Resmi Gazete'de yayımlandı: Vergide yeni dönem
Finansal yatırım araçlarının vergilendirilmesi "çok kazanandan çok vergi alınması" ilkesine göre düzenlendi. Yatırım fonlarından elde edilen kazançlarda yüzde 10 olarak uygulanan tevkifat oranı, yüzde 15'e yükseltildi.
Finansal yatırım araçlarının vergilendirilmesinde düzenleme yapılırken yatırım fonu katılma paylarından elde edilen kazançlara uygulanan tevkifat oranı yüzde 15'e çıkarıldı.
Konuya ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı, Resmi Gazete'de yayımlandı.
Bugünden itibaren açılan ve vadesi yenilenen vadeli mevduat/katılma hesaplarına ödenecek faiz ve kar payları üzerinden yapılacak tevkifat oranları, 6 aya kadar (6 ay dahil) vadeli hesaplarda yüzde 15, 1 yıla kadar (1 yıl dahil) vadeli hesaplarda yüzde 12, 1 yıldan uzun vadeli hesaplarda yüzde 10 olacak.
Bu oranlar, 1 Kasım 2024-31 Ocak 2025 tarihlerinde açılan/vadesi yenilenen hesaplarda yüzde 10, yüzde 7,5 ve yüzde 5, 1 Mayıs-31 Ekim 2024 tarihlerinde açılan/yenilenen hesaplarda yüzde 7,5, yüzde 5 ve yüzde 2,5, 1 Mayıs 2024'ten önce açılan veya vadesi yenilenenlerde ise yüzde 5, yüzde 3, yüzde 0 olarak uygulanmaya devam edecek.
KUR KORUMALI MEVDUATA YÖNELİK TEVKİFAT ARTIRILDI
Eksik vergilendirilen alanların tamamlanması amacıyla kur korumalı mevduat ve katılma hesaplarından elde edilen faiz ve kar paylarına uygulanan tevkifat oranları artırılarak diğer Türk lirası mevduat ve katılma hesaplarıyla uyumlu hale getirildi.
Buna göre, bugünden itibaren açılan veya vadesi yenilenen kur korumalı mevduat/katılma hesaplarına ödenecek faizler ve kar payları üzerinden yapılacak tevkifat oranları diğer Türk lirası mevduat hesaplarına uyumlu olarak 6 aya kadar (6 ay dahil) vadeli hesaplarda yüzde 15, 1 yıla kadar (1 yıl dahil) vadeli hesaplarda yüzde 12 ve 1 yıldan uzun vadeli hesaplarda yüzde 10 olarak uygulanacak.
Bu oranlar, 1 Kasım 2024-31 Ocak 2025 tarihlerinde açılmış veya vadesi yenilenmiş hesaplarda yüzde 10, yüzde 7,5 ve yüzde 5, 1 Ağustos-31 Ekim 2024 tarihli hesaplarda yüzde 7,5, yüzde 5 ve yüzde 2,5, 1 Ağustos 2024 öncesi açılmış veya vadesi yenilenmiş hesaplarda ise yüzde 0 olarak sürdürülecek.
BORÇLANMA ARAÇLARINDAN SAĞLANAN GELİRLERE UYGULANAN TEVKİFAT DÜZENLENDİ
Makro finansal istikrarı güçlendirmek için bankalar tarafından yurt içinde ihraç edilen borçlanma araçlarından elde edilen gelirlere uygulanan indirimli tevkifat oranlarında da genel oranlara dönüldü.
Buna göre, bugünden itibaren iktisap edilen bu menkul kıymetlerden elde edilecek gelirler üzerinden yapılacak tevkifat oranı 1 yıldan kısa vadeli olanlarda yüzde 15, diğerlerinde ise yüzde 10 olacak.
Karardan önce iktisap edilmiş banka tahvil ve bonoları ile fon kullanıcısının bu bankalar olduğu varlık kiralama şirketleri tarafından ihraç edilen kira sertifikalarından elde edilen gelirler için vadelere ve elde tutma süresine göre daha önce belirlenmiş oranlar uygulanacak.
YATIRIM FONLARINDAN ELDE EDİLEN GELİRLERDE TEVKİFAT ORANI ARTIRILDI
Vergilendirmede etkinliği sağlamak ve Bakanlığın "çok kazanandan çok vergi alınması" ilkesiyle yapılan düzenlemeyle yatırım fonları için yüzde 10 olarak uygulanan tevkifat oranı, bugünden itibaren iktisap edilen yatırım fonu katılma paylarından elde edilecek kazançlar için yüzde 15 olacak şekilde artırıldı.
Karardan önce iktisap edilen katılma paylarından elde edilecek gelirlerde ise ilgili dönemlerdeki tevkifat oranları devam edecek.
Hisse senedi yoğun fonların katılma paylarından ve iki yıldan fazla süreyle elde tutulan girişim sermayesi yatırım fonu ve gayrimenkul yatırım fonu katılma paylarından elde edilen kazançlar için yüzde 0 olarak uygulanan tevkifat oranında ise değişiklik yapılmadı.
BAZI MENKUL KIYMET GELİRLERİNDE DE GENEL ORAN UYGULAMASINA GEÇİLDİ
Farklı enstrümanlar arasındaki vergi avantajlarının ortadan kaldırılması amacıyla SPK hükümlerine tabi olarak kurulan ipotek finansmanı kuruluşlarının ihraç ettiği varlığa ve ipoteğe dayalı, varlık teminatlı ve ipotek teminatlı menkul kıymetlerden elde edilen gelir ve kazançlar için geçerli olan yüzde 7,5 indirimli tevkifat oranı uygulamasına son verilerek yüzde 10 genel oran uygulamasına geçildi.
Karardan önce iktisap edilmiş bu menkul kıymetlerden elde edilecek gelirler için tevkifat oranları 1 Mayıs 2024-31 Ocak 2025 tarihlerinde iktisap edilenlerde yüzde 7,5, 30 Nisan 2024'ten önce iktisap edilenlerde ise yüzde 5 olarak uygulanmaya devam edilecek.
Devlet tahvili ve Hazine bonoları ile Hazine tarafından kurulan varlık kiralama şirketlerince ihraç edilen kira sertifikalarından elde edilen gelirlerde uygulanan yüzde 0 indirimli tevkifat oranı uygulaması sürdürülecek.
Bu kapsamda, 30 Nisan'a kadar iktisap edilen bu kıymetlerden elde edilecek gelirlere tevkifat oranı yüzde 0 olarak uygulanmaya devam edilecek.
***
“Devrimciler, oruç tutanların çok duasını almıştır!”-Berkant Gültekin-
Bazı insanların ardından konuşmak da yazmak da zordur. Çünkü onlar hayatı, biyolojik döngünün ötesinde yaşamayı başarmışlardır. Geçici bir süre konakladığımız bu dünyada, nefes alıp vermek, satın alıp tüketmenin dışında anlamlar bulmuşlar, bu kirli düzenin dayattığı bireyciliği ve bencilliği aşabilmişler, savundukları kolektif doğrular uğruna şahsi hiçbir menfaat beklemeden mücadele etmenin erdemine ulaşmışlardır. Bu yüzden onlardan geriye kalan da sadece “bireysel maceralar” değildir. Onların mazisi, herkesin, hepimizin öyküsüdür. Bu yönden ne şanslı bir toplumuz ki topraklarımız hayatı böyle onurlu yaşayan nice devrimcinin yurdu olmuştur. Bir tarafımız aydınlıktaysa hâlâ, çürüme her yanı saramıyorsa kötülüğün tüm azgınlığına rağmen, onların sayesindedir.
İşte bu insanlardan birini daha, Türkiye devrimci hareketinin en kıymetli isimlerinden Sedat Göçmen’i, İstanbul’da toprağa verdik önceki gün. Memleketin dört bir yanından binlerce kişi, ‘Fırtınalı Denizin Kaptanı’nı son yolculuğuna uğurlamak için İstanbul’a akın etti. Göçmen kimilerinin kardeşi, kimilerinin babası, kimilerinin de dedesi olacak yaştaydı. Gencinden yaşlısına devrimci kuşaklar, yoldaşlarına son görevini yapmak için buluştu. Şişli’den yürüyüşe başlayan cenaze korteji Feriköy Mezarlığı’na yol alırken, Halaskargazi Caddesi ve Kurtuluş sokaklarında, onun adını haykıran ve devrimciliğin teslim olmaz inadını yansıtan sloganlar yankılandı. Saygın yaşamına ve önemli bir parçası olduğu o ihtişamlı mücadeleye yaraşır şekilde uğurlandı Sedat abi. Ona tam da böyle bir veda yakışırdı.
Bilmeyenler, “Ne yaptı da bu kadar sevildi bu adam?” diye soranlar olabilir. Bu sorunun cevabının, bugünkü siyasi tartışmalara da katkısı olacaktır. Zira bugün siyasetin daralan ufkunu eleştirirken, halkın özne haline geldiği bir muhalefet hareketinin nasıl oluşturulabileceğinin yanıtı, biraz da geçmiş deneyimlerde saklı. Sedat Göçmen, Türkiye tarihinin en kitlesel devrimci hareketi Devrimci Yol’un Karadeniz bölgesi sorumlusuydu. Kendi anlatımına göre (Fırtınalı Denizin Yolcuları-Ayrıntı Yayınları) aslen Trakyalı olan Göçmen’e 1977 yazı sonunda verilen Karadeniz sorumluğu, bölgeyi bilmediği için başta “ürkütücü” gelmişti. Henüz 25’ine yeni girmişti ve gençlik çalışması dışında fazla bir tecrübesinin olmadığını düşünüyordu. Ne var ki arkadaşlarıyla birlikte göstereceği muazzam emeğin, Karadeniz’in pek çok noktasını onun değil, faşistler ve karaborsacıların ürkerek baktığı birer yaşam alanı haline getireceğinden o günlerde habersizdi.
Devrimci Yol’un, tıpkı birbirinden kültürel anlamda pek çok farklılığı bulunan diğer yörelerde olduğu gibi, Karadeniz bölgesinde kitleselleşmesinin en temel nedeni, ülkenin somut koşullarını esas alan özgün yaklaşımıydı. Bu yaklaşım daha önce de 1975 yılında yayına başlayan Devrimci Gençlik Dergisi ile temsil ediliyordu. Dergi hem Türkiye’nin siyasal gerçekliğine ışık tutan teorik çözümlemeleriyle gençliğin dinamizmine fikri yörünge kazandırıyor hem de var olan sorunlara lafı eveleyip gevelemeden somut çözüm önerileri getiriyordu. Sedat Göçmen’den dinleyelim: “Teori neye yarar? Pratiğin önünü açar, değil mi? Dergide pratik sorunların çözülmesine yardım eden yazılar gençlik içinde bize büyük prestij kazandırdı. Diğer grupların, Çin ve Sovyetler odaklı tartışmaları gençliğin problemlerini çözmekte rehberlik etmiyor, ‘sosyal faşist’ ve ‘Maocu bozkurt’ suçlamaları havada uçuşuyordu. Bizim yaklaşımımız, gençliğin güncel ve uzun vadeli sorunlarına çözümler bulmak, bu çözümleri kendi ürettiğimiz politikalara dayandırmaktan oluşuyordu. Bizim kulağımız ne Moskova ne de Pekin radyosundaydı!” (Syf. 57)
Devrimci Yol o dönemde, bazı örgütlerin bakışının aksine, faşist saldırıları, devleti biçimlendiren emperyalist politikaların bir uzantısı olarak görüyor ve faşizme karşı yürütülen mücadeleyi, sömürüye karşı verilen devrimci mücadelenin merkezinde konumlandırıyordu. Bu tam anlamıyla bir yaşam ve özgürlük savaşıydı. Devrimci Gençlik hareketinin büyümesi ve serpilmesi de “Öğrenim özgürlüğü ve can güvenliği” sloganı ile ant-faşist mücadele etrafında gerçekleşmişti. Göçmen şöyle diyor: “Okulu boş bırakmayacak, okuyarak meslek edinmek isteyen gençliğe yardımcı olacaktık. Bu da karşılık buldu.” (Syf. 61) Bu kavrayış, ülkede yürütülen devrimci mücadele stratejisinin de temel taşıydı. Direniş Komiteleri ile halk, faşist saldırılarına karşı yaşamına sahip çıkıyor ve mücadelenin içinde özneleşiyordu. Göçmen’in de vurguladığı üzere devrimciler “jandarmalık” yaparak halkı pasif konuma hapsetmek yerine direniş için örgütlüyordu. Faşistlerin püskürtüldüğü yerlerde ise sıra yeni yaşamın nüvelerini yeşertmeye geliyordu. İşte Fatsa bunun bir örneğiydi.
Elbette bu devrimci siyaset, korakor yürütülen anti-faşist mücadeleyle sınırlı bir pratik değildi. Halkın sorunlarını saptamak ve bunlara somut çözümler geliştirip eyleme geçmek, Karadeniz’deki hikâyenin bir başka kritik tarafıydı. 1979 yılına doğru Türkiye’de kıtlık iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştı. Sayısı azalan temel ihtiyaç ürünleri karaborsaya düşmüş ve hemen hepsi çok yüksek fiyattan satılır hale gelmişti. Bunlara köylülerin (o yıllarda köy nüfusu kent nüfusundan fazlaydı) aydınlatmada kullandığı gazyağı, yemeklerde kullanılan sıvı yağ ve şeker gibi maddeler de dahildi. Halk, ülkenin her yanında karaborsacılıktan yılmıştı. Fatsa’da devrimciler karaborsacılara karşı siyasi bir kampanya örgütledi ve bu, klasik eylem metotlarından fazlasını içeriyordu. Stokçular tek tek tespit edilerek işletmelere baskınlar düzenlendi. Yağmacılığa yeltenilmedi; stoklanan ürünler gerçek fiyattan yurttaşlara satıldı ve para tahsilatları da bizzat iş yerleri “ziyaret edilen” stokçulara yaptırıldı. Sedat Göçmen, bir stokçu basıldığında en az 300-500 kişinin ihtiyaçlarını karşılamak için sıraya girdiğini söylüyor ve yapılan işin ne denli önemli olduğunu espriyle karışık şöyle anlatıyor: “Ramazan ayında, pilav yapacakken yağ bulamayan insanlardan bahsediyoruz. Bunlar arasında polis ve zabıta eşleri de vardı. Devrimciler, oruç tutanların çok duasını almıştır!”
Yazının girişinde de ifade etmeye çalıştığım gibi, bazı insanların ardından konuşmak hayli zor. Geçmiş, daha önce de pek çok kez anlatıldı, yazıldı. Devrimcilerin bıraktığı büyük mirasa ilişkin bu basit yazıya benzer onlarca, hatta yüzlerce yazı daha yazılabilir. Mesele “bir ömür” değil zira, uzun bir “Yol” ve yol, bugün bile etrafına ışık saçmaya devam ediyor. Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu’nun Sedat Göçmen’in uğurlandığı törende yaptığı konuşmadan bir alıntıyla bitirelim: “Türkiye bu karanlıktan kurtulacaksa, bu Sedat’la birlikte yarattığımız Devrimci Yol’un ışığında olacak.”
Hoşçakal Sedat abi… Sen çalışkanlığın, fedakarlığın, içtenliğin, sıcak gülümsemen ve onurlu direnişinle daima bu halkın kalbinde yaşayacaksın.
/././
‘Üreten Türkiye’ artık patatesi de ithal ediyor-Havva Gümüşkaya-
İran’dan ithal edilen ürünlere patates de eklendi. İranlı çiftçilerin aksine Türkiye’deki üreticiler maliyetlerle boğuşurken Tarım Yazarı Kutlu, “Bu döngüden çıkmazsak, tarımsal geleceğimiz büyük tehdit altında” dedi.
Türkiye, OECD ve Avrupa ülkeleri arasında en yüksek gıda enflasyonuna sahip ülke konumunda yer alıyor. Çiftçi üretim maliyetlerinden yakınırken tüketici pahalı sebze ve meyve fiyatlarıyla karşı karşıya kalıyor. Yaz ayları, birçok üründe maliyetin altındaki alım fiyatları nedeniyle çiftçi protestolarına sahne oldu. Üretimin fazlası olan ürünlerin tarlada kalması bile fiyatları düşüremedi. Kışlık sebzelerde de fiyatlar el yaktı. Hükümet ise yerli üreticinin ürettiği ve satamadığı için tarlada kalan sebzeleri de ithal etmeye başladı.
Son açıklanan dış ticaret verilerine göre 2024 yılında sadece yaş sebze ithalatına 86,4 milyon dolar harcandı. Bu dönemde en çok İran’dan yapılan sebze ithalatı dikkati çekti. Geçen yıl İran’dan 1 milyon 64 bin dolar tutarında sebze ithalatı gerçekleştirildi.
∗∗∗
İRAN’DAN EN FAZLA İTHAL EDİLEN SEBZELER (TON):
∗∗∗
OECD ÜLKELERİ GIDA ENFLASYONU (%)
∗∗∗
MARUL DA İTHAL SARIMSAK DA
İran’dan ithal edilen ürünlerin başında ise marul, karnabahar, kırmızılahana, soğan ve sarımsak geldi. 2024 yılının tamamında 2 bin 174 ton marul, bin 763 ton karnabahar, bin 435 bin ton kırmızılahana ithal edildi.
İthal edilen ürünler arasında bu yıl üretim rekoru kıran patates de yer aldı. Üreticilerin depolarında çürümeye terk edilen patates, İran’dan en çok ithal edilen ürünler sıralamasında 555 ton ile dördüncü sırada yer aldı. Patatesin yanı sıra 151 ton da sarımsak ithal edildi.
Ayrıca, yaz aylarında çiftçilerin üretim maliyetlerini karşılamayan alım fiyatları nedeniyle tarlada kalan domatesin kurusu da İran’dan getirildi. 36 ton kurutulmuş domates ithal edildi. İran’dan yapılan sebze ithalatı toplamda 7 bin tonu aştı.
Tarım Yazarı, Ziraat Mühendisi Gazi Kutlu, dünyada sebze üretiminde dördüncü sırada yer alan Türkiye’nin İran’dan sebze ithal etmesinin utanç verici bir tablo olduğuna dikkat çekti. Kutlu, “İç piyasada fiyatlar yükseldiğinde çözümü ithalatta ararsak bu kısır döngüden çıkamayız. Dahası, İran’da tarımsal girdi maliyetleri oldukça düşük. Gübre, ısınma, işçilik ve nakliye gibi temel giderlerin bize kıyasla beşte bir oranında daha ucuz olduğu bu ülkeden ithalat yapmak, kendi çiftçimizi ve sanayicimizi baskı altına alırken İranlı üreticileri desteklemek anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.
HERKES ÇİFTÇİSİNİ KORUYOR
Kutlu, üretimde düşük maliyet avantajına sahip olan İran’ın gelecekte dünya sebze piyasasında daha etkin bir konuma gelebileceğini belirtirken, “Peki, biz o zamana kadar nasıl bir hazırlık yapacağız?” diye sordu. “Bugün hububat, baklagiller, yağlı tohum ve endüstri bitkilerini ithal eden Türkiye’nin yavaş yavaş sebze ithalatçısı konumuna gelmesi, tarımsal geleceğimiz açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor” diyen Kutlu, şu ifadeleri kullandı: “Gerekli önlemler alınmazsa ilerleyen yıllarda durum daha da kötüleşecek. İthal edilen ürünlere baktığımızda, tamamının ülkemizde üretilebilen sebzeler olduğunu görüyoruz. Tüm ülkeler kendi çiftçisini korurken Türkiye’nin de üreticisini desteklemesi şart!”
***
AİHM'in 2024 yılı raporu açıklandı: 60 bin davanın 21 bini Türkiye'den
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2024 yılı istatistiklerine göre, 2024 yılında yapılan 60 bin 350 başvurunun 21 bin 600'ünün Türkiye’den olduğu tespit edildi.
AİHM’in 2024 yılına ilişkin istatistiklerin yer aldığı yıllık rapor dün açıklandı.
Rapora göre yıl boyunca Mahkeme, 36 bin 800’den fazla başvuru hakkında karar verdi. Raporda, “Mahkeme 10 bin 829 başvuru hakkında karar vermiş olup bu başvuruların 10 bin 241’i üç yargıçtan oluşan komiteler tarafından, 22 bin 200’den fazla ise tek yargıçlı oluşumlar tarafından karara bağlanmıştır” ifadesine yer verildi.
Mahkeme önünde bekleyen 60 bin 350 dava olduğu ancak bunda 2023 ve 2022 yıl sonu rakamlarına kıyasla sırasıyla 8 bin 100 ve 14 bin 300’lük bir düşüş kaydedildiği belirtildi.
Bekleyen başvuruların yaklaşık dörtte üçünün beş ülkeyi ilgilendirdiği kaydedilen raporda, “En yüksek dosya sayısına sahip ülke yaklaşık 21 bin 600 başvuruyla Türkiye, onu yaklaşık 8 bin 150 başvuruyla Rusya, yaklaşık 7 bin 700 başvuruyla Ukrayna, ardından 3 bin 850 başvuruyla Romanya ve 2 bin 600 başvuruyla Yunanistan takip ediyor. Yaklaşık 13 bin 400 adet bekleyen öncelikli başvuruların yüzde 80’i de Türkiye, Ukrayna, Rusya, Romanya ve Yunanistan’dan geliyor” ifadelerine yer verildi.
BİR ÖNCEKİ YILA GÖRE DÜŞÜŞ KAYDEDİLDİ
Raporda, bir önceki yılın verilerinin karşılaştırmasına da yer verildi. Buna göre 2023 yılında mahkemede bekleyen dava sayısı 68 bin 450 iken 2024 yılında bu sayı 60 bin 350’ye düştü. 2023 yılında 34 bin 650 dava kayda alınırken 2024 yılında 28 bin 800 başvuru kayda alındı.
73 BAŞVURUNUN 67’SİNDE EN AZ BİR İHLAL
Mahkemede Türkiye’den bekleyen 21 bin 613 başvuru var. 2024’teki toplam 73 yargılamadan 67’sinde en az bir ihlal söz konusuyken beş tanesinde ihlal kararı verilmedi. Toplam 77 ihlal kararı verildi. Bir başvuru ise 'dostane' çözüm ile sonuçlandı.
İki yaşam hakkı ihlali kararı verilirken, iki başvuruda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 2.madde kapsamında etkili soruşturma eksikliği kararı verildi. Bir başvuruda insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele kararı verilirken, iki başvuruda 3. madde kapsamında etkili soruşturma eksikliği kararı verildi.
Dört başvuruda şartlı ihlaller kapsamından karar verilirken 19 başvuruda özgürlük ve güvenlik hakkı ihlali tespit edildi. 13 başvuruda adil yargılanma hakkı ihlali söz konusu iken bir başvuruda yargılama sürecinin ihlali kararı verildi. Dokuz başvuruda özel hayata ve aile hayatına saygı ihlali söz konusu iken bir başvuruda düşünce, vicdan ve din özgürlüğü ihlali tespit edildi.
15 başvuruda ifade özgürlüğü ihlali saptanırken altı başvuruda toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ihlali söz konusuydu. Bir başvuruda ise mülkiyetin korunması hakkının ihlal edildiği tespit edildi.
***
Vali Serdengeçti suç mahallinde!-İsmail Arı-
Giresun Valisi, Harşit Vadisi’ni katleden AKP Milletvekili Alagöz’ün madenini ziyaret edip kaçak kimyasal atık havuzu önünde fotoğraf çektirdi.
Giresun Doğankent’e bağlı Çatalağaç Köyü’nde yaşayan yurttaşlar yaklaşık üç yıl su kaynakları kirletip çevreyi katleden AKP Iğdır Milletvekili Cantürk Alagöz’ün “kurşun, çinko ve bakır” madenine karşı mücadele ediyor. Ancak Giresun Valisi Fatih Serdengeçti, 28 Ocak’ta çevreyi ve suları kirlettiği defalarca belgelenen madeni ziyaret etti.
Vali Serdengeçti, sosyal medya hesabından maden ziyaretinin fotoğraflarını paylaşarak “Alagöz Maden Doğankent tesislerinde tetkiklerde bulunarak şirket yetkililerinden yürütülen çalışmalar hakkında bilgiler aldık. Çevresel sorumluluk bilinciyle ekolojik dengenin sürdürülebilirliğini, doğal yapılara zarar verilmemesini ve çevre dostu madencilik anlayışını fevkâlade önemsiyor ve takip ediyoruz” dedi.
Vali Serdengeçti kaçak kimyasal atık havuzunun önünde fotoğraf çektirdi. BirGün, maden şirketinin tamamen dolan ve taşma aşamasına gelen atık havuzunu iş makineleri ile çevreye boşalttığını ve ayrıca kaçak olarak bir atık havuzu daha yapıldığını ortaya çıkarmıştı.
KAÇAK ATIK HAVUZU YAPTI
Alagöz Maden, 30 Ekim 2023 tarihinde “Madenin kapasite artışı ve yeni bir atık depolama alanı yapmak için” Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) başvurusu yaptı. Şirket ÇED başvurusu karara bağlanmadan kaçak olarak atık havuzunu inşa etti. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın madenin çevresindeki su kaynaklarından 18 Nisan 2024’te aldırdığı numunede bölgedeki Derin Dere’nin maden faaliyeti nedeniyle kirlendiği tespit edildi. 2872 Sayılı Çevre Kanunu’na dayanılarak Alagöz Maden’e 464 bin 585TL idari para cezası kesildi. BirGün’ün ulaştığı ceza tutanağında, “Yapılan uygulamalar ve tespitler sonucunda, tesis sahasına ulaşan yüzeysel suların (dere) maden faaliyeti nedeniyle değişerek atık su vasfını kazandığı tespit edilmiştir” ifadeleri yer aldı.
***
Sedat Abi ve ambulanstaki çocuklar -L. Doğan Tılıç-
Perşembe günü İstanbul sokaklarını dolduran binlerce insan, yol kenarlarında şaşkınlıkla izleyen, kimi gözleriyle kimi de sözleriyle destekleyen, işinde gücünde ya da işsizliğinde gidip gelen vatandaşların arasından, Fırtınalı Denizin Kaptanı’nın ardından yürürken, o sokaklar da epeydir duymadığı sloganlarla çınladı. Kadın erkek her yaştan ama çoğunluğu ben yaşta insanların haykırdığı sloganlarla!
Kalabalığın çoğunun “Sedat Abi”siydi kaptan. O beni Samsun’da lise öğrencisiyken Doğan olarak tanımıştı, ben henüz onu Sedat Göçmen olarak tanımadan. Ardından konuşanların çoğunun seslendiği gibi benim de “Abim”di.
Ona vedaya giderken, göğsümün üzerinde bir ağırlık, içimde tarifsiz bir acı vardı. Ambulans içinde ağlamaklı gözler ve “Ölseydim de duymasaydım” diyeceğiniz bir sesle hastaneye götürülmemek için yalvaran çocuğun acısı. Giderken duysaydı, mutlaka Sedat Abi’nin de ağır bir yük olarak omuzlayacağı ambulanstaki çocukların acısı!
Geçen haftanın haberiydi. 8, 6 ve 2 yaşındaki çocuklarını bir yoksul gecekonduda bırakıp, lokmalarını kazanmak için gitmişti anneleri. Antalya’daki iki katlı gecekondularında yangın çıktı. Duman ve alevler arasında kalan üç çocuk çevredekilerin ve itfaiye ekiplerinin çabalarıyla kurtuldu.
Ambulanstaki çocuklardan biri hastaneye götürülmemek için yalvarıyordu: “Annemin parası yok ama!”
Çok “Kahrolsun” sloganları attık ya Sedat Abi, seninle ve senin ardından yürürken geçen gün. İşte, yangından kurtulan bir çocuğa “Annemin parası yok ama!” dedirterek hastaneye gitme korkusu yaşatan düzen kahrolsun!
Ardından konuşan arkadaşların geride bıraktığın izlerin altını çizdiler. Özellikle Karadeniz’deki silinmez izlerinin. Feray Aytekin Aydoğan, “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir” dediğini, Karadeniz’de cami onartmaktan Fatsa hikayesini yaratmaya emeğini akıttığın işleri anlatırken, bir de “Gümüşhane’de yoksul çocuklar için patates ekmek”ten de söz edince ambulanstaki çocukların acısı büyüdü içimde.
Devrimciliği aynı zamanda yoksul çocuklar için patates ekmek, düşlediği toplumun ilişkilerini bugünden kurmak ve yaşamak olarak anlayan sen, giderken memlekete baktıysan yukarıdan mutlaka “Kurtuluş yok tek başına …”, “Omuz omuza” diye de haykırmışsındır.
Dün, İstanbul’un milyonlarca oy almış belediye başkanı hakkında açılan absürt bir soruşturma nedeniyle ifade verirken, destek için toplananlara gaz sıkıldı. Biliyorsun; sen giderken de gazeteciler, belediye başkanları, sıradan vatandaşlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu. İdeolojik olarak birbirlerinden çok farklı insanların salt iktidarı eleştirdikleri için aynı zulmü yaşadığı günlerdeyiz.
Bu “zulüm” lafı bana ait değil ama, AKP kurucusu Hüseyin Çevik de “Mazlumduk zalim olduk”, “Parti devletleşti, devlet partileşti”, “bir parti devleti ve onun militan yargısı var” dedi, inanır mısın?
Senin hayallerindeki ülke bu değil, biliyoruz. Senin hayallerini biliyoruz, çünkü onlar bizim de hayallerimiz. Her bir yurttaşının eşit ve özgür, karnı tok sırtı pek yaşadığı ülkeye ulaşma yolculuğu bizimkisi.
Hep birlikte, el ele, omuz omuza yürümekten, birbirimizin eksiklerini kapatarak ilerlemekten başka da yol yok oraya çıkacak. Çocukların “Annemin parası yok ama!” diyerek hastaneye gitmekten korkmalarına bir daha asla tanık olmamak için!
Arkadaşın Cumhur Özdemir, “Bir hayat daha olsa ben yine yanımda Sedat’ı isterim” dedi ya Abi, o ambulanstaki çocuklar da, eğer tanısalardı seni, hep yanlarında ol isterlerdi. Hastanesine gitmekten korkmadıkları bir ülke için…
/././
İsmet Zeki ve sözcükleri -Attila Aşut-
78 yıllık ömrünü “üreterek tüketen” değerli araştırmacı, yazar ve çevirmen İsmet Zeki Eyuboğlu’nun doğumunun 100. yılındayız. 20 Ekim 1925 tarihinde Trabzon / Maçka’da doğan İsmet Zeki, ünlü Eyuboğlu ailesinin seçkin bir üyesidir. Ben de meslek yaşamıma, 1957 yılında Trabzon’da, onun Yazı İşleri Müdürü olduğu Hâkimiyet gazetesinde başlamıştım. Bu çalışkan ve üretken kalem, 2003 yılından beri aramızda değil. Ama arkasında öyle zengin bir yazınsal kalıt bıraktı ki yıllar geçse de adı unutulmayacak…
Bursa’da yayımlanmakta olan Sarmal Çevrim dergisi, İsmet Zeki Eyuboğlu’nun yüz yıla yayılan emeğini Ocak-Şubat 2025 sayısında kapsamlı bir dosyada değerlendirdi. Bu dosyaya katkıda bulunan yazarlardan Dr. Mustafa Duman’ın araştırmasına göre, İsmet Zeki Eyuboğlu’nun 28’i çeviri, 94’ü telif olmak üzere tam 122 kitabı bulunuyor. Hepsi birbirinden değerli olan bu yapıtlar arasında biri var ki köşemizin bağlamı açısından adını mutlaka anmamız gerekiyor: Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü. İsmet Zeki, on bir yılda tamamlamış bu sözlüğü. İlk baskısı 1988 yılında Sosyal Yayınlar’dan çıkmış. Ama ustamız durmamış, birkaç yıl daha çalışarak derlemesini yeni sözcüklerle zenginleştirmiş. Bu sözlüğün genişletilmiş ve güncellenmiş en son baskısının da 2022 yılında Say Yayınları’ndan çıktığını belirtelim.
∗∗∗
Tam da İsmet Zeki üstüne yoğunlaştığım günlerde, kalbimi okumuş gibi, değerli ozan kardeşim Mustafa Demircioğlu’ndan “Çok Güzel Sözcükler” başlıklı bir ileti aldım. Demircioğlu, İsmet Zeki’nin Vergilius çevirisinde kullandığı öz Türkçe sözcüklerden örnekler vererek şöyle diyordu:
“Merhabalar değerli Attila Bey,
Bugünlerde okumakta olduğum Vergilius’un Aeneas isimli destansı kitabında sizinle paylaşmak için not ettiğim öyle güzel sözcüklerle karşılaştım ki anlatamam! Çeviren, İsmet Zeki Eyuboğlu. Bunları -kullanıldığı cümleleri de göstererek- sizinle paylaşıyorum:
Dolundu: ... dolundu gözleri, gömüldü uykuya.
Beğenç: Troyalı delikanlılar beğençle, sevgiyle bakarlar.
İçirik: Sulara içirikleri, arınmış şarap serperim adınıza.
Sarsınç: Bu sarsınç söylentiyle kral, kızınca dedi ki:
Savunak: Ne savunaklar, gelecek savaşa karşı girişimler.
Bunlardan “içirik” (Yatak doldurmaya yarayan yün, pamuk, kıtık vb. şeyler.) ve “savunak” (Savaşta arkasına sığınılarak düşmana ateş açılan toprak yığını.), Dil Derneği sözlüğünde yer alıyor ama diğerleri yok. Değerli çevirmen, bu sözcükleri kendisi mi buldu yoksa eskiden bir süre kullanıldı da tutmadı mı bilmiyorum.
“Savunak, dolundu, içirik”… Öyle hoş geldi ki kulağıma. Elbette “sarsınç” ve “beğenç” de…
Işıklar yoldaşı olsun İsmet Zeki Eyuboğlu’nun. Selamlar.”
Mustafa Demircioğlu’na teşekkür ediyorum. Yeri gelmişken onun bendeki şiir kitaplarını da anmak isterim: Sus Kuşları (2018), Gün Işığı Soneleri (2021), Leyla Gazeli (2023).
HAFTANIN NOTU
Nereye gidiyoruz?
Ekonomik ve siyasal açıdan sıkışan Saray rejimi, boyun eğmeyenlere karşı topyekûn bir saldırıya geçti. İktidar, ülkede “metal fırtına” estiriyor! “FETÖ” günlerinde yaşıyor gibiyiz! Siyasetçiler, belediye başkanları, sanatçılar, avukatlar, akademisyenler, gazeteciler iktidarın hedefinde. Her sabah akıl almaz operasyon haberleriyle uyanıyoruz...
Ne oluyor? Nereye gidiyoruz?
Hafta içinde Halk TV’nin beş çalışanı gözaltına alındı. 30 saatlik gözaltı işleminin ardından Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Gerekçe, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kameralar önünde eleştirdiği bir bilirkişiyle yapılan görüşmenin yayımlanması…
Haberin öznesiyle yapılan görüşmenin kamuoyuna aktarılması ne zaman suç sayılmaya başlandı? Gazetecinin, haberin taraflarıyla konuşup onlara söz hakkı tanıması evrensel bir basın ilkesidir. Halk TV de suçlanan bilirkişiye yanıt hakkı, kendini savunma hakkı tanımış. Bunu yapan basın kuruluşu suçlanmaz, yalnızca takdir edilir. Bilmeyenlere anımsatalım: Mesleğimizin büyük ustası Abdi İpekçi’nin habercilikte en duyarlı olduğu konu da karşı tarafa söz hakkı tanınmasıydı…
Bu olayda adı geçen bilirkişi adeta “devlet koruması”na alındı! Adını anmak neredeyse suç sayılacak! Neden? Bilirkişiler “dokunulmaz” kişiler midir?
Bir de şu var: Barış Pehlivan, başına silah dayayarak mı konuşturmuş bu kişiyi? Kendisini arayan gazeteciyle özgür iradesiyle konuşmamış mı? Sözlerinin yayımlanmaması konusunda bir istekte bulunmadığına göre nedir şimdi bu “etik” tartışması? “Kamu yararı”nın olduğu yerde böyle gerekçelere sığınılamaz!
Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun başındaki zat, hiç vakit yitirmeden sahneye çıkıyor; haber öznesiyle yapılan konuşmayı “gizli görüşme” sayıyor ve inceleme başlattığını açıklıyor! Kamu görevlisi olan bu zat, yandaşlıkta sınır tanımıyor! Gazeteciyle haberin öznesi arasındaki konuşma nasıl “gizli” olabilir?
Tarih önünde bir çift sözümüz de Fatih Portakal’a: “Türkiye şartlarında gazetecilik” diye bir kavram yoktur. Mesleğimize böyle bir ölçüt ve sınır getirenler ancak “majestelerinin gazetecisi” olabilir!
Bütün bu hukuksuzluklar bir gün sona erecek ve herkes yaptıklarıyla anılacak!
Suat Toktaş’a ve ağır baskı koşullarında görev yapan namuslu, cesur yürek tüm meslektaşlarımıza selam olsun!
/././
Halkın talana karşı 6’ncı zaferi-Aycan Karadağ-
Menderes ve Seferihisar’da planlanan JES, RES ve GES projelerine karşı çıkan yurttaşlar, altıncı kez açtıkları davayı kazandı. Mahkeme, projelerin ekolojik dengeyi bozacağı gerekçesiyle ÇED olumlu kararını iptal etti.
İzmir’in Seferihisar ve Menderes ilçelerinde enerji projelerine karşı verilen hukuk mücadelesi yeni bir zaferle sonuçlandı. Jeotermal enerji santralı (JES), rüzgar enerji santralı (RES) ve güneş enerji santralı (GES) projeleri için verilen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu kararı mahkeme tarafından iptal edildi.
Orhanlı Vadisi’nde 5 yıldır enerji projelerine karşı mücadele eden bölge halkı, daha önce de bu projelere karşı açtıkları 5 davayı kazandı. Küçük Menderes Enerji Petrol Jeotermal Maden Elektrik Üretim şirketi tarafından revize edilerek yeniden sunulan proje için İzmir Büyükşehir Belediyesi, 98 kişi ve 5 kurum tarafından dava açıldı.
VADİMİZİ SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ
İzmir 5. İdare Mahkemesi’nde görülen davada, bilirkişi raporlarına dayanarak ÇED raporlarının eksik ve yetersiz olduğuna hükmedildi. Kararda, endemik ve nadir bitkilerin korunmasına yönelik önlemlerin yetersiz olduğu, kuş gözlemlerinin uzmanlar tarafından yapılmadığı ve proje sahasının önemli bir göç yolu üzerinde bulunmasına rağmen ekolojik etkinin göz ardı edildiği vurgulandı. Ayrıca, flora ve fauna üzerindeki olası zararların yeterince incelenmediği ve bölgenin biyolojik çeşitliliğine yönelik önlemlerin eksik olduğu belirtildi.
Kararın ardından açıklama yapan Orhanlı Köyü Derneği, vadilerine yapılmak istenen enerji projelerine karşı açtıkları altıncı davayı da kazandıklarını belirtti. Açıklamada, “22 jeotermal sondaj kuyusu, jeotermal enerji santralı, rüzgar ve güneş enerji santralı projeleri mahkeme kararıyla iptal edildi. ÇED dosyasında yer alan bilgilerin yanlış olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bu karar, Orhanlı Vadisi’nde yaşayan tüm canlıların yaşam hakkını korumuştur. Vadimizi savunmaya devam edeceğiz” denildi.
***
Diyanet ekibinin Köln çıkarması -Mustafa Bildircin-
Dev bütçesi ve israf harcamalarıyla tartışılan Diyanet’in, kalabalık yurtdışı ziyaretlerine bir yenisi daha eklendi. Hadislerle İslam isimli eserin Almanca çevirisinin Köln’de gerçekleştirilen tanıtımına Diyanet, beş kişilik heyetle gitti.
12-23 Nisan 2024 tarihleri arasına üç ülke sığdıran ve İtalya, Irak ve Suudi Arabistan’ı ziyaret eden Ali Erbaş'ın başkanlığındaki Diyanet İşleri Başkanlığı, Tasarruf Tedbirleri Genelgesi’ni kâğıt üzerinde bırakan yeni bir yurt dışı gezisine daha imza attı. Makam araçları, beş yıldızlı otel toplantıları ve yurtdışı gezileri ile tartışılan Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslam isimli eserin Köln’deki tanıtım programı için Almanya’ya çıkarma yaptı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, hemen her yıl yüz binlerce lira harcayarak yeni baskısını yaptırdığı Hadislerle İslam isimli eseri Almanca’ya çevirtti. Ocak 2025’te, “Der Islam-Aus den Überlieferungen” ismiyle yeni baskısı yapılan eser için Almanya'da bir tanıtım programı düzenlendi.
HEYETTE YOK YOK
Köln DİTİP Genel Merkezi’nin sergi salonunda düzenlenen tanıtım programına Türkiye'den giden kalabalık bir heyet de katıldı. Heyette Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Huriye Martı da yer aldı. 17 Mayıs 2024 tarihinde yürürlüğe giren Tasarruf Tedbirleri Genelgesi’nin, “Yurt dışı faaliyetlerinde görev süresi ve görevli sayısı asgari seviyede tutulacaktır” hükmüne karşın heyet, DİB Dini Yayınlar Genel Müdürü Cafer Tayyar Doymaz, DİB Dış İlişkiler Genel Müdürü Mahmut Özdemir, DİB Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü Yurtdışı Türkler Daire Başkanı Ramazan Ilıkkan ve DİB Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü Yabancı Dil ve Lehçelerde Yayınlar Daire Başkanı Fatih Karazeybek'ten oluştu. Seyahatin Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden mi yoksa Diyanet İşleri Türk İslam Birliği bütçesinden mi karşılandığı öğrenilemedi.
Türkçesi yedi ciltten oluşan eserin Almanca çevirisinin beş yıllık bir sürede tamamlandığı bildirildi. Çevirinin 2018 yılında başladığı ve çeviri ekibinin dokuz kişiden oluştuğu belirtildi.
TANITIMDAN AÇILIŞA
Hadislerle İslam’ın Almanca çevirisinin tanıtımı için Köln'e giden heyet, kentte bulunan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin, “Gelenekten Geleceğe Türk İslam Sanatları” sergisinin açılış törenine de dahil oldu. Heyete açılışta, TDV Kadın, Aile ve Gönüllülük Hizmetleri Müdürü Hatice Kahyaoğlu da eklendi ve kişi sayısı altıya çıktı.
∗∗∗
FAHİŞ YOLLUK GİDERİ
Yurtdışı gezileri ile gündeme gelen Diyanet’in, “Yolluk” harcamalarının büyüklüğü de dikkati çekiyor. Başkanlığın Ocak 2023-Haziran 2024 dönemini kapsayan bir buçuk yılda gerçekleştirdiği yurt içi ve yurtdışı seyahatler için personele yaptığı yolluk ödemesi, 516 milyon 489 bin TL ile ifade ediliyor.
***
Çözüm süreci tıkandı mı?-Nurcan Bilge Gökdemir-
İktidar ile Kürt hareketinin, 1 Ekim’deki tokalaşma ile başlayan ve ismi hâlâ konulmayan sürecin ilerleyebilmesi Rojava konusundaki gelişmelere bağlı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin TBMM’nin yeni yasama yılına başladığı 1 Ekim günü DEM Parti milletvekillerine elini uzatması ile başlayan sürecin üzerinden dört ay geçti. Bu arada sürecin adı üzerinde bile uzlaşma sağlanamadı. Taraflar kamuoyuna yansıyan ve siyahla beyaz kadar birbirinden uzak olan talepleri konusunda bir noktaya gelemedi.
İktidar, “PKK silah bıraksın” derken Kürt siyaseti “Demokratik değişim ve dönüşüm” dedi. Dört ayın sonunda gelinen aşamada ise bir ilerleme olmadığı görüşü genel kabul görürken “Süreç bitti mi ?” soruları da soruluyor.
Bahçeli’nin DEM Parti milletvekillerinin ellerini sıkmasının ardından süreç hızlı başladı. İmralı Cezaevi’nde bulunan Abdullah Öcalan‘ın muhatap alınması talebi iktidardan karşılık bulunca 4.5 yıl sonra adaya ziyaretler yapıldı. “Aile ziyareti” kapsamında yeğen Ömer Öcalan, sürecin yürütücüleri olarak da DEM Parti Milletvekilleri Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan’ı ziyaret etti. Ziyaretler bağlamında açıklamalar yapıldı ve açıklamalar genellikle tek taraflı oldu. İmralı Heyeti ve Kürt siyasetinin temsilcilerinin açıklamaları birbirini kovalarken iktidar daha çok sessiz kalmayı tercih etti.
İktidarın açıklamaları MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantılarında yaptığı konuşmaların ötesine geçmedi. “Erdoğan süreci sahiplenmiyor” değerlendirmeleri arttıkça da Erdoğan bir iki cümle söyledi ama bunlar da özü itibarıyla tehdit kokan, üstenci açıklamalar oldu.
‘ZİYARET TRAFİĞİ TAMAMLANDI’
Heyetin iki ziyaretinden sonra üçüncü ziyaret beklenirken AKP Sözcüsü Ömer Çelik’ten sürpriz açıklama geldi. DEM Parti’nin İmralı tecridinin kaldırılması talebini karşılamak bir yana Çelik, "Ziyaret trafiği tamamlandı. Bundan sonra beklenen terör örgütünün tasfiye edilmesiyle ilgili çağrının ortaya çıkması" dedi. Bu yanıt doğal olarak sürecin bitip bitmediği sorularına yol açtı. Taraflardan sürecin bitmediği açıklamaları gelse de Ankara’ya hâkim olan görüş, sürecin şimdilik donduğu yönünde. “Silah bırakma çağrısı”na endekslenen iktidar beklentisi karşılanana kadar en azından kamuoyu önünde sürece ilişkin bir temasın yürütülmesi beklenmiyor. Bu arada İmralı’daki gayri resmi görüşmelerin sürdüğü ancak adaya gidiş gelişler şeklindeki bir trafiğe şimdilik tanık olunmayacağı ifade ediliyor.
Kürt hareketi tarafından gelen İmralı tecridinin kaldırılması, Öcalan’a rahat çalışacağı bir ortamın sağlanması, kayyum politikasından vazgeçilmesi, güvenlikçi söylemler içeren, düşmanlaştırıcı dilin terk edilmesi ve Rojava’daki operasyonların sona erdirilmesi talepleri karşılanmadı. Bunların karşılanacağına ilişkin en küçük bir emare de yok. İktidar bugüne kadar sadece İmralı ziyaretlerine izin verdi şimdi bundan da vazgeçtiğini duyurdu.
RACON KESİYORLAR
Tabanlarında var olan barış özlemini dillendiren Ömer Öcalan da gelinen aşamada, iktidardan gelen açıklamaların sürece zarar verdiğini belirterek “Bu negatif dil terk edilmeli” çağrısı yaptı.
Kürt hareketinin tabanında sürece yönelik kuşkular bulunduğu ve iktidarın bunları gidermeye dönük hiçbir adım atmadığı da bir gerçek. Ömer Öcalan’ın açıklamasında buna yönelik de ifadeler yer aldı, “Sert, ötekileştiren, racon kesen, siyasetin ve barışın diline aykırı bir dil kullanıldığı zaman insanlara inandırıcı gelmez. İnsanlarda bir kaygı var, gerekçesi de budur” dedi.
Ömer Öcalan, iktidardan gelen ve “Silah bırakma” dan öteye gitmeyen yaklaşıma da “Önce silahı ortaya çıkaran sebepler ortadan kaldırılmalı. Aşırı ısrar, arabayı atın önüne koyan yaklaşımlar, yapılması gerekeni en başta söylemek, en başta söylenmesi gerekeni zamana yaymak yaşanabilecek gelişmelere zarar verir” karşılığını verdi.
YÖNETİCİLER CİDDİYETSİZ
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan da bir basın toplantısı düzenleyerek benzer açıklamalarda bulundu. Herkesin savaşın bitmesini beklediğini aktaran Doğan, süreçte yaşanan sıkıntıları gösteren şu ifadeleri kullandı:
“Çağrı yapılması bekleniliyor ve herkes savaşın bitmesini istiyor. Silah yöntem olarak kullanılmasın, buna ihtiyaç duyulmasın, bunun nedenleri ortadan kaldırılsın diyoruz. Sayın Öcalan mesajlarını DEM Parti İmralı heyeti aracılığıyla kamuoyuyla paylaştı. Ekim’den bu yana aylar geçti. Sayın Bahçeli sürekli çağrılarını yeniliyor. Sayın Bahçeli ‘Tüm samimiyetimle bu çağrının gelmesini bekliyorum’ diyor. Tüm samimiyetimizle ve açıklığımızla hazır olduğumuzu söylüyoruz. Sayın Öcalan da aynı şeyleri söylüyor. Ama ülkeyi yönetenler adım atmıyorlar. Ülkeyi yönetenler sorumluluk almıyor ve ciddiyetle yaklaşmıyorlar.”
Doğan’ın basın toplantısında sorduğu “Devlet hazır mı?” sorusu aslında Cumhur İttifakı’nın yaklaşık 50 yıldır süren çatışma sürecini sona erdirme konusundaki samimiyeti ile ilgili kuşkuların bir ifadesi oldu.
RAHATSIZLIK BÜYÜYOR
Gelinen aşamada bilindik anlamda bir çözüm iradesinin iktidar tarafından ortaya konulacağı umutları oldukça zayıfladı. Ancak Kürt siyasetini bekleyen daha ciddi bir sorun orta yerde duruyor. Bir süredir var olduğu bilinen görüş ayrılıkları son süreçte daha da arttı. Kürt hareketinden birbirinden çok farklı görüşler dillendirildi. Barışın sağlanmasını herkesten daha çok istediği tartışılmaz olan bölge insanı, etkili isimler ve bazı gruplar iktidarın negatif tutumundan duydukları rahatsızlığı dillendirip, AKP-MHP ortaklığının samimiyetini yüksek sesle sorguluyor.
DEM PARTİ TABANA GİDİYOR
Bu görüş ayrılıklarını gidermek, olabildiğince ortak bir noktada buluşabilmek, bundan sonra izlenecek yolun ortaklaşa belirlenmesini sağlayacak bir süreç yürütülecek. “Toplumsal Barış ve Özgürlük Buluşmaları” adı altında bu hafta sonu başlaması planlanan bu görüşmelerde barış ve çözüm arayışı toplumsallaştırılmaya çalışılacak. Parti yöneticileri ve milletvekilleri bölge illerinin tamamında yapacakları toplantılarda halkta var olan endişeleri gidermeye çalışırken bundan sonra olumlu ya da olumsuz ortaya çıkacak duruma karşı tabanı konsolide etmeye çalışacak.
ROJAVA BELİRSİZLİĞİ
İktidar tarafı Kürt hareketi için kırmızı çizgi olan Rojava konusunda şimdilik farklı bir tutum takınmayı planlamıyor. Bu konuda başta ABD olmak üzere bölgedeki aktörlerin tutumunun belirleyici olması dolayısıyla şimdilik beklemeyi tercih etmek zorunda kalıyor. Bu arada operasyonlar da sürüyor.
Suriye Demokratik Güçleri Komutanı Mazlum Abdi’ye dayandırılarak verilen bir haberde Öcalan’ın 15 Şubat’ta çağrı yapacağı aktarılsa da henüz bunun sağlanacağı bir zeminin oluşmadığı görüşü ifade ediliyor. Abdi de "Rojava ve Suriye'nin kuzeydoğusuyla ilgili bir şeyler olacağını düşünüyoruz" diyerek süreçteki kilit konuyu dillendiriyor.
Bundan sonrasını Türkiye’nin çoğunlukla etkisiz aktör olduğu Ortadoğu’daki gelişmeler belirleyecek. Rojava kilidinin açılıp açılmaması sürecin kaderinde etkili olacak.
/././
Cumartesi Anneleri 1036. haftada, Bucak aşiretinin kaçırdığı Bedirhan Tüysüz'ün akıbetini sordu
Cumartesi Anneleri, 1036. hafta buluşmasında, 46 sene önce Bucak aşireti tarafından kaçırılan Bedirhan Tüysüz için adalet çağrısı yaptı.
Fotoğraf: @CmrtesiAnneleri /Twitter (X)
Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek için Galatasaray Meydanı’nda 1995 yılından beri oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri bu hafta da meydandaydı.
Kayıp yakınları, 46 yıl önce Bucak aşireti tarafından kaçırılan Bedirhan Tüysüz'ün akıbetini sordu.
Cumartesi Anneleri'nin 1036'ncı hafta buluşmasında, Bedirhan Tüysüz'ün oğlu M. Emin Tüysüz, gönderdiği mektup okundu.
"DEVLET YANLISI ÇETELERİN HEDEFİNDEYDİ"
Mektupta şu ifadeler yer aldı:
"Babam Bedirxan Tüysüz ve onun gibi binlerce kaybedilen insanımızın anısına... 1979 yılında Hilvan - Siverek çatışmalı döneminde kaybettik. Suçu neydi diye sorulursa halkına, insanına karşı ihaneti kabullenmeyip boyun eğmeyişiydi. Bu yüzden devlet yanlısı çetelerin hedefindeydi. Bir gün büyük bir çete grubunun baskınıyla evinden alınarak götürüp kayıplara eklendi. O günden bu güne hak, hukuk, adalet arayışımız bir sonuç vermedi ama yılmadık umudumuzu koruduk çizgimizden, duruşumuzdan ödün vermeden mücadele ettik ve insan hakları mücadelemize devam edeceğiz. Kayıplarımıza, halkımıza sözümüzdür bu ülkeye, bu topraklara hak, hukuk ve adalet sağlanıncaya kadar mücadelemiz devam edecektir. Bu yolda mücadele eden ve direnenlere selam olsun..."
Galatasaray Meydanı'nda bir araya gelen kayıp yakınlarının bu haftaki açıklamasını Ümit Efe okudu.
Açıklamada öne çıkan başlıklar şöyle:
"46 yıllık inkar ve cezasızlık son bulsun; Bedirhan Tüysüz için adalet istiyoruz. 1036 haftadır ısrarla altını çiziyoruz; gözaltında kaybetme suçu yalnızca kaybedilen kişiye karşı işlenmez. Kaybetmeler, kaybedilenin arkasında bıraktığı insanlara karşı da işlenmiş bir suçtur. Kayıp yakınlarına yaşatılan belirsizlik, bekleyiş, hakikate ve adalete ulaşamamanın yarattığı çaresizlik duygusu işkencedir, zalimane ve insanlık dışı muameledir."
'KÜRT SİYASETİNİN KAZANDIĞI İLK BELEDİYE'
1036 haftamızda 46 yıldır bu işkenceye maruz kalan Tüysüz Ailesi’nin Galatasaray’daki sesiyiz. 46 yıl önce Hilvan’da kaybedilen Bedirhan Tüysüz için adalet istiyoruz. 70’lerin sonlarında Hilvan’da saldırıların, ölümlerin yaşandığı ağır bir şiddet ortamı vardı. 6 Mayıs 1979’da yenilenen Hilvan seçiminde bağımsız belediye başkan adayı olarak giren Nadir Temel seçimi kazandı. Böylece Hilvan, Kürt siyasetinin kazandığı ilk belediye oldu. Seçimler sonrasında Hilvan’daki şiddet ortamı daha da ağırlaştı.
Dönemin Adalet Partisi milletvekili Mehmet Celal Bucak, aynı zamanda yüzlerce silahlı adamı olan Bucak Aşireti'nin devlet ile işbirliği yapan kanadının ağasıydı. Kontrgerilla ve özel harekat ile yakın ilişki içinde olduğuna dair ciddi iddialar bulunmaktaydı. Kendisi ile işbirliği yapmayan Urfa’daki aşiretler, Bucak’ın hedefindeydi. Siverek ve Hilvan’da yerleşmiş bulunan Tüysüzler de bu aşiretlerden biriydi.
'TÜYSÜZ'ÜN AİLESİ REHİN ALINDI'
10 çocuk babası Bedirhan Tüysüz, Urfa Hilvan Kılıcın Köyü’nde yaşıyor ve tarımla uğraşıyordu. Çevresinde sevilen, sayılan birisiydi. 1979 yılının kasım ayında, Bucak Aşiretine mensup Hakkı Bucak’ın yüzlerce silahlı adamı köye baskın yaptı. Bedirhan Tüysüz’ün 13 yaşındaki oğlu ve eşini rehin aldılar. Bedirhan Tüysüz’e, “ailen elimizde, gel konuşalım” diye haber gönderdiler. Bunun üzerine Bedirhan Tüysüz olay yerine geldi, ancak onu zorla araca bindirip kaçırdılar. Hemen jandarma ve kaymakamlığa başvuran aile, kaçırılan oğullarının bulunmasını talep etti.
Bedirhan Tüysüz’ün Bucaklara ait Söyütlü köyünde zorla alıkonulduğu başta olmak üzere, ailenin hiç bir iddiası araştırılmadı; savcılıklara yaptıkları suç duyuruları takipsizlikle sonuçlandı. Soruşturma yaparak maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğü ve yetkisi bulunan Cumhuriyet savcılarına sesleniyoruz : Bedirhan Tüysüz’ün akıbetini açığa çıkartacak etkinlikte bir soruşturma başlatın. Tüysüz Ailesi’nin “en azından bir mezarımız olsun” talebini karşılamak için harekete geçin. Kaç yıl geçerse geçsin Bedirhan Tüysüz için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten; devletin evrensel hukuk normları içinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz."
https://twitter.com/i/broadcasts/1BRJjwgAAaexw
***
BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder