Amerikan kâbusu: Dolarsızlaşma -Mehmet Ali Güller-
ABD Başkanı Donald Trump, BRICS ülkelerini tehdit ederek “Dolara karşı yeni bir para birimi yaratmanız ya da doların yerini alacak bir para birimini desteklemeniz halinde, size yüzde 100 vergi uygulayacağım” dedi.
BRICS’in gündeminde yeni bir para birimi yaratma konusu (henüz) yok, BRICS üç ayaklı bir para politikası belirlemiş durumda:
1) Ulusal paraların rolünün artırılması.
2) Ortak ödeme sisteminin oluşturulması.
3) BRICS Yeni Kalkınma Bankası rezervlerinin geliştirilmesi.
Yani BRICS ülkeleri, esas olarak ticarette ulusal paraların kullanılmasınının artırılmasına odaklanmış durumda. İşte bu bile ABD finans kapitalinin ürkmesine yetiyor. Çünkü:
DOLARIN SALTANATI
Amerikan hegemonyası, iki temel sütuna dayanıyor: Askeri güç ve dolar gücü.
ABD, II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru 1944’te, Bretton Woods anlaşması ile Avrupalılara doları altına bağlı tek para birimi olarak kabul ettirdi. Böylece hem yeni bir finans sistemi kurmuş oldu hem de o finans sistemi üzerinden kendi egemenliğinde bir “kapitalist Batı dünyası” inşa etti.
Emperyalist ABD güçlendikçe, doların altına bağlı olmasını da devreden çıkardı. Böylece ABD açısından dolar, sadece kâğıt maliyeti olan bir konuya dönüştü. Bu ABD’ye borçlanma sorunu yaşamadan istediği kadar dolar basabilme ve istediği kadar ithalat yapabilme ve bu yolla da içeride refah sağlama olanağı sağladı. Daha önemlisi de ABD bu avantajıyla dünyanın dört bir tarafında üs kurabildi, asker bulundurabildi, savaş gemisi dolaştırabildi.
TEK PARA SİSTEMİ YIKILIYOR
Ancak ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinin başarıszlığı ile onu izleyen kapitalizmin 2008 krizi, bu “dolar saltanatına” dayanan “Amerikan rüyasını”nın sonunu getirmeye başladı. O tarihten bu yana ABD’nin hegemonyası zayıflayarak azalıyor.
Artık “tek para, tek sistem, tek egemen” esaslı dünya yerine, “çok para birimli, çok kutuplu/merkezli” dünya var.
Doların hem rezerv para olma oranı hem de ticaretteki kullanılma oranı azalıyor. Doları zayıflatan bu sürecin ana motoru ise BRICS’tir. Çünkü:
1) BRICS ülkeleri hızla büyüyor; BRICS ve BRICS+ ülkelerinin küreselekonomideki payı yüzde 30’u geçmiş durumda.
2) BRICS ülkeleri kendi aralarındaki ticareti ulusal paralarıyla yapmaya başladı ve bu oran her yıl artıyor.
3) BRICS ülkeleri rezervlerindeki dolar oranını düşürmeye başladı.
4) BRICS ülkeleri, ticaret yaptıkları Küresel Güney ülkeleriyle de ulusal paralara dayanan bir ticareti öncelik haline getirmeye başladı.
VERGİ SOPASI İŞE YARAMAYACAK
Uluslararası ticarette ulusal paraların kullanılma eğiliminin artışı, hele de petrol ve doğalgaz ticaretinde dolar dışı paraların kullanımının artmaya başlaması, Amerikan kapitalizmi için büyük tehlike anlamına geliyor.
Örneğin ABD Hazine Bakanlığı’nın eski müsteşarlarından Monica Crowley, “Suudi Arabistan gibi OPEC ülkelerinin de başka para birimlerinde petrol satmaya karar vermesi, ABD ekonomik sisteminin çökmesi ve büyük bir felaket anlamına gelir” diyordu. (AA, 6.4.2023)
İşte Donald Trump, “ABD ekonomik sisteminin çökmesini” önlemek için BRCIS ülkelerine “vergi sopası” sallamaya çalışıyor.
Peki işe yarar mı? Yaramayacak. Trump ilk başkanlık döneminde işe yarayacağını hesaplayarak Çin’e ticaret savaşı açmıştı; tamam Çin bundan zarar gördü ama ABD de hasar aldı.
350 milyonluk ABD pazarı elbette alım gücünün yüksekliği nedeniyle önemli ama BRICS dünyası çok daha büyük bir pazar ve üstelik alım gücü yükselen bir pazar.
Kısacası sonuç değişmeyecek:
“Amerikan rüyası” dedikleri, gerçekte doların küresel saltanatının ABD’ye sağladığı avantajlardı. Trump’ın önünü kesemeyeceği dolarsızlaşma eğilimi ile “Amerikan rüyası”nın yerini “Amerikan kâbusu” alacak.
/././
Yeni rejim için ‘açılım’ operasyonları -Mehmet Ali Güller-
Büyük şair Mehmet Âkif’in İstiklal Marşı’na “korkma” diye başlaması ne çok şey anlatır: Abdülhamit’in istibdadına karşı mücadele eden bir kuşağın parolasıdır, Anadolu’nun işgaline karşı direnmeye çağrıdır, bağımsızlık için ölümün üzerine yürümenin adıdır ve gelecek kuşaklara bırakılan bir “boyun eğme” mesajıdır.
Aslında Âkif “korkma” diyerek sadece Türkiye’nin İstiklal Marşı’nı yazmamıştır, aynı zamanda evrensel bir konu olan toplumların “direnme hakkı”nın nasıl kullanılacağının da yolunu işaret etmiştir: Korkma, medeniyet dediğin tek dişi kalmış bir canavardır!
Siyasal İslamcılar Âkif’in Abdülhamit karşıtlığını ve istibdada karşı siyasal konumlanışını hep perdelediler, onu “İslamcı bir şair” parantezine sıkıştırarak tabanlarına pazarladılar.
1) Cumhurbaşkanı seçiminin ön operasyonları
Türkiye 10 gündür artarak süren siyasal operasyonları konuşuyor. Konunun hukukla bir ilgisi olmadığı ortada.
Ümit Özdağ’ı “cumhurbaşkanına hakaretten” gözaltına alıp yolda “halkı kin ve düşmanlığa takrik” suçunu ekleyip tutukladılar. Ayşe Barım’a “menajerlik tekelleşmesi” üzerinden soruşturma başlatıp Gezi’den tutukladılar. Barım’ın ajansındaki sanatçıları tanık diye dinleyip ifadeyi beğenmeyince “yalancı tanıklıktan” soruşturma açtılar.
Barış Pehlivan’ı, Serhan Asker’i, Seda Selek’i gündemdeki bilirkişiyle telefonda yaptıkları röportajı “yayımlamaktan” gözaltına aldılar, bilirkişiyle “yazılı” yapılan röportaj ise aynı gün yandaş gazetede sorunsuz yayımlandı.
“Turpun büyüğü heybede” denilerek adeta tepkileri ölçe ölçe süren bir operasyon var. Turpun büyüğü belli: Ekrem İmamoğlu.
22 yıldır Erdoğan’ı hem de üç kere yenebilen tek kişi olarak İmamoğlu, bu operasyonların asıl hedeflerindendir. Dolayısıyla bu operasyonları birinci olarak “cumhurbaşkanı seçiminin” ön çarpışması diye yorumlayabiliriz.
2) Açılım operasyonları
Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te TBMM’de DEM Parti sıralarına giderek tokalaşması, bu operasyonların miladıydı. Düne kadar kapatılmasını ve vekillerinin Meclis’ten atılmasını istediği partiye uzattığı o el, yeni bir sürece “Buyurun” işaretiydi. Nitekim 22 gün sonra Bahçeli, “Öcalan umut hakkından yararlansın, gelsin TBMM’de konuşsun” diyerek “yeni açılım” sürecini fiilen başlatmış oldu.
Açılımların kanunudur: Açılım ile kumpaslar paralel süreçlerdir. İlk açılımda görüldü: Açılımın ilerleyebilmesi kumpaslarla toplumun sindirilmesine bağlıydı. Sonuç? Kumpaslar çöktü, açılım bitti! İşte bugünkü operasyonları ikinci olarak açılım operasyonları diye yorumlayabiliriz.
3) Yeni rejim operasyonları
Evet, operasyonlar birincisi cumhurbaşkanı seçimi mücadelesinin parçasıdır, ikincisi açılımın gereğidir. Ancak asıl mesele bu iki sütunun üzerine konulmaya çalışılan yeni rejimdir.
Parlamenter rejimi yıkıp yerine bir “başkanlık rejimi” inşa etmeye başladıklarından beri vurguladım, vurguladık: Tamam, rejimi yıktılar ama yerine yeni bir rejim inşa edemediler, temelini attılar, kat çıkmaya uğraşıyorlar.
İşte bugün bir korku iklimi oluşturarak aslında “yeni kat çıkmaya” çalışıyorlar. O nedenle bu operasyonlar, üçüncü olarak yeni rejim inşasının operasyonlarıdır.
/././
CHP’nin yol haritası -Örsan K. Öymen-
AKP iktidarının son aylarda artan baskıları, hukuka aykırı gözaltı ve tutuklama uygulamaları ve olası cumhurbaşkanı adayı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu kumpas “davalarıyla” seçimlere sokmayarak, seçimleri özgür ve serbest olmaktan çıkartıp, göstermelik bir hale sokma girişimleri karşısında, ana muhalefet partisi olan CHP’nin ortaya koyacağı yol haritası, Türkiye’nin geleceği açısından yaşamsal önemde bir konudur.
CHP’nin bu konuda zaafiyet içine girmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ortadan kalkmasıyla sonuçlanır. Bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılması sürecinden dolaylı olarak sorumlu olur.
CHP’nin yol haritası basit ve rutin bir iç politika konusu ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in birkaç yakın çalışma arkadaşıyla karara bağlayabileceği bir şey değildir.
***
CHP öncelikle, “erken seçim” söylemini değiştirmelidir, sadece erken bir seçimi değil, hem erken hem de özgür ve serbest bir seçimi talep etmelidir.
Ekrem İmamoğlu’nun veya Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın veya kazanabilecek herhangi bir adayın, hukuk dışı yollarla seçime sokulmadığı bir erken seçimi veya zamanında yapılacak bir seçimi, muhalefet kazanamaz.
Bu nedenle CHP sloganını, “erken ve özgür seçim” veya “erken ve serbest seçim” biçiminde değiştirmelidir; özgür ve serbest bir seçimin gerçekleşmesini sağlamak için de, muhalefetteki tüm partilerle işbirliği yaparak, geniş halk kitlelerini örgütlemelidir; anayasaya ve yasalara karşı hareketler içinde olan hukuk dışı ve gayri meşru odaklara karşı, halkı, kamuyu ve halkı temsil etmesi gereken kamu kurumlarını düzenli ve etkili bir biçimde uyarmalıdır; anayasanın 34. maddesinin tanıdığı hakkı etkili bir biçimde kullanmalıdır.
***
Bunun dışında, cumhurbaşkanı seçilebilmek için yüzde ellinin üzerinde bir oy gerektiği ve CHP’nin tek başına böyle bir oyu olmadığı için, CHP’nin cumhurbaşkanı adayını, muhalefetteki diğer partilerle de görüşerek belirlemesi gerekmektedir. CHP’nin, halkta karşılığı ve oy oranları yüksek olan partilerle bu süreci yürütmesi özellikle çok önemlidir.
Şu ana kadar gerçekleşen tüm araştırmalara ve son iki yıldaki seçim sonuçlarına göre bu partiler şunlardır: Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM), İYİ Parti (İYİP), Zafer Partisi (ZP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Yeniden Refah Partisi (YRP).
DEM Türkiye’nin üniter yapısıyla, YRP Türkiye’nin laik yapısıyla sorunu olan bir siyasi partidir. Bu partilerin, olası bir ittifakın ana unsurları olmaları durumunda, CHP tabanında bir dağılma gerçekleşecektir.
CHP’nin, laiklikle ve üniter yapıyla sorunu olmayan İYİP, ZP ve TİP ile birlikte hareket etmesi, Türkiye’nin üniter ve laik yapısının ortadan kalkması riskiyle karşı karşıya olduğu da dikkate alınacak olursa, son derece önemlidir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, CHP’nin cumhurbaşkanı adayının CHP’nin kendi içinde tüm üyelerin katılımıyla önseçimle belirleneceğini açıklaması ise, diğer siyasi partilerle ortak bir adayın belirlenmesini zorlaştırmıştır.
Önseçim, parti içi demokrasi açısından, milletvekili ve belediye başkanı adaylarının belirlenmesinde zorunludur, ancak “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ucube sistemde, cumhurbaşkanı adayını önseçimle belirlemek, ittifakları zorlaştırmaktadır.
Önseçimin, uygulanması gereken yerde uygulanmayıp, uygulanmaması gereken yerde uygulanmasının, parti içi demokrasiyle ilgisi yoktur. Ayrıca, cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde önseçim, parti içinde bir rekabeti ve tartışmayı getireceği için, yaşadığımız olağanüstü koşullarda, AKP ve MHP tarafından aylarca suiistimal edilecek bir süreçtir.
CHP yönetimi ne yazık ki, önce “normalleşme” diyerek, arkasından “el yükselterek”, son olarak da “önseçimi” açıklayarak, AKP’nin ve MHP’nin kurduğu tüm tuzaklara düşmüştür!
/././
Ders almıyoruz...-Mine Esen-
Bu hafta 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıldönümü. 11 kenti etkileyen, 53 bin 725 canımızı yitirdiğimiz felaketin ardından geçen iki yılda bölgede yaraların tam anlamıyla sarıldığını söylemek ne yazık ki zor. Barınma, istihdam, altyapı gibi temel konularda ağır sıkıntılar sürüyor. Binlerce insana mezar olan binalardan sorumlu olanların yargı süreçleri, verilen kararlar vicdanları kanatıyor. Bir ülkenin yarınını çalan bu ölümcül yıkımda sorumluluk üstlenenin olmadığı, suçun sürekli birbirine atıldığı bir ortamda adalet çağrısı yapan depremzedelerin haklı isyanları yüreklerde yankılanıyor. Bu “hesap verilmez, sorulmaz” haline dönüşen, çürümeye doğru giden sistemde yurttaş “kader ve keder” arasına sıkıştırılmak isteniyor.
Aradan geçen iki yılda, pek çok faciayla karşılaştık. Daha yeni Kartalkaya’da otel yangınında ihmaller zinciriyle göz göre göre 78 canımızı yitirdik. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un Kartalkaya’daki faciaya ilişkin önceki günkü şu sözleri dikkat çekiciydi: “Türkiye’de temel meselemiz mevcut mevzuata uymamaktır. Umarım, bu büyük bir ders olur. Bu da ders olmayacaksa ne ders olacak...”
Doğrudur, böylesine acılardan ders çıkarmak gerekir ancak ne yazık ki bunun olmadığı geçmişten bugüne ortadadır. Bu nedenle de şu soruları hepimizin sorması gerekmez mi? Ders çıkarması gereken sadece sade yurttaş mıdır? İktidarda olanların sorumluluğu ne noktadadır? Ülke yönetiminde olanların liyakat-etik bakışı nasıl olmalıdır? Ahbapçavuş ilişkisi örneği siyaset-ticaret mantığıyla yandaş yaklaşımlar, güçler ayrılığı ilkesinin aşındırılması, ölümcül ihmaller zincirini beslemez mi? İstifa etme kararı neden bunca yıldır iktidarda olan bir parti tarafından yaşama geçirilmemiştir, topluma örnek olunmamıştır? Bir sonraki faciayı beklemeden ders almamız gerektiği kuşkusuz. Ama bu kutuplaşmış siyasi iklimde bunun nasıl olacağını kestirmek ise güç...
CHP’DE BİRLİK MESAJI
İktidarın ekonomik kriz gibi zorlu konuları halı altına süpürmek için “sürekli gündem değişikliği” manevraları sürerken CHP seçim sandığı hedefini 2025’e koyduğunu duyurdu. Bu zorlu hedef çerçevesinde gözler CHP Genel Başkanı Özel’in, cumhurbaşkanı adaylığı için önseçim dahil süreci başlatacakları açıklamasıyla birlikte İBB Başkanı İmamoğlu ile ABB Başkanı Yavaş hattına çevrildi.
İmamoğlu’nun Çağlayan’da hakkında açılan iki soruşturma çerçevesinde savcılığa ifadesi sırasında, alanı dolduran kalabalık ve CHP’nin bir bütün olarak dayanışmayla, gövde gösterisi kuşkusuz geçen haftanın gündem başlıklarındandı. Özellikle Yavaş ile İmamoğlu’nun el ele görüntüsü parti içindeki tartışmaları biraz dindirdi. Yavaş’ın iktidara gelince “Silivri’yi kapatalım” sözü ise alkışlarla karşılandı.
GAZETECİLİK SUÇ DEĞİLDİR!
Yine zorlu bir haftayı geride bıraktık. İktidarın, “Seçim sandığı gelsin” çağrısı yapan CHP’ye baskısı giderek artıyor. Baskı artarsa bilin ki korku ve kaygılar da büyük. Gerilim çoğalınca bu baskı bir menajere yönelik “tekelleşme” soruşturmasını oyuncuları da katarak Gezi dosyasını yeniden açmaktan, İBB Başkanı İmamoğlu’nun davalarında aynı bilirkişinin olmasına yönelik çıkışının ardından konuyu işleyen gazetecilere dek uzanıyor. “Bilirkişi soruşturması”nın, Halk TV yayınındaki haber çerçevesinde Barış Pehlivan, Kürşad Oğuz, Seda Selek, Serhan Asker’in gözaltılarına, genel yayın yönetmeni Suat Toktaş’ın tutuklanmasına varması ise basın özgürlüğü konusundaki tarihimize kara bir leke olarak geçti. Hep söylüyoruz, “Gazetecilik suç değildir!” Yıllarını mesleğe adamış Toktaş’ın bir an önce serbest bırakılması çağrımızı yineliyoruz. Tüm bu gerilimler arasında yetmiyor, diploma töreni sonrasında “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen beş teğmen ve üç komutan ordudan tasfiye ediliyor...
Atatürk liderliğinde Cumhuriyetin kurulmasından itibaren karşıdevrimcilerin, gericilerin, ümmetçilerin arayışları sona ermiş değil. Ve bu hızlanma adımlarının tam da küresel mücadelede yeni bir döneme girildiği, Ortadoğu haritalarının bir kez daha şekillendirilmeye çalışıldığı bir dönemde gerçekleşmesi diken üstünde olmamızı gerektiriyor.
***
TÜİK ocak ayı enflasyon verilerini açıkladı! ***
Ticaret Bakanı Ömer Bolat açıkladı: Ocak ayı dış ticaret açığında büyük artış! ***
TEPAV gıda enflasyon verilerini açıkladı: Son 10 ayın en yüksek oranı! Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Ocak 2025 dönemi için gıda fiyat endeksi verilerini açıkladı. Buna göre, TEPAV Gıda Fiyat Endeksi (TEGE), Ocak 2025’te bir önceki aya göre yüzde 3,90 artış gösterdi ve bu, son 10 ayın en yüksek aylık gıda enflasyonu oranı oldu. (YILLIK GIDA ENFLASYONU ORANLARI) Ocak 2025 itibarıyla yıllık gıda enflasyonu, TEGE ile yüzde 35,2, TÜRK-İŞ mutfak enflasyonu ile yüzde 46,5, İTO Ücretliler Geçinme Endeksi (ÜGE) ile yüzde 45,7, İTO İstanbul Tüketici Fiyat Endeksi (İTÜFE) ile ise yüzde 47,2 olarak hesaplandı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/tepav-gida-enflasyon-verilerini-acikladi-son-10-ayin-en-yuksek-orani-2295746) ***
TÜİK enflasyonu açıkladı: Şubat ayı kira artış oranı belli oldu! ***
İstanbul'da ekmek ve simite zam: Güncel fiyatlar belli oldu! İstanbul'da ekmek ve simit fiyatlarına yüzde 30'u aşan zam geldi.
Simit fiyatlarına yapılan zam oranı yüzde 30'u aşarken, 15 TL’ye satılan simit 20 TL'ye çıktı. Bazı pastanelerde ise simit fiyatı 20 TL’yi de geçerek 25 TL’ye ulaştı.Ekmek fiyatlarında da artış yaşandı. İstanbul'da ekmek fiyatı yüzde 20 zamla 12,5 TL'den 15 TL'ye yükseldi.Fiyat artışının temel sebepleri arasında üretim maliyetlerindeki yükseliş ve genel ekonomik koşullar gösterildi. Türkiye genelinde ise birçok şehirde benzer fiyat artışları yaşanıyor.
***
Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder