SÖZCÜ "Gündem" -31 Ocak 2025-

İstanbul'da karbonmonoksit patlaması başladı

İstanbul ve çevresindeki illerde beklenen karbonmonoksit patlaması resmen başladı. Uzmanlar, havada yoğun bir koku hissedilebileceğini belirterek, açık havada yürüyüş yapılmaması ve camların zorunlu olmadıkça açılmaması konusunda kritik uyarılarda bulundu.(https://www.sozcu.com.tr/istanbul-da-karbonmonoksit-patlamasi-basladi-p132579)

                                                         ***

İngiliz küstahlığı tepkisiz kalmasın -Veli Toprak-

İngiltere, Türkiye’ye yönelik vize uygulamasının alanını genişletti. 11 Mart’tan itibaren bakanlar bile resmi görevi yoksa vize alacak.Türk pasaportunun itibarı giderek azalıyor. Birçok ülke normal, gri ve yeşil pasaporta vize uygularken İngiltere, diplomatik pasaport sahibi Türk vatandaşlarından da vize isteyeceğini bildirdi.(https://www.sozcu.com.tr/ingiliz-kustahligi-tepkisiz-kalmasin-p132570)

                                                                ***

Market üstü adalet sarayı -Deniz Ayhan-

Ankara Adalet Sarayı’na gidenleri ilginç bir tablo karşılıyor. Binanın altında bir zincir market açıldı. Bunu gören vatandaşlar, “Altı market üstü adalet” yorumu yapıyor.(https://www.sozcu.com.tr/market-ustu-adalet-sarayi-p132569)

                                                         ***

Halk için dediler halktan yediler -Erdoğan Süzer-

‘Halkın yararına’ denilerek devir işlemi 2025’e çekilen Göcek Tüneli ‘firma yararına’ olacak şekilde uzatıldı. Devletin 590 milyon TL’lik tüneli de şirkete gitti.

Göcek Tüneli’ni işleten firmanın devletin kendi yaptığı tüneli bonus gibi bedavaya alıp üzerine de işletme süresini uzattırması yap-işlet-devret (YİD) modelindeki gizli sözleşmelere olan kuşkuları artırdı. Göcek Tüneli İnşaat ve Taahhüt AŞ’nin eski Yönetim Kurulu Başkanı Necmettin Aydın, “Sözleşme gereği haklı olsak da halkın yararını düşünerek işletme süremizden 6 yıl 20 gün feragat ettik” diyerek iki tüneli de 31 Aralık 2025’te devlete devredeceklerini bildirmişti. Ancak ne olduysa sonradan işler değişti, devir tarihi 20 Mayıs 2030’a ertelendi. Yapılan bu gizli ertelemenin, sözleşmelerdeki ‘firmalara avantaj sağlayan’ gizli maddelerden kaynaklandığı tahmin ediliyor.

DEVİR 2030’A KALDI

Göcek Tüneli’ni normalde 20 Ocak 2032’ye kadar firma işletecek, sonra devlete verecekti. 2018’deki Cumhurbaşkanı kararıyla devir işleminin 31 Aralık 2025’e çekildiği müjdesi verildi. İndirime karşılık olarak da devletin 16.5 milyon dolara (bugünkü fiyatlarla 590 milyon TL) yaptırdığı ikinci tünelin firmaya verildiği açıklandı. Herkes bedava geçiş için 2025 sonunu beklerken SÖZCÜ devir tarihinin 20 Mayıs 2030’a ertelendiğini duyurdu. Sürpriz erteleme, Göcek Tüneli sözleşmesinin daha ilk baştan halkın değil firmanın yararına yapıldığı eleştirilerine neden oldu. Firmanın eski yöneticisi Necmettin Aydın’ın, 2018’de yaptığı açıklamadaki, “Elimizde bizim haklılığımızı içeren sözleşme var” sözlerine dikkat çeken uzmanlar, YİD’in gizli sözleşmelerinin halka açıklanmasını ve firma yararına olan maddelerin ayıklanmasını önerdiler.

Gizli sözleşmede neler var?

YİD sözleşmelerinde devleti ve halkı bağlayan, geleceği ipotek altına alan hangi maddelerin yer aldığı halka açıklanmıyor. Bu nedenle Göcek Tüneli’nin devrinin sözleşmedeki hangi madde yüzünden uzatıldığı, devletin milyon dolarlık tüneli niçin şirkete vermek zorunda kaldığı bilinmiyor. Bununla birlikte devletin yaptığı ikinci tünelin sözleşmeye dahil olup olmadığı, tüneli kimin yapması gerektiği, kimin işleteceği, paralı olup olmayacağı gibi soruların yanıtı da halktan gizleniyor. 

                                                     ***

Alman otomotiv devi ortaklığı bitirdi: Türkiye'den çekildi

Avrupa otomotiv sektöründeki daralmanın Türkiye’ye etkileri devam ediyor. Geçtiğimiz ay Linde + Wiemann’ın üretimden çekilmesinin ardından, bir başka Alman otomotiv yan sanayi devi daha Türkiye’den ayrılma kararı aldı. Yaklaşık 25 yıldır Ankara ve Adana’da faaliyet gösteren Alman şirketi Farhym, Türkiye’deki üretim tesislerini yerli firma Turna Ahşap’a satma kararı aldı.(https://www.sozcu.com.tr/alman-otomotiv-devi-ortakligi-bitirdi-turkiye-den-cekildi-p132576)

                                                                ***

Araç sahipleri bugün son gün: Kayıt olmayana 28 bin lira ceza

8 milyon ticari araç sahibini ilgilendiren Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi'ne kayıt için bugün son gün. Araç kayıt işlemlerini tamamlamayan mükelleflere 28 bin liraya kadar ceza kesilebilecek.(https://www.sozcu.com.tr/arac-sahiplerini-ilgilendiriyor-bugun-son-gun-kayit-olmayana-28-bin-lira-ceza-p132389)

                                                            ***

1 Şubat itibarıyla tüm Türkiye'de aktif olacak: 24 dakikada binaların deprem risk analizi yapılabilecek

Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği Bursa Şubesi tarafından 4 yılda geliştirilen yapay zeka destekli sistemle binaların risk analizi 24 dakika içinde yapılabilecek. Proje 81 ili kapsıyor.Proje için 4 yıl boyunca çalıştıklarını; Van, Elazığ, İzmir ve 6 Şubat depremlerinde sahada hasar tespiti yapan ekiplerin başında yer aldıklarını dile getiren Işık, şunları söyledi:  -100’den fazla inşaat mühendisi ve akademisyenle birlikte bir algoritma geliştirdik. Ancak sistemin herkes tarafından anlaşılabilir olması gerekiyordu. Bu yüzden, teknik bilgi gerektirmeyen basit sorulara dayalı bir yapı oluşturduk. Yeni sistem, vatandaşların binalarının risk durumunu kolayca öğrenebilmesi için tasarlandı.(https://www.sozcu.com.tr/1-subat-itibariyla-tum-turkiye-de-aktif-olacak-24-dakikada-binalarin-deprem-risk-analizi-p132607)

                                                                ***
Türkiye'yi olimpiyatta temsil etmişti: Alper Uçar 6 öğrencisini ABD'deki kazada kaybetti
ABD'nin başkenti Washington yakınlarında 64 kişinin bulunduğu yolcu uçağı ile 3 askeri personelin bulunduğu helikopter havada çarpıştı. Kazada kurtulan olmazken yaşamını yitiren kişilerin arasında Türk antrenör Alper Uçar'ın, 6 öğrencisi ile 2 arkadaşının da olduğu öğrenildi.(https://www.sozcu.com.tr/turkiye-yi-olimpiyatta-temsil-etmisti-alper-ucar-6-ogrencisini-abd-deki-kazada-kaybetti-p132552)
                                                                     ***
SÖZCÜ

soL "Köşebaşı + Gündem" -31 Ocak 2025-

Demokrasinin cilveleri -Mesut Odman-

Demokrasinin erdemleri üzerine ne zaman söylevler çekilse, onun sadece yokluğunun değil şu ya da bu ölçüde eksikliğinin bile ne büyük bir felaket olduğu söyleniyor. Hâlâ da söyleniyor, bu gidişle söylenmediği bir zaman gelir mi, bilinmez.

Önce şu “cilve” sözcüğünün anlamıyla ilgili birkaç satır yazmak gerekiyor. Neden derseniz, sözcüğün en çok bilinen ve kullanılan anlamı, “hoşa gitme amaçlı davranış, kırıtma, naz” oluyor. Yazının başlığına yerleştirilmesini uygun bulduğum ikincil anlamı içinse sözlükler “görünme, ortaya çıkma, tecelli” karşılıklarını veriyor. Demek, başlığa yazdığımızla, demokrasinin ortaya çıkma, görünme, tecelli etme biçimlerinden söz etmiş oluyoruz. Daha doğrusu, bir çokluğun, bolluğun, haydi biraz da iltimas geçip sömürüye dayanmayan zenginliğin diyelim, sadece varlığıdır söz edebileceğimiz. Yoksa, onları, o cilveleri anlatmak bir yana, yalnız neler olduklarını sıralamak bile yazıyı doldurur da gelecek haftaya taşar.

Böyle deyince de say say, anlat anlat, neden ayıp olsun o eylemi de ekleyelim, söv söv bitmez tükenmez bir bollukla karşı karşıya bulunduğumuzu anlıyoruz. Öyle bir bolluk ki, temizleyip kurutmak için ne kadar uğraşırsan uğraş, ummanda, hadi bir demeyelim, birkaç damladan öteye gitmiyor başarabildiğin. Bu görünme biçimlerinin çokluğuna akıl sır ermez mübareğin ele avuca sığmazlığı buradan geliyor galiba. Tam anladım, hedefledim, ha vardım ha varıyorum diyorsun, bir de bakıyorsun, elinden kayıp gidivermiş. Kayıp gitmesin diye çıplak ellerini değil birtakım hünerli araçları kullanıyorsun, bu kez de, geriye kalanın o hedeflediğin her ne idiyse ona pek benzemediğini, benzemek ne söz, onun nerdeyse karşıtı olduğunu fark ediyorsun.

Fark edebilenler belli bir niceliğe ulaşıyorsa, ne iyi! Ama bir de o nicelik pek cılız kalıyorsa, bizim çok eski zamanlarımızdaki “nicelik değil, nitelik önemli” avuntusuna yol açan bir düzeyi aşamıyorsa, bir kez daha “yandı gülüm keten helva” demek çok mu avam kaçar? 

Demokrasinin erdemleri üzerine ne zaman söylevler çekilse, onun sadece yokluğunun değil şu ya da bu ölçüde eksikliğinin bile ne büyük bir felaket olduğu, bu tür durumlarda elimizde, aklımızda ne varsa bir yana bırakıp o yokluğu ya da eksikliği ortadan kaldırmak gerektiği hep söylenmiştir. Hâlâ da söyleniyor, bu gidişle söylenmediği bir zaman gelir mi, bilinmez.

Oysa, zamanımızda ve bizimkinden çok önceki zamanlarda da demokrasi hep bir sınıfın ya da çıkarları ortaklaşan birden çok sınıfın yönetimi yahut iktidarı olmuştur. Bugünkü demokrasi de öyledir, bizde de hemen hemen her yerde de… Şu basit nedenle ki, oradaki “demos” halk demektir ve halk da çıkarları birbiriyle çatışan sınıflardan oluşur. Bu yüzden öyle karmakarışık, her sınıftan insanın içinde yer aldığı “amorf” bir kütle olarak halktan farklı bir büyük topluluktan söz etmek istediğimizde, örneğin, emekçi halk deriz. 

Şöyle bir genelleme yapmak mümkün görünüyor: Yaşadığımız çağda demokrasi, en saf ya da rafine yahut gelişkin olanından en az gelişmiş, en ilkel, en kaba olanına kadar kapitalist sınıf ile onun ittifak yapmayı mümkün ve uygun gördüğü sınıfların egemenliğindeki iktidarı akla getirir. Kapitalizm çok uzatılmış ömrü boyunca, demokrasinin içeriğini kimi zaman karşısındaki sınıfların gücü ve mücadelesi ile genişletmiş kimi zaman da öyle bir direncin gevşeyip kırılmasına da bağlı olarak çeşitli yöntem ve araçlarla değişik ölçülerde daraltmıştır. 

Kapitalizmin nerdeyse kendi ömrü kadar uzun bu süreçten bir tür “yan ürün” de ortaya çıkmış bulunuyor, diyebiliriz. En az kapitalizmin kendi çabası kadar, belki ondan da çok karşısındaki sınıflarla onların ideolojik/siyasal temsilcilerinin katkılarıyla ortaya çıkan bu yan ürün, biraz önce değindiğimiz demokrasinin içeriğindeki genişlemeler ile daralmalardır. Böylece, demokrasi, her zaman ilerletilmesi  mümkün, ama geriletilmesi de hiçbir zaman engellenemez olmayan bir “şey” durumuna gelmekte ve bu durum, onun her türlü toplumsal mücadelenin hem yakın hem uzak hedefi olarak sunuluşunu kolaylaştırmaktadır. Bunun olumsuz sonuçlarını bütün coğrafyalarda görebiliyoruz. Tek ve gerçek kurtuluşları demek olan sosyalizmi unutacak noktaya getirilmiş geniş emekçi yığınlara günde beş vakit demokrasinin erdemleri vaaz edilebiliyor.

Buradan içinde demokrasi, demokratik, antidemokratik ve benzeri sözlerin geçtiği her şeyin çöpe atılması anlamı çıkmaz, umarım. Gerçi çıksa da çok fazla dert edeceğimi sanmam. Buna karşılık, toplumsal hak ve özgürlükler için, onların genişletilip olabildiğince güvence altına alınması için mücadelenin önemi besbellidir. Bu cümleyi yazarken bile “olabildiğince güvence altına almak”tan söz edişim ise kapitalizm ömrünü sürdürdükçe, toplumsal hak ve özgürlüklerin güvence altına alınamayacağını öğrenmemin mucize sayılmayacağı bir yaşa gelmiş olmamla ilgilidir.

Demokrasinin cilveleri başlığı atılmış bir yazıda, üstelik onun göründüğü ya da tecelli ettiği biçimlerden pek alışkın olduğumuz bazıları ölümlerle acılarla baskılarla birlikte bir haftaya sığabilmişken, herhangi bir somut örneğe hiç değinmemek olmaz.

İktidarın kendi adamları dışındaki gazetecilerin yaptıkları işi gazetecilikten saymama ve bin bir türlü muzır faaliyet arasına sokup cezalandırma eğiliminin son ürünü olarak ortaya çıkan “basın özgürlüğü”nün kısıtlanması konusu, çok eski, dolayısıyla çok bilinen ve çok kullanılmış bir tezi akla getiriyor. Pek de dost sayılamayacak okurlardan gelebilecek “Hâlâ mı o bayatlamış sözler!” biçimindeki itirazlara aldırmadan, geçmişte yapılmış olma anlamında eski, ama geçerliliğini koruma anlamında yeni ya da güncel bu saptamayı hatırlayabiliriz. Tez deyişim, 2-6 Mart 1919 tarihlerinde yapılan Enternasyonal Kongresi’ne tezler olarak sunulmuş ve kabul edilmiş olmasından geliyor. Sahibi, iktidarı alışlarının üzerinden iki yıl bile geçmemiş olan Rusya emekçilerinin önderi Lenin. Biraz kısaltarak ve Şubat 1968’de Payel Yayınevi tarafından basılan çevirinin dilini günümüzün diline1 yakınlaştırarak aktarıyorum:

“ 'Basın özgürlüğü’, saf demokrasinin belli başlı sloganlarından biridir. İşçiler bilirler ki, bütün ülkelerin sosyalistleri yüzlerce, binlerce kez görüp anlamışlardır ki, bu özgürlük bir yalandır. Çünkü, en iyi basımevleri ve en önemli kâğıt depoları kapitalistlerin elinde bulundukça, sermayenin basın üstündeki egemenliği bütün dünyada, hatta demokrasinin ve cumhuriyet rejiminin, örnek olsun, en çok geliştiği Amerika’da bile en göze batacak, en haşin, en hayasız biçimde kendini gösteren bu egemenlik sürüp gittikçe , basın özgürlüğü olamaz. Emekçi halka, işçilere ve köylülere gerçek eşitliği ve gerçek demokrasiyi kazandırabilmek için, ilk önce, yazarları ücretle tutup çalıştırmak, yayınevlerini satın almak ve gazetelerin ahlakını bozmak imkânının sermayenin elinden alınması gerekir. Bunun için de sermayenin egemenliğini yıkmak, sömürücüleri devirmek, bunların direnişlerini kırmak şarttır. Zenginlerin zengin olma özgürlüğüne, işçilerin açlıktan ölme özgürlüğüne kapitalistler her zaman “özgürlük” adını vermişlerdir. Basının zenginler tarafından para ile satın alınması özgürlüğüne, zenginliği kamuoyu denilen şeye istenilen biçimi vermekte ve bu şeyi bozmakta kullanma özgürlüğüne kapitalistler (ve onların sözcüleri ile çeşitli görevlerdeki temsilcileri-M.O.)  basın özgürlüğü derler.”   

Yüz yıldan da daha eski oluşunu falan bir yana bırakalım, bugün dünyamızın herhangi bir yerinde yaşayan bir emekçi, emekçi olması da gerekmez, az çok aydınlanmış bir insan, bu tezleri okuduktan sonra “Az bile söylemiş!” demez mi?demez mi?

  • 1

    Lenin’in yazdıklarından Jean Freville tarafından seçilip derlenmiş metinler Şerif Hulûsi’nin çevirisiyle  Sanat ve Edebiyat başlığı altında yayımlanmıştı. Kitabevi raflarında görür görmez aldığım bu kitap, zamanın acımasızlığının mı kullanıcısının hoyratlığının mı eseri olduğunu bilemediğim sararmış yaprakları, altı çizili satırları ile hâlâ kitaplığımda durur. Yukarıdaki alıntı o kaynağın 193. sayfasındandır.  

                                                       /././

Böyle mi devam edecek?-Rıfat Okçabol-                          

“Kader”cilikten vazgeçip olayları sorgulamadıkça, piyasacı anlayışlardan uzaklaşılmadıkça ve bilime önem verilmedikçe, bu tür felaketleri önlemek kolay olmayacak.

Bolu Kartalkaya’da 21 Ocak 2025 sabahının erken saatlerinde başlayan ve 100’den fazla insanın canını zor kurtardığı, 51 kişinin yaralandığı, 78 kişinin de yaşamını yitirdiği bir yangın faciasını yaşadık. Bu facianın büyüklüğü, herhalde otelin adındaki "Grand" sözcüğünden kaynaklanmadı. Facianın büyüklüğünün, otelle ve kayak bölgesi ile ilgili bir dizi ihmalin, sorumsuzluğun ve vurdumduymazlığın sonucu olarak ortaya çıktığı belli oldu.

  • En yakın itfaiye 1 saat uzaklıkta olduğu halde bin küsur kişinin kalacağı otellerin bulunduğu bölgede bir yangın söndürme ekibi oluşturulmamış.
  • Otel yapılırken bina dışında yangın merdivenleri yapılmamış.
  • Otelin çevresinde yasa gereği bırakılması gereken boş alan ayrılmamış.
  • Yanan otelin neredeyse yarısı kaçak olarak ilave edilmiş.  
  • Otelin yangın alarmları, yangın söndürme ve yağmurlama sistemi yetersizmiş, katlarda yangın tüpleri yokmuş ya da çalışmamış.
  • Otel personeli yangın olasılığında neler yapılması gerektiği konusunda bir eğitimden geçmemiş.
  • Gerekli denetimler yapılmamış.
  • Otellerdeki yangın önlemleriyle ilgili belgeler en yakın belediyeden alınırken, 2012’de yapılan yönetmelik değişikliği sonrasında, ilgili belgelerin belediyeden alınması koşulu kaldırılmış.

Bu ve benzeri nedenlerle yangın ihbarı ilk kez 03.21’de yapılsa da, ilk müdahale 1 saat 15 dakika sonra gerçekleşiyor ve yangın ancak 11 saatte söndürülebiliyor! Ne yazık ki bu olayla ilgili ihmaller, yangının faciaya dönüşmesiyle sınırlı kalmıyor. 

Resmi makamlar otelle ilgili ihmalleri ve sorumluları toplumdan saklamaya çalıştığı gibi, olay sonrası gelişmeler de toplumdan saklanıyor. Bolu valisi yangın sabahı önce 3 kişinin sonra da 10 kişinin hayatını kaybettiğini açıklıyor. Yangın ve kurtarma çabaları devam ederken, AKP’nin Ankara’daki il kongresine ara verilmiyor. Hayatını kaybedenlerin sayısı, bilindiği halde AKP kongresi devam ettiği sürece yeni bir açıklama yapılmıyor. Sonra İçişleri Bakanı yaşamını yitirenlerin sayısını 66 olarak açıklıyor. Hayatını kaybedenlerin sayısı, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na göre akşam 79’a çıkıyor, Adalet Bakanlığı’na göre ertesi sabah nasıl oluyorsa 78’e düşüyor.

Yıllarca kaymakamlık ve valilik yaptığı için bu tür olaylarda sorumluluğun kimde olduğunu gayet iyi bilen İçişleri Bakanı bile “Sorumluluğun kimde olduğunu tespit etmek 10 gün sürecek” diyebiliyor!

RTÜK bu tür olaylardaki ihmallerin genelde iktidarla ilişkili olduğunu bildiğinden, önce olaya haber yasağı getiriyor. Sonra Anadolu Ajansı ve TRT, Bolu Belediyesi’nin yanan binaya ek olarak yapılan bir yere verdiği ruhsatı yangının çıktığı mutfağa verilmiş gösterince, olaydaki ihmalin belediyeye ait olduğunu düşünen RTÜK haber yasağını kaldırıyor.

Bu faciayla ilgili olan yetkililerin gerçekleri saklama ya da çarpıtma çabası sınır tanımıyor. Bolu Savcılığı’nın görevlendirdiği bilirkişi raporunda belediyenin bir suçu olmadığını belirtince, Adalet Bakanı bu rapor için “Korsan metin” diyebiliyor. Yeni bir bilirkişi oluşturuluyor ve savcılığın belediyeyi suçlu göstermesi için bilirkişiye baskı yaptığı haberleri ayyuka çıkıyor.

İktidarın bu faciadaki tutumu insanların içini karartırken, başka iç karartıcı olaylar da yaşanıyor.

  • Grand Kartal Otel’in müşterilerine, “Grand Kartal olarak tatilinizin güzel ve unutulmaz anılar ile dolduğunu umuyoruz. Sizleri aramızda tekrar görmekten büyük memnuniyet duyarız” şeklinde mesaj gönderdiği (!) anlaşılıyor.
  • Kartalkaya’daki bazı otellerin, bu facia üzerine rezervasyon iptaline yanaşmadığı ve ücret iadesi yapmayacağı söyleniyor!
  • Kartalkaya grand otelde can pazarı yaşanırken, kimileri kaymaya devam ediyor!
  • Kartalkaya’da bitap düşen AFAD mensupları istirahat etmek için bir yer istediklerinde, onlardan para talep edildiği söyleniyor!
  • Bazı özel cenaze nakil araç sahipleri, yaşamını kaybedenlerin ailelerinden 100 bin TL’ye kadar varan ücretler istiyor!
  • Bir kendini bilmez, faciada ölenler için "Zenginlere ağlamıyorum, 38 bin TL para ver, havanı at, herkes kaderini yaşar" diyebiliyor!

Bu tür olumsuzluklar yaşanınca;

  • TÜİK mensupları gibi pek çok bürokratın toplum geneline değil iktidara hizmet ettiği,
  • Yenidoğan bebek çetesi,
  • Birilerinin insanların öleceğini bile bile kaçak içki üretip sattığı,
  • Uyuşturucu kullananların yaşı giderek küçülürken uyuşturucu satışının da arttığı,
  • Hemen her gün, kırmızıbibere, peynire, köfteye, … sağlığa zararlı yabancı madde karıştırıldığı,
  • Gazze’nin/Suriye’nin yeniden inşa edilmesinde “Bize de pay düşer” deyip ellerini ovuşturduğu,
  • Geçmiş yıllarda yaşanan “Pamukova tren katliamı (2004), Soma maden faciası (2014), Aladağ yurt yangını (2016), Çorlu tren katliamı (2018), Batı Karadeniz sel felaketi ve Antalya’daki orman yangınları (2021), Amasra maden faciası (2022), Kahramanmaraş depremi (2023), İliç maden faciası ve Beşiktaş’ta gece Kulübü yangını (2024)” gibi facialar ile
  • bu faciaların da gerekli önlemlerin alınmamış ve denetimlerin yapılmamış olmasından kaynaklandığı, olayların üstünün örtüldüğü ve gerçek sorumluların orta çıkarılmadığı
    akla geliyor.

Yukarıda özetlenen ve benzeri olaylar, yozlaşma, vicdansızlaşma, vurdumduymazlık, aymazlık, duygudaşlık yoksunluğu, … gibi sözcüklerle de açıklanabiliyor; piyasalaşma ve gericileşmeyle de ilişkili oluyor.  

Piyasacı anlayış, insanların bencilleşmesini, insanların kandırılmasını, kazancın artırılması için her yolun denemesini ve kazancı kısıtlayacağı için gerekli güvenlik önlemlerinin alınmamasını kolaylaştırıyor. Bürokratları, toplum yararına değil de iktidar yararına davranmaya yönlendirebiliyor. İktidarlar da asgari ücretin belirlenmesinde olduğu gibi, genelde işverenlerin isteklerine önem veriyor. İşverenin kazancını artırması için elinden geleni yapıyor. Zaman zaman onlara vergi affı getiriyor. İşverenin çalışanların can güvenliğini artıracak önlemleri alıp almadığına aldırmıyor.

İhmaller nedeniyle, yeterli önlemlerin alınmamasından ve de bile bile yapılan yanlışlardan kaynaklanan faciaları “kader”e bağlayanların varlığı da, iktidarlarla işverenin işini kolaylaştırıyor; yeterli önlemlerin alınmasını ve sorumluların ortaya çıkarılmasını engelliyor.

“Kader”cilikten vazgeçip olayları sorgulamadıkça, piyasacı anlayışlardan uzaklaşılmadıkça ve bilime önem verilmedikçe, bu tür felaketleri önlemek kolay olmayacak.

                                                     /././  

Kaçak maden açığa çıkmasın diye işçiyi yakmışlardı: Ödül gibi ceza talep edildi

Zonguldak'ta yakılmış cesedi bulunan göçmen madenciye ilişkin savcı mütalaasını sundu. Sanıkların, "Bilinçli taksirle ölüme neden olma" suçundan cezalandırılmaları talep edildi.

Maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani, Zonguldak’ta MHP’nin eski Belde Başkanı Hakan Körnüş’ün patronu olduğu maden ocağında geçirdiği “iş kazası” sonrası vahşice öldürüldü.

Nourtani'nin henüz nefes alırken üzerine benzin dökülüp yakılarak öldürülmesi ve sonra da cesedinin ormana atılmasına ilişkin davada savcı, 3 sayfalık mütalaasını sundu.

Ölümün 'iş kazası' nedeniyle olduğunun değerlendirildiği mütalaada, ocak sahipleri Hakan Körnöş ve Enver Gideroğlu ile vinç operatörü S.K. hakkında 'Bilinçli taksirle ölüme neden olma' ile 'Suç delillerini yok etme' suçlarından 14'er yıla kadar hapis cezası talep edildi.

Nourtani ailesinin avukatı, sanıkların "Bilinçli taksirle ölüme neden olma" suçundan cezalandırılmalarının hayatın olağan akışına, mantığa, fiziğe ve bilim kurallarına aykırı olduğunu söyledi. Avukat, sanıkların bahse konu suç ile cezalandırılmaları halinde 2 yıl hapis cezasının ardından tahliye olacaklarını aktardı.

Yanmış ceset ormanda bulundu

Zonguldak'ta 10 Kasım 2023'te Kırat Mahallesi Koca Osman Sokak'ta yoldan geçenler, yandaki ormanda yanmış bir ceset fark edip, ihbarda bulundu.

Benzin dökülüp yakıldığı belirlenen cesedin, kaçak olarak işletilen maden ocağında çalışan üç çocuk babası Afganistan uyruklu Vezir Mohammad Nourtani'ye ait olduğu belirlendi. 

Otopside Nourtani'nin 9 Kasım'da öldüğü tespit edilirken, ailesinin 10 Kasım sabahı kayıp başvurusunda bulunduğu öğrenildi.

'İştirak halinde kasten öldürme' suçu

Nourtani'nin çalıştığı kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve Körnöş'ün kuzeni Ahmet Aydın (52) tutuklandı. Ocak çalışanları S.K, E.D. ve kömür ticareti yapan A.Ç. adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. 

Olaya ilişkin hazırlanan iddianamede, Nourtani'nin kaçak ocakta vagon arasına sıkışıp "iş kazası" geçirdiği iddia edildi, ocak sahiplerinin ise "Olay ortaya çıkarsa ocak kapanır" korkusuyla hareket ettikleri belirtildi. 

"İştirak halinde kasten öldürme" suçundan müebbet hapis cezası istemiyle açılan, 3'ü tutuklu 6 sanığın yargılandığı dava, Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde sürüyor.

Savcı mütalaasını sundu

DHA'nın aktardığına göre Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davada savcı, 3 sayfalık mütalaasını sundu. 

Mütalaada, Vezir Mohammad Nourtani'ye vücudundaki kırıklardan dolayı vagon çarptığı değerlendirmesi yapılırken, sanıkların adli işlem kayıtları ve ocağın kaçak olmasından dolayı yetkililere haber vermediklerinin tespit edildiği belirtildi. Mütalaada, "iş kazasının" bilirkişi raporlarından da anlaşıldığı ifade edildi ve Nourtani'nin kalp krizi geçirip ray üzerine yatmasının hayatın olağan akışının dışında olduğu ifade edildi.

Ölümün "iş kazası" nedeniyle olduğunun değerlendirildiği mütalaada; bilirkişi raporlarına göre ocak sahibi Hakan Körnöş ve Enver Gideroğlu'nun asli kusurlu, vinç operatörü S.K. ile hayatını kaybeden Nourtani'nin tali kusurlu olduğu ifade edildi. 

İstenen cezalar belli oldu

Mütalaada, sanıklardan Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve S.K.'nin "Bilinçli taksirle ölüme neden olma" suçundan 9 yıla kadar, "Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirm" suçlarından 5 yıla kadar ayrı ayrı cezalandırılmaları istendi.

Nourtani'nin yaralanmasını yetkili kurumlara bildirmeyen, kameralarla oynayıp Nourtani'ye ait kıyafetleri yaktığı için E.D. ile cesede çakmak çaktığını itiraf eden tutuklu sanık Ahmet Aydın hakkında "Yardım ve bildirim yükümlülüğünü yerine getirilmemesi" suçundan 3'er ve 'Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme' suçundan 5'er yıla kadar hapis ile cezalandırılmaları talep eden savcı, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamını istedi. 

A.Ç. hakkında "Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi" suçundan 3 yıla kadar hapis cezası mütalaa edildi. 

Sanıklardan Hakan Körnöş, Enver Gideroğlu ve S.K. hakkında toplamda 14'er yıla kadar hapis cezası istenirken, Ahmet Aydın ve E.D. hakkında 8, A.Ç. hakkında 3 yıla kadar hapis cezası talep edildi.

'Hayatın olağan akışına ters, kesinlikle kabul edilebilir değil'

19 Şubat'ta görülecek duruşmada karar beklenirken, Vezir Mohammad Nourtani'nin ailesinin avukatı Kerim Bahadır Şeker, mütalaaya ilişkin konuştu. 

Şeker, "Mütalaayı kesinlikle kabul ediyor olmamızın mümkünatı yok. Bu zamana kadar sunmuş olduğumuz bütün talepleri taraflı olarak reddeden mahkeme heyeti ve Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bu mütalaası bizi şahsi olarak şaşırtmadı. Ancak dosya çerçevesinde, 'Bilinçli taksirle' cezalandırılmalarını istemeleri hayatın olağan akışına, mantık, fizik, bilim kurallarına aykırıdır. Bir kişinin bilerek ve isteyerek yakılması, bir kişinin bilerek isteyerek yakıldıktan sonra cesedinin gizlenmesi, bundan önce alkol alınarak, cesedi gizlemek için çaba gösterilmesi ve buna rağmen sanki bir iş kazasıymış gibi lanse edilmeye çalışılması Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kesinlikle kabul edilebilir değil. Çünkü sanıklar mahkemede birbirini sürekli yalanlıyorlar" dedi.

'İki yıl hapis cezasının ardından tahliye olacakları anlamına geliyor'

Kerim Bahadır Şeker, "Yalanladıkları sırada da şunu söylüyorlar. 'Eğer asıl meseleyi ortaya çıkarırsan seni öldürürüm' diye birbirini tehdit ediyorlar. Mahkemenin sınırları içerisinde sanık yakınları bizlere dahi sözlü ve fiziki müdahale girişiminde bulunuyorlar. Ancak buna rağmen sanki iş kazasıymış da kaza olduktan sonra hastaneye, ambulansla bildirim yapılmışçasına 'Bilinçli taksir' isteniyor. 

Şeker, sanıkların 6 ila 8 yıl arasında cezalandırma isteminin, İnfaz Kanunu'na göre 2 yıl hapis cezasının ardından sanıkların tahliye olacakları anlamına geldiğini vurguladı.

Şeker, sözlerini "Kesinlikle kabul etmediğimiz ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almaları için bu kişiyi diri diri yaktıklarına ilişkin emareleri sunduk. Bu kişiye 20 bin dolar böbrek teklifi yapılmasına ilişkin tanık ifadelerini, aynı madende çalışan ve sınır dışı edilen Afgan maden işçilerinin beyanlarını sunduk dosyaya. Bizim isteğimiz, fikir ve eylem birliği içerisinde yaptıkları eylemlerden dolayı ağırlaştırılmış müebbet almalarını istiyoruz" ifadeleriyle noktaladı.

TKP: Hesabı sorulmaz sananlar yanılıyorlar

Türkiye Komünist Partisi de konuya ilişkin açıklamada bulundu.

"İşçiyi yakıp öldürmek de serbestmiş! Hesabı sorulmaz sananlar yanılıyorlar" başlıklı açıklamada, Nourtani ailesinin avukatının yaptığı açıklamaya işaret edilerek şu ifadelere yer verildi:

"Bir işçinin kaçak işletilen maden ocağı kapatılmasın diye bilerek ve isteyerek yakılmasının, ardından da cesedinin ormana atılmasının cezası, sadece iki yıl hapiste yatmak.

Bu olayda ortaya çıkan her bir detay, bu düzenin emekçilere verdiği gerçek değeri gösteriyor. Ve sadece bir göçmen işçiye değil, ülkemizdeki bütün emekçilere bir mesaj anlamı taşıyor.

Bir göçmen işçinin hakkı aranmaz, emekçilerin hesabını kimse sormaz diye düşünenler yanılıyorlar. Bu caniliğin hesabını emekçi düşmanı bu vahşi düzenden soracağız. Bu davanın da sonuna kadar takipçisi olacağız."

                                                      /././

Yalova'da 'kimyasal madde' şüphesi nedeniyle sular kesildi: 4 kişi gözaltına alındı

Yalova'da içme suyu arıtma tesisinde oluşan köpük nedeniyle il genelinde sular kesildi. Kimyasal madde atıldığı iddiasıyla inceleme başlatılırken, Yalova Valiliği de dört kişinin gözaltına alındığını duyurdu.(https://haber.sol.org.tr/haber/yalovada-kimyasal-madde-suphesi-nedeniyle-sular-kesildi-4-kisi-gozaltina-alindi-395872)

                                                          ***

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -31 Ocak 2025-

Bu gidişin sonu İmamoğlu mu?-Tuğçe Tatari-

Ev hapisleri, ibretiâlem gözaltları, jet tutuklamalar, olmayacak suçlamalar, zorlama soruşturmalar. Bunların hepsi de sanki tek bir hazırlığı işaret etmekte. Hazırlandıkları şey İmamoğlu gibi görünüyor…

Son günlerin en sık sorulan sorusu, bu gidişin sonunda nereye varacağına, bizi neler beklediğine ilişkin.

Dibin dibi, kuyunun sonu bir türlü gelmedi. Ama işler öyle bir noktaya geldi ki, belki de Türkiye’nin faşizmin eşiğinde despotlukla yönetildiğinin de kayıtlara geçmesi açısından elle tutulur örnekler bırakıldı-bırakılıyor tarihe…

Ayşe Barım garabetine, sadece hukuk garabeti deyip geçebilir miyiz?

Müebbetle yargılayacaklar kadını ve ellerinde bunun için tek bir veri, ipucu, kanıt olmadığı gibi şüpheli bir durum dahi yok!

“Gık” diyenin kapısında bitiyorlar, en ufak ses çıkartan soluğu savcılıkta alıyor, sokak röportajında konuşan ‘teyzeleri’ tutukluyorlar. Hele biraz tanınan bilinen bir isimseniz üzerinizde tepiniyorlar!

Sosyal medyada troller buldukları her fırsatı fişleme, mimleme ve hedef gösterme tezgâhına dönüştürüyor.

Devlet tüm enstrümanlarıyla birden adeta haykırıyor “her kim olursan ol gözünün yaşına bakmayacağız…”

Ev hapisleri, ibretiâlem gözaltları, jet tutuklamalar, olmayacak suçlamalar, zorlama soruşturmalar.

Bunların hepsi de sanki tek bir hazırlığı işaret etmekte.

Hazırlandıkları şey İmamoğlu gibi görünüyor. Artık bir operasyon, bir yasaklama, bir tutuklama mı planlıyorlar, onu bilemiyoruz.

Çünkü bizlerin meslekte tüm varlığımızla yapmaktan kaçındığımız “niyet okuma” işinden başka enstrümanımız kalmadı olayları algılayabilmek adına elimizde.

Bu da tam bir niyet okumadır.

Verileri, geçmişi göz önünde bulundurarak, karşımızdakinin yapabileceklerini tahmin ederek, niyet okuyarak bir sonuca varıyoruz, varmaya çalışıyoruz.

Böyle önemli konularda kulis bilgisi almak da neredeyse imkânsızlaştı.

Adeta anlık, adeta tepkileri izleyerek kararlar alıyor ve uygulatıyorlar!

Anlık kararın kulisi mi olur?

Artık kulisler hep sızdırma, yemleme oldu!

Yaşananların, son dönem pompalanan siyasi havanın gözle görülür tek bir ortak hedefi var, ‘korkuyu yükseltmek…’

Korkun, korkalım ve susalım istiyorlar.

İnsanız, korkmak da doğal.

Fakat hep söylüyorum, korkunun üzerine bu kadar gidildiğinde bunun bir adım ötesi topyekûn korkulardan kurtulup, özgürleşmeye varır.

Baskıyı öyle bir hâle getirdiler ki herkes nefesini tutup anksiyetesine sahip çıkmaya çalışırken bir yandan da ellerinde sopa üzerimize üzerimize yürüyerek “ses çıkartırsan vururum” demeye getiriyorlar.

Bu işin sonunda gerçekten okuduğumuz niyet isabetli olursa ve İmamoğlu’na yönelik bir hamle gerçekleştirilirse, toplumda bunun büyük bir patlamaya neden olacağını düşünüyorum.

İşte belki ondandır Gezi’yi hortlatma ve bir “gözünüzün yaşına bakmayız” sopası olarak ortaya sürme çabaları.

Çünkü Türkiye’de ekonomik ve siyasi gerekçelerle buhran geçiren halkın İmamoğlu’na çekilecek bir hareketle korkudan kurtulup “ne olacaksa olsun” noktasına evrilmeme ihtimali düşük görünüyor.

                                                             /././

İmamoğlu, 'Akın Gürlek' ve 'bilirkişi' soruşturmalarından bugün ifade verecek

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu, son sekiz günde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek ile ilgili yaptığı açıklamalar ve CHP davalarında yer aldığını söylediği aynı bilirkişi ile ilgili sözleri sebebiyle hakkında başlatılan iki ayrı soruşturma kapsamında bugün Çağlayan Adliyesi'nde ifade verecek. (https://t24.com.tr/haber/imamoglu-akin-gurlek-ve-bilirkisi-sorusturmalarindan-bugun-ifade-verecek,1214615)

                                                               ***

Kartalkaya’da 12 günde ne oldu?-Tolga Şardan-

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un görevden alınmasını isteyen AKP’liler olduğu kadar kendileriyle ilgili durumların ortaya çıkmasını istemeyen AKP’lilerin, Erdoğan’ın tansiyonunu düşürmeye çalıştıkları bilgisi, Ankara’da en çok konuşulan siyasi kulislerden.

Grand Kartalkaya Oteli’nde yaşanan yangın faciasında her geçen gün yeni bilgiler ve belgeler gün ışığına çıkıyor, yavaş yavaş.

Üzerinden on gün geçmesiyle birlikte anlaşılıyor ki; olay, facia tanımının ötesinde tam bir katliam niteliğinde.

Siyasetin ve bürokrasinin çevrelediği, iktidar gücüyle harmanlanan sürecin sonunda oluşan tablo, Kartalkaya’da patlak verince, tam da “takke düştü, kel göründü” oluverdi bir anda.

TBMM Başkanı Numan Kurtuluş’un, gazeteci Ahmet Hakan’a verdiği söyleşide kullandığı, “Otel faciası yakın dönemlerde yaşadığımız en büyük facialardan birisi” cümlesini, ‘yakın geçmişte o kadar büyük facia yaşandı ki bu, onların en büyüklerinden bir tanesi’ şeklinde anlamak mümkün elbette.

Her yaşanan faciadan ders alınmadığını maalesef yenisi yaşandığında acılarla birlikte anlıyoruz toplumca.

İktidar başta olmak üzere siyasetin her kesimi Bolu’daki yangın katliamıyla bu kez daha farklı bir sınav veriyor.

Böylesi durumlarda her zaman tansiyonu düşürmek, kendi partisinden ya da yönetimindeki bürokrasiden adı gündeme taşanları kollayan yaklaşımda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan bile “aç gözlü müptezellere tahammül yok” şeklinde çok farklı cümleler kurmaya, değerlendirmeler yapmaya başladı, ilk defa.

Erdoğan’ın bu çıkışından sadece otel sahibi ile yetkilileri mi etkilenecek? Yoksa söz konusu süreçle bağlantısı kurulan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ile bakanlık bürokrasisi ve Bolu İl Özel İdaresi yönetimi de kısmetlerine düşeni alacaklar mı? Yakın zamanda yaşayıp göreceğiz hep birlikte.

Yeri gelmişken, beklentinin aksine Erdoğan’ın, kabine değişikliği dönemini de kapsayacak şekilde yapacağı atamalarda Ersoy’u görevden alma olasılığının düşük olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ki, AKP kulislerinde bu durum kapalı kapılar ardında böyle seslendiriliyor.

Zira, Ersoy’un görevden alınması demek; sadece kendisi için değil, örneğin Bodrum’da yoğunlaşan AKP’li siyasetçilere tanınan imtiyazların da ortaya çıkmasının yolunu açacaktır.

Bu çerçevede, önceki dönemlerin belediye başkanı başta olmak üzere yerel yöneticilerinin durumları daha net biçimde kamuoyuna yansıyacak. Kuşkusuz, Erdoğan ve AKP yönetimi bu handikabı göz önünde bulunduracaktır.

Bu nedenle, Ersoy’un görevden alınmasını isteyen AKP’liler olduğu kadar kendileriyle ilgili durumların ortaya çıkmasını istemeyen AKP’lilerin, Erdoğan’ın tansiyonunu düşürmeye çalıştıkları bilgisi, Ankara’da en çok konuşulan siyasi kulislerden.

Sorgulanması gereken 12 gün

Bolu Adliyesi’nin el koyduğu ve jandarma üzerinden yürüttüğü adli soruşturma çerçevesinde alınan ifadeler, özellikle iktidar yanlısı yayın organlarında yayımlanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yükselmesiyle birlikte söz konusu yayınlarda otel sahibi ile çalışanların ifadelerine yoğunlaşılması, geçmişteki örneklerine bakıldığında “tavşana bak” olayı ile karşı karşıya olduğumuz hissi yayılıyor, ister istemez.

Şimdi, Grand Kartalkaya Oteli’ndeki yangın katliamına neden olan bürokratik işlemler takvimine bakalım:

12 Aralık 2024: Otel yönetimi “yangın uygunluk raporu” için Bolu Belediyesi’ne başvurdu.

13 Aralık 2024: Kültür ve Turizm Bakanlığı (KTB), Grand Kartal Oteli’nde denetim yapılması için iç kontrolör görevlendirdi.

15 Aralık 2024: KTB kontrolörü, otelde inceleme yaptı.

16 Aralık 2024: Bolu Belediyesi’nin itfaiye raporu çıktı; otelde eksiklikler bulundu.

24 Aralık 2024: Otel yönetimi, belediyeye verdiği ikinci dilekçeyle, birinci dilekçeyi geri almak istediklerini bildirdi.

24 Aralık 2024: Otel yönetimi, otelin müştemilatında faaliyet göstermek amacıyla Bolu Belediyesi’ne iş yeri açma için dilekçe verdi.

25 Aralık 2024: Belediye Başkan Yardımcısı Sedat Gülener, gelen ikinci dilekçe ile ilk dilekçeyi iptal etti.

* 28 Aralık 2024: Otel, açılması istenilen kafeterya için itfaiyece denetlendi.

* 2 Ocak 2025: Bolu Belediyesi, kafeterya açılması için talep edilen itfaiye raporunu onayladı.

Bu takvime bakıldığında, ilk dikkat çeken gün aralığı 12 – 24 Aralık 2024 günlerinde yaşananlar.

Adliyenin ve idari soruşturma yürüten İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin üzerinde durması gereken takvim, işte bu 12 günlük süre.

Bu 12 gün içinde neler yaşandı da otel yönetimi önce dilekçe verdi, akabinde bakanlık iç kontrolör görevlendirdi? Peşinden, iç denetçi görevdeyken belediyenin itfaiye raporu kusurlu çıktı! Sonrasında Ankara-Bolu hattında neler yaşandı? Kim/kimler, kim/kimlerle görüştü? Bu temaslarda neler konuşuldu da otel yönetimi 24 Aralık’ta ikinci dilekçeyi belediye verdi?

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile otel yönetimi ve İl Özel İdaresi arasındaki temasların sonucunda ortaya çıkan “eser”, 78 canın diri diri yaşamını yitirmesinin önünü açtı.

Kültür ve Turizm Bakanı ve aynı zamanda iş insanı Mehmet Ersoy, hem olay sonrasında, hem de gazeteci Ahmet Hakan’ın yayınında, tesisin 2021 ve 2024’te denetlendiğini açıkladı.

Şimdi Bakan Ersoy’a düşen görev, kamuoyunun doğru bilgilenmesi amacıyla söz konusu iki raporu tam metin halinde açıklamaktır.

Bilindiği üzere; iki denetim raporunun, devlet güvenliği, devletin güvenlik güçlerini zor duruma düşürmek gibi içeriği yok. Üstelik, “gizli”, “çok gizli” ve “kişiye özel” gibi gizlilik dereceli evrak sınıfından da değil bu raporlar. Bakan, iktidara yakın bir yayın kuruluşuna da açıklama yapabilir. Sakıncası yok. Ancak tek koşul, tam metin olması.

Yangın ve itfaiye raporlarını AFAD versin!

Otel katliamının ardından hükümet içinde, “dağdaki tesislere müdahale edilmesi amacıyla belediyeler veya AFAD bünyesinde güçlü itfaiye teşkilatları kurulması” görüşü ortaya atıldı.

Kuşkusuz makul bir görüş. Ancak, bundan daha önemli, olay olunca ya da olduktan sonra müdahale edecek güçlü bir organizasyon yerine, olayı/olayları önleyici tedbiri almak daha mühim kanımca.

Güçlü bir organizasyon kurulması için mali kaynak ve işletme sistemi olsun ancak güçlü bir önleyici sistem olması, sonucun daha az kayıpla veya eforla üstesinden gelinmesinin önünü açabilir.

Bu çerçevede, bu satırların yazarı olarak AFAD’ın yetkili hale getirilmesini önereyim ilgililere.

Ülke genelinde 81 kentte faaliyet gösteren AFAD’da konularında uzman personel mevcut. Bu bağlamda, oteller ve benzeri tesislere yönelik verilmesi gereken yangın/itfaiye raporları AFAD incelemesi sonrasında verilsin.

İster ücretli ister ücretsiz… Maddi bedel konusunu İçişleri Bakanlığı düzenlesin.

Kaldı ki, aynı zamanda İçişleri Bakanlığı bünyesinde faaliyet göstermesi nedeniyle illerde valilikler nezdinde etkin konumda olan AFAD’ın vereceği raporların daha güvenilir olacaktır. Tek elden yürütülecek yangın önleme denetimlerinden sonra hazırlanacak raporlarda yeknesaklık da sağlanmış olacak böylelikle.

Yaşanacak olumsuz bir tabloda sorumlu aramak yerine sorumluğun da tek yerde toplanması daha sağlıklı sonuç verecektir kanımca.

                                                             /././

Onur Özkan’ın ölümüyle ilgili İstinaf’a başvuran Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı: Beraat kararıyla hukuki garabet içine girildi!-Tolga Şardan-

Olayın yaşandığı dönemde gerek Onur Özkan, gerekse dosyada yer alan diğer isimlerin 18 yaşından küçük olmaları nedeniyle sürece katılan bakanlığın, “Huzurdaki dosyada toplanan deliler, alınan uzman raporları ve tanık beyanları dikkate alındığında suça sürüklenen çocuklar hakkında beraat kararı vermek hukuka ve vicdana aykırılık teşkil etmektedir” tespitini yapması dikkati çekti.

onur özkan                                                        Onur Özkan

Büyüteç’te, hak aramada adaletin yerini bulmasına katkı sağlayabilmek amacıyla gündemde tutmaya çalıştığım konular var, bildiğiniz üzere.

Tıpkı İzmir’de intihar ettiği ifade edilmesine karşın aslında cinayete kurban gittiği ortaya çıkan Dorukhan Büyükışık, tıpkı Kırklareli’ndeki Sisli Vadi ve İstanbul Gayrettepe’deki Masquerade adlı gece kulübünde yaşanan facialar bunlardan bazıları.

Ankara’da 16 Nisan 2016’da Onur Özkan’ın ölümüyle sonuçlanan yargı dosyasını hatırlayacaksınız.

Eğitim gördüğü özel okuldaki arkadaşlarıyla, aynı grup içindeki bir arkadaşlarının evindeki buluşma ve eğlenme sırasında balkondan düşerek yaşamını yitiren 16 yaşındaki gencin dosyasıydı bu.

Büyüteç’te 19 Kasım’da ve 20 Kasım’da iki ayrı yazıyla duyurdum Özkan Ailesi’nin yaşadıkları dramı.

Ankara Adliyesi’nde olayın hemen ardından başlatılan adli soruşturma ve kovuşturma 2024’e kadar sürdü.

Özkan Ailesi’nin evlatları Onur Özkan’ın öldürüldüğü yönündeki ısrarına, kimi bilirkişi raporları, ifadeler ve tespitlere rağmen yargılamayı yürüten mahkeme, dosyada adı geçen sanıklar hakkında beraat kararı verdi.

Bu arada soruşturmayı yürüten savcılık ile kovuşturmayı yöneten ağır ceza mahkemesindeki “tuhaflıkları” unutmamak gerekiyor. Sürecin detayları yukarıda linklerini bıraktığım yazılarda mevcut.

Onur Özkan’ın ölümüyle ilgili yerel mahkemedeki yargılamada her ne kadar beraat kararı çıksa da Özkan Ailesi dosyayı İstinaf’a taşıdı.

Yerel mahkemedeki yargılamada ortaya çıkan çelişkiler, aile tarafından İstinaf’a yapılan başvuruda dile getirildi.

Onur Özkan’ın yaşamını yitirdiği bu olayla ilgili ailenin yanı sıra bir devlet kurumu da İstinaf’a başvuru yaptı.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi’ne yaptığı başvuru ile Onur Özkan dosyasında yerel mahkemenin verdiği karara itiraz etti.

Bakanlık, İstinaf’a üç sayfalık bir metinle yaptığı başvuruda sanıklara verilen beraat kararının sanıklar aleyhine bozulmasını ve yeniden yargılama yapılmasını talep etti.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın dosyayı inceleyen avukatları, dilekçede “Atılı çocuğun kasten öldürülmesi suçu, sanıklar tarafından işlendiği halde beraat kararı verilmiştir. Dosya kapsamında mevcut olan bütün delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda suçların işlendiği sabittir” görüşüne yer verildi.

Dilekçede; “Mahkemece delillerin takdirinde sanıklar lehine yanılgıya düşülerek beraat hükmü kurulmuştur. Toplanan deliller suçların sübutuna yeter nitelikte olduğu halde delillerin takdirinde hata yapılmıştır. Sanığın suçtan kurtulmaya yönelik beyanlarına itibar edilmemelidir. Bu nedenle sanığın atılı suçlardan mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır” denildi.

Olayın yaşandığı dönemde gerek Onur Özkan, gerekse dosyada yer alan diğer isimlerin 18 yaşından küçük olmaları nedeniyle sürece katılan bakanlığın, “Huzurdaki dosyada toplanan deliler, alınan uzman raporları ve tanık beyanları dikkate alındığında suça sürüklenen çocuklar hakkında beraat kararı vermek hukuka ve vicdana aykırılık teşkil etmektedir” tespitini yapması dikkati çekti.

Özkan Ailesi’nin yaşananların ortaya çıkarılması yönündeki çabaları arasında dosya üzerinde takvimsel gecikmeleri gündeme getirildi. Özellikle, 2016’da yaşanan olayla ilgili keşif çalışmasının geciktirilmesi dikkat çekilen konuların başında geldi.

“Beraat kararıyla hukuki garabet içine girildi”

Bakanlık avukatları, bu konuda ailenin görüşüyle örtüşen değerlendirmeye dilekçede şöyle yer verdi:

“Tüm dosya birlikte değerlendirildiğinde olay tarihi olan 2016 yılı ve karar tarihi olan 2024 yılı arasında 8 sene bulunmaktadır. 8 yıllık sürede dosyada talep edilmesine rağmen keşif geciktirilmiş, alınan yanlı raporlara göre hüküm kurulmuş en sonunda da beraat kararı verilerek bir hukuk garabeti içine girilmiştir.

Olayın meydana geldiği tarih olan 2016 yılında henüz soruşturma aşamasındayken dahi delillerin gizlenmeye çalıştığı görülmektedir. Olayın hemen akabinde suça sürüklenen çocuklara ait telefonlar adli emanete alınmamış, o süre zarfında telefonda bulunan bütün bilgi ve belgeler zaten çoktan silinmiştir.

Soruşturma aşamasında dahi birtakım hukuki eksiklikler yaşanılan bu dosyada, henüz 16 yaşında olan müteveffanın ölümünün araştırılması için kovuşturma aşamasına geçilmesi seneler almıştır. Henüz 16 yaşında olan bir lise öğrencisinin şaibeli ölümü ne soruşturma makamları ne de yerel mahkemece yeteri kadar araştırılmamış bir anlamda adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.”

Onur Özkan

“Telefon görüşmeleri mahkemece değerlendirilmeye alınmadı”

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı avukatları, İstinaf’a yaptıkları başvuruda mahkemenin kovuşturma sırasında olay tarihinde yapıldığı belirlenen telefon görüşmelerinin dikkate alınmamasını eleştirdi.

Dilekçede şöyle denildi:

“Ankara 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nce değerlendirilmeye alınmayan, olay tarihinde var olan telefon konuşmalarının göz önünde bulundurularak kadar verilmesi gerekmektedir.

Dosya kapsamında bulunan telefon konuşmalarında suça sürüklenen çocukların “ölecek atalım”, “kim yaptı?”, “sen başına mı vurdun?” gibi ses kayıtları dosyaya kazandırılmışsa da dosyada karar verilirken bu kayıtlar hiç göz önünde bulundurulmamıştır.

Şayet ceza hukukunun asıl amacı maddi gerçekliğe ulaşmak ise, neden dosyada bulunan suça sürüklenen çocuklar aleyhine olan deliller karara esas alınmamıştır. Sözüm ona, ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesinin kötüye kullanımı söz konusudur. Dosya kapsamında şüpheye yer bırakmayacak kadar açık deliller mevcuttur.

Yukarıda değinilen ses kayıtlarında, müteveffa ve suça sürüklenen çocuklar arasında bir arbede yaşandığı son derece açıktır. 3 kişi olan suça sürüklenen çocuklara, tek gibi olarak müteveffanın, tabiri caizse baş edebilmesi hayatın olağan akışına aykırıdır.

Kaldı ki, kabul anlamına gelmemek kaydıyla, verilen ifadelerde geçtiği gibi müteveffa Onur’un ayakta duramayacak kadar alkollü olduğu var sayarsak, suça sürüklenen çocukların Onur'a karşı şiddet uygulaması ve bu aşamada Onur’un kendisini savunabilmesi mümkün değildir.”

Otopside bulunan izler

Bakanlık avukatları, Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilen başvuruda, Onur Özkan’ın cansız bedeni üzerinde yapılan otopsi işleminde bulunan iz ve emarelerin olayda darp yaşandığını ortaya koyduğuna dikkati çekti.

Otopsi raporu merkezindeki tespitler dilekçede şöyle dile getirildi:

“Bir diğer değinilmesi gereken husus ise, olayın gerçekleştiği evin son derece dağınık olmasıdır. Söz konusu elim olay gerçekleşmeden önce, evde bir arbede yaşandığı, kırılan çerçeveden bozulan halıdan ve oda düzeninden de bellidir. Aynı zamanda olayın gerçekleşmesinden sonra alınan otopsi raporunda, Onur’un vücudunda sadece düşmeye bağlı olmayan ekimozların bulunmasıdır.

Yapılan otopside, müteveffanın kafasında ve vücudunda sadece düşmeye bağlı olmayan darptan kaynaklanan izlerin bulunduğu da görülmüştür. Görülmektedir ki, söz konusu hadise gerçekleşmeden önce müteveffaya karşı suça sürüklenen çocuklar tarafından darp uygulanmıştır.

Müteveffanın düşme açısı, düştüğü yer ve düşüş şekli gözlemlendiğinde aslında bu durumun açık bir şekilde “atılma” olduğu görülecektir. Dosya kapsamında alınan uzman raporları ve bilirkişi raporları incelendiğinde görülecektir ki, müteveffanın bütün düşme açıları ayrı ayrı değerlendirilmiş ve maktul Onur’un kendi rızası ile bu açıda ve pozisyonda düşmesinin imkânsız olduğu değerlendirilmiştir.

Bilirkişi raporunda ve gerçekleşen hadise sonrası yapılan otopsi raporunda yer alan fotoğraflarda, müteveffanın bacaklarında morluk ve tırnak izin bulunduğu aynı zamanda kafasında yara izinin de düşmeye bağlı olmadığı düzenlenmiştir. Otopsi raporunda başındaki yaranın bir cisimle vurularak oluştuğu, düşmeye bağlı olmadığı açıkça düzenlenmişken, bacaklarında bulunan tırnak izlerinin de aslında suça sürüklenen çocuklar tarafından balkondan atılırken oluştuğu da açıktır.”

“Bilinci kapalıyken balkondan atıldı”

İstinaf başvurusunda, dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporunda kamera kayıtlarının incelendiği ve Onur Özkan’ın bilincinin kapalı bir vaziyette suça sürüklenen çocuklar tarafından balkondan atılmış olduğunun düzenlendiği vurgulandı.

Başvuruda bu konu bakanlık avukatlarınca şöyle aktarıldı:

“Söz konusu bilinç kapanıklığından kasıt, alkolün verdiği bir sarhoşluk etkisi değildir. Darptan kaynaklanan bir bilinç kapanıklığından bahsedilmektedir. Henüz 16 yaşında olan müteveffanın kabul anlamına gelmemek kaydıyla, bilincinin kapanacağı şekilde alkol alabilmesi mümkün değildir.

Şayet öyle olduğu varsayılsa dahi alkol komasına girecek cinsten bir alkol alınımında hayatın olağan akışına göre, hipomani tarzı hareketler sergilenmez. Aksine, sinir hücreleri uyuşan kişi olduğu yerden hareket edecek gücü kendinde bulamaz. Şu halde, suça sürüklenen çocukların iddia ettiği gibi alkol alımından sonra müteveffanın koşarak balkondan atlaması hayatın olağan akışına aykırıdır.

Şayet kabul anlamına gelmemek kaydıyla, kendisini balkondan bıraktığını varsayacak olsak dahi bu durumda da fizik kuralları gereği düşme açısı ve biçiminin bu şekilde olması mümkün değildir.

Dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporları ve fizikçi uzmandan alınan uzman görüşleri aynı zamanda ses kayıt çözümlemeleri dikkate alınmadan yerel mahkemece hüküm kurulmuştur. Geç gelen adaletin adalet olmadığı gibi aynı zamanda adaleti sağlayacak bir karar verilmemiştir. Detaylı izahatı da yapıldığı üzere, söz konusu hukuka ve vicdana aykırı kararın tarafımızca istinaf edilmesi zarureti hasıl olmuştur.”

Bakanlık avukatları, dilekçenin “netice ve talep” bölümünde ise şöyle dedi:

“Yukarıda açıklanan ve tetkik esnasında ortaya çıkabilecek sair sebeplerle, hukuka, yasaya, yüksek mahkeme kararlarına ve hakkaniyete uygun olmayan yerel mahkeme kararının istinaf incelemesi neticesinde kaldırılarak davanın istinaf mahkemesinde yeniden görülmesine, davanın yeniden görülmesi mümkün değilse, hükmün sanık aleyhine bozulmasına, dosyanın yeniden karar verilmek üzere yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi.”

***

Bu coğrafyada nefes almak her geçen gün zorlaşıyor.

Adaletin mağdurlara yönelik tecellisi de en az nefes almak kadar güç, maalesef.

                                                             /././

Öne Çıkan Yayın

Vatandaşa cefa patronlara sefa -Erdoğan Süzer / SÖZCÜ-

Vatandaşın elektrik faturasına yüklenen yüzde 25’lik fahiş zam elektrik şirketlerine yaradı. Vatandaşın cebinden alınan milyarlar, şirketler...