İktidar ortağından ‘‘Askıda buğday’’ kampanyası: Ülkeyi el ele batırdılar
MHP, ‘‘Askıda 9 Gülek Buğday’’ kampanyasıyla ekonomik krizle boğuşan yurttaşlar için çiftçiden destek istedi. Tarımsal girdi maliyetleri altında ezilen çiftçilere, ‘dar ve sabit gelirli yurttaşlara katkı sağlama’ çağrısı yapan iktidar ortağı, sorumluluğu üreticiye yükledi.(https://www.birgun.net/haber/iktidar-ortagindan-askida-bugday-kampanyasi-ulkeyi-el-ele-batirdilar-601642)
Nasuh Mahruki hakkında hapis cezası
‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasıyla yargılanan eski AKUT Başkanı Nasuh Mahruki hakkında 11 ay 20 gün hapis cezası verildi. Hükmün açıklanması geri bırakıldı.(https://www.birgun.net/haber/nasuh-mahruki-hakkinda-hapis-cezasi-601538)
***
SPK'den Borsa İstanbul açıklaması: "İnceleme başlatılmıştır"
Sermaye Piyasası Kurulu, BIST pay piyasasında yaşanan olağanüstü fiyat hareketlerine yönelik inceleme başlatıldığını duyurdu.
SPK tarafından yapılan yazılı açıklama şu ifadelere yer verildi:"Kurulumuzca BIST pay piyasasında yaşanan olağanüstü fiyat hareketlerine yönelik inceleme başlatılmıştır. Kurulumuz ve Borsa İstanbul A.Ş. tarafından tüm kurumların işlemleri inceleme altına alınmıştır. Sermaye piyasasının güven, açıklık ve istikrar içinde çalışmasını bozacak nitelikteki eylem ve işlemlerin tespiti halinde, Sermaye Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde, Kurulumuz tarafından sorumlular hakkında cezai ve/veya idari yaptırımlar uygulanacaktır. Ayrıca Kurulumuzca; olağandışı fiyat ve miktar hareketlerine neden olan maksatlı ve yanıltıcı haberleri yapanlar ile bu haberleri yayanlara ilişkin gerekli hukuki işlem/incelemeler derhal başlatılmıştır."
10 maddede TÜSİAD operasyonu -Hayri Kozanoğlu-
1- Seküler elit sermayeyi de tepeleyen reis imajı, CHP ile özdeşleşmiş TÜSİAD kurgusu eşliğinde, özellikle muhafazakar Anadolu seçmenine yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanmaya elverişli.
2- AKP rejimi nasıl kültür ve sanat alanında hegemonya kuramadıysa, sermaye kesiminde de iktidarla organik bağı bulunan MÜSİAD ve benzerleri, hem ekonomik güç hem de sözünün toplumdaki ağırlığı anlamında TÜSİAD ile aşık atamadı. İşte bu hegemonyayı sarsmaya yönelik sembolik hamle de sayılabilir aynı zamanda.
3- TÜSİAD tüm risklerine karşın, ülkede demokrasi, hukuk, adalet anlamında kötü gidişe, baskı rejiminin derinleşmesine karşı tavır almak zorunluğu hissetti. Bu sürece ortak olmak istemedi. Bu duruşun cezalandırılması boyutu da var.
4- Kovuşturmanın “halka yanıltıcı bilgi vermekten” yapılması; topluma 'En küçük bir yorumunuz, eleştiriniz, bilgi paylaşımınız anında cezasını bulur. Bakın bizim TÜSİAD'a bile hoşgörümüz yok, ayağınızı denk alın' mesajı da taşıyor.
5- Doğrudan yabancı sermaye çekmeye dayalı, sırf Birleşik Arap Emirlikleri'nden 40 milyar dolar garanti diye yola çıkan Şimşek programı, "sıcak para" akışı dışında bu amacına ulaşamadı. Artık bu kaynaktan umudumuzu kestik, yabancı sermayeyi ürkütme endişemiz de kalmadı, artık bildiğimizi okuyacağız, deniyor da olabilir.
6- Anadolu sermayesi yüksek TL faizleri ve düşük kur seyrinden çok şikâyetçi. TÜSİAD üyeleri ise gerektiğinde TL'ye çevirdiği döviz kredileri sayesinde ucuz finansman sağlıyor. TOBB çevrelerinin bu süreçte siyasi destek sunmak karşılığı, faiz indirimlerinde hızlanma ve kur gevşetme hamlesi gündeme gelebilir.
