İnfaz ve genel af -Ömer Faruk Eminağaoğlu/Hukukçu-
Türk Ceza Yasası (TCY), Ceza Yargılaması Yasası (CYY) ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı (CİY) Hakkındaki Yasa'nın her üçü de 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe girdi. 345 maddelik TCY'de 39 kez değişikliğe gidildi. Bazı maddelerde birkaç kez olmak üzere toplam 184 madde değişikliği yapıldı. 335 maddelik CYY'de 49 kez değişikliğe gidildi. Bazı maddeler birkaç kez olmak üzere 289 madde değişikliği yapıldı. 124 maddelik CİY'de 42 kez değişikliğe gidildi. Bazı maddeler birkaç kez olmak üzere 133 madde değişikliği yapıldı.
Cezaevleri de dolu denilerek Ceza İnfaz Yasası'nda değişikliğe gidileceği söyleniyor. İnfaz rejimi, ceza adaleti ile ilgili en önemli konulardan.
AKP, infaz sistemindeki sorunları giderdiğini söyleyerek, bu arada kendilerinin çok özel gördükleri kişilerin yararlanmasını da sağlayarak, bazen de arka planı bilinmedik biçimde düzenlemeler yapma yoluna gidiyor. Bunu da TBMM'deki çoğunluğu gereği tek başına gerçekleştirebildiği için, diğer partilere söz hakkı tanımadan, sürekli infaz rejimi ile oynayarak, adeta bir lütuf gibi, sadece kendisine siyasal yarar sağlamak amacıyla yapıyor.
İnfaz rejimi bir partinin canı istediğinde el atacağı bir düzenleme değil ve olmamalı. Ancak infaz yasasını diğer yasalar gibi AKP kendi TBMM çoğunluğu ile değiştirebildiği için diğer partilerin görüşünü almadan ve önemsemeden her seferinde bu yola gidiyor.
İnfaz rejimi konusundaki düzenlemeler artık o hale gelmiş durumdaki, bu mevzuatı uygulayan yargıç ve savcıların bile büyük bir bölümü mevzuatın yarattığı belirsizlik nedeniyle işin içinden çıkamıyor. Bunun son bir örneği olarak Selçuk Kozağaçlı olayında yaşananlar tam bir ibretlik. İnfaz rejimi kevgire dönmüş durumda.
AKP'nin infaz düzenlemeleri ile salıverilen kişiler yönünden cezalardan kaynaklanan "hak kısıtlılıkları" sürdüğü için, bu kişiler genel olarak yine çalışma yaşamında, toplumsal yaşamda, siyasal yaşamda hak sahibi olamayıp dışlanıyor. AKP yaptığı düzenlemelerle sadece günü kurtarmış oluyor. Bu konumdaki kişilerin haklarına her yönüyle kavuşmasını istemediği için de infaz rejimi ile oynamaktan hiçbir zaman vaz geçmiyor.
Hukuki gereklilik gözüyle bakılacak olursa örneğin umut hakkı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin Türkiye hakkında da verdiği kararlar gereğince, infaz yasalarında düzenleme yapılarak mutlaka kabul edilmesi gereken bir insan hakkı. Bakıyoruz, yapılacağı söylenen düzenleme kapsamında bu hakkın olmadığını, AKP'nin yine kendi başına buyruk hareket ettiğini görüyoruz.
AKP döneminde AKP'nin desteğine mazhar olup da mahküm olan, toplumsal bellekte adı bilinen hatırlanan neredeyse kimse yok. Yargı sistemi bu halde. Olanlar var ise Cumhurbaşkanı onların da bir yolunu bulup genellikle ilk fırsatta zaten cezalarını kaldırıyor. Adalet sisteminin mevcut durumu itibarıyla cezalar ya muhaliflere ya da AKP'nin müdahil olmasını gerektirmeyecek kişilere yönelik olarak verilir halde. AKP, her konuya sadece kendi siyasal yararları yönünden bakıyor. TBMM’de genel affı çıkaracak nitelikli yeter sayısı bulunmadığı için ne genel af konusunu gündemine alıyor ne de böyle bir konuya öncülük yapıyor.
Yargının ve yasaların araçsallaşması, yargı bağımsızlığının dibe vurması, OHAL KHK'larının içerik ve sonuçları, bu ortamda yargı kararlarının verilmesi, infaz rejiminin hukukilikten uzaklaşılıp kevgire çevrilmesi gibi nedenler karşısında, artık AKP başına buyruk hareket etmemeli, siyasal çıkarları yönünden konuya yaklaşmamalı, nitelikli yetersayı gerektirdiği için tüm partiler oturup genel affın gerekliliği, içerik ve koşullarını tartışmalı ve ancak bunun sonrası dönem için yeni bir infaz rejimi ve bunu düzenleyecek bir yasa konusunda da anlaşmalı. İnfaz rejimi de artık kevgire çevrilmemeli. Ceza adaletinin temeli olduğu da unutulmamalı.
/././
İsrail, Filistin, Kıbrıs, PKK hatta komünizm tehdidi yoksa: AKP ve MHP blokunun siyaseti artık tükendi -Yaşar Aydın-
AKP ve MHP ittifakının ideolojik kökleri kurudu. Milliyetçilik, komünizm karşıtlığı üzerine kurulu MHP ideolojisi, anlamını yitirirken; AKP’nin İslamcı siyaseti de İsrail, Filistin ve İslam Birliği argümanlarının çözülmesiyle işlevsiz hale geldi. İktidarda kalan bu yapılar, ideolojik-politik çimentolarını kaybetmiş, sadece devlet aygıtı üzerinden ayakta durabilen yapılara dönüştü. Raf ömrü dolmuş siyasi hareketlerin iktidarından kurtulmak ilk önceliğimiz olmak durumunda.
AKP ve MHP ittifakının raf ömrü çoktan dolmuş bir yapı olduğunun çokça yazdık. Bu sadece ülke içinde rıza üretememesi, yönetme becerisini kaybetmesi üzerine yapılmış bir değerlendirme değil. Her şeyden önce bu durum AKP ve MHP’yi toplumsallaştıran hatta (emperyalistlerin desteğiyle olsa da) iktidara taşıyan ideolojik köklerinin kurumasıyla ilgili.
Varlıklarını İslam Birliği ve Turancılık üzerine inşa etmiş iki gelenek, bugün geldikleri pozisyon itibarıyla siyaseten destek ünitesine bağlı olarak yaşamlarını sürdürüyorlar. Toplumsal tabanlarını oluştururken kurdukları tüm argümanları ya yok olmuş ya da onlardan vazgeçmiş iki siyasal akım durumundalar. AKP ve MHP suyun üzerinde yüzen adacıklara dönüşmüş durumda. İktidardan düşmeleri halinde bir arada kalmaları imkânsız olan topluluklara olarak yaşamını sürdürüyorlar. İki parti için de şu söylenebilir: Partiyi ve üyelerini birbirlerine bağlayan ideolojik-politik çimento vasfını yitirdi, çözüldü.
MHP MİLLİYETÇİLİĞİ
Alparslan Türkeş tarafından kurulduğu günden bu yana MHP’yi var eden bir iki başlık var. Öncelikleri hiç kuşku yok ki komünizmle mücadelede oldu. 1960’ların sonlarında komando kamplarıyla başlayan süreç 1980 darbesine kadar sol ve yükselen ilerici muhalefete karşı konumlanmayla sürdü. Türkiye’nin iç savaşı andıracak görüntülere, katliamlara sahne almasında rol oynadı. Maraş, Çorum katliamlarının yanı sıra aydın cinayetlerinde rol oynadı. Partinin ve tabanın neredeyse tek motivasyonu yükselen ilerici muhalefeti bastırmak oldu.
MHP’nin varlığını anlamlandıran diğer bir başlık da Kıbrıs sorunu olmuştur. Lefkoşa doğumlu Türkeş’in partisinin her bildirisinde ana başlıklardan biriydi. Türkeş, daha MHP’yi kurmadan Meclis’te yaptığı her konuşmada bu sorunu gündeme getirmesiyle bilinir. Yine 1973/74 yıllarının milliyetçi damarın kabarmasında Kıbrıs önemli rol oynar.
1980 darbesi sonrasında MHP’nin ve milliyetçiliğin harcı PKK’ya karşı duruş olur. Nerdeyse tüm siyasetini bunun üzerine kurduklarını söylemek mümkün. Seçimlerde aldıkları oy bile bu durumu gösteriyor.
Nitekim 1999 Şubat’ında Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesinden iki ay sonra yapılan genel seçimlerde yüzde 18 oyla tarihinin en yüksek oranına çıkması tesadüf değil. Türkiye’nin bölünme paranoyası üzerinden siyasetini ve toplumsal desteğini büyüttü.
Bahçeli, Erdoğan ile 2007 yılında yaşadığı Öcalan tartışmasında, bir seçim mitinginde kürsüden ip fırlatarak, "Alın şu ipi asın" çağrısı yapmıştı.Tabi tüm bunları Turancılık şemsiyesinin altında yapmaya çalıştığını unutmamak lazım. Bugünlerde Güney Kıbrıs yönetimini adanın tek temsilcisi olarak kabul eden Türki Cumhuriyetleri bu hayalin en büyük destekçisiydi.
Hiç kuşku yok ki tarikat dışı İslamcılığın en önemli figürü Necmettin Erbakan olmuştur. Her ne kadar yolları ayrılsa da Erbakan’ın bayrağını Erdoğan’ın devraldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
İSLAMCILIĞIN DEĞİŞİMİ
Erbakan’ın temelini attığı Milli Görüş siyasetini belirleyen birkaç önemli başlıktan biri İslam Birliğiyse diğeri de İsrail’le mücadele olmuştur. Erbakan, kendisi dışında tüm iktidarları İsrail’le işbirliği yapmakla suçlar. Erbakan’ın lideri olduğu MSP’nin 1980 darbesinin hemen öncesinde gerçekleşen 6 Eylül’de Konya’da gerçekleştirdiği Kudüs'ü Kurtarma Mitinginin ana sloganı, "Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız" olması İslamcı gelenek açısından İsrail karşıtlığının ne anlama geldiği konusunda yeterli bir fikir verecektir. Yine daha sonra Erdoğan tarafından temsil edilen İslamcı geleneğin Kıbrıs meselesine bakışı da siyaseten konumlanışlarını göstermesi açısından önemli. Ecevit-Erbakan koalisyon döneminde gerçekleşen Kıbrıs Harekâtı uzun yıllar yapının en önemli argümanlarından biri oldu.
Siyasal İslamcı geleneğin temsilcilerinden Milli Selamet partisi 12 Eylül Darbesi öncesinde Konya’da Filistin mitingi düzenlemiş, cihad çağrılarında bulunmuştu.40 YIL EKMEĞİNİ YEDİLER
Hiçbir ayrıma gitmeden söylenebilir ki Türkiye’de sağ tam 40 yıldır Kürt sorunun ve onun yarattığı iklimin ekmeğini yedi. Milliyetçilikle birlikte güvenlikçi politikaların devreye sokulmasında hep bir gerekçe oldu. Seçim zamanların en önemli propagandası haline getirildi. Çözdük, çözeceğiz yalanıyla bazen umut vererek, bazen de başlarını ezeceğiz diyerek oy topladılar. 1980 darbesi ve ardından gelen sağ iktidarlar büyük oranda varlıklarını bu sorun etrafında kurdukları siyasete borçlu.
AKP ve MHP’nin 7 Haziran 2015 tarihinden bu yana devam eden ittifaklarının en önemli parçalarından birinin de bu olduğunu hafızada tutmakta fayda var.
Erdoğan, 14 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde meydanlarda Kılıçdaroğlu için “Kandil'dekilerle video çekimleri var” diyerek montaj videolar göstermişti.50 YILIN ARDINDAN ANLATACAK NE KALDI?
Türkiye siyasetinde 50 yılı aşkın bir dönemdir var olan iki akım açısından yolun sonuna gelindi. Ya değişecekler ya da yok olacaklar. Ama değişme çabası bile hem kendi içlerinde hem ülke içinde kriz nedeni durumuna. Ayrıca değim o kadar da kolay değil çünkü tüm ana kolanları çürümüş vaziyetteler.
Onlar açısından durum değişim değil tam anlamıyla çökme:
İslam Birliği: Çoktan unutulan bir hayal. BOB Eş Başkanlığı rüyası Körfez ülkelerine emlak satmaya dönüştü. Suriye’de bir kovulmadığı kaldı. İran’a sırt çevirmezse o bile mümkün hale gelecek.
İsrail-Filistin: Dava sadece sözde kaldı. Yandaş basın İsrail ve ABD’ye bırakılacak Gazze’den geleceklere yer bakmaya başladı bile. İsrail ile ticaretin el altından devamı, yapılan çatışmasızlık antlaşması sürecin ne tarafa gittiğini gösteriyor.
Kıbrıs: Mavi Vatan falan derken Kıbrıs siyaseti de başka bir noktaya geldi. Hamasetin perdesi kalkınca ABD ve İsrail’in istediği bir çözüm ortaya çıktı. Türkiye’nin çok güvendiği Fidan’ın “aile” dediği ülkelerden gelen tavır tüm bunların üzerine dikelen tüy oldu.
Kürt sorunu: Öcalan’ın çağrısıyla birlikte başlayan süreç artık başta MHP olmak üzere konu sağ partilerin üzerinden oy devşireceği siyaset belirleyeceği noktanın çok uzağında. Meseleye yaklaşım, çözülme biçimi, Öcalan’la kurulan ilişki gerçekle kurmaca arsında gidip gelirken artık burada da bir dönemin kapandığının işareti oldu.
Yerli ve Milli: Bağımsız dış politika, Türkiye’nin çıkarları konusunda taviz vermeme, lider ülke gibi meselelerde kapandı gitti. Yerli ve milli kavramı Trump’ın ABD başkanı olmasıyla birlikte izlenen çizgiyle artık mizah konusu durumuna geldi.
BİTEN BİR SİYASET ÜLKEYİ YÖNETİRSE
Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin ana nedenlerinden biri ülkeyi yönetenlerin hedefsiz, politikasız ve toplumsal destekten yoksun kalmaları. Bir dönem kapandı. Yaşanan kriz yerine neyin geleceğinin krizidir. İktidar sahipleri kendi içlerinden bir alternatif yaratmadan koltuklarını bırakmak istemiyorlar. Ama ne fikren siyasal bir değişime uygunlar ne bunu yapacakları kadroları var. Ülkeyi ateşe atma pahasına kendi iktidarlarını dayatmaya devam ediyorlar.
Ekonomi, dış, iç hatta kültür politikaları iflas etmiş, bu konularda yurttaştan asla destek alamayan bir yapı ele geçirdiği devlet aygıtı üzerinden kendini dayatıyor.
İçinde yaşadığımız krizin sadece ekonomik olmadığı bilinmelidir. Yaşanılan şey bir dönemin sonuna işaret ediyor. Köklü bir değişim olmadan Türkiye içine sürüklendiği durumdan çıkamaz hale geldi.
Bu yüzdendir ki ara formül, geçiş dönemi kavramların hayat bulma ihtimali yok. O evre çoktan aşıldı. Raf ömrü dolmuş siyasi hareketlerin iktidarından kurtulmak ilk öncelik olmak durumunda. Bu mücadele geleceğin ipuçlarını da verecektir.
∗∗∗
EMPERYALİZM NE İSTERSE…
Bir şeyi de akılda tutmakta fayda var. Türkiye’nin son 50-60 yılında sağcılığın her renginin emperyalist bloğa paralel siyaset izlemesi tesadüf değil. Komünizm karşıtlığı, Yeşil Kuşak, neo-liberal sistem, BOP hangi konu başlığı olursa olsun ABD ve emperyalist blok yönünü ne tarafa çevirse Türkiye’nin sağcıları orada hazır bulundu. Yerli ve Mili olanların Emperyalist politikalarını bu kadar yakında takip etmeleri, uyum içinde olmaları ve bu sayede de iktidarda kalmaları ne acayip bir tesadüf değil mi?
/././
Rejimin pembe rüyasını halkın öfkesi bölecek
İktidar ve bir grup azınlık kendini ülkenin sahibi ilan ederken halk desteği eriyen rejim için yolun sonu göründü. Sokakları ve meydanları dolduran milyonlar, pembe rüyalar gören iktidarı uyandıracak.
Hemen hiçbir konuda halkın desteğini alamayan Saray yönetimi ülkeyi aile devletine dönüştürme rüyası görüyor. 31 Mart yerel seçimlerinden bu yana kamuoyu yoklamalarında oy oranı düşen, kritik konularda kitlesel desteğini kaybeden rejim rantçı, yandaş, gerici bir grup azınlıkla iktidarını sürdürmeye çalışıyor.
En küçük bir işe alımda bile liyakat mumla aranır hale gelirken İBB soruşturmalarında şikayetçi sıfatıyla ifade verenlerin kovaladığı rant gözler önüne seriliyor. Ezici çoğunluk sokaklarda, kampüslerde, meydanlarda hukuksuzluklara karşı isyan ederken iktidardan nemalanan azınlık kesimler kendini ülkenin sahibi gibi görüyor.
ÜLKE YÖNETİLEMİYOR
Hemen hemen tüm kamuoyu yoklamaları iktidara desteğin eridiğini gösteriyor. 19 Mart operasyonlarının hukuki gerekçelerle yapıldığını düşünenlerin oranı yüzde 25 bandına sıkıştı. Toplumun ezici çoğunluğu Saray’ın ülkeyi yönetemediğini düşünüyor. AKP’ye verilen destek de günden güne azalıyor.
YOKSULLUK DERİNLEŞİYOR
Ekonomi ülkenin en önemli sorunu olarak görülürken milyonlar yoksulluk ve geçim sıkıntısıyla boğuşuyor. Tüm araştırmalarda ülkenin en önemli sorunu ekonomik kriz, işsizlik, geçim sıkıntısı olarak görülüyor.
DIŞ DESTEĞE GÜVENİYOR
İçeride desteğini yitiren Erdoğan, küresel güçlerin desteğiyle koltuğunun ömrünü uzatmaya çalışıyor. ABD Başkanı Trump’ın öve öve bitiremediği Erdoğan’ın Filistin, Kıbrıs, Doğu Akdeniz konularında ağzını bıçak açmıyor.
BOŞUNA HEVESLENME
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden adaylığı tartışması sürerken Ankara kulislerinde Bilal Erdoğan’ın da ismi geçmeye başladı. Rusya’nın St. Petersburg kentindeki 7. Etnospor Forumu’na katılan Bilal Erdoğan, söz konusu iddialara yanıt verdi. Rus haber ajansı TASS’a konuşan Bilal Erdoğan, ‘Cumhurbaşkanı olmak istiyor musunuz?’ sorusuna "Siyasi bir hedefim yok. Bu soru bana sıkça soruluyor ancak ben sivil toplumda, gençleri güçlü hissettikleri konularda çalışmaya teşvik eden bir lider olarak kalmak istiyorum" yanıtını verdi.
TORPİLSİZ İŞLERİ YOK
Maraşlı muhtar Orman Müdürlüğü’nün mülakatına giren yeğeni için torpil istedi. O isteği kırmayan AKP’li vekil, kabul ettiğini sosyal medyadan paylaştı. Eski Tarım ve Orman Bakanı AKP Maraş milletvekili Vahit Kirişçi, sosyal medyasından yaptığı hikaye paylaşımı ile gündem oldu. Muhtardan gelen istek mesajını yanlışlıkla paylaşan Kirişçi, isteği geri çevirmedi. Orman Müdürlüğü’nde operatör olmak için mülakata giren yeğeni için torpil isteyen Sinan Killit, “Avni Gök vatandaşımıza yardımcı olursanız muhtarlık ve mahallem adına çok teşekkür ederim” dedi.
RUSYA TİPİ REJİM ARZUSU
TRT Haber Bayburt muhabiri Murat Söylemez, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın CHP lideri Özgür Özel’i hedef alarak yaptığı paylaşımına yaptığı yorumda, "Hakan başkan, Rusya’da Putin’e muhalif kim varsa kazara veya eceliyle öte tarafı boyladı. Putin hepsine baş sağlığı da diledi. Reise diktatör diyenler ülkemizde cirit atıyor. Bilmem anlatabildim mi?" diyerek yanıt verdi. TRT tarafından yapılan kamuoyu açıklamasında ise şu ifadeler kullanıldı; “Muhalifleri hedef alan muhabir” iddiası ile basına yansıyan haberlerde adı geçen kişi geçmişte yalnızca yerel haber akışında sınırlı düzeyde içerik sağlamış; kurumumuzun personel yapısında da hiçbir zaman yer almamıştır. Söz konusu paylaşım, kişinin tamamen kendi görüşünü yansıtmakta olup TRT ile herhangi bir kurumsal bağ, onay ya da temsil ilişkisi bulunmamaktadır.
OLUMSUZ HABER YASAK
Gazeteci Metin Cihan, TGRT Haber WhatsApp yazışmalarını sosyal medya hesabından paylaşarak, haber kanalları üzerindeki baskı ve sansür iddialarını gündeme taşıdı. Cihan’ın paylaşımına göre, İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mücahid Ören’in eşi ve Medya Grubu Başkanı Aslıhan Yeltekin Ören, TGRT Haber’de yayımlanan içeriklere müdahale etti. Paylaşımlara göre, çocuk işçiliğin artışına dair hazırlanan bir haberde kullanılan karakter jeneratörüne (KJ) Aslıhan Ören’in tepki gösterdiği ve çalışanlara "olumsuz şeyler yazılmayacak" talimatı verdiği iddia edildi. Cihan ayrıca, yazışmalarda Aslıhan Yeltekin Ören’in çalışanlara "Başka patron mu var bilmediğim?" diye sorduğunu da öne sürdü. İddialara ilişkin TGRT Haber ya da İhlas Holding tarafından herhangi bir açıklama yapılmadı.
AĞZINDAN KAÇIRDI
AKP iktidarının muhalefete yönelik gözaltı ve tutuklamaları önceden canlı yayınlarda bildiren Cem Küçük’ten itiraf gibi açıklama geldi. TGRT Haber canlı yayınında konuşan Cem Küçük, "Savcının gönderdiği yazılarda var bu" dedi. Küçük hemen sonra ‘sızdığı’ diyerek kendisini düzeltmeye çalıştı. O anlar sosyal medyanın gündemine düştü. Cem Küçük daha önce yaptığı bir açıklamada İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in kendisinin arkadaşı olduğunu söylemişti.
***
Nasıl bir dünyaya doğru gidiyoruz?-Hayri Kozanoğlu-ABD’de ikinci Donald Trump döneminin ilk 100 günü biterken mevcut küresel konjonktüre maddeler halinde bakmak gerekli. Çin tarafının Trump’ı muhatap almayan duruşu devam edecek gibi. Ek vergiler ise ABD’ye ‘eski güzel günler’i getirmeyebilir.
Donald Trump’ın ilk 100 günü siz bu satırları okurken dolmuş olacak. Başta Çin dünyaya yönelik güç gösterisi, tehdit, şantaj, blöfe dayalı hamleleri, sürekli yön değiştirme manevraları şu ana kadar sonuç vermemiş, üstelik Amerikan kamuoyunda da kendisine duyulan güven inişe geçmiş görünüyor. Ancak 2025’le birlikte daha çalkantılı, ekonomik belirsizliklerin iyice su yüzüne çıktığı bir dünyaya adım attığımız da ortada. İsterseniz bu noktada içinde bulunduğumuz küresel konjonktüre 10 maddede kuş bakışı bir göz atalım.
1- ABD dünyadaki ekonomik ağırlığı ve ideolojik inandırıcılığı erozyona uğramasına karşın, küresel finansal sistemdeki belirleyiciliği, dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olması, yer yer Çin meydan okusa da süren teknolojik üstünlüğü üzerinden hegemonik gücünü korumaya çalışıyor. Joe Biden döneminde benimsenen uluslararası liberal düzenin hamisi olmak, dünya egemenliğini kurumlara ve kurallara dayalı bir biçimde ihya etmek çabası sonuç vermedi. Trump 2.0 ile birlikte tamamen güce ve tehdide dayalı, toprak taleplerini de içeren kaba bir emperyalizm görüntüsü sergileniyor. Tüm belirtiler çok kutuplu, çok merkezli, safların köşeli bir biçimde belirlenmediği, Küresel Güney ülkelerinin pazarlık kabiliyetinin arttığı bir dünyaya doğru gittiğimizin sinyallerini veriyor.
2- Günümüzde tek bir ülkenin gücünü dayattığı bir “süper emperyalizm” de, tüm dünya dengelerinin bütünleşik bir küresel sermayenin sermaye birikimi önceliklerine göre belirlendiği bir “hiper emperyalizm” de söz konusu değil. Trump’ın Panama ve Grönland’da uzanan toprak talepleri, Kanada üzerinde dahi egemenlik iddia eden demeçleri klasik bir emperyalizmi de zorlayan bir kurguyla karşı karşıya bulunduğumuz izlenimi veriyor. ABD liderliğinde AB, Japonya, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerin büyük ölçüde birlikte hareket ettiği, birbirlerinin önünü kesmediği, çelme tatmadığı, aralarındaki sorunları büyük ölçüde uzlaşma yoluyla hallettiği bir “kolektif emperyalizm” kurgusu da giderek silikleşiyor. Ulusal sınırların önem kazandığı, büyük güçler arasındaki çelişkilerin belirginleştiği, 20. Yüzyıl başı benzeri savaş ve çatışmayı davet eden bir dünya tablosu ortaya çıkıyor.
3- Trump’ın gerek ekonomik gerek jeopolitik düzlemlerdeki saldırgan politikaları üç ayrı doktrin üzerinden tartışılıyor. Hegemon liderliğin ikna ve rıza üzerinden şekillendiği; demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi değerlerle soslanmış bir yaklaşım yerine” kaba realist, güç bölgelerine dayanan veya ters-Kissinger” diye adlandırılan üç ayrı yaklaşım dillendiriliyor. Kaba realizm çerçevesinde ABD sadece Rusya, Çin, AB gibi büyük güçleri muhatap kabul eder. Zelensky’e yönelik muamelesinden veya Gazze’ye ilişkin gaddar tutumundan gözlendiği üzere, Ukrayna ve Filistin gibi zayıf ulusları kâle almaz. Güç bölgeleri yaklaşımı ise, ABD’nin Amerika kıtasının mutlak hakimi olması, Çin ve Rusya gibi güçlere ise kendi bölgelerinde belli egemenlik alanları tanınması üzerinden dünya güç dengelerine bakış anlamı taşır. Ters-Kissinger stratejisine gelince; nasıl 70’lerde Nixon döneminde baş düşman Sovyetler Birliği’ne karşı Mao’yla uzlaşma yoluna gidildiyse; bu kez Putin’e tavizler verme pahasına tüm güçleri Jinping liderliğindeki Çin’e karşı konuşlandırma anlayışını temsil eder.
4- Trump döneminde, hükümette sermayenin temsilcileri değil bizzat kendileri yer alıyor. En popüler örneği Elon Musk olan bu milyarderler kulübünü, Joe Biden bile yüksek teknoloji ve karanlık paranın ittifakına dayanan bir oligarşi diye nitelendirmişti. Marksist sosyolog John Bellamy Foster’a göre, Trump koalisyonunun ayırt edici bir özelliği de hisseleri borsaya açık olmayan, böylelikle faaliyetlerini tam bir gizlilikle sürdüren “özel sermayenin” ağırlığıdır. Burada da en bilinen isim Pay Pal kurucusu ve CIA destekli gözetim ve veri madenciliği şirketi sahibi Peter Thiel’dir. Trump yönetimi ağırlıklı olarak Silikon Vadisi’nin, yüksek teknolojinin, vur kaç operasyonlarıyla para kazanan özel sermaye fonlarının (private equity) ve büyük petrol şirketlerinin iktidarıdır. (John Bellamy Foster, The U.S. Ruling Class and Trump Regime, Montly Review, Nisan 2025).
5- Trump’ın tüm ticaret savaşları söylemi imalat sanayisini, mavi yakalı işleri ABD’ye geri getirmek üzerine kurulu. Halbuki ülke ekonomisi yüzde 75-80 hizmet sektörü üzerinde yükseliyor. Bu durum dış ticarete de yansıyor. ABD 2024’te hizmetlerde 1.077 milyar dolarlık ihracatla dünya lideri. Bunun 707 milyar doları dijital hizmetlerden kaynaklanıyor. Genelde hizmetlerde 290 milyar dolarlık bir dış ticaret fazlası söz konusu. Alüminyum ve çeliğe konan yüzde 25 gümrük vergisi başta gelmek üzere atılan adımlar büyük ölçüde küresel tedarik zincirlerinde maliyetleri artıracak, başta otomotiv birçok sektörde aksine rekabet gücünü azaltacak nitelikte. Zorlamalarla bazı işkollarındaki sanayi üretiminde yükseliş ortaya çıksa da, yeni üretim teknolojileri büyük ölçüde robotlaşmayı ve yapay zeka kullanımını içerdiği için istihdamda vaat ettiği eski güzel günleri geri getirmeyecek.
6- Gelgelelim Trump politikalarına yönelik tüm bu eleştirilere karşın, sol-sosyalist kesimler serbest ticaret dönemi nostaljisine de kapılmak zorunda değil. Evet gümrük vergileri en fazla yoksul kesimleri vurur. Çünkü onlar gelirlerinin büyük kısmını hemen harcarlar. Bütçelerinin en ağırlıklı kısmını şimdi Amerika’da rafları hızla boşaltan market zincirlerinde gündelik ihtiyaç mallarına ayırırlar. Üstelik Trump’ın bu vergileri zenginlerin işine yarayacak vergi indirimleri yapmak için kullanacağını söylemesi de solun karşı çıkması gereken bir sınıfsal tercihtir. Öte yandan tarihte serbest ticaretin hep en güçlü hegemon ülkeler, önce Büyük Britanya, sonra ABD tarafından, yer yer şiddete başvurularak savunulduğunu biliyoruz. Sanayileşme merdivenini tırmanan Güney Kore gibi başarı örnekleri ise, bu performansı sanayi politikaları uygulayarak gerektiği ölçüde korumacılık önlemlerine başvurarak sağlamışlardır. Aksi takdirde, kalkınma iktisatçısı Ha-Joon Chang’ın dediği gibi, “mukayeseli üstünlük” temelinde Güney Kore pirinç ve balıkçılıkta uzman bir ülke olarak kalırdı.
7- ABD’de Batı’daki aşırı sağ popülist, faşizme meyilli hareketler ile ittifakını gizlemeyen bir yönetim var. Özellikle Başkan Yardımcısı J.D. Vance Avrupa sağının hamisi rolünü üstlenmiş durumda. Tüm bu hareketler özünde kapitalizmle bir sorunları bulunmamasına karşın, neoliberalizmin getirdiği aşırı gelir ve servet adaletsizliklerinin doğurduğu hoşnutsuzluk, dışlanma hissinden besleniyorlar. Bu sol için de potansiyel bir gelişme alanı. Aynı şekilde dar bir elit, teknokrat bir kadronun, piyasa sinyalleri doğrultusunda karar aldığı, demokratik temsilin zayıfladığı neoliberal tasarım da halkın tepkisine yol açıyor, siyasi yelpazenin her iki kanadına tahkim olanakları sunuyor. Gelgelelim işgücünün dolaşımına, göçmenler ve mültecilerin emek piyasasına katılımına gelince, sağ popülizm tepkileri devşirirken, sol popülizm enternasyonalist, eşitlikçi anlayışı gereği meramını topluma anlatmakta zorlanıyor. Bu üçlü çerçevede analiz yapan düşünür Perry Anderson’a göre, göçmenlere, yabancılara yönelik tutum sağ güçlerin solun önüne geçmesine yol açıyor. (Perry Anderson, Regime Change in the West, London Review of Books, 3 Nisan 2025).
8- Halen yüzde 145 gümrük vergisi uygulamayı öngördüğü Çin’in Trump’ın ticaret savaşlarının başlıca hedefi olduğu biliniyor. Çin’de üretilen elektronik aletlere, eczacılık ürünlerine, çok ileri olmayan yarı iletkenlere ve nadir elementlere bağlı ABD’nin market zincirlerinde rafların boşaldığı konuşuluyor. Buna karşın, Çin’deki gündelik yaşamda şimdilik ticaret savaşlarından kaynaklanan bir yansıma gözlenmiyor. Çünkü ABD’den ithalatları büyük ölçüde tarım ürünleri ve enerji üzerine yoğunlaşıyor. Bunlar kolaylıkla başka ülkelerden temin edilebilecek, ikamesi soran olmayacak mallar. Trump her gün Çin’e yönelik demeçler patlatırken, Jinping’in ağzını açmadığı, şimdilik onu muhatap dahi almadığı gözleniyor. Çinliler ulusal bilinçleri yüksek, bu süreçlere hazırlıklı bir halk oldukları için ABD medyasındaki yaygın metaforla “ilk göz kırpacak” taraf olacak gibi görünmüyorlar. Elbette ABD’ye yılda 295 milyar dolar dış ticaret fazlası veren bir ülkede bazı sektörler zaman içinde gümrük vergilerinden çok olumsuz etkilenecek. Toplam 20 milyon kişinin işsiz kalabileceği hesaplanıyor. Ekonomi yönetiminin sübvansiyonlar ve nakit ödemeleriyle sosyal tepkileri soğurmayı planladığı bildiriliyor. İç talebi artırmaya yönelik olası bir programın yürürlüğe konması halinde ise, Trump’ın istemeden Çin’e iyilik yaptığını bile söylenebilir.
9- Trump’ın tüm kararlı görünüşüne karşın, finansal piyasaların verdiği tepkilerden etkilendiği, özellikle 36 trilyon dolarlık hazine kağıtları piyasasındaki fiyat düşüşlerinden (faiz artışları) ürktüğü görülüyor. Her gün sabah borsa sinyallerine göre ağız değiştiren bir başkanın tutarlı ve inandırıcı bir yönetim sergilemesi beklenemez. Doların sürekli bir değer yitirme sürecine girmesinin de, hem enflasyonu azdırmak hem de doların rezerv para statüsünü sarsmak anlamında tehlike oluşturduğu açık. FED Başkanı Jeremy Powell’ı önce görevinden alacağını söyleyip, sonra bu kararından geri adım atması da, neoliberalizmin amentülerinden “bağımsız merkez bankası” koşulunun kolay sarsılmayacağını gösteriyor. Özetle, kendilerine umut bağlanıp, neoliberalizme sessiz sitemsiz teslim olan Clinton, Obama’nın aksine, kolay yaygara koparan Trump’ın da finansal piyasaların gücü karşısında fazla direnemeyeceği anlaşılıyor.
10- ABD’nin dünya ticaretindeki payı yüzde 13 iken AB’nin yüzde 16’ya kadar çıkıyor. Trump’ın ticaret savaşlarını başka ülkelerle ekonomik ilişkileri yoğunlaştırmak için fırsat bilen Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen Latin Amerika’dan Hindistan’a, Avustralya’dan Endonezya’ya farklı coğrafyalarla ikili anlaşmalar yapmak üzere atak başlattı. Zaten DTÖ’nün ABD tarafından işlevsizleştirilmesi sonucu, genel kurallar çerçevesinde ticaret ve işlevsizleşme yolunda. Trump’ın gümrük vergilerinin ayrımsız tüm ülkeleri kapsaması, AB’deki aşırı sağ müttefiklerini, başta Macar Başbakanı Orban gelmek üzere, kendi kamuoyları önünde zor duruma düşürdü. Bu durumda merkez partiler serbest ticaret söylemiyle puan kazanacaklarını düşünüyorlar. Ne var ki, AB’nin küresel rekabette ABD ve Çin karşısında geride kalması, özellikle teknoloji yarışına ayak uyduramaması, birliğin enerji bağımlılığının sürmesi, Atlantik İttifakı’nın çatırdaması sonucu askeri harcamaların artmak zorunda olması, son IMF Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda görüldüğü gibi küresel ekonomide yavaşlama eğiliminin zaten durgunluk yaşayan AB’yi daha da olumsuz etkilemesi gibi yapısal sorunlarını kolayca aşması olanaklı görünmüyor.
Not: 26 Nisan 2025 tarihinde İstanbul’da düzenlenen TMMOB Sanayi Kalkınma Kongresine Giderken panelinde yaptığım “Trump ve 21. Yüzyılın Emperyalizmi” başlıklı sunumun özetidir.
/././
TÜİK verileri: Gerçek işsizlik arttı!
TÜİK verilerine göre, işsizlik oranı mart ayında 0,3 puan azalarak yüzde 7,9 seviyesinde gerçekleşti. Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı (gerçek işsizlik) ise yüzde 28,8'e yükseldi. 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı ise bir önceki aya göre 0,1 puan artarak yüzde 15,1 oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), mart ayına ilişkin işsizlik rakamlarını açıkladı.
Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2025 yılı mart ayında bir önceki aya göre 65 bin kişi azalarak 2 milyon 807 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,3 puan azalarak yüzde 7,9 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 6,5 iken kadınlarda yüzde 10,6 olarak tahmin edildi.
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan ve gerçek işsizlik oranını gösteren atıl işgücü oranı ise 2025 yılı mart ayında bir önceki aya göre 0,3 puan artarak yüzde 28,8 oldu.

MEVSİM ETKİSİNDEN ARINDIRILMIŞ İSTİHDAM
İstihdam edilenlerin sayısı 2025 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 391 bin kişi artarak 32 milyon 597 bin kişi, istihdam oranı ise 0,6 puan artarak yüzde 49,2 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 66,9 iken kadınlarda yüzde 31,9 olarak gerçekleşti.
İşgücü 2025 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 325 bin kişi artarak 35 milyon 404 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,4 puan artarak yüzde 53,4 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,6 iken kadınlarda yüzde 35,7 oldu.
GENÇ NÜFUSTA İŞSİZLİK YÜZDE 15,1
15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,1 puan artarak yüzde 15,1 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 11,0, kadınlarda ise yüzde 22,6 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi 2025 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 0,3 saat artarak 43,7 saat olarak gerçekleşti.
ATIL İŞGÜCÜ ORANI %28,8 OLDU
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2025 yılı mart ayında bir önceki aya göre 0,3 puan artarak yüzde 28,8 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 17,9 iken işsiz ve potansiyel işgücünün bütünleşik oranı yüzde 20,1 olarak tahmin edildi.

BirGün’ün “Koza ormanı patlatacak” haberinin ardından, CHP Balıkesir Milletvekili Serkan Sarı projeye dair “Koza Altın Madeni İnceleme ve Değerlendirme Raporu” hazırladı.
Sarı, raporu Balıkesir Valiliği, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve TBMM’ye sunduğunu belirterek, “Bu felaketi daha başlamadan durdurmak zorundayız” dedi.
Balıkesir’in Karesi ilçesine bağlı Turplu Mahallesi sınırlarında, Koza Altın İşletmeleri A.Ş. tarafından patlatmalı açık ocak altın madeni işletmesi kurmak için harekete geçildi. Bakanlık, proje için “çevresel etki değerlendirme (ÇED) gerekli değildir” kararı vererek projenin önünü açtı. Proje, 12,35 hektarlık orman sahasında yılda 14 bin 625 ton cevher çıkarılmasını öngörüyor. Proje kapsamında iki yılda 48 ayrı dinamit patlatması planlanıyor. Proje alanına en yakın köy Turplu’ya 2,3 kilometre, en yakın ahıra ise yalnızca 540 metre mesafede.
CHP’li Sarı’nın hazırladığı raporda madenin üretim takvimi şöyle özetlendi: “Yıllık 14.625 ton cevher çıkarılması planlanan sahada toplam 48 kez patlama yapılacaktır. Projenin ekonomik ömrü 24 ay olup, toplam kazı miktarı 71.577 tondur. Patlatmalar sonucu açığa çıkacak pasa miktarı 42 bin ton; cevher ise Bergama Ovacık tesisine taşınarak siyanürle ayrıştırılacaktır.”
FAY HATTI ALARMI
Raporda deprem tehlikesine ilişkin çarpıcı bilgilere de yer verildi. Raporda, “Bölge, AFAD'ın 2018 Türkiye Deprem Tehlike Haritası'na göre yüksek riskli alanlar arasında yer alıyor. Proje sahası Gökçeyazı ve Turplu segmentlerine çok yakındır. Patlatmalı madencilik, zayıf fay segmentlerinin tetiklenmesine katkı sunabilir. Bölge halkının can güvenliği açısından risk kabul edilemezdir” denildi.
AĞAÇ KIYIMI
Proje alanı tamamen orman sınırında bulunuyor. Raporda, projeyle birlikte ormanlık alanlarda büyük çaplı ağaç kesimi gerçekleştirileceği belirtilirken, şirketin "bedeli karşılığında ağaç kesmek" üzere Orman Genel Müdürlüğü’nden parça parça izin almayı planladığı ifade edildi.
Raporda şunlar belirtildi: “6831 sayılı Orman Kanunu’na göre izin fon bedeli ödeyerek devlet ormanlarında madencilik yapılmasının yolu açılmıştır. Özetle, ağaç kesecekler.”
İÇME SULARI TEHLİKEDE
Raporda biyoçeşitlilik ve su kaynakları açısından da ciddi uyarılar yapılarak şunlar aktarıldı: “Alaca sansar, şah kartal gibi koruma altındaki türler sessiz habitat ister; 48 patlamalı ocakta yaşamaları beklenemez. 127 kuş ve 42 memeli türü göçe zorlanacak. ÇED alanı ile Karanlık Dere arası yalnızca 58 metre; yağışlı mevsimlerde pasa taşkını ve kimyasal sürüklenme kaçınılmazdır.”
Raporda son olarak şunlar dile getirildi: “Patlatmalı açık ocak projesi; deprem tetikleme potansiyeli, ekosistem tahribatı ve su kaynaklarına yakınlığı nedeniyle sürdürülebilirlik ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Proje iptal edilmelidir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder