soL "Köşebaşı + Gündem" -27 Ocak 2025-

Trump ve milyarder teknoloji şirketlerinden arkadaşları

Bu milyarderler yalnızca birer teknoloji şirketinin patronları değiller. Aynı zamanda ABD devletiyle, onun savaş ve istihbarat endüstrisi ve bürokrasisi ile sıkı ilişkilere sahip olan, söz sahibi olan şahıslar.

Trump’ın geçtiğimiz hafta göreve başlamasında en dikkat çekici görüntülerden biri Silikon Vadisi'nin teknoloji şirketlerinin milyarder patronlarının bir sırada boy göstermesi oldu.

Tüm dünyada milyarlarca insandan veri toplayan ürünleri üreten Google, Meta, Microsoft, Amazon, Palantir gibi şirketlerin en üst düzeyde, dünyanın en zenginleri listesinde yer alan milyarder patronları tarafından temsil edilmesi bir ilkti. Elon Musk’ın Trump’ın seçim döneminde ve Avrupa’daki seçimlerde twitter/X üzerinden aktif şekilde müdahil olması ve milyonlarca dolar dağıtması yeni yeni kanıksanırken Musk’ın tercihinin ve yaklaşımının ona özgün olmadığı ve Silikon Vadisi denilen tüm şirketleri kapsadığı ilan edilmiş oldu. 

Bu gösterinin hemen ardından bir başka gösteri ile bu kez chatGPT’nin arkasındaki OpenAI, Oracle ve Softbank Microsoft’un ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin devlet yatırım ofisinin desteğinde 500 milyar dolarlık yapay zeka yatırımını Trump’ın önünde, ona övgüler düzerek ilan ettiler.

Bir fotoğraf karesine tüm oligarşinin girmesi ilginç ama şaşırtıcı bir durum değil, çünkü bu şirketler uzun süredir ABD devletiyle iç içeler ve bunları birbirinden ayırmak mümkün değil.

Gözetim kapitalizmi iş modeli

Bu teknoloji şirketleri gözetim kapitalizmi denilen iş modelini geliştiren, bu sayede kısa sürede dünyanın en güçlü şirketleri haline gelmeleri ile dikkat çekiyorlar. Microsoft ve Apple gibi şirketlerin geçmişini 1970'lere kadar götürmek mümkün olsa da, Google ve Meta 30 yıl öncesinde yoktu veya OpenAI 15 yıl öncesinde bilinmiyordu. Kurucularının halen yönettiği, geleneksel olmayan ve ekonomik ve politik açılardan yıkıcı, değiştirici, sarsıcı özellikleri olan ve küresel düzeyde faaliyet yürüten şirketler.

Bu iş modeli yapay zeka ve veri analitiği kullanarak kullanıcıların verilerini analiz eden, onları kategorize eden ve bu sayede onlara kişiselleştirilmiş, hedefli, özel reklamlar gösteren bir iş modeline dayanıyor. Bu sayede ürünlerini hedef kitleye ulaştırmak isteyen şirketler için oldukça az bütçeyle önceki dönemlerde mümkün olmayan düzeyde, doğrudan pazarlama yapmak mümkün oluyor. Dolayısıyla kullanıcıların sayıları ne kadar çoksa ve insanlar ne kadar fazla paylaşım yapıyorlarsa bu şirketlerin kullanıcıları gözetlemesi, verilerini analiz etmesi, ona uygun ürünler sunması, onları belirli ürünleri almada ve davranışları sergilemede motive ve manipüle etmesi mümkün oluyor.

Trump’ın toplantısında Elon Musk’ın Nazi selamı vermesi gündem oldu ancak sadece bununla sınırlı değil. Bu teknoloji şirketlerinin ilk kuruldukları dönemde, zarar etme pahasına, en kısa sürede, olabildiğince yüksek sayıda kullanıcıya ulaşma çabası iş modellerinin önemli bir şartı. Milyonların, yüz milyonların Facebook, Meta, Google veya Amazon kullanması şirketin başarısında yani söz verdiği veri analitiğini doğru şekilde yerine getirip müşterilerini memnun etmesinde kritik öneme sahip ve buna Blitzscaling deniliyor. Blitzscaling ise Nazi Almanyası'nın dünya savaşında düşmanlarını yenmede uyguladığı savaş taktiğinin ismi. Dolayısıyla teknoloji şirketi patronlarının Nazilerle ilişkisinin bir geçmişi var.

Teknoloji şirketleri ve askeri-istihbarat-güvenlik endüstrisi

Bu veri analizinin sadece pazarlama için değil diğer alanlarda da etkili sonuçlar doğurduğu kısa sürede anlaşıldı. Trump’ın ilk seçildiği dönemde Cambridge Analytica skandalı olarak bilinen süreçte bu veriler üzerinden hedefli ve kişiselleştirilmiş siyasi mesajların iletilmesi sayesinde toplumu polarize etmenin ve oy verme davranışlarını etkilemenin mümkün olduğu görüldü.

Veri analizi ve yapay zeka ile bu verinin işlenmesi ve bununla insan davranışlarının kategorize edilmesi ve tahmin edilmesi kitlesel düzeyde toplumların davranışlarını “öngörmeyi” ve buna uygun şekilde “yönlendirmeyi” mümkün kılıyor. Yapay zekanın zaten en önemi vaadi, geçmişteki verilerle anlık verilerin incelenmesi üzerinden, “normal şartlar altında”, gelecekte ne olacağının öngörülmesidir. Bu da sadece şirketleri değil devletleri ve bilhassa askeri ve istihbarat birimlerinin ilgisini çeken, rüyalarını süsleyen bir imkan sunuyor. Bu nedenle bu teknolojilerin en yaygın şekilde kullanıldığı alanlar arasında savaş teknolojileri, suçun tespiti ve toplumsal hareketlerin tahmini ve önlenmesi olması şaşırtıcı değil.

Dolayısıyla bu şirketler sadece birer teknoloji şirketi değiller. Aynı zamanda birer savaş ve silah şirketi olarak görülmeliler. 2023 yılında ABD’nin en büyük silah-güvenlik endüstrisi şirketi Amazon’du. Çünkü Amazon sadece tüketiciye ürün satmıyor, aynı zamanda cloud/bulut sistemi ile Pentagon ve CIA gibi kurumların tüm çalışmalarına dijital hizmetler sunuyor. Askeri sözleşmeler için IBM, Microsoft, Google, Amazon birbirleriyle yarışıyor ve aralarında çeşitli ihalelere dair davalar devam ediyor. Bu şirketlerin aslında en büyük gelir kapısı ABD ordusu, istihbaratı ve diğer silah ve savaş şirketleri.

Dolayısıyla Musk’ın, Virgin ve Amazon’un büyük oranda hükümet hibeleri ve sözleşmeleri ile gerçekleştirdiği uzay yarışı sadece Mars’ı kolonize etmekle veya uzaya turist çıkarmakla ilgili değil, esasen askeri ve istihbarat amaçlı çalışmalar. İnsansız hava uçaklarından otonom silahlara ve robot askerlerin ve robot köpeklerin üretimine kadar savaşla ilgili her alanda bu teknoloji şirketleri boy gösteriyor.

Bu sayede zaten uzun zamandır bu şirketler üst düzey temsilcilerini hükümete danışman ve yönetici olarak verirken, emekli Pentagon ve CIA yetkilileri de bu şirketlerin yönetim kurullarına transfer oluyorlar.

Trump’tan ne bekliyorlar?

Peki, bu şirketlerin Trump sevgisinin ardında ne var? Bunu birkaç başlık altında belirtmekte fayda var.

a. Silahlanma

Öncelikle Trump’ın silahlanmayı arttıracağı, teşvik edeceği, tehditle ve şantajla müttefiklerini zorlayacağı, rakiplerini de pazarlık masasına oturtacağı anlaşılıyor. Bu ise hem ABD’nin kendi içinde hem de uluslararası alanda bu teknoloji şirketlerinin silah ve savaş endüstrisinden daha yoğun şekilde pay alacağını gösteriyor. 

Yukarıda bahsettiğim bu şirketlerin aynı zamanda birer savaş şirketi oldukları hesaba katıldığında bu gelir kalemlerinde önemli artış olacaktır.

b. Çin ile rekabet

İkinci konu Çin ile teknoloji alanında süren mücadele. Çin bugün teknolojinin hemen her alanında ABD ile ciddi bir rekabet halinde ve bazı alanlarda daha ileride. Burada ABD ve İngiltere açısından temel korku Genel Yapay Zeka denilen düzeye ilk kimin geçeceği. Bu öyle bir aşama olarak tanımlanıyor ki genel yapay zekaya sahip olanın insanlığın kalanı üstünde endüstri devriminden daha büyük bir güce erişeceği tahmin ediliyor. Dolayısıyla bu şirketler Çin’deki şirketler gibi devlet desteği alamadıklarından şikayet ediyorlar. Trump yönetimi ile bu yönde desteğin artması bekleniyor. 

Bununla ilgili bir diğer konu da Trump’ın pazarlıkçı tutumunun yeni imkanlar sunması ile ilgili. Örneğin Tiktok ABD’de yasaklanmıştı ama Trump bu kararın bir süre uygulanmasına engel oldu. Burada iki tür yaklaşım olabilir. İlki Tiktok şirketin yarısını ABD’li bir şirkete satar, yani o törende sıralanan patronlardan biri alabilir. İkincisi ise bu pazarlık üzerinden Çin pazarına giremeyen bu şirketlerin girmesi güvenceye alınır. Çin’in Büyük Siber Seddi ile ABD’li şirketlere kapanması bu şirketleri hem büyük bir pazardan mahrum bırakıyor hem de güvenlik ve istihbarat birimlerinin veri toplamasına engel oluyor. Ancak Çinli firmalar ABD’de faaliyet yürütebiliyor. Tiktok bu açıdan bir pazarlık nesnesi olabilir. 

c. Regülasyon

Üçüncü konu, hem Demokrat Parti’nin hem de Avrupa Birliği'nin teknoloji şirketlerini denetleme ve regüle etme çalışmalarının son dönemde hızlanması. Musk’ın Britanya hükümetini eleştiren twitler atmasından Almanya seçimlerine müdahalesine kadar birçok çabasının ardında bu ülkelerde gündemdeki yasaların olduğu biliniyor.

Gözetim kapitalizmi iş modelinin ve “blitzscaling”in bir şartı da olabildiğince serbest şekilde, hiçbir regülasyonun, yasal sürecin ve yaptırımın olmadığı bir ortamda faaliyet yürütmektir. Regülasyonlar ve denetim veri toplama, analizi, kategorizasyonu ve kişiye özgü hedefli reklam ve mesajın iletmesini sınırlıyor. Daha şimdiden Musk, yapay zeka için gerçek verinin tükendiğinden, sentetik veri ile yeni ürünlerin gelişmesinin zor olacağından yakınıyor.

d. Kripto varlıklar

Bugün ABD’de, İngiltere’de ve AB’de kripto varlıklara, özellikle kripto paralara yönelik anaakım yaklaşım güvensizlik üzerine kurulu. Toplumda yaygınlığı da oldukça sınırlı. Bu açıdan ülkemizden çok farklı bir tablo var. ABD’de ancak geçen yıl yatırım firmalarının kripto almasına izin verildi ama halen temkinli bir yaklaşım hakim.

Trump kripto piyasasında regülasyonun kaldırılacağını ve kripto varlıkların destekleneceğini belirtiyor. Bu durum kripto varlıkların teknolojik temeli olan blokzincirinin geliştirilmesi ve yeni iş ve yatırım imkanlarının açığa çıkmasına neden olabilir.

Trump’ın seçilmesinden bu yana Bitcoin ve diğer kripto paralarda görülen yüksek artış ivmesini sürdürebilir.

e. İklim krizi

Trump’ın ilk işlerinden biri iklim krizine yönelik kararları iptal etmesi ve Paris Anlaşması'ndan çekilmek oldu. Bunun da teknoloji şirketleriyle doğrudan ilişkisi var.

Yapay zeka alanında bahsedilen trilyonluk yatırımlarla atılımların yapılması için büyük veri merkezlerine ihtiyaç var. Bu veri merkezleri ise yüksek oranda su ve enerji harcıyor. Halihazırdaki veri merkezlerinin harcadığı enerji birçok gelişmiş ülkenin harcamasına denk veya daha da fazla. Bahsedilen yatırımlar ile bu yönde talep daha da artacak. Ancak iklim krizi ve net sıfır hedefleri kapsamında çıkarılan yasalar ile bu adımların kısıtlanması ve bir çare bulunana kadar ertelenmesi ihtimal dahilinde.

Bununla birlikte en büyük rakip olan Çin’in kömür ve diğer yeraltı madenlerini çıkarmakla birlikte güneş ve rüzgar başta olmak üzere yenilenebilir enerjide kısa sürede dünya lideri olması, yine elektrikli araba gibi alanlarda hızlı şekilde dünya lideri olması, bu araçların geliştirilmesi için ihtiyaç duyulan ender değerli madenlerin önemli kısmını kontrolüne alması gibi olgular ABD’de kaygı yaratıyor. Dolayısıyla bir yandan müttefiklerden rakiplere Trump üzerinden baskı yaratılırken (ABD malı kullanılması ve kaynakların kontrolü) bu yönde yatırımlarının iklim nedeniyle engellenmesi de gündemden çıkıyor.

Daha görünür, daha pervasız, daha saldırgan

Trump’ın ilk seçim döneminde bunu yorumlayan birçok siyaset bilimci ABD’de toplumun iki yönde polarize olduğunu iddia ediyordu. Bir yandan dijital ve küresel sistemle bütünleşmiş, sahillerde oturan, eğitimli insanlar bulunuyor. Bunlar Demokrat Parti'yi destekliyorlar ve Silikon Vadisi şirketleri ve Kaliforniya ideolojisi denilen liberteryen yaklaşım da bu süreci ilerleten ana güç. Diğer yanda otomasyondan, teknolojiden korkan, işsizlik tehdidi altında olan, iklim sebebiyle madenleri ve fabrikaları kapatılan geleneksel işçi sınıfı ile orta ve güney ABD’nin köylüleri var. Bunlar da Cumhuriyetçi Parti'nin etrafında toplanıyor. Hatta birçok analizde ABD’de sınıf savaşı olmadığı, sektörler arası rekabet olduğu iddia edilir. Cumhuriyetçiler gelince maden, ağır sanayi, petrol sektörlerinin patronları ve işçileri birlikte sevinirken Demokratlar gelince onlar kaybediyor ve sahillerdeki teknoloji ve finans şirketleri ile orada çalışanlar kazanıyor. Trump’ın ikinci döneminin ilk haftasındaki gösterilerle artık bu akademik lafazanlıklar son bulacaktır.

Bu milyarderler yalnızca birer teknoloji şirketinin patronları değiller. Aynı zamanda ABD devletiyle, onun savaş ve istihbarat endüstrisi ve bürokrasisi ile sıkı ilişkilere sahip olan, söz sahibi olan şahıslar. Artık bu yönde daha açık, daha görünür, daha pervasız ve daha saldırgan olacaklarını anlıyoruz.

                                                          /././

Sorun, sorumlu ve fil -Engin Solakoğlu-

Bizim odamızda, hatta göğsümüzün üstünde oturan, bizi yoksullaştıran, canı istediğinde öldüren, canı istediğinde sorgusuz sualsiz kodese tıkan filin kimliği bellidir.

Bellek kapasitemizin sınırlı olması salt bize özgü bir mesele değil. Bunun kökeninde organik bir eksiklik yatmıyor. Örnek olsun, küresel salgın niteliğindeki bir hastalıktan dolayı çabuk unutmuyoruz. Unutmamız istendiği ve düzenin bütün silahları bu yönde seferber edildiği için bu noktadayız.

Bolu’da yaşanan katliamın sorumlularını ararken ilk aşmamız gereken bu belleksizlik hali. Her olay sanki ilk kez yaşanıyormuş gibi içine savrulduğumuz şaşkınlık, panik, üzüntü ve hızla sönümlenen bir öfke.

Kartalkaya’da resmi rakamlara göre 78 insan katledildi. “Resmi rakamlara göre” kaydını koyma ihtiyacını hissetmemiz bile sorunun parçası. 1999 Gölcük Depreminden beri hiçbir büyük afet veya katliamda gerçek sayıları öğrenemedik. Dünyayı sarsan Covid salgınında ülkemizde kaç kişinin öldüğünü bilmeyelim diye kırk takla atan bir düzenimiz var. Yalan, çarpıtma, aldatma faaliyeti yitirdiklerimizle de sınırlı değil. Küçük bir azınlık dışında hepimizi yoksullaştıran enflasyonun boyutu meçhul, işsizliğin gerçek oranı müphem, Merkez Bankası rezervlerimiz kurgusal. Marmara Denizi’ni öldüren kirliliğin boyutunu ve sorumlularını öğrenmeyelim diye elinden geleni ardına koymayan  bir anlayışla yönetiliyoruz. O yüzden de buna benzer örnekleri sabaha kadar sıralayabiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Doğruydu, yanlıştı, tarihin hatasıydı diyenler bu halkın ödenekli düşmanlarıdır. Bu köksüzlük halini tartışacak değiliz. Bu satırları yazarken kullandığım alfabeden okuduğum kitaplara kadar Cumhuriyetin aklımıza ve hayatımıza dokunmuş binlerce kazanımı var. Aziz Nesin de Doğan Avcıoğlu da Yalçın Küçük de bu Cumhuriyetin çocukları. Dövdüğü, sövdüğü, kimi zaman öldürdüğü çocukları ama öz çocukları.

Tarihin özeti sınıf savaşıdır. Cumhuriyetin tarihi de bundan azade değildir. Verdiklerini, hayatın bir aşamasında vermek zorunda kaldıklarını, biti kanlanınca geri almak isteyen bir egemen sınıfla dişe diş mücadelenin tarihidir Cumhuriyet. O mücadelede elde ettiğimiz her kazanım son nefere kadar savunulması gereken bir kaledir. O kalelerin elde tutulması, geri alınması salt savunma açısından değil, emekçi sınıf tarafından bir gün mutlaka başlatılacak taarruzun dayanak noktalarını oluşturacakları için de hayatidir.

Halka yalan söylemek suç, gerçeği makyajlamaya kalkışmak alçaklıktır. Sermaye açgözlü ve vicdansızdır. Sermayenin hakimiyeti vicdansızlık ve açgözlülüğün insanlığa galebe çalması anlamına gelir. Buna izin veremeyiz. Verirsek, her gün daha çok ölürüz.

Geçen hafta Yeryüzü TV’de gazeteci Bahadır Özgür’ün yaptığı analiz bu bakımdan da çok aydınlatıcıydı. Zaman ayırıp şuradan izlemenizi öneririm.

Cumhuriyeti kuranlar ve onların izlerini takip edenler dünyadan habersiz değillerdi. Bir yandan o dönemde kalkınma için lokomotif olacağını düşündükleri burjuvaziyi tahkim ederken, bir yandan da o sınıfın tasmasını gevşetmeyecek önlemler üzerine kafa yormuşlardı. Cumhuriyetin ilk dönemine dair uzun uzun yazmayacağım. 1960’lara değineceğim. İsteyen 27 Mayıs’a istediği kadar sövebilir. Gerçek değişmez. Cumhuriyet kuran anlayışın zaman içinde evrilmiş ilerici bir yorumunu benimseyenlerin inşa ettiği 27 Mayıs düzeni de o çabanın ve o güne dek elde edilen deneyimin ürünüdür.

Denge denetleme sistemlerinden söz ettiğimizde aklımıza ilk Senato veya yüksek mahkemeler gelir. Oysa mesele bundan ibaret değildir. Bu portalda yazan birçok gerçek iktisatçıyı düşünerek haddimi aşmak istemem ama Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) da Devlet Su İşleri (DSİ) de Yol Su Elektrik Genel Müdürlüğü (YSE) de o sistemin bir parçasıdır.

Dersimiz bellek. O halde 1965 yılında kurulan YSE’nin 1984’te Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne bağlandığını, Köy Hizmetleri’nin ise 2004 yılında tümden buharlaştırıldığını hatırlatalım. Sonra da tarihlere yeniden bakalım. 1965, 1984 ve 2004. 27 Mayıs, 12 Eylül ve Akepe iktidarı. Türkçesi şudur: Cumhuriyet temeli attı, 27 Mayıs geliştirdi, 12 Eylül felç etti, Akepe gömdü. Bu kadar yalın.

Bahadır Özgür’ün yukarıda sözünü ettiğim programda anlattığı ORÜS’ün, açık adıyla Orman Ürünleri Sanayi Kurumu’nun kısa tarihine bakarsanız aşağı yukarı aynı döngüye rastlarsınız.

İşin özü şudur. 12 Eylül sonrasında ekonomiye şu veya bu şekilde müdahale ederek dengeleyici işlev gören, bu sebeple sermaye sahiplerinin arzu ettiği sömürü seviyesine ulaşılmasını engelleyen “bürokrasi” önce lanetlenmiş sonra da imha edilmiştir. Taşların bağlanıp kuduz köpeklerin salıverildiği bir düzen yaratılmıştır. “Müteşebbis”in işini kolaylaştırma adına yine Cumhuriyetin ve 27 Mayıs’ın belki de en önemli kazanımlarından biri olan meslek odalarının denetim yetkileri ya budanmış ya da toptan kaldırılmıştır. Türkiye halkının can güvenliği ve temel hakları sermayenin olmayan vicdanına ve insafına terk edilmiştir. Bunun ne anlama geldiğini büyük depremlerde gördük.

Şimdi Bolu’daki katliama odaklanan polemiklerde sözde muhalif cenahın sıkça yinelediği “yönetemiyorlar, liyakat yok, beceriksizler” sloganlarına bu küçük ama anlamlı örneklerin ortaya koyduğu büyük resmin perspektifinden yaklaşabiliriz.

Türkiye’de 1980 yılında sadece bir askeri darbe olmadı. O yılın 24 Ocak tarihinde “piyasa hakimiyetinin tam tesis edilmesi”ne dair bir ekonomik program da ilan edildi. Darbe sonrası Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK) Başkanı Halit Narin’in “şimdi bizim borumuz ötecek” mealindeki sözleri 24 Ocak ile 12 Eylül’ün aynı bütünün parçaları olduğunun yoruma yer bırakmayacak ölçüde net bir şekilde  ilanıdır.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sermaye hızlı karar alan, hızla uygulayan, destekleyen ama denetlemeyen bir düzen peşindedir. Anlayan anladı ama açalım. Teşvik ve vergi indirimi ister ama regülasyon ve denetleme istemez.  Akepe bu anlayışın zirveye ulaştığı noktadır. 2004 yılındaki Pamukova tren kazasının da onu takip eden diğer kaza ya da felaket görünümlü katliamların da sorumluların yargılanmamalarının da sebebi “beceriksizlik, liyakatsizlik, kötülük” filan değildir. Hepsi son 45 yılda bilerek, isteyerek, ince ince planlanarak atılmış adımların sonucudur. Hal böyleyken sorumlu kim ya da hangi kurum arayışına girmek, hesap vermiyorlar, yargılanmıyorlar diye sızlanmanın ancak iki açıklaması olabilir.

Birincisi Türkiye’de başta Cumhuriyet Ak Partisi olmak üzere, muhalefet taklidi yapan kadroların “beceriksiz ve liyakatsiz” oldukları, “beceremedikleri”dir. Buna inanmakta, daha açık bir deyişle, 45 yıldır olup bitenin anlamını çözemeyecek kadar bilgisiz ve öğrenme yeteneğinden yoksun olduklarını kabullenmekte güçlük çekiyorum. Hepsi okumuş çocuklar!

O halde geriye ikinci seçenek kalıyor. Bu da sabahtan akşama kadar ekranları kayıkçı kavgasıyla bunaltan, müsamerevari jestlerle bağırıp çağıran, gündüz vakti ışık yakıp söndüren, telefonlar için kırmızı kart uygulaması üretme dehasına sahip o kadroların Türkiye’yi 45 yıldır TSK ve kolluk gücüyle tamamen teslim almış olan piyasa düzeninin yedek oyuncusu işlevini gönüllü olarak üstlenmiş olmalarıdır. Piyasanın iktidarına karşı piyasanın muhalefeti. Bu ABD televizyonlarında sürekli gösterilen tarzda bir “pankreas” gösterisidir. Hiçbir yumruk gerçek yumruk, hiçbir tekme gerçek tekme değildir. O gürültülü gösteride asıl dayağı yiyen emekçi halktır.

Piyasa muhalefetinin bütün bu olup bitenler karşısındaki temel işlevi sorumluluğu bir partiye, bir kişiye veya bir kuruma atarak halkın beynine sis bombası bırakmaktan ibarettir. Piyasa muhalefeti gerçek suçlunun kim olduğunu bal gibi bilmekte ama söylememek için bin dereden su getirmektedir. Zira düzenin parçasıdır ve onun nimetlerinden yararlanmaktadır. Bir diğer işlevi ise sermaye öyle istediği için Akepe tarafından sayısız kez değiştirilmiş 12 Eylül Anayasası’na dahi uygun olmayan şekilde iktidarda duranlara halkın ve dünyanın gözünde meşruiyet sağlamaktır. Piyasa muhalefeti “mış” gibi yapma ve halkı kandırma muhalefetidir.

Bu siyasal hareket sermaye ve piyasa diktatörlüğüne karşı çıkmaz. Çıkamaz değil, çıkmaz. Çünkü o zaman kendi yönettiği belediyelerde eşi dostu işe alması, imar yağmasına ortak olması, 15 metrelik kaldırım inşaatını dahi ihaleyle tanıdıklara vermesi, belediye işverenleri sendikası kurması, taşeron sömürüsünü sürdürmesi, hakkını arayan emekçiyi, kendisine yandaş sendikaların da yardımıyla tehdit ve hakaretle susturması mümkün olmaz.

Hastane patronunun Sağlık Bakanı, özel okul sahibinin Eğitim Bakanı, turizm patronunun Turizm Bakanı olması bugün mustarip olduğumuz ölümcül hastalığın sebebi değil sonucudur. Sadece Bolu katliamı özelinde bakarsak o kişinin istifa etmesi, yargılanması ya en azından utançtan insan içine çıkamaz hale getirilmesi pek güzel olur ama temel sorunu çözmez. Ancak bir sonraki felakete ve katliama kadar pansuman işlevi görür.

Anglo-Saksonların çok sevdiğim bir deyimi var: Odadaki fil. Öncelikle şu kaydı düşeyim. Fil son derece saygıdeğer bir hayvan olup bu deyimdeki işlevi karakteriyle değil fiziksel büyüklüğüyle ilgilidir.

Bizim odamızda, hatta göğsümüzün üstünde oturan, bizi yoksullaştıran, canı istediğinde öldüren, canı istediğinde sorgusuz sualsiz kodese tıkan filin kimliği bellidir. Odadaki fil, “saf kötülük” ya da “cehalet” değil, 45 yıldır ilmek ilmek işlenerek “mükemmelleştirilen” sermaye düzenidir.

Sermaye düzeni ve onun “piyasa”sını tarihin çöplüğüne göndermeden bu ülkede soluk alabilme ihtimalimiz yoktur.  Bunu gerçekleştirmek için muhtaç olduğumuz kudret Cumhuriyet tarihinde ve birikiminde mevcuttur. Yapmamız gereken önce belleğimizi geri almak sonra da o kaidenin üzerinde eşitlikçi, sömürünün ve kârın kökünün kazındığı yeni bir Sosyalist Cumhuriyet inşa etmektir.

Elbette bu da kendi kendine olmayacaktır. Örgütlü, bilinçli ve odaklı bir mücadele vermek gerekecektir. Bunun ilk adımı da şu bağlantıyı tıklamaktır. Gecikmeden, tereddüt etmeden.

Yaşama hakkını savunan, depremlerde, katliamlarda, sermayenin işlediği her suçta yanınızda durduğunu bildiğiniz parti burada ve sizi bekliyor. Peki siz ne bekliyorsunuz?

                                                              /././

Düzen içi anti-emperyalizm -Deniz Korotepe-

Almanya'da ana akım medyada Trump ve Musk'a yönelik ''emperyalist", "faşist'' değerlendirmeleri ağırlık kazandı. Berlin'le birlikte "demokrasi müdahalesi" sayılan saldırılar, Berlin dışlanınca "emperyalizm" oluverdi.

Almanya’da Donald Trump’ın yemin töreninden önce başlayan ve başkan olarak görevi devralmasından itibaren artan ‘’emperyalizm’’ tartışmaları ana akım medyada yaygınlaşarak sürüyor.

Frankfurter Rundschau’dan, taz’a, Spiegel’den Welt’e liberalizmin solda ve sağdaki renklerini temsil eden belli başlı medya organlarının sayfalarında ‘’Trump ve emperyalizm’’ başlıklı haber ve yorumlar sıklıkla karşımıza çıkıyor. Daha temkinli olmaya çalışan medya organları ise, borsa çevresinin ve muhafazakarların etkili gazetesi FAZ gibi, emperyalizm terimini kullanmasalar da ‘’19. yüzyılın güç politikasına dönüş’’ gibi dolaylı başlıklarla aynı yöne işaret ediyorlar.

Düzen dışı olma iddiasındaki solda emperyalizm tartışmaları, Almanya’yı da kapsayacak bir şekilde uzun süredir yürütülse de, solun kendi içine kapalı olması nedeniyle bu tartışmaların kamuoyunda bir yansıması, dolayısıyla etkisi de yok.

Ana akım Alman medyasındaki ‘’Trump dönemi emperyalizmi’’ ile ilgili haber ve yorumlar ise içerikten bağımsız olarak, kamuoyunun geniş bir kesimine hitap ediyor. Bu yayınların ortak özelliği, uzun süredir özellikle Rusya-Putin ve kısmen Çin örneklerinde kullanıldığı gibi, emperyalizm teriminin, kapitalizmden bağımsız, liderlerin kişisel özellikleri ve bunların sonucu olduğu varsayılan, bu figürlerin siyasi tavırlarıyla açıklanmaya çalışılması.

Bunun sonucunda emperyalizm, ülke içindeki muhalefetin üstünde baskı kurulması, kararların tek bir kişi ve yakın çevresi tarafından tartışmaya olanak vermeden alınması ve dış politikada baskı ve silah kullanımının temel öğe haline geldiği bir siyaset tarzı olarak tanımlanmış oluyor. Elbette bu durumda, neredeyse her ülke ekonomik ve siyasi gücünden bağımsız olarak bir günden diğerine, seçim sonuçlarına göre rahatlıkla emperyalist olarak tanımlanabilir hale geliyor.

Almanya’nın tavrı: Birlikte saldırırsak demokrasi müdahalesi, bizsiz olursa emperyalizm

Trump’la ilgili bu haber ve değerlendirmelerin diğer bir sonucu ise Almanya ve Avrupa Birliği’nin emperyalizmin zıddı olarak, demokratik bir düzen olarak kabul edilmesi.

Yugoslavya’dan Afganistan’a son çeyrek yüzyıldaki ABD ve dolayısıyla NATO’nun başlattığı bütün savaş ve işgallere ya doğrudan ya da lojistik destek sağlayarak katılan Almanya bunu kâh ulusal çıkarlar ve ülke güvenliğiyle, kâh barışa katkı için Almanya’nın tarihsel sorumluluğu olarak açıklıyordu. ABD’nin peşine takılarak Çin’i hedef alan ve  Pasifik bölgesine odaklanan yeni Almanya dış politika/güvenlik stratejisi ve bu bölgeye gönderilen savaş gemileri de, tıpkı Litvanya’da Rusya’ya karşı kurulma aşamasında olan Almanya’nın ülke dışındaki ilk daimi askeri üssü gibi aynı ulvi kavramlarla gerekçelendiriliyor: ‘’Demokrasi ve barışı korumak için…’’

Trump öncesi ABD dış politikası ve bunun sonucu olan savaşlar da, ana akım medyada elbette emperyalizm olarak değerlendirilmiyordu. 

Trump dönemi ABD dış politikasını emperyalizm olarak nitelemesi bir tarafıyla Trump’ın son dönem açıklamalarıyla ilgili.

Panama Kanalı’ndan Kanada’ya, ama özellikle de AB ve NATO üyesi Danimarka’ya ait Grönland adasını gerekirse güç kullanarak kendi topraklarına katmak istemesi bu suçlamaların ve endişenin kaynaklarından biri.

'Trump Almanya için tehlikedir'

Diğer taraftan Trump ilk başkanlık döneminden beri Almanya’ya olumlu bakmadığını hiç saklamadı. Almanya’yı asalak olmakla sıklıkla suçlayan Trump, savunmasını büyük ölçüde ABD’ye yükleyen Almanya’nın ABD sırtından zenginleştiğini söylüyordu.

Bu nedenle Trump döneminin Almanya için bir tehlike yaratma olasılığı genel kabul görüyor.

Alman siyasetçilerini ve sermayesini güncelliği ve etkisi nedeniyle asıl endişelendiren ise Trump ABD’sinin ilk döneminde olduğu gibi cezalandırıcı gümrük vergilerini yürürlüğe sokma olasılığının çok yüksek olması. ABD’nin AB’ye ve özellikle de Almanya’ya karşı yürüteceği bir ticaret savaşının her iki tarafın da zararına olacağı belirtilse de, uzmanlar bu durumdan en fazla Alman sanayisinin, yani Alman sermayesinin zarar göreceğinde hemfikirler.

ABD’nin cezalandırıcı gümrük vergilerini yüzde 10 ile 20 arasında arttırması, Alman sanayisine, bu verginin oranına göre 100 ile 300 milyar avro arasında zarar vereceği hesaplanıyor. Sermaye kârdan zarar ederken, Hans Böckler Vakfı’nın yaptığı bir araştırmaya göre 300 bin civarında işçinin de bu durumda işini kaybetme tehlikesi var.

İki ülke arasındaki ticaret hacmi de iki ülke arasındaki ilişkilerin önemini açıkça gösteriyor. İki ülke arasındaki ihracat-ithalat toplamı 2024 yılında 255 milyar avroya ulaşırken, ABD Çin’i geçerek Almanya’nın en fazla ihracat yaptığı birinci ülke konumuna geldi. Üstelik Çin’le yapılan ticaretten farklı olarak ABD ile yapılan ticarette Almanya yüksek miktarda fazla veriyor. 2023 yılında bu rakam Almanya lehine 63,3 milyar avroydu.

Daha önemlisi ise, Alman sanayisinin Çin’e bağımlılığı önemli ve ciddi olmakla birlikte, Çin’in Alman siyaseti, medyası ve kültür dünyasında, buralarda dengeleri değiştirecek şekilde etki yapma gücü yok. ABD ise Almanya’da siyasetçilerden medya mensuplarına, finansal ilişkilerden, iki ülkenin büyük şirketleri arasındaki bağlantılara, çok geniş bir toplumsal alanda karmaşık, derin, sağlam ve etkili ilişkilere sahip.

Trump’ın en azından 80 yıllık köklü geçmişi bulunan bu ilişkileri, ABD egemenleri arasındaki sorunlar nedeniyle tamamen kontrolüne alma olasılığı düşük.

Trump’ın üç ilkesi: Para, para, para

Alman siyasetçileri de bu müdahalelere karşı ne yapılabileceğini tartışıyorlar. Herkes Trump’ı neyin sakinleştireceğini biliyor: Para

Trump’ın gümrük vergilerini arttırma tehdidine karşı ABD’ye daha fazla para akıtarak ticaret savaşlarını engellenebileceği umuluyor.

ABD’nin Ukrayna’ya desteğini ve silah sevkiyatını sürdürmesi karşılığı, bunların parasının Almanya’nın cömert katkısıyla AB tarafından karşılanması. Bu da önerilerin AB ayağını oluşturuyor.

Yine Trump’ın talep ettiği şekilde, savunmaya/silahlanmaya GSMH içinde ayrılan payın yüzde 5’i oranında olmasa bile en azından yüzde üç oranına çıkartılması ve ABD’den pahalı kaya gazı yanında daha fazla silah alınması da bir diğer öneri.

Alman devletinin bu yılki bütçesindeki harcamalarda, GSMH’nın sadece yüzde 1 oranında yapılacak bir değişikliğin en az 50 milyar, kimi hesaplamalara göre 100 milyar avroluk bir meblağa denk geldiği unutulmamalı. Savunma harcamalarının daha da artırılması durumunda, bu meblağın,  sosyal harcamalardan kesintilerle karşılanacağı açıklanıyor.

Bu da Almanya’da yoksulluğun artması, artan yoksulluğun faturasının göçmenlere çıkarılması ve en sert göçmen karşıtı politikaları savunan AfD’nin daha da güçlenmesi anlamına geliyor.

Alman siyasetçilerin bir umut olarak öne sürdükleri, AB’nin ABD’ye karşı ortak bir tavır alarak tehlikeyi bertaraf etme olasılığı da, bütün iddialara karşın çok zor.

AB içinde Trump yönetimine yakın siyasetçi ve partilerin iktidarda olduğu, başta İtalya olmak üzere Macaristan gibi ülkeler var.

Almanya’daki çok açık ABD yanlısı partilerden olan Şansölye Olaf Scholz’un partisi sosyal demokratlar (SPD) ve Yeşiller, ABD seçimlerinde Demokratlara verdikleri açık destekle Trump’ın hışmına uğramışlardı.

Trump’ın başkanlık görevini devralmasından kısa bir süre önce, Almanya'nın Vaşington büyükelçisinin Berlin’e gönderdiği ‘’Trump tehlikesini’’ konu alan bir rapor basına sızdırıldı. Raporda görevi devralacak Trump’ın hukuk kurallarına uymayacağı ve siyasi muhaliflere yönelik saldırılarda artış olacağı uyarısı yapılıyordu.

Bu skandal, yani dışişlerinin gizli bir raporunun dışarıya sızdırılması, iki ülke tarafından önemsizmiş gibi gösterilmeye çalışılsa da, Trump’ın bunu unutmayacağı kanısı yaygın. Asıl üzerinde durulmayan ise,  bu sızdırmanın ABD’nin geleneksel Alman devlet mekanizması içindeki  gücünü veya aynı anlama gelmek üzere Alman bürokrasisi içindeki ABD yanlılarının etkisini ve kimseden çekinmediklerini göstermesi.

Buna karşın Trump yönetiminin Alman siyasetine alışılagelmiş kanallar dışında farklı müdahale ve etkileme olanakları da var.

Musk’ın Alman faşizme verdiği destek

Bunlar da başta Elon Musk’ın sahibi olduğu X (eski twitter) ve Trump karşıtlığından kısa sürede Trump destekçiliğine geçen diğer dev teknoloji tekellerinin müdahale olanakları.

Şu anda Alman siyasetine en fazla dışarıdan müdahale eden ve etkin olan isim ise kuşkusuz Musk. Şansölye Scholz olmak üzere Alman siyasetçilerini eleştirmekle kalmayan Musk’ın, ağır hakaretlerde de bulunması görmezden gelinmeye çalışılırken, X üzerinden faşizan parti AfD’ye çok açık destek vermesi tepkilere neden oldu.

Bu durum Musk’ın kişisel taşkınlıklarıyla açıklanmaya çalışılırken, Trump’ın başkanlık yemin törenine Almanya’dan Şansölye dahil olmak üzere hiçbir üst düzey devlet yetkilisini ve siyasetçini davet etmezken, AfD’li bazı üst düzey politikacıların törende yer alması, Alman siyasetini dizayn etme çabasının  Musk’la sınırlı olmadığını gösterdi.

Almanya’da genel seçimlere bir aydan az bir zaman kalmışken ABD’den gelen AfD yanlısı müdahaleler sadece SPD ve Yeşilleri değil, kamuoyu araştırmalarına göre seçimlerden en güçlü parti olarak çıkacağı belli olan muhafazakar CDU ve CSU’dan oluşan Birlik Partilerini de rahatsız ediyor.

AfD’nin önde gelen kadrolarının önemli bir kısmı Birlik Partileri’nden gelirken, seçmen kitleleri de, özellikle batıda kesişiyor. AfD Rusya’dan alınan ucuz petrol ve doğal gazın kesilmesi ve ABD’nin uyguladığı ambargoların Almanya’nın sanayisizleşmesine neden olduğunu savunduğu için ABD karşıtı olarak tanınsa da, karşıtlık daha çok Almanya içine üretim yapan sermaye kesimlerinin temsilciliğine soyunmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle ABD’nin Pasifik bölgesindeki savaş hazırlıklarına genel olarak karşı çıkmazken, Almanya’nın bundan uzak durması gerektiği görüşünü savunuyor.

Elon Musk - Dijital faşizmden Almanya'daki faşist hareketlere desteğe

Trump’ın seçilmesi ve Musk’ın verdiği açık destek, oy oranı artarken hem federal hem de eyalet düzeyindeki parlamentoda, diğer partiler tarafından yalıtılan ve etkisi kırılmaya çalışılan AfD’ye yeni bir rüzgar verdi. AfD’nin yasaklanması davası partinin başında demoklesin kılıcı gibi sallanırken, ABD’den gelen destek AfD’ye moral ve özgüven de sağladı.

AfD’nin yabancı/göçmen karşıtı talepleri daha güçlü seslendirmesi ve modifiye edilmiş Nazi dönemi sloganlarını öne çıkarması bunun sonuçlarından biri.

Elbette, yabancı düşmanlığı ve liberalizm Trump siyasetiyle ortaklık sağlarken, AfD’nin göçmen karşıtı taleplerinin biraz yumuşatıldıktan sonra parlamentodaki diğer partilerin talepleri arasında yer bulması da, aslında sorunun kaynağının Almanya içinde olduğunu gösteriyor.

Almanya’nın en çok satan (bulvar) ve okunan online gazetesi Bild’i de içinde barındıran Alman medya tekeli Springer grubunun ciddi muhafazakâr gazetesi Die Welt 27 ve 28 Ocak tarihlerinde Berlin’de Musk ve AfD Eş-Başkanı Alice Weidel’i dışa kapalı bir forumda bir araya getireceğini duyurdu.

Springer grubu daha önce de Musk’la yapılan röportajlara kendi gazetelerinde yer vermişti. Musk’ın burada, tıpkı X’te olduğu gibi Almanya'nın tek şansı olarak AfD’yi işaret etmesi Almanya’daki seçimlere müdahale olarak kabul edilmiş ve sert eleştirilere neden olmuştu. 25 Ocak günü yapılan AfD kongresine çevrimiçi katılan ve artık ABD hükümetinde resmi bir görevi de olan Musk, AfD’ye yine açık destek verdi.

Yukarıda da değinildiği gibi, diğer büyük partilerle kıyaslandığında faşizan AfD, bunlara göre ABD’ye daha mesafeli bir konumda. Trump’ın ideolojik yakınlığı (ırkçılık ve liberalizm) AfD destekçiliğini yeterince açıklamıyor. Kesin olan, Trump’ın Almanya’nın kaşıyabileceği hassas bir noktasını yakalamış olması. Alman ana akım medyasına bu durum, Trump’a ve Musk’a yönelik emperyalist ve faşist suçlamalar olarak yansıyor.

Musk’a yönelik faşist, ırkçı suçlamaları ve sosyalleştiği Güney Afrika’daki ırkçı rejime dönük sempatisi sıklıkla vurgulanıyor. Ama bu durum, Almanya’da araba fabrikası olan ve devletten büyük krediler alan bir sermayedarın, önümüzdeki seçimlerde alacağı oy oranından bağımsız, hükümette yer alamayacağı kesin olan AfD’ye desteğini, açıklamada yetersiz kalıyor.

Musk ABD ile AB arasında çıkacak bir ticaret savaşında, daha önceki deneyimlerinden de bildiği gibi, ilk AB yaptırımlarının ‘’X’’ ve benzeri teknoloji devlerine uygulanacağını biliyor. AfD desteği hem Almanya içinde işe yarar bir müttefik oluşturmak, hem de gerektiğinde pazarlık unsuru olarak kullanma olanağı sağlıyor. Ayrıca olası yaptırımları ‘’düşünce özgürlüğüne’’ saldırı olarak pazarlamak açısından da anlam kazanıyor.

Elbette Musk’a alan açan Springer grubu da, Musk aracılığıyla ABD içindeki medya yatırımlarını geliştirme derdinde.

İdeolojinin sermaye dünyasında kâra dönüşmediği müddetçe öneminin olmadığını bilmek, bu karanlık ilişkileri anlamak açısından bir temel oluşturabilir.

Bu bağlamda iki ülke arasındaki ilişkilerin önümüzdeki dönem nasıl bir seyir izleyeceğini kestirmek zor. Kesin olan emeğe ve emekçilere yönelik saldırıların her iki ülkede artacağı ve emekçilerin alacağı veya alamayacağı tavrın gidişatın yönünde belirleyici olacağı.

                                                          /././

İmamoğlu ‘büyük turp bilirkişi' dedi, toplantı biter bitmez soruşturma açıldı

Ekrem İmamoğlu, sahte diye tanımladığı raporların savcılık dosyasına girmesine önayak olan bilirkişinin isminin Satılmış Büyükcanayakın olduğunu açıkladı ve “Bu ismi akılda tutun. Gerçi akılda kalan bir yanı var zaten…” dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/imamoglu-buyuk-turp-bilirkisi-dedi-toplanti-biter-bitmez-sorusturma-acildi-395801)

                                                                ***
Humus'ta cihatçı çetelerden Alevilere dönük büyük katliam, Lazkiye'de resmi operasyon
HTŞ yönetimi, Beşar Esad'ın kardeşinin Suriye'ye döndüğü ve eski askerlerin ayaklanma başlattığı iddiaları üzerine Lazkiye'de operasyon başlattı. Cihatçı çetelerse, Humus kırsalında Alevilere dönük büyük bir katliam yaptı.(https://haber.sol.org.tr/haber/humusta-cihatci-cetelerden-alevilere-donuk-buyuk-katliam-lazkiyede-resmi-operasyon-395804)
                                                              ***
soL




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -3 Mart 2025-

TÜİK şubat ayı enflasyon verilerini açıkladı: Yıllık yüzde 39,05; aylık yüzde 2,27 Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre şubatta yıllık ...