Prof. Dr. Naci Görür'ün bu görüntülerine tepki yağdı: Japon deprem uzmanının konut projesi için "Burada afet olmaz" dedi
İstanbul için sık sık büyük deprem uyarılarıyla gündeme gelen Prof. Dr. Naci Görür'ün, bir inşaat firmasının konut projesini ziyaretinden görüntüleri ortaya çıktı. Görür, "Böyle iyi yapılmış projelerde afet boyutunda bir şey olmaz" ifadeleriyle reklam yaptığı gerekçesiyle sosyal medyada eleştiri aldı. İnşaat firmasının, İstanbul'da yıkıcı deprem beklediği yönündeki açıklamalarıyla gündeme gelen Japon deprem uzmanı Yoshinori Moriwaki'ye ait olduğu öğrenildi.
6 Şubat 2023'te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Prof. Dr. Naci Görür, konuyla ilgili açıklamaları en çok merak edilen ve yakından takip edilen isimlerden biri haline geldi. 23 Nisan'da İstanbul'da meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremden sonra da vatandaşlar, Görür ve diğer deprem uzmanlarının açıklamalarını merak ve endişeyle takip etmeye başladı. Bazı uzmanlar, depremin bölgede olabilecek en büyük sarsıntı olduğunu savunurken, bazıları ise asıl beklenen büyük depremin hâlâ yaklaşmakta olduğunu ve 6,2'lik sarsıntının süreci hızlandırdığını ileri sürdü. Prof. Dr. Naci Görür de 'büyük İstanbul depreminin' yaklaştığı görüşünü savunan isimler arasındaydı.
Prof. Dr. Görür, bu kez bir inşaat firmasını ziyaretinden paylaşılan görüntülerle gündeme geldi. 'Japon Konutları' adlı projeyi ziyaret eden Görür, "Böyle iyi yapılmış projelerde afet boyutunda bir şey olmaz" ifadelerini kullandı. Ziyaret sırasında çekilen video, inşaat firmasının sosyal medya hesabından yayınlanırken, Görür, reklam yaptığı gerekçesiyle yoğun eleştiri aldı. Sosyal medyada konuya dair çok sayıda paylaşım yapıldı.
"Dudak uçuklatan metrekare fiyatı"
Görür'e tepki gösteren isimlerden biri de gazeteci Sevilay Yılman oldu. Yılman, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "İstanbul'da çok büyük deprem bekliyor iddiasını sürdüren Prof. Dr. Naci Görür, depreme dayanıklılığıyla övünen Sancaktepe Japon Konutları'nı pazarlamak için reklam filminde rol almış. Tesadüfe bakın ki inşaatı yapan firma da Görür'le aynı tezi savunan Japon Yoshinori Moriwaki'ye ait. Konutların metrekare fiyatları ise dudak uçuklatıyor. Ne güzel dünya değil mi?" ifadelerini kullandı.
(https://www.instagram.com/soylemezsemolmazofficial/reel/DI_WBiIiFU9/)
(https://www.youtube.com/watch?v=ESPdCefi3sQ)
(https://www.habervakti.com/buyur-buradan-yak-deprem-uzmanlari-konut-pazarlamasinda#)
***
Cesedi yakılmış halde bulunan Afgan işçi Nourtani davasında karara itiraz: Avukatı savunma yapamadı, beyanlar yanlış ve eksik kayda geçirildi!-Candan Yıldız-
Keşif yapılmadı, kaçak ocakların araştırılması talebi reddedildi, başka kaçak ocak ölümünün "trafik kazası diye örtbas edildiği" iddiası araştırılmadı.

Başından itibaren takip etmeye çalıştığım bir dosya Afgan işçi Vezir Muhammed Nourtani’nin ölümü…
Nourtani, Zonguldak’ta ‘çakal ini’ olarak nitelendirilen kaçak bir kömür ocağında önce yaralandı, hastaneye görütülmedi, yakıldı. Sol böbreğinin olmadığı da adli tıp raporlarında ortaya çıktı.
Canlıyken mi yakıldı, öldükten sonra mı yakıldı sorusu netleşmeden mahkemeden karar çıktı.
Bu öyle bir dava ki hak arayışından birinci derece sorumlu olan yargının hali pür melalini açık etti.
Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi altı sanığın yargılandığı davayla ilgili kararını 11 Nisan’da verdi.
Kaçak kömür ocağının ortaklarından eski MHP Gelik Belde Başkanı Hakan Körnöş ve Enver Gideroğlu ‘taksirle öldürme’ suçundan 5 yıl 8 ay, Körnöş’ün kuzeni Ahmet Aydın delil karartma suçundan 4 yıl 6 ay ceza aldı. Ocak çalışanları Sercan Kayabaş ve Eray Demirö aynı suçtan 2’şer yıl, ocak çalışanı Ahmet Çayırlı’nın ‘delil karartma’ suçundan aldığı ceza ise 1 yıl 8 aya düşürüldü.
Mahkeme gerekçeli kararını açıkladıktan sonra Nourtani için adalet arayan avukat Kerim Bahadır Şeker, karara itiraz dilekçesini sundu.
Dilekçeden öğreniyoruz yargısal sürecin garabetini…
Avukat Şeker, karar duruşmasının olduğu gün salonda beyanlardan bulunurken "Zonguldak'ta şu an hava 2 derece, dışarısı soğuk ve kar yağıyor..." dedi ve sanık Enger Gideroğlu’nun avukatı Asena Yaşar araya girerek “Bu avukat buraya şov yapmaya gelmiş, bizimle dalga geçiyor, aklımızla alay ediyor” müdahalesinde bulunur.
Bunun üzerine Şeker “sıra sana da gelecek” cevabını verir ve mahkemece duruşma düzenini bozucu olarak değerlendirir ve Şeker’e ihtarda bulunur. Bunun üzerine Şeker “Sadece benim dediğimi mi yazıyorsunuz?” diyerek sanık avukatının beyanlarının neden kayda geçirilmediğini sorar. Mahkeme başkanı salondan çıkarılmasını ister ve Şeker çıkarılır.
Bir kez daha hatırlatayım, karar duruşmasında!
Oysa Şeker’in sözü kesilmeyip duruşmada beyanlarına devam edebilseydi şunu söyleyecekti:
"Müvekkilimin çocukları engelli, birisinin dizden aşağısı yok, birisinin kulakları tamamen duymuyor, eve tek bakmakla yükümlü müteveffa Vezir Mohammed Nourtani ise mahkemede yargılanan sanıklarca fikir ve eylem birliği içerisinde diri diri yakılarak öldürülmüştür."
Beyanların eksiksiz olarak kayda geçirilmesini talep etmek savunmanın görevidir. Çünkü sonraki aşamalarda beyanlara, kayıtlara bakarak karar verecek üst mahkemeler.
Eksik ve yanlış beyan kaydı bununla sınırlı kalmaz. Avukat Şeker duruşma salonundan çıkarılınca Afgan işçinin eşi (Qamer Gul Meliki’nin) tepki gösterir “Bu salonda hukuk, adalet yok” diyerek duruşma salonunu terk etmek ister. Mahkeme ise bu sözleri tutanağa “salondan çıkmak istiyorum” şeklinde kayıtlara geçirir!
Şeker’in karara itiraz nedenlerinden biri “tek taraflı bir savunma ile karar verilmesi ve silahların eşitliği ilkesinin zedelenmesi.”
Dilekçeden devam edelim…
Afgan işçinin ölümünün aydınlatılması için hangi taleplerin reddedildiğini de hatırlıyoruz. Örneğin keşif talebi…
Avukat Şeker diyor ki “Oysa o keşif yapılsaydı sanıkların maden ocağından cesedi taşıdıkları nokta ile yakma işlemini yaptıkları nokta arasındaki mesafenin, aracın kat ettiği sürenin, normal şartlarda ambulans çağrılsaydı ne kadar zamanda gelinebileceği ortaya konulabilirdi.”
O zaman iş kazası mı, planlı bir cinayet mi şüphesine net yanıtlar üretilmiş olurdu.
İş cinayetlerinin sürekli yaşandığı kaçak kömür ocaklarından yola çıkılarak Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Enerji Bakanlığı’na yazı yazılarak ocakla ilgili ihmallerin araştırılması da talep edilir. Mahkeme bu talebi de reddeder.
Oysa bu kaçak ocak defalarca kapatılmış yine de işletilmeye devam etmiş.
Bir diğer çarpıcı konu ise sanık müdafilerinin bir duruşmada “Zonguldak’ta bu tarz olaylar normaldir”diyerek bir başka kaçak ocak ölümünün trafik kazası diye örtbas edildiğini açıkça belirtmesi. Buna rağmen mahkemenin bu iddianın peşine düşmemesi!
Çelişkili adli tıp raporlarının kararda dikkate alınmaması, Afgan işçinin yakınları olan iki tanığın ifadesinin Türkiye’de olmadığı gerekçesiyle alınmaması, müşteki tarafın ifadelerinin istinabe yoluyla alınması talebinin de reddedilmesi, Nourtani’nin sol böbreğinin olmamasının nedeninin açığa çıkarılmaması…
Şeker’in Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararına itirazının gerekçeleri böyle. Bu nedenle istinaf dilekçesinde dosyanın yeniden görülmesini istendi. Reddi hakim talebinde de bulunuldu. Avukat Şeker Hakim ve Savcılar Kurulu’na mahkeme heyetini de şikayet etti.
Bakalım Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi’nin ilgili ceza dairesi ne karar verecek?
TIKLAYIN: Yakılan Afgan işçiyle ilgili bilimsel değerlendirmeyi okuyun ve sorun: Bu dosyadan adalet çıkar mı?
/././
İBB soruşturması dosyasına giren “jammer” kullanımı nasıl uygulanıyor?-Tolga Şardan-
İBB’deki kaynaklar, İmamoğlu’nun jammer kullanma gerekçesinin, bir terör eylemine hedef olmaktan daha çok, kendisinin ve yakın çevresinin iletişim güvenliğini sağlamak amaçlı olduğuna dikkati çekti. Emniyet’in açıklaması, biraz da İmamoğlu’na yönelik “yasa dışı takip ve izleme yapıldığı” iddialarına karşı “cambaza bak” mantığıyla yapılmış gibi duruyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı’na bağlı İSKİ’ye yönelik operasyon dosyasına giren “jammer” konusu, soruşturmanın önüne geçti neredeyse.
İBB’nin tutuklu Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki bir otelde gerçekleştirdiği görüşme sırasında elektronik sinyal kesici cihaz (jammer) kullanılması ve kameraların polis korumalarca kapatılması iktidar ile muhalefet arasında polemik yarattı kuşkusuz.
Jammer adı verilen elektronik cihaz; kullanılan mesafe ve alana göre değişebilen elektronik frekans aralığındaki sinyallerin kesilmesini sağlıyor. Böylece, ses ve görüntü aktarımının önüne geçiyor.
Peki jammer nasıl kullanılıyor? Hangi koşullarda jammer sahibi olunabiliyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere çoğunlukla güvenlik konularıyla bağlantılı siyasetçi ve kamu yöneticileri, iki amaçla elektronik sinyal kesici cihazı yani jammer’ı kullanıyor:
1-Yasa dışı telefon ve ortam dinlemelerinin engellenmesi.
2- Terör örgütlerinin uzaktan kumandalı patlayıcı madde kullanarak gerçekleştireceği saldırı eylemlerini önlemek.
Teknolojinin nimetinden faydalanma!
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte nefes aldığımız bu coğrafyada yakın dönemlerin en büyük sorunlarından biri, yasa dışı telefon ve ortam dinlenmesi faaliyetleri oldu.
Çok detaya girmek istemiyorum, ancak 2000’lerin başında iletişimin sabit telefon hatlarından mobil sistemlere hem de hızlı bir geçiş yapmasıyla birlikte, yasa dışı telefon takibi ve dinlemesi hayatımıza girdi.
Söz konusu zaman diliminde, aynı zamanda AKP’nin iktidara gelişine paralel biçimde Fetullah Gülen ekibinin, gerek devlet gerekse halka dönük en seri ve etkin biçimde kullandığı teknik takip yönteminin başında geldi sayısal veri takipleri.
Sonuçta, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kimi bakanlar ile güvenlik bürokrasisinde etkin konumdaki üst düzey bürokratların programlarında yukarıda aktardığım iki gerekçe ile jammer kullanılıyor.
Yeri gelmişken, her ne kadar İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya jammer kullanmadığını açıklasa da Ankara ve İstanbul içinde kullanmadığı biliniyor. Ancak yakın zamana kadar terör eylemlerinin yoğun olduğu bölgelere gittiğinde Yerlikaya’nın konvoyunda jammer bulunduğunu belirteyim. Hatta kimi kentlerin valileri ve üst düzey askeri yetkilileri, polis yöneticileri, terör eylemlerine karşı elektronik sinyal kesici cihazı kullanmakta. Ayrıca, Yerlikaya’nın selefinin de aynı cihazı kullandığı biliniyor.
Yine geçmişten bir örnek vereyim; ortam dinlemesi yapılmasına. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın odasında yapılan araştırmada ortam dinlemesi yapıldığı ortaya çıkarılmıştı. Ülkenin İçişleri Bakanı’nın makam odasına yönelik ortam dinlemesi yapıldığıysa varın gerisini siz düşünün!
Sağır odadan jammer’e geçiş
O günlerden bugünlere gelindiğinde ülkedeki atmosfer rahatlamak yerine bilakis daha da ağırlaştı, yoğunlaştı.
Bu yaşam şartları altında önemli konumdaki kişiler ve kurumlar, devletin sağladığı güvenlik koşullarının yanında ayrıca kendi güvenlik önlemlerini de oluşturmak zorunda kalıyorlar.
Tabii burada İBB Başkanı İmamoğlu’nun jammer kullandığı sıradaki faaliyetinde suç unsuru var mı, yok mu? Henüz belli değil, adli soruşturma sonucunda anlaşılacak.
Bu kapsamda şöyle bir tablo var; İmamoğlu hakkındaki koruma kararı, olası bir suikast ya da eyleme karşı alınacak güvenlik önlemleri çerçevesinde verilmiş bir resmi karar.
Dolayısıyla, bu güvenlik önlemlerinin alınması için görevlendirilen polisler, korudukları kişinin yani İmamoğlu’nun korumasında kendi bilgi ve birikimlerinin yanında farklı teknik olanakları da kullanır. Koruma kararlarında bu durum, jammer, kimyasal gaz, dürbün gibi isimlendirilmez.
Her ne kadar Emniyet Genel Müdürlüğü, atıf yaptığı 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 2. maddesinin 3. fıkrasında ki hükme dayandırsa da, yasanın bütününde açıklamada belirtilen kurumların dışındaki kurum ve kuruluşlara doğrudan bir yasak getirmiyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasında “belediye başkanları ve belediyelerin jammer kullanacak kurumlardan olmadığı” belirtilse de, yasa hükmünde suç teşkiline yönelik bir ifade ya da tanım yok!
Aslolan, kişinin hakkında koruma kararının bulunmasıdır. Can güvenliğinin ne şekilde sağlandığı, hangi teknik cihazların kullanıldığı yönünde bir hükme yer verilmiş değil.
Kaldı ki, EGM’in atıf yaptığı yasa hükmünde yer aldığı şekliyle frekans planlama, tahsis ve tescili kapsayan 36. madde ile kodlu ve kriptolu haberleşmeyi düzenleyen 39. madde içeriğinde hükümde belirtilen kamu kurumları dışında kalanlara yönelik suç unsuru barındırmıyor.
Hatta daha ötesinde, hükümlerde kamu kurumlarının dışında kalanları taleplerine göre düzenleme yetkisi Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na verilmiş durumda.
Ancak, İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olarak devletin verdiği koruma kararı çerçevesindeki hizmete bağlı kalmayıp, elindeki olanaklar çerçevesinde kendi güvenliğini de almış görünüyor.
Görüştüğüm İBB’deki kaynaklar, İmamoğlu’nun jammer kullanma gerekçesini, terör saldırısına hedef olma olasılığı sebebiyle alınacak güvenlik önlemleri içinde her türlü olanağı kullanmak olarak açıkladı.
Zaten, korunan kişiye yönelik risklerin bertaraf edilmesi, koruma görevinin esasını oluşturur. Önemli olan korunan kişinin can güvenliğinin en üst dereceden sağlanmasıysa, ortaya çıkan tabloyu da tartışmak ikinci planda kalır, kuşkusuz.
Elbette, suç unsuru olmayan bir durumda İmamoğlu’nun jammer kullanması, savcılıkça nasıl değerlendirilecek yakında ortaya çıkacak.
Hatırlıyorum, AKP iktidara geldikten hemen sonra Ankara’da şube açan İstanbullu ünlü bir pastane firması, AKP’lilerin yoğun yaşadığı Çukurambar’daki işletmesinde “sağır oda” uygulaması başlatmıştı.
Özellikle Fetullah Gülen cemaatinin yanı sıra kendilerini hedef aldıklarını inandıkları kamu kurumlarının takibinden kurtulmak için söz konusu işletmenin sağır odalarında buluşmaları tercih etti AKP’liler uzunca bir süre.
Yine edindiğim bilgiye göre, şimdilerde pek tercih edilmez olmuş, kurşun plakalardan duvarları olan sağır odalar!
Şimdi ise, İmamoğlu, jammer kullanarak kendi sağır odasını yaratmış, mobil jammerlarla.
Jammer’ı kullanma süreci
Peki, jammer’ı her isteyen kullanabiliyor mu?
Yanıt: Hayır.
Şöyle ki, kamunun dışında özel firmalar veya kişiler jammer kullanmak istediğinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan izin almak zorunda. İzin almak için de güvenlik konusunda devletin ilgili kurumlarını ikna etmek durumunda.
Özel firma ya da kişilerin jammer kullanabilmesi için uygulayacakları yöntem genellikle özel güvenlik hizmeti veren şirketler.
Tabii özel güvenlik hizmeti veren firmaların da yine talepte bulunan firma ya da kişilere yönelik jammer kullanabilmesi için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na bildirimde bulunulması gerekiyor.
Kaldı ki, elektronik sinyal kesici cihazın kullanılması özel hukuk sisteminde sıkıntılı. Zira, çevrede yaşayan birey / bireylerin iletişimin etkilenmesi, sürecin kullanan ve etkilenenler açısından mahkemelik olmasının önünü açabilir.
Yanı sıra, her yerde çok kolay temin edilemeyen cihazların ithalinde de Ticaret Bakanlığı’na bildirimde bulunulması koşulu var.
Jammer’ı kullanma yetki belgesi
Ayrıca, özel güvenlik firmaları üzerinden koruma hizmeti alan kişi ya da firmaların talepleri, illerde valiliğin koordinesinde faaliyet yürüten özel güvenlik koruma komisyonunda değerlendiriliyor.
Örneğin, bir kişi ya da firma, anlaşma yaptığı bir özel güvenlik firmasından beş kişilik yakın koruma ekibi talep etti. Bu talep, komisyonda değerlendiriliyor. Komisyon, korunacak kişinin risk analizine göre sayıyı azaltabiliyor. Burada kişinin, hakkındaki risk konusunda ikna edici gerekçeleri ortaya koyması şart.
Aynı süreçte, koruma hizmeti almak isteyenler, talep başvurularında hangi teknik cihaz ya da ekipman bulundurmak istediklerini valiliklere bildiriyor. Bu bildirime jammer cihazı dahil değil. Kelepçe, CCTV, x-ray, kask, dürbün, kimyasal gaz (biber gazı), kapı ve el dedektörü, kalkan, plastik jop yer alıyor.
Valilikler, talep sahiplerinin isteğine birebir onay vermek zorunda değil. Yine risk analizine göre hangi teknik cihaz ve ekipmanların kullanılacağına söz konusu komisyon karar veriyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nce verilen “Güvenlik Cihazları Kullanma Eğitici Yetiştirme” kurs sertifikası sahibi olanlar jammer ve benzeri teknik cihazları kullanmaya yetkili.
***
Büyüteç’i kaleme aldığım dün öğle saatlerinde Emniyet Genel Müdürlüğü, (EGM) jammer kullanımıyla ilgili resmi açıklama yaptı.
Emniyet Genel Müdürlüğü, açıklamasında belediye başkanlarının jammer kullanmaya yetkisi olmadığına dikkati olmadığına ve adını vermeden İmamoğlu’nun suç işlediğini vurguladı.
Az önce okuduğunuz bölümlerde tabloyu aktardım. EGM’nin bu açıklaması, biraz da İmamoğlu’na yönelik “yasa dışı takip ve izleme yapıldığı” iddialarına karşı “cambaza bak” mantığıyla yapılmış gibi duruyor.
Emniyet yönetimi deyim yerindeyse zevahiri kurtarmanın peşinde.
EGM’nin bu açıklaması yeni bir tartışmayı başlatacak. İmamoğlu cephesinden bakalım ne açıklama gelecek?
/././
Maliye, 2024’te 160 kişiye 22 milyon lira ihbar tazminatı ödemiş…-Murat Batı-
İhbar müessesesi, toplumda ve basında ihbar et, para ödülü al şeklinde önemli bir algı yaratmıştı.
Geçen yıl bu zamanlar hatırlarsanız Mehmet Şimşek, vergi kayıp/kaçağıyla mücadele etmek için yurttaşları ihbar etmeye çağırmış ve ihbar müessesesini sosyal medya ve WhatsApp hatlarını kullanarak yapılmasını istemişti.
Buna göre yurttaşlar düşük KDV oranı uygulanmasını, IBAN’a para istenmesini, kira gelirinin beyan edilmemesini, fiş/fatura verilmemesi gibi durumları ya sosyal medya hesaplarından ya da WhatsApp telefon hattından ihbar edip, bu işten belki de para kazanmayı hedeflemişti. Hatta bu ihbar müessesesi, toplumda ve basında ihbar et, para ödülü al şeklinde önemli bir algı yaratmıştı. Bana ihbar edersem ne kadar ödül alacağım şeklinde yüzlerce soru sorulmuştu.
Peki bu kadar yükselen ses sonucunda amaç hasıl oldu mu? Bakalım isterseniz.
Gelir İdaresi Başkanlığı 2024 yılı Faaliyet Raporunu 7 Nisan Pazartesi günü kendi internet sayfasında yayımlandı. Bu raporun 144’üncü sayfasında İhbar Dilekçeleri başlığı altında “1905 sayılı Kanun uyarınca 2024 yılında ihbarda bulunan 160 kişiye ödenmek üzere toplam 22.398.978 TL ihbar ikramiyesi ödeneği ilgili vergi dairesi müdürlüklerine gönderilmiştir” cümlesi bulunmaktadır.
Yani Gelir İdaresi Başkanlığı 2024 yılında 160 kişiye sadece 22 milyon 398 bin 978 lira ödeme yapmış. 22 milyon lira sosyal medya ve basında iştahı kabaran ihbara hazır binlerce kişiye yetecek bir tutar değil elbette. Zaten önceki yıllara da bakarsak Gelir İdaresi, çok fazla ödeme yapmamış.
Gelir İdaresi Başkanlığı’nın faaliyet raporlarından son 11 yılın ödenen ihbar ikramiyesi tutarlarını çıkardım. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere 1905 sayılı Kanun uyarınca 2024 yılında ihbarda bulunan 160 kişiye 22 milyon 398 bin 978 lira, 2023 yılında ise 176 kişiye 14 milyon 832 bin 566 lira ihbar ikramiyesi ödenmiştir.
Son 11 yılda ise toplamda 3 bin 219 kişiye 120 milyon 599 bin 117 lira yani ihbar ikramiyesi ödenmiştir. 2024 yılında kişi başına yaklaşık 140 bin lira ödenmiş.
Ödül almak için ne yapmalıyım?
İhbar neticesinde ben de ödül alabilir miyim diyen varsa içinizde, aşağıdaki koşulları sağlaması gerekmektedir. Ancak evvela ödülün dayanağı olan kanunun adına bir bakalım isterseniz; 26.12.1931 tarih ve 1905 Sayılı Menkul ve Gayrimenkul Emval İle Bunların İntifa Hakları ve Daimi Vergilerin Mektumatı Muhbirlerine Verilecek İkramiye Hakkında Kanun uyarınca uygulanmaktadır.
Ödülün ödenebilmesi için gereken şartlar nelerdir?
Öncelikle şunu belirtmek gerekmektedir ki o da ihbarı yapana muhbir denilmekte ve tüm resmi kayıtlara ihbarı yapanın adının önüne muhbir yazılmaktadır.
1905 sayılı Kanun uyarınca ikramiyenin yani ödülün verilebilmesi için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Bunlar aşağıda sırasıyla izah edilmiştir.
1-Muhbir kimliğini gizlememelidir. Yani ihbar eden kişi, adını soyadını, adresini ve diğer tüm kimlik bilgilerini açıkça belirtmelidir.
2-İhbar, dilekçeyle yapılmalıdır. 3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun m.4 uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi veya yetkili makamlara verilen ya da gönderilen dilekçelerde, dilekçe sahibinin adı soyadı ve imzası ile ikametgâh adresinin bulunması gerekmektedir. Yani, yukarıda sayılan ibareleri barındırmayan yazıların dilekçe niteliğini haiz olması ve dolayısıyla ihbar niteliğini taşımaması gerekir. Hatta aynı Kanun m.6 belli bir konuyu ihtiva etmeyen, yargı mercilerinin görevine giren konularla ilgili olan ve dilekçe sahibinin adı, soyadı, imza ve ikametgahına ilişkin şartlardan herhangi birini taşımayan dilekçelerin incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu nedenle sosyal medya hesaplarından ya da WhatsApp’tan gönderilen ihbarların ne ölçüde ihbar dilekçesine konu olduğu hususunda bir bilgim yok maalesef. Ama sanıyorum ki bu yolla yapılan ihbarlara ödül verilmedi. Ya da ödendi ise Bakanlık bir açıklama yapar biz de öğrenmiş oluruz.
3-Dilekçede ihbar ikramiyesi de talep edilmelidir.
4-Muhbir, ihbarından vazgeçmemelidir.
5-Her vergi, ihbar ikramiyesine konu değildir. İhbar ikramiyesine konu vergiler devamlı vergilerdir. Örneğin gelir, kurumlar, katma değer, damga, gider ve veraset ve intikal vergisi gibi devamlılık arz eden vergiler ihbar ikramiyesinin konusuna girer. O yüzden özellikle bir defaya mahsus çıkarılan vergiler ihbar ikramiyesinin konusuna girmez. Buna göre geçici vergi, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu kapsamındaki gelirler, gümrük vergisi, Gümrük İdareleri tarafından alınan vergi ve resimler gibi alacaklar üzerinden ikramiye ödenmez.
6-İhbar edilen hususla, tespit edilen vergi kaçağı arasında bir illiyet bağı olmalıdır. Muhbir, bir kişi hakkında vergi kaçakçılığı yaptığına ilişkin bir ihbarda bulunup onu delillerle desteklemediği sürece bu ihbar için kendisine herhangi bir ödeme yapılmaz. Örneğin muhbir, bir dilekçeyle vergi idaresine başvurup şu şirket vergi kaçırıyor dedikten sonra bunu nasıl, hangi yollarla ve belge gibi somut bir delil sunmadığı sürece olası bir inceleme sonucunda o ihbarı doğru çıksa dahi o kişiye ikramiye verilmez. O nedenle verilecek ikramiye ihbar edilen ve delillerle desteklenen ihbarla sınırlıdır. Örneğin sadece satış fişi vermedi diye bir ihbar sonucunda o şirketin esasında sahte belge de düzenlediği tespit edilir ve şirkete yüklü bir ceza kesilmesi durumunda muhbirin şikayetiyle bu yeni durumun bir ilgisi olmaması nedeniyle ikramiye ödenmeyecektir.
Özetle, ihbar üzerine yapılan inceleme ve/veya vergi idaresinin tarhiyat işlemleri sonucunda bulunan vergi kayıp ve kaçağıyla ihbar dilekçesinde iddia edilen hususlar arasında bir illiyet bağı bulunmalı ve dolayısıyla da yapılan tarh ve kesilen cezalar muhbirin dilekçesiyle birlikte verdiği somut delillere dayalı olarak tespit edilmiş olmalıdır. Aksi durumda ikramiye verilemez.
7-Geriye yönelik 5 yıllık süre içindeki işlemler ihbar edilebilir. İkramiye alınabilmesi için geriye doğru 5 yıl içinde oluşmuş vergi kayıp kaçağına neden olmuş işlemler ihbar edilebilir. Örneğin bugün itibariyle 2016 yılındaki bir işlemin ihbar edilmesi sonucunda bulunacak kayıp ve kaçağın tahakkuk/tahsil zamanaşımına uğramış olma ihtimali nedeniyle ikramiyeye konu olması pek mümkün olmayacaktır.
8-İhbar edilenle alakalı daha önce bir vergi incelemesine başlanılmamış olmalıdır. İhbar edilen konuyla alakalı vergi idaresi daha önce bir vergi incelemesine başlamışsa o zaman ihbarınız boşa düşecek ve ikramiye alamayacaksınız.
Aynı şeyi birden fazla kişi ihbar etmişse hepsine mi ikramiye verilecek?
Aynı şeyi/konuyu birden fazla kişi ihbar etmişse ilk ihbar edene ikramiye ödenir. Yani aynı konuda birden fazla ihbar yapılmışsa bu ihbarların tarihlerine bakılır ve ilk ihbarı yapana ikramiye ödenir. Diğer muhbir maalesef bu ikramiyeden mahrum kalacaktır. İlk muhbir olduğunuz nasıl tespit edilecek sorusuna ise cevap olarak resmi kayıtlara geçiş tarihi olacaktır. Hatta aynı gün aynı konuda birden fazla ihbar varsa saat önceliğine bakılacaktır.
İkramiye tutarı ne kadar olacak?
İkramiye tutarı, ihbar edilen konuyla alakalı yapılan inceleme vs’den sonra tespit edilen ve mükellefe bildirilme (tahakkuk) şartıyla öncesinde hesaplanan yüzde 10’un 1/3’ü, sonra bu tutar mükelleften tahsil edildikten sonra da kalan 2/3’ü ödenir. Örneğin yapılan ihbar sonucunda şirkete 100 bin TL vergi ve cezası tebliğ edilirse 100 bin liranın yüzde 10’u olan 10 bin lira ihbar ikramiyesi olarak ödenir. Ancak bu yüzde 10 mükellefe tebliğ edilip kesinleştikten sonra (kesinleşme idari ve yargı yollarının tüketilmesidir) 1/3’ü; kalan tutar ise mükelleften tahsil edildikten sonra ödenir.
Cezalar da ikramiyeye dahil mi?
Basında cezaların yüzde 10’u ihbar edene ödenecek gibi haberlere rastladım. Ancak bu haberler kısmen doğru kısmen yanlıştır. Şöyle ki, ihbar ikramiyesi sadece devamlılık arz eden vergiler ile bu vergilerin kaybı nedeniyle kesilen vergi ziyaı cezaları üzerinden ödenecek. Onun dışında usulsüzlük cezaları, özel usulsüzlük cezaları, gecikme faizi, gecikme zammı üzerinden ödeme olmayacaktır.
Örneğin bir ihbar sonucunda kişiye 10 lira KDV, 10 lira KDV’den dolayı vergi ziyaı cezası ve 5 lira özel usulsüzlük ile 3 lira gecikme faizi kesilmişse bu kişinin şu an 28 lira itibariyle borcu olacak ama ihbar ikramiyesi sadece verginin aslı (10 lira) ve vergi ziyaı cezası (10 lira) toplamı üzerinden (20 lira) yüzde 10 olarak yani 2 TL olarak ödenecektir. O nedenle örneğin fiş/fatura düzenlenmedi diye yapılan ihbarlar neticesinde özel usulsüzlük cezası kesilecek ve bu cezalar ihbar ikramiyesinin dışında olacaktır.
İhbar sonucunda vergi çıkmazsa ne olacak?
İhbar sonucunda herhangi bir vergi çıkmazsa o zaman ihbar ikramiyesi ödenmeyecektir.
/././
Ukrayna’da barış için geri sayım-Akdoğan Özkan-
Trump’ın Ukrayna Savaşı’nı sona erdirecek barış planı son şeklini aldı. İş silahların susması yolunda son engelin aşılmasına kaldı ama bu kez şartlar Kiev yönetimine 2022 İstanbul müzakerelerini aratır nitelikte.

ABD Başkanı Donald Trump'ın Rusya -Ukrayna savaşını sona erdirecek barış planının netlik kazanması ve E3 ülkeleri olarak adlandırılan İngiltere, Fransa ve Almanya’nın 17 Nisan’da Paris’te, ardından da 23 Nisan’da Londra’da yaptıkları görüşmeler sonrasında bu planı desteklediklerini bildirmesi ile Ukrayna’da barış için geri sayım başladı.
Geri sayımın önemli dönemeçlerinden biri ise Rusya lideri Vladimir Putin’in Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un Moskova’ya 25 Nisan’da yaptığı dördüncü ziyaretin ardından Ukrayna ile koşulsuz görüşmelere hazır olduğunu yinelemesiyle geçildi. Rusya ve Ukrayna temsilcileri arasında doğrudan müzakerelerin yeniden başlatılacağı da duyurulursa, geri sayımın en kritik merhalesi geçilmiş olacak. Bu merhalenin önünde an itibarıyla görünen en büyük engel Ukrayna lideri Vladimir Zelenski gibi görünüyor. Putin görevde olduğu sürece Rusya ile tüm görüşmeleri açıkça yasaklayan Ekim 2022 tarihli kararnamesini kaldırmamış olan ve “önce koşulsuz ateşkes olsun ve Ruslar çekilsin, sonra görüşülür,” noktasında ısrarcı olan Zelenski, ABD ile mutabık kalınan nadir toprak elementleri anlaşmasına ilişkin nihai belgeleri de henüz imzalamamış durumda. Zelenski ile Vatikan’da baş başa görüşme yapan Trump’ın “En az üç hafta gecikti. Umarım bu anlaşma hemen imzalanır,” ifadelerini kullanmasına sebep olan Ukrayna liderinin direngen tavrının nasıl aşılacağı belirsiz.
Trump’ın barış planı
An itibarıyla en belirgin husus, Reuters’in detaylarını açıkladığı Trump’ın barış planı. Plana göre,
Ukrayna liderliğinin önüne ABD yönetimi tarafından konulan barış şartlarına bakınca, insanın aklına gelen ilk ifade, “yazık!” oluyor.
Yazık!..
Yazık oluyor gerçekten Ukrayna’ya…
Üç yılda şartlar daha ağırlaştı
Oysa Ukrayna heyeti bundan 3 yıl önce, savaşın ilk aylarında Rus heyeti ile İstanbul’da oturduğu müzakere masasında mutabık kaldıkları hususları Zelenski’ye imzalatabilselerdi, hem bu kadar toprak kaybetmiş olmayacaklar, hem de bu kadar büyük kayıplar vermemiş olacaklardı.
Ukrayna geçen zaman zarfında cephede yüzbinlerce insanını kaybetti. En az 3 yıl boş yere öldü gencecik insanlar. Ekonomisi çok büyük yara alan ve yüz milyarlarca dolar borçlanan ülkenin birçok yerinde vasıflı insan sorunu çekiliyor.
Aradan geçen onca zamandan sonra, bugün Ukrayna liderliğinin önüne uzatılan barış şartları üç yıl öncekiyle kıyas edilmeyecek kadar ağır. Üç yıl önce NATO’ya üye olma arzusu gütmeyen tarafsız bir ülke olmayı kabul etmesi ve “Nazizm ve neo-Nazizmin her türlü yüceltilmesi ve propagandasının” yasaklanmasını (cezai sorumlulukla birlikte) karar altına alacağını taahhüt etmesi Rusların silahları susturması yolunda büyük ölçüde yeterli olacaktı.
İki ülke heyetleri arasında İstanbul’da yapılan barış görüşmelerine katılan Kiev heyetindeki baş müzakereci, Davyd Arakhamia, İstanbul’da neler görüşüldüğünü, hangi metin üzerinde mutabık kalındığını görüşmelerden 1,5 yıl sonra açıklamıştı. Arakhamia, 2023 yılı Kasım ayında Ukrayna ulusal tv kanallarından 1+1 TV’ye verdiği röportajda, Rusya’nın hedefinin Ukrayna’nın tarafsızlığını sağlamak olduğunu, Ukrayna’yı işgal etmek niyetinde olmadığını açıklamıştı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’nin partisi olan Ukrayna Halkın Hizmetkarı Partisinin de sözcüsü Arakhamia şöyle konuşmuştu:
“Rusya'nın amacı tarafsız kalmamız için üzerimizde baskı kurmaktı. Onlar için asıl mesele şuydu: Finlandiya’nın bir zamanlar tuttuğu yola benzer şekilde tarafsızlığı kabul edersek ve NATO’ya katılmayacağımıza dair taahhütte bulunursak savaşı bitirmeye hazırdılar. Asıl önemli mesele buydu onlar için.”
2022 yılı Mart ayında İstanbul’da yürütülen barış görüşmelerine Ukrayna adına katılanlardan biri de 45 yıllık diplomasi kariyerine sahip olan Oleksandar Çalyi idi. Ukrayna Dışişleri Bakan Yardımcılığı, Avrupa Entegrasyonu Devlet Sekreterliği’nin yanı sıra Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın Dış Politika Danışmanlığını da yapan Çalyi, Putin’in 2022’de bir anlaşmaya ulaşılması için “her şeyi denediğini” bizzat itiraf etmişti. Halen Cenevre Güvenlik Politikaları Merkezi Orta Üyesi olarak görev yapan Oleksandar Çalyi kısaca, “düşman” elinden geleni yaptı, biz fırsatı teptik, demişti.
New York Times da yazdı daha sonra, Rusya, 2022’de Kırım’ın Rus toprağı olarak tanınması talebinden vazgeçmeye bile hazırdı. Kırım’ın statüsü 10-15 yıl içinde belirlenecekti. Ukrayna’nın sadece yarımadayı güç kullanarak geri almaya çalışmayacağına dair söz vermesi gerekiyordu. Bunun dışında, bir barış anlaşmasına son şeklini vermek üzere, Volodimir Zelenski ile Vladimir Putin’in Ukrayna topraklarının ne kadarının Rusya’nın kontrolü altında kalacağı konusunda anlaşmaya varmak üzere bir araya gelerek konuşacaklardı. Ukrayna için önemli olan kendisine güvenlik garantilerinin sağlanabilmesiydi. Bazı ülkelerin garantör olarak devreye girmesi ile bu sorun aşılabilecekti. Nitekim hatırlayanlar olacaktır, Arakhamia, daha İstanbul müzakereleri sürerken 2022 yılı 29 Mart’ında yaptığı bir açıklamada, hem Rusya'nın hem de garantör ülkelerin kabul edebileceği maddelerde uzlaşıya ulaştıklarını kaydederek, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 8 ülkeyi garantör ülke olarak görmek istediklerini söylemişti.
Özetle, Mart 2022 sonunda İstanbul'daki görüşmelerde heyetlerin büyük ölçüde üzerinde anlaştıkları anlaşma taslağı, özünde Ukrayna'yı NATO hedeflerinden vazgeçmeye, kalıcı tarafsızlığı ve nükleersiz statüyü kabul etmesine dönük bir taslaktı ve bu şekilde BM Güvenlik Konseyi ülkelerinden güvenlik garantileri alması sağlanacaktı. Heyetler anlaşmıştı ve 2022 yılı Nisan ayı başlarında, Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile savaşı sona erdirmek üzere bir görüşme yapmaya hazırdı artık.
Boris Johnson bozuyor
Ancak herkesin, “garantiler de veriliyor, barış için heyetler mutabakata varıyor, “diye değerlendirme yaptığı bir sırada bir anda başka şeyler oldu. Şeytanın imdadına İngiltere Başbakanı Boris Johnson yetişti Boris Johnson önceden planlanmamış bir ziyaret çerçevesinde 9 Nisan’da Kiev’e gitmiş ve Zelenski’ye Moskova ile herhangi bir anlaşma imzalamaması telkininde bulunmuş ve savaşmaya devam etmelerini istemişti. Kyiv MediaHub yayın grubunun bir parçası olan Ukrainska Pravda’nın Zelenski’ye yakın kaynaklara dayandırdığı 5 Mayıs 2022 tarihli haberine bakılırsa, Britanya Başbakanı, Kiev yönetimine İngiliz hükümetinin iki temel mesajını iletmişti. Ukrayinska Pravda gazetesinde Roman Romaniuk imzasıyla yer alan habere göre, mesajlardan ilki, “Putin’in savaş suçlusu olduğu, yakalanması gerektiği ve onunla müzakere edilmemesi gerekliliğiydi.” İkincisi ise, “eğer Ukrayna Putin ile anlaşma imzalamaya niyetliyse, bu düşüncesinden vazgeçmeliydi!” şeklinde olmuştu.
Boris Johnson’ın barış imkanını dinamitleyen bu tavrı acaba Zelenski’yi barış düşüncesinden vaz geçirip savaşı sürdürmeye ikna edecek miydi? İngiltere Başbakanı’nın Kiev’den ayrılışından 3 gün sonra, Putin Ukrayna ile yürütülen “görüşmelerin çıkmaza girdiği” yönünde açıklama yapınca, mesele anlaşıldı. Britanya liderinin mesajları yerini bulmuş ve Zelenski barışın önünü tıkama konusunda ikna olmuştu.
Bu arada Putin’in açıklamasından üç gün sonra bile, AB ve Britanya tarafından yaptırımlar listesine alınmış olan Rus iş insanı Roman Abromoviç, Kiev’e yeniden giderek görüşmeler yapmış ve ardından Zelenski, Ruslarla sadece Ukrayna’ya güvenlik garantisi verilecek bir anlaşma ile doğrudan Rusya Federasyonu ile ilişkileri düzenleyecek bir anlaşma imzalayabileceğini, bunun ötesinde bir belgeye imza atmayı düşünmediğini ifade etmişti.
Özetle, yukarıda sıraladığım Ukrayna ve Amerikan kaynaklarının söylediklerinden anlaşılan o ki İstanbul’da aslında barış için ön uzlaşı sağlanmış, iş Ukrayna’nın tarafsızlığını perçinleyecek şekilde anayasasından NATO’ya katılma iradesini çıkarmasına ve garantör ülkelerin imzasına kalmıştı belki ama bu önemli fırsat Londra’nın eliyle çöpe atılıyordu. Ve “hiç düşünmeden barış anlaşmasına imza atabilecek” bir ülke, Batı’nın, özellikle de İngilizlerin telkinleri -ve tabii ki maddi destekleriyle- birlikte yüzbinlerce genç insanını ölüme göndereceği savaşa gözü kapalı yürütülmüştü.
Peki İngilizlerin savaştan yana ne çıkarları vardı?
İngilizlerin Karadeniz hesabı
Aslında İngilizler savaş öncesinde Karadeniz’deki askeri mevcudiyetlerini artırma konusunda yoğun bir çaba yürütmüş ve bunda başarılı da olmuşlardı. İki yerde askeri üs inşa etme olanağı verilmişti İngilizlere.
Bu yüzden de Boris Johnson, Britanya’nın donanma üssü inşa etmekte olduğu yerlerden biri olan Ukrayna'nın güneyindeki Mikolayiv Oblastı’na bağlı liman kenti Oçakov (Özi) Rusların eline geçmesin istiyordu. Azak Denizi kıyısındaki Berdyansk’ta da Ukrayna için donanma üssü inşa eden Britanya’nın bu arzusu şehrin 27 Şubat tarihinde Rusların denetimine geçmesiyle imkânsız hale gelmişti. Britanya donanmasına bağlı gemilerin Karadeniz’de kendilerine yeni bir üs edindiğini görme arzusunu sürdüren Boris Johnson, en azından Oçakov’daki şansını yitirmek istemiyordu. İstanbul görüşmelerinde devredışı kaldıklarını hisseden Johnson soluğu bunun için Kiev’de almıştı. Başbakanın Kiev ziyaretinden birkaç hafta sonra, Britanya’nın bu amaçla kesenin ağzını biraz daha açmaya karar verdiğini de öğrendik. Ukrayna’ya daha önce 5 bin tanksavar füze ve 5 hava savunma sistemi gönderen, bir başka deyişle 200 milyon pound tutarından askeri destekte bulunan Britanya hükümeti, 2 Mayıs 2022’de de bu ülkeye aralarında elektronik muharebe sistemleri ile topçu tespit radarları, GPS engelleme cihazları ve binlerce gece görüş teçhizatı da bulunan 300 milyon pound’luk askeri yardım yapılacağını açıklamıştı.
Johnson’ın Kiev’e giderken cebinde, Britanya hükümetinin Ukrayna’ya verdiği yardımı mayıs ayıyla birlikte yüzde 50 artırma sözü/çeki de bulunuyordu.
O yüzden “yazık”, diyoruz, geçen zamana, yitirilen canlara, akan kanlara yazık!
Tabii İngilizler, her ne kadar Trump’ın barış çabalarını destekler görünseler de onun barış çabalarını baltalamak ve Washington ile Moskova arasındaki normalleşmeyi rayından çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktan, fırsatını bulduklarında provokasyona da başvurmaktan kaçınmayacaklardır.
İngilizlerin ABD’den rol çalma çabaları kesintiye uğramış da değil. Trump’ın Zelenski’ye yolladığı ve “ihtilaf halinde New York mahkemelerini yetkili” kıldığı söylenen “Ukrayna kıymetli madenleri” anlaşmasının taslağından önce Kiev’e aynı konuda Londra mahkemelerini yetkili kılan bir anlaşma taslağı gönderen İngilizlerin daha Ocak ayında, yani Donald Trump’ın kollarını sıvamasına fırsat bulamadan Ukrayna ile 100 yıllık ortaklık anlaşması imzaladığını da unutmayalım. Hatta, Rishi Sunak hükümetinde ticaret müsteşarı olarak görev yapan Nusret Ghani’nin, 2023'te ve 2024'ün ilk yarısında kıymetli maden ve mineraller konusuyla ilgili en az 10 toplantı düzenlediği, aralarında dev İngiliz madencilik şirketleri Rio Tinto, Anglo American, Rothschilds ve silah ihracatçısı BAE Systems ile askeri havacılık lobicisi ADS’nin de olduğu bazı şirketlerle mineral tedarik zincirleri konusunu görüştüğü biliniyor.
Ukrayna’nın bugün karşı karşıya olduğu şartlar epey ağır. Topraklarının en değerli bölümlerini yitirmiş, denizle olan bağlantısını kaybetmeye ramak kalmış, elde avuçtakini Amerikan Blackrock şirketine satmış, en kıymetli enerji santralini ve değerli madenlerini de ABD’ye teslim etmek üzere olan bir ülke… Çökmüş bir ekonomi… Iskalanmış bir barış… Hiçbir kazanım elde edemeden koluna/bacağına ya da hayatına gencecik yaşında veda etmiş yüzbinlerce insan… Ölmek ya da sakat kalmaktansa kıtasından firar etmiş on binlerce asker…
Aslına bakılırsa, Trump göreve başladığında Ukrayna barışı için yeni birtakım şartlar icat etmesi gerekmemişti. Barış için yola sıfır noktasından değil İstanbul’da duraklatılan noktadan çıkılmıştı. Zaten Amerikalı gazeteci Tucker Carlson’un, Trump’ın yemin ederek göreve başlaması öncesinde, uluslararası ilişkiler terminolojinde “back -channel diplomacy” (arka kanal diplomisisi) dedikleri Kremlin mesaisiyle Rusların kilidinin nasıl açılacağı daha net görülmüştü.
Nitekim, Kremlin’den 7 Mart’ta yapılan açıklamadan, Rusya ile ABD'nin Ukrayna barış anlaşmasının temeli olarak Moskova ve Kiev arasında 2022 yılı Mart ayında, yani savaşın ilk haftalarında müzakere edilen anlaşma taslaklarını gördüğü anlaşılıyordu.
Velhasıl, bütün bunlar bize Ukrayna’nın üç yılı çöpe atmış bugünkü trajedisinin şehirlerinin yıkımı, halkının yerinden yurdundan edilmesi ve bu arada yüzbinlerce insanının hayatını kaybetmesiyle sınırlı olmadığını gösteriyor. Ukrayna’nın trajedisi, daha çok ulusal egemenliğini savunma kisvesi altında gerçek bir barış umudunu uzak bir seraba çevirmiş, eline fırsat geçtiğini gördükçe bu umudu dinamitlemiş ve masaya oturma önkoşullarına her hafta bir yenisini eklemiş bir liderin kişiliğinde hayat bulmuş mefluç bir siyasi zihniyettir. Ve umalım ki o zihniyet artık daha fazla tıkamaz barışın önünü ve silahların susması yolunda en kritik merhale kısa zamanda geçilir.
/././
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder