TİP'li belediye başkanından AKP'li Bakan Kurum'a 'teşekkür' ziyareti: İpek kravat ve şal hediyesi
TİP'li Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay, teşekkür etmek için gittiği AKP'li Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un makamına dahi alınmadı. Karaçay, ayaküstü gerçekleşen görüşmede Kurum'a ipek kravat ve şal hediye etti.
Türkiye İşçi Partili (TİP) Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay ise tepkiler sürerken, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’a belediye hizmet binası için teşekkür edip, hediye verdi.
'Sayenizde daha iyi olacak, teşekkür etmek için geldim'
Bakanlık binasında gerçekleşen ziyarette, Karaçay ve Kurum arasında geçen diyalog kameralara yansıdı.
Tepkilere neden olan görüntülerde Kurum'un, "İyi mi her şey?" sorunu yönelttiği TİP'li Karaçay'ın "Sayenizde daha güzel olacak, daha iyi olacak" yanıtını verdiği görüldü.
Kurum, "İyi kötü seni biliyoruz, sen de bizi biliyorsun. Orada beraber yürütmek lazım" ifadelerini kullanınca Karaçay, "Çok iyi yürütüyoruz Sayın Bakanım. Teşekkür etmek için sırf geldim" dedi.
İpek kravat ve şal hediye etti
Kamuoyuna yanısıyan videolarda Karaçay'ın Kurum'a" Bir hediyem vardı" dediği de duyuldu.
Samandağ Belediye Başkanı'nın Murat Kurum'a ipek kravat ve şal hediye ettiği öğrenilirken, AKP'li Kurum'a verilen hediyeler tartışmalara neden oldu.
Görüşmeye dair TELE 1'e konuşan Karaçay'ın danışmanı Sergen Doğru da Kurum'a verilen hediyeleri doğruladı.
'Zaten Murat Kurum bizi makamına da almadı'
Öte yandan Karaçay'ın danışmanı Doğru, "Bitirilmemiş belediye binamızın protokolü için oraya gitmiştik" dedi ve kamulaştırma ya da TOKİ'lerle ilgili herhangi bir konunun konuşulmadığını iddia etti.
Doğru "Zaten Murat Kurum bizi makamına da almadı. Ayaküstü başkanımız hediyesini takdim etti ve bitti. Zaten o videoda o belediye binası için teşekkür ediyor aslında başkan" ifadelerini kullandı.
Gazeteci Mustafa Dilek de sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Karaçay ile telefonda görüştüğünü belirterek "Kendisi Ankara'ya Samandağ Belediyesi hizmet binası sözleşmesi imzalamak üzere gittiğini ve Murat Kurum'la ayaküstü bir sohbet gerçekleştirerek binanın yapım sürecini konuştuklarını ve ona istinaden teşekkür ettiğini söyledi" dedi.
En büyük yıkım Hatay'da Kurum'un bakanlığı döneminde olmuştu
Merkez üssü Kahramanmaraş olan 6 Şubat tarihli depremlerden 11 il etkilenmiş, ölü sayısı 50 bini, yaralı sayısı ise 100 bini aşmıştı. Depremden en çok etkilenen illerin başında gelen Hatay'da ise 23 bini aşkın yurttaş hayatını kaybetmişti.
Türkiye'nin yaşadığı en yıkıcı deprem sırasında imar faaliyetlerinden sorumlu olan en yetkili isim Murat Kurum'du. Deprem bilimcilerin uyarılarına rağmen 6 Şubat depremlerinden etkileneceği bilinen illere yönelik Kurum döneminde yapı stokunu iyileştirmeyi hedefleyen herhangi bir çalışma yapılmamıştı.
Öte yandan depremde yaşamını yitiren ve yaralanan yurttaşlara ilişkin Kurum ve diğer kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulmuş, ancak Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı “soruşturma yapılmasına yer olmadığına” karar vermişti.
***
TİP'li Samandağ Belediye Başkanı Karaçay 'biçim için' özür diledi, hediyelere değinmedi
AKP'li Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum'u ziyaret eden TİP'li Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay, görüşmenin "biçiminden" dolayı özür diledi. Karaçay'ın yaptığı açıklamada, Kurum'a hediye ettiği ipek kravat ve şala değinmemesi ise dikkat çekti.
Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Mağaracık Mahallesi'nde TOKİ için bahçe ve tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı bölge halkının mücadelesi devam ederken, Türkiye İşçi Partili (TİP) Samandağ Belediye Başkanı Emrah Karaçay ise Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’la bir araya gelmişti.
Belediye hizmet binası için Kurum'a teşekkür eden ve hediye veren Karaçay, tepkilerin ardından yayımladığı açıklamayla özür diledi.
Görüntüler tepkilere neden oldu
Bakanlık binasında gerçekleşen ziyarette, Karaçay ve Kurum arasında geçen diyalog kameralara yansımış ve tepkilere neden olan görüntülerde Kurum'un, "İyi mi her şey?" sorunu yönelttiği Karaçay'ın "Sayenizde daha güzel olacak, daha iyi olacak" yanıtını verdiği görülmüştü. Kurum, "İyi kötü seni biliyoruz, sen de bizi biliyorsun. Orada beraber yürütmek lazım" ifadelerini kullanınca Karaçay ise "Çok iyi yürütüyoruz Sayın Bakanım. Teşekkür etmek için sırf geldim" demişti.
Samandağ Belediye Başkanı'nın Murat Kurum'a ipek kravat ve şal hediye ettiği öğrenilirken, AKP'li Kurum'a verilen hediyeler tartışmalara neden olmuştu. Görüşmeye dair TELE 1'e konuşan Karaçay'ın danışmanı Sergen Doğru da Kurum'a verilen hediyeleri doğrulamıştı.
Samandağ Belediye binasının protokolü için Bakanlığa gidildiğini açıklayan Doğru, "Zaten Murat Kurum bizi makamına da almadı. Ayaküstü başkanımız hediyesini takdim etti ve bitti. Zaten o videoda o belediye binası için teşekkür ediyor aslında başkan" ifadelerini kullanmıştı.
Özür diledi, hediyelere değinmedi
Tepkilerin ardından TİP'li Beldiye Başkanı Karaçay'dan açıklama geldi.
Karaçay, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nda bulunduğu sırada çekilen görüntülerin yalnızca 10 saniyelik bir parçasının kamuoyuna yansıması nedeniyle yanlış anlaşılmalara neden olabileceğini ifade etti ve "Bakan Kurum'la da bu ziyaret esnasında ayak üstü görüştük ve belediye binamızın yapımı konusundaki takibi için kendisine teşekkür ettim" dedi.
Kurum'la toplantı yapmadığını ve Mağaracık gündemine dair konuşmadığını aktaran Karaçay, sosyal medya üzerinden yayınladığı açıklamada, "Tamamlama protokolünü imzalamış olmaktan mutluluk duyduğumuz, yıllardır sürüncemede bırakılan belediye hizmet binamıza ilişkin edilen bu teşekkürün Mağaracıklı hemşerilerimin haklı mücadeleleriyle ilişkilendirilmesi beni derinden üzmüştür" ifadelerini kullandı.
Karaçay, açıklamasına şöyle devam etti:
"Basına sadece son bir kaç saniyesi yansıyan görüşmenin biçiminin birçok dostumuz gibi Samandağlı hemşehrilerimizi de rahatsız ettiğini fark etmiş bulunuyorum. Samandağ halkının, Türkiye İşçi Partili yoldaşlarımın ve tüm Türkiye'den dostlarımızın iradesine gölge düşürmek niyetim asla olmamakla beraber kameralara yansıyan kısıtlı görüntülerdeki rahatsız edici biçim için özürlerimi iletiyorum.
Bir yıldır bir belediye binamız bile olmadan yıkık bir kenti ayağa kaldırmaya ve ona hizmet vermeye çalışan Samandağ Belediyesi emekçilerinin ve gönüllülerinin insanüstü emeği ve özverisi yerine bu tür konularla gündeme gelmekten dolayı duyduğum üzüntünün tarifi bulunmuyor. Benim ve belediyemizde yer alan tüm arkadaşlarımın bütün çabası bu ülke emekçisinin yarattığı kamu kaynaklarını Samandağ'ın acil ihtiyaçlarının karşılanabilmesi ve halk yararına kullanılabilmesi içindir. Bu çabamızdan ve kararlılığımızdan asla taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Halkçı ve kamucu siyaset anlayışımızda en baştan beri aynı noktada ve aynı inançta olduğumuzun bilinmesini ister, tüm dostlarımızın Samandağ'a verdiği desteği devam ettirmesini rica ederim."
Öte yandan Karaçay'ın yaptığı açıklamada, Kurum'a hediye ettiği ipek kravat ve şala değinmemesi dikkat çekti.
***
'Ankara alarmda' mı? Kuzey Kıbrıs hükümeti Beştepe'ye geliyor.
"Şantaj kasetleri" iddiaları ve protestoların ortasında Kuzey Kıbrıs Başbakanı Üstel hükümet ortaklarıyla birlikte Ankara’ya geliyor. Bugün Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni "Mesele büyük: Kurulan çark çöktü" iddiasında bulundu.
Kuzey Kıbrıs’ta koalisyon hükümeti 28/04 akşamı Ankara’ya geliyor.
Ziyaretin, üç yıl önce öldürülen kumarhane patronu Halil Falyalı’nın kara para trafiğini yöneten Cemil Önal’ın Ankara’yı işaret eden iddiaları gündemdeki yerini korurken ve Kuzey Kıbrıs’ta lise ve ortaokullarda başörtüsü kararının ardından hükümete tepkiler devam ederken gerçekleşmesi dikkat çekiyor.
Kuzey Kıbrıs Başbakanı, Ulusal Birlik Partisi (UBP) Genel Başkanı Ünal Üstel, koalisyon hükümetinin diğer ortaklarıyla birlikte Ankara’yı ziyaret edecek.
Üstel’in Ankara’da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile baş başa ve heyetler arası görüşmelere katılacağı belirtildi.
Üstel’e, ziyareti sırasında hükümet ortakları Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı, Turizm, Kültür, Gençlik ve Çevre Bakanı Fikri Ataoğlu ile Yeniden Doğuş Partisi (YDP) Genel Başkanı, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı da eşlik edecek.
'İktisadi ve mali işbirliği anlaşması görüşülecek' iddiası
Ankara ziyareti öncesinde açıklama yapan Üstel “Hükümetimizi kurduğumuz günden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti hükümetiyle karşılıklı sevgiye, saygıya, güvene ve iş birliğine dayalı ilişkilerimizi en üst düzeyde yürütüyoruz” dedi ve gündemlerinde “2025 İktisadi ve Mali İş Birliği Anlaşması”nın olduğunu söyledi.
Üstel “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz ile gerçekleştireceğimiz görüşmede, hem mevcut iktisadi ve mali iş birliği anlaşmasını gözden geçirecek hem de geleceğe yönelik yeni ve büyük projelerin planlamasını yapacağız. Son derece verimli ve yoğun bir ziyaret olacağına inanıyorum. İnanıyorum ki bu görüşmelerin ardından, Kıbrıs Türk halkının yaşamına doğrudan dokunacak pek çok yeni projenin ilk adımlarını atmış olacağız” diye konuştu.
Falyalı iddialarını yazan gazeteciden 'Ankara alarmda' yorumu
“Halil Falyalı Yaşıyor” başlığıyla yayımlanan yazı dizisinde Falyalı’nın kara para trafiğini yöneten Cemil Önal’ın Beştepe’ye uzanan rüşvet iddialarını, Falyalı’nın elindeki “şantaj kasetleri”nin peşine MİT’in ve Hakan Fidan’ın düştüğüne yönelik açıklamalarını haberleştiren Bugün Kıbrıs Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden Akın ise ziyareti “Ankara alarmda” diye yorumladı.
Akın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Üstel’in başında olduğu koalisyon hükümetinin “alelacele Ankara’ya çağrıldığını” belirterek yakında hükümetle ilgili yeni belgeler yayınlayacaklarını dile getirdi.
Telefonlarının da dinlendiğini belirten Ayşemden Akın ayrıca “Mesele basit bir rant kavgası değil, mesele büyük: Kurulan çark çöktü. Deşifre oldu. Geri dönüşü yok!” diye yazdı.
Bugün Kıbrıs Genel Yayın Yönetmeni Akın’ın paylaşımı şöyle:
“ANKARA ALARMDA"
Telefonlarımın birilerince dinlendiği artık gün gibi ortada. Dinleyenler gerçekten “iyi adamlarsa” ve yaşanan rezillikleri not ediyorsa sorun yok. Ama dinleyip bir şeyleri örtmeye, engellemeye çalışıyorlarsa, işte o çok büyük bir problem!
AKP’nin yönettiği, Ünal Üstel’in başında olduğu UBP-DP-YDP hükümeti alelacele Ankara’ya çağrıldı. Zaten bu hükümet bitmişti. Yakında yayınlayacağımız belgelerle, “bizimkilerin” bu bataklığa nasıl battığını da göreceksiniz.
Şu an yaşanan her gelişmeyi bu gözle okuyun, odağınızı kaybetmeyin!
Başbakan Yardımcısı ve DP Genel Başkanı Fikri Ataoğlu’nun “sofra şaşırtmalarına” da aldanmayın. Mesele basit bir rant kavgası değil, mesele büyük: Kurulan çark çöktü. Deşifre oldu. Geri dönüşü yok!
#HalilFalyalıYaşıyor”
Erhürman'dan tepki: 'Burada bir hükümet var mı'
Kuzey Kıbrıs’ta ana muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman ise Başbakan Yardımcısı Fikri Ataoğlu'nun “Ankara ziyaretimiz, hükümet ortakları olarak kendi aramızda daha güçlü bir istişare yapabilmemiz için bir imkan olacak" açıklamasına tepki gösterdi.
Erhürman, "Bu kadar sorunun içinde gayriciddi açıklamalarla uğraşmayalım diyoruz ama bu, burada bir 'hükümet' var mı sorusuna ilişkin yanıtın dışa vurumu adeta!" ifadelerini kullandı.
Erhürman, "Oldu olacak haftada bir, bir Ankara yapıverin o zaman" dedi.
'Turbun büyüğü Kıbrıs’ta' tartışması
Halil Falyalı’nın Kuzey Kıbrıs merkezli uluslararası sanal bahis ağından elde edilen kara para trafiğini yöneten "finans müdürü" Cemil Önal’ın iddiaları hem Kuzey Kıbrıs basınında hem de Türkiye’de yankılanmıştı.
Hollanda’da 16 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest kalan ve Türkiye’nin iadesini istediği Cemil Önal aynı zamanda Halil Falyalı cinayetini planlayanlardan birisi olduğu iddiasıyla da suçlanıyor.
Önal Türkiye’ye iade edilirse hayatının tehlikeye gireceğini, tüm rüşvet ağını bildiği için hedef alındığını ileri sürdüğü açıklamalarında, kara para trafiğinin Falyalı’nın ölümünden sonra da devam ettiğini, AKP’li siyasetçilere, devlet görevlilerine ve yargı mensuplarına rüşvet verildiğini, hatta kendisine ilişkin Türkiye’deki suçlamaların da “daha fazla rüşvet” için yöneltildiğini iddia etmişti. Önal, Falyalı’nın elinde şantaj için tuttuğu kasetlerin peşine Falyalı’nın ölümünün ardından 2024 yılında Hakan Fidan ile MİT’in düştüğünü ileri sürmüştü.
Kuzey Kıbrıs basınında manşetlerde yer alan Önal’ın bu iddiaları Türkiye’de de yankılanmış, CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Turbun büyüğü Kıbrıs’ta” ifadesini kullanmıştı. Ancak TBMM’de iddiaların araştırılması için verilen önerge reddedilmişti. Fahrettin Altun’un başında olduğu İletişim Başkanlığı iddialar için “asılsız”, Dışişleri Bakanlığı da “gerçek dışı” ifadelerini kullanmıştı.
Kuzey Kıbrıs'taki laiklik eylemleri Erdoğan'ın hedefinde: 'Bunları sıkılamazsan hadlerini bilmiyorlar'
Öte yandan Kuzey Kıbrıs hükümetinin geçtiğimiz haftalarda lise ve ortaokullarda başörtüsünü serbest bırakma kararı almasının ardından eğitim sendikaları başta olmak üzere birçok kitle örgütü ve siyasi parti tarafından protesto gösterileri düzenlenmişti. AKP-MHP hükümetinin Kuzey Kıbrıs siyasetine etkisine de tepki gösterilen eylemlerde “Kıbrıs laiktir, laik kalacak”, “Geçit yok” sloganları atılmıştı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ise 21 Nisan’da yapılan AKP MKYK toplantısında Kuzey Kıbrıs'la ilgili “Bunları sıkılamazsan hadlerini bilmiyorlar” ifadesini kullandığı iddia edilmişti.
İddiayı gündeme getiren Türkiye gazetesi olmuştu. Gazetenin haberinde 21 Nisan’da yapılan AKP MKYK toplantısında Kuzey Kıbrıs’ta liselerde başörtüsüne serbestlik getiren kararın ardından yaşanan tartışmaların gündeme geldiği belirtilmiş ve şu ifadelere yer verilmişti: “Edinilen bilgiye göre; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaşanan gelişmelere tepki göstererek, 'Bu, hadsizliktir. Önümüzdeki günlerde KKTC’ye bir ziyaret yapacağız. Gerekli mesajları orada vereceğiz. Bunları sıkılamazsan hadlerini bilmiyorlar' dedi."
***
İspanya ve Portekiz genelinde elektrik kesintisi sürüyor, nedeni halen tespit edilemedi
İber Yarımadası’nı etkileyen elektrik kesintileri İspanya ve Portekiz’i karanlıkta bıraktı. Kesintinin nedeni halen belirlenemezken, İspanya’da OHAL ilan edildi.
İber Yarımadası’nda İspanya ve Portekiz genelini ve kısa süre boyunca Fransa’nın güneyinde bazı bölgeleri etkileyen elektrik kesintilerinden milyonlarca kişi etkilendi.
İspanya’da OHAL ilan edilirken, ülke genelinde sokaklara ek kolluk güçleri konuşlandırıldı.
Saatler süren kesinti nedeniyle İspanya ve Portekiz genelinde halk akşamı karanlıkta geçirirken, iki ülkenin bazı bölgelerine elektrik yeniden verilmeye başlandı.

Ulusal Güvenlik Konseyi’ni ikinci kez toplayan İspanya Başbakanı Pedro Sanchez son yaptığı açıklamada "Ülke genelinde elektrik akımının neredeyse yüzde 50'si yeniden sağlandı ve tüm bölgelerde iyileşme kaydediliyor” dedi.
Normale dönmenin ne kadar zaman alacağını elektrik şirketinin kesin olarak söyleyemediğini belirten Sanchez "Sistemin teknik olarak sıfıra düşmesi daha önce hiç yaşanmamıştı" ifadesini kullandı.
'Bu daha önce yaşanmamış bir şey'
İspanya Başbakanı Sanchez, şunları söyledi:
"Elektrik şirketi bize dün 12.33'te sistemden 5 saniye içinde 15 gigavatlık üretimin aniden kaybolduğunu bildirdi. Bu daha önce hiç yaşanmamış bir şey. Fikir vermesi açısından 15 gigavat o anda ülkenin ihtiyacının yaklaşık yüzde 60'ına denk geliyordu."
Kesintinin sebebi halen belirlenemedi
Sanchez, ülkeyi sarsan kesintinin sebebinin henüz belirlenemediğini, hiçbir ihtimali gözardı etmediklerini söylerken, hem devlet hem de özel sektörün koordineli bir şekilde çalıştığını ifade etti.

Bazı bölgelerin yakıt talebinde bulunduğunu ve bu talebe cevap verildiğini kaydeden Sanchez iletişimde kesintilerin devam ettiğini aktardı.
'Trenlerde mahsur kalan 35 bin kişi kurtarıldı'
Ülkede 6 bin uçuştan 344'ünün iptal edildiğini açıklayan Sanchez yüzden fazla trende mahsur kalan 35 bin kişinin kurtarıldığını, ulaşılması zor noktalardaki 11 trenin tahliye edilmeyi beklediğini ifade etti.
Sanchez'in iş dünyasının elektrik kesintisinden etkilenmesine rağmen finans piyasaları ve borsaların "iyi bir kapanış" yaptığını dile getirmesi dikkat çekti.
8 bölge idaresi merkezi yönetime devredildi
Sanchez ayrıca, Madrid'in yanı sıra Endülüs, Kastilya-La Mancha, Extremadura, Galiçya, La Rioja, Murcia ve Valensiya bölgelerinin idarelerini merkezi hükümete devrettiği 3. seviye acil durum planı talebinde bulunduğu söyledi.
İspanya'da, Bask bölgesi ve Barselona bölgelerine öğleden sonra erken saatlerde ve başkent Madrid'in bazı bölgelerine Pazartesi gecesi elektrik gelmeye başladı.
Ayrıca, Lizbon şehir merkezi de dahil olmak üzere Portekiz'deki çeşitli belediyelere Pazartesi günü geç saatlerde elektrik gelmeye başladı.
'Siber saldırı belirtisi yok'
İspanya Başbakanı Pedro Sanchez yaptığı açıklamada “Bu kesintinin sebepleri hakkında henüz kesin bir bilgiye sahip değiliz" dedi, herhangi bir güvenlik sorunu belirtisinin olmadığını söyledi.
Portekiz Başbakanı Luis Montenegro ise kesintiye bir siber saldırının sebep olduğuna dair "hiçbir belirti" olmadığını kaydetti.
Sanchez, Fransa ve Fas ile olan bağlantılar ve yerel enerji kaynakları sayesinde ülke genelinde enerjiyi geri getirme sürecinin devam ettiğini duyurdu.
Portekiz Başbakanı: İspanya ile olan bağlantıya bağımlıyız
Portekiz Başbakanı Montenegro "İspanya, Fransa ve Fas ile olan diğer bağlantılarından yardım aldı, ancak biz, kısıtlı bir durumda, yalnızca İspanya ile olan bağlantıya bağımlıyız” dedi. Portekiz Başbakanı "AB'de uzun zamandır Avrupa ile daha güçlü bağlantılara sahip olmak için mücadele ediyoruz, böylece hem enerji almak hem de satmak için daha fazla özerkliğe sahip olabiliriz” ifadelerini kullandı.
Lizbon Belediyesi'nden 'evde kalın' çağrısı
Öte yandan Lizbon Belediyesi kent sakinlerine yarın evlerinde kalmaları ve çocuklarını okullara göndermemeleri çağrısında bulundu. Madrid Belediyesi de elektrik kesintileri nedeniyle yaşanan kaosun ardından kent sakinlerine mümkünse bulundukları yerde kalmaları çağrısı yaptı.

Trafikte kaos yaşandı, internet hizmetleri aksadı, cep telefonu şebekeleri çalışmadı
İspanya’nın başkenti Madrid'de elektrik kesintisi nedeniyle trafik ışıkları çalışmazken trafikte kaos yaşandı. Kentteki Barajas Havalimanı ile Barselona'daki El Prat Havalimanı'nda aksamalar yaşanıyor.
Madrid ve Barselona gibi büyük şehirlerde iletişim ve ulaşım ağları sekteye uğradı, internet hizmetleri aksadı.
İspanya'daki elektrik şebekesi operatörü Red Electrica Espanola (REE) firması, X sosyal medya platformundan yaptığı açıklamada, ülke genelinde elektrik kesintisi yaşandığını doğruladı. Açıklamada, konuya ilişkin çalışmaların sürdüğü ve kesintinin sebebinin belli olmadığı kaydedildi.
İspanya'daki demiryolu firması Renfe de yerel saatle 12.30 sularında ülkedeki "Ulusal Elektrik Şebekesi'nin kesilmesi" nedeniyle tren seferlerinin duraksadığını açıkladı.
BBC'nin haberine göre, "Madrid Open" tenis turnuvası da elektrik kesintileri sebebiyle askıya alındı.

Politico'nun haberine göre, İspanya'da ismi belirtilmeyen bir yetkili, "İspanya'daki durumun idare edilmesi için kriz komitesi kuruldu. Şu aşamada bu dev kesintinin sebebine ilişkin bir kaynak yok. Siber saldırı ihtimali göz ardı edilmiyor ve soruşturmalar sürüyor" ifadelerini kullandı.
İspanya'nın iki büyük elektrik şirketi Endesa ve Iberdrola'nın kesintinin sebebini araştırdığı belirtildi.
El Pais'in haberine göre de İspanyol hükümeti kesintilerle ilgili soruşturma başlatırken, güvenlik güçlerinin Madrid sokaklarına konuşlandırıldığı bildirildi.
Gazete ülke genelinde 30 bin güvenlik gücünün sokaklarda devriye gezmek için konuşlandırıldığını, yedek birimlerin de teyakkuz halinde olduğunu duyurdu.
Elektrik kesintisinin ardından İspanya'da hastanelerde temel bakımın sağlanması amacıyla acil olmayan faaliyetler askıya alındı.
Kesintiye 'voltajda dengesizlik' ve Fransa'daki yangının yol açtığı iddiaları
Portekiz yerel medyasında ise elektrik kesintilerinin ülke çapında yaşandığı bilgisi paylaşıldı.
Politico'nun haberine göre, Portekiz'deki elektrik operatörü E-Redes'ten yapılan açıklamada, elektrik kesintisinin "Avrupa güç şebekesindeki bir problemden" kaynaklandığına işaret edildi.
Açıklamada, voltajda dengesizliğin, kesintiye yol açmış olabileceği ifade edildi.
Portekiz'in ulusal elektrik şirketi REN tarafından yapılan açıklamada, Fransa'nın güneybatısındaki Alaric Dağı'nda çıkan ve Perpignan ile doğu Narbonne kenti arasındaki yüksek gerilim hattına zarar veren yangının da olası bir neden olarak belirlendiği kaydedildi.
Kartlı ödemeler durdu, ATM'lerde kuyruklar oluştu
Portekiz'in başkenti Lizbon'dan gelen görüntülerde bir metro istasyonunun kapatıldığı görüldü.
Lizbon'da kartlı ödemelerin durması sonucu ATM'lerde kuyruklar oluştu. Bölge sakinleri, trenlerin çalışmadığını belirtti.
Lizbon kentindeki Humberto Delgado Havalimanı'nın da elektrik kesintisi nedeniyle uçuşlara kapatıldığı aktarıldı.
Portekiz hava yolu şirketi "TAP Airlines", bir sonraki açıklamaya kadar havaalanlarına gidilmemesi için uyarıda bulundu.
Andorra ve İspanya sınırındaki Fransa'nın bazı bölgeleri de etkilendi
Andorra ve İspanya sınırındaki Fransa'nın bazı bölgelerinde yaşayanlar da elektrik kesintisinden etkilendiklerini aktardı. Son bilgilere göre, Belçika'ya kadar başka kesintiler de bildirildi.
Fransız basınının İspanyol elektrik dağıtıcısı REE'den yapılan açıklamaya dayandırdığı haberlere göre, geniş çaplı elektrik kesintisinden etkilenen yerler arasında Fransa'nın güneyi de yer aldı.
REN'in açıklamalarına dayandırılan haberlerde ise Fransa'da meydana gelen kesintinin İspanyol elektrik şebekesine bağlı olunan noktalarda gerçekleştiği belirtildi.
AB'den açıklama
Avrupa Birliği (AB) Komisyonunun Baş Sözcüsü Paula Pinho, X hesabından yaptığı açıklamada Komisyonun, kesintinin nedenini saptayabilmek için İspanya ve Portekiz hükümetleri ile temas halinde olduğunu belirtti.
Pinho, sistemlerin tekrar çalışır hale gelmesi için gerekli protokollerin uygulamaya konduğunu kaydetti.
Fransız elektrik iletim şebekesi (RTE), EFE'ye yaptığı açıklamada, Fransa'nın bazı bölgelerinde elektrik kesintisinin yaşandığını ancak hizmetin geri döndüğünü ifade etti.
‘Sakinler bulundukları yerde kalsın’ çağrısı
BBC'nin haberine göre Madrid Belediye Başkanı Jose Luis Martinez Almeida, sakinlere mümkün olduğunca bulundukları yerde kalmaları çağrısı yaptı.
Tüm yolları açık tutmak istediklerini dile getiren Almeida, bazı otoyol tünellerinin de kapatılmak zorunda kaldığını belirtti.
Almeida, sakinlerden yalnızca "gerçekten acil" durumlarda acil servisleri aramalarını istedi.
İspanya'daki elektrik şebekesi operatörü Red Electrica firması, "tarihte benzeri olmayan" bu durumun ardından, ülkede birçok bölgeye elektriğin sağlanmasının 6 ila 10 saati bulabileceğini açıkladı.
Portekiz Haber Ajansına (LUSA) göre Portekiz'in Bölgesel Uyumdan sorumlu Bakan Yardımcısı Manuel Castro Almeida, yaptığı açıklamada Portekiz'i etkileyen enerji kesintisinin bir siber saldırıdan kaynaklanabileceğini ve bunun İspanya, Fransa ve Almanya'yı da etkilediğini belirtti.
2006'da da Avrupa'da geniş çaplı elektrik kesintisi yaşanmıştı
4 Kasım 2006'da Fransa'dan başlayarak, Almanya, Belçika, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde büyük elektrik kesintileri yaşanmıştı.
15 milyondan fazla kişinin etkilendiği olayın yaşandığı ülkelerde ulaşım, sanayi ve günlük yaşamda ciddi aksaklıklar meydana gelmiş, elektrik yaklaşık 2 saat boyunca sağlanamamıştı.
Kesintiler nedeniyle havaalanlarında operasyonlar aksamış, trafik ışıkları çalışmamış ve elektrikle çalışan trenler durmuştu.
Avrupa Konseyi’nden yapılan açıklamada, elektrik kesintisinin sebepleri arasında güvenlik prosedürlerinin ve teknik araçlarının yetersizliği, diğer Avrupa iletim operatörlerinin bilgilendirilmemesi ve şebeke güvenilirliği ile işletilmesine yönelik yetersiz yatırımlar gösterilmişti.
***
‘Biz’ler -Nevzat Evrim Önal-
Bu ülkede, bu dört emekçinin ve daha nicelerinin bayrağı altında buluşup hemdert olabileceği; sadece emekçilerin sorunlarını kalıcı biçimde çözmek, patronları iktidardan indirip onları iktidara getirmek için mücadele eden bir parti var.
Bu hafta dört kişiden bahsedeceğim size.
***
Simge, yirmi yedi yaşında bir matematik öğretmeni. Adapazarı’ndan İstanbul’a okumaya geldi ve beş yıl önce eğitim fakültesinden mezun oldu. Ergenliğinden bu yana en büyük rahatsızlığı taciz, kadın cinayetleri, kadının kaç çocuk yapması gerektiği konusunda ahkam kesen erkekler. Öğrencilik yıllarından bu yana dört kez ev değiştirdi. Son seferinde, iki yıl önce ev sahibi kiralara artış tavanı getirildiğinde evden çıkması için Simge’yi tacizle tehdit etti. İlk kez yalnız yaşamaya başladıktan sonra başından geçen ve korkudan kimseye anlatmadığı bu olay Simge’de kaygılı bir ruh hali yarattı. Halen küçük bir evde yalnız yaşıyor ve mahallesi kentin görece güvenli yerlerinden biri olsa da sokakların ıssız olacağı saatlerde tek başına eve dönmemeye çalışıyor.
Bu olayın ardından Simge hayatında ilk ve son kez 8 Mart eylemine gitti ve yaşadığı tuhaf tesadüf ona polis müdahalesinin korkutuculuğundan daha ağır geldi. Eyleme saldıran polislerin arasında kendisiyle aynı dönem üniversitede, sosyal bilgiler öğretmenliği bölümünde okuyan, hoşlandığı ama açılamadığı çocuk vardı. O anın koşturmacası Simge için “aaa polis olmuş” şaşkınlığıyla geçti.
Simge üç yıldır Büyükşehir belediyesinde öğretmenlik yapıyor. Öncesinde bir özel okulda çalıştı ve okulun yeterince öğrenci alamadığı, yani patronun yeterince müşteri bulamadığı bir yıl aylarca maaşların ödenmediği, içeride kalan parasını ancak bir sonraki öğrenci alım döneminde alabildiği oldu. Bu dönemlerde kirasını geciktirdi, ailesinden yardım istemek zorunda kaldı ama İzmir, Eskişehir gibi şehirlerde iş baktıysa da Adapazarı’na dönmeyi hiçbir zaman bir seçenek olarak görmedi. Ailesiyle arası iyi, ama doğduğu şehirle değil.
Büyükşehir’e girdiğinden beri en azından bu kaygı başlığından kurtulmuştu, maaşının yarısını kiraya verse de ve bir kuruş dahi biriktiremiyor olsa da geçim sorunu yaşamıyordu. Ama 19 Mart’tan bu yana yaşananlar kendisi ve geleceği hakkında kaygılarının kontrol edemeyeceği kadar artmasına neden oldu. İşini kaybetmekten çok korkuyor ama alternatif iş bakmaya çalıştığında en fazla birkaç dakika içinde göğsü sıkışıyor. İşe gitmek ve alışveriş gibi temel gereksinimlerini halletmek dışında artık pek evden çıkmıyor, arkadaşlarıyla yalnız Whatsapp’tan yazışıyor.
Simge modern, düzgün bir ülkede yaşasa böyle kaygıları olmayacağını ve Türkiye’de böyle sorunlar yaşıyor olmasının sebebinin, ülkenin “Atatürk’ün çizdiği çağdaşlaşma yolundan” çıkartılmış olması olduğunu düşünüyor.
***
Ali Haydar yirmi beş yaşında bir motokurye. Simge ile aynı fakültede coğrafya öğretmenliği okuyordu ama KPSS’den kaç puan alırsa alsın Alevi olduğu için mülakatta eleneceğini düşündüğünden okuduğu bölüme hevesi kaçtı ve dört yıl önce okulu bırakıp kendisine bir motor aldı. Annesi motoru alabilmek için yalvar yakar olup sattırdığı ve para biriktirip yerine koyacağına söz verdiği iki burma bileziği sık sık hatırlatıyor; ama daha bir kuruş dahi biriktirebilmiş değil. Kenara biraz para koymuştu ama üç ay önce çevreyolunda emniyet şeridinden giderken hayvanın biri üzerine kırdığında ezilmemek için bariyerlere çarptı. Şerefsiz durmadı bile ama Ali Haydar kenara koyduğu paranın tamamını motorun tamirine harcamak zorunda kaldı, üstüne biraz da borçlandı. Sağ omuzu ve kalçası haftalarca ağrıdı ama en azından hastane masrafı çıkmadığına şükretti.
Bu ilk kazası değil, ama en ciddisi buydu.
Ali Haydar askerliği tecil edebilmek için açık öğretim işletme bölümüne öğrenci oldu ama sınavları pek takip etmiyor. Zaten takip etmek istese de kolay kolay çalışmaya vakit bulamaz çünkü ne kadar kuryelik yaparsa o kadar kazanıyor. Dolayısıyla doğru dürüst bir sosyal hayatı da yok, zira arkadaşlarıyla geçirdiği her saat kazancından eksiliyor. Çalıştığı bu sisteme “esnaf kurye” deniyor. Kâğıt üzerinde kendi kendisinin patronu, sigortasını kendisi ödüyor; ama tek bir büyük şirketin getirini, götürünü yapıyor. Bazı günler 14-15 saat çalıştığı oluyor ve bu kadar yorularak risk alıyor olduğunun, sonunda başka kimse üzerine direksiyon kırmasa da kendi dikkatsizliği ya da hatası yüzünden başına kötü bir şey gelebileceğinin farkında. Ne var ki elinden bir şey gelmiyor, zira bunun alternatifi motoru satıp lise diplomasıyla iş aramak ve öyle bir adım atmadan önce hem annesinin iki bileziğini geri verip çenesini kapatmak hem de kenara gerçekten biraz para koyup iş arayarak geçireceği zamana hazırlanmak istiyor.
Depoda paket beklediği zamanı genelde sosyal medyada geçiren Ali Haydar son aylarda Suriye’de yaşanan Alevi katliamına dair görüntülere hem çok öfkelendi, hem de, sorsanız asla itiraf etmez ama epey korktu. İnsanlıktan çıkmış cihatçıların er ya da geç Türkiye’de de benzer şeyler yapmaya yelteneceğini, geçmişteki Çorum ve Maraş katliamlarından çok daha büyük olaylar yaşanabileceğini düşünüyor. Para biriktirme planları içerisinde kendi güvenliği için bir silah edinmek de var, çünkü siyaset nereye giderse gitsin bu ülkede Alevi düşmanlığının biteceğini düşünmüyor.
***
Baran otuz üç yaşında bir kaynakçı, Arnavutköy’de büyükçe sayılabilecek bir çelik atölyesinde çalışıyor. Ali Haydar gibi üniversiteye gitmekle uğraşmadı ve liseyi bitirdiği gibi çalışmaya başladı. Akrabalarının çoğu inşaatta çalışıyor ama o yüksekten korktuğu için kaynakçılık yapan dayısının çalıştığı atölyeye girdi. Tabii gerekçesini kimseyle paylaşmadı.
Baran kendisi de kaynakçılığa “terfi ettikten” kısa bir süre sonra evlendi, şimdi iki çocuğu var. Altı yıl önce, daha ikinci çocuk yoldayken gözlerini karartıp, düğünde takılan bütün altınları da bozdurup krediyle ev aldılar. O yıllarda atölyenin siparişleri, dolayısıyla Baran’ın da fazla mesaileri eksik olmuyordu. Hatta Ziraat Bankası Arnavutköy şubesine gittiğinde, şube müdürüne patronunun selamını iletmiş, çayını bile içmişti. Baran bunun hayatı boyunca talihin gerçekten yüzüne güldüğü tek an olduğunu düşünüyor; zira sonrasında pandemi, kriz derken atölyenin işleri bozuldu, siparişler eskisi gibi gelmez oldu ve Baran’ın fazla mesaileri de neredeyse tümden kesildi. Yine de, enflasyon sadece Baran’ın maaşını değil kredinin taksitini de kemirdi, yoksa şimdi çoğu arkadaşı gibi maaşının yarısını kiraya veriyor olacaktı.
Baran’ın en büyük hayali çocuklarını okutmak, bilhassa mühendis olmalarını çok istiyor. Ama devlet okullarında eğitimin çok kötü olduğunun farkında ve özel okullar ateş pahası. Üstelik patron işler biraz daha kötüleşirse atölyeyi kapatmaktan bahsediyor ve Baran böyle bir şey olursa içeride birikmiş tazminatını kolay kolay alamayacağını düşünüyor. Bu yüzden haftalardır uykuları kaçıyor.
Bir Kürt olarak Baran’ın kısa sayılabilecek hayatı kâh açılım kâh kapanımla geçti ve bu konuda bir heyecanlanıp bir hayal kırıklığına uğramaktan yoruldu. Artık sadece devletin değil, akrabalarının çoğu tarafından “bizimkiler” diye nitelendirilenlerin barış, kardeşlik vaatlerine de inanmıyor. Türkiye’de hiçbir zaman eşit bir yurttaş olarak saygı göreceğini düşünmüyor, bu yüzden çocuklarının okumasını ve mümkünse Avrupa’ya göç etmelerini istiyor.
***
Rümeysa yirmi dört yaşında bir bilişim uzmanı. Özel bir üniversitenin iki yıllık bilgisayar programcılığı bölümünde okudu. Hayali DGS ile bilgisayar mühendisliğine dikey geçiş yapmaktı ama iki kez denese de devlet üniversitelerinin çok az sayıdaki dikey geçiş kontenjanına yerleşmeyi başaramadı. Özel bir üniversitede bilgisayar mühendisliği okuyabilmesi için gereken para da ailesinde yok. Bu yüzden, iki yıl önce babasının bir tanıdığının tanıdığı vasıtasıyla kimilerinin “bizden” kimilerinin ise “yandaş” olarak nitelediği şirketlerden birinin bilişim departmanında teknik personel olarak çalışmaya başladı.
Rümeysa lise ikiden beri kapalı. Kimse özel olarak onu zorlamadı ama kararını ailesiyle paylaştığında o güne dek yaptığı herhangi bir şeye sevinmedikleri kadar sevindiler ve günlerce evde bayram havası esti. O tarihten bu yana da ne annesi ne babası onu başka herhangi bir başarısı için o gün kutladığından daha fazla kutlamadı. Rümeysa başını örtmesinin içsel gerekçelerini sorgulamıyor, bunun inancının gerekliliği olduğunu düşünüyor. Öte yandan, kadın-erkek ilişkilerinde erkeklerin kolaylıkla saygısız ve hadsiz davranabildiği bu dünyada aldığı kararın onu saygısızlık ve hadsizlikten en azından bir ölçüde koruduğunu düşünüyor.
Tabii “bir ölçüde”, tamamen değil… Altı ay önce işyerinde, ağabeyi bildiği bir insan tarafından yapılan terbiyesizlik aklına geldikçe hiddetleniyor. Hayatın hiçbir şey yaşanmamış gibi devam etmesine, bir özür bile dilenmemiş olmasına daha fazla hiddetleniyor. Ama hem babasını zor durumda bırakmamak, hem işini kaybetmemek, hem de genel olarak çalışmaya devam edebilmek için susuyor. O terbiyesizliği yapan iftira da atar ve Rümeysa babasına zaten bin bir zorlukla kabul ettirdiği çalışma özgürlüğünü kaybetmekten çok korkuyor.
Rümeysa aldığı ücretin yaptığı işin karşılığı olmadığını da, departmandaki tek üniversite mezunu kendisi olmasına rağmen geri kalan herkesin ondan yüksek ücret aldığını da biliyor. Ücretlerin genel düşüklüğü konusunda şefine yakındığında “biz burada sadece kendimize çalışmıyoruz, cihat ediyoruz sayılır” cevabını aldı. Bunun üzerine eşitsizlik konusunu iş yerinde değil, evde annesine açtı; onun yanıtı ise “e tabii kızım, onlar erkek, bazıları ev geçindiriyordur” oldu. Bu sırada Rümeysa maaşıyla yaptığı market alışverişini buzdolabına yerleştiriyordu.
Rümeysa’nın tek hayali kendisine eşit bir insan olarak saygı duyacak birisiyle evlenip yuva kurmak. Böyle birisiyle tanışana kadar da ailesinin “evlen” baskılarına direnmekte kararlı. Zaman zaman, bu baskılar çok arttığında ve zorla evlendirme tehditleri dile getirildiğinde, odasında kendi kendisine ağlarken, çekip gitmeyi hayal ediyor.
***
Bu dört kişinin altında dört bin başka kişi daha anlatabilirim size. Her birinin bambaşka bir kişiliği olacaktır. Bu dört insan ve niceleri, hayatlarını sadece kimlikleri doğrultusunda ve sosyal çevrelerinin sınırı içerisinde yaşadığında muhtemelen hiç olumlu bir çerçevede bir araya gelmezler. Ama aynı okullarda okur, aynı tıkış tıkış belediye otobüsleriyle işe gider, aynı patronlara işçi ya da ev sahiplerine kiracı olabilirler. Aynı fiyatlara bakıp iç geçirir, aynı düşük ücretlere öfkelenirler.
Nâzım bir şiirinde “dert çok, hemdert (yani ortak dert) yok” diye yakınır. Yakındığı aynı dertlerin yaşanmaması değil, bir türlü ortaklaşmamasıdır.
Bugün, çok daha şiddetli biçimde aynı durumdayız. Her gün yoksullaşıyoruz, ülkemiz olmadık maceralara sürükleniyor ve her gün parçalanmaya biraz daha yaklaşıyor. Bizim çıkarlarımızla, yoksulluğumuz ya da eğitim, barınma gibi sorunlarımızla alakası olmayan kavgalarda “tıpış tıpış” taraf olmamız bekleniyor.
Patron partilerinin siyaseti bizi böler. Kimlikler arasındaki düşmanlıklar bizi böler. Oysa emekçiler birlik olmalı, hemdert olmalı. Çünkü emekçiler ancak kalabalık olduklarında, kitleler halinde güçlü olur.
Bu ülkede, bu dört emekçinin ve daha nicelerinin bayrağı altında buluşup hemdert olabileceği; sadece emekçilerin sorunlarını kalıcı biçimde çözmek, patronları iktidardan indirip onları iktidara getirmek için mücadele eden bir parti var. Türkiye Komünist Partisi. Bu yüzden, 1 Mayıs’ta, sınıfın sözünü söylemek için, meydanı patron partilerine ve onların didişmelerine bırakmamak için, Türkiye Komünist Partisi saflarına!
/././
İhaleyi Koç’un şirketi almıştı: Kalamışlıların ‘marina değil mahalleyiz’ mücadelesi sürüyor
Kalamış’taki marinanın genişletilmesine karşı mücadele eden Fenerbahçe Kalamış Dayanışması’nın düzenlediği panelde özelleştirme süreçlerinin birbiriyle bağlantısına dikkat çekildi. Kalamış’ın bir mahalle olduğu vurgulanırken “Kalamış’ı çöküşe teslim etmeyeceğiz” denildi.
İstanbul’un Kadıköy ilçesinde yer alan Kalamış Yat Limanı aslında Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin yani kamunun mülkiyetindeyken yapılan özelleştirme ihalesiyle 40 yıl süre ile “işletme hakkının verilmesi” yöntemiyle özelleştirildi.
İhaleyi en yüksek teklifi veren Vahit Karaaslan kazandı. Ancak kendisi yasal süre içinde ihaleden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremediği için en yüksek ikinci teklifi veren Koç Holding bünyesindeki Tek-Art şirketi ihaleyi aldı.
Proje hayata geçirildiğinde; mevcut durumda denizde 1.288 olan yat bağlama kapasitesi yaklaşık yüzde 50 oranında artırılarak 1.900’lere, 350 araçlık otopark kapasitesi 2 bin araçlık bir otoparka çıkarılabilecek. Karadaysa 4 bin 500 metrekarelik açık kapalı ticari alan ile turizm alanı toplamı 14 bin metrekareye çıkarılarak 3 katı büyütülebilecek.
Kalamış'taki marinanın genişletilmesine ilişkin projenin iptali için mücadele eden Fenerbahçe Kalamış Dayanışması, projenin getireceği sorunlara dikkat çekmek amacıyla bir panel düzenledi.
Dayanışmanın avukatı Onur Cingil’in moderatör olduğu panele Şehir Plancısı Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, arkeolog Dr. Gülbahar Baran Çelik, eski Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, eski Kadıköy Mimarlar Odası Başkanı Arif Atılgan konuşmacı olarak katıldılar.
‘Kalamış’ı çöküşe teslim etmeyeceğiz’
Fenerbahçe Kalamış Dayanışması adına açılış konuşması yapan Alev Ataç 2011 yılından itibaren sürecin gelişimini özetledi. Dayanışmanın tüm canlıların haklarını korumak için mücadele ettiğini vurgulayan Ataç özelleştirmeci, neoliberal sistemin bu hakları bir bir aldığını söyleyerek şöyle devam etti:
“Bütün bu özelleştirme süreçleriyle ülkenin içine düşürülmüş olduğu borç ve faiz sarmalında ekonomik sistem çökmüş, halkın çok büyük bir kısmı yoksullaştırılmıştır. Kentlerimiz sağlıksız, insanların izole edildiği mutsuz kentler haline dönüştürülmüştür. Tüm bu çöküşler birbiriyle ilintilidir aslında, sistemiktir. Giderek daha büyüyen çöküşler zincirine dönüşmüştür. Bu etkinliğimizde Kalamış’ı neden bu çöküşe teslim etmememiz gerektiğini konuşmak; Kalamış’ın Kadıköy’ün merkezinde yaşlısı, genci, çalışanı, emeklisi, esnafı, öğrencisi, kedisi, köpeği, kuşu, kirpisi, ağaçlarıyla ve daha ayamadığımız birçok sakini ile yaşayan ve tarihi-kültürel değerlerini yaşatan bir mahalle olduğunu hatırlatmak, bunun argümanlarını değerli uzmanlarımızın söylemleri ile güçlendirmek istiyoruz.”

Daha sonra söz alan Onur Cingil, bu panelde sunulacak görüşlerin 6 Mayıs’ta görülecek olan davada Danıştay’a sunulacak olan teknik raporun detayını oluşturacağını ifade etti.
‘Proje anayasaya aykırı’
İlk sözü alan şehir plancısı Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, kıyı kullanım hakkı gereğince projenin iptal olması gerektiğini vurguladı:
“Anayasa 43. Maddede kıyı şöyle tanımlanır: Herkesin eşit ve serbest kullanımına açık olan ve kamu yararına uygun kullanılması gereken bir alandır diyor. Bence bu tek cümle verilen bu mücadelenin anlamını ve değerini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Projede bir rejans var, kamusal kullanım dışı kıyı alanlarını gösteriyor. Bu anayasaya aykırı. Böyle bir maddeye dayanarak bu projenin iptal olması gerektiğini söyleyebiliriz.”
Arkeolog Dr. Gülbahar Baran Çelik, Kalamış ve çevresinde yeterli çalışma yapılabildiği durumda değerli buluntulara rastlanacağını anlattı:
“Arkeoloji sadece güzel malzeme bulmak ve o buluntuyu keşfetmek gibi algılanıyor, bu yanlış bir algı. Biz bu işi sadece bilim adamlarına malzeme hazırlamak için yapmıyoruz. Bu iş aynı zamanda insanların tümünün bulundukları bölge, ülke, şehir, dünyayla ilgili geçmişe dayalı görüşlerinin geleceğe vereceği birikime de katkısı için yapıyoruz. Dolayısıyla burada aslında sizinle Kalamış’taki tarihsel verileri paylaşmak benim için de çok önemli.”
‘Yerel yönetimlerin istemediği proje gerçekleşemez’
Eski Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu’nun konuşmasının vurgusu mücadeleye yerel yönetimlerin katkısı üzerine oldu:
“1984’te ilçe belediyesi kuruluyor. O dönem belediye başkanı bakanlıkla bir anlaşma yaparak burada bir marina yapıyorlar. Daha sonraki süreçlerde bu marina Milli Emlak’a geçiyor ve Özelleştirme İdaresi 2011’de buraya bir plan yapıyor. Planla beraber bu marinanın büyütülmesi gündeme geliyor. 2014’te biz yönetime geldiğimiz zaman buranın ihalesi yapılmış bir durumdaydı. İhaleyi alan Koç firması ve diğer firmalar ile karşı karşıya geldik. ‘Ne yapabiliriz’ sorusunu kendimize sorduk. Çünkü bu marinanın büyütülmesi ile oldukça geniş bir alan imara açılıyor. Biz öncelikle basın bildirisi, burada yapılan toplantılar ve elimizdeki bütün teknik bilgileri vatandaşlarımızla paylaştık. O dönemdeki Kent Konseyi, meslek örgütleri bu sürece katılıyor. Oldukça geniş bir mücadele alanı oluşuyor. Yaklaşık 200 bin imza toplanıyor ve dava süreçleri ile beraber plan iptal ediliyor. Yerelde yaşayan insanlarla beraber yerel yönetimin birlikte hareket etmesiyle, birinci firma ve diğerleri ihaleden çekiliyor ve bu süreç kapanıyor.
Bu marinanın büyütülmeyeceği konusunda emin bir duruma geçmişken, biz yönetimden ayrıldıktan sonraki süreçte bu iş yeniden gündeme getiriliyor. Peki ne oluyor da biz sürekli bu alanları kaybediyoruz? Bu kadar önemli bir yerde bu marinayı iki misli büyütme cesaretini birileri gösteriyor da biz Kadıköy’de yaşayan 500 bin insan -koca bir belediyemiz var, Büyükşehir belediyemiz var- bunca siyasi parti, aktivist, politikacılar olan bir yerde biz bunu engelleyemiyoruz? Bence soruyu bu şekilde sormak lazım. Bu işin siyasal ayağında sorun var. Bir ilçe belediyesi ve büyükşehir belediyesinin istemediği hiçbir proje gerçekleşemez. Yerel yönetimlere verilen yetkiler vatandaşlarla birlikte kullanılırsa büyük bir güç oluşturur. Bu siyasal gücün yeniden aktif hale getirilmesi gerekiyor.”
Eski Kadıköy Mimarlar Odası başkanı Arif Atılgan Kalamış’ın tarihi dokusunun değerini vurgulayan bir konuşma yaptı:
“Bu alanda tekne barınağı yapılabilir. İnsanları denizle barıştırmak için balığa çıkacak, yüzecek tekneler olabilir. Yat limanı sakin kıyılara yapılır. Çünkü eğer kamu olarak bir tesis yapıyorsanız o tesisin halka bir verdiği olması lazım, aldığı değil. Burada yaptığı tesis halktan alıyor. Buradaki gürültü, patırtı, araba trafiği gibi.”

Fenerbahçe Kalamış Dayanışması yayımladığı bildiride marinanın karada ve denizde genişlemesi durumunda oluşacak sorunları şöyle sıraladı:
*Artan yapılaşma nedeniyle bölge en az 5 yıl şantiye alanına dönecek, yaya dolaşım alanları ve bisiklet yolları kapanacak; halk, sahili ve parkı spor ve sosyal amaçlarla kullanamayacak.
* Mimari yapı bozulacak, betonlaşma ve bölgedeki insan ve araç yoğunluğu artacak, zaten var olan trafik keşmekeşi daha da çekilmez hâle gelecek.
* Fenerbahçe ve Kalamış’ın tarihi ve sosyal dokusu bozulacak, mahalle kültürümüz yok olacak.
* İnşaat faaliyetinin neden olduğu partiküller ilçe hava kalitesini daha da düşürecek. Akciğer-solunum rahatsızlıklarına neden olacak, yeşil alanlar daha da azalacak.
* Uzatılacak mendirek, yapılaşma, artan tekne sayısı ve otopark yapımı sonucu hava koridorlarının kapanması, ısı adalarının oluşması ile hava ve deniz kirliliği daha da artacak, denizde ekolojik denge bozulacak, müsilaj ve kötü koku gibi sorunlar çoğalacak.
* Toprak alanların azalması ile yağmur suları toprak ile buluşup yer altına inemeyecek ve su kaybı meydana gelecek.
*Ayrıca, bölgenin sakinlerinden kediler, köpekler, kirpiler, kuşlar gibi birçok hayvan yuvasız kalacak
***
Hatay’da ağır tonajlı kamyon kazaları: 'İnsan hayatı hafriyatın tozuna bırakıldı'-Özkan Öztaş-
Hatay’da ağır tonajlı kamyonlar, yasadışı güzergâh ve aşırı hızla kazalara yol açıyor; yurttaşlar çözüm bekliyor.
Hatay’da ağır tonajlı kamyonların neden olduğu kazalar, deprem bölgesinde yaşayan yurttaşların sabrını taşırdı. Yasal olmayan güzergâhları kullanan, hız limitlerini aşan ve kapasitesinden fazla yük taşıyan kamyonlar, adeta günlük hayatın bir parçası haline geldi.
Depremin ilk günlerinde enkaz kaldırma çalışmaları için başlayan kamyon trafiği, zamanla hafriyat ve inşaat malzemesi taşımacılığına dönüştü.
Ancak depremin ardından geçen iki yıldan fazla süreye rağmen, bu araçların yarattığı tehlike önlenemiyor.
Taş ocaklarına mekik dokuyan kamyonlar, yeni inşaatlara malzeme yetiştirme telaşıyla kentte toz ve tehlike saçıyor. Geçen yıl Dursunlu Mahallesi’nde yokuş aşağı inen bir kamyonun kaza yapması, tehlikenin boyutlarını gözler önüne sermişti. Yurttaşlar, kazaların ardından bir araya gelerek “Artık yeter” diyor. Ancak bu tepkiler, yalnızca birkaç günlük sakinlik getiriyor. Şirketler, kısa bir ara verdikten sonra kamyonlarını tekrar yollara sürüyor.
Hatay'ın Defne ilçesine bağlı Dursunlu Mahallesi'nde yokuş aşağı inen ağır tonajlı kamyon kaza yapmış ve mahalle halkının can güvenliğini tehlikeye atmıştı.
Defne Halk Temsilcileri Meclisi Başkanı Hizam Hasırcı, soL’a yaptığı açıklamada, Hatay’da hemen her alanda rantın belirleyici hale geldiğini vurguladı. Hasırcı, “Deprem yıkımının ardından insan hayatının öncelenmesi gerekirken, Hatay’da rant hırsı her şeyin önüne geçti. Bugün yollarımız kamyonlarla dolu, çocuklarımız okul yolunda ölüm riski altında. Üstelik bu durum geçici değil, kalıcı hale geldi” dedi.
Hasırcı, şirketlerin kamyon trafiğini kısa süreliğine durdurmalarının halkı yatıştırmaya yönelik geçici bir adım olduğuna dikkat çekerek, “Her kazadan sonra üç-beş gün kamyonlar ortadan kayboluyor. Halkın öfkesi dindikten sonra aynı pervasızlıkla yollara dönüyorlar. Bu bir kader değil, açıkça yönetimsizlik ve sorumsuzluktur. Yetkililer sorunu çözmek için değil, halkı oyalamak için hareket ediyor” ifadelerini kullandı.
Sorunun sadece kamyonlar olmadığını belirten Hasırcı, denetimsizlik ve cezasızlık kültürüne işaret ederek şunları söyledi:
“Bugün Hatay’da bir kamyonun ölümcül kazaya yol açması için bütün koşullar hazır: Denetim yok, ceza yok, takip yok. Şirketler can güvenliğini değil, kârlarını düşünüyor. Bizler her gün bir sonraki ölüm haberinin endişesiyle yaşıyoruz.”
Yine geçtiğimiz sene kamuoyuna yansıyan görüntüler Hatay'ın Defne ilçesi Döverköy mevkiinden. Hiçbir güvenlik önlemi alınmadan çalışılıyor. Trafik normal seyrinde akıyor, insan hayatı hiçe sayılıyor...
Geçtiğimiz günlerde Harbiye Mahallesi’nde yaşanan bir kaza da bu tehlikenin canlı bir örneği oldu. Yokuş aşağı kontrolsüz ilerleyen bir iş kamyonu, bekçi kulübesinin üzerine düştü. Kazada kamyon şoförüyle birlikte kulübede bulunan kişiler ağır yaralandı ve hayati tehlikelerinin sürdüğü bildirildi. Kamyonun su kaynağına düşmesi nedeniyle HATSU çalışanı Mehmet Çakrak ise yaşamını kaybetti.
Kazanın yaşandığı güzergâhta “Büyük araçların girmesi yasaktır” tabelası bulunmasına rağmen, kamyonların geçişine engel olunamıyor. Bir yurttaş, soL’a şu sözlerle isyan etti: “Valilik bu yolu yasaklamıştı, ama her gün kamyonlar geçiyor. Tabela var, kural var, ama denetim yok. Sonuç: kaza ve yaralılar.”
Hataylı yurttaşlar, artık ölüm ve yaralanmalarla anılan bu soruna acil çözüm talep ediyor. Çocukların okul yollarında, mahalle aralarında hızla seyreden “canavar kamyonlar”ın yarattığı korku, dayanılmaz bir hal aldı. Valilik tarafından konulan kuralların ve kısıtlamaların hayata geçirilmesi için çağrıda bulunan halk, denetimlerin artırılmasını ve şirketlerin kural tanımazlığına son verilmesini istiyor.
Geçen hafta Hindistan’ın Jammu-Keşmir bölgesinde bir turist otobüsü saldırıya uğradı. Son baktığımda ölü sayısı 26’ya ulaşmıştı. Kanlı saldırıyı Keşmir’in Hindistan’dan ayrılmasını savunan “Direniş Cephesi (TRF)” adlı bir grup üstlendi. Hindistan’daki Modi Hükümeti saldırıya misilleme olarak Pakistan’la ilişkileri daha da gerginleştirecek bir dizi adım attı. Örneğin Hindistan’da diplomatik statüde görev yapan Pakistanlı ataşeleri sınır dışı etti, vize itasını durdurdu. Ayrıca Pakistan ve Hindistan arasında 1960 tarihinde imzalanmış olan İndus Su Anlaşmasını askıya aldığını duyurdu. Pakistan ise böyle bir eylemin savaş sebebi sayılacağını, Pakistan’ın “her türlü imkanını kullanarak” savaşacağını duyurdu.
Ajansların geçtiği haberlerin özeti bu. Kendimizin ve bölgemizin yakıcı sorunlarıyla uğraştığımızdan bu haberler bizde pek fazla yankı bulmadı. O yüzden bu hafta hem bu meselenin arka planına hem de olası sonuçlarına dair bir şeyler yazmak istedim.
Hindistan ve Pakistan’ın kuruluş tarihleri aynı: 1947. Britanya’nın alt kıtadan nihayet çekip giderken bıraktığı hediyelerden biri bu iki ülke arasındaki zıtlık. Bir de Bangladeş’i sayarsak, “British India”dan üç devlet çıkmış.
Pakistan malum, “dost ve kardeş” ülke. Bunun tarihsel sebepleri var. Gelin görün ki “Dost ve kardeş” Pakistan deyince aklıma gelenler Butto’nun idamı, Ziya Ül Hak’ın sevimsiz suratı ve Kenan Evren’le verdikleri dostluk pozları. Elbette bundan ibaret değil Pakistan. Bir kere gerçekten uluslararası arenada Türkiye’ye hep yakın duran bir ülke olmak gibi bir adeti var. Son zamanlarda böyle bir tutuma biraz daha az şahit oluyorum gerçi ama sanırım bir ülkenin nerede durduğu belli olmayınca onun yanında konumlanmak da kolay olmuyor.
Hindistan ve Pakistan’ın ayrı ayrı bağımsızlıklarını elde etmeleri insanlık tarihinin gördüğü en büyük nüfus hareketlerinden birine sebep olmuş. Kabaca anlatırsak Müslümanlar yukarı Hindu ve Sihler aşağı göç etmişler. En iyimser verilere göre bile 15 milyondan fazla insan yerini yurdunu terk etmiş. O arada yaşanan şiddet de bölgenin nüfusuyla orantılı olarak sayısız can almış. Çok kesin olmayan tahminler 500 bin ila 1 milyona yakın ölüm olduğu yönünde. Bölünme denilen sürecin yarattığı acılar çok derin ve her iki ülkenin yöneticilerinin de katkılarıyla hâlâ çok taze.
Bölünmenin şöyle bir asimetrik tarafı var yalnız, Pakistan neredeyse tamamı Müslüman bir ülke haline gelirken Hindistan’da çok sayıda Müslüman kalmış. O yüzden de Hindistan görece seküler bir anayasaya sahipken Pakistan bir din devleti görünümünü almış. 1,4 milyar nüfuslu Hindistan’da bugün 170 milyon civarında Müslüman yaşıyor. Pakistan’ın nüfusu ise 245 milyon.
Sabah akşam birileri İslam alemi diye tekrarlayadursun din ortaklığının her zaman bir ulus oluşturmaya yetmediğinin en iyi kanıtlarından biri Pakistan. Bangladeş’in ezici Müslüman nüfusuna karşın Hindistan’ın desteğiyle Pakistan’dan ayrılmasının temelinde Bengal Müslümanları ile bugünkü Pakistan nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Pencap Müslümanları arasındaki kültürel uyuşmazlık yatıyor. Din aynı belki ama geri kalan her şey farklı olunca cemaatleri üst üste eklemekle millet yaratılmıyor. Keza son dönemde, özellikle de Modi’nin Başbakanlığı sonrasında fena halde ayrımcı ve Müslüman karşıtı hale gelen siyaset mekanizmasına, zaman zaman uğradıkları şiddete rağmen Hindistan’ın güneyinde yaşayan Tamil veya Kerala Müslümanları için Pakistan sırf Müslüman olduğu için alternatif bir “vatan’ teşkil etmiyor.
Biraz jeopolitik konumlanmaya da değinelim. Hindistan kuruluşunu izleyen dönemde SSCB ile yakın bir işbirliği geliştirmişti. Hindistan’ın kalkınmasında da, görece seküler yapısında da, daha sonra yeniden döneceğimiz nükleer güç geliştirmesinde de SSCB’yle yakınlığının payı var. SSCB yıkıldıktan sonra bu tablo değişiyor elbette. SSCB’nin ardılı konumundaki Rusya Hindistan’la yakın ilişkilerini sürdürüyor ama uluslararası kapitalizmin önemli bir dişlisi haline gelen, iç politikada iyice sağcılaşan Hindistan son dönemde ABD ve genel olarak Batı’yla daha iyi ilişkilere sahip.
Pakistan ise ABD’nin bölgedeki uzantısı rolünü iniş çıkışlarla sürdürmüş bir ülke. Soğuk savaş döneminde Hindistan-SSCB yakınlaşmasına ABD tarafından verilen yanıt Pakistan’ı istikrarsız, yoksul ve gerici bir garnizon devlete dönüştürmüş. Afganistan meselesinde oynadığı rol ise Pakistan’ın bugün geldiği durumla yakından ilişkili. Türkiye’nin Suriye politikaları bağlamında sık sık gündeme getirdiğimiz Peşaver sendromu işte bu durumun ürünü. ABD’nin hizmetinde ve Suudi bordrosundaki cihatçı katilleri kendi bölgesel çıkarları için kullanmaya kalkışıp bir daha ayağa kalkamamak ve hiçbir çivisi tutmayan bir kabile devletine dönüşmek.
Hindistan-Pakistan denkleminde hatırlamamız gereken bir jeopolitik aktör daha var: Çin Halk Cumhuriyeti. ÇHC Pakistan’ın en azından Hindistan’a karşı müttefiki. Pakistan’ın gayrı resmi olarak 1984’te, resmen ise 1998’de nükleer silaha sahip bir ülke haline gelmesinde belirleyici rol oynayan da Çin. Çin’in ABD kampında görünen bir ülkeye neden böyle bir destek verdiğinin yanıtı ise bölgesel dengelerde yatıyor. Çin’in Pakistan’a verdiği destek Bejing’in Hindistan’ı hizada tutma politikasıyla doğrudan ilintili.
Asya’nın toplam nüfusları neredeyse 3 milyara yaklaşan iki devi on yıllardır Himalayaların üzerinden birbirlerine ters ters bakıyorlar. Gerginlik kimi zaman sınırlı sıcak çatışmalara da sebep oluyor. Tibet’te Çin hakimiyetinin tesis edilmesiyle 3200 km uzunluğunda ortak sınıra sahip olan iki ülke 1962 yılında savaştılar örneğin. Ortalama 4200 metre yüksekliğinde bir arazide gerçekleşen savaş Çin’in kesin üstünlüğüyle sonuçlandı. Çin savaşta ele geçirdiği toprakları Hindistan’a iade etti ama bölgesel rakibine ciddi bir ders vermiş oldu. Himalayalar bölgesindeki sınırlarda hâlâ -kimi zaman taş ve sopalarla- çatışma yaşanıyor. İki nükleer gücün askerlerinin birbirlerine taş atmaları Einstein’in 4. Dünya Savaşı kehanetini hatırlatıyor bir yandan da. Sonuç olarak Çin’in Hindistan’a karşı her daim Pakistan’ı desteklemesi İslamabad’ın kara gözleri için değil.
Hindistan ve Pakistan kurulduklarından beri dört kez savaştılar. Birincisi bölünme sırasında, ikincisi 1965’te, üçüncüsü 1971’de, sonuncusu ise 1999’da. 1971 savaşı Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılmasıyla doğrudan bağlantılı. O savaşta Hindistan Pakistan’ın Bangladeş’teki isyanı bastırmakla görevli ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı ve çekilmeye zorladı. 1999’daki savaş ise bugün ele alacağım gerilimin sebebi olan Keşmir yöresiyle ilgili.
Kısaca Keşmir sorunu olarak bilinen meselesinin benim anladığım kadarıyla özü şu: Keşmir ya da bilinen adıyla “Jammu ve Keşmir”, Hindistan sınırları içinde nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan tek eyalet. Pakistan ve Hindistan arasındaki varoluşsal çekişmenin büyük sahnesi. Keşmir’deki huzursuzluğun birkaç kaynağı var. Bir tanesi Hindistan’ın bölgenin nüfus yapısını değiştirmeye, Hindu nüfusu artırmaya yönelik hamleleri. Bir diğeri Keşmir’in Hindistan’dan ayrılması talebi. Ayrılıkçı denilebilecek talepleri sahiplenen iki kesim var. Bir grup tümüyle bağımsız bir Keşmir’den yana. Diğeri ise Pakistan’a bağlanmaktan. Pakistan sorunun uluslararası bir boyut kazanması için elinden geleni yapıyor. Hindistan’ın üstünlüğüyle sonuçlanan Kargil savaşının çıkma sebebi de bu. Keşmir’de bağımsızlık veya ayrılma için mücadele eden çok sayıda grup var. Bunların ayrılıkçı olan kesimi Pakistan tarafından açıkça destekleniyor.
1999’daki çatışma Kargil savaşı olarak da biliniyor. Savaşın önemli özeliklerinden biri tıpkı Çin-Hint savaşı gibi çok yüksek rakımda gerçekleşmesi. İkinci özelliği Pakistan’ın savaşın başında çatışmaların ayrılıkçı mücahitler ile Hindistan ordusu arasında yaşandığını iddia etmesine karşın, daha sonra bölgeye askeri birlikler sızdırdığını yani savaşın esas tarafı olduğunu itiraf etmiş olması. Üçüncü özelliği ise her iki ülke de nükleer güç sahibi olmasına karşın tarafların bu yola başvurmamış olmaları. Başka bir deyişle ucuz atlatılmış küçük bir savaş.
Yazının ilk başında değindiğimiz ve 26 kişinin ölümüne yol açan saldırı ise iki ülke arasındaki sıradan kriz halinin bir üst noktaya taşınmasına vesile olmuş gibi görünüyor. Sahne yine Keşmir.
Bir yanda Hindistan’ı Hindu bir din devletine dönüştürme yolunda kararlılıkla ilerleyen, Hindu milliyetçiliği ve Müslüman düşmanlığını alabildiğine körükleyerek ülkede artan yoksulluğu, derinleşen gelir dengesizliğini, açlıkla boğuşan yüz milyonlarca çiftçiyi unutturmaya çalışan Modi var. Keşmir’de ayrılıkçılık kaynaklı bir şiddet ortamı bulunduğu, Hindistan’ın yerli halkın haklarını kısıtlayarak, askeri bir düzen dayatarak ve bölgeye Hindu göçmen yerleştirerek yangına körükle gittiği de bir gerçek.
Ringin öteki tarafında ise cihatçı şiddeti ve terörü bir dış politika yönetim olarak kullanmaya ziyadesiyle alışmış bir yönetim zihniyetinin uzun yıllardır hâkim olduğu Pakistan duruyor. Pakistan salt Keşmir’deki ayrılıkçıları desteklese buna nispeten mantıklı gerekçeler uydurmak mümkün olabilir. Ne yazık ki mesele bununla sınırlı değil. Pakistan destekli cihatçı terör grubu Leşker-i Tayyibe’nin 2008 yılında gerçekleştirdiği ve 168 kişinin yaşamını yitirdiği Bombay (Mumbai) saldırısı unutulmuş değil. O saldırının Modi gibi patron dostu liderlerin yoksul Hintlileri dinlerine göre bölerek zayıflatma hedefine ciddi katkı sağladığı da açık bu arada. Rastlantıya bakın ki Keşmir’deki kanlı eylemi gerçekleştiren TRF de Leşker-i Tayyibe’nin Keşmir uzantısı.
Pakistan’a sorarsanız Leşker-i Tayyibe ülke yasalarına göre terör örgütü. HTŞ’nin de yakın zamana kadar Türkiye’deki terör listesinde bulunduğunu anımsarsak bu söylemin inandırıcılığı hakkında bir fikir sahibi olabiliriz.
İndus Suları Anlaşmasının askıya alınmasının pratik sonucu Pakistan’ın büyük bölümü açısından ciddi bir kuraklık, ekonomik ve beşerî kayıp olacaktır. O yüzden de Pakistan’ın bunu bir savaş sebebi sayması olağan sayılabilir.
Pakistan’ın olası bir savaş durumunda her türlü imkanını kullanacağı tehdidi açıkça nükleer gücünü kullanabileceği anlamına geliyor. Hindistan’ın da buna karşılık vermesi durumunda, bizim Ortadoğu’dan çıkmasını beklediğimiz küresel savaşın kıvılcımı Güney Asya’dan yükselebilir.
Pakistan ve Hindistan’a “Yapmayın, etmeyin. Aranızda anlaşın” diyecek birçok ülke olacaktır ancak bunların meseleyi ne kadar ciddiye alacakları ve yapacakları baskının ne kadar etkili olacağı kuşkulu.
Buna karşılık Güney Asya’dan yükselen topyekun savaş çığlıklarını durdurabilecek bir ülke var: Çin Halk Cumhuriyeti. Artık ekonomik anlamda bir dünya devi olduğu kesinleştiği halde diplomatik/jeopolitik anlamda elini kolay kolay taşın altına sokmayan, her bölgesel krizi “itidal” çağrıları yaparak kenarda izleyen Çin’in bu kez aynı tutumu izlemesi biraz güç olacak.
Filistin’deki soykırım, Yemen’e düzenlenen emperyalist saldırılar, Suriye’nin yıkılması, Sudan iç savaşı, Etiyopya-Eritre arasındaki sıcak çatışma veya Rusya-Ukrayna savaşı gibi durumlarda itidal çağrısı yapmak kolay. Bu çatışmaların sonucundan bağımsız olarak oralarda ticari ve ekonomik anlamda kazanan olmak da harika. Ancak bu sefer senaryo biraz farklı.
Öncelikle sanılanın aksine Keşmir sorunun tarafları sadece Hindistan ve Pakistan değil. Bölgenin bir bölümü de Çin’in kontrolünde. Başka bir deyişle Çin soruna ve olası bir savaşa sınırdaş. İki ülke arasındaki savaşın nükleer boyuta taşınması riski Çin açısından da doğrudan tehdit. Pakistan’ın kimsenin karışmadığı ve nükleer silahın kullanılmadığı konvansiyonel bir savaşta Hindistan tarafından yenilgiye uğratılacağı da tahmine müsait. Bu da Çin’in kendi bölgesel üstünlük hesabı açısından kabul edebileceği bir durum değil.
Çin’in önünde altın bir fırsat var. Bu fırsatı doğru yönde kullanabilir ve iki ülkenin savaşa girmesini engelleyerek anlamlı bir müzakere başlatmasına ön ayak olabilirse, kendi güvenliğini sağlamanın ötesinde, küresel dengeleyici olma iddialarına zemin kazandırdığı gibi emperyalizmden kaçış yolları arayan dünya halklarına küçük de olsa bir umut ışığı yakmış olur.
/././
Osmaniye’de depremzedeye darbe: Konteyner kent Haziran’da kaldırılıyor -Burcu Günüşen-
Osmaniye Belediye Başkanı Çenet, sosyal medya hesabından duyurdu. İldeki konteyner kent 20 Haziran’da kaldırılacak, yerine "millet bahçesi" yapılacak. Depremzedeler karara tepkili.
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde resmi verilere göre 1010 yurttaşın yaşamını yitirdiği Osmaniye’deki konteyner kentin 20 Haziran’da kaldırılacağı, yerine “millet bahçesi” yapılacağı açıklandı.
Açıklamayı MHP'li Osmaniye Belediye Başkanı İbrahim Çenet, Facebook hesabından yaptı. Çenet paylaşımında “Konteyner Kent 20 Haziran’da, Cebeli Bereket Deprem Çarşısı da 2025 yıl sonunda kaldırılıyor” diye belirtti.
Kararın kentte yapılan Afet Koordinasyon Toplantısı’nda alındığını ifade eden Çenet bu toplantının “Cumhur İttifakı İl Başkanlarının” da katılımıyla yapıldığını vurguladı.
Çenet şu ifadeleri kullandı: “AFAD Yönetiminden sorumlu İçişleri Bakan Yardımcımız Münir Karaloğlu Başkanlığında İlimizin Valisi, Milletvekili, İl ve Bölge Müdürlerimizin, Kaymakamlarımızın, Cumhur İttifakı İl Başkanlarımızın katılımları ile Afet Koordinasyon Toplantısı yapıldı.
Buna göre Osmaniye’mizde 11 bin deprem konutunun yapıldığını, Konteyner Kent’in 20 Haziran 2025 itibari ile kaldırılmasına, yerine olası toplanma alanı olarak da kullanılabilecek 'Karaçay Millet Bahçesi' yapılmasına,
Cebelibereket Geçici Deprem Çarşısı’nın rezerv alanlarda iş yeri yapımları devam ettiğinden yıl sonu itibari ile kaldırılmasına İçişleri Bakanlığımızca karar verilmiştir.”
Depremzeden tepki: 'Düpedüz sokakta kaldık'
Konteyner kentte kalan depremzedelerden Zehra Özer* karara "Düpedüz sokakta kaldık" diyerek tepki gösterdi.
Osmaniye’de konteyner kentte kalan depremzedelerin sayısına ilişkin “En aşağı 1200 hane var diye biliyorum” diyen Özer, bu kararın ardından nereye gideceklerini bilmediğini söyledi.
Depremde kirada kaldıkları evin yıkılmasının ardından eşi ve oğlunun enkazdan yaralı olarak çıkarıldığını belirten Özer ikisinin de tedavilerinin devam ettiğini dile getirdi.
Özer “Eşimin böbrekleri iflas etti. Ankara’ya gidip geliyoruz. Oğlumun da beyin ameliyatı var, doktor Temmuz ayına gün vermişti. Ne yapacağım bilmiyorum. Artık devlet sesimizi duysun diye çarşının ortasına çadır açmayı düşünüyorum. Birileri görür de sen burada ne yapıyorsun der diye” dedi.
Konteyner kentte hak sahibi olup henüz evi teslim edilmemiş birçok depremzedenin de olduğunu söyleyen Özer “Kiracılar da var aynı şekilde” diye ekledi.
Eşinin çalışamadığını, kendisinin mantı, içli köfte, yaprak sarması yapıp satarak çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığını anlatan depremzede “Kiraya çıkmamın imkanı yok. Düpedüz sokakta kaldık” diye tepki gösterdi.
Kararı belediye başkanının Facebook paylaşımıyla duyduklarını belirten Özer, AFAD'ın kendilerine hazırlıklı olmaları için hiçbir bilgi vermediğini söyledi.
Konteyner kentte kalanların karara tepkili olduğunu kaydeden Özer “Herkes 'nasıl olacak' diye soruyor. Buranın ekmek fırını 20 gün önce açıldı. Fırıncıyla 3 yıllık kontrat imzalanmış. Sadece depremzedeler değil burada esnaf da mağdur” diye konuştu.
Özer, belediye başkanının yaptığı duyuruda Cebelibereket Geçici Deprem Çarşısı’nın yıl sonunda kaldırılacağının söylendiğini ancak işyerlerinin yılsonuna yetiştirilip yetiştirilmeyeceğinin güvencesinin de verilmediğine dikkat çekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder