Depremlerdeki ‘Devlet nerede?’ çığlığının yanıtı: Ulus devlet veya sosyal devlet öldü, yükselen MÜTAŞERİK rejim -Adnan Gümüş-
Kahramanmaraş-Hatay depremlerinin sesi nedir diye sorulsa, ilk akla gelen yüz binlerce yıkıntının her birinin başında bekleyenlerin ortak ve spontane çığlığı “Devlet nerede!” olur.
Bu bir soru değil, çaresizce spontane halde devlet kurumunun ve toplumun geldiği hali, can mal güvenliğini sağlayan devlet nerede idi, daha doğrusu artık böyle bir devlet yoktu.
Fay hatlarının açığa çıkardığı enerjinin yarattığı yıkımlardan daha çok sosyal yıkımlarla tarihe kazınmış büyük depremler olarak anılacak 6 Şubat ve devamındaki fiziki ve sosyal depremler. Pandemi süreci de dahil insanı kendi kaderine terk eden bir toplumsal formasyonun ve onun idare teşkilatı devletin başka bir forma geçişini, böyle bir kırılmayı temsil ediyor maalesef yaşardığımız son büyük depremler ve afetler. Bu afetlere asgari ücreti, emekli aylıklarını da ekleyebilirsiniz.
Önce depremin demografik sonuçlarına ilişkin bir bilgi verelim, sonra sosyal siyasal bazı sonuçlarını değerlendirmeye çalışalım.
NÜFUS ARTIŞ EĞİLİMİ DÜŞÜYOR, DEPREM BÖLGESİNDE GİDEN NÜFUS DÖNMEDİ
Deprem bölgesindeki il nüfusuna kayıtlı nüfus, deprem yılı 2023 yılında da bir önceki yıl kadar artmış olsaydı, dört il kapsamında 66 bin 330 artacaktı ancak 2023 yılında dört ildeki toplam artış sadece 368 olup bu aradaki fark deprem kayıplarına yorumlanabilir: Dört il nüfusuna kayıt 65 bin 962 azalmış bulunuyor.
Deprem Bölgesi İl Nüfus Kütüğüne Kayıtlı Nüfus 2023 Değişimi
2021 Nüfusa Kayıtlı | 2022 Nüfusa Kayıtlı | Yıllık Artış | 2023 Nüfusa Kayıtlı | Yıllık Artış | Kayıtlı Nüfus Farkı | |
Hatay | 1844659 | 1872664 | 28005 | 1867462 | -5202 | -33207 |
K. Maraş | 1637822 | 1653127 | 15305 | 1652531 | -596 | -15901 |
Adıyaman | 1179893 | 1194760 | 14867 | 1197814 | 3054 | -11813 |
Malatya | 1402623 | 1410776 | 8153 | 1413888 | 3112 | -5041 |
Toplam | 6064997 | 6131327 | 66330 | 6131695 | 368 | -65962 |
Gaziantep | 1764544 | 1785894 | 21350 | 1799185 | 13291 | -8059 |
Osmaniye | 692905 | 702134 | 9229 | 706164 | 4030 | -5199 |
Adana | 1805860 | 1815106 | 9246 | 1820158 | 5052 | -4194 |
Toplam | 4263309 | 4303134 | 39825 | 4325507 | 22373 | -17452 |
Ölümlerin yanı sıra bu dört il 2023’te ciddi bir nüfus kaybı da yaşamış bulunuyordu (Dört ilin nüfus kaybı 302 bin, önceki yılın artış miktarı da eklenirse 330 bin civarındaydı). 2024 için durum durağanlaşmış bulunuyor ama bu giden nüfusun da henüz geri dönmediği anlaşılıyor.
Deprem Bölgesi İl Nüfusları 2021-2024 Değişimi
2021 İl Nüfusu | 2022 İl Nüfusu | Yıllık artış | 2023 İl Nüfusu | Yıllık Artış | Önceki Yılki Artışa Göre İl Nüfusu Farkı | 2024 İl Nüfusu | Yıllık Artış | |
Türkiye | 84680273 | 85279553 | 599280 | 85372377 | 92824 | -506456 | 85664944 | 292567 |
Hatay | 1670712 | 1686043 | 15331 | 1544640 | -141403 | -156734 | 1 562 185 | 17545 |
K. Maraş | 1171298 | 1177436 | 6138 | 1116618 | -60818 | -66956 | 1 134 105 | 17487 |
Adıyaman | 632148 | 635169 | 3021 | 604978 | -30191 | -33212 | 611 037 | 6 059 |
Malatya | 808692 | 812580 | 3888 | 742725 | -69855 | -73743 | 750 491 | 7 766 |
Toplam | 4282850 | 4311228 | 28378 | 4008961 | -302267 | -330645 | 4057818 | 48 857 |
Gaziantep | 2130432 | 2154051 | 23619 | 2164134 | 2164134 | -13536 | 2 193 363 | 29 229 |
Osmaniye | 553012 | 559405 | 6393 | 557666 | -1739 | -8132 | 561 061 | 3 395 |
Adana | 2263373 | 2274106 | 10733 | 2270298 | -3808 | -14541 | 2 280 484 | 10 186 |
Toplam | 4946817 | 4987562 | 40745 | 4992098 | 4536 | -36209 | 5034908 | 42 810 |
Daha dikkat çekici bir etki Türkiye toplam nüfusuna dair sayılabilir.
Depremin etkisi ile 2024’te toplam doğurganlık oranı düşmüşe (Aynı zamanda ölüm de artmış olabilir) benziyor (Yabancı nüfus azalışı bir önceki yıla göre sadece 89 bin 996 kişi azaldığına göre doğurganlık oranında ciddi bir azalma olduğu anlamına gelir).
Türkiye nüfusu 2020’lere kadar her yıl 1 milyon 200 bin civarında artıyordu. 2022’de pandemiye rağmen 599 bin artmıştı.
DEPREMİN GÖR DEDİĞİ ‘MÜTAŞERİK REJİM’: YALNIZCA ULUS DEVLETİN DEĞİL, SOSYAL DEVLETLERİN ÇÖKÜŞÜ
Afetlerin öne çıkanları sayılırsa kuraklık-iklim değişiklikleri, buzul devirleri, salgınlar, depremler, yangınlar diye sayılabilir. Savaş ve yoksulluk tüm sebep sonuçlarının insan odaklı olduğu yaygın afetlerden. Yakın bölgemizde en yakın savaşlar Suriye, Lübnan, Filistin’de yaşananlar sayılır. İsrail ve Batı yakası şimdilik kazançlı gözüküyor. Daha iki gün önce D. Trump, Gazze’yi silahsızlandıracağız. Gazze’yi biz yöneteceğiz. İsrailliler kazandı, biz kazandık. Gazzeliler başka yerlere gitsin” diyor.
Peki, depremde Kahramanmaraş’ta, Hatay’da, Adıyaman’da, Malatya’da, tüm bölgede kim kaybetti, kim kazandı diye sorulursa; toplumun kaybettiği, halkın kaybettiği, ulus devletin, sosyal devletin kaybettiği, kapitalizmin, bizdeki formuyla MÜTAŞERİK rejimin kazançlı çıktığı söylenebilir.
PARADOKS; AFETTE İŞE YARAMAYAN, ÖNCESİNDE VE SONRASINDA ANA GÜDÜ OLAN PARA VE İKTİDAR
2023 depreminin ortaya çıkardığı çıplak realite paradan başka değerin kalmadığı ve paranın da afet anında işe yaramadığıdır. Kapitalin/para pulun ve iktidarın esas olduğu MÜTAŞERİK (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriat şerikliği) rejim kendini açıkça deklere etmektedir.
Afette bir işe yaramıyor ama sonuçta artık “Devlet nerede” sorusunu hangi devlet, öyle bir devlet kaldı mı sorusu oluşturuyor, ortada müteahhitler dolaşıyor, taşeronlar tarikatlar dolaşıyor.
DERS ÇIKARILABİLDİ Mİ? ELEŞTİRİ METODU, BİLİNCİN İÇERİĞİ, DAYANIŞMA DURUMU
E. Delice, depremde yaşananların da tavır alışların da bilinç ile, bilinç içerikleriyle ilgili olduğunu belirtiyordu. “Deprem gündelik dünyamızı elimizden aldığında, bildiğimiz dil nesnesiz kalmıştır. (…) Felaket sadece sözcükleri değil, onun kavranışı olan bilinci de karşılıksız bırakmaktadır. Yıkımların‚ yeni bir bilinç̧ ile tamamlanması zorunlu olsa da bu bilincin içeriğinin devrimci bir sıçramanın ürünü olup olmaması, o gün gerçekleşen eleştiri metoduna bağlıdır. (…) XIV. Louis’in ‘Devlet benim (L’État, c’est moi)’ mottosu, mutlakiyetçiliğin -ardından bütün totaliter rejimlerin- simgesine dönüşmüştür. (…) ‘eleştiri’, hukukun işleyişine olan güvensizliği doğrularken; ‘dayanışma’, insanın insandan güç almasıyla ‘itaat’ ve ‘muhtaçlık’ duygusunu ortadan kaldırmaktadır.” (Engin Delice, “Depremı̇n Polı̇tik Bilinçteki Etkisi” İç. Aytül Kasapoğlu, Deprem Doğa İnsan, 2023, s.145-150).
Eleştirinin öne çıkan anlamlarından biri ayıklamadır, güvenilir geçer iyi güzel olanla güvensiz geçersiz kötü ve çirkin olanın ayıklanabilmesidir, bunlara götürecek ve götürmeyecek bakışın yol yöntemin ayıklanmasıdır.
Tartışma bulanıklaştırılırsa buradan bir eleştiri çıkmıyor. Olayın mağdurları açısından güvensizlik ile karışık mevcuda teslimiyet kalıyor. Bağlı bir oluşum için billurlaşma gerekiyor, eleştiri, bilinç içeriği, dayanışma önemli bulunuyor.
DAYANIŞMA AĞLARI ENGELLENDİ, HALK İKTİDARA MUHTAÇ BIRAKILDI
Depremde iktidar ölüm çığlıklarına rağmen her tür toplumsal dayanışmayı engellemeye çalıştı, arama yardım çalışmalarını bile engelledi. Hatta öyle bir şey yaptı ki bu konularda, sivil savunmanın da en temel unsurundan biri olması gereken resmi orduyu bile dışarıda tuttu.
P. Blau’dan kısaca özetlersek AKP depremde de bilindik “iktidar” oyununu oynadı. “1-Her tür işi/kaynağı, hatta kişisel yardımları bile kendi tekeline aldı. 2-AKP çevresi dışındaki diğer belediye, sivil toplum örgütleri ve kişilerin alana girmesini, süreci ikame etmesini, görünmesini, halkla dayanışmaya girmesini büyük oranda engelledi. 3-Buna rağmen varlık göstermek isteyen olursa baskı, şiddet uyguladı.
SOSYAL DEVLET ROLÜ YERİNE GETİRİLMEZKEN PARAYA, RANTA, İKTİDARA DAYALI MÜTAŞERİK REJİM PERÇİNLENDİ
Afetler, krizler, beraberinde nasıl bir insani toplumsal süreç yaşandığına, ne tür iş birlikleri veya dayanışma ağları oluştuğuna bağlı olarak farklı sonuçlara yol açmaktadır.
Kahramanmaraş-Hatay depremleri AKP fırkası etrafında MÜTAŞERİK (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliği) otoriterlik için bir fırsata dönüşmüştür. Erdoğan ve AKP için devasa bir iktidarcılık oyun alanı yaratmıştır. Bu oyun alanı müteahhitler, taşeronlar, tarikatlar, şeriatçılar için kendini yeniden üretme alanı haline gelmiş bulunmaktadır.
Pandemide olduğu gibi deprem ile birlikte yaşanan felaketler sonrası da eğer aciz kalanlarla farklı bir dayanışma örülemezse, dayanışma ve eleştiri olanağı oluşturulamazsa, geniş halk kesimleri için geriye iktidarla, aşiretle, dini cemaatlerle, mevcut güç odaklarıyla hareket etmekten başka çare kalmıyor.
Kovid-19 süreci de 2023 depremleri de devletin hukuk ve sosyal devlet olmasını zayıflatmış, yerine rant ve paranın oyun alanını, MÜTAŞERİK rejimin oyun ve iktidar alanını genişletmiştir.
GEZİ’DE, DEPREMDE YARIM KALANLAR, İKTİDARIN PARADOKSU
İktidar açısından da halk açısından da Gezi ve deprem süreci pek çok benzerlik taşımaktadır.
Halk tarafı mevcut iktidar dışında dayanışma ağları ve seçenekler oluşturamamıştır.
Diğer yandan AKP için Gezi ve depremler stratejik bir karşı saldırı alanına, tüm muhalif güçleri baskılama ve onlar üzerinden halka korku salma fırsatına dönüştürülmüştür.
İktidar benim ve benim çizdiğim sınırların dışına çıkan herkese bedel ödetirim, benim/iktidarın yanında duran ise en azından tehdit edilmekten kurtulmuş olur demektedir. Gezi’de de depremlerde de gelin AKP şemsiyesi altında kalın, bu çadırın dışına çıkmayın demektedir.
Gezi’nin eksiği en başından itibaren dayanışmanın dağınık halde kalmasıydı, sonrasında da bu dayanışmanın sürdürülememesiydi. Belli bir taşıyıcısı zaten olmadı, süreç içinde de bir taşıyıcı çatı oluşturamadı, kalıcı dayanışma ağları oluşturamadı, kendi kendine de sönümlendi. Pandemi ve deprem süreci de öyle.
Ancak böyle bir spontane sönümlemeye bile iktidar izin vermemektedir, AKP bloku tüm bu yaşananları iktidarı için bir oyun alanına dönüştürmektedir.
Bununla birlikte iktidar için de daha alttan ve derinden paradoks işlemektedir. Kendine bağladığı halkı nasıl mutlu edecek, nasıl tutacak, nasıl baskılayacak?
Bu paradoksun korkusu ve aczi altında AKP sürekli bir öcü yaratmak ve sorumluluğu kendi karşıtı gibi kamplaştırdığı öcüye atfetmek zorundadır. Bunun da bir sınırı bulunmaktadır ancak bu sınıra dayanıp dayanmaması, bunun pratik bir karşılığının olup olmaması salt bilinçle ilgili değildir, aynı zamanda başka seçeneklerin de oluşup oluşmamasına bağlı bulunmaktadır.
Bu yüzdendir ki hak temelli sendikal örgütlenmelerin baskılanması, üniversite, yargı ve medyanın baskılanması, “nitelikli” okulların bozulması, kayyım atamaları, rektör atamaları, Boğaziçi meselesi, Gezi meselesi… Bunların her biri farklı seçeneklerin oluşturulmaması ve oluşabilenlerin yaşatılmaması ile ilgilidir.
Özetle, iktidara gerçek seçenek halkın dayanışmasıdır, halkın kendi kendini yönetimidir.
Kapitalizm, nemacılık, rantçılık, çetecilik, MÜTAŞERİK rejim, çok genel olarak metafetişizm ise sonuçta halk dayanışmalarının karşıtı durumundadır, toplum olabilmenin, insan olabilmenin karşıtı durumundadır.
Paradan daha mühim ölçü olmazsa insani toplumsal dayanışmanın yükselmesi zor gözükmektedir. Güncel durum çok parlak değildir. Paradan daha mühim şeylerin olduğuna dair gerçeklik bilincinin ömrü (yarılanma ömrü), şimdilik deprem anı kadar bir süreyle sınırlı gözükmektedir.
Yarılanma ömrü uzun gerçeklik bilincinin ve pratiğine dair dayanışma ağlarının örülebilmesi dileğiyle.
Not: Tablolar TÜİK verilerinden hesaplanmıştır.
/././
Trump’ın Filistin’i tarihe gömme planı -Yusuf Karadaş
Başkanlığının ilk dönemindeki aldığı kararlar Trump’ı Filistin’e karşı tarihin en saldırgan liderlerinden biri yapmıştı. Şimdi ikinci başkanlık döneminin ilk günlerinde İsrail Başbakanı Netanyahu ile yaptığı görüşmede iki milyona yakın Gazzeliyi topraklarından sürme planını açıklayan Trump, tarihe adını Filistin’i tarihe gömen lider olarak yazdırmak istiyor.
2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan Trump, 2020’de ‘yüzyılın anlaşması’ adı altında Filistin’i “Yeni Filistin” adı altında kağıt üzerinde sembolik bir devletçik haline getiren ve bu temelde Filistin sorununu bölgedeki Arap rejimleri ile İsrail arasında ABD ekseninde iş birliği kurulmasının önünde bir engel olmaktan çıkarmayı amaçlayan bir plan açıklamıştı. Trump, Filistinlileri bu plana ‘razı’ etmek için Mısır, Ürdün ve Lübnan’ı kapsayacak 50 milyar dolarlık yatırımla onları refaha kavuşturma vaadinde bulunmaktan da geri durmuyordu.
ABD emperyalizmi, ‘yüzyılın anlaşması’ planını açıklanmadan önce ocak 2020’de İran’ın bölgedeki en etkili ismi olan Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye Bağdat’ta bir suikast düzenlemişti. Bu suikast, İsrail ile İran’ı tehdit olarak gören Körfez’deki Arap rejimleri arasında ABD ekseninde ilişki ve iş birliğini geliştirmek için bir ‘yol temizliği’ olarak tasarlanmıştı.
Trump’ın ‘yüzyılın anlaşması’ planını açıklamasından sonra önce BAE ve Bahreyn, ardından da Fas ve Sudan İsrail ile İbrahim/Abraham Anlaşmalarını imzalayıp ilişkilerini “normalleştirme” yönünde adım attılar. Bu anlaşmalarla tam da Trump’ın istediği gibi İsrail’in Filistin’deki işgalini meşrulaştıran bir tutum ortaya koydular.
Bugün Trump’ın yeni Gazze planını, 2020’deki yüzyılın anlaşması planının bölgedeki yeni koşullara göre uyarlanması biçiminde değerlendirmek yanlış olmaz. Çünkü yüzyılın anlaşması, İran’ın liderliğini yaptığı ve ‘direniş ekseni’ olarak tanımlanan ABD-İsrail karşıtı eksene bağlı güçlerin bölgede etkinliğinin arttığı ve bu eksenin önemli halklarından biri olan Suriye’deki Esad/Baas rejiminin ayakta olduğu koşullarda açıklanmıştı. Oysa ekim 2023’te İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırı ve işgaliyle başlayan süreç, Hamas ve Hizbullah başta direniş ekseni içindeki güçlere ciddi darbeler vurmakla kalmadı, Suriye’deki Esad rejimi de düştü. Dolayısıyla dün kağıt üzerinde bir Filistin devletini tanıyan Trump yönetimi, bugünkü Gazze’yi işgal planıyla Filistin devletini tamamen tarihe gömmek istiyor.
Yeni dönemde Beyaz Saray’a ilk davetini Netanyahu’ya yapan Trump, Gazze’deki Filistinlileri Mısır ve Ürdün’e sürme planını açıklarken aynı zamanda buraya yerleştirilecek Filistinlilere iş imkanı ve refah vaadinde bulunmaktan da geri durmuyor. Öte yandan Trump’ın Gazze’yi ‘Ortadoğu’nun Rivierası’ (deniz kıyısında bir turistik cazibe merkezi) yapma açıklaması, Erdoğan’ın ‘çözüm süreci’nde masayı devirmesinin ardından başlayan ‘şehir savaşları’nda yerle bir edilen Diyarbakır’ın tarihi ilçesi Sur için dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun “Sur’u Toledo yapma” açıklamasını hatırlatıyor. İşgalciler yarattıkları yıkımı, şehirlere yapılacak makyajla kapatmak istiyor.
Trump gazetecilerle yaptığı görüşmede İsrail için “İsrail toprak açısından küçük bir ülke” açıklamasını yaparak Gazze’deki Filistinlilerin sürülmesi planının arkasında hedefi görünür kılmakla kalmıyor, yanı zamanda ABD emperyalizminin İsrail’in Suriye’deki yeni işgallerini de destekleyeceğinin mesajını veriyor.
Trump’ın bu politikası, ABD emperyalizminin Filistinliler gibi Ortadoğu’da yüzyıldır ulusal varlıkları baskı altında olan ve kaderlerini tayin hakkı yok sayılan Kürtlerle sürdürdüğü iş birliğinin sınırlarını da ortaya koyuyor.
‘Yüzyılın anlaşması’ planı için “1948’i (İsrail devletinin kuruluşu) hatırlatıyor” diyerek heyecanını gizlemeyen Netanyahu’nun Trump’ın bu yeni planından da fazlasıyla heyecan duyduğuna şüphe yok.
Açıklamalara bakılırsa Türkiye’deki Erdoğan iktidarı, S. Arabistan, Mısır gibi ABD emperyalizminin bölgesel müttefikleri bu plana tepki duyuyor. Ancak tıpkı zamanında kendini “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı” ilan eden Erdoğan gibi, bölgede ABD emperyalizminin ekseni içinde pozisyon almaya çalışırken bu plana karşı “tepki” açıklamaları yapmanın halkları aldatmaya yönelik iki yüzlü bir politika olmanın ötesinde bir anlam taşımadığı da açıktır.
Trump’ın yeni Gazze planı, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da “barış” derken halklara ya koşulsuz itaat ya da savaş, sürgün ve ölüm dayattığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bugünkü güç ilişkileri içinde en zoru bu görünse de bölge halklarının gerçekten barış içinde yaşayabileceği demokratik bir Ortadoğu için emperyalizme ve bölgedeki iş birlikçilerine karşı ortak mücadele dışında bir çıkar yol görünmüyor.
/././
Tekellerin avukatı: Friedrich Merz -Yücel Özdemir-
23 Şubat’ta yapılacak erken genel seçimlerde, Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya’da başbakanlık koltuğuna oturmaya en yakın isim olan Friedrich Merz’in ilginç bir siyasi kariyeri var.
Helmut Kohl’ün başbakanlık yaptığı yıllarında genç bir avukat olarak siyasete atılan Merz, kısa sürede muhafazakar Birlik (CDU/CSU) partilerinin meclis grup başkanlığına kadar yükseldi. Aşırı Katolik ve radikal neoliberal bir dünya görüşüne sahip. Angela Merkel’in 2002’de Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin genel başkanlığını kazanmasından sonra, bunu sineye çekmeyip 13 yıl boyunca aktif siyasetten uzak durdu. Ne partide görev aldı ne de milletvekili oldu.
Doğu Almanya’dan gelen, Protestan ilk kadın parti başkanı ve başbakan olarak Merkel’in, Helmut Kohl’ün bıraktığı muhafazakar gelenekten gelen ve kendilerini Kohl’den sonra partinin yöneticileri gören erkekler tarafından kabullenmesi zaman aldı. Merkel de kısa bir süre önce yayımladığı “Özgürlük/Freiheit” kitabında buna değiniyor. Bunlardan birisi de Merz idi.
Merkel’in 2018’de parti başkanlığını, 2021’de başbakanlığı bırakmasından sonra “birileri” ısrarla Merz’i siyaset sahnesine yeniden sürdü. 2018’den itibaren aday olduğu parti başkanlığını Annegret Kramp-Karrenbauer ve Armin Laschet’e karşı, yani iki kez kaybetti. 2021’deki genel seçim yenilgisinden sonra Laschet istifa edince, ortada güçlü aday da kalmadığı için ancak üçüncü yarışta parti başkanı olabildi. Bu parti içinde sevilmediğini gösteriyor.
İki kez yarışı kaybeden bir siyasetçinin yeniden aday olması Alman siyaset teamüllerini zorlayan bir durum. Ancak Merz hiç çekinmeden bunu yaptı. Aktif siyaset yapmadığı 13 yıl boyunca ise avukatlığını, danışmanlığını, denetleme kurulu üyeliğini yaptığı pek çok şirket ve tekel var. Bunlardan en bilineni ABD menşeli yatırım tekeli Blackrock.
Lobby Control adlı sivil toplum örgütünün “Lobbypedia” sitesinde yer alan bilgilere göre Merz milletvekili olduğu ya da ondan sonraki yıllarda şu şirketlerin yönetim ya da denetleme kurullarında yer aldı: Axa, BASF Antwerpen, Commerzbank, DBV-Winterthur Holding, Interserhoh AG, IVG Immobilien AG, Stadler Rail AG Bussnang/İsviçre, WEPA Industrieholding, Council on Public Policy, Industrie-Pensionsverein IVP, Flughafen Köln/Bonn GmbH, Borussia Dortmund, HSCB Trinkhaus & Burkhardt ve tabii ki Blackrock. (https://lobbypedia.de/wiki/Friedrich_Merz)
Bunların dışında sermaye yanlısı siyasetçilerin de içinde yer aldığı lobi örgütleri “United Europa”, Alman-ABD ilişkilerini pekiştirmek için kurulan Atlantik-Brücke gibi derneklerde etkili görevlerde bulundu.
Yaptığı işler sayesinde milyonlarca avro kazanan Merz, yaşadığı lüks hayat, kullandığı özel jetler nedeniyle Alman kamuoyunun dikkatini çekmiş, eleştiriler almıştı. Geçmişte üstlendiği görevler, yaptığı işler asıl olarak sermayenin avukatlığında epey mesafe katettiğini gösteriyor. Bu nedenle hep halktan uzak, sermayeye yakın bir politikacı oldu. Görev aldığı şirketlerde sürekli daha fazla kâr ve sömürü için uğraştı.
Merz’in siyasi kariyeri ve geldiği son durum kısmen diğer Alman politikacılardan farklı. Genellikle siyaseti bırakan siyasetçiler bir kez daha geri dönmemek üzere şirketlere danışmanlık yapmaya başlarlar. Eski Başbakan Gerhard Schröder (Gazprom), Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel (Deutsche Bank, ThyssenKrup), Kalkınma Bakanı Dirk Niebel (Rheinmetall) gibi pek çok siyasetçi bu grupta. Merz ise tekellerde görev yaptıktan sonra, öncekinden daha güçlü ve ısrarlı şekilde siyasete döndü ve 23 Şubat’tan sonra başbakanlık koltuğuna oturması adeta garanti. Bu da bağlantılı olduğu tekellerin, Merz’in başbakanlığa uzanan yolculuğunda taşların döşenmesinde katkı sağladığı ya da bunu istedikleri söylenebilir. Sermayenin avukatlığını artık şansölye sıfatıyla daha çıplak şekilde yapacak. Zira, onu yeniden piyasaya süren tekellerin doğal olarak çok sayıda talebi olacak.
Seçimler öncesinde tabuları yıkacak şekilde yönünü aşırı sağa çevirmesi, göçmen ve mülteci düşmanlığı üzerinde emekçileri bölmesi de bunun parçası. Süreç, tekellerin emekçi sınıflara yönelik iç ve dış politika çıkarlarına bağlı daha pervasız dayatmalarda bulunmasını gerektiriyor. Merz, içinden geldiği sınıf, dünya görüşü ve ayrıştırıcı saldırgan üslubuyla ihtiyaç duyulan birçok özelliği kendisinde birleştiriyor. Önümüzdeki dönem siyasi kamplaşma, sınıflar arası çelişkiler, göçmenlerin günah keçisi ilan edilmesi gibi pek çok alanda sert gelişmeler yaşanacak.
/././
EVRENSEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder