İmamoğlu: Heybedeki turpun büyüğü bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, basın toplantısının adını "turpun büyüğü" olarak açıklayarak kendisi, Esenyurt ve Beşiktaş Belediyesi hakkında raporlar yazan bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın'ın icraatlerini sıraladı. İmamoğlu, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'a "Yargı bağımsız öyle mi?" diyerek yargıdaki usulsüzlüklere karşı harekete geçmeye çağırdı ancak Tunç'un "İstanbul'da sözünün geçmediğini" söyledi. İmamoğlu, "Siyaset bugün hepimizin yaşadığı gündelik olaylarla görüyoruz ki siyaset köküne kadar yargıya karışıyor. Bu net! Vazgeçmeyecekler, Erdoğan diyor. 'Turbun büyüğü heybede' diyor. Dosya gizli deyip avukatlara dahi bilgi verilmiyor ama cumhurbaşkanı her detaya vakıf. Neredeyse sabahından akşamına bu işin içinde olan insanlarla irtibat kuracak kadar bu işlerin içinde mi diye düşünmeden insan edemiyor. Sayın Adalet Bakanı, yargı bağımsız öyle mi?" dedi.
TBB ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, T.C. İBB Saraçhane Başkanlık Binası Fuaye Salonu'nda "yaşanan hukuksuzluklara ilişkin" kamuoyunun ilk kez duyacağı önemli ve çarpıcı bilgileri, düzenlediği basın toplantısında paylaştı. Konuşmasına Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın tutukluğununa tepki göstererek başlayan İmamoğlu, şöyle konuştu:
"Yarattıkları derin rejim sorunu, sistem sorunu her yetkiyi, izni ve talimatı merkeze devşirme çabası ortaya sorun çıktığında bunu hemen başka başka kurumlara pas etmeye, yetkiyi başkalarına yıkma çabası tam da bugün ülkemizde yaratılmış olan sistemin milletimizi getirdiği acı durumdur. Bir yanda yangın faciasının acılarını yaşarken öyle yandan siyasallaşmış yargı eliyle siyasete şekil verme çabasını da yaşadık. Ümit Özdağ her nedense gözaltına alındı. Gözaltına alınma gerekçesinin dışında bir iddia ile de tutuklandı. Darbeden bu yana iki genel başkan cezaevinde. Bir akıl tutulmasının yaşandığını görüyorum."
"Turbun büyüğü: Satılmış Büyükcanayakın"
İmamoğlu, adını "Turbun büyüğü" koyduğu basın toplantısında CHP'li belediyelerin soruşturmalarına atanan ve aleyhte raporlar veren bilirkişinin adını açıklayarak şunları söyledi:
"Bugün çok çarpıcı bir tezgahı sermek için sizi davet ettik. 31 Mart seçimlerinden milletimizin birinci partisi olarak çıkan CHP'ye ve belediyelerine yönelik hukuksuz operasyonlar devam ediyor. Türkiye'de bağımsız özerk kurum kaldı mı diye gidin sorun, vatandaşlarımız kalmadı diyecektir. Başkanı ve yardımcısı cumhurbaşkanı tarafından atanan kurum hakim ve savcıların geleceğine karar vermiyor mu? Hal böyle olunca atananlar yüzünden kanundan gelen güç kişiselleştiriliyor. Siyaset bugün hepimizin yaşadığı gündelik olaylarla görüyoruz ki siyaset köküne kadar yargıya karışıyor. Bu net! Vazgeçmeyecekler, Erdoğan diyor. 'Turbun büyüğü heybede' diyor. Dosya gizli deyip avukatlara dahi bilgi verilmiyor ama cumhurbaşkanı her detaya vakıf. Neredeyse sabahından akşamına bu işin içinde olan insanlarla irtibat kuracak kadar bu işlerin içinde mi diye düşünmeden insan edemiyor. Sayın Adalet Bakanı, yargı bağımsız öyle mi? Basın toplantımızın adı 'turbun büyüğü.'
"Adam mahkemeyi aldatacak kadar cesur"
Yargılandığım bir dosya var. Danıştay karar verdi, buna rağmen bana dava açıldı. Danıştay'ın beş yüksek yargıcının benimle ilgili görüşünü yeterli bulmayan mahkeme konuyu bilirkişiye emanet etti. bilirkişi raporunu sundu, bu sıradışı bilirkişi Danıştay'ın beş yüksek yargıcının kararını yeterli bulmadı. bu ihalede sorumluluğum olduğunu iddia etti. Bu ifadeler iddianameye de girdi. İç denetçi raporlar hazırlamış, bana sunmuş ve ben de gereğini yapmamışım. yalnız ortada böyle bir rapor yok. olmayan bir rapor bana sunulamayacağı için de sorumluluk ihmali yapmam söz konusu değil. peki olmayan rapor savcı iddianamesine nasıl girdi? Bunu önce bir mülkiye müfettişi yazdı. Bugün tek bir isme odaklanacağımız için başka isim vermeye gerek yok. O da meşhur bir mülkiye müfettişi, her yerden çıkan... Avukatlarımız böyle bir rapor olmadığını mahkemede kanıtladı ve buna rağmen mahkeme kabul etti. Bu sıradışı kişinin adı Satılmış Büyükcanayakın. Bu ismi aklınızda tutun. Akılda kalıcı bir yanı var zaten. Olmayan raporu varmış gibi göstererek sunan kişiyle ilgili suç duyurumuzu mahkemeye ilettik, mahkeme cevap bile vermedi. Korunaklı bir yerde bu kişi. Mahkeme yeni bir bilirkişi heyeti oluşturdu. Yeni rapor tümüyle benim ve arkadaşlarımın lehine çıktı. Üç emekli Sayıştay denetçisinden oluşan devlet ciddiyetini bilen kişiler hazırladı bu raporu. Mahkeme üçüncü bilirkişi raporu istedi. Yeni bilirkişi raporu geldi, rapor yine benim ve arkadaşlarımın lehine çıktı. 'İmamoğlu'nun ihalede bir sorumluluğu olmadığı gibi ihalede yanlış bir işlem yapılmamış ve kamuyu kara geçiren işlem yapılmıştır' denildi. Bir tek Satılmış Bey bizi haklı bulamadı. Adam mahkemeyi aldatacak kadar cesur. Bu cengaverliği nedeniyle de ödüllendirildi. Verilen görevler de ne büyük tesadüf ki hep bizimle ilgili. Varan biri anlattık, şimdi varan iki!
"Al gülüm, ver gülüm!"
Bize karşı Satılmış Bey'in bariz artniyetli var. 2 Şubat 2024 İETT hakkında yürütülen soruşturmaya yine Satılmış Bey atandı. İETT avukatları itiraz etti. Savcı yanıt vermeden tam 6 ay bekledi. Beklendiği ve istendiği gibi Satılmış Bey İETT aleyhine rapor hazırladı. Savcı başka bilirkişi kabul etmeyince bilimsel uzman görüşü talep edildi. Satılmış Bey'in raporunun hukuki uygun olmadına dair rapor gönderildi. Bitmedi, varan üç var! Resmen özel olarak bu bilirkişi bize özel konularda atandı. Asfalt firmamızla ilgili soruşturmaya da yine Satılmış Bey tercih edildi. Tahmin ettiğiniz gibi kısa sürede raporunu hazırladı, çok pratik! Şirketimiz ve çalışanları aleyhine rapor düzenledi. Emekli Sayıştay denetçilerinden bilimsel uzman görüşü talep ettik ve yine bu raporla Satılmış Bey'in raporu hukuksuz bulundu. Ne güzel operasyon, al gülüm ver gülüm! Bitmedi, varan dört geliyor.
"Hani siyaset yargıya müdahale etmiyordu?"
Satılmış Bey, şaşıracaksınız bu kez İBB lehine rapor verdi. Ama ince detayı var, nasıl? Bu iktidar inatla yargı bağımsız diyor ya, gerçekten edep ve utanma duygularını kaybetmişler. Hikaye gibi anlatıyorum ama bunlar skandal. Bizim soruşturmalar ne tesadüfse Satılmış Bey'e denk geliyor. İstanbul'da sekiz bin 800 bilirkişi var. Ne hikmetse o bir kişi yani eşittir Satılmış bey hep bizim dosyalara bakıyor. bu tesadüf olabilir mi? Bu kez kurum lehine rapor verdi, şaşkınız. Göreve geldiğimizde geçmişte yapılan usulsüz iş ve işlemlerin tespiti için talimat verdim. Teftiş kurulumuz çok sayıda dosya buldu, suç duyurusunda bulundu. Bu dosyaların tamamına İçişleri el koydu. O günden bugüne buzdolabında İçişleri'nde. Biri de 2018'de İSPARK'ta yapılan bir ihale. Mahkemeye verdik, 2023'te ne tesadüf ki ünlü bilirkişi Satılmış Bey tercih edildi. Satılmış Bey usulsüzlük var dediğimiz dosyaya yok dedi. Satılmış Bey maşallah 2019'dan sonra cengaver oldu, şahin kesildi. Hani siyaset yargıya müdahale etmiyordu?"
Adalet Bakanı Tunç'a seslendi: İyi dinleyin, sizden yanıt bekliyorum
İsmini açıkladığı Bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın'ın Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hakkında da "usulsüz" rapor yazdığını belirten İmamoğlu, şu şekilde devam etti:
"Nedir bu Satılmış Bey sevdası? Tabii ki durmadık araştırmaya başladık. Bu arkadaşa nedense hep CHP'li belediyelerin dosyaları düşüyor. İnsanların hayatını, haysiyetini perişan edecek boyutta. Şimdi bu varan beş! Bu maharetli kişi son olarak geçtiğimiz hafta yapılan Beşiktaş ve Esenyurt'ta karşımıza çıktı. Bir konu İBB ve İmamoğlu'nu ilgilendiriyorsa Satılmış Bey kesin dosyayla ilgileniyor. Beşiktaş ve Esenyurt operasyonları ile İBB şirketlerinin bağı şöyle; bu dosya bu arada gizli ama aynı zamanda İETT, İSPARK2ı da ilgilendiriyor. Düşünün savcı yeni bir soruşturma numarası bile almadı. bizim dosyamıza Beşiktaş ve Esenyurt'u dahil etti. Öğrendik ki bir bilirkişi ekibi kurulmuş. Bu kez heyet 3 kişi. Biri tanıdık tabii ki Satılmış Bey. Diğeri iki kişinin adını etik olmadığı için vermiyorum. Bu kez istediği gibi at koşturamaz diye insan seviniyor. Peki öyle oluyor mu? Sayın bakan iyi dinleyin çünkü sizden yanıt bekleyeceğim. Bakalım yargı ne kadar bağımsız... Bilirkişilerin kurul halinde görevlendirilmeleri durumunda bir araya gelerek müzakerede bulunmaları ve bilirkişi raporunu beraber, kurul halinde hazırlamaları gözardı edilmemeli. Karşı oy belirten kişi imza attıktan sonra ayrı bir rapor verebilir.
"Raporda diğer iki bilirkişinin imzası yok"
Şimdi size 3 Ocak tarihli raporun mucizesini söyleyeyim mi? Diğer iki bilirkişinin imzası yok. Sadece Satılmış Bey'in var. Yazılı tüm yasalara aykırı bir durum var. Üçünün de imzası olmalı. Diğer iki bilirkişiye rapor gidiyor ama onlar imzalamıyor. Heyet olarak bilirkişi atayan savcılık ne yapıyor? Geçerliliği olmayan raporu baz alıp Beşiktaş ve Esenyurt'a operasyon yapıyor. Hiçbir hükmü olmayan rapor Ahmet Özer'i şüpheli yapıyor. Diğer iki bilirkişi kendi raporlarını savcıya sunuyor. Sorumluluk sahibi iki bilirkişi hemen gidip raporu veriyor. İşte o raporun ilk sayfası burada. Şüpheliler arasında Ahmet Özer yok. Savcılık, belediye başkanını itham etti ve bir kez daha tutuklama kararı verdi. Olacak iş değil! Sorun yok herkes ayrı rapor vermiş olabilir diyen savcı gerçeklerle hareket etmiyor. Bütün bu usulsüzlüklere ve hedef odaklı bilirkişi raporu üstünden çoklu bilirkişi raporu ya ortak çıkar ya da karşıt görüş gerekçesi yazılır detayını görmüyor. Savcılara 100 gün önce cezaevine attıkları belediye başkanımızı suçlamak için bir gerekçe lazımdı ve sahte raporla bu sağlandı. 65 yaşındaki profesörü bir gecede terörist deyip cezaevine attılar ya... Ellerine yüzlerine bulaştırdılar iddianame bile yazamıyorlar. Şimdi Ahmet Özer'e tutuklama talep eden savcı ve hakime soruyorum... İhalede sorumluluğu olmadığı iki bilirkişi imzasıyla belirtilen belediye başkanımızı yasal hiçbir hükmü olmayan bir rapora göre nasıl tutuklarsınız? Sayın Adalet Bakanı bunları duydun ya da duyacaksın, bunları kelime kelime incelet... Umarım bu yargı mensuplarının incelenmesinin sorumluluğu boyunuzu aşan bir sorumluluk değildir. Hızla HSK'yı harekete geçirmelisiniz. Sakın bana 'bağımsız yargı' diye tweet atmayın! Sizi görevinizi yapmaya çağırıyorum ama gücünüz yetmez. Sözünüz İstanbul'da geçmez. Çünkü milletin bağlı olduğu hukuk kuralları değil, hukukun yürütülmesiyle ilgili ülkemizin en üst yargısından en ücra köşesine kadar sistemli yürümesi gereken sistem değil farklı bir bağlılık var. Adliyede 'Bakan bize karışamaz' diyenlerin olduğu bir yerde siz sadece tweet atıyorsunuz. Onun da metni belli. Hukukun üstünlüğünü bu millet adına namus sayıp dert edinmek lazım. ne güzel söz değil mi? Sırtını ona yasla ve dünyanın en mutlu insanı ol. Devletin dini adalet! Keşke bütün bu sözlerimi yanıltsanız da ben de sizden özür dilesem."
Erdoğan'a: erken seçim çağrısı: Bu kadar heybeyi sırtında taşımana gerek yok
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Turbun büyüğü heybede" sözlerine erken seçim çağrısıyla yanıt veren İmamoğlu, "Sayın cumhurbaşkanı... Sizde böyle maharetli bilirkişi Satılmış Bey oldukça, nokta atış bu kişiyi bulan yargı mensupları oldukça heybenizde büyük turplar taşıdığınızı düşünebilirsiniz. Sizin turp sandıklarınız bu milletin gönlünde zerre yer etmez. Yargıyı kumpaslarla siyasi emeller için kullanmak sizden önce ve döneminizde nasıl ayağına dolaştıysa yarın da emin olun sizin ayağınıza dolaşacak. Böyle yaparsanız millet size hakkım haram olsun der. Kul hakkı yemeyin, günahtır. Turbun büyüğü senin heybenden çıktı. Aslında işin çok kolay. Bu kadar heybeyi sırtında taşımana gerek yok. Bu kadar yük taşıyacağına kendini sadece milletin sandıktaki vicdanına emanet ettiğin an rahatlayacaksın. Ben geceleri Allah'ıma bin şükür huzurla uyuyorum. Bunu da huzurla uyuyamayan düşünsün. Allah size de nasip etsin" dedi.
"2019 hayatımdan kaygıları silme yılıdır, milattır"
İmamoğlu, açıklamalarının sona ermesinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Esenyurt ve Beşiktaş Belediyeleri'nin ardından kendisine de gözaltı veya tutuklama yapılması ihtimaline dair endişesi olup olmadığına dair soruya İmamoğlu, şöyle yanıt verdi:
"Endişeniz var mı sorusu çok soruluyor. Yıllar öncesinden bir karar verdim. Bir iş insanıyken, halim vaktim yerindeyken ah vah diyerek günlerimi geçirebilirdim ama sorumluluk üstlenip yola çıktım. Bu kutsal yolculukta kararlı ve açıkçası endişeyi ruhumdan söküp atmış yol yürüyen bir insanım. 2019 itibarıyla yolculuk başka bir evreye ulaştı. Açıkçası özellikle ilk başta bir ilçede bir kamu yöneticisinin hukuksuzluğuyla mücadele etme adımım Allah nasip etti başka bir boyuta ulaştı. 2019 hayatımdan kaygıları silme yılıdır, milattır. O seçimi elimizden alma çabalarını gösterirken verdiğimiz mücadeleyi ve 6 Mayıs 2019'da gemileri yakmak diye tarifleyeceğim bir yolculuğun adımını attım. Benimle yürüyen her arkadaşımın da böyle bir kararlılığı ve yol haritası vardır. Bugün adaletsizliği yapan insanların ailelerini bile korumak adına yol yürüyoruz. Kaygı ve korku yok, bizim yolculuğumuz öyle bir yolculuk."
Cumhurbaşkanlığı adaylığı soruldu, topu Özel'e attı
Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin soruyu İmamoğlu, "Bugünün çok önemli bir yargı konusu var. Bu sorulara verilecek cevaplarla baskılamak istemiyorum. siyasetin bu tarafına girme konusunda bugün özür dileyerek cevap vermeyeceğim. CHP ve sayın genel başkan çalışmaları yapıyor. Bugün bu siyaset ve yargı meselesinin içinde kalmak istiyorum" diyerek yanıtladı.
"Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Genel Başkanı Erdoğan'ı uyarmış olabilir"
Geçen haftalarda katıldığı bir panelde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e seslenen İmamoğlu'na jet hızıyla soruşturma başlatılmıştı. İmamoğlu, konuya ilişkin olarak ifadeye çağırılıp çağırılmadığına dair soruyu Erdoğan'ın "Partinin genel başkanı da olsanız yargıya parmak sallayamazsınız" sözlerini de hatırlatarak şu şekilde yanıtladı:
"Hakkımda bir soruşturma var. Bu hafta bir çağrı bekliyoruz ya da ona göre bir ortam oluşacak diye duyuyoruz. bu konuda hassas biriyim. geriye dönün belki 10-20 konuşmamda bu cümlenin aynısını kurdum. İhtiyaç duyduklarında onlara da lazım olacak olan bağımsız yargıyı biz inşa edeceğiz. Şimdi de söylüyorum. Cumhurbaşkanı mı bana soruşturma açacak? Aile, çoluk çocuk hayatımda en hassas olduğum şey. kim oy vermiş, vermemiş bakmadan... Toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmaya dönük, anne kartta, kreşlerde görürsünüz. O bakımdan burada uydurma bir zihinle iş yapılmış. Umarım hatalarını biz ifadeye gidene kadar görürler. Sayın Cumhurbaşkanı, AYM'yi tanımıyorum ve uygulamıyorum diyen kişi. İki gazeteciyle ilgili hak ihlali kararı verildi, tanımıyorum dedi. Can Atalay olayı aynı şekilde. Yargıya dönük bir uyarıda bulunuyorsa Erdoğan kendisini uyarıyor olabilir. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Genel Başkanı Erdoğan'ı uyarmış olabilir."
Büyükcanayakın hakkında suç duyurusunda bulunuldu mu?
Bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın ile ilgili olarak avukatlarının Yüksek Kurul'a başvurusu olduğunu vurgulayan İmamoğlu, "Hangi aşamada ne gerekiyorsa birçok müdahale olacaktır ve başvuruyu hukukçularımız devrede olacak ve gerekli başvuruyu yapacaktır" dedi.
"Olmaz diyemiyorum artık"
Erdoğan'ın "turbun büyüğü heybede" sözlerinde "heybedeki" kişinin kim olduğunu bilip bilmediğine ve menajer Ayşe Barım'ın 12 yıl sonra Gezi Davası nedeniyle yargılanmasına dair soruyu ise İmamoğlu, şöyle yanıtladı:
"Heybe iddiası kendisine ait ama ben heybede bulduğum ne varsa milletime açıklıyorum zaten. Çıktıkça da açıklarım. Ülkede yargıya duyulan güvenin azaldığı noktada bir meseleyi ifade ettiniz. Sektördeki bir konuyu Gezi'ye götürüp oradan da İmamoğlu'na bağlamak... Olmaz diyemiyorum artık."
Kayyım ve baskı rejimine karşı yeni bir politikanız var mı sorusuna İmamoğlu, "İlk kez 10-11 siyasi partinin ve Meclis'te grubu olanların da imzasıyla bir mutabakat var. 15 Temmuz'da ortaya çıkan detayın kaldırılmasını talep ettik. TBMM tarihinde yok böyle bir şey. Buna benzer faaliyet ve çalışmalarımız devam edecek. Adalet mücadelesi veriyoruz ki vermeye de devam edeceğiz" diyerek yanıt verdi.
"Ben Yılmaz Tunç'un bile hakkını savunuyorum şu an"
T24'ten Candan Yıldız'ın Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile ilgili iddialara dair ise sorusuna ise İmamoğlu'nun cevabı şu oldu:
"Ben karnımdan konuşmam bunu yargı mensupları konuşuyor. Konuşmayan yok. Ankara'daki duymayacak ve ben de duyduğumu söylemeyeceğim... 'Kimsenin lafı geçmez' deniyor. Bu kadar aleni konuşulan cümleleri bile duyup işlem yapması gerek Adalet Bakanı'nın. Ben onun bile hakkını savunuyorum şu an."
***
İstanbul Valiliği'nden kamu kurumlarına uyarı yazısı: Personelin cuma namazına gitmesini engellemeyin
İstanbul Valiliği, kamu kurumlarında çalışanların cuma namazına gitmesine izin verilmesine ilişkin farklı uygulamaların ve aksaklıkların olduğu iddialarına yönelik, kentteki kamu kurumlarına yazı gönderdi.
Vali Davut Gül'ün imzasıyla gönderilen yazıda, şu ifadelere yer verildi: "Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğünün 2016/1 Sayılı Genelgesi ile Anayasa ve ilgili mevzuatla güvence altına alınan dini inanç hürriyetinin bir gereği olarak, cuma namazı saatinin mesai saatlerine denk gelmesi halinde kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlere mesai kaybına neden olmaksızın izin verildiği ilgili yazımızla bildirilmişti."
Buna karşın uygulamada birtakım aksaklıkların olduğu, personel isim ve imzasının alınması, izin saatlerinin hafta içi mesai saatlerine ilave edilmesi gibi farklı uygulamaların görüldüğü belirtilen yazıda, şunlar kaydedildi: "Genelgenin ruhu, dini inanç hürriyetinin gereği olarak ibadet etmeye gitmenin engellenmemesini , mesai kaybına neden olmamak ifadesi; tıpkı idari izinlerde olduğu gibi yeterli sayıda personel bulundurularak işlerin aksamamasının sağlanmasını ifade etmektedir. Bu kapsamda, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğünün 2016/1 sayılı Genelgesi'nin yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda uygulanması hususunda bilgilerini ve gereğini önemle rica ederim."
***
ABD CEO’sundan sopa ve havuç taktiği -Akdoğan Özkan-
Trump, ulusal borcu GSMH’sinin yüzde 100’üne ulaşmış ülkesinde icraatlarına gümrük vergisi tehditleri, yükseltilmiş harcama hedefleri ve gasp dayatmasıyla koyuldu. Her şey, imparatorluğun ulusal borcunu “uluslararası topluma” ödetmek için!
Biden dönemi sadece dünyanın geri kalanı için bir musibet olmakla kalmadı, ABD için de bir hayal kırıklığı oldu. Üstelik sadece siyasi olarak değil ekonomik açıdan da kötü bir miras bırakmış görünüyor arkasında Biden. ABD'nin küresel ekonomideki payı Biden’ın görev süresi sonunda yüzde 14,76 ile modern tarihin en düşük seviyesine inmiş durumda
Biden görevi devraldığında ABD federal hükümetinin toplam 27 trilyon dolar civarında kamu borcu vardı. Bu rakam dört yılda yüzde 33 civarında artarak bugün 36 trilyon doların üzerine çıkmış durumda. Yani Biden, görevden ayrıldığında her bir Amerikan vatandaşına 106 bin 150 doların üzerinde bir ulusal borç bırakmış görünüyor.
Temerrüde düşmemek için Hazine’nin borç limitini artırmak ve olağanüstü önlemler almak durumunda kalmış, gelir eşitsizliği zirveye çıkmış, rekabet gücü zayıflamış, küresel liderliği artık iyice sorgulanır bir ülke ABD.
Eğer ekonomist değilseniz, ABD’nin ulusal borcunun dolar cinsinden değerinin ne anlam ifade ettiğini yorumlamakta zorlanabilirsiniz, benim gibi. O yüzden belki şöyle bakmak konuyu daha anlaşılır kılabilir: Bakın, insanlık tarihi boyunca yeraltından çıkarılan altın miktarı yaklaşık 205 bin ton. ABD'nin an itibarıyla 32 trilyon 225 milyar dolar olarak görülen ulusal borcu bu toplam yekûnunun yaklaşık üç katına yakın bir değer olan 605 bin ton altına eşit.
Türkçesi; ABD istediği geliri elde edemediği gibi, ayağını yorganına göre uzatan bir ülke de değil. Yani federal hükümet her takvim yılının sonunda topladığından fazlasını harcamış oluyor. Bu açığı kapatmak için de borç almak zorunda kalıyor. Ve her yılki bütçe açığı, büyüyen ulusal borcuna ekleniyor.
Aslına bakarsanız, ABD tarihteki en büyük açıkları dünya savaşlarında veya Büyük Durgunluk (2007-2008) gibi zorlu dönemlerde artan harcamaları yüzünden veriyordu. Bugün durum biraz farklı. ABD’nin karşı karşıya olduğu uzun dönemli mali güçlükler konusunda farkındalık yaratmak üzere 2008 yılında kurulan Peter G. Peterson Vakfı’nın kanaatine göre, ABD hükümetinin açıkları temelde yapısal faktörlerden kaynaklanıyor ve öngörmesi öyle zor bir şey de değil: “Baby-boomer” denilen kuşağın yaşlanması ve kuşak mensuplarının artık emekli oluyor olması bir sorun. 2030’a kadar her gün 10 bin kişinin 65 yaşına ulaşacağı ve ciddi bir yük oluşturacağı tahmin ediliyor. Artan sağlık hizmetlerinin getirdiği maliyetler ayrı bir sorun. Sağlık harcamaları ABD’de bütün bir ekonominin beşte birini teşkil ediyor ve bütçenin de en hızlı büyüyen ikinci kalemi. Ama galiba en önemlisi, hükümetin vatandaşına vadettiklerinin bedelini karşılayacak bir vergi sistemine sahip olmaması. 2023 yılında Federal hükümetin toplam geliri 4,4 trilyon dolar olur iken, giderler 6,1 trilyon doları aştı. Tabii ağır abilerin vakfı, “dünyanın dört bir yanına askeri yardım yapıyor, memleketin itfaiyesine harcamadığımız tutarların katbekat fazlasını silah ve mühimmat yardımıyla saçıyor, korkunç askeri harcamalar yapıyoruz,” diyecek değil ya! Emekliyi ve sağlık harcamalarını ilk elde saymışlar.
Neticede bir gerçek var, o da Sam Amca’nın giderek daha fazla borçlandığı ve o borcun faizine günlük 1,8 milyar dolar ödemek zorunda kalması.
Şöyle açalım: 2008 yılının son aylarında ortaya çıkarak birçok ülkeyi olumsuz yönde etkileyen, kimilerinin “Büyük Durgunluk” dediği 2008 Ekonomik Krizi sırasında ABD’nin kamu borcu ABD GSMH’sinin yüzde 39’una eşitti yaklaşık olarak. İkinci Dünya Savaşı sonunda bu oranın yaklaşık yüzde 105 olduğunu da hatırlatalım.
Bugün geldiğimiz noktada ABD’nin kamu borcu -2025 yılı başı itibarıyla- GSMH’sinin yaklaşık yüzde 100’üne, yani II. Dünya Savaşı dönemindeki seviyesine yaklaşık olarak eşitlenmiş durumda. Kongre Bütçe Dairesi’nin tahminlerine göre, ABD’nin kamu borcu bu hızla 2054’e kadar ülke GSMH’sinin yüzde 172’sine ulaşacak.
Trump ilk kez Beyaz Saray’a oturduğunda, yani Aralık 2017'de büyük bir vergi reformu yasası çıkarmıştı. Bireysel ve kurumsal vergi oranlarını düşüren Trump, standart kesintiyi neredeyse iki katına çıkarmış ve küçük işletmeler için %20 gelir kesintisi getirmişti. Kurumsal vergi kesintileri kalıcı hale getirildi gerçi ama, bireyler için tanınan imkanlar 2025'in sonunda sona erecek. Donald Trump'ın Hazine Bakanlığı adayı olan ve geçen gün Senato’nun da bu konuda onayını alan Scott Bessent’a göre, 2025 sonunda sona ermesi planlanan Vergi Kesintileri ve İş Yasası (TCJA) uzatılmadığı takdirde, orta sınıflar yıl sonuna doğru “devasa” bir vergi artışıyla karşı karşıya kalabilirler.
Neyse daha fazla uzatmayalım… Sonuç: Evet, artık Jenosit Joe yok. Geçen hafta “dünya bugün ABD’nin en berbat, en kanlı ve en gamsız liderlerinden birini uğurlamış oluyor,” diyerek “iyi haberi” vermiştim. “Geldiler, kıydılar ve gittiler” başlıklı yazımda, “bizi tahmin edilenden daha zorlu günlerin beklemekte olduğu,” şeklinde bir de “kötü haberim” olduğunu eklemiş, ancak onu “başka bir yazının konusu yapalım” demiştim.
İşte bugün o kötü haberin günüydü ve arka planını yukarıda anlattım. Haberin kendisi de daha açık ifadeyle şöyle: Trump, havuç/sopa taktiği üzerinden dünyaya ekonomik savaş açmaya hazırlanıyor. Sinyalini de video konferans yoluyla bağlandığı Davos Forumu'nda verdi. ABD Başkanı göreve başlamasından üç gün sonraki bu konuşmasında, AB şirketlerine şöyle dedi: “Gelin ürünlerinizi Amerika'da üretin, biz de size dünyadaki en düşük vergileri uygulayalım. Ama eğer ürünlerinizi Amerika'da üretmezseniz gümrük vergisi ödemek zorunda kalırsınız.”
İşte sopa işte havuç, nokta!
Bu arada, geçen çarşamba günü Suudi Arabistan veliaht prensiyle konuşan Başkan, bir gün sonra krallığın ABD'ye 600 milyar dolar yatırım yapmak istediğini ancak Veliaht Prens Muhammed bin Selman'dan bu rakamı 1 trilyon dolara çıkarmasını isteyeceğini (!) söyledi.
Kanada ve Meksika gibi NAFTA örgütü iş ortaklarını da yüzde 20-25 gümrük duvarıyla tehdit etti Trump. Pek “ön-sevişme” ile oyalanacak zamanı da yok gibi görünüyor bu konuda. Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ile yaptığı telefon konuşmasının çok kötü geçtiği ve görüşmede kendisine “Danimarka krallığının özerk bir parçası olan Grönland’ın satılık olmadığı” vurgulanmasına rağmen Trump’ın agresif davrandığı ve ısrarını sürdürdüğü dile getiriliyor.
Nasıl?
Çinliye, Avrupalıya, Kanada ve Meksikalıya vergi tehditleri, Körfez monarşilerine ve NATO’ya yükseltilen harcama hedefleri, emir kipinde “öde çabuk” tavsiyeleri! Birine parmak sallama, öbürüne açık tehdit. Bunları yakında gasp ve dayak takip ederse çok şaşırmamak lazım. Neticede her şey, imparatorluğun ulusal borcunu “uluslararası topluma” ödetmek için!
“ABD CEO’sunun” Davos'ta beyanları salondaki kalabalık nezdinde gülüşmelere, hatta kahkahalara sebep olmuştu. Bunlar şimdilik iyi günler! Biraz gülmenin, eğlenmenin kimseye zararı olmaz. Kahkahaların kraldan çok kralcı Avrupa elitlerine faydası olacak mı bakalım! Ve bakalım bu gülüşmeler ne zaman yerini homurtulara bırakacak!
/././
Vodafone'un tüketiciyi koruyan kararı: Artık xDSL satmayacak -Füsun Sarp Nebil-
“AKP iktidarının Türk Telekom’u yeniden ortaklı bir şekilde satmayı hedeflediğini duyuyoruz. Kim bilir, belki ikinci bir OTAŞ olayı ve kim bilir yine gelişmeyen bir internet. Gençliğimizin teknoloji çağında kaderi bu mu olacak?”
Defalarca yazdık, ama yine not edelim, xDSL teknolojileri telekom sektöründe geçici bir teknolojidir. Telekom hizmetlerinin 2000 öncesindeki "ses" ağırlıklı olmasından, 2000 sonrasında "veri" ağırlıklı olmasına geçiş döneminde, dünyadaki tüm telekom altyapısının bakırdan, bir anda fibere dönüştürülmesi mümkün olmayacağından, DSL teknolojisi bu geçiş sürecinde kullanılan ikame bir teknoloji olarak düşünüldü. Kalıcı değildir.
DSL’de bakırın bir ucundan giren veri, bir dönüştürücü ile (modem) sese dönüştürülüyor, diğer ucuna ses olarak varıp, yeniden bir dönüştürücü (modem) ile veriye dönüştürülüyor. Bu da en başta zaman kaybına, yani daha yavaş olmasına yol açıyor.
Tüm dünyada, telefonların sadece ses ilettiği dönemin altyapısı olan "bakır şebekeler", internetin hayatımıza girmeye başladığı 1995'ler sonrasında, veri aktarabilen "fiber şebekelere" dönüştürülmeye başlandı. Bunun hepsinin bir anda yapılması; işçilik, zaman ve para açısından mümkün olmadığı için de tüm ülkeler yıl yıl şebekelerini belli miktarlarda bakırdan fibere dönüştürdüler. Bir fikir vermesi için birkaç rakam verelim:
1997: Dünya Çapında Fiber Optik Bağlantı (FLAG) faaliyete geçti ve İngiltere-Japonya arasında yaklaşık 28 bin kilometre uzunluğunda fiber bağlantı yaptı.
2017'de yapılan bir tahmine göre, o yıla kadar küresel olarak yaklaşık 460 milyon kilometre fiber (FKM) oluşturulmuş.
2020 tahminlerine göre, dünya çapında dağıtılan fiber optik kabloların toplam uzunluğu 5 milyar kilometreyi aştı.
Bu rakamları Türkiye’nin fiber altyapısı ile kıyaslayalım. Türkiye'deki operatörlerin yaptığı toplam fiber optik kablo miktarı(BTK'nın verdiği pazar verileri raporunun 2024, 3.çeyrek verilerine göre) 588.148 km. Yani dünyadaki 2020 rakamı ile kıyaslarsak, Türkiye dünyadaki fiberin ancak on binde 1,2'sine sahip. Türkiye'nin ekonomi ve diğer verilerinin hep dünya verilerine kıyasla yüzde 1 civarı olduğu düşünülürse, fiberde on binlere varan bir oran normalin 100 katı geri kalmış demektir. Zaten sonucunu da, internette dünya 103.'sü olarak görüyoruz. Yine aynı nedenle operatörlerin 24 ya da 50 Mbps satılan hattı ölçtüğünüzde gerçekte 5 Mbps ancak oluyor.
Vodafone artık yeni DSL satmayacak
Bütün bunları neden araştırdım?
Geçen hafta Vodafone'un önemli bir kararını açıkladığı toplantıya katıldım. Genel Müdür Engin Aksoy, Vodafone'un artık bakır altyapı (yani xDSL) satmayacağını söyledi. Bu şirket açısından "hedefleyebileceği müşteri sayısını azaltan" bir durum. Yani, Vodafone artık sadece fiber altyapı olan yerlerdeki müşterilere hizmet sunacak. Bakır toptan altyapı hizmeti olan yerlerde mevcut müşteriler kalacak ama 1 Nisan'dan itibaren yeni müşteri alımı yapılmayacak.
Vodafone'un bakır altyapı üzerinden hizmet verdiği müşterilerin sabit altyapı tarafında yeni abone kazanımındaki payının yüzde 45, mevcut Vodafone ev interneti müşterileri arasındaki oranının ise yüzde 54 olduğu bilgisi aldım.
Bu açıdan çok şaşırtıcı bir karar. Yani 650 bin kadar fiber abonesi olan Vodafone, diğer alanda satış yapmayarak kendi gelir olanağını sınırlamış oluyor. Nedenini sorduk; Vodafone toptan kiralama yoluyla hizmet verilen mevcut bakır altyapıdan kaynaklı müşteri şikayetlerinden bahsediyor.
Genel Müdür Engin Aksoy, Vodafone'un aralık ayı araştırmasına göre, xDSL müşterileri arasında “detractor” denilen “bizi tavsiye etmeyen” müşterilerinin oranının yüzde 58 ve “deep detractor” diye tabir edilen "kesinlikle tavsiye etmeyen" müşterilerin oranının ise yüzde 37 olduğunu raporluyor. Anlayacağınız, Vodafone kendisinden kaynaklanmayan müşteri şikayetlerinin üzerine yapışmasından rahatsız olmuş durumda. Vodafone çok uluslu bir firma, muhtemelen burada alacağı olumsuz etkilerin, başka yerde karşısına çıkmasından da rahatsız oluyorlardır.
Vodafone'un kendi raporlamasına göre, müşteri alımını bu şekilde sınırlamakla önümüzdeki yıl belirli bir ciro kaybı meydana gelecek. Ancak bakır altyapıda müşterilere sağlanan modem vs. gibi maliyetler yok olacağı için serbest nakit akışına etkisinin pozitif olacağını tahmin ediyorlar.
Yazının başında ikame teknoloji olarak tanımladığım DSL -yani bakır altyapı- görece düşük hız sağlıyor. Buna kesintileri de eklersek, hizmet kalitesi düşük oluyor. Bakım onarım açısından ne kadar yatırım yapılırsa yapılsın, altyapının teknik özelliğinden dolayı, düşük hız ve kesinti problemi tamamen ortadan kalkmıyor.
“Bakır altyapıyla hizmet kalitesini tutturmakta zorlanıyoruz” diyen Engin Aksoy'un ifadesine göre, bakır altyapı abonelerinin yaşadığı arıza oranı fibere göre 2 kat fazla. Vodafone abonelerinin yaklaşık yüzde 5’inin her ay bir arıza kaydı oluşturduğu belirtiliyor.
Engin Aksoy bu şikayetlere ilaveten daha da ilginç bir konuya işaret ediyor; var olmayan portlar:
"Fiber hizmeti bulunmayan noktalarda port yetersizliği sebebiyle tüketicinin mağdur olması söz konusu. Envanter açısından da sıkıntılar var. Sistemde port var görünürken, sahaya inildiğinde port tahsisinde kayıplar yaşıyoruz.
Fiber altyapı daha hızlı ve bu altyapıyla hizmet verdiğimiz müşterilerin iptal oranı daha düşük. Dolayısıyla, fiber altyapı olmayan, sadece bakır altyapı olan yerlerde yeni müşteri alımı yapmayacağız.
Ev interneti müşterilerimize daha iyi hizmet vermek için bu kararı aldık. Bizim için müşterilerimizin mutluluğu ve refahı öncelikli. Müşterilerimize mutsuz olacakları bir ürünü satmamayı tercih ediyoruz. Bakır altyapı gibi eski ve kötü deneyim sunan teknolojiler satmak istemiyoruz. Bu kararımızın, yeni nesil teknolojilerin hayata geçmesi için teşvik edici bir etkisi olmasını umuyoruz.”
Ortak altyapı konusu
Serbest Telekom işletmecilerinin derneği olan Telkoder, 2016'da "ortak altyapı" şirketi fikrini ortaya atmıştı. Bunun arkasındaki mantık, 2007'de verilmeye başlanan altyapı lisanslarına rağmen, yıllar içinde yatırım yapmaları engellenmiş olan firmaların, artık ancak bu modelle yani ortaklaşa altyapı yaparak devam edebileceği fikriydi. O günlerde benzer bir yaklaşım İngiltere'de, eski devlet tekeli olan British Telecom'un altyapısının ayrılmasında görmüştük.
Şimdi, Engin Aksoy da benzer bir konuyu dile getiriyor.
“Ülkemizde uzun yıllardır fiber altyapıyı genişletmek için yatırım planları yaptığımız halde bu planları düzenlemelerin uygulanmasından kaynaklı sorunlar nedeniyle gerçekleştirme imkânı bulamadık. Fiberi ülke genelinde hızla yaygınlaştıracak bir yatırım modeli geliştirilmeli. Bu anlamda, ülke kaynaklarının verimli kullanılması için ortak yatırıma imkân sağlayacak bir ortak altyapı şirketi kurulmasının ülkemizde yatırımların hızlanmasını sağlayacağını düşünüyoruz.
Müşterilere daha iyi servisi daha uygun maliyetle sunabilmemiz için rekabetçi bir ortam sağlanmalı. Bu nedenle altyapı şirketi, herhangi bir operatöre değil, perakende hizmetinden ayrışmış ve tüm operatörlere eşit mesafede duran bir yapı olmalı.
Sektör olarak birlikte çalışmayı da etkinleştirerek daha büyük bir katma değer yaratabileceğimize inanıyoruz. Bakanlığımızın hazırladığı Ulusal Genişbant Stratejisi ve Eylem Planı ve Cumhurbaşkanlığı Kalkınma Planı’nda belirtildiği üzere, güçlü bir dijital altyapının oluşmasını ve yaygınlaşmasını sağlamak üzere gereken adımlar kararlı bir şekilde atılmalı.”
Engin Aksoy'a Türk Telekom'un 21 yıllık imtiyaz yenilenmesinin 2026 Ocak ayında yapılacağını söyledim ve şimdi kendilerinin ortak altyapı için nasıl bir model öngördüklerini sordum. Şöyle cevapladı:
"Bir defa ayrı bir şirket olsun. Sermayesi olan bir şirket olsun ve herkese eşit mesafede olsun. Şirketin imtiyazı bitti. Yani ya bu şirkete tekrar imtiyaz edecekse ayırın bu şirketi. Başka bir operasyona geçsin. Bizler de otururuz; bir pazarlığı yapılır, bedeli yapılır. Biz de ona karşılık bir hisse alırız. İsteyen işletmeci sermaye koyabilir içerisine. Veya bu iş dünyada çok büyüdü. Altyapı ve sırf bu işe yatırım yapan pek çok büyük fon var Avrupa'da. Yatırımcı fon da getirebilir."
Ortak altyapı nasıl işleyebilir?
Dediğim gibi son 8 yıldır sektörde bu “ortak altyapı” konusu tartışılıyor. Telekom sektöründe bir bölüm firma ortak altyapı istiyor, bazıları istemiyor. Ortak altyapı fikrinin temel nedeni, telekom operatörlerinin yatırım yapmak konusunda mali zorluk yaşıyor olmaları. Bunun önemli bir nedeni ise 2007'den beri altyapı lisansları verilmeye ve çok sayıda firmanın 200-300 bin dolarlı lisans paraları ödemelerine karşın, altyapı yapılmasının önünün kesilmesi, altyapı firmalarının -günümüzdeki ekonomik zorlukların da sonunda- bazılarının pazardan çekilmesi.
Tabii ki bakır altyapı ile sunulan düşük kaliteli hizmetler de daha ucuz oldukları için operatörlerin kur marjını daraltıyor (Gerçi bugünlerde o düşük kaliteli hizmetler bile inanılmaz pahalıya satılmaya başlandı.) Üstelik bu haberin başında gördüğünüz üzere, bakır altyapı ile sunulan toptan hizmet ürünün kalitesi çok düşük. Kullanıcının artan şikayetleri ile karşı karşıya.
Yanı sıra, altyapı tekeline sahip olan Türk Telekom'un aynı zamanda üstyapıda kendi müşterisi olan firmalarla rekabet etmesi ve fiyat belirleyici güce sahip olması nedeniyle, bu durumun değiştirilmesi için de ortak altyapı isteniyor. Çünkü altyapı-üstyapı makasında sıkışan diğer işletmeciler rekabet edemez hale geliyorlar. Bu nedenle, artık farklı model kurulması isteniyor. Giderek sıkıntısı artan altyapının yapılmasının yolları aranıyor.
Ortak altyapı konusunda, 2 ay önce bir başka telekom firmasının üst yöneticisi ile konuştum. Bana 3 modelin tartışıldığını söyledi. Bu modellerden birisinde, ortak altyapı şirketine bütün işletmeciler bugüne kadar yaptıkları altyapıyı verir ve verdikleri miktar orantısında pay alırlar, diğerinde herkesin bugüne kadar yaptığı altyapı kendisinde kalır ve bundan sonra yapılacak altyapı ortak yapılır. Son modelde ise ortak altyapı tamamen farklı bir altyapı firmasına -mesela bugünlerde bir çok ülkede olduğu gibi bir yatırım firmasına- satılır.
Her 3 modelde, Türk Telekom ve diğer operatör firmalar artık sadece abone veri tabanı olan telekom pazarlama firmaları haline dönüşüyor.
Bu çalışır mı?
Bu konuda farklı düşünceleri sektörde duyuyorum. Mesela bir sektörden bir üst yönetici şöyle dedi:
“İlk iki model çalışır. Birinci model daha rahat uygulanır. Üçüncü model aslen birinci modelle aynı sayılır; sahiplik yapısının operatörler dışında bir başkasına geçmesi durumu. Tamamen liberal ve hukuk/regülasyonların doğru çalıştığı piyasalarda bu düşünülebilir. Ayrıca kamu tarafı altyapının bir şekliyle kendi sahipliğinde olmasını isteyecektir.”
Dolayısıyla dışarıdan bir firmaya da “Yine darboğaz yaratır” deniliyor. Yine de bu bir fon ya da yatırım şirketi olduğunda, para kazanmaya çalışacağından altyapı gelişebilir. Ancak Türkiye'de bu yatırımı yapacak bir firma olmadığına göre, ülkemizin altyapısını yabancı bir firmanın ellerine verecek miyiz? Bu da diğer bir soru.
Aksoy: Kararımız 5G gibi yeni teknolojilere yatırım yapma isteğimizin göstergesi
Sen 4-5 yıldır, bir operatör Genel Müdürü ile karşılaştığımızda olmazsa olmaz sorularımızdan birisi tabii ki 5G oluyor. Toplantı sırasında Engin Aksoy, DSL satışlarını durdurma kararını da buna bağladı:
"Bu karar, 5G gibi yeni teknolojilere yatırım yapma isteğimizin bir göstergesi. Kaynakların etkin kullanımı için eskiyen teknolojilerin güncellenmesini önemsiyoruz. Özellikle aynı teknoloji ailesinden gelen eski nesil teknolojilerin, yeni nesil teknolojilerle güncellenmesiyle hiçbir ilave kaynak tahsisine gerek kalmadan tüketiciye fayda yaratmak mümkün. Amacımız, yapılan yatırımın en son teknolojiye yapılmasının sağlanması, bu yolla da tüketicilere daha iyi hizmet sunmak. Bakır altyapıyla ilgili aldığımız kararın da bu vizyonla tutarlı bir karar olduğuna inanıyoruz.
Bizim için müşterilerimizin mutluluğu ve refahı öncelikli. Dolayısıyla, mutsuz olacakları bir ürünü satmak yerine, hizmet vermemeyi tercih ediyoruz. Onlara bakır altyapı gibi eski ve kötü deneyim sunan teknolojiler satmak istemiyoruz.
Şu anda eski teknolojileri kullanan müşterilerimizin bulunduğu yerlere yeni nesil teknolojiler geldiğinde yükseltme yapıyoruz. Önümüzdeki dönemde de buna devam edeceğiz. Bu kararımızın, yeni nesil teknolojilerin hayata geçmesi için teşvik edici bir etkisi olmasını umuyoruz. Türkiye’de müşterilerin kaliteli ürüne doğru fiyatta ulaşabilmeleri için bu tekel durumu sona ermeli. Bu durumun sona ermesi için de şu anda, imtiyazın bitiyor olmasından dolayı, bir fırsat penceresi var."
Engin Aksoy şöyle devam etti:
"Bizim sektörümüzde de bildiğiniz gibi 2025 yılında çok önemli pek çok gelişme olmasını bekliyoruz. En azından bizim ümidimiz o yönde. Bunlardan bir tanesi açıklandı; 5G.
Diğeri de bizim için çok önemli olan olan ve aslında çok uzun yıllardır dillendirdiüimiz Türkiye'deki sabit geniş banttaki tekel yapısı.
Biz bu konuda çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki yıl yani 2026’da biliyorsunuz yerleşik operatör imtiyazı konudaki imtiyazı sona erecek. Burada önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Fiber yaygınlaşamıyor. İşte 580bin kilometre fiber var. En az 2 milyon olması lazım.
Türkiye'de 26 milyon hane var diyoruz. Ama işyerleri hesaba katıldığında 40 milyon yaşam birimi var. Yani dükkân, insanların ikinci evleri filan gibi 40 milyon yaşam birimi var. Bunların yaklaşık yüzde 35-36’sında bugün fiber var. Geri kalan yüzde 65’inde ise yok. Ve bu hızla gittiğimizde de olması da çok mümkün değil. Önümüzdeki dönemde kısa dönemde olması da çok mümkün değil. Ve bunu da aslında bir şirketin yapabilmesi mümkün değil.”
Son notumuz şöyle; aldığımız kulis bilgisine göre Türk Telekom’un Ocak 2026’da bitecek olan altyapı imtiyazı için bir süredir çeşitli modeller üzerinden tartışmalar sürüyordu. Ama şimdi süre ve para olarak anlaşmaya varıldığı kaydı var. Sonrası mı? AKP iktidarının Türk Telekom’u yeniden ortaklı bir şekilde satmayı hedeflediğini duyuyoruz. Kim bilir, belki ikinci bir OTAŞ olayı ve kim bilir yine gelişmeyen bir internet. Gençliğimizin teknoloji çağında kaderi bu mu olacak?
/././
Konaklama vergisi otel facialarına merhem olabilir mi?-Murat Batı-
Bir hukuki formülasyonla konaklama vergisinin tamamı ya da bir kısmı yerel yönetimlere tahsis edilse ve yerel yönetimler de insanların daha güvenli ve sağlıklı konaklamalarını sağlamak üzere bölgesel denetim birimleri kursa ve daha da önemlisi bu sefer testi kırılmadan önlem alınsa nasıl olur?
Bolu’daki otel yangını nedeniyle 78 yurttaşımızı kaybettik. Hepimizin canı ziyadesiyle yandı. Hepsine Allahtan rahmet, sevdiklerine sabır diliyorum.
Bildiğiniz gibi yangın, bir otelde meydana geldi ve maalesef bu kabul edilemez olayın sorumluluğu konusunda herkes birbirini suçladı, Bakan ateşten bu topu Belediye Başkanına, Belediye Başkanı da Bakan’a atıp durmakta. Ancak ikisinin de anlayamadığı husus şu ki; bu sorumsuzluktan kaynaklı çocuklar ve bebekler yaşamlarını yitirdi. Konu artık adli yargıda, bakalım kim suçlanacak.
Otellerde konaklamalar nedeniyle insanlarımız, konaklama vergisi adı altında bir vergi ödemekteler. Bu vergi, 7 Aralık 2019 tarihli 7194 sayılı Kanun’la Gider Vergileri Kanunu m.34’e eklenerek getirilmişti. Adı da tam olarak konaklama vergisidir.
Bu vergiyi ihdas eden 7194 sayılı Kanun’un gerekçesinde şu ifadeler bulunmaktadır:
“Başta turizm merkezi ülkeler olmak üzere çok sayıda ülkede, ilgili ülkede veya şehirde konaklama veya turistik amaçlı verilen hizmetlerden faydalanan kişilerden, bu hizmetlerin sunulması amacıyla merkezi yönetim veya yerel yönetimlerin katlandığı kamusal maliyetlerin bir kısmının finanse edilebilmesi amacıyla, merkezi yönetim veya yerel yönetimler tarafından konaklama tesislerinin verdiği hizmetler üzerinden turizm vergisi, turist konaklama vergisi, ziyaretçi vergisi, şehir vergisi, konaklama vergisi gibi adlar altında, konaklanan gece sayısı üzerinden maktu veya verilen hizmet bedeli üzerinden oransal olarak vergi alınmaktadır. Bazı ülkelerde/şehirlerde bu vergi sadece yabancı turistlerden, bazı ülkelerde ise hem yabancı turistlerden hem de ülke içinde seyahat eden yurtiçi yerleşiklerden alınmaktadır.
Aynı amaca matuf olmak üzere, ülkemizde de bu alanı vergilendirmeye yönelik olarak, farklı ülke uygulamaları da dikkate alınmak suretiyle, vergilendirme tekniği bakımından uygulanabilir bir model geliştirilmiştir…”
Kanun gerekçesinde de görüldüğü üzere otellerin denetlenmesi ve daha sağlıklı bir şekilde hizmet sunulabilmesi için konaklayanlardan yüzde 2 oranında bir konaklama vergisi alınmaktadır. Ancak Kanun, bu vergiyi doğrudan Hazine'ye gelir kaydederek yerel yönetimlere herhangi bir pay vermemektedir. Daha basit bir ifadeyle bu vergi genel bütçeye girecek ve buradan da bakanlıklara payları verilerek bakanlıklar ile ilgili merkezi birimler, bu konaklama tesislerini bizler için daha güvenli hale getirilecekti. Örneğin "Yangın merdiveni var mı?" gibi denetimleri usulüne uygun yapacaklardı.
Ama gelin görün ki pek de öyle olmadı. Bu mevzuyu aşağıda değerlendirmeden önce isterseniz konaklama vergisinden tahsil edilen tutarlara bi’ bakalım.
Konaklama vergisi her ne kadar 2019 yılında sistemimize girse de uygulanmasına 1 Ocak 2023’te başlandı. Toplam tahsilat tutarı 2024 yılında 11 milyar 735 milyon lira, 2023’te ise 6 milyar 834 milyon liradır. 2 yılda toplamda 18 milyar 569 milyon lira tahsil edilmiş.
Bu vergi KDV hariç tutar üzerinden hesaplanmaktadır. Örneğin, bir otelin gecelik fiyatı KDV hariç 1.000 lira ise yüzde 2 konaklama vergisi (20 lira) ile yine 1.000 lira üzerinden yüzde 10 KDV (100 lira) ödenecek ve dolayısıyla da odanın fiyatı 1.120 lira (1.000 + 100 + 20) olacaktır. Konaklama vergisinin işleyişle alakalı 12 Ekim 2022’de yazdığım bu yazıya bakabilirsiniz.
2024 yılında 11 milyar 735 milyon lira konaklama vergisinden tahsilat yapıldığına göre basit bir düz hesapla yurt içinde 2024 yılında yaklaşık 657 milyar liralık otel vs harcaması olmuş diyebiliriz. Bunun kaç lirası tatil amaçlı, bunu bu verilerden çıkarmamız pek sağlıklı değil.
Ancak il bazında tahsilatlar çok az da olsa fikir verebilir kanaatindeyim.
İl bazında konaklama vergisi tahsilatı
2024 yılında il bazında konaklama vergisinden elde edilen tahsilat listesi aşağıdaki tabloda görülmektedir. En çok tahsilatın yapıldığı il 4 milyar 8 milyon 800 bin lira ile Antalya olmuştur. Ardından 3 milyar 965 milyon 403 bin lirayla İstanbul gelmektedir. 2024 yılında konaklama vergisinden elde edilen en düşük tahsilat 581 bin lira ile Gümüşhane olmuştur. Gümüşhane’yi Kırşehir ve Kilis takip etmektedir.
Bolu’dan tahsil edilen tutar ise 20 milyon 722 bin lira olmuştur.
Gelelim esasa
Bizim vergi sistemimiz genel olarak 5018 sayılı Kanun m.13/g uyarınca ademi tahsis ilkesine tabidir. Bunun anlamı toplanan vergiler Hazine'ye girer, daha sonra bütçe yapım aşamasında kurumlara/harcamalarına usulünce tahsis edilir. Toplanan vergilerin tahsil edildiği yere doğrudan harcanmasını engelleyen kuraldır ademi tahsis ilkesi.
Özetle toplanan konaklama vergileri doğrudan Hazineye girmekte, konaklama vergisinin elde edildiği yer olan otellere, turizm bölgelerine vs’ye doğrudan tahsis edilmesini engelleyen kural ademi tahsistir.
Ancak tahsisli vergiler dediğimiz uygulamalar da bulunmaktadır. T24 yazarlarından Emrah Akın bir yazısında tahsisli vergiyi şöyle tanımlamıştı:
"Mali literatürde, tahsisli vergi uygulaması belirli bazı harcamalarda kullanılmak üzere, belli ürün ve/veya hizmetlerin üzerine ilave vergi uygulanması ya da hâlihazırda tahsil edilen bazı vergi gelirlerinin bir kısmının bu harcamalara ayrılması anlamına gelmektedir."
Dünya uygulamalarına baktığımızda Kanada, Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya, Bulgaristan gibi birçok ülkede konaklama vergisi ya da aynı/benzer anlamdaki isimleriyle vergi toplanmakta ve uygulama ile denetimi yerel yönetimlere bırakılmış durumdadır.
Biz de dünya uygulamalarını inceleyip bu vergiyi tesis ettik ama sanki doğrudan hazineye gelir sağlamak için ihdas ettik bu vergiyi. Yani bu vergiyi, sadece Hazine'ye gelir sağlamak için getirdik gibi duruyor.
Tamamen sesli düşünerek şunu söylüyorum, bir hukuki formülasyonla konaklama vergisinin tamamı ya da bir kısmı yerel yönetimlere tahsis edilse ve yerel yönetimler de -kanun gerekçesinde de yazdığı gibi- insanların daha güvenli ve sağlıklı konaklamalarını sağlamak üzere bölgesel denetim birimleri kursa, birçok ülke sistemleri incelenip ona uygun bir düzenleme yapılsa ve daha da önemlisi bu sefer testi kırılmadan önlem alınsa nasıl olur?
Bu tartışmayı bu şekilde başlatmış olayım. Umarım işe yarar bir çözüm oluşur.
/././
Stargate Projesi ve Trump’ın “büyük” hedefleri -Eray Özer-
Trump, “has adamı” Elon Musk’ı kızdırma pahasına OpenAI’ın 500 milyar dolarlık devasa Stargate Projesi’ne onay verdi. Projeyle Amerika’nın yapay zeka yarışında Çin’i sürklase etmesi arzulanıyor. ABD Başkanı göreve hızlı başladı. Belli ki kafasındaki “büyük” emellere ulaşmak için kaybedecek vakti yok

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder