T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -25 Aralık 2024-

 

Adıyaman'da 72 kişiye mezar olan İsias Otel davasında karar: 'Olası kast' yok; 6 sanığa 8 yıl ile 18 yıl arasında hapis cezası, 5 sanığa beraat

Otel sahibi Ahmet Bozkurt savunmasında, "Eğer deprem bu kadar şiddetli olmasaydı otelim yıkılmazdı" dedi. Mahkeme "olası kast" suçundan ceza vermedi

isias otel

Adıyaman'da, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat 2023'teki depremlerde yıkılan ve aralarında KKTC'li çocuk sporcuların da olduğu 72 kişinin hayatını kaybettiği Grand İsias Hotel'e ilişkin 3'ü tutuklu 11 sanığın yargılandığı davada, otel sahibi Ahmet Bozkurt'un da yer aldığı 6 sanığa 8 yıl 4 aydan, 18 yıl 5 ay 7 güne kadar değişen oranlarda hapis cezası verildi.  Adıyaman 3. Ağır Ceza Mahkemesince adliyenin zemin katındaki çok amaçlı konferans salonunda dün sabah başlayan ve gün boyu devam eden duruşmada karar açıklandı. Dün sabah 10.00'da başlayan duruşma saat 02.00'ye kadar yaklaşık 16 saat sürdü.(https://t24.com.tr/haber/72-kisiye-mezar-olan-isias-otel-le-ilgili-dava-sonuclandi-,1205147)

                                                                   ***

Patlamanın olduğu fabrika, ‘FETÖ yatırımı' ve 'PKK’ya silah taşıma' iddiasıyla gündeme gelmişti: Önce kayyıma devredildi, sonra satıldı -Ceren Bala Teke-
Balıkesir’de bu sabah patlama yaşanan, 11 kişinin hayatını kaybettiği fabrikanın sahibi ZSR Mühimmat, geçmişte farklı iddialarla gündeme geldi. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, Yavaşçalar Av ve Spor Malzemeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. adıyla sektöre giriş yapan firma, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında şirket sahibi İsmail Yavaşça’nın “FETÖ üyeliği” nedeniyle yargılanmaya başlamasıyla önce kayyıma ardından da 2017’de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildi. TMSF tarafından satışı yapılan firmanın yüzde 45’i Çekya merkezli Topalipo as adlı firmaya ait. Kalan hisseler de Ömer Faruk Kalyoncu’ya ait olan Zirve Holding ve Senta Madencilik Sanayii ortaklığında bulunuyor. Firmanın başında Yavaşça’nın bulunduğu dönemde Sabah gazetesinin, ‘fabrikadan PKK’ya silah taşındığı’ iddialarını haberleştirdiği de görüldü.(https://t24.com.tr/haber/patlamanin-oldugu-fabrika-feto-yatirimi-ve-pkk-ya-silah-tasima-iddiasiyla-gundeme-gelmisti-once-kayyima-devredildi-sonra-satildi,1205069)

                                                                  ***

Asgari ücret belirlendi, belirsizlik bitmedi -Binhan Elif Yılmaz-

Asgari ücretin belirlenme süreci, yılın son günlerine kalır. Artık rakam belli oldu ama aşağıda açıkladığım belirsizlikler devam ediyor.

Asgari Ücret Komisyonu’nun toplantılarının günleri bile belirsizdi. Perşembe ya da cuma günü toplanacağı söylenen komisyon, aniden ve hızla bu gece toplandı. İşçi kesimi son toplantıda temsil bile edilmedi. Toplantı hızla bitti. 2025 yılı asgari ücret yüzde 30 artışla 22.104 TL oldu.

Asgari ücretli memnun olmadı haklı olarak. Acaba Cumhurbaşkanından bir açıklama gelir ve artar mı beklentisi ve belirsizliği var şimdi de.

Geçen haftaki Asgari Ücret Komisyonunun ikinci toplantısında Hazine ve Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve TÜİK temsilcilerinden gelen temel ekonomik veriler incelenmişti. Veriler ışığında yaşam maliyetinin gözler önüne serilmesi gerekiyordu ki bunun için de söz konusu maliyeti ve satın alma gücündeki azalışı tam olarak tespit edecek endeks ve istatistiklere ihtiyaç vardı. Aksi halde emeği enflasyondan koruyacak gerçek orana ulaşmak zordu, belirsizlik içerecekti. Öyle de oldu, emek enflasyondan korunmadı.

Ancak asıl belirsiz olan asgari ücretin tespitinde temel alınan enflasyon oranındaki belirsizlik ve gerçekleşen ya da beklenen enflasyonun ne ifade ettiği.

Asgari ücret artışının belirlenmesinde TÜİK enflasyon verisi baz alınıyor. Oysa hane halkı bütçesinden en büyük pay gıda, kira gibi temel harcamalara ayrılıyor. Bu temel harcama kalemlerinin enflasyonu TÜİK’in açıkladığı manşet enflasyonun çok üstünde.

Yıl sonunda TÜİK’in açıklayacağı enflasyonun yüzde 46 civarında gerçekleşme olasılığı yüksek olmasına rağmen, asgari ücrete enflasyon oranının oldukça altında zam yapıldı. Belirsizliklerden biri, gelecek yıl beklenen enflasyon oranına göre yapılmasıydı. Ama o oranı bugünden tahmin etmek imkânsız. Çünkü TCMB bu verileri sıklıkla revize ediyor. Şöyle;

TCMB 2023 yılının kasım ayındaki IV. Enflasyon Raporu’nda yılın bitmesine iki ay kala, 2023 yıl sonu enflasyon tahminini 7 puan arttırarak yüzde 58’ten yüzde 65’e yükseltmiş ve nihayetinde 2023 enflasyonu da 64,8 olarak gerçekleşmişti. Aynı raporda 2024 yıl sonu tahmin hedefini de 3 puan arttırarak yüzde 33’ten yüzde 36’ya yükseltmişti.

Yukarı doğru revizyonlar 2024 yılında da devam etti. 2024 yılının II. Enflasyon Raporunda, yani son güncellemeden altı ay sonra 2024 yıl sonu enflasyon tahminini 2 puan yukarıya doğru revize etti ve yüzde 38 oldu. Son olarak kasım ayındaki IV. Enflasyon Raporunda 2024 yıl sonu enflasyon tahminini bu kez altı puan yukarı taşıdı ve 38’den yüzde 44’e güncelledi. Aynı raporda 2025 yıl sonu enflasyon tahminini de 7 puan arttırarak yüzde 14’ten yüzde 21’e çıkardı. Gerekçe de genel olarak enflasyonun ana eğilimi ve beklentilerdeki iyileşmenin öngörülenden sınırlı olmasıydı.

Bir yandan da enflasyon beklentileri TCMB enflasyon tahminlerinin oldukça üstünde. Özellikle hane halkı enflasyon beklentisinde aşağıya iniş çok yavaş.   

Bir başka belirsizlik kaynağı, işveren kesimi emeği bir maliyet unsuru olarak kabul ettiğinden gelecek yılın yatırım planlaması ve hedeflerinin içine personel maliyeti olarak neyi dahil edeceğiydi. Türk-İş yüzde 45 enflasyon farkı ve ek olarak yüzde 20 refah payı teklifini komisyona getirse de takvim dışı bir şekilde ve acilen toplanan Asgari Ücret Komisyonu toplantısında TİSK’in önerisine gerek bile kalmadı, Bakan Işıkhan açıklamanın ardından toplantıyı bitirdi. Geriye asgari ücretlinin geçim belirsizliği kaldı. İşveren ve sermaye kesiminin artık gelecek yılın hedeflerindeki ve maliyetlerindeki belirsizlik azalabilir. Çünkü net 22.104 TL olan asgari ücret, brüt 26.004,7 TL’dir. İşverene de maliyeti 30.555,53 TL’dir.

Belirsizliği büyüten bir başka konu, özellikle ekonominin daraldığı ve geleceğin puslu olduğu dönemde TCMB’nin faiz kararının da asgari ücretin belirleneceği bu haftaya sıkışmış olması. TCMB’nin faiz indirim döngüsünü başlatacağına kesin olarak bakılıyor. Ayrıca bu döngüyü nasıl devam ettireceği ve enflasyonu nasıl etkileyeceği de belirsiz.

TCMB faiz oranını düşürürken krediye ulaşım olanağı artacak sermaye ile enflasyonun altında ücret artışı ile geçiştirilen emek üretim faktörü yan yana. Bir başka deyişle yükselen enflasyonun tek sorumlusu ücretlilermiş gibi alınan / alınacak kararlar.

Asgari ücretin artış süreci tamamlansa da belirsizlikler ortadan kalkmıyorAsgari ücretin nasıl ve ne zaman ortalama ücret haline geldiği sorgulanmıyor örneğin. Asgari ücretli sayısı yaklaşık 7 milyon olsa da çalışanların yarısından fazlası bu civarda maaş alıyor. Tüm ücret artışlarının asgari ücret artış düzeyine göre yapılacak olması da cabası.

Ayrıca asgari ücret mevzuata göre yılda bir kez arttırılırken, 2022 ve 2023 yıllarında iki kez arttırılmasının gerekçeleri üzerinde de durulmadı, sorgulanmadı. Önemli olan emekçinin enflasyonun yükünü bir nebze olsa sırtından atabilmesiydi. Ancak “çalışanların enflasyona ezdirilmemesi” söylemleriyle, 2022 genel seçimleri ve 2023 yerel seçimleriyle örtüştüğünü herkes biliyordu.

İki yıl boyunca asgari ücret yılda iki kez arttırıldıktan sonra 2024’te bir kez arttırıldı. Ücret artışlarının enflasyonu arttırmaması için olsa gerek diyeceğiz ama, iki kez arttırıldığı 2022 ve 2023 yılları enflasyonu yüzde 65’e yakındı, çok yüksekti. Yüksek enflasyonun yaşandığı dönemde iki kez ücret artışı yapılırken bu ilişki kurulmamış mıydı? Yoksa enflasyonun asgari ücret artışını zorunlu kıldığını kabul etmek çok mu zor?

Bir başka belirsiz konu, asgari ücretin ne zaman yoksulluk sınırının altında kalacağı. Maalesef asgari ücret artışının üzerinden 3 ya da 4 geçmeden ücret yoksulluk sınırının altında kalıyor. Hatta 2023 Temmuz ayında asgari ücret 11.402 TL olarak belirlendiğinde açlık sınırının altında kalmıştı bile. Büyük olasılıkla yeni asgari ücret Mart 2025’te yoksulluk sınırının altında kalacak.

Asgari ücretin yasal dayanaklarından birini hatırlatarak yazımı tamamlıyorum: Anayasa 49. madde: “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır”.

Bugün alınan asgari ücret artış kararının, yukarıdaki madde hükmüyle uyumlu olmadığı anlaşılıyor olsa gerek. Şimdi ücretler baskılanınca enflasyon düşecek mi gerçekten?

                                                                 /././

Kulis: Işıkhan’a ''Bugün açıklansın'' denildi, Ankara'ya dönen bakan ayağının tozuyla asgari ücreti açıkladı -Cengiz Anıl Bölükbaş-
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, sürpriz bir karar alarak bugün 4. toplantısı gerçekleştirdi. Toplantı sonrası açıklama yapan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, 2025 yılı için geçerli olacak olan asgari ücretin 22 bin 104 lira olarak belirlendiğini duyurdu. Bakanlık kulislerinden yansıyan bilgilere göre, Balıkesir’de meydana gelen ve 11 kişinin hayatını kaybettiği patlamanın ardından bölgeye giden Bakan Işıkhan, asgari ücretin bugün belirlenip açıklanmasına yönelik gerçekleşen telefon trafiğinin ardından Ankara’ya dönme kararı aldı. Işıkhan, başkente döner dönmez ayağının tozuyla belirlenen asgari ücreti açıkladı.(https://t24.com.tr/haber/kulis-isikhan-a-bugun-aciklansin-denildi-ankara-ya-donen-bakan-ayaginin-tozuyla-asgari-ucreti-acikladi,1205118)

                                                                 ***

2 milyon liralık bir otomobilde 400 bin liralık “inat vergisi…”-Murat Batı-

Vergi mevzuatımızın birçok yerinde mükellef lehine olan vergi dilimleri, maktu istisnalar gibi uygulamalar her yıl doğrudan yeniden değerleme oranının artışına bağlanmıştır. Ancak otomobiller için uygulanan matrah artışı gelir vergisi dilimi gibi yeniden değerleme oranı kadar her yıl artmamaktadır.

Ülkemizde 2023 yılında 928 milyar lira, 2024 yılının ilk on bir ayında ise (Ocak-Kasım) 1 trilyon 278 milyar lira ÖTV tahsil edilmiş. Bu sayılar oldukça yüksek zira 2023 dahil son yedi yıldaki ÖTV tahsilatlarının toplam vergi tahsilatına oranının ortalaması yaklaşık yüzde 21,45’tir. Bunun anlamı son yedi yılda toplanan her bin liralık verginin 214,5 lirası ÖTV’den alınmış demektir. 2025 yılı Bütçe Kanun Teklifindeki beklenen hasılat ise 2 trilyon 145 milyar 950 milyon liradır.

Motorlu araçlardan tahsil edilen ÖTV 2024 yılının ilk on bir ayında 448 milyar liradır. 2025 yılı Bütçe Kanun Teklifindeki beklenen hasılat ise 819 milyar liradır.

Otomobil gibi motorlu araçlardan tahsil edilen ÖTV’nin bu kadar yüksek olmasının nedeni sadece fiyat artışları ile araç tüketim sayısı değil; ÖTV’nin uygulanma şeklidir de.

Yani otomobil gibi motorlu araçlardan alınan ÖTV’nin fazla olmasının vergisel açıdan nedenleri; hesaplama usulü ile ÖTV basamaklarının yeniden değerleme oranı (YDO) kadar artmayışıdır.

Şöyle ki vergi yasalarımızda gelir vergisi tarifesi, maktu harçlar gibi birçok kalem her yıl açıklanan yeniden değerleme oranı kadar artırılır. Ancak motorlu araçlara uygulanan ÖTV tarifesi maalesef yeniden değerleme oranı kadar artmamakta ve bu durum bizlerden yani araba satın alanlardan daha fazla vergi (ÖTV ve KDV) alınmasına neden olmaktadır.

Daha basit bir ifadeyle motorlu araçlar için hesaplanan ÖTV’nin tabi olduğu tarife basamaklarının yükseltilmesinde yeniden değerleme oranı kadar artması gibi otomatik bir düzenlemenin bulunmaması daha fazla vergi (ÖTV ve KDV) ödememize neden olmaktadır.

ÖTV tarifesinin güncellenmesi tamamen Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmıştır.  Otomobiller için en son matrah güncellemesi 24 Kasım 2022’de yapıldı. 24 Kasım 2022’de yürürlüğe giren 6417 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile otomobillere ilişkin hem ÖTV matrahları hem de tarifedeki matrah dilimi sayısı artırıldı.

Daha da önemlisi Cumhurbaşkanı 24 Kasım 2022’den bu yanadır yeni bir düzenleme yapmış değil.

Şayet sadece son üç yıl yeniden değerleme oranı kadar artırılsaydı şu an 2 milyon TL’lik bir aracı 1 milyon 611 bin TL’ye alabilirdik.

Şöyle ki aşağıda motor silindir hacmi 1600 cm³'ü geçmeyen otomobiller için ÖTV tarifesi bulunmaktadır.

Yukarıdaki tabloya göre aracın vergisiz fiyatı 184 bin TL’yi aşmıyorsa vergisiz fiyatına yüzde 45 ÖTV oranı uygulanmaktadır. Ancak aracın vergisiz fiyatı 184 bin TL ile 220 bin TL (220 bin TL dahil) arasında ise vergisiz fiyatın tamamına yüzde 50; 220 bin TL ile 250 bin TL (250 bin TL dahil) arasında ise tamamına yüzde 60; fiyatı 250 bin TL ile 280 bin TL (280 bin TL dahil) arasında ise tamamına yüzde 70; fiyatı 280 bin TL’yi aşıyorsa tamamına yüzde 80 ÖTV oranı uygulanmaktadır.

Ayrıca ÖTV dahil çıkan tutara yüzde 20 KDV de uygulanmaktadır. Tabloda görüldüğü üzere 1600 cm³'ü geçmeyen bir aracın vergisiz fiyatı 190 bin TL ise 190 bin TL’nin tamamına yüzde 50 ÖTV oranı uygulanmaktadır. Ya da son satırında görüldüğü gibi örneğin aracın vergisiz fiyatı 290 bin TL ise 290 bin TL’nin tamamına yüzde 80 ÖTV oranı uygulanmaktadır.

Böylece bugün piyasa satış fiyatı yaklaşık 605 bin TL’nin üstünde olan motor silindir hacmi 1600 cm³'ü geçmeyen otomobillerin tamamına yüzde 80 ÖTV uygulanmaktadır.

Diğer taraftan motor silindir hacmi 1600 cm³'ü geçen ama 2000 cm³'ü aşmayan otomobillerde vergisiz fiyatı 170 bin TL’yi aşmayanlar için yüzde 130; aşanlarda ise yüzde 150 ÖTV oranı uygulanmaktadır. Hatta motor silindir hacmi 2000 cm³'ü geçenlere yüzde 220 uygulanmaktadır. Elektrikli araçlarda ise bu oranlar yüzde 10 ila yüzde 60 arasındadırYüksek seviyedeki araçlardaki oranlar aşağıdaki tabloda da görülmektedir.

İnat vergisi

Gelir vergisi dilimleri gibi otomobillere uygulanan ÖTV tarifesinin de YDO kadar her yıl artırılması gerekmektedir ancak kanunda böyle bir hüküm olmadığı için bu şekilde bir düzenleme yapılmamaktadır. Ve yine kanundan kaynaklı olarak bu değişiklik sadece Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmış durumdadır.  

Bugünden çok fazla uzaklaşmadan otomobillere ilişkin tarifeyi sadece 2022 yılı yeniden değerleme oranı (yüzde 122,93), 2023 için yüzde 58,46 oranı ve 2024 yılı için yüzde 43,93 (YDO) kadar artırsaydık aşağıdaki yeni tarifeye ulaşmış olacaktık.

Buna göre örneğin motor silindir hacmi 1600 cm³'ü geçmeyen ve satış fiyatı 2 milyon TL olan bir otomobil için şu an 741 bin TL ÖTV ve 333 bin TL KDV ve toplamda 1 milyon 74 bin TL vergi ödenmektedir.

Ancak tarifedeki basamaklar, sadece son üç yılın yeniden değerleme oranı kadar artırılsaydı bu kez aynı otomobile 416 bin TL ÖTV, 268 bin TL KDV ve toplamda 684 bin TL vergi ödeyip aynı aracı bugün yaklaşık 1 milyon 611 bin TL’ye satın almış olacaktık.

Görüldüğü üzere otomobillerdeki tarife, yeniden değerleme oranı kadar artırılmadığından 2 milyon liralık bir otomobile fazladan 389 bin lira yani yaklaşık 400 bin lira ödeyerek sahip olabilmekteyiz. Vergi idaresi Hazine yararını gözettiğinden bu düzenlemeyi ısrarla yapmamakta inat etmektedir. Naçizane yapılmayan bu düzenlemeden dolayı fazladan ödenen bu vergi farkına inat vergisi demek istiyorum. Ve Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’i bu inadından vazgeçmeye davet ediyorum.   

Ezcümle

Vergi mevzuatımızın birçok yerinde mükellef lehine olan vergi dilimleri, maktu istisnalar gibi uygulamalar her yıl doğrudan yeniden değerleme oranının artışına bağlanmıştır. Bu otomatik bir hal almıştır ve bizim lehimize bir uygulamadır. Ancak otomobiller için uygulanan matrah artışı gelir vergisi dilimi gibi yeniden değerleme oranı kadar her yıl artmamaktadır.

Özetle ÖTV hesaplamasında -özellikle otomobillerde- kullanılan bu basamakların YDO kadar güncellenmesi vatandaş lehinedir.

                                                                    /././

Yılbaşı öncesi alkollü içeceklerde maktu ÖTV'ye zam

Yılbaşından önce Resmi Gazete'de yayımlanan alkollü içeceklerde maktu ÖTV tutarları artırıldı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlananan karara göre, bazı alkollü içeceklerden alınan maktu ÖTV tutarlarına zam yapıldı. Buna göre, "Alkol derecesi hacim itibariyle yüzde 22 ve fazla olan" içkiler için 3 Temmuz 2024'ten beri 1.269,7257 olarak uygulanan oran 1.428,4400'e çıkarıldı. "Alkol derecesi ne olursa olsun tağyir (denatüre) edilmiş etil alkol ve damıtım yoluyla elde edilen diğer alkollü içkiler [Alkol derecesi ne olursa olsun tağyir (denatüre) edilmiş etil alkol hariç]" için de 1.269,7257 olan oran 1.428,4400'e yükseltildi. Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre tablo şu şekilde:

                                                          ***

Bizim sığınmacılarımız, bizim bekamız -Ercan Uygur-

AB ve OECD ülkeleri, eğitimi desteklemek üzere, yüksek öğretime yönelen öğrenci adaylarına daha kolay sığınmacı ve mülteci hakkı vermeyi ilke edinmişlerdir. Bu nedenle, sığınmacılığı bahane ederek Türk öğrencilere ayrımcılık yapmaları kabul edilemez

Son yıllarda sığınmacı, mülteci ve göçmen hareketleri tüm dünyada giderek yoğunlaşıyor. Bu hareketler birçok ülkede özellikle seçimlerde önde gelen gündem maddesidir. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde bu hareketleri engellemek için vizeler, hatta vize başvuruları sınırlanıyor.

Bu da yetmiyor, yine AB’de ve ABD’de sığınmacıların ve mültecilerin geri gönderilmesi için programlar tartışılıyor. ABD’de yeni seçilmiş Başkan Trump’ın Ocak 2025’te iktidarı devraldığında sığınmacıları ve göçmenleri nasıl geri göndereceği konusunda değişik senaryolar var.

Sığınmacılar ve mülteciler konusu sosyal, ekonomik ve siyasi yönleriyle elbette Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Üstelik Türkiye bu göç hareketlerinin hem alanı, hem vereni durumunda.

Türkiye’ye gelenleri özellikle Suriyeli ve Afganlar bağlamında haklı olarak çok tartışıyoruz ama, Türkiye’den gidenler de çok önemli bir konudur, Türkiye’nin kanayan bir başka yarasıdır. Verilere bakınca, “Türkiye neden bu duruma düşürüldü” sorusu saplanıp kalıyor. Aşağıda ilgili verileri ortaya koyup tartışıyorum.

Konu şöyle dikkatimi çekmişti. Önce İtalya, sonra Polonya ve başka ülkeler kendi üniversitelerine kabul edilmiş, hatta kayıt ücretlerini de ödemiş binlerce Türk öğrencinin vize başvurusuna, aylar süren gecikmeler sonrasında, onay vermediler. Öğrenciler o ülkelere giriş yapamaz dediler.

Sığınmacı riski taşıyanlar

Türk öğrencilerin vize başvurularına neden onay verilmediği, neden eğitim haklarının engellendiği ve mağdur edildikleri sorusuna AB ülkeleri çoğunlukla şöyle yanıt veriyorlar: “Sığınmacı (veya ilticacı) olma riski var.” T24 (1 Aralık 2024).

Yapılan bu haksızlığa ve mağduriyete öğrenciler isyan ettiler, ediyorlar, ancak ellerinden de birşey gelmiyor. Bu konuda resmi muhatap Milli Eğitim Bakanlığı olmalı. Bu bakanlık, eğitimi din temeline oturtmak ve tarikatlara gelir ve istihdam yaratmakla çok meşgul. Mağdur öğrencilerle ilgilenir mi?

Tarikatlar dine, müslümanlığa farklı yorumlar getiren, bir bölüşüm çekişmesine giren gruplar. Milli Eğitim Bakanlığı bazı tarikatları destekleyerek dinde tartışmalar ve gruplaşmalar mı yaratmak istiyor? Osmanlıda eğitim birliği tarikat tartışmaları nedeniyle olamadı, çöktü. Bu mu isteniyor?

Milli Eğitim Bakanlığına da tarikat tartışmaları için bir görev mi verildi acaba? Bir de şu soru var: Neden birçok öğrenci yurt dışında daha iyi eğitim alacaklarını düşünüyor? Eğitim kurumlarımız, üniversitelerimiz neden bu kadar zayıflatıldı?

Konunun başka resmi muhatapları Dışişleri Bakanlığı ve YÖK olmalı. Dışişleri Bakanlığının önde gelenleri Suriye’de cihatçı HTS’nin önde gelenleriyle kahve içiyorlar. Suriye’deki değişimden “zafer payı” çıkarıp itibar kazanacaklar, öğrenci mağduriyetlerine ayıracak zamanları yoktur. Rusya ve İranla varılan anlaşmaların tersine ABD ve İsrail ile aynı gemiye binip ne yöne giderler acaba?

Sığınmacılar konusunda yanıt bekleyen çok soru var. Örneğin, sığınmacı ve mülteci hareketlerinin hangi siyasi, sosyal ve ekonomik nedenleri var? Bu bağlamda, sığınmacılar ve mülteciler neden bazı ülkelere daha çok yöneliyorlar? Bu sorulara aşağıda kısaca yanıt vermeye çalışıyorum.

Eğitim hakları engellenen Türk öğrenciler, AB ülkelerinin kendilerine açıkça farklı davrandığını söylüyorlar. Bu yazıda bana düşen, bu farklı ve ayrımcı davranışı açıklamaya çalışmak. Özellikle bazı ülkelerin neden “iltica riski” var dediğini anlamaya çalışmak.

Bu soruya yanıt vermek üzere AB ve OECD ülkelerinde sığınmacı verilerini incelemeye çalıştım. Ama önce konuyla ilgili UNHCR (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği) kavramlarını hatırlayalım.

Sığınmacı (asylum seeker), ülkesinde savaş, çatışma, politik baskı, eziyet gördüğü, veya görme riski olduğu için ülkesini terk etmek zorunda kalan ve başka bir ülkeye sığınan kişidir.

Mülteci (refugee), sığınmacı olduğu resmen kabul edilmiş ve belgelenmiş kişidir; belgeleme sığınılan ülkenin resmi kurumları ve/veya UNHCR tarafından yapılır. Mülteci, yasal koruma ve maddi yardım hakkına kavuşur.  

Göçmen (immigrant), ülkesini terk edip daha iyi koşullar olduğu için başka bir ülkede yaşamayı tercih eden kişidir. Taşınabilir varlıklarını ve ailesini genellikle yeni ülkesine götürür. İstediği zaman eski ülkesine dönebilir. Yeni ülkede ikamet izni vardır, vatandaş da olabilir. 

Suriyeli, Afgan ve Türk sığınmacılar

Yukarıdaki tanımlara göre sığınmacılık, mülteciliğin ilk aşamasıdır. OECD’nin derlediği verilere göre, 38 OECD üyesi ülkeye 2013 yılında 566 bin sığınmacı başvurusu yapılmış. Bunun yüzde 19,4’ü Almanya’ya, yüzde 14,9’u ABD’ye olmuş. Aynı yıl Türkiye’ye yapılan sığınmacı başvuru sayısı toplamın yüzde 7,9’udur.

Sonraki yıllarda sığınmacı sayısı hızla artmış, tüm OECD ülkelerine 2022’de 2 milyon 94 bin kişi, 2023 yılında 2 milyon 725 bin kişi başvurmuştur. 2023’te ABD’nin toplam içindeki payı yüzde 43,2; Almanya’nın payı yüzde 12,1’dir. Suriyeliler sınırdan geçtiklerinde anında korumaya alındıkları için Türkiye’de tanım gereği Suriyeli sığınmacı yoktur.   

Türk vatandaşlarının başlıca AB ve OECD ülkelerine yaptıkları sığınmacı başvurularına bakalım. AB’de en çok sığınmacı başvurusu iki büyük ekonomiye, Almanya ve Fransa’ya olmaktadır.

Bu iki ülkenin sığınmacı ve mülteci işgücüne ihtiyacı ve talebi vardır. Sığınmacılar bu nedenle bu iki ülkeye, daha çok da Almanya’ya yöneliyorlar. Almanya’ya (2023’te) en çok sığınmacı başvurusu yapan ilk beş ülke Tablo 1’de sıralanmıştır.

Tablo 1: Almanya’ya Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı


Tabloda görüldüğü gibi, sıralamada Türkiye Suriye’nin ardında ve Afganistan’ın önünde ikinci sırada yer alıyor. Bu sıralamada dikkat çeken, mutsuzluk veren birkaç nokta var.

1) Sığınmacı ihraç eden ilk beş ülkenin tümü müslüman ülkelerdir.   

2) Suriye, Afganistan, Irak, hatta İran yakın zamanda savaş veya yoğun iç veya dış gerginlik yaşamış ülkelerdir. Türkiye bunları yaşamadı, ama neden listenin ikinci sırasında? Sorunu ne?

Türkiye’de sığınmacı tanımında yer alan savaş ve çatışma olmadığına göre, geriye politik baskı ve eziyet kalıyor. Vatandaşlarımız politik baskı ve eziyet görüyor öyleyse. İktidardaki hükümetin bu konuda bir açıklama yapması gerekmez mi? Sığınmacı olurlarsa olsunlar mı diyor hükümet? Böyle bir anlayışı nasıl kabul edelim?

3) Türkiye’nin ihraç ettiği sığınmacı sayısı çok hızlı artıyor. Nedeni nedir? Örneğin 2015’te yalnızca 1500 sığınmacımız var. 2016 ve sonrasında 8-10 binlere çıkıyor. Bu hızlı artış, FETÖ darbe girişimi sonrasına geliyor.

Peki 2021 sonrasına ne diyeceğiz? Bu dönem, ekonominin ters yüz edildiği ve birlikte siyasi baskıların da arttığı bir dönemdir. Baskılarla ekonomi, sosyal ve siyasi yapı düzelmez.  

AB’de ikinci en çok sığınmacı başvurusunun olduğu ülke Fransa’dır. Tablo 2’de Frans’nın aldığı sığınmacı başvuruları yer alıyor. Ülke sıralaması ve gelişmeler aynen Almanya’da olduğu gibidir.  Türkiye’den giden sığınmacılar Afganistan ve Gine’nin ardından üçüncü sırada.

Türkiye’nin Fransa’ya sığınmacı başvurularında hızlı yükselişi yine 2021 ve sonrasında oluyor. Bu hızlı yükseliş için Almanya bağlamında söylediklerimiz aynen geçerlidir. Burada sıralamadaki ülkeler biraz farklı; Fransa’nın Afrika bağlantısı nedeniyle iki Afrika ülkesi de var. 

Tablo 2: Fransa’ya Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı

Sığınmacı başvurusu bakımından AB’de Avusturya, Hollanda, İsveç de üst sıralarda yer alıyorlar. Üst sıralarda AB üyesi olmayan Kanada, İsviçre gibi ülkeler de var. Avusturya verileri Tablo 3’te, İsviçre verileri de Tablo 4’te yer alıyor.

Tablo 3: Avusturya’ya Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı

Tablo 4: İsviçre’ye Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı

Hangi tabloya bakarsak bakalım, sonuç aynı. Avusturya’ya sığınmacı başvurusunda Türkiye üçüncü sırada, İsviçre’ye yapılan başvurularda ise Türkiye ilk sırada. Türkiye, Hollanda’ya yapılan başvurularda ikinci sırada. Kanada’da ise dördüncü sırada.

Sonuçta Türkiye vatandaşları, sığınmacı başvurusu yapanlar içinde en üst sıralarda yer alıyor.  Türkiye’nin Suriye, Afganistan, Irak, Eritre, Somali, Gine gibi ülkeler ile aynı listeler içinde yer alması ve sıralamada hızla tırmanması görenleri ürkütüyor olmalı.

Eğitimi çok zayıflatan, daha çok baskı ve eziyet yapan siyasi iktidar elbette bu sonucun sorumlusudur. Peki AB ülkeleri Türklere, özellikle Türk öğrencilere farklı davranmakta, ayrımcılık yapmakta haklı mıdır? Kesinlikle hayır. İnsan haklarına aykırı davranıyorlar.

Şu noktanın da altını çizmek gerekir. AB ve OECD ülkeleri, eğitimi desteklemek üzere, yüksek öğretime yönelen öğrenci adaylarına daha kolay sığınmacı ve mülteci hakkı vermeyi ilke edinmişlerdir. Bu nedenle, sığınmacılığı bahane ederek Türk öğrencilere ayrımcılık yapmaları kabul edilemez.  

Hükümetin bu konulardan haberdar olup olmadığını da bilmiyoruz. OECD, eğitimi bir ülkenin beka sorunu olarak görüyor. Türkiye’de ise iktidar, eğitimi kendi bekasının sorunu olarak görüyor. Vatandaşların, ülkenin geleceğini değil, kendi geleceğini düşünüyor. 

Kaynaklar

T24 (1 Aralık 2024) AB vize politikaları Türk öğrencileri mağdur etti!

https://t24.com.tr/haber/ab-vize-politikalari-turk-ogrencileri-magdur-etti,1200079

                                                             /././

İliç faciasında tartışılan iddianame ve Emniyet Müdürü Çalışkan’ın mesajı -Tolga Şardan-

İddianamede, sanıklara yönelik istenilen hapis cezası “taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek” hükmünden. Oysa Avukat Mürsel Önder, sanıkların işlediği suçun karşılığının “olası kastla ölüme sebebiyet vermek” olduğu görüşünde. Peki neden?

Erzincan İliç’te altın madenindeki faciayla ilgili savcılıkça hazırlanan iddianame geçen hafta tamamlandı.

Ülkenin yoğun gündeminde arada kaynamaması amacıyla bir kez de Büyüteç’e konu ettim, facia sürecini.

Anagold Madencilik adlı firmaya ait altın madeni ocağında geçen şubatta yaşanan faciada liç yığınından oluşan toprağın altında kalan 9 işçi yaşamını yitirdi, iki işçi sağ kurtarıldı.

Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı’nca başlatılan soruşturma, on ayın sonunda iddianameye dönüştürüldü ve dava açıldı.

Savcılık, 69 sayfalık iddianamesinde yaşananları tek tek anlatmasına karşılık, “sanıklar hakkında istenilen cezanın yetersiz kaldığı” görüşü ortaya çıktı.

İddianamenin kamuoyuna duyurulmasıyla birlikte süreci başından itibaren takip eden mağdur avukatlarından Mürsel Önder’le görüştüm.

Önder’in ilk sözü, sanıklar hakkında istenilen cezanın yetersizliği oldu.

İddianamede, sanıklara yönelik istenilen hapis cezası “taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek” hükmünden. Oysa Avukat Önder, sanıkların işlediği suçun karşılığının “olası kastla ölüme sebebiyet vermek” olduğu görüşünde.

Önder; bu görüşüne, aynı zamanda iddianamenin esasında yer alan bilirkişi raporlarını kanıt gösterdi:

“Savcılığın en temel yanlışlarından birisi, sistemin ‘olay günü uyarı verdiği’ yönündeki değerlendirmesidir. Oysa Mayıs 2024 tarihli bilirkişi raporunda; 8 Şubat 2024’ten itibaren  liçteki çatlaklara ait hareket hız grafiğinin olması gereken değerlerin üstünde olduğu, turuncu uyarı verdiği, olay günü sabah saatlerinden itibaren ise çatlakların gözle görülür büyüklüğe ulaştığı görülmektedir.

Sadece bu veri dahi olayın öngörülmez olmadığını, uzun sürelere yayılan sistematik yanlışların, umursamaz bir şekilde, sadece fazla üretime odaklı, insan ve çevre sağlığının hiç dikkate alınmayarak hareket edildiğinin kanıtıdır; bu nedenle sanıkların taksir değil, olası kastla cezalandırılmasının talep edilmesi gerekir.”

‘Bütçe yok’ umursamazlığı”

Önder’in dikkat çektiği diğer bir konu ise, madende yapılan kazı sonrasında elde edilen liçin yüzeyde depolanması süreci.

Anagold firmasının işlettiği madene ait liç sahasının doğu kısmında radar sisteminin yetersiz olduğuna dikkati çeken Önder, “Şirket yöneticilerinin en az iki yıldır radar sistemiyle ilgili üst yönetimden talepte bulunmasına rağmen üst yönetimin ‘bütçe yok’ gerekçesiyle bu eksikliği gidermemiş olması, yöneticilerin bunu 2024 bütçesine aldıklarına dair savunmaları bir arada değerlendirildiğinde liç sahasındaki yüksek riski umursamamış olmaları taksir değil olası kasttan yargılanmalarını gerektiren başka bir delil” değerlendirmesini yaptı.

“Liçteki yarılmayı anlayan personel yok!”

Avukat Önder, telefon görüşmesi sırasında firma yöneticilerini ifadelerinde olmasına karşın iddianamede yer verilmeyen bir detaya dikkat çekti.

“Liç sahasındaki yarılmanın nedenini anlayan tesiste bir tane dahi personel yok” diyerek vahameti anlatan Önder, şunları söyledi:

“Bu sebeple, yarılmanın nedenini ve alınacak önlemleri öğrenebilmek için Amerika’daki tasarımcı şirketi aranmış. Ancak aradaki saat farkı nedeniyle olduğu iddia edilerek saatlerce hiçbir şey yapılmamış.

Liç sahasındaki sorunun ne olduğunu tespit etmek için çalışanlar liç yığının üstüne çıkarılmış ve bu nedenle yığın üstüne çıkan beş kişiden üç kişinin ölümüne, iki kişinin yaralanmasına sebebiyet verildi.

Bununla bağlantılı olarak ‘Jeoteknik ekipte personel eksikliği’ konusunda şüpheli konumda yargılanan yöneticilerin dahi beyanları olmasına rağmen iddianamede, bu konunun hiçbir şekilde değerlendirilmemesi de çok büyük bir yanlış. Bu durum, yapısal sorunun savcılık tarafından görmezden gelindiğini gösteriyor.”

“Şirkette acil durum eylem planı yok”

Önder, savcılıkça hazırlanan iddianamede yer almayan diğer konuyu, “Anagold firmasında acil durum eylem planı olmaması” şeklinde açıkladı.

“Şirkette acil durum eylem planının olmaması ve acil durumlarda ne yapılması gerektiği, kimlerin ne görevi olduğunun bilinmemesi iddianamede hiçbir şekilde değerlendirilmedi. Liçin kayması halinde sonuçlarının ne olabileceği konusunda hiçbir planlama olmaması, yaşanan olayı taksir sınırlarından çıkarıp olası kasta yaklaştıran verilerdendir.

Bu nedenle işçiler, paydos ettirilmemiş ve konteyner içinde saatlerce bekletildi. Risk doğru analiz edilip acil durum planı olsaydı, işçilerin paydos ettirileceği ve olay anında konteynerin içinde bulunan beş kişi hayatını kaybetmeyecekti.”

“Güvenli alan tanımlaması doğru yapılmadı”

Şirkette “güvenli alan” tanımlaması doğru yapılmadığını vurgulayan Önder, “bu nedenle güvenli alan olarak tanımlanan yere konan konteynerdeki beş kişi hayatını kaybetti. Bu tanımla doğru yapılsaydı; güvenli alan olarak tanımlanan yola kamyonlar girmeyecek ve kamyon şoförü hayatını kaybetmeyecekti” dedi.

Görüşmede, Önder’in son cümlesi, “Yıllara yayılan yapısal sorunlara karşı şirketin kayıtsızlığı, sadece kâr ve üretim odaklı çalışma sistemi, olayı taksir suçlamasından çıkarıp olası kasta götüren çok önemli deliller. İddianamenin gönderildiği Erzincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianameyi iade etmesi gerekir” oldu.

İddianamenin mahkeme tarafından iade edilmemesi halinde yargılama başlayacak.

Süreci ve sonuçları itibarıyla önemli bir yargılama olacak.

Mustafa Çalışkan kimi / kimleri hedef aldı?

Mustafa Çalışkan

Büyüteç’in bugünkü ikinci konusu, bir süredir emniyet teşkilatı içinde yaşananlardan bir kesit…

Takipçilerin bildiği üzere, zaman zaman emniyet teşkilatında yaşananları - her ne kadar muhataplarının hoşuna gitmese de – gündeme taşıyorum.

Bu çerçevede, geçen hafta ilginç gelişme yaşandı.

AKP iktidarının, henüz FETÖ olarak adlandırılmadığı dönemdeki adıyla Fetullah Gülen cemaatiyle yol ayrımına girdiği 17-25 Aralık 2013’ün yıldönümü kapsamında dikkat çekici bir haber yayımlandı.

Hükümete yakın Sabah gazetesine konuşan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan, 17 – 25 Aralık 2013 sürecinde görev yaptığı İstanbul Emniyeti’nde FETÖ’nün sosyal medyadaki hesaplarından Fuat Avni’ye giden bilgilerin nasıl ortaya çıkarıldığını aktardı.

Gazeteden Muhammed Uzun’un haberinde Fuat Avni’ye emniyet içinden ulaştırılan bilgilerin ortaya çıkarılması sırasında kendi teşkilat mensuplarına “yemleme” taktiği yapıldığını “ilk kez” açıkladı Çalışkan.

Haberin devamında Çalışkan, “Bu tür hain hareketlerin olmaması için biz, devletin denetim mekanizmasının bir parçası olarak görevimizi devletin bekasının devamlılığı esasını hedef edinerek, gerek 17-25 gerekse 15 Temmuz hain darbe girişiminde canla başla ve sadakatle yerine getirmenin vicdani huzuru ile sonuna kadar görevimizin başında olacağız” değerlendirmesini yaptı.

Kanımca, Çalışkan bu cümleleriyle yine teşkilat içinde birisi / birilerine açıktan mesaj verdi.

Kısa süre önce Emniyet’teki son tayinlerin perde arkasını yazarken, İstanbul’a atanan Selami Yıldız’ın önceki görevi Emniyet İstihbarat Başkanı olduğu dönemde aynı zamanda mevkidaşı ve meslektaşı Mustafa Çalışkan’la ilgili özel dosya hazırlayıp İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya götürdüğünü açıkladım.

Aynı yazıda, Yıldız hakkında FETÖ’nün “DA”, yani “daha önce örgüt derslerine gelip gitmiş olanlardan küsüp ayrılarak FETÖ aleyhinde konuşan, zarar vermek için konuşan kişileri” ifade ettiğini aktardım.

Bu iki bilgiyi, gerek haberin metni gerekse Çalışkan’ın açıklamasıyla örtüştürüldüğünde ortaya çıkan tablonun taşıdığı anlamı okura bırakıyorum.

Çalışkan’ın ortaya koymak istediği tablodan bağımsız olarak “köstebek” konusunda bir ekleme yapayım.

Şöyle ki; Çalışkan’ın başında bulunduğu Terörle Mücadele Şubesi, Fuat Avni’ye giden bilgilerin bir bölümünün İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesi’nden ulaştırıldığı bilgisini elde etti.

Çalışkan bu bilgi üzerine kadro değişikliği yapılması yönünde hamle yaptı. Ancak, atamalardan gayri resmi sorumlu olan polis müdürünün direnci nedeniyle kadro düzenlemesi gerçekleşemedi. Bu dönemde İstihbarat Şubesi, Terörle Mücadele Şubesi’ne bilgi aktarımı da yapmadı.

Sonuçta, sonrasında İstanbul Emniyet Müdürü olan Çalışkan, Fuat Avni’yle bağı olduğu gerekçesiyle personelin tayinlerini çıkardı.   

Yeri gelmişken, yine 17 – 25 Aralık süreci günlerinden bir anekdotla yazıyı tamamlayım.

Gülen grubuyla bağı olan personelin İstanbul Emniyeti’nden tasfiye edildiği, boşalan kadrolara ise, cemaatle bağı olmadığı bilinen isimlerin görev başı yaptığı günler…

İstanbul Emniyet Müdür yardımcılarının değişimi sonrasında, bir emniyet müdür yardımcısının makam odasında başka emniyet müdür yardımcılarının katılımıyla cemaatle mücadelede durum değerlendirmesi yapıldığı sırada, hâlen aktif görevde olan bir polis müdürü, “Bu, Tayyip’le cemaat arasındaki kavga. Ben karışmam” cümlesini kurdu.

Gülen grubuyla mücadele başlatan dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ı kasteden cümleyi kuran polis müdürünün kim olduğunu meslektaşları gayet iyi biliyor.

Ve işin ilginci, o polis müdürü zaman içinde altında Erdoğan’ın imzasının yer aldığı kararnamelerle hep “güzel görevlere” getirildi. FETÖ’yle de ne kadar mücadele etti, o da tartışılır kayıtlara bakıldığında.

Bu yaşanmışlık da anekdot olarak kalsın…

                                                               /././

Gelecek Partisi’nden istifalar ‘Çatı’ arayışını hızlandırabilir; Saadet ve Deva yol almış görünüyor -Candan Yıldız-

Kurucusu olduğu Gelecek’ten İstifa eden Nedim Yamalı geçen yıl AKP için ‘parti değil, cemaat’ demişti

Siyasete AKP’de başlayıp, Gelecek’le devam eden Nedim Yamalı yeniden AKP’ye dönüyor.

Ankara’da şok yaratan bir istifa olmadığı anlaşılıyor zira konuştuğum kimi siyasetçiler 5-6 aydır AKP-Yamalı görüşmesinin olduğunu söyledi.

Gelecek Partisi kurucuları arasında yer alan Nedim Yamalı’nın istifası Gelecek’ten bir tuğla çekme  etkisi gösterecek mi göreceğiz.

Nedim Yamalı Gelecek Partisi'nden istifa etti

Ahmet Davutoğlu’nun parti milletvekilleriyle yaptığı toplantı belirleyici olacak gibi.

Yoksa Gelecek-Saadet-Deva ‘Çatı Parti’ görüşmelerini yapan bir isim ‘Yarını beklemek gerek’ demezdi.

Saadet ve Gelecek’in TBMM Grubu’ndan bir tuğla çekildi. Grup düştü.

Zaten sayı bakımından (20 millevekili şart) bıçak sırtı bir gruptu… Hatırlayacaksınız, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı -Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez AKP’nin İsrail politikalarını eleştirdiği Meclis Genel Kurulu konuşması sırasında fenalaşmış ve hayatını kaybetmişti.

Saadet-Gelecek Grubu’nun sayısı 19’a düşünce, CHP imdada yetişti. CHP Kütahya milletvekili Ali Fazıl Kasap Saadet Partisine katıldı ve grup yeniden kuruldu.

Meclis çatısı altında grup sahibi olmak bir partiyi daha güçlü kılıyor. Milletvekilleri daha görünür oluyor. Söz alma hakları oluyor vs.

Şimdi ne olacak?

‘Çatı Parti’ görüşmeleri hızlanabilir.

Öğrendiğim kadarıyla DEVA ve Saadet uzlaşma konusunda daha fazla yol almış iki parti. DEVA, Türkiye’nin AKP-CHP arasında gidip gelen ikili parti siyasetine sıkışmaması için üçüncü bir yol arayışını önemsiyor. Bu nedenle de olası ‘Çatı’nın Gelecek’e de, Nedim Yamalı’yı saymazsak 11 bağımsız milletvekilini de kapı açık olmalı görüşünde…

Gelecek Partisi son istifayla birlikte, başka firelerin olmaması için ‘Çatı’ konusunda daha hızlı hareket eder mi bilinmez ama Davutoğlu’nun siyaseten güçlü olmasında bir partinin varlığı önemli olsa gerek.

Davutoğlu'nun, "Ruhum AK Parti'den hiç kopmadı" açıklaması her ne kadar "Gelecek, AKP'ye mi gidecek?" tartışmasına yol açsa da ben böyle okumamıştım.

Suriye konusunda eleştirilen Davutoğlu, Türkiye’nin Şam’da elini güçlendiren son gelişmelerle birlikte siyaseten güçlendiğini düşünmüş ve AKP tabanına kendisini anlatmanın yolu seçmiş olabilir.

Zira KRT’deki yayında soru sorduğum Davutoğlu, AKP’nin ‘Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar’la mücadelede eski ayarlarına dönmesi gerektiğini söylemiş ve genel başkanlık, başbakanlık yapmış bir ismin ‘başdanışman, özel temsilci’ gibi statülere sıcak bakmasının mümkün olmayacağını ima etmişti.

Son dönemde muhalefeti eleştiren isimlerden İsa Mesih Şahin’in de Gelecek’ten ayrılıp AKP’ye geçebileceği konuşuluyor.

Mümkün mü, olabilir…

İsa Mesih Şahin, TBMM konuşmalarının yer aldığı kitabını, eleştirdiklerinin öznesi iktidar mensuplarına da hediye etmesiyle dikkati çekmişti.

AKP Grup Başkanı Abdullah Güler ve İsa Mesih Şahin
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve İsa Mesih Şahin

4 Nisan 2023’te gazeteci Gürkan Zengin’e “AK Parti bana göre bir siyasi parti değil, bir cemaattir. Tepesinde bir adam, etrafında bir çember, oradan gelen talimatlar; ne oluyor bilme imkanınız yok “ diyen Nedim Yamalı için belli ki köprünün altından çok su akmış.

Ama CHP’nin güçlü olduğu ve seçildiği Ankara 1. Bölge muhalefet seçmeninin ne düşündüğünü de merak etmiyor değilim. 

                                                       /././

(T-24)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -25 Aralık 2024-

Kalyoncular Balıkesir'de patlama olan fabrikanın ortağı çıktı: Yüz milyonlarca lira teşvik almışlar En az 11 işçinin yaşamını yitirdiği ...