7- TÜSİAD kayıtlı eleman çalıştıran, göreceli dahi iyi ücret veren, çevreci politikaları gözeten, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına kayıtsız kalmayan bir yapı. Bundan böyle, siyaset alanındakine karşıt daha otoriter bir emek rejimi, daha kuralsız bir sömürü mekanizması devreye girebilir.
8- Bu gözdağıyla, TMSF'nin şirketlere el koyabilme, kayyum atama yetkisi bir sopa olarak kullanılarak bir nevi çökme operasyonları boşlatılabilir, bazı grupların gücünü azaltıcı adımlar atılabilir. Şirket birleştirme ve satın almaları hızlanabilir.
9- TÜSİAD'ın adeta "Şimşek iyi-Reis kötü" tınılı açıklamalarına duyulan rahatsızlığa karşı, ekonomide de asıl patronun kim olduğu dosta düşmana göstermiş oldu. Görevde kalsa dahi artık daha silik, karizması çizilmiş bir Şimşek figürüyle yola devam edilecek.
10- Trump’la birlikte kendisini elitlere, yerleşik düzene karşı mağdur gibi sunan, daha agresif, kural tanımaz, sermayeler arası çelişkileri de tanzim etmeye eğilimli bir lider tipi ortaya çıktı. Bu küresel ortam Erdoğan'ın tarzına da cuk oturuyor. Böyle susturmaya, sindirmeye yönelik operasyonları meşrulaştırdığı bir zemin sağlıyor.
/././
Sıkı para KOBİ’leri vurdu: Batık krediler yüzde 75,9 arttı -Havva Gümüşkaya-
İstihdamın ve üretimin büyük bir bölümünü üstlenen KOBİ’ler, yüksek faiz ortamında ayakta durmakta zorlandı. KOBİ’lerin bankalara olan kredi borcu yüzde 31,9 artarken batık kredileri yüzde 75,9 büyüdü.(https://www.birgun.net/haber/siki-para-kobileri-vurdu-batik-krediler-yuzde-75-9-artti-601349)
***
Erdoğan’ın üst perdeden tepki gösterdiği Turan ve Aras’ın konuşmalarında ne vardı? Seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanması, bir siyasi parti lideri ve oyuncu menajeri hakkında başlatılan soruşturmanın farklı bir nedenle tutuklamayla sonuçlanması, hem sanayicilerin hem çalışanların mutsuz oluşu ve yüzlerinin gülmeyişi, bir büyükşehir belediye başkanının düzenlediği basın toplantısından hemen sonra hakkında soruşturma başlatılması, bilirkişi görüşmesini yayınlayan gazetecilerin gözaltına alınması, genel yayın yönetmeninin tutuklanması, başta 6 Şubat depremleri ve Kartalkaya yangını olmak üzere sistemdeki denetim eksiliği ve sorumluların istifa etmeyip hesap vermemesi, kadın cinayetleri ve çocuk tacizlerindeki artış, yeni yasal düzenlemelerle, kamu görevlilerinin Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından görevden alınmasının ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) şirketlere kayyım olarak atanmasının mümkün olduğu… TÜSİAD’a göre, Bakan Mehmet Şimşek’e destekleri sürse de ekonomide her şey yolunda gitmiyor ve enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmak giderek zorlaşıyor, hukuka olan güven sarsılıyor. Tüm bunlar, Türkiye’nin yakın dönem gündemini belirleyen konular. Halkı korku, panik ve endişeye sürükleyen de yaşananların hatırlatılması değil, halkın bizzat sonuçlarıyla yüzleştiği denetimsizlik, liyakatsızlık ve cezasızlık!
***
Çareyi yine reiste gören de var, iktidarın değişmesini isteyen de… Çünkü her şey siyasi, hepsi siyaset içinde çözülmesi gereken sorunlar. MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı “Siyasi söylemleri siyasetçilere bırakmak lazım. Sanayiciler kalkınma için çabalamalı” dedi. 2021 yılında hükümetin uyguladığı ekonomi politikasının ‘güvensizlik ve istikrarsızlık ortamı’ oluşturduğunu kaydeden TÜSİAD’a Erdoğan benzer bir şekilde cevap vermişti, “Sizin tek göreviniz var, yatırım, üretim, istihdam ve büyüme. Kalkıp da hükümete saldırmanın değişik yollarını aramayın, bizimle mücadele edemezsiniz.” Erdoğan, bir ekonomist olarak aldığı faizleri düşürme kararını eleştirenlere karşı bugünkü gibi sert çıkmış ve bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğini söylemişti. İşler beklendiği gibi gitmedi. Mehmet Şimşek göreve getirildi ve faizler yeniden yükseltildi. Erdoğan, nas ekonomisini rafa kaldırdı. Bugün, TÜSİAD ve Erdoğan iktidarını yeniden karşı karşıya getiren, bir tarafın eleştirisini sertleştiren diğer tarafın ‘had bildiren’ tonunu koyultan mesele, çıkarılan torba yasayla Cumhurbaşkanına bağlı DDK ve TMSF’ye verilen yetkiler. Patronlar şirketlerine kayyım atanıp mallarına el konulmasından tedirginler. Mülkiyet hakkının ihlâl edilme riski, kırmızı çizgisi aşılmak üzere olan sermaye için, açık bir sistem eleştirisini gerekli kılmışa benziyor.
***
TÜSİAD’ın, ekonomide her şeyin yolunda gitmediğini, enflasyonla mücadelenin maliyetine katlanmanın giderek zorlaştığını ve hukuka güvenin sarsıldığını söylemesi Erdoğan’ı oldukça kızdırdı. Son yerel seçim başarısızlığının ardında, özellikle açlık sınırının altındaki maaşlarıyla, emeklilerin tepkisinin etkili olduğu sıkça ortaya konuyor. Saray ve şürekasının harcamalarından, Diyanet ve İletişim Başkanlığı gibi gözde kurumlara ayrılan paydan kesinti yapamayan Şimşek’in işçinin, emeklinin maaşından tasarruf yaparak, milyonlarca insanı sefalet ücretlerine mecbur bırakmasının toplumsal barışa olan negatif etkisi ise ne kadar az konuşulursa o kadar iyi. Ne de olsa grev kararı alan işçilere valilik kararıyla yasak getirmek de mümkün, sendika başkanını ‘işçi örgütlediği’ için tutuklamak da… İster haber yapan gazeteci, ister bürokrasi içindeki suç ağlarına dokunan avukat, ister astrolog olsun, Türkiye’nin hapishaneleri herkese açık. Erdoğan’ın uyardığı gibi, meslek örgütleri, iş insanları, işçi sendikaları… herkes başı önde, siyaseti ona bırakarak kendi işine bakmalı. Halka düşen ise sabır! Erdoğan-Şimşek ekonomik programında işlerin yolunda gittiğinin bilinmesi önemli. Sabrın sonunun selamete varacağına inanmak şart! Mehmet Şimşek geçen yıl nisan ayında gittiği ABD’de, G20 toplantılarına katılarak yüzlerce yatırımcıyla bir araya geldiklerini ve Orta Vadeli Program hakkında sunumlar yaptıklarını anlatmıştı. Şimşek, Türkiye’ye ilginin çok büyük olduğunu çünkü kredibilitesi olan nadir ülke programlarından bir tanesi olduğumuzu, programın uygulanmasına yönelik soru işaretlerinin ortadan kalktığını söylemişti. Uluslararası yatırımcı Türkiye’ye güvenmişti artık. Şimşek, kollarına giren polisler eşliğinde mahkemeye çıkarılan TÜSİAD başkanlarının güncel durumuyla belki yatırımcılarla yeniden güven tazelemek ister.
***
Halkın, kendisine tek seçenek olarak sunulan ekonomik programda işlerin yolunda gittiğine inanması gerekiyor ki iktidarı suçlamadan sabırla seçimi bekleyebilsin. Dünyadaki değişen siyasi dengeler içinde kendine yer arayan hükümet, ters giden göstergeler yüzünden dış güçleri de suçlayamaz durumda. Dolayısıyla ‘düşmanı’ içerde arayıp bulmak gerekiyor. Gezi’den 12 yıl sonra yeniden başlatılan soruşturma, muhalefetin kazandığı belediyelere operasyon, gazetecilere, sendika liderine gözaltı ve tutuklama gibi aynı anda fitili ateşlenen süreç ile geniş çaplı baskı ve sessizleştirme planı devreye sokulmuşa benziyor. İktidarın ‘ekonomi iyiye gidiyor’ yönündeki söylemlerine karşı patronların ‘iyiye gittiğini söyleyemeyiz’ çıkışı aslında malumun ilanından ibaret. Grev gibi Anayasal hakların tereddütsüz şekilde engellenmeye çalışılması ve derinleşen yoksulluk karşısında örgütlü bir şekilde direnmenin ‘suça teşvik’ sayılması gibi hamleler toplumsal barışa büyük zarar veriyor. Milleti kışkırtan örgütlü itiraz değil, planlı yoksullaştırma.
/././
Adayları kim, ortalık süt liman mı?-Nurcan Bilge Gökdemir-
Siyasetin gündemini CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının kim olduğu ve parti içinde yaşandığı ifade edilen tartışmalar meşgul ediyor. AKP’nin adayının kim olduğu ya da yaklaşan kongre öncesi ortalığın süt liman olup olmadığı ise konuşulmuyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın gündem oluşturma ve tüm ülkeyi bu gündemle domine etme konusundaki “ustalığı” herkesin malumu. Bu konudaki mahareti tartışmasız ama bunun “ustalık” düzeyine çıkmasında rakiplerinin beceriksizliğinin katkısı olduğu göz ardı edilmemeli.
Erdoğan’ın oyun kurma ve rakiplerini bunun figüranı haline getirmesinin son örneğini 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra gördük. Erdooğan, yerel seçimlerden büyük bir yenilgi ile çıktıktan sonraki oyununun ilk temasını, en güçlü rakibi olan CHP’yi partnerleşme yoluyla pasifize etme olarak belirledi. Bunda bir ölçüde de başarılı oldu, “Normalleşme/yumuşama” derken ülke yerel seçimlerde ortaya konulan iktidar değiştirme iradesinin uzağına savruldu. CHP’nin enerjisini zayıflatan bu sürecin AKP açısından en yararlı sonucu seçmenler arasında görüldü, “Hepsi aynı oyunun aktörü, bilinenden şaşmayalım” denildi. Buna CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in TBMM’de düzenlenen resepsiyonda karşılaştığı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin daha dumanı üstünde tüten tartışmalardan sonra söylediği “Umarım alınmıyorsun, bunları siyaseten söylüyoruz” sözlerine verdiği “Yok efendim. Herkes doğru bildiğini savunuyor. Önemli olan saygıda, sevgide eksiklik göstermemek” sözleri eklendi.
YURTTAŞ CHP'Yİ ZORLADI
Açlıkla sınanan, en temel haklarını kullanırken bile cezalandırma tehdidi ile karşı karşıya kalan milyonların çözüm olarak dillendirdiği “iktidar değişikliği” talebini hatırlatması biraz geç ve zor olsa da “Yumuşama/normalleşme” sürecini bitirdi. Meclis, seçim, sandık, adaylık parantezine sokulmak istenen Meclis siyasetiyle sorunlarına çözüm bulamayacağını gören yurttaşlar fabrikalarda, tahrip edilmek istenen yaşam alanlarında, Ankara yollarında hak mücadelesine başladı.
Halk muhalefetindeki derlenip toparlanma Ankara siyasetine de yansıdı. “Ben yerel seçimlerde seçim istemeyeceğim sözü vererek herkesten oy istedim” gerekçesinin anlamsızlığı gösterilen CHP çizgi değiştirdi. İktidarın en güçlü adayı, son seçimin birincisi CHP gecikmeli de olsa “Erken seçim” demek zorunda kaldı.
YENEMİYORSAN ZAYIFLAT
Oylarının artmadığını, ikinci parti konumundan kurtulamadığını gören iktidar bunun üzerine yeni bir oyunu sahnelemeye başladı: “Birinci parti olamıyorsan rakibi zayıflat, muhalefeti böl…”. Bunun için iki ayaklı bir strateji izlenmeye başlandı. Kürt siyaseti ile adı bile konulmaya tenezzül edilmeyen bir süreç başlatmak ve hem kurumsal olarak CHP’yi yıpratmak hem de Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görülen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu siyaset dışına itmek…
1 Ekim’de başlayan ve beşinci ayını doldurmak üzere olan sürecin geldiği aşama ortada. Kürt siyasetinin “Barış”, iktidarın ise “Silahların bırakılması” olarak özetlediği ve ortaklaşılması olanaksız taleplerin dillendirildiği bu süreçte büyük bir belirsizlik hakim. Ama belli olan bir şey var ki Kürt siyaseti el sıkmayla başlayan beş aylık sürecin sonunda bir iç tartışma yaşamaya başladı.
Son yerel seçimlerde iktidar karşısında başarı getiren “Kent uzlaşısı” projesindeki partneri CHP ile de farklı noktalara sürüklendi. Barışa itiraz eden yok elbette ama bunun sadece Erdoğan’a bir dönem daha başkanlık şansı vermeyi amaçlayan ve başkanlık rejiminin eksik ayaklarının tamamlanmasını sağlayacak Anayasa değişikliğini hedeflediğini ileri sürenlerle, “Barış şansını görmezden gelemeyiz”diyen ve muhalefetin önemli unsurlarını oluşturan çevreler iktidar değişikliği hedefini unutup birbirinden uzaklaşmaya başladı.
Bu hatırlatmalardan sonra bugüne gelindiğinde CHP, çoğunluğun “erken” bulduğu önseçimle adayını belirleme uğraşıyla gündemde, Kürt siyaseti ise sonuç alınıp alınmayacağı belirsiz bir süreçle meşgul ediliyor.
KONGREYE DOĞRU AKP
İktidar medyasının köpürtmesi ve muhafeletin gündem dümenine geçememesi ile kamuoyu AKP'yi görmüyor, konuşmuyor. Başlıkta sorduğumuz soruya dönecek olursak esas sorulması gereken soru gündemde değil, gözler AKP’de yaşananlardan tamamen uzakta. Anayasal olarak yeniden adaylığı imkansız olan AKP’nin adayının kim olduğu sadece cılız bir soru olarak olarak arada kulaklara çalınıyor.
23 Şubat günü 8’inci Olağan Kongresi’ni toplayacak AKP’de neler yaşandığı hiç konuşulmuyor. Gücünü yitirmeye başlayan her iktidarda her siyasi partide yaşanan tartışmaların, koltuk kaybetme kaygılarının alışıldık ölçüde olmasa da AKP’ye önceki dönemlerden farklı olarak daha fazla hakim olduğu haberleri geliyor. Partide ve kabinede yer almak isteyenlerin rakiplerini yıpratmak ve olası Erdoğan sonrası dönemde söz sahibi olmak için trene atlama gayretleri kulaklara çalınıyor. Genel Merkez ve TBMM Grubu ile Saray arasındaki tartışmaların rakip siyasi partilere, iktidar yanlısı olmayan medya organlarına belge taşımaya kadar vardığı biliniyor.
AKP milletvekillerinin Saray’dan hazırlanan kanun tekliflerini okumadan imzaladığı, komisyon ve Genel Kurul aşamasında içeriğini bilmedikleri metinlerin kabulünü sağladıkları yıllardır yaşanan bir olgu. Yeni olan bundan duyulan rahatsızlıkların daha sıklıkla dillendirilmesi, görünür olması. Milletvekilleri Meclis kulislerinde açıkça yakınıyor, bürokratlara, bakanlara olan tepkiler daha fazla dillendiriliyor.
OKTAY'IN TEPKİSİ
Geçtiğimiz hafta eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın başkanlığını yaptığı TBMM Dışişleri Komisyonu’nda AKP döneminde Meclis’in önemi konusunda hemen hemen hiç yaşanmayan ilginç bir tartışma yaşandı. Oktay, basına açık olarak yapılan toplantıda iktidarın güçlü isimlerinden olan İletişim Başkanı Fahrettin Altun’a tepkisini dillendirdi.
CHP’li Utku Çakırözer’in komisyonda başkanlığın üst düzeyde temsil edilmemesine ilişkin eleştirisi üzerine Oktay, başkanlık adına toplantıya katılan İletişim Başkanlığı Kamu Diplomasisi Daire Başkanı Oğuz Güner’e en üst düzeyde temsil beklediklerini söyledi. “Niye daire başkanlığı düzeyinde geldiniz?” diye sordu. Güner’in “Başkanımız Sayın Cumhurbaşkanımıza eşlik ediyorlar” karşılığı ile yetinmeyen Oktay, “Başkan yardımcınız yok mu?” sorusunu yöneltti. Onun da Erdoğan’la toplantıda olduğu aktarılınca Oktay tepkisini “Ne demek toplantıda? Burası ne? Burası toplantı değil mi? Sen İletişim Başkanlığısın, sen Komisyonla, Meclisle iletişimini sağlayamıyorsan nasıl sağlayacaksın geri iletişimini?... ‘Toplantıda, onun için buraya gelemedi’ ne demek?” sözleriyle sürdürdü.
Bunun Oktay’ın kişiliği, Erdoğan nezdindeki itibarı ve gücü ile açıklanması mümkün. Ama bu örneğin dışında kongreye giderken öncekilerde olduğu gibi bir daha anılmamacasına isminin silinmesi korkusu, parti ve Meclis yönetimi ile kabine dışı kalma kaygıları AKP’lileri sarmış durumda. Erdoğan’ın yeniden aday olmaması ile oluşacak yeni yapıda etkili olma yarışı mücadeleyi daha da sertleştiriyor. Ankara siyaseti önümüzdeki günlerde şaşırtıcı gelişmelere sahne olacak gibi…
/././
Elon Musk, Javier Milei’nin hediye ettiği 'altın testere' ile sahnede: “Bu, bürokrasi için”
ABD Başkanı Donald Trump'ın danışmanı olarak görev yapan milyarder iş insanı Elon Musk, Muhafazakar Siyasi Eylem Komitesi'nin yıllık toplantısına Arjantin'in aşırı sağcı Devlet Başkanı Javier Milei’nin kendisine hediye ettiği altın kaplama testere ile çıktı.(https://www.birgun.net/haber/elon-musk-javier-mileinin-hediye-ettigi-altin-testere-ile-sahnede-bu-burokrasi-icin-601449)
***
Meksika’da enerjide kamulaştırma rüzgârı -Özgür Gürbüz-
Trump yönetimindeki ABD ile Meksika arasında yeni bir dönem başlarken, sınırın iki yakasında özellikle enerji alanında kayda değer gelişmeler oluyor. ABD’nin gaz ve petrol üretimini artırarak, iklim krizini inkâr eden politikalarla yola devam edeceği artık kesinleşti. Bu kararların dünyadaki enerji ve iklim politikalarını etkilemeyeceğini düşünmek hata olur ancak ABD sınırının güneyinde olanlar dünyayı çok daha fazla etkileyebilir.
Meksika’da ülkenin ilk kadın Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum’un başını çektiği merkez sol koalisyonu, oyların yüzde 61’ini alarak geçen Haziran ayında iktidara gelmişti. 4 Şubat’ta ise enerji sektöründe taşları yerinden oynatacak bir reform paketini Senato’nun önüne koydular. Bu paketin içinde elektrik piyasasından hidrokarbon sektörüne kadar birçok alanda kamulaştırmaya yeşil ışık yakan, devlet şirketlerine öncelik veren değişiklikler var. “Üretken devlet şirketleri” diye tanımlanan kamu kuruluşlarını, “kamu şirketleri” olarak tanımlayarak işe başlıyorlar.
Örneğin, bizdeki EÜAŞ’ın karşılığı diyebileceğimiz CFE adlı kamu şirketinin elektrik üretimindeki payının en az yüzde 54 olmasını şart koşuyorlar. Bizde de uygulanan “merit order” sistemini terk ederek yerine önce kamu santrallarından elektrik alınır kuralını koyuyorlar. Kurulu gücü 0,7 MW’tan büyük santralların Ulusal Enerji Komisyonu’ndan izin alarak çalışmasını isterken, küçük olanlar için belli şartlara göre izin alarak veya almayarak kurulum yapılmasına izin verecekler ancak yenilenebilir enerjinin tercih edilen kaynak olmasını vurguluyorlar. Yeri gelmişken Türkiye’de durumun tam tersi olduğunu belirtelim. EÜAŞ’ın elektrik üretimindeki payı 2024’te yüzde 15,30 oldu; 2013 yılında kamunun elektrik üretimindeki payı yüzde 33,4’tü.
Petrol ve gaz rezervleriyle ilgili arama ve çıkarma faaliyetleri özel şirketlere kapatılmıyor ancak Enerji Bakanlığı’ndan alınacak iznin yanı sıra önceliğin Pemex’e, Meksika’nın devlete ait petrol şirketine verilmesini kurala bağlanıyor. Pemex yatırım kararı alınmazsa yabancı sermayeye kapı açılacak. Karma yatırımlarda da Pemex’in söz sahibi olacağını söyleyen şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Victor Rodriguez, “Onlara ortak demeyeceğiz, Pemex sözleşme sahibi olarak kalacak onlar bize sadece sermaye konusunda yardımcı olacak” diyerek yeni dönemin ipuçlarını veriyor. Sadece üretim alanında değil, düzenleme alanında da kontrol bakanlık eliyle devlete geçiyor. Düzenleyici kurumlar dursa da kararlarının bu yeni yasayla çelişmemesi isteniyor.
9 Şubat’ta Reuters’e düşen, Fransız Air Liquid firmasına ait Meksika’daki bir hidrojen üretim tesisinin kamulaştırıldığı haberi de yasa teklifinden sonra olabilecekleri gösteren bir örnekti sanki. Enerji Bakanlığı kamulaştırmanın, Pemex’e ait motor yakıtı üreten fabrikadaki hidrojen ihtiyacından kaynaklandığını belirtti. Meksika’daki bu kamulaştırma hamlesine liberal dünyadan tepkiler de gelmeye başladı. Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü, eleştirel bir rapor hazırladı ve kamulaştırma hamlelerinin elektrik fiyatlarını artıracağını, arz açığı doğuracağını ve yenilenebilir enerji kurulumlarını da azaltacağını öne sürdü. Enerji üretiminin ve dağıtımının neredeyse tamamen özelleştirildiği Türkiye’deki örneklere baktığımızda, yüksek alım garantileri verilen santrallar, devam eden elektrik kesintileri görüyoruz. O yüzden de Oxford’un eleştirilerini not almakla birlikte Meksika örneğini yakından izlemenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Son not da Cumhurbaşkanı Sheinbaum hakkında. Sheinbaum bir enerji mühendisi, yükseköğrenimini ABD’nin önemli üniversitelerinden Berkeley’de yapmış, yıllardır kamulaştırmayı savunuyor ve şimdi önünde bunları uygulamaya dökecek altı yılı var. Herkes için çıkarılacak derslerle dolu bir altı yıl olacağı kesin.
/././
Yargı eliyle siyasi ayar -Berkant Gültekin-
Siyasi operasyonlar ülkenin rutini haline geldi. Dün de HDK bileşenlerine ve gazetecilere yönelik sabahın erken saatlerinde operasyon düzenlendi. 50’den fazla kişi gözaltına alınırken 60 isim hakkında gözaltı kararı olduğu öğrenildi. EMEP Milletvekili İskender Bayhan “6 bin civarında kişiyi kapsayan bir HDK davası ve HDK soruşturma süreci olduğunun bilgisini öğrendik” dedi.
İktidar, siyasi arenayı yargı eliyle dizayn etmek istiyor. Mevcut baskı uygulamaları bu nedenle devrede. Hedef, muhalefeti felç edip 2018’de geçilen tek adam rejiminin ideolojik perspektifine yeni anayasayla “hukuki” nitelik kazandırmak. Yeni anayasa, tabiri caizse kapağın kapatıldığı aşama olacak. Bugün anayasaya aykırı olarak eleştirdiğimiz bir yığın uygulama, yeni anayasayla sıradan işlemler haline gelecek.
Dolayısıyla olan biten karşısında “gündem değişiyor” demek de yetersiz, gündem tam olarak bu zaten. Yoksulluğa, açlığa, karanlığa, haksızlığa, eşitsizliğe, adaletsizliğe, çürümeye, yozlaşmaya, niteliksizleşmeye itiraz edilemeyen, çıtını çıkaranın hapse atıldığı, zulmün sıradanlaştığı bir Türkiye yaratılmak isteniyor ve kendini muhalif olarak tanımlayan herkesin buna karşı koymaktan daha önemli bir sorumluluğu yok. O nedenle “Şunlar konuşulmasın diye bunlar oluyor” diye düşünmek politik bir tavır değil.
Şimdi böyle bir ortamda kafalar karışıyor. Sebebi, “Abdullah Bahçeli” şeklindeki dil sürçmesine de yansıyan, belirsizliklerle dolu, adeta şeffaflığa bir tepki olarak doğan şu acayip “süreç”… Bir yandan iktidarın şahin milliyetçi ortağı Bahçeli, PKK lideri Öcalan’ın Meclis’e gelip konuşmasını öneriyor, diğer yandan DEM Partili belediyelere bir bir kayyum atanıyor, yerel seçimde iktidarı yenmek için izlenen “kent uzlaşısı” stratejisi suç gibi gösterilip belediye meclis üyeleri tutuklanıyor. Haliyle tüm kamuoyu, “Ne oluyor?” diye soruyor.
Dün partisinin grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan da bu duruma işaret etti. Bakırhan, Bahçeli’ye seslenerek, “Siz Türk-Kürt ilişkilerinde yeni sayfa açılsın diyorsunuz ama ortağınız barış umudunu yok etmek için son hızla devam ediyor. Biz müzakereye, barışa inanıyoruz. Yürütme erki olan Sayın Erdoğan çözümün neresindedir, bunu 85 milyon merak ediyor. Yarın İzmir’e, Adana’ya, İstanbul’a göz dikecekler. Bu bir parti meselesi değil” dedi.
“Erdoğan çözümün neresinde?” sorusunun cevabı, mantık gereği “hiçbir yerinde” olabilir; zira ortada “çözüm” olarak nitelendirilebilecek bir süreç yok. Bahçeli ile Erdoğan’ın arasında Kürt meselesine dair bir yönelim farklılığı varsa bile, Bahçeli yaptığı çağrının demokratik bir açılım amacı içermediğini defalarca söyledi. Hatta, “Kürt sorunu yoktur” diyerek, sorunun varlığını bile inkar etti. O nedenle iktidar içinde barış, kardeşlik ve bir arada yaşam vs. konular üzerinden bir çatlak olduğunu söylemek ve siyaseti buradan belirlemek pek doğru bir yaklaşım gibi durmuyor.
Öte yandan iktidar bloku içinde, devletin Kürt politikasını güncellemeye, buradan anayasa değişikliği ve seçim zaferi çıkarmak için iç siyasete ortaklık taşınabileceğine dönük bir plan geliştirmeye çalışan akıl varsa da bunun adı yine “çözüm” olmuyor. Bu olsa olsa yeni jeopolitik gerçeklik üzerinden geliştirilen, yani bir ayağı Suriye’ye basan ve sonunda mutlaka Erdoğan’ın kazanmasını içeren bir anlaşma olur. Bugün Türkiye’de demokrasi ve hukuk ayaklar altına alınmışken, iktidarın böylesi bir anlaşmadan daha fazlasına istekli ve yetkin olabileceğini savunmak ya hayalciliktir ya da bilip bilmezlikten gelmedir.
Amaç hasıl olana dek saldırıların hız keseceğini söyleyebilmek güç. Karşılaşılan yoğun baskı, yargı mensuplarının kişisel hırslarından kaynaklanmıyor. Bu, kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı koşullarda devlet gücüyle yürütülen bir siyasi ayar süreci. Rejim muhalefeti ezmeye, sindirmeye ve aynı anda da dağıtmaya çalışıyor. İmamoğlu’nun Erdoğan’ın süreçteki sorumluluğuna dair yaptığı değerlendirme doğru.
Çünkü Erdoğan iktidarının devamı, kitlesel suskunluğa, muhalefetin bir kısmının birbirine düşmanlaşıp asli görevini unutmasına, bir kısmının da düzende ikbal görüp “uygun” pozisyona çekilmesine bağlı. Yapılan her operasyonu, bu siyasi çerçevenin içinde değerlendirmek gerek.
/././
ABD Başkanı Trump: "Planıma göre ABD, Gazze'nin sahibi olacak"
ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze'ye yönelik sansasyonel açıklamaları sürüyor. Washington'un Gazze Şeridi üzerindeki kontrolüne ilişkin açıklamalarını yenileyen Trump, Gazze'ye yönelik planının iyi olduğunu, ABD'nin Gazze'nin sahibi olacağını ve Hamas'ın olmayacağını belirtti. ABD Başkanı Donald Trump Cuma günü Fox News Radio'dan Brian Kilmeade'e verdiği mülakatta Gazze planına ilişkin açıklamalarda bulundu. Trump, "Bu benim planım. Gerçekten işe yarayan planın bu olduğunu düşünüyorum. Ama bunu zorlamayacağım. Sadece tavsiye edeceğim” dedi.(https://www.birgun.net/haber/abd-baskani-trump-planima-gore-abd-gazze-nin-sahibi-olacak-601629)
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder