EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -3 Mart 2025-

TÜİK şubat ayı enflasyon verilerini açıkladı: Yıllık yüzde 39,05; aylık yüzde 2,27

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre şubatta yıllık enflasyon yüzde 39,05, aylık bazda yüzde 2,27 arttı. İTO verilerine göre ise yıllık enflasyon yüzde 45,35 aylık enflasyon ise yüzde 3,19 idi.

Türkiye İstatistik Kurumu şubat ayı enflasyon verilerini açıkladı. Tüketici Fiyat Endeksi'ndeki (TÜFE) değişim 2025 yılı Şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 2,27, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 7,42, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 39,05 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 53,83 olarak gerçekleşti.

Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın en yüksek olduğu ana grup yüzde 94,90 ile eğitim oldu. Ana harcama gruplarındaki en yüksek ikinci artış ise yüzde 70,81 ile konut oldu. Bir önceki yılın aynı ayına göre en az artış gösteren ana grup giyim ve ayakkabıdaki artış bile yüzde 20,84 oldu.

143 mal ve hizmetten 113'ünün fiyatı arttı

Endekste kapsanan 143 temel başlıktan 2025 yılı Şubat ayı itibarıyla, 25 temel başlığın endeksinde düşüş gerçekleşirken, 5 temel başlığın endeksinde değişim olmadı. 113 temel başlığın endeksinde ise artış gerçekleşti.

Şimşek: Politikalarımızı kararlılıkla uygulayacağız

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, X hesabı üzerinden yaptığı açıklamada enflasyon hedefleri doğrultusunda programa bağlı kararlı duruşa devam edeceklerini belirtti.

Şimşek, “Maliye ve gelirler politikaları ile beklentilerdeki iyileşme sayesinde enflasyondaki istikrarlı düşüşün devam etmesini bekliyoruz” ifadeleriyle ücretlerde baskılama ve yüksek vergiler politikalarına devam mesajı verdi.

İTO: Yıllık enflasyon yüzde 45,35

İstanbul Ticaret Odası (İTO) ise şubatta İstanbul Tüketici Fiyat Endeksi’nin aylık bazda yüzde 3.19 arttığını; yıllık enflasyon oranının ise yüzde 45,35 olarak hesaplandığını duyurmuştu.

İşlenmemiş gıda ürünleri, enerji, alkollü içkiler ve tütün ile altın hariç TÜFE'deki değişim, 2025 yılı Şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 2,32, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 7,91, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 39,47 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 53,40 olarak gerçekleşti.

                                                  ***

Enerji şirketlerine 1 milyar lira teşvik: Kolin, Cengiz, Limak, Sabancı...

TEİAŞ, 2025 ocak ayı için elektrik üretim tesislerine 1 milyar 50 milyon TL kapasite teşviki dağıttı. Koloğlu Holding 122.9 milyon TL ile tek santralden en büyük payı aldı.

Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ), Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde gerçekleştirdiği kapasite mekanizması kapsamında, 2025 yılı ocak ayı için üretim tesislerine ödenecek teşvik tutarlarını açıkladı. Söz konusu teşvikler, elektrik üretim tesislerinin üretim yapmadığı, üretime hazır tuttuğu kapasite gerekçesiyle ödeniyor. Bu kapsamda, ocak ayında 32 şirkete toplam 1 milyar 50 milyon TL tutarında teşvik dağıtıldı.

Teşviklerden en büyük payı, kamu ihaleleriyle sıkça gündeme gelen Koloğlu (Kolin) Holdinge ait Hidro-Gen Enerji İthalat İhracat Dağıtım ve Ticaret AŞ aldı. Şirket, 122.9 milyon TL tutarında teşvik desteği elde etti.

İktidardan aldığı kamu ihaleleriyle sık sık gündeme gelen ENKA İnşaat’a ait Gebze ve İzmir’de bulunan doğal gaz santrallerine teşvik verildi. ENKA, Gebze’deki doğal gaz santrali için 82.6 milyon lira ve İzmir’deki doğal gaz santrali için 77.5 milyon lira teşvik aldı. Şirkete sadece ocak ayında verilen toplam teşvik tutarı ise 160.1 milyon lira oldu.

Limak Holdinge ait Hamitabat Elektrik Üretim ve Ticaret AŞ’ye verilen teşvik tutarı ise 61.3 milyon lirayı buldu. Limak, ocak ayında en çok teşvik alan üçüncü holding oldu.

Yüzde 20.43’ü Akkök Holdinge ve yüzde 37.3’ü Çekya sermayesine ait olan Akenerji’ye verilen teşvik tutarı ise 45.5 milyon lira oldu.

Sabancı Holdinge ait EnerjiSa’nın Bandırma santrali için verilen teşvik tutarı ise 45 milyon lira oldu. Sabancı bu tutarla ocak ayında en çok teşvik alan 5. şirket oldu.

Kapasite mekanizması kapsamında ödenen teşviklerin dağıtımı ve büyük şirketlere aktarılması, kamuoyunda tartışma konusu olmaya devam ediyor. Özellikle belirli holdingler sıkça kamu ihaleleri alıyor ve teşviklerden büyük paylar elde ediyor.

                                                              ***

Hukukçu Orhan Gazi Ertekin: AKP'nin yargı tarihi, yargılayarak savaşma tarihidir-Dilan Temiz-

Hukukçu Orhan Gazi Ertekin, iktidarın muhalefete karşı silah gibi kullanmasını “Geldiğimiz noktada, AKP'nin yargı tarihi de yargılayarak savaşma şeklinde ifade edilebiliriz" diye değerlendirdi.

Araştırmacı Yazar ve Hukukçu Orhan Gazi Ertekin, iktidarın son dönemde yargıyı muhalefete karşı tamamen bir silah gibi kullanmasını “Geldiğimiz noktada, AKP'nin yargı tarihi de yargılayarak savaşma şeklinde ifade edilebilir” diye değerlendirdi.

AKP'nin yargıyla ilişkisinin 4 döneme ayrılabileceğini kaydeden “İlki 2002’den 2007’ye kadarki süreç, ikincisi 2007- 2013, 2013’ten 2016’ya ve 2016 sonrası süreç. Bunların genel özelliklerine bakarsak, son 22 yılın aslında politik savaşın yargı yoluyla yürütüldüğü bir hatta ilerliyor. Normalde yargıyı yaratan şey ilk şey güçler savaşıydı. Şimdi savaşarak yargılamanın yerini yargılayarak savaşma aldı. Geldiğimiz noktada, AKP'nin yargı tarihi de yargılayarak savaşma şeklinde ifade edilebilir” diye konuştu.

"Ergenekon’la başladı"

Bunun esas olarak 2007’den itibaren tam da Ergenekon davaları üzerinden başladığını anlatan Ertekin, ittifaklarla ayakta durabilen AKP’nin devleti yönetme ve yargı alanında da ittifaklardan yararlandığını söyledi. Ertekin, “İlk dönem yani cemaatin hakim olduğu süreç açısından bütün operasyonların kutsallaştırılmasına özel bir önem gösterildiğini söyleyebiliriz. 15 Temmuz sonraki süreçte hukuki teknik ve hukuki işçilik artık tamamen dışlanmış durumda. Onun yerine sadece devlet merkezine yakınlık, uzaklık, devlet merkezinin politik çıkarlarına uygunluk ve uygunsuzluk ceza hukukunun temel ölçeğine dönüşmüş durumda. Cemaat döneminde ceza hukuku, kendi tekniği, mantığı içerisinde siyasi çıkarlar örgütlüyordu ve teknik anlamlı, hukuk disiplini anlamlı bir alandı. Ama son geldiğimiz süreçler açısından hukuki teknik, hukuki düzey, hukukun özel diline dair hassasiyet artık tamamen yok olmuş durumda.”

"Kitlesel linç alanına dönüştü"

Siyasi yargılama süreçlerinde sosyal medya ve birçok aracın kullanıldığına dikkat çeken Ertekin, “Kitlesel linç alanına dönüşmüş durumda ve kitlesel seslerle sosyal medya sesleriyle iş yapar hale gelmiş durumda. Geçmişte örneğin kitlenin bu derece bir karşılığı yoktu. Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu ve ilk derece mahkemeler arasındaki ilişkiden doğan bir yargı faaliyeti vardı. Son derece anti demokratikti, onda bir sorun yok. Şimdiki de aynı derecede anti demokratik ama bizim bunu anlaşılmaz bulmamızı sağlayan şey geçmişten farklı olması. Geçmişteki süreçten farklı biçimde inşa edilmesi” dedi.

"Saraya uzanan üç ayaklı yargı faaliyeti"

“Bugün bir sosyal medyada başlatılan herhangi bir süreç doğrudan doğruya yargı merkezlerinde karşılık bulur” diyen Ertekin şöyle özetledi: “Oradan saraya uzanan bir başka şeyle beraber üç ayaklı yeni bir yargı faaliyeti doğmuş durumdadır. Bunu anlamak gerekir, buna uygun bir biçimde de daha demokratik, farklı hukuki mücadele yollarını devreye sokmak gerekir.”

"İmamoğlu yargıyla yarışmak zorunda bırakılıyor"

Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, İstanbul Üniversitesi'ne İstanbul Büyükkşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun diploması için yazdığı yazıyı değerlendiren Ertekin, “Yargının seçimde bir aktör olduğunu gösteren, seçim sürecinde İmamoğlu'nun yargıyla yarışmak zorunda bırakılması anlamına geliyor. İmamoğlu’nun seçim süreci içerisinde politik varlığı, iddiası kaçınılmaz olarak yargıda karşılanıyor ve yargıda kendi muhatabını ve yaşam iddiasını buluyor” dedi.

                                                      ***

Külebi’nin kamyonları Torbalı’dan ne taşıyor?-Özer Akdemir-

“Kamyonlar kavun taşır ve ben boyna onu düşünürdüm” -Cahit Külebi

İzmir-Aydın otobanından Torbalı çıkışına sapılınca geniş bir daire çizilerek biraz önce terk ettiğiniz otobana paralel giden dar bir asfalt yola çıkarsınız. Taa Kartaldağı’yna kadar göz alabildiğine dümdüz uzanan Torbalı Ovası’nda otobanla yan yana epeyce bir süre gider bu yol. Hep tarlaların içerisinden geçersiniz yol boyunca. Öğleye doğru açık, bulutsuz, serince bir şubat güneşi doğudan, tam karşınızdan gözünüzün içine içine vurur.

Torbalı ilçe merkezine 7 km uzaklıktaki eski bir yerleşim yeri olan Yeniköy’de, Sultan 2. Abdülhamit’in yaptırdığı çeşmenin önünde muhtarlarla görüştük. Yöredeki birbirine komşu beş köyün muhtarı da vardı. Tarihi çeşme, camii ve bahçesinde asırlık mantar meşeleri bulunan 2. Abdülhamit’in yaptırdığı medresenin yanındaki küçük meydanda yaptık çekimlerimizi.

1879 yılında yaptırılan medrese, 1950-1968 yılları arasında Metropolis Antik Kenti kazıları sırasında kazı evi, 1968 yılından sonra ise bir süre ilkokul olarak kullanılmış. Taş işçiliğindeki ustalığın ilk bakışta belli olduğu bu tarihi yapı, gerekli bakımları ve restorasyonu yapıldığı için günümüze kadar sapasağlam bir şekilde gelmiş.

Yeniköy, taş devrinden Geç Antik Çağ’a, Helenistik Dönem’den Roma İmparatorluğuna, Aydınoğulları hakimiyetinden Osmanlı hanedanlığına kadar yerleşim yeri olarak kullanılan binlerce yıllık bir antik kent. Tiyatrosu, stoası, akropolisi, hamamları ile gelmiş geçmiş birçok uygarlığın yurdu olmuş bu önemli antik kent, günümüzde Yeniköy ile Özbey köyleri arasında, bir tepenin yamaçlarında bulunmakta. Henüz belki de onda biri bile gün yüzüne çıkarılmamış olan antik kentin geniş bir hinterlandı olduğu biliniyor.

İşte bu antik kente kuş uçuşu 1.5 kilometre ötede açılmak istenen kireç taşı ocağına karşı yöre halkının haklı itirazlarını çekmek için gelmiştik Yeniköy’e. Abdülhamit Çeşmesi’nin önünde köy muhtarları neden bu madene karşı olduklarını anlattılar uzun uzun.

Metropolis’i yok saymak!

Yeniköy Muhtarı Mehmet Soykan “Burası sadece tarımla geçinen bir köy değil. Burada binlerce yıllık bir tarih var. Bu tarih geçmişten bize miras. Onu korumak zorundayız. Metropolis’i yok sayarak bu işe kalkışmak tarihimizi yok saymaktır” derken, Özbey Köyü Muhtarı Şemsettin Kanza ise zaten etraflarında yıllardır işletilen taş ve mermer ocakları bulunduğunu söylüyordu. “Bunların zararlarını zaten yaşıyoruz yıllardır. Sularımız bu taş ocaklarında patlatılan dinamitler nedeniyle iyice derine kaçtı. Zaten kuraklık var. DSİ yeni kuyu açmamıza izin vermezken, şimdi bir de kireç taşı ocağı çıktı başımıza” diyordu. Torbalı Ovası’nın Türkiye’de yaz kış her mevsim her türlü sebzenin yetiştirildiği, çok verimli bir tarım ovası olduğunun söyleyen Kanza, “Yakın illerin bütün sebzesi yaz kış bizden gidiyor. Uçakla biber gönderdik Avrupa’ya. Taş ocağı zeytin tarlası ile sınır. Yazın tozdan zeytin ağaçlarını göremezsin. Devletin ektiği çam fıstık ağaçları da zarar görüyor” dedi. Köylülerin artık canlarının burnuna geldiğini ve muhtarlar olarak onları zor tuttuklarını söyleyen Kanza, “İki seçenek var ya biz olacağız ya bu taş ocakları. Buna karar verecekler. Biz halkın sesiyiz. Bu sese kulak vermezlerse olacak her şeyden de sorumlu olurlar” sözleriyle tepkinin büyüklüğüne işaret ediyordu.

Sağlık Köyü Muhtarı Mehmet Bulut taş ve mermer ocaklarının yol açtığı tozlar nedeniyle ürünlerinin eskisi gibi yetişmediğinden dert yanarken, Ahmetli Köyü Muhtarı Hasan Kaplan ise “Benim temiz havam, suyum, gıdam olmazsa nasıl yaşayacağım? Özbey’den Ahmetli’ye kadar 8 kilometrenin her kilometresinde taş ocağı var. Yeter yahu, bu kadar da olmaz!” diye isyan ediyordu.

Sebze cennetinde kamyonlar sebze değil taş taşıyorlar

Muhtarlar Derneği Başkanı Ata Tekin Doğan’ın “Üç dört şirket sahibinin kazancı mı önemli yoksa buradan geçimini sağlayan binler, buradan karnını doyuran on binlerce yurttaş mı?​” sorusu yıllardır ülkemizin her köşesindeki bu türden çevre ve sağlık sorunlarına yol açan projeler için de yanıtı aranan bir soruydu.

Kaplancık Mahallesi Muhtarı Turan Aykır’ın diğer muhtarların söylediklerine yaptığı ilave bizim gelirken o dar yolda zırt pırt karşımızdan gelen kamyonlarla ilgiliydi. “Yıl 13 ay olsa 13 ay boyunca meyve üretebileceğimiz verimlilikte bir ovanın her yerine taş ocağı açmak istiyorlar. Bu taş ocaklarının yüzlerce kamyonu ayrı bir tehlike bizler için. Yola çıktılar mı gaz kesmek bilmiyorlar. Geniş kasalarında taş ve mermerleri yükleyerek giden bu kamyonlar bu mevsimde sebzelerle kasalarını doldurup kent pazarlarına taşımalıydılar.”

                                                     ***

Torbalı geç de olsa uyandı artık

Bu çekimlerden birkaç gün sonra, yeniden yolu Yeniköy’e düşürdük. Bu sefer Belçikalı şirketin açmak istediği kireç taşı ocağı ile ilgili Yeniköy’de bir kahvede yapılacak olan halkı bilgilendirme toplantısının haberi ve çekimleri için Yeniköy’e doğru yola çıkmıştık. Dar asfalt yolda karşımıza köylülerin dert yandığı maden kamyonları çıktı sık sık. Oysa Cahit Külebi’nin kavun taşıyan kamyonları anlattığı şiirinde olduğu gibi bu mevsimde marul, maydanoz, karnabahar taşımalıydı kamyonlar ve biz boyuna sebze taşıyan bu kamyonların arasından kendimize yol bulmalıydık!

Kamyonlar artık taş taşıyor Torbalı Ovası’nda. Vızır vızır, gaz kesmeden, burası dünyanın en güzel tarım cennetlerinden birisi demeden, Metropolis Antik Kenti’ni, Abdülhamit Köşkü’nü, tarihi çeşmeyi, İspanya kralının padişaha armağanı olan mantar meşelerini bilmeden, taş taşıyorlar...

ÇED toplantısında şirketin sunum yapmasına izin vermedi köylüler. “Neyi anlatacaksınız, zaten yıllardır iç içe yaşıyoruz bu taş ocakları ile. Ne kadar zarar verdiğini biz size anlatalım!” dediler. “En çok zorumuza giden de 271 sayfalık ÇED dosyasında Metropolis Antik Kenti’nin adının dahi geçmemesi oldu!” dedi Muhtar Mehmet Şaşmaz, şirketin sunumunu istemediklerini söylerken. “Torbalı geç de olsa uyandı artık. Taş ocağıyla değil, tarım, turizm, tarihle anılmak istiyoruz” dedi ve diğer muhtarlarla birlikte çıktı kahveden. Tüm köylüler de onlarla birlikte çıktı.

                                                             /././

(Evrensel)


soL "Köşebaşı+Gündem" -3 Mart 2025-

PKK Marksist bir örgüt müydü?-Anıl Çınar-

Ulusal kurtuluşçuluk, adı üzerinde, her zaman “ulusçuluğu” en tepeye yerleştirir. Bu, işçi sınıfının iktidarının değil ulusal bir bakış açısının merkeze koyulduğu PKK için de geçerlidir.

Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.

Öcalan çağrısının tefsiriyle işimiz yok. Yukarıdaki satırların ilettiği mesaj gayet açık. Hatta bu mesajı en özlü şekilde ifade edenlerden biri de Altan Tan oldu:  

Öcalan, ‘Bizim sosyalist, Marksist, arkaik (bu benim tabirim tabii) ideolojimizin, dünya değerlendirmemizin dönemi geçti. Doğruydu, yanlıştı, o gün öyle yola çıktık ama bunun miadı, geçerliliği, son kullanma tarihi 35 sene evvel bitti’ diyor. Bu çok önemli.1

Altan Tan, o geleneğin sağını temsil edenlerden bir olarak son derece uyanıktı ama yalnız değildi. İsimleri tek tek saymaya gerek yok, içinde iktidara yakın isimlerin de olduğu bir toplam bu işe iştahla saldırdı: “PKK Marksist ve sosyalist bir örgüt” idi, geçmişte olup bitenler işte bu ideolojinin ve Sovyetler Birliği’nde cisimleşen sosyalizmin günahıydı.

Oysa ki PKK ne 1974-78 aralığındaki ilk hamlelerinde ne 1984’ün Eruh’unda ne 1995’teki 5. Kongresinde bayrağındaki orak çekici kaldırdığında ne 1999 sonrasında anarşist Bookchin’in fikir babalığında “demokratik konfederalizm”i benimsediğinde ne 2010’larda “demokratik özerklik” tartışılırken ne de bugün bütün bu geçmişin yükü “eski sosyalist günlere” atılırken Marksist bir örgüttü.

PKK daha en başından beri, hatta Öcalan’ın 78’de kaleme aldığı şekliyle önce “ulusal kurtuluşçu” bir hareketti.

“Reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisi” denilen şey son derece doğruydu ancak tam tersi açıdan. PKK hiçbir zaman marksist-sosyalist bir örgüt olmamıştı. Ancak, “benzerleri” gibi, o dönemde ulusal kurtuluş programıyla yola çıkan örgütlerin kaçamayacağı, daha doğrusu “kaçırmak istemeyeceği” bir meşruiyet alanında filizlenmişti. Sovyetler Birliği’nin varlığıydı bu alanı yaratan.

Zaten zamansal olarak da mükemmel bir biçimde örtüşüyordu. Nitekim Sovyetler Birliği’nin yokluğunda bu ideolojik kılıfa sığınmanın bir anlamı kalmayacaktı: PKK, Sovyetler Birliği’nin çözülüşüne çok yakın bir dönemeçte kurulmuştu, sosyalizm zırhının 90’ların ilk yarısında atılması da çok uzun sürmemişti.

Aslında bu mesele 70’lerin çok öncesinde başlamıştı…

20. yüzyıla bir sosyalist devrim damgasını vurmuştu. Dünya 1918-1925 ve 1939-1970 aralıklarında iki kez yeniden şekillenmişti. Ulusal demokratik hareketlerin yerleştiği düzlem sosyalizmin dünyadaki bu atılımlarıyla çok yakından ilgiliydi. “Ulusal sorun” bu şekillenmenin ürünüydü.

Öte yandan bütün bu gelişmeler ihtiyatın elden kolayca bırakılabileceği gelişmelerdi.

Öncelikle, 1917 ile 2. Dünya Savaşı arasındaki dönemeçte Avrupa bir pat alanıydı. Sosyalizm Avrupa’da ilerleyememekte ancak Sovyet Rusya da geri püskürtülememekteydi. Bu dönem Sovyetler’in Güneyinden sıkıştırılması dönemeci oldu.

Türkiye, İran, Hindistan, Afganistan, Çin… Bütün bu ülkelerdeki demokratik süreçler Sovyetler’in yumuşak karnına yüklenme ile Sovyetlerin başta İngilizler olmak üzere eski emperyalizmin sömürgeciliğine darbe vurma çekişmesinin ürünüdür.

Bu bir realitedir ancak bütün bu olan bitenlerde sapla samanı ayırmak kimilerince zorlaşmıştır.

Ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizme evrilebileceği düşüncesi bir alan açmış ve bu alanı en geç ve en geniş biçimde değerlendiren ya da istismar eden örneklerden biri PKK olmuştu.

Yani ulusal sorunlara ulusal çözüm arama stratejisini “sosyalizm” ve hatta “Marksizm” olarak pazarlama olanağı ortaya çıkmıştır.

Oysa ki Marksizmin alametifarikası sosyalist devrimden başka bir şey değildir. Marksizm daha kuruluşundan beri, onu diğer bütün akımlardan ayıran bir şeyi odağına yerleştirmiştir: Marksizm bir işçi sınıfı sosyalizmidir, bilimsel sosyalizmdir ve Marksizm devlet iktidarını ele geçirmenin, kapitalizmi yıkmanın ve sosyalizmi kurmanın teorisidir.

Dolayısıyla Marksizm kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlar toplamına hiyerarşik biçimde yaklaşır, kendisine bağlar ve indirgeyicidir. O hiyerarşinin tepesinde de sosyalist devrim bulunur.

Ulusal kurtuluşçuluğun sosyalizan tonlar taşıması ise pragmatiktir. Ulusal kurtuluşçuluk, adı üzerinde, her zaman “ulusçuluğu” en tepeye yerleştirir. Bu, işçi sınıfının iktidarının değil ulusal bir bakış açısının merkeze koyulduğu PKK için de geçerlidir. Dolayısıyla ne şekilde telaffuz edilirse edilsin, söz konusu program özünde milliyetçi bir perspektife sahiptir.

Üstelik bunu yıllar öncesinde Öcalan’ın kendisi de defalarca söylemiştir. "Ben, Kürt halkının kurtuluşunu, yükselişini, başka yol görmediğim için, sosyalizme yöneldim”2 derken de bunu anlatmaktadır.

Bu bahiste, uzunca bir dönem, ulusal kurtuluşun neden sosyalist devrimin önünde gerçekleşmesi gereken bir adım olduğunu işitip duruyorduk. Şimdi bu kılıfın da bir işe yaramadığının günah çıkarırcasına anlatıldığı bir dönemeci yaşıyoruz.

Ama geçmişin sorumluluğunu devrimcilere ve sosyalizme atma uyanıklığına karşı şerbetliyiz. Liberalizmle iç içe geçmiş bir milliyetçilikle, ABD ya da İsrail ile müttefiklikle Marksizmin hiçbir alakası olmadığını, gerektiğinde daha yüksek sesle söylemesini biliriz.

1.Independent Türkçe, 1 Mart 2025,  https://www.indyturk.com/node/754600/türki̇yeden-sesler/öcalanın-açıklaması

2.Yalçın Küçük, Kürt Bahçesinde Sözleşi, Başak Yayınları, s.55, 1993.

                                                        /././

Batı cephesinde kimi yeni şeyler -Engin Solakoğlu-

Avrupa’da açık açık Fransa, Almanya, B. Britanya, Türkiye ve (geriye kaldığı kadarıyla) Ukrayna’nın oluşturacağı bir askeri işbirliği/ittifak girişiminin mümkün olup olamayacağı tartışılıyor.

Asimetri hayatın farklı alanlarında kullanılan bir sözcük. Biz bunu dış politikada daha çok güç dengesizliğine işaret etmek için kullanıyoruz. İki devlet arasında kurulan ilişki bir tarafın diğerine kıyasla katbekat daha güçlü olması halinde asimetrik diye tanımlanıyor.

Bu hafta iki ülke veya liderleri arasındaki asimetrik ilişkinin nelere yol açabileceğini hep birlikte izledik. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski destek almak için gittiği Beyaz Saray’da milyarların önünde azarlandı. O görüntüleri izlerken üzüldüğümü itiraf etmem gerek.

Üzülmemin iki sebebi vardı. Birincisi sanırım eski bir diplomat olmamdan kaynaklanıyor. Benim öğrendiğim diplomasi, aradaki ilişkinin niteliği ne olursa olsun, taraflar arasında asgari bir nezaketin korunmasını öngörürdü. Ya da en azından kamuya açık alanda belirli bir seviyenin tutturulması beklenirdi. Trump-Zelenski-Vance triosunun milyarlar önünde sergiledikleri manzara bu yüzden şoke ediciydi. Demek ki o devrin geride kaldığını ve yeni bir barbarlık çağının başladığını kabullenmek durumundayız. İkinci sebep ise Ukrayna-Rusya savaşında Zelenski’yi failden ziyade maşa olarak görmem. O fırçayı başından beri savaşın sürmesi için elinden geleni ardına koymayan Britanya’nın başbakanlarından biri veya Biden-Harris-Blinken üçlüsü yeseydi hiç üzülmezdim. Hele kamuflaj ceketli Alman Dışişleri Bakanı Baerbock o odadan sopayla kovalansa manzara tadından yenmez hale gelirdi.

Şaka bir yana, ABD ve Batı sermayesinin gazıyla ülkesinin beşerî ve maddi kaynaklarını anlamsız bir savaşla tüketmeye kalkışan Zelenski’nin kameralar karşısında içine düşürüldüğü  durum ibret vericiydi. Ancak daha da ibret verici olan, Beyaz Saray’ın kapısından kovulan Ukraynalı liderin, bacadan girebilmek için yaptığı özür açıklamasıydı. Olayın yaşandığı dakikaların hemen ardından “liberal” düzenin siyasetçi ve akıl hocaları sosyal medyadan tavsiye yağdırmaya başlamışlardı esasen.  Bu ekip Zelenski’ye “aman alttan al, ABD’ye şükran borçlu olduğunu söyle, sen yoksan çok eksiğiz de” önerilerini sıralamışlardı. Ukraynalı lider de birkaç saat içinde bu tavsiyeleri harfiyen uygulayan bir açıklama yaptı. Bu son hareket Trump’ın fikrini değiştirir mi bilinmez ama liderlik yeteneği kendi ülkesinde sorgulanan Zelenski’nin şimdiden savaş ve yıkımla özdeşleşmiş siyasi kariyeri açısından parlak sonuçlar doğurmayacağı kesin.

Zelenski’nin başına gelenleri özetleyen kimi atasözleri ve deyimlerimiz mevcut ancak düşene bir kez daha vurmayalım en iyisi. Burada görmemiz gereken nokta siyasi liderlerin başka ülkelerin iradelerine değil, sadece kendi halklarına güvenerek adım atmaları gerektiğidir sanırım.

ABD’nin bu yeni döneminde eskiden farklı birçok unsur mevcut. Bunlardan bir tanesi ırkçı ve faşist milyarder Elon Musk’ın belirleyici statüsü hiç kuşkusuz. Bunu daha önce yazdığım için üzerinde çok durmayacağım.

İkinci farklılık ise Başkan Yardımcısı Vance’in üstlendiği rolle ilgili. ABD siyasetini yakından izleyenler bilirler. Başkan Yardımcılığı pozisyonu ABD’de bir tür yedek oyunculuk görevidir. Başkan sağ olduğu sürece, Başkan Yardımcısı’nın işlevi bir nevi hayır işlerinde boy göstermekle sınırlıdır. Başkan Yardımcısı, çok gerekmedikçe içerikli diplomatik temaslarda bulunmaz, siyasi deklarasyonlar yapmaz. Deyim yerindeyse “elini” pek göstermez. En fazla, K. Harris örneğinde gördüğümüz gibi, Başkanın yeniden aday olamayacağı beklenmedik bir durumda hazır aday olarak sahaya sürülür.

Oysa Vance’in son bir buçuk aydır verdiği görüntü çok değişik. Münih Konferansı'na katılıp Avrupalı liderleri sigaya çekmesinden tutun, Trump’ın görüşmelerine doğrudan katılmasına ve Zelenski görüşmesinde tanık olduğumuz gibi doğrudan söze karışmasına kadar bir dizi alışılmadık davranış sergiliyor. Bunun ardında yatan sebebin ne olacağına dair kafa yormakta yarar var. Aklıma ilk gelen olasılık Trump’ın akli denge veya bir başka sebeple çok da uzak olmayan bir gelecekte devreden çıkma ihtimalinin ABD’yi yönetenlerce ciddiye alındığı. Bunu izleyip göreceğiz.

Kavganın aktörlerinden biraz uzaklaşıp içeriğine dönersek, Avrupa’da üç yaklaşımın çarpıştığını söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi ne yapıp edip ABD’yi Ukrayna gemisinde tutmak için uğraşanlar. İngiltere, Hollanda gibi ülkeler ve NATO elbette bunların başında geliyorlar. Zelenski’ye “boyun eğ ve yağcılığa devam et” diyenler de bunlar. Bu takım bence gerçekçi davranıyor. ABD’siz bu işin yürümeyeceğinin farkında. “Er Zelenski”yi bir şekilde kurtarıp savaş yolunda devam etmek istiyor. İkinci grubun başını Fransa çekiyor. Fırsattan istifade Avrupa’yı görece özerk bir askeri/siyasi güç haline getirebilmenin derdindeler. Almanya’nın yeni Hıristiyan Demokrat Başbakanı Merz’in ilk açıklamaları da bu görüşe yakın olduğunu gösteriyor. Üçüncü grup ise Trump öncesinde de Ukrayna-Rusya savaşının yükünden kurtulmak gerektiğini düşünürken şimdi bu yöndeki cesareti daha artan Macaristan ve Slovakya. ABD’nin Ukrayna’da savaşı bitirme yönündeki tutumu sürerse bu grubun safları daha da kalabalıklaşabilir.

İkinci yaklaşımı biraz açalım. Zira Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Fransa bu opsiyonu daha cazip kılmak için sahip olduğu nükleer güç kartını da oynamaktan çekinmiyor. Paris, nükleer gücünü bütün Avrupa’yı koruyabilecek, hatta Ukrayna’ya da güvence sağlayabilecek şekilde masaya koyabileceğini ileri sürüyor. Bu ne derece gerçekçi? Rakibin/düşmanın Rusya olduğu noktasından hareket edersek salt Fransa’nın nükleer silah kapasitesi caydırıcı olmaktan uzak. Bununla birlikte B. Britanya’nın da bu toplama eklemlenmesi caydırıcılığı artırabilir. Burada bir parantez açalım. B. Britanya AB’den çıktıktan sonra iki ülke arasında pek çok siyasi ve ticari gerilim yaşandı ama Paris ve Londra arasındaki askeri işbirliği hiç hız kesmedi. Nitekim al yanaklı Başbakan Starmer, daha bugün Fransa’yla “Avrupa’da güvenliği artırmak amacı taşıyan” bir plan üzerinde çalıştıklarını duyurdu. Parantezi kapatalım.

Bu ikinci grubun kullanmak istediği kartlardan biri de Türkiye’yle askeri yakınlaşma.  Bu gruba yön verenler, büyük ihtimalle, Türkiye’nin insan gücünün ötesinde artık dikkate alınması gereken bir silah sanayiine sahip olduğu düşüncesinden hareket ediyorlar.

Uzun yıllardır çeşitli platformlarda Türkiye’yle itişen Fransa şimdilerde askeri işbirliğini geliştirme yolları arıyor. Son olarak Türkiye’ye havadan havaya “Meteor” füzeleri satışı gündeme geldi. Hatta Yunanistan bunu şiddetle protesto etti ve Fransa’dan satışı iptal etmesini istedi. Macron ise bunu reddetti. Trieste Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler hocalığı yapan İtalyan Profesör F. Donelli Fransa’nın kararının Ukrayna meselesinde yaşanan gelişmelerle ilgisi bulunduğunu ileri sürüyor. Donelli, Ukrayna krizinden sonra, Türkiye’nin Avrupalılar tarafından “en faydalı olabilecek” müttefik olarak görüldüğünü de belirtiyor. İtalyan akademisyenin telaffuz ettiği “fayda” kavramının Türkiye halkı açısından savaş ve daha çok yoksulluk anlamına geldiğini bilmek için ise Uluslararası İlişkiler profesörü olmak gerekmiyor hiç kuşkusuz.

Bu kısmı toparlarsak, Avrupa’da açık açık Fransa, Almanya, B. Britanya, Türkiye ve (geriye kaldığı kadarıyla) Ukrayna’nın oluşturacağı bir askeri işbirliği/ittifak girişiminin mümkün olup olamayacağı tartışılıyor. Diğer ülkeleri bir kenara bırakıp kendi kümesimize odaklanalım. Akepe Türkiyesi bu topa girebilir mi? Daha da önemlisi, girdikten sonra sakatlanmadan çıkabilir mi? Ankara, ABD ile Suriye bağlantılı ve PKK, YPG, PYD, SDG gibi üç harfli sorunlarını, B. Britanya’nın da yardımıyla çözerse eli böylesi bir ittifakta yer alacak ölçüde rahatlar mı? Soruya kesin yanıt vermek güç olsa da en azından deneyebileceğini düşünebiliriz. Kaldı ki, iktidar ömrünü uzatmayı hayati önemde gören yapılar için süreç sonuçtan kıymetlidir. 

Diğer yandan, yukarıda üç başlık altında özetlemeye çalıştığım bölünmüşlük manzarası ikinci yaklaşımın başarı şansının çok yüksek olmadığını gösteriyor. Avrupa’nın ABD ile bir süre pazarlık etme gücü var ama pazarlığı Fransa ve Almanya’nın istediği ölçüde avantajlı bir sonuçla kapatma ihtimali yok. ABD şayet Ukrayna savaşının sona ermesi gerektiğine karar verirse Rusya bugüne dek ele geçirmiş olduğu toprakları cebine koyar gider. Sonuçta Ukrayna ile ABD arasındaki ölçüde olmasa da Avrupa ve ABD arasında da bir güç asimetrisi mevcuttur.

Yine de bu denklemde unutulmaması gereken unsur ABD’nin kesin kararının henüz alınmamış olduğu ve Trump/Vance/Musk üçlüsünün, ABD içinden gelecek baskılar sebebiyle fikir değiştirme olasılığının bulunduğudur.

                                                        /././

Hanım hanımcık Ülker Abla -Ayşe Süzük-

Avazım çıktığı kadar “Biz başka bir âlem isteriz!” diye haykırasım var. Çünkü bitmiyorlar, çünkü üstüme üstüme geliyorlar iskambil kâğıtlarından askerler gibi. Öldürmeye, incitmeye, parçalamaya çalışıyorlar. 

Üstümde bir kötümserlik var. Yaygın grip ya da soğuk algınlığından mustarip olmam nedeniyle olabilir. Yazı, hayat ve hastalık derdi uyutmadı gece beni, belki ateşin etkisiyle hayaller sözlere, planlar kısıtlılıklara karıştı, öyle mi yapsam, böyle mi yapsam döngüsü üstüme üstüme gelip beni hem heyecanlandırdı hem de huzursuzlandırdı. Böyle ateşlendiğim zamanlarda çok eskiye, çocukluğuma giderim. Bir anı hiç peşimi bırakmaz. İlkokul zamanları, üç ya da dördüncü sınıf olmalıyım. Hastalanmışım, öğretmen de eve göndermiş. O zamanlar, biz dünyalılar okullarımızdan eve yürüyerek gelirdik. Annem babam kendi okullarında… Ben başka okulda, bizimle aynı okula gelirsen yüzlenirsin, şımarırsın hesabı, bu yüzden… Uzatmayayım, kapıyı açan anneannemi görünce ağlamaya başladım çok fenayım, öleceğim herhalde diye. Anısı güzel anneannem, öyle kolay ölünmeyeceğine ikna etti ve beni yatırdı hâliyle. Ateşten üstüme üstüme gelen iskambil kâğıtları bir türlü rahat bırakmadı ama beni. Fazla doz kitap okuyan çocuklarda olduğu gibi kâbuslarıma Alice karışmış demek. 

İşte hasta olan her insan gibi küser huylu, kırılgan bir hâlde benim eski iskambilleri hatırlayarak ve bolca öyle mi olsun böyle mi olsun diye aynı döngüde çember çizip dururken Ülker Abla’nın1 sığındığı hastane koridorları karıştı bu kez de işin içine. Sonuçta bu kaçıp kovalamaca dehlizlerinde uyku tutmayan bir gecenin ardından gözlerim gölgelenmiş, benzim sararmış ve nikbinlik ziyadesiyle avuçlarımın içinden uçup bambaşka bir evrene gitmiş olabilir.

Zelenskiy, Büyük Birader’den azar yemiş (yaranmak ve yamalanmaya çalışmak zor zanaat ne de olsa, düşmanıma bile dilemem), Türkiye çok önemli bir dönemeçten geçiyormuş (geçmediği bir dönem var mı?) Sivas Katliamı katilleri bırakılmış (ciğerimiz yanıyor, insanlık suçu olmasına rağmen zamanaşımı dediler), MESEM’de yolsuzluk soruşturmasından 20 kişi tutuklanmış (of kaç öğrenciyi yediler?), işçiler yine derdest edilmiş haklarını aradıkları için (suskunluk). Ben çok sıkıldım. Bu ve benzeri bir dolu haber denizinde boğulurken avazım çıktığı kadar “Biz başka bir âlem isteriz!” diye haykırasım var. Çünkü bitmiyorlar, çünkü üstüme üstüme geliyorlar iskambil kâğıtlarından askerler gibi. Öldürmeye, incitmeye, parçalamaya çalışıyorlar. 

Tam haberlere bakmayı bırakacakken bir yazı göz kırptı, işte o! Kar Yağması Bizi Neden Heyecanlandırır? İşte, insanın içini titreten, gülümseten, iyicilliğini besleyen, en yakınındakine sarılmak isteği ve sessizce ağlama hissi uyandıran bir yazı. Yazıya eşlik eden gülümseyen insan yüzleri, sade, yalın, tertemiz ve o âna adanmış… “Biz bu işi yaparız” duygusu geldi işte, atla deveyle değil a dostlar, bir gülümsemeyle, kar sevincine karışan mizahla, çocukça ağız dolusu şeker gibi neşeyle…

Durdum, insan tuhaf bir varlık diye düşünüyorum bu kez de. Umudu örmesi, iyi hissetmesi ne kadar da kolay aslında… Bir kartopuna, bir kardan adama, bir havuca, bir çift kömür parçasına, kitabi yapacaksak da bir atkı ve bir bereye bakıyor hepi topu…

Ülker Abla nasılsa atkıyı, hadi bir de bereyi örer mesela diye düşünüyorum. Bu büyülü gerçekliğe roman kahramanları da karışıyor. Kar temizliyor her şeyi. Karabasanı çamaşır sularıyla siliyor Ülker Abla. (Abla dediğime bakmayın muhtemelen benden küçüktür. Elimde kafa kâğıdı yok ama küçüktür, küçüktür. Abla demesi kendine bir bekâret kemeri kuşansın diye bu erkek egemen düzende. Öyle ya kadın kısmısı abla olunca, yaşlanınca, cinselliğini perdeleyince, nene olunca, yaşlanınca, “kuruduğu” varsayılınca pek öyle ilişilmiyor kendisine ve dahi saygı görmeyi hak ediyor tekinsizlik ormanındaki zebanilerden.). Baştan aşağıya gerçek, baştan aşağıya ironik, baştan aşağıya keskin, açtığı kapılarla, davet ettiği dehlizlerle, bakmaya zorladığı kibrimizle, Froyd’a Lakan’a ve aslında hepimize acı bir nanik yapan Ülker Abla. Ben bu 8 Mart’ı sana armağan etmek istiyorum müsaaden olursa.  Kar sevincine benzer bir ince, iğreti bir gülümseme ile kalbimi sıkıştıran bir yas arasında bırakarak beni evire çevire dövdüğünden ötürü belki. Usanmak yok diyeyim kendime sonra da şu sözü iliştireyim, dalga geçme Ülken Abla ama:

Aydın ülkesinin ve dünyanın sistemini kuşbakışı görebilecek biçimde bilinçlidir. Toplumun nereden gelip nereye gittiğini görür ve süreci etkilemeyi ve toplumu dönüştürmeyi doğal sayar.

“Dayanmanın yarısı delirmek…” ise beri gel örgü örelim. Beri gel tüm dünyayı temizleyelim. Beri gel bu 8 Mart’ta dünyayı yerinden oynatalım. Kadınlar birlik olsa…

1.Seray Şahiner, Ülker Abla, Everest Yayınları.

                                                                         /././

Niğde’de maden işçileri direnişte: Taşeron firma 150 işçiyi işten çıkarıyor-Özkan Öztaş-

Niğde Ulukışla’da taşeron firma 150 madenciyi işten çıkardı, işçiler şantiye girişini kapatarak direnişe geçti: 'Haklarımızı sonuna kadar savunacağız!'(https://haber.sol.org.tr/haber/nigdede-maden-iscileri-direniste-taseron-firma-150-isciyi-isten-cikariyor-396492)

                                                                 ***
(soL)

                         

T-24 "Köşebaşı + Gündem" + (29 soruda sıfır oranlı emlak vergisi istisna rehberi-Murat Batı) -3 Mart 2025-

Hedefte neden Ekrem İmamoğlu var?-Eray Özer-

Neden özellikle İmamoğlu? Neden onun seçim yarışına girmesi istenmiyor? Eğer İmamoğlu’nun adaylık ihtimali ortadan kalkar ve “Terörsüz Türkiye” hedefine ulaşılırsa Kürt seçmen Erdoğan ve Yavaş arasında nasıl bir tercih yapar? Yahut Erdoğan-Yavaş ikilisine alternatif bir aday olarak Demirtaş belirir mi? Sorular sorular…

Önce diğer davalar, arkasından diploma tartışması. Sanırım kimsenin bugün iktidarın Ekrem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanlığı yarışında devre dışı bırakmak isteyip istemediğine dair bir şüphesi yoktur.

Belli ki öyle veya böyle Erdoğan’ın olası adaylığı durumunda -bu konuda anayasal düzenleme yapılır veya erken seçim üzerinden yeni bir hukuki içtihat oluşturulursa- karşısında İmamoğlu olmasın isteniyor.

Peki ama neden?

Çok güçlü bir aday olduğu için mi?

Tabii ki güçlü. Tabii ki anketlere bakıldığında mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan’la başa baş bir yarış yapacak gibi görünüyor.

Lakin diğer aday adayı Mansur Yavaş’ın halk nezdinde İmamoğlu’ndan bile daha yüksek bir desteğe sahip olduğunu muhalefet çevrelerinden bile dinlemiyor muyuz?

Üstelik Mansur Yavaş’ın Cumhur İttifakı’ndan daha fazla oy koparma şansına sahip olduğu, milliyetçi-muhafazakâr seçmenin gözünde daha fazla krediyle yola çıkacağına dair analizler, anketler okumadık mı?

Kendinizi Erdoğan’ın yerine koyun. Karşınızda size benzeyen, sizinle benzer değerleri taşıyan, daha da önemlisi kurduğunuz milliyetçi-muhafazakâr ittifakla çok da farklı köklerden gelmeyen bir rakibiniz olsun.

Bu rakip belediye başkanlığından geldiği için siyaseten daha az yıpranmış olsun.

Yine aynı rakibin halkın büyük kısmında bir karşılığı olsun ve hatta olası diğer rakibinizden bile önde gözüksün.

Böyle bir rakiple yarışmak ister misiniz?

Diyelim ki, diploma veya başka bir dava aracılığıyla yarın, öbür gün İmamoğlu bir şekilde yarış dışı bırakıldı.

Bu duruma karşı çıkıldı, eylemler yapıldı ama bir şekilde iktidar buradaki tepkiyi savuşturmayı başardı.

CHP seçmeni dahil pek çok insan ibresini Mansur Yavaş’a döndürmez mi?

Eldeki en güçlü aday olarak Yavaş’ın arkasında birleşmez mi?

Hatta diğer muhalefet partileri bile yapılan haksızlığa tepki göstererek Yavaş’ı destekleyeceklerini açıklamaz mı?

Halihazırda anketlerde İmamoğlu’dan daha büyük bir desteğe sahip görünen Yavaş üstelik daha da güçlenerek doğal aday konumuna gelmez mi?

Peki… O zaman başa dönelim.

İktidar bunu niye istesin?

Öyle ya… Hem bir adayı siyasi yasaklı durumuna düşürerek muhalif dalgayı büyütüyorsun hem de iki adaydan daha güçlü olanı, senden daha fazla oy koparabilecek olanı karşına çıkarıyorsun.

Bu mantıklı mı?

Mantıklı gelmiyorsa başka bir soruyla devam edelim:

İmamoğlu’nun Yavaş’a göre farkı ne?

Buna ilişkin iktidar mahfillerinden yükselen bazı sesler duyuyoruz.

İşte mesela, Yavaş’ın İmamoğlu’na kıyasla daha “devletçi” olduğunu yazanlar var.

Aynı kalemlere göre Yavaş devletin bugünkü yapısıyla daha az çatışırmış, ne bileyim bugünkü devlet vizyonuyla uyum içinde ilerlermiş. Vesaire…

Sanırsınız diğer alternatif, yani Ekrem  İmamoğlu, azılı bir devlet düşmanı…

Devleti de geçtim, kapitalizm düşmanı…

Ne bileyim, “NATO’dan derhal çıkalım” diyor. Gelince devletin tüm yapısını değiştirecekmiş gibi söylemlerde bulunuyor.

Bana bu argüman çok komik geliyor.

Oysa biliyoruz ki, İmamoğlu Türkiye’de gayet alışık olduğumuz türden bir siyasetçi.

ANAP çizgisine yakın bir gelenekten geliyor. Evet, Yavaş’a göre daha CHP’li bir profil çiziyor ama tipik CHP’li dediğiniz zaman da aklınıza İmamoğlu gelmiyor.

Hatta tam da bu yüzden partinin başına kendi geçip diğer seçmenlerden alabileceği oy potansiyelini düşürmek istemiyor.

Yani çok zorlasak bile İmamoğlu’nu en fazla ortanın azıcık solunda diye tanımlarız.

Haksız mıyım?

O zaman soruyu tekrarlayalım:

İmamoğlu’yla Yavaş’ın farkı ne ki, iktidar özellikle İmamoğlu’nu ekarte etmek istiyor?

Yine akıl yürütmeyle devam edelim: Konu burada Kürt açılımına ve barış sürecine bağlanıyor olabilir mi?

Ekrem Bey’le Mansur Bey arasında en büyük fark “birinin Kürtlerden daha fazla oy alabilmesi” olabilir mi?

Ekrem Bey’in Yavaş’a kıyasla Kürt seçmene açık ara daha yakın bir siyasetçi olduğu çok açık.

Şimdi bir tablo düşünelim:

Bundan diyelim iki yıl sonra barış süreci tamamlanmış, ülkeye barış gelmiş, terör sona ermiş olsun.

Seçim vakti gelsin çatsın.

Yanlış anlamayın, bugünlerde barışa heyecanlanmak yerine “ince” hesaplarla Dem Parti’nin barış karşılığında yeni anayasaya ve dolayısıyla Erdoğan’ın yeniden adaylığına “Evet” diyeceğini söyleyenlerle asla aynı yere düşmeden sosyolojik bir tarif yapmaya çalışıyorum.

Evet, iki yıl sonrasındayız, gündemimizde “terör tartışmaları” yok. Terörü bugünkü iktidar bitirmiş ve ama ülkede hukuk, ekonomi, özgürlükler tartışılmaya devam ediyor.

Yine varsayalım ki, Dem Parti de muhalefetteki konumunu koruyor; anayasa değişikliği de bu nedenle yapılamadı ve seçim sürecinde de Erdoğan’a destek vermiyor.

Lakin erken seçim içtihadı üzerinden Erdoğan yeniden aday oluyor.

Erdoğan’ın karşısına da İmamoğlu yasaklı olduğu için Mansur Yavaş çıkıyor.

Sizce Kürt seçmen, Dem Parti muhalif tavrını korusa dahi, böyle bir durumda, silahlı mücadelenin sona erdiği bir ülkede Erdoğan-Yavaş alternatifleri arasında tercihini Yavaş’tan yana kullanır mı?

Sanmıyorum.

Bana kalırsa böyle bir durumda Kürt seçmenin tavrı sandığa gitmemek yani boykot olacaktır.

Daha doğrusu milletvekili seçiminde oy kullanıp, cumhurbaşkanlığı seçimini boykot etmek yoluna gidilecektir.

Bir alternatif daha var:

PKK’nın olmadığı, terörün konuşulmadığı bir ülkede Kürt seçmen Recep Tayyip Erdoğan ve Mansur Yavaş arasında tercih yapmak zorunda bırakılırsa kendi adayını çıkarabilir.

Mesela Selahattin Demirtaş…

Erdoğan’a karşı muhalif tavrını o gün de sürdürse bile tabanda oluşacak bir talep Demirtaş’ı aday olmak zorunda pekâlâ bırakabilir.

Demirtaş aday olarak belirirse bu kez Yavaş başka bir sorunla daha karşı karşıya kalır: İktidara tepkiyle Yavaş’a oy vermek zorunda kalacak sol-sosyalist çevreler de Demirtaş alternatifiyle ana muhalif bloktan kopabilir.

Tabii bu grubun eğer iş oraya kalırsa ikinci turda geri dönme ihtimali de var.

Yine de Kürt seçmenin ikinci turu boykot etmesi tüm dengeleri değiştirecektir.

Üstelik Erdoğan çok iyi bildiği alanlarda; milliyetçilik ve muhafazakarlık alanlarında kendine meydan okuyacak bir rakiple seçim yarışına girmeyi tercih edecektir.

Seçime öyle görünüyor ki daha çok var.

Kuşkusuz bu yazdıklarım bir tahminden, bir analizden ibaret.

Türkiye gibi bir yerde o zamana kadar dengeler daha çok değişir.

Lakin başta sorduğu soruya dönersek “neden ısrarla hedefte İmamoğlu var” dendiğinde aklıma başka bir yanıt gelmiyor.

İyi haftalar.                                     /././

29 soruda sıfır oranlı emlak vergisi istisna rehberi -Murat Batı-

Önce ortak konular sonra da emekliler, engelliler, gaziler, şehit ve dul yetimleri, işsizler ile ev hanımları özelinde emlak vergisi rehberi.

Sahip olunan ev, iş yeri, arsa ve arazi için emlak vergisinin birinci taksitinin ödenme süresi 1 Mart itibarıyla başladı.  Ancak emekli iseniz, gazi ya da engelliyseniz emlak vergisini ödemeyebilirsiniz. Halk arasında emlak vergisi muafiyeti de denilen sıfır oranlı emlak vergisi istisnasına ilişkin tüm detayları soru ve cevaplarla bir rehber hazırlamaya çalıştım. Ve bu koşulları taşıyorsanız bundan sonra emlak vergisi ödemeyebilirsiniz.

Ancak öncelikle şunu belirteyim yazdığım bu istisna sadece Türkiye sınırları içinde bulunan konutlar için geçerlidir; iş yeri, arsa ve arazi için geçerli değildir.

Ayrıca Türkiye sınırları dışında bulunan konutlar için de geçerli değildir.

Aşağıda belirtilen koşulları taşıyorsanız ve isterseniz emlak vergisini ödemeyebilirsiniz. Bu koşulları taşıyorsanız sizin belediyeyi uyarıp bilgi vermeniz gerekmektedir. Belediyeler bu amcadan, teyzeden, emekliden emlak vergisi almayalım demez. Unutmayınız; siz bildireceksiniz.

Ayrıca aşağıda belirtilen koşulları daha önceki dönemlerde de taşıyor ve buna rağmen ödediyseniz, ödediklerinizi iade alabilirsiniz.

Konu daha rahat anlaşılsın diye önce ortak konular sonra da emekliler, engelliler, gaziler, şehit ve dul yetimleri, işsizler ile ev hanımları özelinde durumlarına özgü sorularla anlatmaya çalıştım. 

Ortak hükümler…

Bu kısımdaki sorular emekliler, engelliler, gaziler, şehit ve dul yetimleri, işsizler ile ev hanımları için hazırlanmıştır.

Soru 1) Sıfır oranlı emlak vergisinden (indirimli) kimler yararlanır?

Konuta/meskene ilişkin sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanmak için Emlak Vergisi Kanunu m.8 uyarınca gazi, engelli, şehitlerin dul ve yetimleri, hiçbir geliri olmayan ve sadece Türkiye’de kanunla kurulu bir sosyal güvenlik kurumundan emekli, dul, yetim, ölüm ve maluliyet aylığından ibaret olan biri olmanız gerekmektedir. Türkiye’de kurulu olmayan sosyal güvenlik kurumlarından emekli olanlar bu emeklilikten dolayı bu istisnadan yararlanamaz. Örneğin Almanya’da bir sosyal güvenlik kurumundan emekli olan biri bu istisnadan yararlanamaz.

Buna göre gaziler, engelliler, şehitlerin dul ve yetimleri, emekli, dul, yetim, ölüm ya da maluliyet aylığı alanlar ile işsizler/ev hanımları yararlanacak.

Soru 2) Nafaka alanlar bu istisnadan yararlanır mı?

Bu istisna uygulaması nafaka alanlar için ayrı bir düzenleme getirmemiştir. Ama nafaka alan ev hanımı ise, birden fazla konutu yoksa, faiz vs kazancı 2024 yılı için 230 bin TL’den (2025 yılı için 330 bin TL) fazla değilse, ticari bir kazancı yoksa, ücret geliri ve kira geliri yoksa o zaman yararlanabilir. 

İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 19.09.2016 tarih ve 66313766-175.01{8-2015/32]432 sayılı özelgesinde nafakanın tebliğde sayılan gelirler arasında yer almaması nedeniyle gerekli şartları taşıyan ve hiçbir geliri olmadığını belgeleyenlerin meskenleri için indirimli bina vergisi oranı (sıfır) uygulamasına engel teşkil etmediği belirtilmiştir.

Soru 3) İstisnadan yararlanabilmek için konuta ilişkin şartlar var mı?

Evet var. Sahip olunan binanın hem konut olması hem tek olması hem de brüt 200 m2’yi geçmemesi gerekmektedir. Bu üç şart birlikte sağlanacaktırBu koşul gaziler, engelliler, şehitlerin dul ve yetimleri, işsizler ve sosyal güvenlik kurumundan aylık alan HERKES için geçerlidir.

Kanun maddesinde yer alan indirimli bina vergisi uygulaması, sadece mesken (konut) vasıflı binalar için uygulanmaktadır. Bu nedenle, konut olmayan ya da konut vasfını kaybeden binalar için indirimli bina vergisi oranı uygulanması mümkün değildir. Maliye Bakanlığı’nın verdiği bir özelgede; fiilen de olsa iş yeri olarak kullanılan binanın konut vasfını kaybettiği gerekçesiyle bu indirimli orandan yararlanamayacağı belirtilmiştir.

Konutun belli bir kısmı, depo, dükkân gibi bir şekilde başkasına kullandırılsa bile konut, konut vasfını kaybettiğinden hem de kira geliri alındığı varsayımıyla bu indirimden yararlanılamayacaktır. Yani emlak vergisi ödenecektir.

Örneğin, SGK emeklisi Ahmet Amcanın emekli maaşından başka bir geliri bulunmamaktadır. Sahip olduğu konutunun bir odasını binanın altında bulunan kırtasiyeye depo olarak kullanması için aylık 5 bin TL’ye kiraya vermiştir. Ahmet Amca, odayı kiraya verdiği için konut, konut vasfını kaybettiğinden konutun tamamı için emlak vergisi ödeyecektir.

Özetle bir binanın kısmen veya tamamen mesken olarak kullanılmaması ya da mesken dışında bir amaca tahsis edilmesi halinde indirimli bina vergisi oranı (sıfır) uygulama­sından faydalanılamaz. 

Soru 4) Kat irtifaklı arsa tapusu olan 180 m2’lik bir konuta sahibim. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Kat irtifaklı arsa tapusu olan konut sahipleri de bu istisnadan yararlanır. Sıfır oranlı emlak vergisi için, binaya ait iskân belgesinin alınması şartı yoktur. Çok daha önemlisi, İstanbul’da ve birçok ilimizde çok fazla olan sadece arsa tapulu konutlar için de bu istisna hükümleri uygulanır

Soru 5) İstisnadan yararlanmam için evde oturmam şart mı?

38 Seri No.lu Emlak Vergisi Kanunu Genel Tebliği uyarınca bizzat oturma şartı bulunmamaktadır. Yani konutu başkasının kullanımına bıraksanız bile emlak vergisi ödemenize gerek yoktur. İndirimli vergi oranının uygulanması için meskende bizzat oturma şartı aranmamaktadır. Bu nedenle, sahip olunan ve büyüklüğü 200 m2’yi geçmeyen tek meskeni boş tutan, kiraya veren veya bedelsiz olarak bir başkasının kullanımına bırakarak başka bir konutta kirada oturanlarda diğer şartları taşımaları kaydıyla indirimli vergi oranından faydalanabileceklerdir. Kiraya verilen evin kira gelirinin, kiralanan ev için ödenen kira tutarından fazla olmasının önemi yoktur. Bu konuyla alakalı detaylı örnekler aşağıda bulunmaktadır. 

Soru 6) Yazlık evler için bu istisna uygulanır mı?

Yazlık evlere ara sıra gidilip oturuluyorsa her şekilde emlak vergisi ödenmesi gerekmektedir. Ancak yazlık evde, yaz-kış devamlı oturuluyorsa ve yukarıdaki şartların taşınması halinde emlak vergisi ödenmeyecektir.

Örneğin emekli Murat Amca Ege sahillerinde bir yazlık ev alıp artık kalan ömrünü orada tamamlamak için gidip oraya yerleşmiştir. Bu ev 200 m2’yi aşmıyor ve Murat Amca’nın ticari, zirai, serbest meslek, kira geliri gibi bir kazancı da yoksa emlak vergisi istisnasından yararlanacak ve emlak vergisini ödemeyecektir. 

Emekliler için…

Bu kısımdaki sorular emekliler için hazırlanmıştır.

Soru 7) SGK emeklisiyim, bu istisnadan hangi koşullarda yararlanabilirim?

Bu istisna Türkiye’de kanunla kurulmuş olan sosyal güvenlik kurumlarından emekli, yaşlılık, malullük, dul, yetim ve ölüm aylıkları alanları kapsamaktadır. Yani bu aylıklardan birini alanlar emlak vergisi ödemeyebilir. Özetle bu madde, sadece emeklileri kapsamamaktadır.

Bunun için ilk şartımız aylık alınan kurumun Türkiye’de kanunla kurulmuş bir sosyal güvenlik kurumu olmasıdır. Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur, TOBB’un Emekli Sandığı Vakfı gibi kurumlardan aylık alınması gerekmektedir. Ancak konuyu sadece emekli aylığı olarak görmemek lazım. Malullük, yetim aylığı gibi aylıklar da bu kapsamda değerlendirilmeli ama bunlara özgü koşullar aşağıdaki örneklerde ayrıca belirtilmiştir.

İkinci koşul gelirlerin, bu kuruluşlardan elde edilen aylık gelirinden ibaret olmasıdır. Yani kiralardan, avukatlıktan, ara sıra da olsa doktorluk faaliyetinden, market işletmeciliği gibi ticari bir faaliyetten bir gelirinin olmaması gerekmektedir. Ancak faiz, repo gibi kazanç varsa ve bu tutar 2024 yılı için 230 bin TL’yi (2025 yılı için 330 bin TL’yi) aşmazsa sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanılır; aşarsa yararlanılamaz.

Örneğinİzmir Buca’da 140 m2 tek konuta sahip emekli Ercan Amca SGK emeklisi olup 2024 yılında yıllık 25 bin TL faiz gelirinden başka geliri bulunmamaktadır. Buna göre Ercan Amca’nın elde ettiği faiz geliri 2024 yılı için 230 bin TL’yi aşmadığı için SGK aylığı dışında hiçbir geliri yok sayılacak ve sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanacaktır.

ÖrneğinBağ-Kur emeklisi Erol Amca, emeklilik sonrası bir market açarak işletmeye başlamıştır. 2024 yılında market işletmesinden yıllık 25 bin TL gelir elde etmiştir. Erol Amca market işletiminden yani ticari faaliyetten bir kazanç elde ettiği için (tutar ne kadar olursa olsun) sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanamayacaktır.

Üçüncü koşul sosyal güvenlik kurumundan aylık alanın konutunun tek olması ve bu konutun da brüt 200 m2’yi geçmemesi gerekmektedir. Ayrıca 200 m2’yi aşmayan tek konuttan başka gelir getirmeyen dükkân, arsa, arazi varsa gelir getirmemek şartıyla bu istisnadan yararlanılabilir.

Örneğin İstanbul Üniversitesinden emekli Profesör Binhan Hocanın emekli aylığı dışında başka geliri yoktur. Binhan Hocaya ait Ayvalık’ta bir arsa bulunmaktadır. Bu arsayı herhangi bir kimseye kiraya vermemiştir. Buna göre Binhan Hoca sahip olduğu 200 m2’yi aşmayan tek konut için sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanacaktır.  

Soru 8) Almanya’dan emekliyim. Şu an Samsun’da 150 m2’lik tek bir konuta sahibim. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Yabancı bir sosyal güvenlik kurumundan emekli olan kişi bu istisnadan yararlanamaz.

Örneğin Almanya’ya çalışmak için giden Sertuğ Amca orada emekli olup Türkiye’ye dönerse Türkiye’de sahip olduğu konut için emlak vergisi ödeyecektir. Yabancı ülkelerde kurulan bu gibi sosyal güvenlik kuruluşlarından emekli olan kişilerin, Türkiye’de sahip oldukları brüt 200 m2’yi geçmeyen tek konut için bile bina vergisi indiriminden yararlanmaları mümkün değildir. Yani ödeyecekler.  

Soru 9) SGK’dan emekliyim ve bir evim bir de dükkânım var. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

İkinci eviniz varsa istisnadan yararlanamıyorsunuz ama tek konutun yanında gelir getirmeyen arsa, arazi, depo vs varsa istisnadan yararlanabiliyorsunuz. Tek konutu olup da gelir getirmeyen depo, samanlık, arsa ya da arazisi de olanlar konut için bu istisnadan yararlanabilecektir.

Bunun tek istisnası engellilere, gazilere, şehitlerin dul ve yetimlerine ilişkindir. Türkiye sınırları içinde brüt 200 m2’yi geçmeyen tek meskeni veya tek meskende hissesi bulunan engelliler, gaziler ile şehitlerin dul ve yetimlerinin emlak vergisi istisnasından yararlanabilmesi için herhangi bir faaliyet veya gelir şartı aranılmayacaktır. Bunlar her hal ve takdirde emlak vergisi istisnasından yararlanacaklardır. Yani gazi iseniz ve 200 m2’yi geçmeyen tek meskeniniz varsa isterseniz holding sahibi olun söz konusu konuta ilişkin emlak vergisi ödemeyeceksiniz.

Buradaki gelir getirmeyen ifadesini, niteliği bakımından karine olarak gelir getirmesi mümkün olmayan taşınmaz olarak anlamak gerekmektedir. Aksi takdirde normalde kira geliri getiren bir iş yerinin bir müddet için boş kalması durumunda gelir getirmeyen bir iş yerinden söz edilmesi mümkün değildir. 

Soru 10) 2024’te emekli oldum, hangi tarihten itibaren bu istisnadan yararlanabilirim?

Emekli olunan yıl bu istisnadan yararlanılmıyor, takip eden yıldan itibaren yararlanılmaya başlanır.

Örneğin, Ekim 2024’te SGK’dan emekli olan Hüseyin Amca (diğer şartları da sağlamak koşuluyla) bu istisnadan 1 Ocak 2025’ten itibaren yararlanacak. Yani 2024 yılı için emlak vergisini ödeyecek ama 2025’den itibaren ödemeyecek. 

Soru 11) SGK’dan emekliyim ve iki tane evim var. Bu istisnadan hangi ev için yararlanacağım?

Kanun maddesi 200 m2’yi aşmayan tek (bir) konut için bu istisnayı uyguluyor. Birden fazla konut varsa hiçbiri için bu istisnadan yararlanılmaz. Yani ikinci bir ev varsa ikisi için de emlak vergisi ödenmek zorundadır. 

Soru 12) 2024 Temmuz ayında EYT’den dolayı emekli oldum, hangi tarihten itibaren bu istisnadan yararlanabilirim?

Emekli olunan yıl bu istisnadan yararlanılmıyor, takip eden yıldan itibaren yararlanılmaya başlanır.

Örneğin, Temmuz 2024’te EYT’den emekli olan Ahmet Amca (diğer şartları da sağlamak koşuluyla) bu istisnadan 2025 yılından itibaren yararlanacak. Yani 2024 yılı için emlak vergisini ödeyecek ama 2025’ten itibaren ödemeyecek.

Soru 13) SGK’dan emekli oldum. 190 molan oturduğumuz ev benim üstüme ama eşim hâlâ çalışıyor ve bizimle yaşayan kızım da avukatlık yapıyor.  Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Sosyal güvenlik kurumlarından aylık alan kişilerin eşi, anne/babasının, çocuklarının, kardeşlerinin vs gelirlerinin olması sosyal güvenlik kurumdan aylık alan kişinin istisnadan yararlanmasını etkilemeyecektir. Yalnız konutun 200 m2’yi geçmemesi de gerekmektedir, geçerse hiçbir şekilde bu istisnadan yararlanılamaz.

Örneğin, SGK’dan emekli Nesrin Hanım’a ait tek konut bulunmaktadır. Eşi Ahmet Bey ise banka müdürü olup aylık yüklü bir maaş almaktadır. Ayrıca Ahmet Bey’e ait kirada iki konut ve iki de dükkân bulunmaktadır. Bu durum Nesrin Hanım’ı bağlamayacak ve sıfır oranlı emlak vergisi istisnasından yararlanacaktır.

Örneğin emekli öğretmen Ali Bey ve aktif/hâlâ çalışan eşi Dr. Emine Hanım, Ali Bey’e ait Sarıyer’de bulunan 180 m2’lik bir konutta mühendis oğluyla birlikte oturmaktadırlar. Ali Bey’in emekli maaşı dışında başka bir geliri bulunmamaktadır. Ancak Dr. Emine Hanım’ın mülkiyetinde aktif kira getiren 3 dairesi, 2 dükkânı, bankada yüklüce mevduatı ve bir ticari şirkette ortaklığı; mühendis çocuğa ait kirada 2 daire bulunmaktadır. Ali Bey’in mülkiyetinde olan ve ailecek oturdukları Sarıyer’deki bu konut için Ali Bey emlak vergisi istisnasından yararlanacaktır. Yani bu konut için emlak vergisi ödenmeyecektir. 

Soru 14) SGK’dan emekli oldum. 180 molan oturduğumuz evin yarısı benim üstüme diğer yarısı da hâlâ çalışan eşimin üstüne.  Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Eşler tek konuta hisseli sahiplersehisseleri oranında sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanabilirler. Konuta hisseli sahip olunması halinde ise evin toplam brüt alanı dikkate alınacağından, toplam brüt alan 200 m2’yi aşarsa, bu istisnadan yararlanılmayacaktır. Yani burada istisna şartını sağlayan kişi kendi payına düşen kısmı kadar istisnadan yararlanacaktır. Ama evin toplam brüt metrekare bedeli 200 m2’yi aşarsa istisnadan yararlanılamaz.

Örneğin, SGK’dan emekli aylığı dışında geliri olmayan Nesrin Hanım ile hâlâ bir kurumda ücret karşılığı çalışan eşi Ali Bey yarı yarıya hisseli 180 m2 konut için yıllık 1.800 TL emlak vergisi ödemektedir. Nesrin Hanım hissesine isabet eden yani ödenen tutarın yarısını (900 TL) sıfır oranlı emlak vergisinden yararlandığı için ödemeyecektir. Diğer yarısını ise Ali Bey ödeyecek ve yıllık 1.800 TL yerine toplamda sadece 900 TL emlak vergisi ödenecektir. Yani ev hanımı Nesrin Hanım ile çalışan eşi yarı yarıya hisseli 180 m2’lik bir konut için (brüt alan 200 m2’yi aşmadığından) çalışan eş hissesi oranında emlak vergisini öderken ev hanımı Nesrin Hanım hissesine isabet eden kısım için emlak vergisi ödemeyecektir.

Örneğin emekli olan eşi ile birlikte satın aldığı 300 m2’lik konuttan dolayı eşiyle birlikte yarı yarıya ortak olan eş, kendi hissesine isabet eden metrekareyi değil evin brüt toplamı (300 m2) dikkate alınarak değerlendirileceğinden ve 300 mde 200 m2’’yi aşacağından eşler diğer koşulları sağlasa dahi bu istisnadan yararlanamayacaktır. 

Soru 15) SGK’dan emekli Emine Hanım’ın iki ayrı evde hissesi bulunmaktadır. Emekli aylığı dışında başka geliri olmayan Emine Hanım bu istisnadan yararlanabilir mi?

Emine Hanım, iki ayrı eve düşük oranlı da olsa hisseli sahipse bu istisnadan yararlanamayacaktır. Dolayısıyla iki ev için de hissesi oranında emlak vergisini ödemesi gerekmektedir. Özetle iki yarım bir etmiyor!!! 

Soru 16) SGK’dan emekli oldum. 180 molan oturduğumuz konut dışında ayrıca kira gelirim de var. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Kira geliri elde edilmesi istisnadan yararlanmaya engeldir. Kira tutarı hiç önemli değildir. 1 TL dahi olsa bu istisnadan yararlanılamaz.

Soru 17) SGK’dan emekli oldum. 180 molan konutumu kiraya verdim biz de başka bir eve kiraya çıktık. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Sahip olduğunuz evi kiraya verip siz de kiraya çıkarsanız o zaman istisnadan yararlanabilirsiniz. Ama sahip olunan tek konutu kiraya verip başkasının evinde kira vermeden oturulursa o zaman kira geliri var kabul edilir ve istisnadan yararlanılamaz.

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Derya Hanım oturduğu evi kiraya verip kiralık başka bir eve taşınmıştır. Bu durumda Derya Hanım istisnadan yararlanmaya devam edecektir. 

Soru 18) SGK’dan emekli oldum. 180 molan konutumu kiraya verdim ve kızımın/oğlumun yanına taşındım. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Bu soru ile alakalı çok farklı dinamikler var.

Şöyle ki;

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Fatma Hanım oturduğu evi kiraya verip oğlunun yanına ve oğlunun sahip olduğu eve taşınmıştır. Bu durumda Fatma Hanım, kira geliri olduğu gerekçesiyle istisnadan yararlanamayacaktır.

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Özlem Hanım oturduğu evi kiraya verip kızının yanına ve kızının da kira ödediği eve taşınmıştır. Bu durumda Özlem Hanım, kira geliri olduğu gerekçesiyle istisnadan yararlanamayacaktır.

Örneğin emekli aylığından başka geliri olmayan SGK’dan emekli Ercan Amca oturduğu evi kiraya verip oğlunun yanına ve kirayı da Ercan Amcanın üstlendiği eve taşınmıştır. Bu durumda Ercan Amca kirayı kendi üstlendiği için bu istisnadan yararlanmaya devam edecektir. 

Soru 19) SGK’dan emekli oldum. 180 molan konutum var ve bu konut için sıfır oranlı emlak vergisi istisnasından yararlanıyorum. Ama bugün bir avukatın yanında evrak işleriyle uğraşmak üzere çalışmaya başladım. İstisnadan yararlanmaya devam edecek miyim?

Emekli olan kişi emeklilik sonrası çalışmaya devam ederse emlak vergisi ödeyecektir. Yani bu istisnadan yararlanmayacaktır. Bunun istisnası ise bu kişilerin engelli, gazi ya da şehitlerin dul ve yetimleri olmasıdır. Bir engelli emekli olduktan sonra çalışırsa emlak vergisi ödemeyecektir. Engelli kişinin ne kadar geliri olursa olsun 200 m2’yi aşmayan tek konutu için emlak vergisi ödemeyecektir.

Örneğin, Nazım Bey SGK’dan 2020 yılında emekli olmuş ve artık çalışmama kararı almış. 2021’den bu yanadır da sahip olduğu tek konut için emlak vergisi istisnasından yararlanıp emlak vergisini ödememektedir. Ancak hayat koşulları onu çalışmaya zorlamış ve 3 Mart 2025 günü Samsun’da bulunan X hukuk bürosunda getir-götür işleri yapmak üzere işe başlamış. Nazım Bey 2025 yılı için emlak vergisi ödemeyecek (istisnadan yararlanmaya devam edecek) ama 2026’tan itibaren istisnadan yararlanamayacak ve emlak vergisi ödeyecektir. 

Soru 20) Üç yıldır emekliyim ama bilmediğim için emlak vergini ödemeye devam ettim. Bu ödediklerimi geri alabilir miyim?

Evet, geçmişe yönelik 5 yıl için iade alınabilir. 2010 yılında emekli oldunuz, başkaca bir geliriniz yok, 200 m2’yi aşmayan bir konutunuz var ve bu konut için 2010 yılından bu yanadır da emlak vergisi ödediniz. Geçmişe yönelik 5 yıl için ödediklerinizi iade alabilirsiniz. Bugün itibariyle 2019 ve sonrası yıllarda ödenen emlak vergisi iade alınabilirken maalesef şartları taşısanız bile 2020 öncesi ödenenler iade alınamamakta. İade almak için evin bulunduğu yerin ilçe belediyesine gidip istenilen belgelerle birlikte dilekçe vermeniz kâfidir. 

Engelliler için…

Bu kısımdaki sorular engelliler için hazırlanmıştır.

Soru 21) Engellilik oranım en az yüzde kaç olmalı ki bu istisnadan yararlanabileyim?

Engelliler sahip oldukları konuttan dolayı emlak vergisi ödemezler. Bu kişilerin ayrı bir gelirlerinin olması bu uygulamadan yararlanmalarına engel değildir. Bu kişilerin engelli kartlarını belediyeye ibraz etmeleri yeterlidir. Engelli kartı olmayanların ise tam teşekküllü bir hastane raporunu belediyeye sunmaları yeterlidir. Engelli sayılma oranı ise en az yüzde 40’tırBazı belediyeler oranı yüksek tutuyor. Hata yapıyorlar, uyarınız belediye yetkililerini. 

Koşulumuz; Engellilere ait Türkiye’de tek konutu olacak ve bu konut 200 m2’yi geçmeyecek. Başka bir gelirinin olup olmamasının hiçbir önemi yoktur.

Örneğin, yüzde 90 görme engelli Sacide Hanım’a ait İstanbul Suadiye’de 180 m2 tek konut bulunmaktadır. Sacide Hanım aynı zamanda bir üniversitede ücret karşılığı çalışmaktadır. Başka bir geliri olsa dahi bu uygulamadan yararlanacak yani sahip olduğu konut 200 m2’den küçük olduğu için sıfır oranlı emlak vergisinden çalışsa dahi yararlanmaya devam edecektir. 

Soru 22) Engelliyim ama bir belediyede santral görevlisi olarak çalışıyorum. Sahip olduğum eve ilişkin emlak vergisi istisnasından yararlanabilecek miyim?

EVK m.8’de sayılan gaziler, engelliler ve şehitlerin dul ve yetimlerin başka bir geliri olsa dahi bu istisnadan yararlanabilir. Ancak işsizler ile emekli gibi sosyal güvenlik kurumundan aylık alanların kira, ticari kazanç gibi başka bir gelirinin olmaması gerekmektedir. Yani gaziler, şehit dul ve yetimleri ile engelliler çalışsalar dahi ya da faiz geliri olsa dahi ya da şirket ortağı olsalar dahi sahip oldukları 200 m2’yi aşmayan tek konut için emlak vergisi ödemezler.

Bu nedenle santral görevlisi, memur, işçi, kamuda ya da özel sektörde ücretli çalışsa bile bu istisnadan yararlanabilir. 

Gaziler ile şehitlerin yakınları için…

Bu kısımdaki sorular gaziler ile dul ve şehit yakınları için hazırlanmıştır.  

Soru 23) Şehit eşiyim ve şu an kaldığımız ev 250 m2, bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Gaziler ile şehitlerin dul ve yetimleri sahip oldukları konuttan dolayı emlak vergisi ödemezler. Bu kişilerin ayrı bir gelirlerinin olması bu uygulamadan yararlanmalarına engel değildir.

Koşulumuz; gaziler ile şehitlerin dul ve yetimlerine ait Türkiye’de tek konutu olacak ve bu konut 200 m2’yi geçmeyecek. Başka bir gelirinin olmasının bir önemi yoktur. Ancak konutun brüt metrekaresi 200 m2’yi geçerse bu istisnadan yararlanamayacak ve emlak vergisini ödemek zorunda kalacaktır.

Örneğin bir şehidin oğluna ait İstanbul Bakırköy’de 140 m2 tek konut bulunmaktadır. Bu kişi aynı zamanda market işletmektedir. Başka bir geliri olsa dahi bu uygulamadan yararlanacaktır. Yani sahip olduğu konut 200 m2’den küçük olduğu için emlak vergisi istisnasından yararlanacaktır. 

Örneğin bir şehidin oğluna ait İstanbul Bakırköy’de brüt 220 m2 tek konut bulunmaktadır. Sahip olduğu konut, 200 m2’den büyük olduğu için emlak vergisi istisnasından yararlanamayacaktır.   

Soru 24) 15 yaşındaki Eda’ya ölen babasından 170 m2 bir konut kalmıştır. Lise öğrencisi olan Eda, bu istisnadan yararlanabilecek mi?

Hiçbir geliri olmayıp ve 18 yaşını doldurmamış olanların mülkiyetinde bulunan tek konut için bu istisnadan yararlanmaları mümkün değildir. Yani herhangi bir geliri olmayan Eda, 18 yaşını doldurmadığı için maalesef bu istisnadan yararlanamayacaktır. Ancak Eda’ya bakmakla yükümlü olan veli ya da vasinin de hiçbir geliri yok ise o zaman Eda’ya ait olan bu konut için sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanılır.

Örneğin, babası ölen 6 yaşındaki Cemal’e 120 m2 bir konut kalmıştır. Velisi olan annesinin de hiçbir geliri yoktur. Bu durumda Cemal 18 yaşını doldurmamasına rağmen sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanacak yani emlak vergisi ödemeyecektir. 

Ayrıca 18 yaşın altında olanlara ölen kişiden dolayı aylık bağlanmış olsaydı bu defa bu kişiler sosyal güvenlik kurumundan aylık alanlar kapsamında değerlendirileceği için istisnadan yararlanabilecektir.

Soru 25) 20 yaşında üniversite öğrencisi Ali’ye ölen babasından 180 m2 bir konut kalmıştır. Ayrıca babasından dolayı belli bir tutar aylık da almaktadır. Ali, bu istisnadan yararlanabilecek mi?

18 yaşını doldurmuş ya da doldurmamış kişi ölen anne/babasından dolayı aylık alıyorsa sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanacaktır. Ali, bu istisnadan yararlanacaktır.

Ancak 18 yaşın altında olanlara bu şekilde aylık bağlanmış olsaydı bu defa bu kişiler sosyal güvenlik kurumundan aylık alanlar kapsamında değerlendirileceği için istisnadan yararlanabilecektir.

Örneğin, 15 yaşında Ali’ye ölen babasından dolayı aylık bağlanmıştır. Ali’ye 120 m2 bir konut kalmıştır. Normal koşullarda 18 yaşından küçük olduğu için istisnadan yararlanmaması gerekirken sosyal güvenlik kurumlarından aylık alan kapsamında değerlendirileceği için artık sıfır oranlı emlak vergisi istisnasından yararlanacaktır.

Örneğin, 15 yaşında Veli’ye ölen babasından 120 m2 bir konut kalmıştır. Ama herhangi bir aylık bağlanmamıştır. 18 yaşından küçük olduğu için istisnadan yararlanamayacak. Kendisine aylık bağlansaydı ya da veli/vasisinin hiçbir geliri olmasaydı ancak o zaman bu istisnadan yararlanabilecekti.   

İşsizler için…

Bu kısımdaki sorular işsizler için hazırlanmıştır.  

Soru 26) Ekonomik krizden dolayı iki yıldır işsizim. Bankada 1 milyon TL param var ve bu parayı banka mevduat hesaplarına yatırdım. Bu yatırımdan 2024 yılında 90 bin TL faiz kazancı elde ettim. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

18 yaşını doldurmuş kişilerin ticari, zirai, doktorluk, avukatlık gibi serbest meslek kazancı ve/veya ücret geliri yoksa ve 2024 yılı için 230 bin TL’yi (2025 yılı için 330 bin TL) aşmayan faiz/repo kazancı varsa bu istisnadan yararlanır.

Koşulumuz tek konuta sahip olunması ve bu tek konutun brüt alanının 200 m2’yi aşmaması, gelir getiren dükkân, arsa vs’nin olmaması, kira gibi bir gelirin olmaması, çalışmıyor olması ve faiz, repo gibi kazancın 2024 yılı için 230 bin TL’yi (2025 yılı için 330 bin TL) aşmamasıdır.  

Örneğin 35 yaşında işsiz ve başka da geliri olmayan Kemal Bey sahip olduğu 150 m2’lik tek konut için emlak vergisi ödemeyecektir.

Bu arada kişinin bankadaki parasının tutarının bir önemi bulunmamaktadır. Aslolan elde ettiği faiz gibi kazancın 2024 yılı için 230 bin TL’yi (2025 yılı için 330 bin TL) aşmamasıdır.  Şayet elde edilen faiz gibi kazancı, 2024 yılı için 230 bin TL’yi aşmışsa yararlanamaz.

Örneğin iki yıldır işsiz olan Ali Bey, 2024 yılında bankadaki mevduatından dolayı 280 bin TL faiz kazancı elde etmiştir. 150 m2’lik tek konutu olan Ali Bey, 2024 yılında elde ettiği faiz kazancı tutarı 2024 yılı için 230 bin TL’lik sınırı aştığından bu istisnadan yararlanamayacak ve dolayısıyla da emlak vergisini ödeyecektir. 

Soru 27) Gelirimin olmadığını nasıl ispatlayacağım?

Hiçbir geliri olmayanların bu istisnadan yararlanabilmeleri için bu durumu konutun bulunduğu ilçe belediyesine yazılı olarak bildirmeleri ve akabinde hiçbir geliri olmadıklarına ilişkin belediyeden alacakları belgeyi doldurup vermeleri gerekmektedir.

Ayrıca ikametgâhının bulunduğu yer vergi dairesinden vergi mükellefiyetinin olmadığına, SGK’dan (Emekli Sandığı/Bağ-Kur/SSK) sigortalı olmadıklarına ilişkin belgeleri de aynı belediyeye vermeleri gerekmektedirYeşil kart, SGK’dan (Emekli Sandığı/Bağ-Kur/SSK) alınan belge yerine geçer ayrıca SGK’dan (Emekli Sandığı/Bağ-Kur/SSK) belge almalarına gerek yoktur.  

Ancak 57 Seri No.lu Emlak Vergisi Kanunu Genel Tebliğinde; belediyelerce sunulan bilgilerin teyit edilmesi hatta tapu kayıtları, emeklilik durumlarını da sorgulamaları gerektiği belirtilmiştir. Yani “siz belediyeye durumunuzu yazılı olarak bildirin belediye teyit eder” diyor ama siz yine de takibi bırakmayanız. 

Soru 28) İsteğe bağlı sigorta prim ödemesi yapmaktayım. Bu istisnadan yararlanabilir miyim?

İsteğe bağlı olarak sigorta prim ödemesi yapılması ve potansiyel olarak vergi dairesinde vergi kimlik numarası alınması, mükelleflerin EVK m.8’de belirtilen diğer koşulların ihlal edilmemiş olması ve ayrıca ücret, ticari, sınai ve mesleki ve zirai faaliyet geliri ile menkul ve gayrimenkul sermaye iradı, faiz ve temettü veya benzeri gelirinin olmaması durumunda bu istisnadan yararlanılır. Bu durumla alakalı İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 24.08.2009 tarih ve 2158 sayılı özelgesi de bulunmaktadır. 

Ev hanımları için…

Bu kısımdaki soru ev hanımlar için hazırlanmıştır.

Soru 29) Ev hanımıyım, bu istisnadan yararlanabilir miyim?

Ev hanımları da hiçbir geliri olmayanlar sınıfındadır. Ev hanımlarının da hiçbir geliri yok ise bunu belediyeye ibraz ederlerse istisnadan yararlanabilirler. Ancak ev hanımının, yukarıda sayıldığı gibi hiçbir gelirinin ve sahip olduğu konutunun da kirada olmaması gerekmektedir.

Örneğin hiçbir geliri olmayan ev hanımı Yağmur Hanım sahip olduğu 190 m2 konutta mimar eşi ve öğretmen oğluyla birlikte oturmaktadır. Başka geliri olmayan ev hanımı Yağmur Hanım sıfır oranlı emlak vergisinden yararlanacaktır.

                                                           /././

Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -3 Mart 2025-

TÜİK şubat ayı enflasyon verilerini açıkladı: Yıllık yüzde 39,05; aylık yüzde 2,27 Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre şubatta yıllık ...