sine övgüler yağdıran gazelhan Sami Özer’in vokal desteği ve yine 1992’de Dönmem Yolumdan albümlerinde, Kozmik Beyhan’ın İngiliz eşi Peter Murphy’nin, Don’t Wanna See it parçası.
Kozmik’in DOB’a alınmasına birkaç ay var.
Mutasavvıf bir milli damat: Peter Murphy
Ha, bu arada, Milli Damat Peter Murphy’nin hepten tasavvuf delisi olduğunu, MFÖ’nün en beğendiğini belirttiği parçası Buselik Makamına’nın İngilizcesini yaparak (Big Love of A Tiny Fool) albümüne koyduğunu da anımsatalım.
1980’lerin ilk yarısında, Kozmik ile İngiltere’de iş ortaklığı yapan “goth icon” Peter Murphy’nin, Final Solution adlı parçasını, İzzet Öz, TRT’de, 23 Ekim 1986’daki Süpervizyon pop müzik programında çalar. Süpervizyon’da, Aysun Aslan’ın özel bir yeri olduğunu belirtmiştik.
Yine 1986’da çıkardığı Should The World Fall To Fall Apart adlı solo albümünde, “büyük gitarist” olarak tanımladığı Erkan Oğur da çalıyor. Damat, onun tasavvufi albümü Fuad’a hayran. Hani, MİT’in patronu İbrahim Kalın ile kripto kankalığı ortaya çıkınca, “Billahi devrimciğim!” adlı yemin seansları düzenleyen, elbette alaturka konservatuar (İTÜ TMDK) mezunu, yolu cazdan geçmiş, alaturkanın seslerini çıkarabilmek için gitarın perdelerini sökmüş, 2012’de, Laik Cumhururiyet Ergenekon davalarıyla bıçaklanırken, İslamcıların Bir Zamanlar Osmanlı: Kıyam adlı televizyon dizisinde oynamaktan çekinmemiş, aynı yıl, sanatçılar tarikatı Cerrahilerin zikir ayinleri fonunda cilalanıp, solun değerlerine saldırıldığı Açlığa Doymak filminin müziklerini yaparak fenafillah olmuş, ideolojik ve siyasal aidiyeti belli yılışık MFÖ’nün Özkan’ının ardından, “Güllerin içinden geldi, güllerin içine gitti” diyebilmiş insan-ı kâmil tasavvuf erbabından Erkan Oğur… Neoliberal anaforda Türkiye soluna bulaşan “etik abidesi” bu virüslere çok ama çok dikkat etmeli. Neyse, bu utanmaz tüccarı bir gün ayrıntılı anlatırız.
Tasavvuf delisi “goth icon” Peter Murphy.Sizce, Damat Peter’ın Bauhaus topluluğunun siyasal eğilimi ne yöndedir?
“Biz işçi sınıfından geliyorduk, beş parasızdık.” (Roll, 132)
Demek ki, sol eğilimliler…
O kadar emin olma:
“Bauhaus’un kurulduğu günlerde kendi olayımızdan başka bir şey düşünmüyorduk. Çok narsisttik… Teacher’ın iyi işler yapacağını, ekonomiyi canlandıracağını düşünüyordum. Dolayısıyla, bir tepki göstermemiştim. Zaten müziğin siyasetle doğrudan ilişkilenmesinin yanında değilim. Müzik yapmak, şarkı yazmak, sanatla hemhal olmak maddi dünyayı aşan bir şey.” (Roll, 132. Sayı, 2008)
Hayda! “Maddi dünyayı aşmak” falan… Sakın bu, tasavvuf kapısında fenafillah vaziyetleri olmasın?:
“[Deep albümündeki, Cuts You Up parçası hakkında]… bir Tanrı arayışı içinde oluyorum, bana yol göstersin diye. Gösteriyor da. Cuts You Up o fikirden çıktı.” (A.g.y.)
Go Away White albümünün kapanış parçası ise Zikir adını taşıyor:
“Zikir’i yarım saatte bitirdik. Anında yazdım o sözleri. Ve söylemeye başladım. Kendiliğinden bir trans hali hâsıl oldu. O hal Hint boyutuna gidebilirdi, genelde herkes öyle yapıyor. Ben zikire aşina olduğum için bu tarafa büktüm parçayı. Böylece Bauhaus’un damardan mistik bir şarkısı olmuş oldu.” ( A.g.y.)
Damadımızın, tasavvuf, zikir, Mevlana üçgeni öyle sağlam ki, örneğin, “Mercan Dede benden daha Batılı, ben ondan daha Doğuluyum” derken, tasavvufi anlamda gerçek bir “aşık” olduğunu vurguluyor. “Mercan Dede’den daha Türküm” demeyi de ihmal etmiyor. (A.g.y.)
Sanırım, yoruma gerek yok. Kozmik Beyhan’ın gotik rock’çı eşi, zikre aşina damadımızın ülkede nasıl bir çevre ve kültür ortamında yaşadığı ve bunu nasıl yansıttığı görülüyor. Daha fazlasına girmeyelim…
Neyse, devam…
Aysun Aslan’ın Kozmik Beyhan’a ülkenin yeni gerçeklerini tanıtıp, başarılı olmanın yeni sırlarını açıklaması, Kozmik’in zaten hazır Mevlana soslu New Age altyapısına, usul usul Cerrahi aroması karıştırmasını kolaylaştırıyor. Buna bir de Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri cilası atılınca, kalanı çorap söküğü…
İki cihan sümbülü, DOB’un “tasavvuf coach’u”, evliyaullahtan Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri.O da kim?
DOB’luların “tasavvuf coach”u.
?????????????????
Kozmik Beyhan’a saf kan tasavvuf coach’u: Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri
Tanımıyor musun? Çok ayıp!
Anadolu erenlerinden, sûfî velîsi olan bu kemâlât sahibi Hazretimiz, Malatya’nın Pötürge ilçesinin Mako (Aktarla) köyünde doğup (1898), Ankara’da, 1998’de Hakk’a yürüyor. İlkokulu zar zor tamamlıyor. Evliyâullahtan olduğu için, keramet sahibi. Yani, kafayı rasyonalizm, bilim gibi boş işlerle bozmuş olanların, onun deyişiyle, “kuru kafa”ların anlayamayacağı ilahi güçlere sahip. Kadiri tarikatından olmasına karşın, Nakşibendi terbiyesi ile yetişmiş. Ankara’da önce manavlık yapmış, ardından Devlet Su İşleri’ne (DSİ) kapağı atıp, oradan emekli olmuş. Tasavvufun kutlu yolunun tüm evrelerini -Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat- başarıyla geçip, zuhura davetiyle birlikte “insan-ı kâmil” rütbesine ulaşmış. Bu rütbeye eren Allah dostları için mekân kavramı bulunmuyor. Buna tasavvufta, “Tayy-i mekân” deniyor. Örneğin, Ankara’da yaşayan Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri 1966’da, evlerinde telefon falan yokken, Malatya ve İstanbul’daki “velî” statüsünde bulunan arkadaşlarıyla oturduğu divandan rahatça sohbet edebiliyor. Evinde otururken, hac farizâsını yerine getirebiliyor. İçinde seyahat ettiği araba yoldaki çukurlara düşmeden, üzerlerinden kolaylıkla geçebiliyor. Bir camide havada bağdaş kurmuş biçimde birilerine görünebiliyor.
Bunlar ne ki?! Çok daha çarpıcı olanları var:
Hacı Ahmet Kaya Hazretleri Mekke’ye hacca gittiğinde, yanından Halil İbrahim Nebi, yani İbrahim Peygamber geçiyor. Üstelik Kâbe’ye karşı ayaklarını uzatarak sandalyesinde kaykılmış birine selam bile veriyor.
Kutb-u irşad Hacı Ahmet Kaya Hazretleri, “Ben, Abdülkadir Geylani ve Hazreti Ali’nin mesai arkadaşıyım, onlarla çalışıyorum” diyor. Hacı Bektaş Veli’nin türbesine gidip, onunla sohbet ediyor. Dilerse, size bir anda alfabeyi unutturuyor, okuma yeteneğinizi kaybediyorsunuz; Efendi hazretlerini kızdırmaya gelmiyor. Üstelik içinizi okuduğu, geçmişinizi gördüğü için, ondan bir şey saklama olanağınız da yok.
Eski bir subay olan Cahit Ocakçıoğlu, onun “irfan mektebi talebelerinden” Ankara’da büyük bir hastanenin yoğun bakım ünitesinde yatıyor. Durumu kritik. Bir pazar günü. Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri yanına esnaftan bir “talebe”sini alıp, hastaneye gitmeye karar veriyor. Akşama doğru bir saat. Ziyaret zaten yasak. Hastanedeki bütün kapılar kilitli. Efendi Hazretleri hastanenin kilitli arka kapısından giriyor. Kilitli bütün kapılara dokunmasıyla, kilitlerin kendiliğinden açılması bir oluyor. Hiç bilmediği hastanede yoğun bakım ünitesini eliyle koymuş gibi buluyor. Doğrudan Cahit “talebe”sinin yanına gidiyor. Tüpler, hortumlar, serumlar altında gözleri kapalı, kıpırtısız yatan Cahit, birdenbire gözlerini açıp, doğruluyor. Hocası, “Korkma, ölmeyeceksin. Söyle seni yarın taburcu etsinler” diyor. Gerçekten de, ertesi gün, Cahit kardeşimiz yoğun bakımdan taburcu olup, hoplaya zıplaya evine dönüyor.
Gün geliyor, Evliyamız Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. O mübarek bedenini, bir diğer “talebe”si, Mehmet Ölçüm yıkıyor. Göbek altını yıkayacakken, birden Evliyamızın eli talebesini bileğinden yakalıyor; izin vermiyor.
Daha neler, neler…
Kıymetli “Pir”imizin kim olduğunu anladınız, değil mi?
Şimdi gelelim bizi ilgilendiren bölüme…
12 Eylül ve Özal yıllarının İslamcılığın önünü açtığını, 80’lerin ikinci yarısından itibaren Sovyetler’in geri çekilmeye başlamasıyla birlikte, neoliberal dalganın yükseliş eğiliminin belirginleştiğini, bunun da ülkede her türden İslamcılık patlaması anlamına geldiğini belirtmiştik. Nitekim 90’larda İslamcılık büyük bir atılım yapacak, 2002’de de iktidar olacaktır.
Bu süreç Ankara’da, diğer kentlere göre daha sancılı yaşanır. Ankara Laik Cumhuriyet’in kalbidir; kültürel ortodoksluğun başkentidir. DOB da bu meşruluğun en simge kurumlarından biridir. Burada tutunabilmek, geniş müşteri profiline sahip olabilmek için, öyle bir İslamcılık sunmalı ki, hem “şeriat” demeli, hem de “Atatürk”.
Öyle saçma şey olur mu?!
Saçma ya da değil; olmak zorunda. Aksi durumda Ankara’da ne İslamcılık yapılabilir, ne de ağız tadıyla neoliberal siyaset. Hafif tertip şizofrenik ama bizim tarikatlar da az esnek değillerdir hani. Uygun bir formül geliştiren bir tanesi mutlaka çıkar.
Çıktı: Kadiri Tarikatı ve “halîfetü’l-hulefâ” Hacı Ahmet Kayhan Hazretleri.
Hacı Ahmet Kayhan okumamış ama epey uyanık biri; tam bir köylü kurnazı. 27 Mayıs’a kadar Kadiri tarikatının ikinci ismi. Menderes yıllarının İslami özgürlük havasının 27 Mayıs’tan sonra devam edemeyeceğini görüp, yeni döneme hızla uyum sağlıyor:
a) Tarikat görüntüsünün siyaseten sorun yaratacağını anladığı için, “tarikat üstü” kimlik mesajını güçlü biçimde vermeye başlıyor. İslami jargondaki gerekçesi şu: “Ehl-i beyt sevgisi nedeniyle, bütün tasavvufi okullara eşit mesafede durmak”. Bunun için de, kendi “irfan mektebi”nde, tarikatların tipik göstergesi zikre yer vermiyor; yalnızca sohbet ile yetiniyor.
b) Sıkı Atatürk hayranı olduğunu ilan ediyor. Nakşi terbiyesi almış Kürt kökenli birinin Atatürk hayranı oluşu, oldukça gerçeküstü bir görüntüdür ama, Ankara’nın siyasal koridorlarında çok işlevseldir. Çünkü yükselen sol dalgaya karşı, militan bir milliyetçi ideoloji ve vurucu güce gereksinim var. Bu yapılanma MHP adıyla ortaya çıkacaktır. Oysa klasik Atatürk düşmanlığından beslenen İslamcı oluşumların, MHP ile doku uyuşmazlığına düşme riski çok yüksektir. Hacı Ahmet Kayhan’ın Atatürkçü şeriatçılığı ise sorunu bir çırpıda çözer. “Atatürk evliyadır, büyük bir Allah adamıdır, velîdir, Allah dostudur.” Sohbetlerinde onun vecizeleriyle, “Hazreti Fahr-i Kâinat Muhammed Mustafa Efendimiz” ve 12 imamın sözlerinin benzerliğine dikkat çeker. O artık Ankara’nın siyaset ve yüksek bürokrasi katında sempatik ve meşru biridir. Kürt kökenli oluşunun “sol”a karşı kullanım değeri çok yüksektir. Unutmamalı ki, MHP 1980’de Kürtçe KON adlı bir dergi çıkarmıştır. Alparslan Türkeş öldüğü güne kadar onunla yakın ilişkide olacaktır.
80’lerden itibaren, 12 Eylül ve Özal’ın etkisiyle, Mürşid hocamızın evi dolup taşmaya başlar. Siyasilerden, askeri ve sivil yüksek bürokrasiden, iş dünyasından, yargıdan, esnaftan, sosyeteden… Ne tesettür diye tutturur, ne de İslam’ın katı kurallarını dayatır. Tabii, dinleyicilerine göre farklı tonlar kullanarak: “Tasavvuf şeriatsız olmaz. Gökte uçarken birini görsen, şeriata uymuyorsa, vur, düşür” de der; “Müslüman, Hristiyan, ateist… Bizim için hepsi bir, Allah’ın kulları” da.
Çevresi giderek genişler. Bazı işadamlarının ihale ve kredi işlerinde, bazı üst düzey atamalarda yardımcı olduğu kulaktan kulağa dolaşmaya başlar. Müridi Cahit Menemenli’yi Kültür Bakanı Tınaz Titiz’in danışmanı yapması (1988) ise, Ankara’nın kültür-sanat kurumlarında bulunanların dikkat ve ilgisini çeker.
80’lerin sonunda, neoliberal değerler iyiden iyiye uç vermeye başlamıştır. Bu değerlerden biri de, “Kemalist jakoben” kültür siyaset ve normlarına karşı, “sivil toplum”un “demokratik” taleplerine meşruluk kazandırmaktır. Maneviyat hocamızın Malatya şivesi, Kürt kökeni, jakoben Laik Cumhuriyet’in eğitim sisteminden geçmemiş oluşu, akılcılık düşmanlığı, kitabi bilgi yerine irfani bilginin çok daha önemli olduğunu söyleyip, harıl harıl kitap okunmasına karşı çıkışı oldukça çekici görünmektedir. Buna, Atatürkçülüğü ve yüksek katmanlardaki etki ve meşruluğu da eklenince, DOB’dan bazıları, “Aman, treni kaçırmayalım!” güdüsüyle, Hazret’in, Demirlibahçe, Mamak Caddesi, Parlar Apt. No: 55/14’teki mütevazı teras katının kapısını çalar.
Kısa sürede bir grup oluşur. Düzenli olarak sohbet toplantılarına gitmeye başlarlar. Ne ölçüde “irşad” oldukları konusuna girmeyelim. Kimler olduklarını da, üç isim dışında, açıklamayalım. İkisi, “mürşid”lerinin kitabına önsöz yazıp, isimlerinin görünmesini özellikle istemiş olan Şamil Agun ve Kemal Usta. Biri de konumuz olan Kozmik Beyhan.
Bu olayda, bizim açımızdan önemli olan iki noktaya gelince;
*Grup içinde baleden olanların sayısı neredeyse çoğunluğu oluşturacak orandadır. Bunun, önceki sayfalarda belirttiğimiz, balenin İngilizlere kurdurulmasına bağlı siyasal konumlanışından kaynaklanan liberal “fıtratı” ile doğrudan ilişkisi vardır.
*İngiliz Beyhan’ın grubun etkin üyesi oluşu, hem modern dansçılığı, hem de Mevlanacılığı dikkate alındığında, oldukça tutarlı, bir o kadar da anlamlı durmaktadır. Yerli ve milli modern dansın kaynaklarından birine tasavvufu lehimlemek, 90’ların başında, Sovyet eğitmen ve koreografların ayakta tuttuğu Devlet Balesi’nin ortodoks tutumunu aşmakta zorlanan modern dansın hem meşruluğunu güçlendirir, hem de Kozmik Beyhan’ın çok gereksinim duyduğu “üst kademe ilişki ağı”na yerleşmesini sağlar. Dedik ya, Hazret’in çevresi çok geniştir.
Tasavvufu modern dansa lehimlemek mi? Çocuk oyuncağı…
Tasavvufun güçlü simgesi Mevlana ve Mevlevilik değil mi? Onların da alamet-i farikası sema olmuyor mu? Sema aynı zamanda dans sayılmaz mı? Liberal kesim, “Şu yüksek sanat dedikleri teraneye, maneviyatımızdan bir şeyler girsin de ne girerse girsin!” modunda değil mi?
Kaynatırsın modern dansa semazenli, neyli bir iki bölüm, herkes gönlünü de bulur, yolunu da.
Bizim Nakşi terbiyeli Evliya yarı çıplak balerinlerimizin danslarını nasıl mı değerlendiriyor?
“Onlar dans etmiyor, vecde geliyor.”
Sizin gibi, can çekişen gayri milli Batı kültürü özentileri, o salak “kuru kafa”larınızla, elbette ki “Vecd”in ne olduğunu bilemez.
“Kasıt ve zorlama olmadan Allah’ın bir ihsanı şeklinde sâlike gelen ve onu kendinden geçiren manevi çarpıntı”
Anladınız mı?
Böylece, modern dans tasavvuf ehline tasdik ettirilip, “caiz” niteliği kazanmış olur.
Senin anlayacağın, Geyvan McMillen’ın dinselliği epey amatör, edilgen kalıyor. Kozmik bu konuda çok daha ileride; her açıdan. Nitekim izleyen yıllarda, başta Kültür Bakanlığı Müsteşarı (2002-2007), sonrasında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri (2007-2014), ardından da Cumhurbaşkanı başdanışmanı (2015) olup, ismi sıkça FETÖ ile anılan Mustafa İsen’in tam desteğini alacaktır.
Sağlam poliçe: Anti-Sovyetizm
Kozmik Beyhan’ın, Geyvan McMillen’a tercih edilmesinin son gerekçesi, anti-Sovyetizm ile ilgili.
4) 90’ların başında, Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesinin kesinleştiği anlaşılınca, doğal olarak, fütursuz bir anti-Sovyetizm dalgası başlar. İngiltere’deki New Left türü liberal sol oluşumlar, bu dalgayı tsunamiye dönüştürebilmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Bu ekibin içinde yer alan Troçkist Tarık Ali, Howard Brenton ile Moscow Gold adlı sefil bir anti-Sovyetik tiyatro/müzikal yapıtı kaleme alır. Royal Shakespeare Company’de sahnelenmesi, İngiliz devletinin doğal siyasetinin yansısıdır. İşte, bu yapıtta yer alan dansların koreografisini Kozmik Beyhan yapar.
Tamam, Geyvan McMillen da komünizm lafını duyunca tansiyonu yükselenlerden ama, bu işe Kozmik kadar angaje olmuş değil. Onun anti-Sovyetizm militanlığı daha hanım hanımcık.
Hepsi toplandığında, MDT’nin başına neden Geyvan McMillen’ın değil de, Kozmik Beyhan’ın getirildiği gayet açık görülüyor.
Yukarıda sıralanan, doğrudan neoliberal koşullar ve dayattığı siyasal irade ile ilgili beş neden, Kozmik Beyhan’ın DOB’a alınarak, MDT kurdurulmasının tarihsel ve siyasal altyapısını oluşturuyor. Ancak, bir de bu işi uygulamaya koyacak tetikçilere gereksinim var. İki isim öne çıkıyor: Rengim Gökmen ve Aysun Aslan. İlki yetkili, ikincisi etkili.
İlk sayfalarda, Milli Tacir Tan Sağtürk’ün genel müdür yapılma nedenlerinden birinin, balenin liberal niteliği olduğunu, bunun ise İslamcıların liberal fıtratına bütünüyle uygun bulunduğunu belirtmiştik. 90’lı yılların başında neoliberalizm henüz palazlanmaya başlamıştır. Özel bale okulu sayısı çok sınırlı olduğu gibi, balenin özel sektör alanlarındaki kullanımı da kısıtlıdır. DYP-SHP koalisyonu, neoliberal kültür unsurlarının ilerici/sol kesimler nezdinde meşrulaştırılmasında anlamlı bir rol oynayacaktır. Bunun DOB’a yansısı, opera karşısında balenin konumunu yükseltmek olarak ortaya çıkar. Balenin liberal içeriğinin vurgulanması amacıyla da modern dans kullanılır. Çünkü o dönemki koşullar dikkate alındığında, klasik baleden liberal yakıt edinmek olanaklı değildir. SHP’li Kültür Bakanı Fikri Sağlar, modern dansın DOB’a sokulmasına yeşil ışık yakmakla kalmaz, baleye yaklaşıma da ayar vermek ister:
“Balenin operanın baskısı altından çıkması için de ben, Meriç Sümen ve Geyvan McMillen’ı danışman olarak atadım. Onlar aynı zamanda Genel Müdürlük düzeyinde etkin oldular.” (Nevsâl Baylas, Dansa Âşık Bir Kuğu: Meriç Sümen, YKY, 2010, s.283)
Böylelikle, balenin konumunun güçlendirilmesinin siyasal gereği birinci ağızdan ifade edilirken, bale (Meriç Sümen) ile modern dansın (Geyvan McMillen) siyaseten eşitlendiği de belirtilmiş oluyor.
Sıra geliyor kararı uygulamaya…
Bu koşullarda, tilkinin tavuk kümesine alınma kararını imzalayan elin, ancak kurum bilincinden ve bale kültüründen yoksun, vasat yeteneğinin getirdiği tatminsizlik duygusunu, üst makam koltuklarını tutarak gidermeye çalışan zavallı bir oportünistinki olabileceği tartışmasızdır: Genel Müdür Şeyh Rengim Gökmen’in bale/dans konusundaki sınırlı bilgisi, koltuk heyecanıyla birleşince, yönetimin olmazsa olmazı kurmay aklını ıskartaya çıkarır; bir süre sonra, MDT odaklı bir karmaşanın yaşanabileceğini öngöremez. Nitekim yaklaşık bir buçuk yıl içinde, 1994’te, Fikri Sağlar, bu kez başında Geyvan McMillen’ın olacağı, DOB dışı, ikinci bir MDT oluşumuna karar verir. Ankara AKM’de stüdyolar hazırlanır, piyano getirtilir, sınavlar yapılır. Dansçılar da DOB dışından seçilecektir. Tam bu sırada Sağlar bakanlık koltuğunu kaybeder (27 Temmuz 1994) ve proje rafa kalkar. Onca masraf çöpe gitmiştir.
DOB’u, kuruluş amacı ve işleyişini, yanı sıra, opera ve baleyi bilmekle yükümlü bir genel müdürün, bağlı bulunduğu bakana, MDT türü bir yapılanmanın DOB bünyesinde yer alamayacağının sanatsal ve yasal nedenlerini açıklaması, bunun ancak Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü çatısı altında varlık bulabileceğini belirtmesi gerekirken, tam tersi olmuş, Şeyh Rengim Gökmen, Post, Afife, Seyahatname 1&2, Güldestan, Hüsn-ü Aşk’a Dair, Barbaros gibi yapıtlarla, DOB ile sanatsal ve ideolojik doku uyuşmazlığı giderek daha belirgin durum alacak MDT ve Kozmik Beyhan’ı kuruma yerleştirmiştir.
Aysun Aslan’a gelince; Kozmik’in en büyük dayanağı odur. İkisinin belirgin ortak yönü liberal kumaşlarıdır: Tüccar zihniyetli, girişimci, yüksek sanat-popüler sanat farkını umursamayan, özel sektör tutkunu ve aşırı hırslı. Aysun Aslan’ın en büyük kompleksi, kısa süreli yurt dışı kursları ve Geyvan McMillen’dan öğrendikleri dışında, ciddi bir modern dans eğitimi görmemiş olmasıdır. Londra için çıldırmaktadır. Kozmik Beyhan ise ciddi bir klasik bale eğitimi alamamış olmanın kompleksini, Londra’da yaşayıp, kendini modern dansa vurarak giderme peşindedir. Böylece, kazan-kazan temelli bir işbirliğine girerler. Aysun Aslan, Kozmik üzerinden İngiltere’ye, Kozmik de onun üzerinden Türkiye’deki kurumsal dans dünyasına köprü kurmayı amaçlar. Dolayısıyla, Kozmik, ülkede ve DOB’da olup bitenleri, yeni siyasal ortam ve ideolojik eğilimleri, etkin ve yararlı ilişki ağlarına yönelik bilgileri ondan edinir. Türkiye’ye döndükten sonra, Kozmik Ankara, Aysun Aslan da İstanbul’da modern dansın köşe başlarını tutacak bir ikili olmayı planlarlar.
Konumuz Aysun Aslan olmadığı için, onun öyküsüne, Kozmik ile daha sonraki ilişkilerine girmeyelim. Yalnızca yinelemekle yetinelim: DOB’un en erken ve en radikal liberallerindendir. 1989’da kurduğu Türkuaz Modern Dans Topluluğu, Devlet Balesi’nde çalışan birinin, kurumun sanatçılarıyla, özel sektör sponsorluğunda kurmuş olduğu ilk topluluktur. İlerleyen yıllarda çokça tanığı olacağımız, çoksesli müzik kurumları başta olmak üzere, değişik alanlarda, kamunun sanat kurumlarının özelleştirilmesi/şirketleştirilmesi sürecinin ilk tuğlasıdır. Sanatsal ve etik çöküşün de.
Neyse ki, Aysun Aslan 2010’da yeryüzü cenneti Londra’sına yerleşti de, dans dünyası rahat bir nefes aldı.
Kozmik Beyhan’ın DOB macerası
Kozmik, 1992-2023 arasında DOB’da kalır. Bu yazının konusu ne modern dans, ne de Beyhan Murphy. O nedenle, bu yıllarına ve ürettiklerine ayrıntılı olarak değinmeyeceğiz. Neoliberal sürecin derinleşmesine koşut olarak, DOB’a verdiği zarar bağlamında bazı ana noktalara işaret edeceğiz. Taytsız Cem’in öyküsüne kaldığımız yerden devam edebilmemiz için böyle bir ufuk turu zorunlu.
Yeniden anımsatalım: Modern dans yalnızca bir dans türü adı değildir. Bir zihniyetin, bir ideolojinin de ifade ve yaşanma biçimidir. O zihniyetin, ideolojinin adına liberalizm deniyor. Ticaret, PR, popülizm, kâr bu zihniyetin ana halkalarıdır. Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” kavramı ve “kamusal” tanımı ile taban tabana zıt bir içeriğe sahiptir.
Kozmik Beyhan’ın DOB’a alınıp, MDT’nin ona kurdurulması, modern dansın akademik ya da sanatsal ayağındaki sıra dışı başarısından değil, ama ardındaki zihniyeti en iyi özümsemiş kişi olmasından kaynaklanıyor. MDT’nin Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir topluluk değil de, ille DOB bünyesinde, Devlet Balesi şemsiyesi altına konuşlandırılma ısrarının nedeni, Laik Cumhuriyet’in en arı ve özgün kurumlarından biri olan DOB ve temsil ettiği yüksek sanatın, söz konusu liberal zihniyete açılarak, yavaş yavaş eritilmesi arzusudur. Eğer mesele modern dansı kurumsallaştırmak ile sınırlı olsaydı, 1994’te, bizzat Bakan Fikri Sağlar’ın, Geyvan McMillen’a DOB bünyesi dışında kurdurma hazırlıklarını yaptırdığı girişim sonuç verirdi. Vermedi. Çünkü işlevsel bulunmadı. Amaç, DOB’u popüler kültür batağına sürükleyecek virüsü organizmaya yerleştirmekti. İşte bu, bütünüyle olmasa bile, hatırı sayılır ölçüde başarıldı. Yalnızca 2003 yılından bu yana düzenli biçimde gerçekleştirilen Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nin program içeriklerine yakından bakmak bile, somut gerçeklik açısından oldukça zengin malzeme sunmaya yeterli sayılmalıdır.
Liberal kültür bağlamında, Kozmik Beyhan’ın MDT aracılığı ile DOB’un kurumsal kimlik ve işleyişine bütünüyle yabancı, uyumsuz neler yaptığına gelince;
1) MDT adından başlayalım. Şeyh Rengim Gökmen, Kozmik’e, kurulacak topluluğun adının ne olacağını sorduğunda, Kozmik, gerçekte Çağdaş Dans Topluluğu (ÇDT) olması gerektiğini, ancak ç harfinin başta İngilizcede olmak üzere söylenme zorluğu nedeniyle, Modern Dans Topluluğu olmasının daha uygun olacağını belirtir (Kedi Gözü, +1, 12 Aralık 2014). MDT’nin İngilizce açılımını, Modern Dance Turkey olarak düşünmüştür (Türkiye’nin Kadın Koreografları, 4. Bölüm., İKSV, 14 Haziran 2021). İngilizler ile barışma siyaseti, doğal olarak, her şeyin o eksene endekslenmesini gerekli kılmaktadır. Nitekim 1993-2001 arasında getirdiği çok sayıda eğitmenin de yarısı İngiliz olacaktır; British Council’ın “muhteşem desteği” ile (Dans, Daima, s.241). 1950 ve 60’ların İngiliz meşruluk ve çılgınlığının yeniden tesisi için uğraşılmaktadır. Dönemin simge ismi İngiliz koreograf-eğitmen Michael Popper’dır. En sık gelen, hemen herkes ile yakınlık kuran odur. O kadar ki, Türkçe öğrenmeye bile karar verir. Bazıları da Richard Alston’a “Uncle Richard” unvanını uygun görür. Başkaları da vardır: Uzak doğu esinini, Aikido ile modern dansı birleştirerek görünür kılan Paul Douglas daha ruhani içeriklerde dolaşılmasına kapı aralarken, Ben Craft’ın Tibet düşkünlüğü, kocaman bir çanımsı alet eşliğinde çalışma yaptırmasına vesile olur.
New Age inançlar ile Uzak Doğu ve Hint ilişkisini unutmadınız, değil mi?
Bu arada, Molly Emaxner - Kelly Parsley, Gary Galbrait, Karen Potter gibi etkili Amerikalıların varlığını yorumsuz anımsatalım. 30 yıllık MDT tarihinde, İngilizlerden sonra sayıca en kalabalık olan koreograf-eğitmen grubunu İsraillilerin oluşturduğuna ise özel vurgu yapalım. MDT’nin ilk yurt dışı turnesi de 1994’te İsrail’e yapılacaktır. İşin, sanata uzanan siyasal yönü oldukça anlamlıdır. Bakın Kozmik Beyhan ne diyor:
“İsrail’le sürekli iletişim halindeyiz… Geçenlerde İsrail’in genç, çok başarılı koreograflarından Barak Marshall ile görüştük. [Bana], “Batı’da şöyle bir şey var, Doğu müziği kullanırsanız, bir derece daha altta sanat yapıyorsunuz… Ortadoğu’dan esintiler, folklorik bir takım ögeler koyarsanız ya da Ortadoğu’nun sosyopolitik, sosyokültürel yapısını yansıtmaya çalışırsanız sanki Batı’nın bir adım arkasında kalan, bir alt düzeyde sanat yapıyormuşsunuz gibi geliyor onlara” dedi. “Evet, doğru! Ben de bunun savaşını veriyorum” dedim. Böyle bir şey yok aslında. Ama Ortadoğu kültürü maalesef İslamiyet’in değişik ve negatif olarak, gri ve karanlık şekilde Batı’ya yansımasından dolayı sanatsal açıdan gri bir bulut içerisinde. Bir Batı müziği kullandığınız zaman kapılar daha kolay açılabiliyor. Ortadoğu’dan bir ud, bir zurna, Filistin müziği ya da herhangi bir benzer müzik kullandığınız zaman etnik olarak bakıyorlar bu kez. Bize burada çok iş düşüyor. Bu konuda İsrail’le biraz daha işbirliği yapabiliriz ki buna ben başladım. Barak Marshall aslında MDT’ye gelip bir eser yapacak. Hep beraber Ortadoğu’dan çıkabilecek çok güzel bir çizgiyi Batı’ya tanıtabiliriz ve Batı’yla bunu birleştirebiliriz. İsrail yıllardır yapıyor bu işi, hem mental hem teknik olarak ilerdeler.” (Dans, Daima, s.252-253)
İsrail ile birlikte “yerli ve milli”, yani, bol alaturkalı, bol Osmanlılı, yanlış bilinen İslamiyeti Batı nezdinde düzeltecek bol ılımlı dinsel kültürümüze dayalı sanatsal ortak çalışmalar yapacağız. Bu “güzel çizgiyi” Batı’ya kabul ettireceğiz.
İsrail’in ve Türkiye’deki Yahudi iş dünyasının başta FETÖ, İslamcılara verdiği destek anımsanırsa, Kozmik Beyhan’ın modern dans ve DOB üzerinden geliştireceği projelerin siyasal yönü daha iyi anlaşılır. Gelişine konuşmadığı da.
Bu arada, Kozmik’in, İsrail övgüsü yaparken araya “Filistin müziği”ni sıkıştırması, Ankara’nın siyasal reflekslerini yakından izleyip, benimsediğini de gösteriyor. Aynı yaklaşımın İngiliz siyasetinin de omurgasını oluşturduğunu belirtmeli.
Londra’dan esen neoliberal rüzgârlar yalnızca koreograf ve eğitmen getirmeyecektir. Rock müzikten, “müzikal” kültür ve sahne şovu konseptine, ılımlı İslam’dan, Fransız “laiklik”i karşıtı İngiliz modeli “secularism” savunusuna, New Age inançlar ile tasavvuf sentezinden, Osmanlıcılık militanlığına, kamu kurum ve kültürü alerjisinden, özel sektör/holding aşkına…
Kozmik Beyhan o sırada bunların tümünü barındıran en meşru “fusion”ın ta kendisidir.
2) MDT’nin DOB içinde ayrı bir birim olarak kurulma kararı alınmıştır. Ancak karar yasal dayanaktan yoksundur. 1309 sayılı yasa, baleyi bir bütün olarak değerlendirmekte, yönetim şemasını da ona göre, başkoreograf ve başöğretmen konumları ile çerçevelemektedir. Nitekim daha önce Erol Gömürgen’in “opera balesi”, “folklorik bale” türü ayrıştırma çabalarına gelen tepkilerin sonuç vermesinde, yasal zemine dayanmamalarının da payı küçümsenemez.
Fikri Sağlar-Şeyh Rengim Gökmen ikilisinin 1309’u liberalleştirme yaklaşımı, “istim arkadan gelsin” kafasıyla, zaten değiştirmek istedikleri yasayı değişmiş kabul ederek hareket etmelerine kapı açar. MDT’yi bu kapıdan geçirirler. 1993 yılı içinde gizlice hazırladıkları 1309 değişiklik tasarısı, 1994 Şubat’ında sanatçıların görüşüne sunulduğunda kıyamet kopar. Ayrıntılara girmenin yeri burası değil; merkezileşme ve TÜSAK’ın ilk parke taşıdır demekle yetinelim. Başaramazlar; püskürtülür.
Malum, TÜSAK, İngilizlerin “Art Council”ının kopyası olarak pazarlanır.
MDT 1309’a o kadar sığmamaktadır ki, Türkiye’nin “onur konuğu” olduğu 1995 Uluslararası Houston Festivali (ABD)’ne katılan değişik alan ve kurumlardan seçilmiş 122 kişilik resmi listede, MDT ekibinin görev kurumu karşısında DOB değil, Kültür Bakanlığı (MDT) yazar. Oysa MDT ile giden seslendirme şefi, teknisyeni, ışık şefi vb. karşısında DOB yazmaktadır.
Öte yandan, Devlet Balesi sanatçılarının ağırlıklı kesimi, MDT’nin ayrı bir birim olmasına anlam verememekte, modern dansın, Devlet Balesi repertuarının doğal bir parçası olarak, aynı sanatçılar tarafından üstlenilebileceğini düşünmektedir. Böylece, kurumsal anlamda klasik-modern ikiliği/çekişmesi, modernin klasik ile kaçınılmaz meşruluk rekabetine girme riski gibi sorunların da önüne geçilebileceği öngörülmektedir.
Bilmedikleri şudur: MDT kararı öncelikle siyasal olduğundan, İngiliz meşruluğuna dönüş, tıpkı 1974’te İngiliz meşruluğundan çıkış ölçüsünde radikal olmayı gerektirmektedir. Bu da, modern dansın, Devlet Balesi içinde ama klasik bale örgütlenmesinin dışında, ondan ayrı, özerk bir yapı olmasını dayatmaktadır. En az klasik bale kadar meşru ve oturaklı bir konumda olduğunun kabul edildiği mesajı, yönetsel dilde ancak bu biçimde ifade edilebilir. Modern dans, kurum ile kamu bilinç ve refleksini zayıflatan bir siyasal etmen olarak devreye alınmaktadır.
Siyasal evrime bağlı olarak üç aşamalı bir süreç izlenir:
a) MDT, bale örgütlenmesinin en üst yönetsel organı başkoreograflığa bağlanacağına, doğrudan genel müdüre bağlanarak, bale yönetim ve denetiminin dışına çıkartılır. Adeta bir paralel yapı oluşturulur. Bütünüyle yasadışı bir uygulamadır. Örneğin, MDT’nin yönetsel yapısında bulunan, Sanat Yönetmeni (Artistic Director), Müdür (Company Manager), Sanat Teknik Müdürü (Production Manager), Prova Yönetmeni (Rehearsal Director), Prodüksiyon Koordinatörü (Production Co-ord) gibi konumların hiçbiri Devlet Balesi yönetim şemasında yoktur. Kozmik Beyhan’ın İngiltere’den ithal ettiği modern dans toplulukları görev dağılım tablosundan alınmış olmalıdır.
18-26 Nisan 1996’da Batum ve Tiflis kentlerine düzenlenen turnede, bu kez “MDT Bale Yönetmeni” adını taşıyan ve “Sanat Yönetmeni”nden ayrı bir görev adı daha ortaya çıkar.
Kozmik Beyhan ve MDT’si doğrudan genel müdüre bağlanınca, onun tabi olduğu siyasal otoritenin desteğiyle, Devlet Balesi içinde ayrı bir dukalık haline gelirler. Liberal damara kan taşıdıkları için de, tam bir dokunulmazlıkla, ne yasa bırakırlar, ne yönetmelik… Özel işler, özel mekânlar, klipler, defileler, reklam filmleri, tanıtım şovları vb. Liberal Kozmik, DOB’u, sanatçı pazarlayan menajerlik firması olarak algılamaktadır. Doğrusunun da bu olması gerektiğine yönelik hiçbir şüphesi yoktur. Kamu kaynaklarıyla zenginleşme formülü.
Yanı sıra, 1995’te kurulan özel dans okulu TAB Sanat’ın ortaklarından olduğu bilgisi, DOB kulislerinde epey dillendirilecektir.
b) Kozmik Beyhan, İslamcıların iktidarı ile birlikte, 2002 ile 2004 arasında “Genel Müdür Sanat Danışmanı” yapılır. Yani, genel müdür nezdinde baleyi temsil eden başkoreografı by-pass eden bir konuma yerleştirilir. Modern dansın rütbesi bir gömlek daha yukarı çıkarılmış olur. Bundan sonraki adım, başkoreograf yapılarak, klasik balenin de başına geçirilmesidir. Piyango İstanbul’a çıkacaktır.
c) 2004 Mart’ında yapılan yerel seçimlerde İslamcılar ezici bir zafer kazanırlar. Kozmik’in başkoreograflık zamanı gelmiştir. Bir iktidar kuşu olan Genel Müdür Pansuman Remzi (Buharalı)’nin sınırsız desteğiyle İstanbul’a gelir. Birkaç ay sonra, 2005’te İDOB Başkoreografı olur. Tam bir skandaldır. Devlet Balesi tarihinde ilk kez, klasik eğitim ve görgüsü olmayan biri, klasik bir topluluğun başına geçirilir. Hani, arabeskçi birinin, CSO’nun başına getirilmesi örneği…
3) DOB, Laik Cumhuriyet’in “müzik devrimi” (“musiki inkılabı”) çerçevesinde, klasik Batı müziği anlamında çoksesli müziğe dayalı opera-balenin resmi kurumudur. Müzik devrimi demek, klasik Batı müziği temelli çoksesliliğin dışındaki müziklere kesinlikle kapalı olmak demektir. Bu nedenle, opera ve balenin müziği de tartışmaya ya da denemeye açık değildir.
Somut olarak şu: DOB’un sahnesine, Laik Cumhuriyet’in kültür-sanat normlarını reddetmeden, iki tür müziği taşıyamazsınız: Osmanlı saray müziği olan alaturkayı ve popüler müzik türlerini (Caz, rock, arabesk vb.). Tarihsel ve siyasal nedenlerini açıklamıştık; tekrarlamayalım.
DOB sahnesine Mor ve Ötesi ile Duman’ı taşıyan Beyhan Murphy yüksek sanatı onurlandırıyor.Kozmik Beyhan, kendi deyimiyle “rock base” den gelen biridir. Punk müziğin yükseliş yıllarında Londra’dadır. O dönemde saçlarını yeşile boyatacak kadar bu dalganın içindedir. Mor ve Ötesi’ne hayrandır. Duman’ı çok sever. (Emin misin, değil misin?, Dream tv, 7 Ocak 2008). “Ben de rockçıyım” cümlesini dolu dolu söylemekten haz duyar (Sahne Tozu Yutanlar, Beyhan Murphy&Harun Tekin, Zorlu PSM, 19 Ocak, 2021). Eşi Peter Murphy de zaten sıkı rockçıdır. Anlayacağınız, bizim Kozmik rock delisidir; ne kültürel, ne de eğitsel açıdan klasik müzik ve temsil ettiği tarihsel anlam ile bir ilişkisi vardır.
Nitekim ayağının tozuyla, 1993’te, MDT’ye sahnelettiği ilk koreografisi Biz, ünlü rock grubu U2’nun müziği üzerinedir. Ardından, Pehlivan; diğer bir rock’çı, Peter Gabriel’in müziği ile.
Hemen sonrasında, Seymenler Parkı’nda, “MDT rock” programları.
Mart 1994’te yapılan yerel seçimlerde İslamcılar önemli bir başarı kazanıp, İstanbul ve Ankara’yı alırlar. İslamcı yükseliş başlamıştır.
Aynı yıl, Kozmik Beyhan ilk büyük yapıtı Post’u sahneler. Post’un, Mevlevilikte şeyhlik makamı (postnişin) anlamına geldiğini kendi web sitesinde yazıyor. Bu yapıtın özelliği, DOB sahnesinde ilk kez bütünüyle alaturka müziğin kullanıldığı etkinlik oluşudur: Dede Efendi, Hüseyin Sadettin Arel, Saadettin Kaynak, Münir Nurettin Selçuk, Refik Talat Alpman.
Güçlü bir siyasal mesajdır. Kozmik Beyhan’ın ifadesiyle, MDT’nin “kimlik” arayışının, “Osmanlı’nın ve çağdaş Türkiye’nin sentezi” olarak çerçevelendiği yapıttır (hurriyet.com.tr, 3 Ekim 1998). Osmanlı-Cumhuriyet devamlılığı/sentezi düşüncesinin, 12 Eylül’ün “Türk-İslam Sentezi” yaklaşımının doğrudan uzantısı, neoliberal çağın resmi söylemi olduğunu bilmeyen kalmadı. Kozmik’in alaturka üzerinden yürüttüğü Osmanlıcılık, İslamcılar’ın gücünün artışına koşut olarak, adım adım tematik boyut da kazanacaktır (Güldestan (2004), Hüsn-ü Aşk’a Dair (2007), Barbaros (2010)).
Kozmik’in açıp, meşrulaştırdığı bu yoldan yürüyecek olan Merih Çimenciler, 1998’de, Osmanlı’nın 700. yılı nedeniyle, bütünü alaturka müzik eşlikli Harem balesine, 2003’te de, İslamcıların iktidara gelişlerini kutlamak için olsa gerek, yine bütünü alaturka müzikli Çalıkuşu balesine imza atar. Çimenciler’in Semra Özal’ın “papatyalar”ı arasında yer aldığını, 1992’de, Berlin Duvarı’nı konu edinen anti-Sovyetik içerikli “Duvarlar” adlı yapıtın koreografı olduğunu, Kozmik’in, alaturkayı modern dans ile buluşturmasına karşın, Çimenciler’in aynı işlemi klasik bale ile yapmış olmasının, Laik Cumhuriyet’in “yüksek sanat” anlayış ve kurumuna karşı çok daha ağır bir saldırı olduğunu belirtip, geçelim. Tabii, İslamcıların Harem’i 25 yıldır sahnede tutmasının sürpriz olmadığını söylemeye gerek yok.
Aynı yıl (1994), ABD-Houston’da düzenlenen festivalin onur konuğu Türkiye olarak belirlenince, ülkeyi temsilen gönderilenler arasına MDT de katılır. Kozmik Beyhan’ın Houston için hazırladığı koreografinin adı Sema’dır. Sahnede Mevlevi dervişler modern dans adabında Tanrı ile bütünleşmeye çalışırlar. Müziği Mercan Dede yapmıştır. Mevleviliğin büyük tüccarı, caz festivallerinin baş tacı, teknocu neyzen…
Alaturka, rock, dinsellik; bu popüler kültür etmenleri, neoliberal değerler olarak DOB sahnesine sosyal demokrat SHP’li bakanın onayı, DOB Genel Müdürü Şeyh Rengim Gökmen’in omurgasızlığı ile yerleşmeye başlarken, Devlet Balesi’ndeki sanatçıların kaşları çatılmaya başlar:
“Ankara’da modernin başlamasını hoş karşılamayan çok insan vardı. Özellikle klasikçiler… Ben de klasik müzikten bir dâhinin [Mozart] müziği ile, “Ne kadar ciddiye alıyorsunuz bu işleri, bir avuç insanız şurada” diyerek, kızlara postal ve tütü giydirdim. İkisinin de aynı yerde olabileceğini gösteren bir Rondo alla turca yaptım.” (Nesrin Aslan’la Erguvanın Rengi, Radyo-cazkolik, Nisan 2014)
Tepkileri yatıştırmak için klasik müzik kullanır; Mozart’ın üç farklı yapıtından bir sepet. Sırtını bakana ve Şeyh’e dayadığı için de tütü altına postal giydirip, klasik olan ile modern arasındaki “git-gel”leri, hem klasik, hem modern dansçılara oynatarak aklı sıra klasik-modern fusion’u yapar.
Rondo alla turca (1994) adlı şarlatanlık, yeni dönemin “sanat” anlayışına yönelik güçlü bir siyasal mesajdır. Mesaj alınacaktır; DOB’un kurumsal ve kültürel kimliğine doğrudan saldırı kabul edilmesi gerekirken, Kültür Bakanlığı 1995 “en başarılı koreograf” ödülü verilir. Neoliberalizm kapıyı kırmak üzeredir.
Kültür Bakanlığı ödülünü aldığı yıl, MFÖ’nün MVAB (Mazeretim Var Asabiyim Ben) adlı albümünde yer alan Asabiyim Ben adlı parçaya çekilen klipteki koreografiyi de aradan çıkarır. Aynı albümde, Mevlevi meşrep Cüneyd Kosal’ın “Hüseynî İlâhi”sinin, “Allah Allah” adıyla yeniden düzenlendiğini de belirtelim.
1995’in bir diğer özelliği, Aralık’ta yapılan genel seçimlerde, İslamcıların (Refah Partisi) büyük başarı kazanarak, Cumhuriyet tarihinde ilk kez birinci parti konumuna yerleşip, ilk İslamcı başbakanı (Erbakan) çıkarmış olmalarıdır.
4) Kozmik’in, Post’tan sonra ikinci büyük yapıtı, 1998’deki Afife olacaktır. Birden fazla ilki bünyesinde barındırır. Cumhuriyet’in 75. , Devlet Balesi’nin 50. yılı için hazırlanan proje, DOB’un kurumsal kimliğine yönelik aşındırmanın sanatsal boyutuna, biçimsel unsurların da eklenmesine yol açar. Laik Cumhuriyet’in kültür ve kamu kurumu anlayışına, neoliberal dönemin büyük ihanetlerinden biri olarak kayıtlara geçecektir.
DOB’da bir yapıt, ilk kez, bütünüyle dış finans ile gerçekleştirilir. Halk Sigorta siparişidir. Yapımcılığını ise Haldun Dormen üstlenir. DOB yönetimi, “repertuar yapıtı için sponsor desteği aramak” modelini, gerektiğinde bir “dış finans kurumunun projesine hammadde sağlamak” modeline dönüştürmeyi meşrulaştırır. Sanatçı kiralama dönemi başlamıştır. Anlaşma şu şekildedir: Üç gece yapımcıya çalışılacak, ardından yapımcı ürünü DOB’a “hediye” edecek. (Dansa Âşık Bir Kuğu, s.288)
Kamusal kültür ve işleyişten uzaklaşılması, dış unsurların belirleyiciliğine de kapı açacaktır: Projenin sanat yönetmeni, elbette, yapımcı Haldun Dormen olur. Dormen’in “müzikal” tutkusu biliniyor. Kostümler ise kurum dışı başka bir isme, Bahar Korçan’a emanet edilir. Reenkarnasyoncu Korçan, Kozmik’in yakın arkadaşıdır. Ondan söz edeceğiz. Müzik Turgay Erdener’e ısmarlanır. Ancak, Kozmik’in bir koşulu vardır: Mutlaka alaturka içermelidir. Turgay Erdener bu koşula evet diyerek intihar etmeyi tercih edecektir. Kozmik Beyhan’ı öneren, doğal olarak, Şeyh Rengim Gökmen’dir. Üstleneceği müzik danışmanı ve şef rolü zaten Allah’ın emridir. Böylece, klasik ile alaturka, kamu ile özel sektör fusion’u gerçekleştirilmiş olur. Ancak önemli bir sorun daha vardır: klasik bale ile modern dansın da fusion’u gerekir ki, neoliberal estetiğe yerleşilebilsin. Zira amaç, modern dansın meşruluk alanını genişletmektir. En kestirme çözüm, klasik balenin simge isimlerinden birini, çıplak ayakla, yerde yuvarlandırarak modern dans formatında sahneye çıkarmaktır. Çok aranmaz; devlet sanatçısı unvanlı, prima ballerina Meriç Sümen.
Yaşı, konumu, yapıtta ona biçilen rol dikkate alındığında, yalnızca “simgesel” bir varlık gösterebileceğine göre, projede yer alışının sanatsal bir anlamı yoktur. O halde, 55 yaşında o sahneye çıkıp, kendini ve Devlet Balesi’ni neden bu kadar küçülttüğünün siyasal bir nedeni olmalıdır. Vardır: İngilizlerin yetiştirdiği Sümen, Sovyetler ile bir dönem oldukça yakın olmuş, bale eğitmenliği formasyonunu bile orada edinmiştir. Tabii, İngilizleri epey üzerek. Artık Sovyetler Birliği yoktur ve İngilizlerden özür dileme zamanı gelmiştir. Sümen, devlet politikasına her zaman duyarlı, Bolşoy dahil, bir dizi diğer olanağın hep iktidarın yüksek tabakaları ile iyi ilişkilere bağlı olduğunu erken yaşta öğrenmiş olanlardandır.
Kozmik Beyhan, Meriç Sümen’in bu projede yer almasını çok istemekle beraber, kabul edeceğini hiç düşünmemektedir; onun modern dansa bakışında klasik balenin ortodoks çizgileri çok belirgindir, asla ödün vermeyeceğine emindir. Yanılır. Siyasal dengeler değişmiştir. Meriç Sümen gereğini yapmakta tereddüt etmez:
“Klasik bale yanlılarının da modern çalışması, modern dansa böyle ters bakmamaları lazım… Ben bir incecik köprü yaparım da onlar da kaynaşır birbirleriyle… Ben Beyhan’dan ve çocuklardan çok şeyler izledim. Keşke yirmi yaş daha genç olsaydım da onların arasında dans edebilseydim… Meğerse çok hoşmuş, çok güzel şeyler var… Gençliğimde keşke modern bale öğrenmiş olsaydım” (Dansa âşık Bir Kuğu, s.288-290)
İslamcıların atadıkları (2005) ilk DOB Genel Müdürü olması sürpriz sayılır mı?
Bu arada, Kozmik’in koreografisini yaptığı Afife’nin, Rıfaî Tarikatı üyesi Nezihe Araz’ın Afife Jale adlı tiyatro yapıtına (1987) yaslandığını da unutmamalı.
Afife sanatsal olarak tam bir pejmürdeliktir. Bizzat Kozmik’in söylemiyle, “Ne bale, ne modern dans, ne de dans tiyatrosu… Çağdaş dans” imiş (Cosmopolitan, Aralık 1998). Yıllar sonra ise, “Benim en baletik işimdir” diyecek (Kedi Gözü…), 2013’te MDT-İstanbul’da “point”e çıkararak, “baletik” simgeselliği arttırıp, “fusion” aksanını daha vurgulu kılmaya çalışacaktır.
Ama Afife’nin Kozmik için başka bir önemi daha vardır: İstanbul piyasasının çekiciliğine yakından tanık oluşu. Afife’nin provaları Ankara’da yapılır ama, prömiyer ve izleyen üç temsil İstanbul-AKM’de olacaktır. Özel sektör yapımcılığı, piyasa olanakları, medya/PR ağı, finansal formüller… Her şey bizimkini mest etmiş, modern dansın gerçek ruhunun ancak İstanbul’un liberal ortamında huzura kavuşabileceğine iman etmiştir. Afife modeli onun meşru işletmecilik rehberi olacaktır.
5) 2001’deki Seyahatname, popüler kültürün DOB’ta tümörleşmeye başladığının ilk önemli göstergesidir. Kozmik’in, “Özünü Türk sosyo-kültürel kaynağından alan ve iletişim çağına ayak uyduran” yapıt olarak tanımladığı çalışmada, Osmanlı-Cumhuriyet devamlılığı ya da sentezi, Evliya Çelebi ile Orhan Pamuk’a ait metinlerin aynı sahnede okunması biçiminde belirir. Okuyanlar da Cem Yılmaz ile Meltem Cumbul. Bu, “sahne üzerinde zamanı bükmek” demekmiş. Ayrıca, modern dans değil, çağdaş dans tiyatrosu imiş.
Cem Yılmaz’lı, Meltem Cumbul’lu DOB, yüksek sanat kalibresini büyütüyor.İslamcıların 2002’deki iktidarlarına daha bir yıl olduğundan, Hüsn-ü Aşk’a Dair’de (2007) doruğa tırmanacak olan tasavvufi “yolculuk” teması daha popüler bir vitrinde kamufle edilir.
Müzik tamamıyla mutasavvıf tüccar Mercan Dede’nin. İçinde ne ararsan var. Neoliberal yığma estetiğin tipik örneklerinden:
“Mercan Dede’yi çok severim… Dövmeli, küpeli, ney üfleyen… Bu kontrastları seviyorum… Mercan postmodern. Onun müzik anlayışı ile benim sahne üstü anlayışım çok örtüştü.” (Nesrin Aslan’la Erguvanın Rengi, Radyo-cazkolik, Nisan 2014)
Daha ilginci ise, DOB tarihinde ilk kez, kostümlerin kurum dışından bir moda tasarımcısına yaptırılmış olması. Oysa DOB’da bu iş için kadrolu insanlar var.
Kozmik Beyhan adım adım liberal örümcek ağını örüyor. Piyasa kutsallığını üst yönetime kabul ettiriyor. Hoş, onlar zaten teşne de, klasik balenin ortodoksları “Lahavle” çekip duruyorlar.
Kostüm tasarımını kime mi yaptırıyor?
Elbette, İstanbul’dan gelen reenkarnasyoncu arkadaşı Bahar Korçan’a. Korçan aynı zamanda sosyete modacısı.
Seyahatname ile birlikte, Kozmik, kendisi için Ankara sayfasının kapanması gerektiğini, çünkü bürokrasinin başkentinde daha fazla liberal açılım olanağı bulunmadığını, modern dans ile ilgili esas pazarın İstanbul’da olduğunu iyice anlıyor. Holding merkezleri, finans kurumları, zengin vakıflar, insanlar… Zaten memuriyet şemsiyesiyle kendini garantiye almış; artık işletmeci yönünü daha fazla görünür kılıp, piyasadan daha verimli nemalanma zamanı.
Ankara’daki ilk sekiz yılının (1992-2001) muhasebesini yaparken, aldığı siyasal desteği özellikle vurguluyor. İstanbul’a arkası sağlam geleceğinin doğrudan mesajıdır:
“Yolumuz tıkanmadı. Gerek Genel Müdürlük, gerek Bakanlık seviyesinde… Yolumuz tıkanmadığı gibi gerektiği zaman da finansal destek bulundu (…) Sanat politikasında hemen hemen bağımsız bırakıldım. Bu da çok önemli bir şey. Demek ki bana güvendiler, diye düşünüyorum. Bu da bir şeyi kanıtlıyor ki, Türkiye’de devlet içinde çalışıp sanat yapabilirsiniz. Ben ilk geldiğimde bunun olamayabileceği söylendi bütün camia tarafından.” (Dans, Daima, s.245)
Kozmik’in İstanbul’u fethi, İDOB’un felaketi…
Ancak, söz konusu sekiz yıl, Ankara’daki bu siyasal desteğin modern dansı umduğu ölçüde kökleştirip, klasik balenin pabucunu dama atmaya yetmeyeceğini anlamasını da sağlıyor. Bu durumda, gelir kapısı daraldığı gibi, DOB’a yönelik aşındırma işlevi de yeterince hizmete alınamamış oluyor. İstanbul’a gitme arzusunun altında yatan nedenlerden biri de bu. Doğal olarak, klasik baleye yönelik kompleksi daha da sivrilmiş durumda:
“[8 yılın ardından] dansçı açısından eksikliklerimiz var. Maalesef konservatuardaki gençlerimiz yeteri kadar bilgilendirilmiyorlar. Modern alana geçme cesaretleri belki biraz düşük bir seviyede. Belki de hâlâ içlerinde klasik balede prens olma sevdası daha ağır basıyor. Ancak, İstanbul’da bu böyle değil. İstanbul’da bayağı geniş bir kadro var” (Dans, Daima, s.243)
İstanbul’un taşı toprağı altın…
2011’deki bir söyleşisinde, Ankara ile ilgili değerlendirmesinin bir ton daha koyulaştığı görülüyor:
“MDT’nin Ankara’da olması, İstanbul merkezli bir medya ve kamu kaynağına uzak kalmasından kaynaklanan bir dezavantaj oldu… Ankara’da aşağıdan gelen çok olmadı. Devrim, Müge, Ejder, Özerk gibi insanların yerini dolduracak genç bir jenerasyon gelmedi. Bu da ister istemez alttan alta bir zayıflamaya neden oldu… Ankara’da genel olarak zayıflama yaşandı.” (mimesis-dergi.org, 5 Eylül 2011)
2001’de, modern dans ve MDT’nin liberal işlevine ve bunun DOB üst yönetimince onaylandığına yönelik saptaması ise gerçekten önem taşıyor:
“MDT içinde 8 yıl önce çok genç olan dansçılarımız şimdi olgunlaşıyorlar, artık koreografiye ve öğretmenliğe doğru açılmaya başladılar. Gönül ister ki, onlardan en az bir-iki tanesi kendi küçük projelerini ve gruplarını kurmaya, yaratmaya başlayıp, çalışsınlar. Bu tabii devlet memuru olduğumuz için biraz zor olabilir ama açık fikirli bir Genel Müdürlük bünyesindeyiz. Onun için bu tip yeni projelere hiç kimse hayır demiyor, bu mümkün. Bu, klasik balede de olabilir, operada bile olabilir aslında.” (Dans, Daima, s.249)
Kozmik’in muhteşem liberal formülü: Kamu kurumu sanatçıları, kendi özel bale, opera ve modern dans topluluklarını ya da projelerini, yasa elvermediği için, Genel Müdürün koruyucu kanatları altında, kamu kaynaklarını kullanarak yaşama geçirip, ceplerini doldursunlar.
Peki, sanatın ulvi hedeflerine hizmet dışında, Genel Müdürün avantası ne olacak?
Bilmem; ilgili Genel Müdüre sormalı.
Sizce, bu işe “olur” veren, sözünü ettiği saygıdeğer Genel Müdürümüz kim olabilir?
Elbette, Pansuman Remzi.
Bu işlerin piri olan “götürremzi.com” u, AKM yazımızda ayrıntılı biçimde anlatacağız.
Kozmik Beyhan, Ankara’nın olanaklarını sonuna kadar kullanmış, o piyasanın doğal sınırlarına ulaşınca, büyük umutlar bağladığı İstanbul pastasına yumulmak için gerekli girişimlerde bulunmuştur. 2002’de MDT’nin başından ayrılır. İstanbul’a çok güçlü gelmek istiyordur. Bunun anlamı, başkoreograflık koltuğuna oturup, hemen MDT’yi kurmaktır. Ankara’da öğrendiği önemlidir: DOB’un kamu kurumu niteliği, yasal örgütlenme ve işleyiş şemasını atlayarak oluşturulan yapıların, ne ölçüde desteklenirse desteklensin, marjinal kalmasına, meşruluk alanını genişletememesine yol açmaktadır. MDT-Ankara’nın başkoreograflık dışına alınması bu sonucu doğurmuştur. O halde, İstanbul’da tersini yapmalı, başkoreograflık bünyesine yerleştirilmelidir. Bunun için de tek yol, kendisinin tek yetkili olacağı başkoreograflık koltuğuna oturmasıdır. Liberal İstanbul’da bu işin epey kolay kotarılacağını, klasik balenin bir modern dansçıya emanet edilme olasılığının, Ankara’daki ortodoks genetikle karşılaştırıldığında çok daha yüksek olacağını düşünmektedir.
Fena halde yanıldığını anlayacaktır:
“Ankara’da kendi kurumumuz içinde gördüğümüz hoşgörü, kabul ve sıcak karşılamayı İstanbul’da görmedik. İstanbul’da MDT olmaması yönünde niyet gösteren insanlar vardı. Bunu ben de açıklayabilmiş değilim. İstanbul gibi bir metropolde, bu kadar alternatif, uçuk işlerin görülebildiği, İ-Dans gibi bir festivalin olduğu bir yerde, bu kadar kapalı görüşlü insanların olması bizi hayretlere düşürüyor. Hem de sanatsal vizyonsuzluğun boyutları konusunda endişelendiriyor. Bu söylediğim idari boyutta değil. En başta Genel Müdürümüz Rengim Gökmen ve İstanbul Müdürü Suat Arıkan’ın desteği ve arzusuyla bu platform [MDT] yaratıldı.” (mimesis-dergi.org, 5 Eylül 2011)
2002’de İstanbul’a gelmek üzere hazırlıklara başlar. Genel Müdür Pansuman Remzi ayarlanmıştır. Daha yukarısı da:
“Remzi Buharalı, “İstanbul’a git; oranın bir revizyona ihtiyacı var” dedi. “Klasikle başlarsın, sonra modern kurarız orada” dedi.” (Aylin Onart’la Akşam Kahvesi, Youtube, 28 Aralık 2013)
Yani, İstanbul’a başkoreograf olup, baleyi revizyona tabi tutacaktır. Ancak iki olay İstanbul projesinin 2005’e kadar ertelenmesine yol açar:a) İstanbul balesinin sanatçı
kadrosu, kendilerinden olmayan birinin yönetimine girmeye hiç de sıcak bakmaz:
“Zamanın müdürü Mesut İktu, “Haydi gel İstanbul’da MDT yapalım” demişti. Hemen akabinde şimdiki müdür Suat Arıkan aynı teklifi yapmıştı. Ancak bizim camiamız bu yeniliğe açık fikirlilikle yaklaşabilir mi? Dolayısıyla, öngörülen birtakım şartların hazır olması gerekiyordu.” (Hürriyet Kelebek, 14 Mayıs 2011)
Kozmik Beyhan İstanbul balesinin kimyasını bilmiyordu. Evet, İstanbul’un kültür kurumlarında genetik liberallik belirgindir. Örneğin, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO), CSO’ya göre bu açıdan farklılık gösterir. Balenin de böyle olduğu düşünülebilir. Oysa 1973’te İstanbul balesinin başına Ankara’dan gönderilen Güloya Gürelli (Aruoba), adeta “misyoner” refleksiyle, Ankara ortodoksluğundan yansıyan “kurum bilinci ve kültürü”nü yerleştirmeye özel bir dikkat göstermiş, bu da zamanla, “dış unsur”lara karşı anlamlı bir grup tepkisi geliştirilmesini sağlamıştır. Erol Gömürgen’in Türk-İslam Sentezi esinli “davullu bale/folklorik bale”sine karşı İstanbul’un gösterdiği sert tepkinin, girişimin güdük kalmasında önemli rol oynadığını anımsamalı.
Kozmik Beyhan’a, “dağdakinin bağdakini kovması” gözüyle bakılır ve hiç de sempatiyle yaklaşılmaz:
“Ben kariyerimin ilk 12 yılında Ankara’daydım, orası kurum olarak daha kolay kabul etti, İstanbul’da biraz daha zor oldu. İlginç bir şekilde Ankara’daki kafalar, İstanbul’dan biraz daha açıktır sanatta. Ankara’da hiçbir dirençle karşılaşmadım, İstanbul’da ise karşılaştım. Ama işte her şeyi aşıyoruz, yılmıyoruz.” (Ayşe Arman ile söyleşi, hurriyet.com, 11 Şubat 2016)
İstanbul dansçıları haksız değillerdir. Kozmik’in bakış açısı gerçekten de ne kurum, ne de yüksek sanat ile uyumludur; Devlet Balesi’ne, hele ki İstanbul ayağına “şirket” gibi bakmakta, öyle yönetilmesi gerektiğini düşünmektedir:
“Çok tepki aldım; “Sen moderncisin, klasik’i nasıl yönetirsin” diye. Dünya yıkıldı zannetti herkes. [Oysa] Bir şirketin başına geçersiniz, sonra bir başkasının. Aynı alan da olmayabilir. Yöneticilik yöneticiliktir.” (Aylin Onart’la Akşam Kahvesi…)
Yoruma gerek var mı?
b) Kozmik Beyhan’ın dinsel parfümü İstanbul balesinde rahatsızlık yaratır. 2002’deki genel seçimlerde İslamcıların tek başlarına iktidar olmaları, özellikle bale dünyasında çok büyük bir huzursuzluğa yol açar. İslamcıların baleye bakışları bellidir; İslamcı Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın görev süresinde (28 Haziran 1996-30 Haziran 1997) DOB’un 50 milyarlık ödeneğini kestirmesi, günah saydığı balenin temsillerine değil gelmek, 1996’da Varna’da düzenlenen Balkan Bale Festivali’ne katılıma dahi onay vermemiş olması henüz akıllardadır. Bir koalisyon hükümetinde bile bu ölçüde cüretkâr davranabilen zihniyet, tek başına iktidarında neler yapmaz ki?!
Kozmik Beyhan İstanbul için “istenmeyen kişi” olur. İslamcılar yeni geldiklerinden, yüksek sanat kurumlarında henüz ağırlıklarını duyumsatacak konumda değillerdir. Zorunlu olarak Ankara’da kalacaktır. Pansuman Remzi onu hemen “Genel Müdür Sanat Danışmanı” yapar.
Oysa İstanbul için çıldırmaktadır. İslamcı koridorları aşındırmaya başlar. Bakanlık Müsteşarı Mustafa İsen son derece anlayışlı bir beyefendidir. Sanat işleri ondan sorulmaktadır. Acaba Sayın Kozmik Beyhan Hanımefendi, milli ve manevi değerlerimizin murisi Osmanlı’nın kültür ve yaşamını aksettiren, herkesin beğeniyle izleyeceği, ülkemizi de yurt dışında layıkıyla temsil edecek popüler bir eser yapsa, onda da, Sayın Kültür Bakanımız Erkan Mumcu’nun saygıdeğer eşleri Işın Mumcu Hanımefendi’yi sahne tasarımcısı olarak istihdam etse, sonra da İstanbul balesinin başına geçse nasıl olur?:
“Osmanlı yaşamından etkilenmiş bir çalışma Güldestan. Bakanlık, “öyle bir eser yapalım, çok çok oynansın, yurt dışına götürelim” dedi.” (Kedi Gözü)
Denilen yapılacak, Kozmik, Güldestan ile İstanbul’un başkoreograflık vizesini alacaktır.
Güldestan ne mi?
“Güldestan’ı daha hızlı yaptım. Mercan’a dedim ki, bir şey yapalım “recycle” olsun… Ben Seyahatname’den aldım, Mercan eski müziklerinden aldı. Bir harman yaptık. Küçük bir orkestra oluşturuldu; elektronik müzik ile Türk müziği orkestrası…” (Anjelika Akbar ile Sesler, TRT 2, 5 Eylül 2019)
Güldestan’ınki, DOB’da hazırlanan program kitapçıkları arasında ilk kez İslamcı, muhafazakâr kesimin yağlı kalemlerinin boy gösterdiği yayın olacaktır: Orhan Okay, Beşir Ayvazoğlu. Her ikisi de Zaman gazetesi yazarlarından.
Beşir Ayvazoğlu’ndan alıntılanan metinde “gülün dini ve metafizik anlamları”, “tasavvufî sembolizm” ve “Osmanlı sanatında” yeri falan…
Baleden hiç hoşlanmayan Orhan Okay ise aynı kitapçıkta bakın ne diyor:
“Baleye hiç ilgi duymadığımı itiraf etmeliyim… Bale benim üzerimde öteki sanatlara göre daha sun’i, hayatta karşılığı olmayan, gerçeklerden alabildiğine uzak bir sanat gösterisi tesiri bırakmıştır… Güldestan, şu ileri yaşımda bana balenin de sevilebileceğini düşündürdü. Güldestan klasik bir bale olmadığı gibi belki modern bir bale de değil. Zaten takdim broşürünü tertip edenler de bale yerine “müzik ve dans prodüksiyonu” demeyi uygun bulmuşlar. Aslında bir Batı sanatı formu olan bale, Güldestan’la zannederim ilk defa ileri seviyede yerli bir atmosfere büründürülmek istenmiş,…başarılı da olmuştur. Koreografinin tema’sı, Enderunlu Vasıf’ın meşhur,
O gül-endâm bir al şâle bürünsün yürüsün,
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
Beytinden mülhem olmalı. Sadece bu beyit, balerin ve dansörlerin sahnede yürümek ve sürünmek arasındaki hareketlerini ifade için şimdiye kadar koreografların dikkatini çekebilmeliydi.” (Güldestan program kitapçığı, s.21-22)
Beyhan Murphy-Mercan Dede ikilisinin Güldestan’ı İslamcı muhafazakâr kalemleri mest ediyor.Güldestan’ı çok beğenen İslamcı yazarımız demek istiyor ki, “yerli ve milli” bale yapacaksanız, bu kesinlikle klasik bale olmamalı çünkü o yapay. Modern dans türü şeyler olmalı; bunların da konuları Osmanlı kültüründen alınmalı. Güldestan’ı bu anlamda başarılı ilk örnek kabul ediyor.
Adam daha açık nasıl söylesin ki?!
Kozmik Beyhan’ın İstanbul’a gelişi sonrasında olup bitenler bu yazının konusu dışında. Zaten onun bu dönemi, dansın kendisinden çok ticaretinin tarihini ilgilendirir nitelikte. Tabii, bir de siyasal-dinsel ilişkilerinin.
Artık, bu sürecin organik bir parçası olan Taytsız Cem’in öyküsüne kaldığımız yerden devam edebiliriz.
Yine de, meraklısı için iki küçük not ile Beyhan Murphy adlı matruşkaya ayrılan bölümü tamamlayalım:
1) Kozmik’in toplam bir buçuk yıl sürecek üç dönemli başkoreograflığı epey fırtınalı oldu. “Balenin hanımağası benim” edasıyla camı çerçeveyi indirdiği için, dönemin İDOB müdürü Suat Arıkan tarafından, 2005 Mart’ında getirildiği başkoreograflıktan alındı (Haziran 2005). Bunun üzerine, baş koruyucusu Genel Müdür Pansuman Remzi de Arıkan’ı görevden aldı. Ortalık karışmış, konu basına yansımış, Kozmik İDOB’ta ciddi bir huzursuzluk kaynağı olmuştu. Sırtını dayadığı ismin İslamcı müsteşar Mustafa İsen olduğunu söylemekten çekinmemesi, sevimsizliğini daha da arttırıyordu. Kişisel hırsı nedeniyle, “başarısızlık” duygusunu asla hazmedemediğini belirtmiştik. Değil MDT kurmak, oturduğu koltuğu bile üç aydan fazla koruyamamıştı. İntikamını mutlaka alıp, koltuğa yeniden kurulmalı, kendisini küçük gören klasikçilere gücünü göstermeliydi. Aksilik bu ya, tam bu sırada, baş koruyucu Pansuman Remzi de akçeli işler ile mercimeği fırına verip müfettiş soruşturmasına takıldığı için, koltuktan tüymek zorunda kalmasın mı! Yerine, İslamcılar Meriç Sümen’i getirdiler. Sümen, İstanbul müdürü olarak atadığı Kerim Soysal ile yakındı, ona güveni tamdı. İDOB’un dengelerini iyi bilen Soysal, Kozmik’e yönelik antipatinin farkındaydı ama, Müsteşar İsen bastırıyordu. Kozmik başkoreograflık koltuğuna yeniden oturtuldu (Temmuz 2005). Huzursuzluk daha da arttı. Kozmik Beyhan İstanbul balesini yönetebilecek niteliklere sahip değildi. Cebindeki tek kart, işletmeci yönünü öne çıkarıp, yabancı koreograf, eğitmen getirmek için elçiliklerden para koparabileceğine yönelik güçlü bir izlenim yaratmaktı. Zaten PR’ını da bu düzlemde yaptırıyordu (“Beyhan Murphy İDOB Başkoreografı”, NTV-MSNBC haberi, 25 Mart 2005). Sonunda Kerim Soysal onu görevden aldı ve yerine Selçuk Borak’ı getirdi (Mart 2006). Meriç Sümen Afife ile modern dansa “he” demişti ama, İstanbul balesindeki dengeleri alt üst edecek ölçüde modern dans militanlığına da soyunacak kişi değildi.
Kozmik yeniden Müsteşar Mustafa İsen’e koştu. 2007’de, İslamcıların Laik Cumhuriyet’e Ergenekon adı altında başlatacakları fiziki saldırı hazırlıkları artık tamamlanmıştı. İslamcı Mustafa İsen, edebi kültürümüzün esasını teşkil ettiğine inandığı “Divan Edebiyatı”mız ile manevi dünyamızın kalbi olan “Tasavvuf”umuzun mecz edilmek suretiyle DOB sahnesinde tezahürünün pek münasip olacağını ifade buyurmakla kalmadı, eser-i âzam Hüsn ü Aşk’ın kudret-i kelâmına da işaret etti:
“…gözümün önünden ya da elimin altından onlarca klasik hikâye geçti. Ben onların içinde hayatımın erken dönemlerinde Hüsn ü Aşk’a takılıp kaldım… Sonra Kültür Bakanlığı’nda şu anda yapmakta olduğum görevi üstlendim. Özellikle sahne sanatları alanında görev yapan idareci arkadaşlarımla sahnelenecek eserler konusunu görüşürken bizim geleneksel birikimimizden nasıl yararlanabileceğimiz meselesi gündeme gelince Hüsn ü Aşk aşkı bir kere daha depreşti.” (Hüsn-ü Aşk’a Dair…, Program kitapçığı, s.2)
Kozmik görevi alınca hemen işe koyuldu. Divan Edebiyatı’nın 18. yüzyıl mutasavvıf şairlerinden Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ının çağdaş versiyonu: Hüsn-ü Aşk’a Dair… Tekmili birden mistik, uhrevi “iç yolculuk” vaziyetleri… Hem Divan Edebiyatı, hem de tasavvuf. Lokum billahi! İslamcı Ergenekon saldırısına daha güzel bir eşlik düşünülemezdi.
Kozmik’in dinsel esin kaynaklarından yukarıda söz etmiştik. İslamcılarla aynı buttan ısırması eşyanın doğasına çok uygundu:
“Aşırı fantastik, bir cümlesinden bir sahne çıkabilecek kadar kesif bir şiir… Dehşet bir anlatım, eşi benzeri olmayan bir tasvir yumağı, Mevlana’nın Mesnevi’sinden sonra herkes tarafından kabul edilen İkinci Mesnevimiz, bir Divan Edebiyatı şaheseri…” (Hüsn-ü Aşk’a Dair…, Program kitapçığı, s.3)
Hüsn-ü Aşk’a Dair Kozmik’in üçüncü kez başkoreograflık koltuğuna oturmasını sağladı ama, MDT’nin kurulmasına yetmedi. Çünkü İslamcıların Ergenekon’dan galip çıkacaklarının henüz garantisi yoktu. Laik Cumhuriyetçi kurumların siyasal dengedeki ağırlıkları ve olası tepkilerinin sonuçları el eriminde değildi. Ama çok beğendiklerini, devletin resmi desteğine mazhar olduğu mesajını içeriye ve dışarıya vermek için, Avrupa’nın önemli kültür etkinliklerinden biri olan 2007 Frankfurt Kitap Fuarı’na götürdüler.
Meriç Sümen’in 2007 Ekim’inde emekli oluşunun ardından, İslamcıların DOB Genel Müdürlüğü koltuğuna oturttukları Şeyh Rengim Gökmen, Kozmik’in derin bir nefes alıp, “Nihayet!” demesini sağladı.
Mustafa İsen, Şeyh, Kozmik akım hattı çekilmişti. DOB’un İslamcı esaret altına alınma süreci hızlanabilirdi.
Şeyh, mesaisinin önemli bölümünü Ankara’nın siyasal nabzını ölçmekle geçirdiğinden, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine sıçramış olan Mustafa İsen’in esiniyle, Ergenekon operasyonunun daha da derinleşeceğini öngörerek, 2008 sonunda Kozmik’e, bu kez Osmanlı tarihinin muzaffer komutanlarından birini modern dans sahnesine taşımasını önerir. İslamcıların alaturkalı, semazenli, Osmanlı renkli modern dansı, klasik müzikli, kuralcı ve sıkıcı baleye elli defa tercih edecekleri açıktır. Mustafa İsen’in Kozmik’e aktardıkları da zaten bu yöndedir. Sahneye taşınması önerilen kişi, Osmanlı’nın muzaffer amirali, Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı) Barbaros Hayrettin Paşa olacaktır.
Ne ilginçtir ki, Ergenekon sürecinin ana hedefinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı vardır ve bir süre sonra Komutan Özden Örnek dahil, neredeyse tüm komuta kademesi tutuklanacaktır. Laik Cumhuriyet’in “darbeci”, “milli irade”ye saygısız, “vesayetçi” denizci komutanları ile, ecdadımız Osmanlı’nın, sultanına bağlı, zaferden zafere koşan, şanlı komutanları hiç aynı kefeye konabilir miydi? Bu gerçeğin DOB sahnesinde de anımsatılması “milli menfaat”imiz gereğidir. Tabii, bazı koltuklarda oturmayı sürdürebilmenin de.
Hem islamcısever, hem de vatansever nitelikleri ile öne çıkan bu iki yetkin sanatçımız, Şeyh Rengim ve Kozmik Beyhan kafa kafaya verip bu “yerli ve milli” projeyi yaşama geçirmeyi başaracaklardır.
Ergenekon sürecinin “yerli ve milli” ürünü Barbaros, bazı koltukları koruyabilmenin teminatıdır.Nitekim Barbaros’tan sonra yol açılacak, MDT kurulacaktır. Ergenekon gayet güzel ilerliyordur. Zaten Şeyh de DOB’u, İslamcıların anlayışına uygun olarak merkezileştirmeye başlamıştır. Artık her şeye o karar vereceğinden, Kozmik’in endişe etmesine gerek yoktur.
İslamcıların DOB’u Şeyh’in işbirlikçiliği ile merkezileştirme süreç ve nedenlerini önceki yazılarda ayrıntılı olarak ele almış, bunun Laik Cumhuriyet’in kültür kurumlarına yönelik siyasal saldırının bir parçası olduğunu belirtmiştik. Kozmik Beyhan, Güldestan ve Barbaros’un Genel Müdürlük projeleri olduğunu söyleyerek, merkezileşme ve modern dans arasında bir meşruluk ilişkisi kuruyor. Oysa 1309 sayılı yasa, DOB örgütlenme şemasında, Genel Müdürlük ve Ankara Müdürlüğü diye bir ayrıma olanak tanımıyor. Genel Müdürlük zaten Ankara Müdürlüğü demek. 2008 sonunda, Şeyh’in İslamcılar ile el ele verip, yasal sınırı aşacak biçimde, Genel Müdürlük dışında bir Ankara Müdürlüğü kurulduğunu ilan etmesiyle birlikte, dünya opera-bale tarihine geçen bir garabet ile karşılaşıldı: Tek bir opera, bale sanatçısı, orkestra üyesi, sahnesi, teknik personeli olmadığı halde, başrejisörü, başkoreografı vb. olan bir Genel Müdürlük. İşte, bu hayalet Genel Müdürlüğe somut bazı sanatsal etkinlikler yapıştırabilmek için, işletmeci Kozmik’in aklına güzel bir fikir gelir: İslamcıların özellikle önem verdikleri bazı modern dans ürünlerini, “Genel Müdürlük Projesi” olarak tanımlamak.
Tanımlamak kolay da, neye dayanarak?
Bir yapıtta birden fazla müdürlük sanatçısının dans etmesine dayanarak…
Gerçekten şaka değil; Kozmik Beyhan, Güldestan’da İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya; Barbaros’ta ise İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Mersin ve Samsun dansçıları yer aldığı için, bunlara “Genel Müdürlük Projesi” adını veriyor.
Böylece, modern dans İslamcıların merkezileştirilmiş DOB projesini meşrulaştıran unsurlardan biri oluyor. Karşılığında, hepsinden sanatçı devşirerek, modern dansın bütün il müdürlükleri nezdinde meşrulaşması sağlanıyor.
Barbaros’un Osmanlıcı tavrının, İslamcıların Ergenekon zaferi ile birlikte 2011’den itibaren televizyonları saracak olan Osmanlıcı diziler ile aynı ideolojik eksende oluşunun yalnızca bir tesadüf olduğunu düşünülebilecek bir sazan yoktur herhalde: Muhteşem Yüzyıl (2011), Bir Zamanlar Osmanlı (2012), Kirli Oyunlar (2012), Son Yaz-Balkanlar 1912 (2012), Fatih (2013), Osmanlı’da Derin Devlet (2013), Osmanlı Tokadı (2013), Çırağan Baskını (2014), Diriliş Ertuğrul (2014), Filinta (2014) vb.
Osmanlıcı “ecdat” dizileri; milli kökümüz, milli geçmişimiz, milli geleceğimiz…Bu arada, Kozmik’e, “İşte şimdi İstanbul’a gelmeye değdi” dedirtecek o müthiş olay gerçekleşir: İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Direktörlüğü (2009). Kozmik’i buraya kim, neden önerdi? Hadi oraya girmeyelim; anlayan anlamıştır. Ancak şunu söyleyelim: Kozmik’ten önce o koltukta oturan Dikmen Gürün pis kokulu akçeli işlerden şikâyet ederek istifa etmişti. Kozmik için ise rüya makamdı. Yöneticilik/işletmecilik becerisini sonuna kadar gösterebilirdi. Öyle de oldu. DOB’u askıya alıp, dört elle yeni işine sarıldı. Yerli ve yabancı fonlardan gelen milyonlarca doların, sahne ile ilgili projelere paylaştırıldığı birimin başında bulunan Kozmik, gerçek bir işkadını olduğunu kanıtladı. Hem de nasıl!
2010’da sahnelenecek Barbaros’u da o projelerden birine dönüştürüp, gereğini yaptı.
Anladınız, değil mi?
Ayrıca, Barbaros, bir opera festivali olarak tasarlanmış olan I. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’ne kaynatılmış tek dans etkinliği olarak da dans tarihimizdeki şanlı yerini aldı.
Sanatsal açıdan opera festivalinde yeri olmamakla beraber, siyasal açıdan hiç de uyumsuz sayılmazdı. Zaten önemli olan da buydu.
Neden mi?
Çünkü Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin sanat yönetmeni Yekta Kara ve Genel Müdür Şeyh Rengim Gökmen, İslamcıların gözüne girebilmek için, baş başa verip, Festival’e siyaseten meşru bir zemin aramışlar, bulmaları da hiç zor olmamıştı: Çoksesli Batı müziği temelindeki operayı mutlaka Osmanlı’ya bağlamak. Geliştirdikleri formül, kendi deyişleriyle, “felsefe”ye Türkçede sıfat bulmanın olanağı yok:
“Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin başlangıçtan bugüne felsefesi, dünyaca ünlü birçok bestecinin tarihten bu yana etkilenerek oluşturduğu Türk ve Osmanlı Kültürü’nün incelikli, seçkin eserlerinin doğal mekânlarında icrasıdır.” (2012 DOBGM İdare Faaliyet Raporu, s.11)
Türkçe ifade bozukluğu ile “Türk” ve “Osmanlı” kavramlarının bilinçli biçimde eşanlamlı kullanımı garabetini bir yana bırakırsak, dünyaca ünlü birçok bestecinin, “incelikli, seçkin” Osmanlı kültürünün etkisi altına girip, oluşturduğu eserler… Bu tarihsel gerçeğin en sağlam kanıtı ise “doğal mekânlar”; saraylar filan.
Yani, İslamcı istedi bir göz…
Ha, bu arada, belki merak eden olur; incelikli, seçkin Osmanlı kültürünün etkisi altında yapıtlar oluşturan şu dünyaca ünlü besteciler… Festival’in program kitapçıklarını taradığınızda görüyorsunuz: Okan Demiriş (IV. Murat), Selman Ada (Aşk-ı Memnu), Ali Hoca (Lale Çılgınlığı), Cemal Reşit Rey (Lüküs Hayat), Tolga Taviş (Hekimoğlu)…
Saraydan Kız Kaçırma (Mozart), II. Mehmet (Rossini) gibi yapıtları aynı torbaya koyup, Osmanlı hayranlığı karambolünden pazarlamaya kalkışmak da cabası.
İstanbul 2010 AKB Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Direktörlüğü koltuğu, İDOB’un başkoreograflık koltuğunda bile eğreti oturabilmiş Kozmik Beyhan’ı bir anda bütün ülkenin sahne ve gösteri sanatlarının tek yetkilisi yaptı. “Proje” üzerinden cebini doldurmak isteyen kurum ya da kişilerin tek başvuru tanrıçası oydu. Kuyruklar oldu. Neler neler döndü, bir bilseniz!
Rabbim ziyadesiyle verdi…
O koltuk Kozmik’in meşruluğunun önündeki son soru işaretlerini de kaldırdı.
Artık MDT-İstanbul’un kurulması önünde hiçbir engel kalmamıştı. Barbaros’un sahnelenme sürecine koşut olarak kuruluş hazırlıkları tamamlandı ve salon çalışmaları 2011 Şubat’ında resmen başladı.
Kurumdaki antipatik konumu ve sanatsal hafifliği giderek daha üst gamlara çıkan Kozmik’in, onca siyasal desteğe karşın İstanbul’da başkoreograflığı yine de söz konusu olamayacağından, MDT-İstanbul da İDOB Başkoreograflığı’na değil, doğrudan İDOB müdürüne bağlı olarak kurulabildi.
Peki, işletmeciliği, organizatörlüğü bu kadar seven ve becerebilen -“Benim tanınırlığım çok fazla dans işletmeciliğinden, direktörlükten geliyor.”(Sahne Tozu Yutanlar, Beyhan Murphy&Harun Tekin, Zorlu PSM, 19 Ocak, 2021)-, ülkeyi 2008 Eurovision Şarkı Yarışması’nda temsil eden Mor ve Ötesi’ni bile altı ay koreografik çalıştıran Kozmik’in, Mustafa İsen ve İslamcı kesimlerin üst katmanları ile yakınlığı dikkate alındığında, acaba FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatları (2003-2013) türünden etkinliklerinde bir rolü olmuş mudur, sorusu akla gelmiyor değil.
Gerçi Kozmik Beyhan’ın yaşam felsefesi düşünüldüğünde…: “Taştan su çıkarmak lazım. Hele bizimki gibi ülkede.” (Ayşe Arman ile söyleşi, hurriyet.com.tr, 11 Şubat 2016)
Neyse canım, en iyisi kendisine sormalı…
MDT-İstanbul konumuz dışında. Ama orayı inceleyecek olanların dikkatini ilk çekecek şey, dinsel yoğunluk oranıdır. Ankara’dakine göre modern dansın liberal özünü çok daha iyi yansıtan, repertuar değil de proje topluluğu olarak tasarlanmış MDT-İstanbul Proje’deki bu dinsellik ile piyasacılık arasındaki organik ilişkiyi bir gün anlatırız.
2) Kozmik İstanbul’a gelince, kısa bir süre sonra, MDT-Ankara ekibinden birkaç kişi de ona katılmak üzere İstanbul’a geldi. Bunlar arasında bir isim özel bir yere sahiptir: Cem Görk. Yani, Taytsız Cem. İlginç bir kişiden daha söz etmeli: Alparslan Türkeş Karaduman. Onun İstanbul’a gelişi 2010. Kozmik’in İstanbul 2010 AKB Ajansı görevine denk düşüyor. Barbaros’ta Kozmik’in yardımcısı. İstanbul’a gelişinin bazı özel nedenleri de olmakla beraber, bir dönem Kozmik ile yine yakın çalışıyor.
Alparslan’ın babası Özdemir Karaduman sıkı bir MHP’li. Alparslan Türkeş’e hayran. Oğlunun birine doğrudan Alparslan Türkeş, diğerine Atsız adını veriyor. Baba Karaduman 1970’lerde, bir ara, Gazi Eğitim Enstitüsü (GEE) yanında bulunan Niğde Şeker Yurdu’nun müdürlüğünü yapıyor. Bu yurt sağcıların karargâhı. GEE’ne sol görüşlü öğrencileri sokmamak için ülkücülerin hazırladığı bütün planlar burada yapılıyor. Bu arada, baba Karaduman’ın MİT ile ilişkisi olduğuna dair kulis bilgileri kulaktan kulağa dolaşıyor. 12 Eylül’den sonra, Pozantı civarında, komünist yakalamak için kimlik kontrolü filan yaptığı da. Sonradan, DT Muhasebe Müdürlüğü’nden emekli oluyor. Alparslan ADK’da okurken babasının siyasal çizgisinde epey cevval bir bale öğrencisi.
İşte bu Alparslan Türkeş MDT’nin Kozmik’ten sonraki ikinci ismi. Onun baş yardımcısı. Kozmik ona çok güveniyor. Yanından hiç ayırmıyor.
İkincisi Taytsız Cem. MDT’nin hiçbir dansçısı modern dansın liberal içeriğini onun kadar özümseyip yaşama geçirememiştir; Taytsız, kısa sürede, Meryem Ana’sı Kozmik’in itimi ve desteği sonucu gerçek bir işadamı olacaktır.
Haftaya: TAYTSIZ CEM’İN ÖYKÜSÜ, KALDIĞI YERDEN…
Melis Gönenç/soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder