PKK'nin fesih kararı: İmamoğlu Meclis'i işaret etti, şeffaflık vurgusu yaptı
CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, PKK’nin fesih kararıyla ilgili açıklama yaptı. Meclis'i işaret eden İmamoğlu, "Süreci salimen tamamına erdirebilmek üzere, TBMM’de bir genel görüşme açılması, ardından da Mecliste temsil olunan bütün partilerin katıldığı bir komisyon oluşturularak konunun ele alınması gerekmektedir" ifadelerini kullandı. İmamoğlu, ""Böylesine büyük ve önemli bir süreç, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi az sayıdaki siyasetçinin kapalı kapılar ardında yapacağı görüşmelerle, toplumun desteği ve onayı alınmadan, uzmanlar dahil edilmeden, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi asgari demokratik şartlar olmadan yürütülemez" dedi.
CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, PKK’nin fesih kararıyla ilgili açıklama yaptı. İmamoğlu'nun X sosyal medya hesabının kapatılmasının ardından mesajlarını yayımlaması ve adaylık kampanyasının yürütülmesi için açılan Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi hesabından yayımlanan mesajda şeffaflık vurgusu vardı. İmamoğlu, "Böylesine büyük ve önemli bir süreç, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi az sayıdaki siyasetçinin kapalı kapılar ardında yapacağı görüşmelerle, toplumun desteği ve onayı alınmadan, uzmanlar dahil edilmeden, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi asgari demokratik şartlar olmadan yürütülemez. Yine, böylesine büyük ve önemli bir süreç; günü kurtarmayı ve seçim kazanmayı esas alan, kısa vadeli ve meselenin bölgesel boyutunu ihmal eden bir perspektifle başarıya ulaştırılamaz" dedi. Meclis'i işaret eden İmamoğlu, "Süreci salimen tamamına erdirebilmek üzere, TBMM’de bir genel görüşme açılması, ardından da Mecliste temsil olunan bütün partilerin katıldığı bir komisyon oluşturularak konunun ele alınması gerekmektedir" ifadelerini kullandı.
İmamoğlu'nun mesajı şöyle:
“Aziz Milletim,
Terör örgütü PKK’nın kendisini feshedip, silah bırakma kararı almış olduğunu öğrendim. Geride kalan kırk sene boyunca gençlerimizin, Türk ve Kürt on binlerce vatandaşımızın hayatına mal olan, kaynaklarımızı kurutan bir dönemin nihayet kapanıyor olmasına ülkem adına çok sevindim.
Artık konuşmanın, diyalogun, siyasetin, işe koyulmanın vaktidir. O kötü günlere bir daha geri dönmemek için hem içeride hem dışarıda yapmamız gerekenler vardır.
Fesih ve silah bırakma sürecinin sorunsuz tamamlanmasından, vatandaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit mensupları olmaktan kaynaklanan haklarının tanınmasını sağlamaya kadar uzanan geniş bir alanda yasal düzenlemeler yapmamız, sosyal ve psikolojik alanlarda adımlar atmamız, kapsamlı siyasi ve hukuki reformlar gerçekleştirmemiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde büyük bir kalkınma hamlesine girişmemiz gerekmektedir.
Böylesine büyük ve önemli bir süreç, iktidarın yapmaya çalıştığı gibi az sayıdaki siyasetçinin kapalı kapılar ardında yapacağı görüşmelerle, toplumun desteği ve onayı alınmadan, uzmanlar dahil edilmeden, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gibi asgari demokratik şartlar olmadan yürütülemez. Yine, böylesine büyük ve önemli bir süreç; günü kurtarmayı ve seçim kazanmayı esas alan, kısa vadeli ve meselenin bölgesel boyutunu ihmal eden bir perspektifle başarıya ulaştırılamaz.
Aksine, bu büyük ve önemli sürecin gereğini bihakkın yerine getirebilmek için; şeffaflığa, Meclis zemininin güçlendirilmesine, kapsayıcılığa, özgürlük ve demokrasi iklimine, uzun vadeli ve bölgesel bir perspektife ihtiyacımız vardır.
Kırk senedir kahrını çektiğimiz meselenin nüksetmemesi için, başta şehit ve gazi ailelerimiz olmak üzere acıların yaşandığı tüm ailelerin hassasiyetle dinlenmesi, sürece dair aydınlatılmaları ve helalliklerinin alınması büyük bir önem arz etmektedir. Ulusal güvenliği ilgilendiren hassas kısımları hariç olmak üzere, sürecin bütün boyutlarının kamuoyunca bilinir ve şeffaf olması, milletin sürece ortak edilmesi, farklı kanaatlere, sivil toplumun ve ilgili uzmanların önerilerine kulak verilmesi, herkesin sözünü söylemesine izin verecek bir siyasi atmosferin ve hukuk düzeninin oluşması elzemdir.
Bu çerçevede, süreci salimen tamamına erdirebilmek üzere, TBMM’de bir genel görüşme açılması, ardından da Mecliste temsil olunan bütün partilerin katıldığı bir komisyon oluşturularak konunun ele alınması gerekmektedir.
Sevgili Vatandaşlarım,
Ülkemize ve milletimize büyük sıkıntılar yaşatan bir dönemin sona eriyor olmasına ne kadar sevinsek az. Öte yandan, şunun da idrakinde olmamız lazım: Kırk senedir büyük acılara yol açan bu meselenin bir geçmişi ve bir kısmı devletimizin yanlış uygulamalarından kaynaklanan köklü sebepleri var.
Kürt vatandaşlarımızın kendilerini Cumhuriyetimizin eşit vatandaşları olarak hissetmelerini sağlayamamış, sınırlarımızın haricindeki Kürtlere güvenlik perspektifiyle bakmış olmamız bu sebeplerin başta gelenleri.
Ülkemizin bu en köklü meselesini bir daha nüksetmeyecek biçimde çözebilmemiz için Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün fertlerini eşit hak sahibi vatandaşlar, Cumhuriyetimizin eşit hissedarları, vatandaşımız olmayan Kürtleri de kardeşlerimiz kılmamız gerekiyor. Kürt vatandaşlarımızı herkesle eşit hissettirebilir, vatandaşımız olmayan Kürtleri kardeşlerimiz kılabilirsek, sorunumuzu çözmekle kalmaz, ülkemizi gerçek manasıyla bölgenin büyük gücü, Ortadoğu’nun kutup yıldızı haline getirebiliriz.
Cumhuriyet’in eşit yurttaşları ve vatanımızın eşit hissedarları olarak kendimizi güvende ve hak sahibi hissetmemiz, sadece adaletin gereği değil, Cumhuriyetimizin sürdürülebilirliği ve demokrasimizin derinleşmesi açısından da tarihsel bir zorunluluktur. Bu prensipler bizi birlikte millet yapan; ortak vatan, ortak kader, ortak gelecek idealinde birleştiren en güçlü temel olacaktır.
Türkiye’min güzel insanları,
Ülkemizin hiçbir sorunu çözümsüz değildir. Sağduyu, feraset, müzakere, akıl, bilim ve en önemlisi cumhuriyet, demokrasi ve vatan sevgisiyle her meseleye çözüm bulabiliriz.
Yeter ki milletimizi ayrıştırmayalım.
Yeter ki siyasi rakiplerimizi düşmanlaştırmayalım.
Yeter ki hukukun üstünlüğünden ve adaletten sapmayalım.
Yeter ki tüm gücü bir avuç ayrıcalıklı kişinin elinden alıp millete geri verelim.
Ve yeter ki ortak geleceğimiz olan Cumhuriyetimizin kazanımlarına ve millet egemenliğine sahip çıkalım.
Ay yıldızlı bayrağımız hepimizi altında toplayacak kadar yüce; cennet vatanımız ise tüm yurttaşlarımıza yetecek kadar büyük ve kucaklayıcıdır.
Kürt meselesi de dahil ülkemizin bütün köklü meselelerini ferasetle, müzakereyle, bilimle, akılla çözmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Allah’ın izniyle ilk seçimde iktidara gelecek ve bütün köklü meselelerimizi tek tek ele alacağız.
Doğusu, Batısı, Kuzeyi, Güneyiyle bütün vatandaşlara refahı, huzuru, adaleti getireceğiz. Her kimlik ve inançtan insanımızın makbul, muteber ve eşit hissettiği bir ülke olacağız.
Milletimizi içine düşürüldüğü yoksulluk girdabından çıkaracak; çalışan, üreten, kazanan ve adil bir biçimde paylaşan bir sistemi el birliğiyle inşa edeceğiz.
Türk Kürt kardeşçe, barış ve refah içinde yaşayacağımız günler uzak değil.”
***
Özgür Özel'den 'Lozan' ve 'anayasa' mesajı: Sorumluluğu taşıyacaklar, o açıklamanın hesabını onlar verecek
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, PKK bildirgesindeki Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasına yönelik eleştirilere ilişkin, "O açıklamanın altında benim imzam, benim sorumluluğum yok. O açıklamanın altında Abdullah Öcalan'ın parafı varsa Erdoğan ile Bahçeli'nin tuğra gibi imzaları var. Sorumluluğu taşıyacaklar, o açıklamanın hesabını onlar verecek" dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği Soma Katliamı'nın 11. yılında "Maden Şehitleri Anma Yürüyüşü"ne katıldı.
Özgür Özel, yürüyüş öncesi basın mensuplarının gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Özel, açıklamasında, "11 yıl önce 'Unutursak yüreğimiz kurusun' diyenlerin Soma'yı unuttuğu bir süreçteyiz. Unutmayanlara selam olsun. Soma'da dağın tepesinden reyting kovayalıp da bu meselelerde reyting almayınca Soma'ya sırtını dönenleri çok gördük, dönmeyenlere selam olsun" ifadelerini kullandı.
PKK'nin fesih kararına ilişkin değerlendirmeleri sorulan Özel, "Biz 10 yıllardır tarihsel tutarlılığını koruyan bir partiyiz. Biz terör istemeyiz, biz terörün, teröristin karşısındayız. Biz barış isteriz, biz analar ağlamasın isteriz. Bu Türk de olsa, Kürt de olsa ağlamasın isteriz. Terörle mücadelede harcanan paralar millete harcansın isteriz" ifadelerini kullandı.
"Biz durduğumuz doğru yerdeyiz" diyen Özel, şunları söyledi: "Ne askerden kaçtık, ne bu millet için bir fedakarlıktan kaçtık. Gerekirse canımızı verdik, gün oldu provokasyon yaptılar şehit cenazelerinde belediye işçilerini üstümüze saldılar. Bir santim eğilmedik, bir adım geri atmadık, bir kelime de eksik konuşmadık. O gün ne dediysek bugün aynı noktadayız. Hepsi döndüler dolaştılar, CHP'nin demokratik çözüm, terörsüz Türkiye ve herkes için eşitlik ve demokrasi istediği noktaya geliyorlar."
LOZAN VE ANAYASA AÇIKLAMASI
PKK bildirgesindeki Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasına yönelik eleştirilere değinen Özel, "Cumhuriyet'i kurmuş bir parti olarak terör örgütünün açıklamalarının muhatabı değilim. Ama bu açıklamalar MİT'le istişare ediliyor, her kelimesi konuşuluyor. Onun için bekleniyor denen açıklamalarda Cumhuriyet'in kurucu iradesiyle ilgili, Lozan'la ilgili, Anayasa ile ilgili ve geçmişle ilgili çok söz var. O sözlerin hiçbirinin muhatabı ben değilim" dedi.
Özel, şunları söyledi: "O açıklamanın altında benim imzam, benim sorumluluğum yok. O açıklamanın altında Abdullah Öcalan'ın parafı varsa Erdoğan ile Bahçeli'nin tuğra gibi imzaları var. Sorumluluğu taşıyacaklar, o açıklamanın hesabını onlar verecek. Biz terörün bitmesini, anaların ağlamamasını, yüzlerin gülmesini, ülkenin hızla kalkınmasını savunan tarafız."
***
Barış iyidir ama hafıza da iyidir -Osman Öztürk-
TTB “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!” başlıklı açıklamayı 24 Ocak 2018’de yapmıştı. Toplam 82 kelimelik kısa bir açıklamaydı.
Altı gün sonra TTB Merkez Konseyi’nin on bir üyesi bir sabah operasyonu ile evinden, hastanesinden gözaltına alındı, TTB binası basılıp bilgisayarlara, evraklara el konuldu.
Gerekçe TSK’nın o günlerde Afrin’e yönelik yaptığı “Zeytin Dalı Operasyonu”ydu. Savcıya göre TTB Merkez Konseyi açıklamayı PKK’nın talimatıyla yapmıştı.
Bir haftalık gözaltılardan sonra açılan dava 2019 yılı Mayıs ayında sonuçlandı ve toplam 82 kelimelik açıklamaya toplam 239 ay 22 gün hapis cezası verildi.
∗∗∗
“Hiçbir mahkeme kararı savaşın ölümlere, yaralanmalara, hastalıklara ve sakat kalmalara yol açtığı gerçeğini değiştiremez.
Hiçbir mahkeme kararı savaşın ölüm ve ağır sakatlıkların yanı sıra, güvenli suya, yiyeceğe ve sağlık hizmetlerine ulaşma zorluğuna yol açarak salgın hastalıklara neden olduğu gerçeğini değiştiremez.
Hiçbir mahkeme kararı Birinci Dünya Savaşında yarısına yakınını sivillerin oluşturduğu 16 milyon insanın, İkinci Dünya Savaşında dörtte üçünü sivillerin oluşturduğu 65 milyon insanın öldüğü gerçeğini değiştiremez.
Hiçbir mahkeme kararı yanı başımızdaki Irak’ın işgalinde büyük çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu 1 milyon, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede keza büyük çoğunluğunu sivillerin oluşturduğu 500 bin insanın öldüğü gerçeğini değiştiremez.
Hiçbir mahkeme kararı savaşın başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere insan topluluklarının büyük yıkımına neden olduğu gerçeğini değiştiremez.
Hiçbir mahkeme kararı savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğu gerçeğini değiştiremez.
Ve hiçbir mahkeme kararı ‘Savaş bir halk sağlığı sorunudur!’ dedikleri için cezalandırılmaya teşebbüs edilen arkadaşlarımızın suçsuzluğu, meşruluğu, haklılığı gerçeğini değiştiremez!
Hiçbir mahkeme kararı hekimleri ve hekim örgütlerini savaşa karşı barışı savunmaktan vaz geçiremez.”
İstanbul Tabip Odası bu açıklamayı TTB Merkez Konseyi üyelerinin ceza alması üzerine yapmıştı.
Açıklama “Bu dava burada bitmez!” diye bitiyordu.
Nitekim öyle oldu. İstinaf Mahkemesi, Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı 2022 yılında bozdu ve bütün sanıkları beraat ettirdi.
∗∗∗
TTB’nin savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğu açıklaması AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı kızdırmıştı. TTB’n isminin başındaki “Türk” ifadesinin süratle çıkarılması gerektiğini söylemişti.
TTB’ye asıl saldıran ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ydi.
“Tabipler Birliği isimli PYD/PKK paravan örgütü, savaş bir halk sağlığı sorunudur derken vatana ihanet suçu işlemiştir.
PYD/PKK’lıların derdine düşen alçaklar, suçsuz günahsız insanlarımıza ateş açan rezillere en ufak tepki, en küçük itiraz göstermemişlerdir.
Halka ölüm saçılıyor, sorun olmuyor; teröristler cezalandırılıyor, halk sağlığı sorununa işaret ediliyor.
Bu ne kepazelik, nasıl bir satılmışlıktır?
Tabipler Birliği Türk düşmanıdır, hekimlerin utancı, hekimliğin yüz karasıdır.
Ve de derhal, çok acil, çok seri şekilde hakkında hukuki ve yasal düzenleme yapılmalı ya da kapısına kilit asılmalıdır.”
∗∗∗
Türkiye bugünlerde “barış”ı konuşuyor. “Barış” kelimesini tırnak içinde yazdım, çünkü “süreç” gerçekten bir garip yürüyor. “Süreç” kelimesini de tırnak içinde yazdım, çünkü taraflar ondan da kaçınıyorlar.
Hayır, neticede ne derlerse desinler de bize bir şey desinler, ona da razıyım ama o da yok. Güya aylardır görüşüyorlar, konuşuyorlar, anlaştı, anlaşıyorlar ama daha yaptıkları işin ismini bile birlikte koyamıyorlar. Bir taraf “Terörsüz Türkiye” diyor, diğer taraf “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”.
Galiba dünyanın ilk “No-name Barış Süreci”ni izliyoruz.
Bunları yazmaktaki amacım pişmiş aşa, ne kadar pişti bilemiyorum, su katmak değil.
Neticede adı konulmasa da barış iyidir. Gençlerin dağ başlarında, mağara kovuklarında ölmemesi, annelerin ağlamaması, yoksul evlere ateş düşmemesi iyidir.
Ama “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!” dediği için TTB’ye “vatan haini, alçak, kepaze, satılmış” diyenleri, yıllarca sokaklarda Kürtleri, Kürtlerin dostları olduğu için solcuları, sosyalistleri linç edenleri, evlerini yakıp yıkanları, meydanlarda urgan atanları da unutmamak, hele de “Barış elçisi” mertebesine hiç yükseltmemek gerekir.
Barış iyidir ama hafıza da iyidir.
/././
‘Katliam yasası’ ve insanlık sınavımız!-Gözde Bedeloğlu-
Anayasa Mahkemesi (AYM), ‘katliam yasası’ olarak bilinen sokak hayvanlarının toplatılması ve ‘uyutulması’ yönündeki 7527 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 16 maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle CHP tarafından açılan iptal davasını reddetti. Yasa değişikliği 21 Mayıs 2024’te duyurulmuş ve kanun teklifi 2 Ağustos 2024’te TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yürürlüğe girmişti.
Türk Veteriner Hekimleri Birliği, düzenlemeye dair ilk değerlendirmelerinde, uygulamalarda hiçbir sınır getirilmemiş olmasına dikkat çekmiş ve ‘kuduz şüphesi’, ‘saldırgan hayvan’ gibi geniş ifadelerin bilime ve kanun yapma tekniğine aykırı olduğunu vurgulamıştı. Yasanın, toplum vicdanında onarılamayacak zararlar oluşturacağı, hayvanların sokaklarda olmaması gerektiğini savunan vatandaşların bile bu yöntemle ilgili memnun olmayacağı sonuçlar doğuracağı düşüncesinde olduklarını açıklamışlardı.
***
Veteriner hekimler, yaşatmanın temel alındığı çözümlerin hala mümkün olduğunu, bu konuda inisiyatif almaya hazır olduklarını söylediyse de, yasa değişikliği mecliste kabul edilir edilmez katliam haberleri ardı ardına gelmeye başladı. Niğde Belediyesi köpeklerin doğal yolla ya da trafik kazasında öldüğünü açıkladı ancak barınağa getirilen yavru ve küçük köpeklerinin bazılarının enjeksiyon yöntemiyle uyutulduğu ortaya çıktı.
Ardından Ankara geldi. Altındağ Belediyesi’ne ait bir barınakta onlarca köpek öldürülmüş ve poşetlere konularak çukurlara atılmıştı. Belediye, çevresi çitlerle kapalı alanın ‘doğal’ ölen sokak hayvanlarının gömüldüğü bir mezarlık olduğunu öne sürdü. Ve Edirne Uzunköprü’de belediyeye ait çöp depolama alanında öldürülmüş yaklaşık 15 köpek bulundu. Hayvanların kimliği sahipsiz kişilerce öldürdüğünü öne süren belediye suç duyurusunda bulundu. İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki Kalamış Parkı civarına bırakılan zehirli mamaları yiyen 3 köpek ve 27 kedi öldü.
Türkiye 2003 yılında, ‘Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’ne taraf olmuş ve 24 Haziran 2004’te Hayvanları Koruma Kanunu çıkarmıştı. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeye atıfla, “bütün hayvanların eşit doğduğu ve eşit hakka sahip olduğu” temel ilkesi gözetilerek, sahipsiz hayvanların kontrolsüz üremesini önlemek amacıyla kısırlaştırılma yönteminin esas alınacağını söylemişti.
İstanbul ve Ankara dâhil Türkiye’nin pek çok il ve ilçesini yıllarca yöneten AKP bu konuya ilgisiz davrandı. Bütçesini bu sorunu çözmek için kullanmadı. Oysa Avrupa ülkelerinde uygulanan kısırlaştırma ve sokağa hayvan bırakılmasına yönelik uygulanan cezalar ile soruna kalıcı çözüm üretmekte başarılı olunduğu biliniyordu. Türkiye’de bunu örnek alan yerel yönetimlerden biri Hopa Belediyesi. Katliam haberlerinin birbirini takip ettiği günlerde Hopa’da sokak hayvanlarını yaşatmak üzere ‘Güvenli sokaklar, sağlıklı hayvanlar’ adında bir proje geliştirildi. Buna göre belediye köpekleri öncelikli olarak kısırlaştıracak, sonra küpe ve çip takarak bakım ve rehabilitasyon süreçlerini yakından takip edecek.
***
20 yıl önce taraf olduğumuz Avrupa Sözleşmesi’ne uysaydık ülkenin bugün sokak hayvanları diye bir gündemi olmayacaktı. Ama şimdi, hekimlerin uyardığı gibi toplum vicdanında onarılmayacak zararlar oluşturacak katliamlara mahkeme kararıyla yol verildi. Türkiye’nin bugün en büyük sorunu şiddettir. Başıboş gezen adamlar sokakta güpegündüz kadın öldürüyor. Çocuk katili çocuklar var artık ülkemizde. Üstelik öldürdükleri çocuğun ailesini açıktan tehdit edecek kadar da rahatlar. Bilim bize, hayvana uygulanan şiddetin daha sonra insana yönelmesi için basamak olabileceğini söylüyor. Yani şiddet görerek öğreniliyor, şiddet bulaşıyor, topluma yayılıyor!
Hayvan üretimi, satış ve ithalatı yasaklanmadı. Kısırlaştırma konusunda gereken yapılmadı. Bunun yerine sokak hayvanlarının barınaklara toplanıp öldürülmesine karar verildi. Ve AYM ne yazıktır ki, en temel hak olan yaşam hakına aykırı bir kararla, yasanın iptali için yapılan başvuruyu reddetti. Saçı sakalı ağarmış, illa ki de dindardır, bir iktidar medyası çalışanı, kalkmış AYM’ye ‘katliam yasasını’ destekleyen yazılarını göndermiş, red kararına katkı yaptıysa mutlu olacağını söylüyor. Hiçbir sorun, şiddeti artıran yöntem ve kararlarla çözülmez. Belediyelerin önünde artık büyük bir insanlık sınavı var.
/././
Esila Ayık hakkında 4 yıl 8 aya kadar hapis istemi
Kadıköy Dayanışma Sahnesi’nde 8 Nisan tarihinde taşıdığı "Diktatör Erdoğan" dövizi gerekçesiyle tutuklanan Esila Ayık hakkında iddianame hazırlandı.
Esila Ayık ile aynı eylemde tutuklanan Arda Öğüşlü ve Mehmet Efe Erdoğan hakkında yürütülen soruşturma tamamlandı.
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu tarafından hazırlanan iddianamede, kronik kalp ve böbrek hastası Esila Ayık, Arda Öğüşlü ve Mehmet Efe Erdoğan hakkında 'Cumhurbaşkanına alenen hakaret' suçundan 1 yıl 2 aydan 4 yıl 8’er aya kadar hapis cezası istendi.
Esila Ayık savunmasında, "Programa fotoğraf çekmek amacıyla gittim. Alanda pankartı tanımadığım birinden aldım ve elimde tuttum. Herhangi bir kişi beni zorlamadı. O ortamda fotoğrafımın olmasını istediğim için fotoğraf çektirdim. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum" dedi.
İddianamenin gönderildiği Anadolu Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesinin ardından 3 kişinin yargılanmasına başlanacak.
***
Gramsci’yi Trump tanır mı?-Hayri Kozanoğlu-
Marksist Akademisyen Foster’a göre Trump’ın başarısı liberal-solun postmodernizm ve kimlik politikalarına takılıp kalarak, işçi sınıfını terk etmesinden kaynaklanıyor. Trump karşıtı protestolar ülke geneline yayılıyor. (Fotoğraf: AA)
Hafta sonu Cenevre’de sürdürülen ABD-Çin ticaret görüşmeleri 90 günlük bir ateşkes ile sonuçlandı. Buna göre bu dönem boyunca Çin mallarına uygulanan gümrük vergisi %145’ten %30’a düşmüş olacak. Buna karşın ABD’den yapılan ithalata Çin %10 vergi uygulayacak. Aslında bu geçici uzlaşma, Trump’ın 2 Nisan “Kurtuluş Günü”ndeki, “Soyulduk, yağmalandık” sözleriyle ilan ettiği keskin tezlerinden geri adım atması anlamı taşıyor.
Zaten bu süreçte Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Trump’ın görüşme taleplerine kulak asmadı. Nisan ayında Çin’in ihracatının %8,1 artması da konulan ağır gümrük vergilerinin ekonomide travmatik bir etki yaratmadığını gösterirken, ABD’de market raflarının boşalmaya yüz tuttuğu gözlendi. Tüm bunlar Pekin’in elini güçlendirdi. ABD heyetine Hazine Başkanı Scott Bessent’in başkanlık etmesi de şahin duruşuyla tanınan Trump’ın danışmanı Peter Navarro’nun görüşlerinin arka plana itilmesi, daha ılımlı bir zihniyete yetki verilmesi olarak yorumlanabilir.
TRUMP’IN KÖRFEZ ZİYARETİ
Ticaret pazarlıkları tartışıla dursun, Trump yeni dönemin ilk yurtdışı gezisini Körfez monarşileri Suudi Arabistan, BAE ve Katar’a yapmak üzere yola çıktı. Gezinin jeopolitik bir gündemi olmadığı vurgulanarak, söz konusu Arap ülkelerinin Gazze’de soykırım sürürken bu trajediyi gündeme bile getirmeyecekleri, ABD’yle ekonomik işbirliğini öne çıkaracakları, yani az ötede kan akarken kendi maddi çıkarlarına bakacakları anlaşılmış oldu.
Geziye Elon Musk, Sam Altman, Mark Zuckerberg ve Larry Fink gibi Trump’ın milyarderler karması da katılıyor. Böylelikle gerici Körfez ülkelerinin petrodolarları ile ABD’nin teknoloji devleri arasında bir bütünleşme amaçlanıyor. Suudi Veliahtı Muhammed bin Salman dört yılda ABD’ye 600 milyar dolar yatırım taahhüdünde bulunurken, BAE 10 yılda 1.4 trilyon dolar yatırım sözü verdi. Gezinin Doha ayağında Katar’ın da yüz milyarlarca dolarlık bütçeyle bu kervana katılması bekleniyor. Büyük ölçüde silah ve uçak alımlarını içeren anlaşmaların, bir bakıma çok kutuplu bir dünya tasarımında Çin ve Rusya ile de yakın ilişkiler geliştiren Körfez rejimlerinin, dengeyi yeniden ABD lehine kurma anlamı taşıdığı da düşünülüyor.
HEM ZİYARET HEM TİCARET
Benzer bir gezi Biden, Clinton, Obama dönemlerinde de düzenlenebilirdi. Trump’ı önceki başkanlardan ayıran nokta, hiç gizlemeye gerek duymaksızın ABD’nin gücünü ve ağırlığını kendi zenginleşmesi için seferber etmesidir. Ön hazırlık olarak geçtiğimiz haftalarda oğlu Eric Trump, ailenin emlak ve kripto para girişimleri için BAE ve Katar’ı ziyaret etti. Ardından Dubai’de süper lüks bir otel ve kule, Doha’da ise bir golf sahası yatırımı için anlaşmaya varıldığı açıklandı.
Trump’ın resmi gezileri daha da zenginleşmek için bir fırsata dönüştürdüğü eleştirilerine, Beyaz Saray sözcüsü Leavitt, “O lüks bir yaşamı ve çok başarılı bir emlak imparatorluğunu vatanına hizmet için terk etti. Başkanlık nedeniyle büyük kayıplara uğruyor” şeklinde dokunaklı, ama hiçbir inandırıcılığı bulunmayan bir cevap verdi.
MAGA BLOKU
The Guardian gazetesinde “Küresel kapitalizmi reforme edebilir miyiz?” başlıklı kapsamlı bir makale kaleme alan John Cassidy, Trump’ın bulunduğu mevkii nasıl algıladığını şöyle açıklıyor:
“Trump 2.0 popülist ekonomik milliyetçiliğin, Silikon Vadisi’nin iş bitiriciliğinin ve kökleri Ronald Reagan’a kadar gider zenginleri besleyen vergi politikalarının bir bulamacını temsil ediyor. Bu bileşenlerin her biri farklı amaçlarla, farklı çıkarlara karşılık geldiği için bu yönetimin politika çatışmaları ve bilişsel uyumsuzluk (cognitive dissonance) ile malul olacağını tahmin etmek zor değil. Ama Trump’ın kişisel anlamda açık amaçları bulunuyor. Bunlardan biri, en son kripto girişiminden görüldüğü gibi kendini ve ailesini zenginleştirmek. Bir izleme grubunun son raporlarından birine göre, son altı ayda ailesinin serveti kripto yatırımlarının piyasa fiyatı temelli 2.9 milyar dolar arttı. Daha geniş bir perspektiften bakılırsa, küresel kapitalizmi her biri kapalı sınırlar ve yüksek gümrük vergileriyle korunan ulusal ve bölgesel bloklarla yeniden şekillendirmeye niyetleniyor.” (John Cassidy, Outdated and unjust: can we reform global capitalism! The Guardian 9 Mayıs 2025).
Trump da temsil ettiği egemen sınıf çıkarlarıyla, oylarını aldığı alt-orta sınıf kitlelerin özlemlerinin örtüşmediğinin farkında. İlk döneminde kurumlar vergisini %35’ten %21’e düşürmüş, bu hamle büyük bütçe açıklarının temel kaynağını oluşturmuştu. İkinci döneminde de şimdi 4 trilyona çekilen 4.5 trilyon dolar vergi indirimi sözü vermişti. Ülkedeki gelir ve servet farklılığı uçurumlarının arttığı bir ortamda geçen hafta yıllık geliri 2.5 milyon doları, iki eşin toplam geliri 5 milyon doları aşanlara ek vergi getirilmesine taraf olduğunu, ancak bunun Cumhuriyetçi ağırlıklı Kongre’den geçmeyeceğini söyledi. İş zenginleri vergilendirmeye gelince, her konuya egemen güçlü başkan imajını bir yana bırakarak, topu Kongre’ye atmış oldu.
AŞIRI SAĞIN GRAMSCİ SEVDASI
Trump’ın Amerikan rüyasının gerçekleştirilmesine olanak tanıyacak sanayi istihdamını geri getireceği nostaljisine ikna olan kitlelerle, tekelci sermayenin çıkarlarını nasıl bağdaştıracağı üzerine ciddiyetle kafa yoran düşünce kuruluşları var. Bunların başında da Heritage Vakfı ve Trump ideolojisinin köşe taşlarını dizen 2025 Projesi geliyor.
Aşırı sağın diline pelesenk ettiği Kültürel Marksizm diye bir kavram bulunuyor. Bu ifade üretim ilişkileri Marksist temellerde şekillenmese de, solun kültürel bir hegemonyaya sahip olduğu tezine dayanıyor. Buradan, sol Gramsci’nin yolundan giderek; basını, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, çoğu hükümet organlarını ele geçirdiyse, hatta DİE diye kısaltılan çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık sloganı üzerinden nasıl şirketleri etki alanına aldıysa biz de aynı yolu izlemeliyiz sonucu çıkarılıyor.
Muhtemelen Trump Gramsci’nin ismini bile duymamış olsa da, ona ideolojik malzeme üreten ekipler harıl harıl Hapishane Defterleri’ni hatmediyorlar. Kendi medya ayaklarımızı, düşünce kuruluşlarımızı oluşturmalıyız, Hristiyan kiliselerinde örgütlenmeliyiz, kürtaj hakkına, LGBTQ+ haklarına, göçmenlere ve sivil haklar kazanımlarına karşı savaş açmalıyız düsturuna sarılıyorlar.
Proje 2025’e göre; Çin, küreselleşmeciler, akademik elitler, solcular, sosyalistler, komünistler baş hedeflerdir. İnsan hakları, ırksal adalet, toplumsal cinsiyet eşitliği, çevre koruması işinde gücündeki çalışkan Amerikalının düşmanlarıdır. (Bu konunun kapsamlı bir tartışması için Jerry Harris, The Right Reads Gramsci: Project 2025 and Neo-Fascism, Convergence 24 Nisan 2024).
Son zamanlarda Trump’ın başta Harvard üniversitelere karşı açtığı savaş bu kapsamda değerlendirilmelidir. Aslında “milletime” karşı “cumhuriyet elitleri” söyleminden; bir taraftan kendi ve ailesi zenginleşirken, emeğe karşı sermayenin çıkarlarını hayata geçirirken, öte yandan aile, din, mezhep temelli kültürel kodlar üzerinden, özelikle taşradan oy devşirmeyi başaran siyaset anlayışından biz de böyle bir “kültür savaşına” aşinayız.
NE YAPMALI?
Peki ne yapmalıyız? Marksist Akademisyen John Bellamy Foster’a göre; Trump’ın dayandığı MAGA hareketinin başarısı liberal-solun postmodernizm ve kimlik politikalarına takılıp kalarak, işçi sınıfını terk etmesinden; sömürü, yoksulluk, ekonomik ve toplumsal gerileme sorunlarından kopmasından kaynaklanıyor. Bu da Marx’ın “ihtiyaçlar hiyerarşisi” kavramına dönmeyi; istihdam, sağlık, konut, özgürce insani gelişim, toplum, kişinin kendi bedenini kontrol hakkı ve son tahlilde toplumun demokratik kontrolü gibi reel maddi ihtiyaçlara dönmeyi gerektiriyor. (John Bellamy Foster, The MAGA Ideology and The Trump Regime, Monthly Rewiev 1 Mayıs 2025).
Kanımca yukarıdaki analiz bizlerin de üzerinde düşünmesini, gerekli dersleri çıkarmasını gerektiriyor…
/././
“PKK’nın feshi” üzerine -Hüseyin Aygün-
Devlet Bahçeli’nin TBMM’de geçen Ekim ayındaki konuşmasıyla başlayan -ve asıl amacı bizce Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatmak olan- “süreç”, 6 ayda PKK’nın “kendini feshi" ile yeni bir evreye girdi.
1978’de Diyarbakır’ın Fis Köyü’nde kurulan PKK’nın 2025 Mayıs ayında, 47 yıl sonra tasfiyesi, çok önemli bir olaydır. Kürt sorununu şiddetle inkâr eden resmi politikalara itirazın, 1968 devrimci isyan ikliminde doğurduğu yarım yüzyıllık silahlı bir Kürt örgütü, tarihe intikal ediyor.
On binlerce gencin ölümüne, milyonların köyünden, yurdundan sürülmesine, on binlerin hapse atılmasına, silahlanmaya ve yarattığı yoksulluk ve çeteleşmeye; tarif edilmez acılara yol açan terör ve çatışma döneminin bitişi, tarihi bir gelişmedir.
Öte yandan PKK’nın tarihteki yerini alması, 1991’de biten Soğuk Savaş’ın yeni bir ürünüdür. Endüstrileşmiş ülkelerde (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İtalya), 1960’ların sonunda uç veren -WUO, ARJ, RAF, AD, BR gibi- “şiddet örgütleri”, esasen 1990’larda tarih sahnesini terk etmişti.
Bizdeki sol/sosyalist örgütler, siyasal, örgütsel ve zamansal olarak Batı’yla yakın ve benzer bir süreci izler (Bizdekiler, 1970 başında kurulur; 1990 sonlarında -Batı’dakilerin ve PKK’nın aksine- resmi bir fesih açıklaması yapmaksızın- çekilirler).
PKK, Türkiye’de -kendisinden evvel kurulmuş- THKP-C’den Devrimci Sol ve DHKP-C’ye, onlardan THKO ve TİKKO’ya, -ve yine ondan önce- illegal/silahlı mücadeleye son vermiş, bu örgütleri izlemiştir.
PKK’nın çeyrek asırlık “gecikmesi”, çözümsüz kalan Kürt sorunu, istikrarsız Ortadoğu; militanların Irak ve Suriye’de üslenme imkânları; ABD’nin Kürt sorunu, Irak ve Suriye politikaları ve “savaşın insansızlaşması” vd. ile bağlantılı olabilir.
Gizli-kapaklı -halkı ve kamuoyunu bırakalım-, TBMM’nin bile habersiz olduğu ve şu ana kadar demokratik bir boyutu görünmeyen -ileride de görülmesi zor- bu süreçte, “PKK parantezinin kapanması” hayırlıdır.
Asker ya da köylü, Türkiye vatanında yaşayan ve 40 yıllık çatışmada hiçbir sorumluluğu bulunmayan masum gençlerimizin ölümlerinin son bulması, en önemli kazanım olacaktır.
PKK bir “Soğuk Savaş örgütü” olarak -sosyalist olmadığı gibi-; 1991 sonrası -Kuzey Irak’taki gelişmelerle başlayarak, en son PYD’de apaçık görüldüğü üzere- zamanla Amerika ve İsrail gölgesine girmişti. PKK’nın feshi, bu güçlerin “oyun dışı” kalmasına yol açabilir. Bu iyi bir şeydir.
PKK, elinde uzun zamandır rehin olan asker, polis ve MİT mensuplarını derhal serbest bırakmalıdır. Hükümet ise hemen bir “siyasi genel af” ilan etmelidir.
PKK’nın dağıtılması, en az 30 yıldır- Türkiye’deki sol ve sosyalist hareketleri -genellikle tehdit, kimi zaman rüşvet ya da havuçla- vesayetinde tutan, uzun sisli dönemin sonu anlamına gelecektir.
Bu, Türkiye’de emeğin sermayeye karşı mücadelesini “terör” ile yaftalayan -12 Eylül ürünü ve son dönemde Erdoğan’ın canhıraş sürdürdüğü- kara propagandanın da sonu olacaktır. Böylece Türkiye’de emeğin vahşice sömürüsüne; açlık ve işsizliğe; ülkenin hızla dinci diktatörlüğe çevrilmesine; siyasi ve dini baskıya karşı, halkların demokratik ve sosyalist mücadelesinin önü daha fazla açılacaktır.
/././
Varsa yoksa tören, toplantı -Mustafa Bildircin-
En temel sorunlara dahi çözüm üretemeyen kabine, 2025’in ilk çeyreğinde temsil ve tanıtım için milyonlarca lira verdi. Sağlık ve Dışişleri Bakanlığı’nın da aralarında olduğu 10 bakanlık üç ayda 32,6 milyon TL harcadı.
AKP iktidarında icracı bakanlıklar da dahil çok sayıda bakanlık, “İktidarın propaganda aracı” olarak kullanıldı. Kabine, hemen her seçim döneminde AKP’ye oy istemek için sahaya döküldü.
BirGün, faaliyet alanları itibarıyla kritik önemi bulunan 10 bakanlığın, 2025’in ilk çeyreğindeki temsil ve tanıtma harcamalarına mercek tuttu. Türkiye'deki 10 kritik bakanlığın üç ayda gerçekleştirdiği temsil ve tanıtma harcaması 30 milyon TL'yi aştı.
2025 yılının Ocak, Mart ve Nisan aylarını kapsayan ilk çeyrekte 10 bakanlık tarafından yapılan temsil ve tanıtma harcaması toplamı, 32 milyon 675 bin 965 TL oldu.
ZİRVEDE DIŞİŞLERİ
En yüksek harcamaya Dışişleri Bakanlığı imza attı. Buna göre, Dışişleri Bakanlığı’nın 2025’in ilk çeyreğinde temsil ve tanıtma için harcadığı para kayıtlara, 27 milyon 434 bin 148 TL olarak geçti.
Dışişleri Bakanlığı’nın ardından en yüksek temsil ve tanıtma harcaması gerçekleştiren bakanlık, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı oldu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın üç aylık temsil ve tanıtma harcaması, 1 milyon 741 bin 402 TL oldu. Dışişleri Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ardından en yüksek temsil ve tanıtma harcaması gerçekleştiren üçüncü bakanlık olan Sağlık Bakanlığı’nın harcaması ise mali raporlara, 849 bin 716 TL olarak yansıdı.
Bakanlıkların 2025 yılının ilk çeyreğinde gerçekleştirdiği temsil ve tanıtma harcamaları, şöyle sıralandı:
• Adalet Bakanlığı: 390 bin 581 TL
• Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı: 1 milyon 741 bin 402 TL
• Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: 362 bin 750 TL
• Tarım ve Orman Bakanlığı: 346 bin 520 TL
• Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı: 300 bin 116 TL
REKOR DIŞİŞLERİ'NDE
• Dışişleri Bakanlığı: 27 milyon 434 bin 148 TL
• Hazine ve Maliye Bakanlığı: 173 bin 84 TL
• Sağlık Bakanlığı: 849 bin 716 TL
• Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı: 689 bin 465 TL
• Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı: 388 bin 183 TL
***
"Rüşvet verip tutuklanmadı" iddiası -İsmail Arı-
Şahinler Çetesi ile irtibatlı olmakla ve kara para aklamaktan tutuklanan Neslim Güngen’in ‘kasası’ olmakla suçlanan Gökhan Göz’ün “Tutuklanmamak için Küçükçekmece Adliyesi’ne 2,5 milyon dolar rüşvet verdiği” iddia edildi.
Şahinler Çetesi lideri Sedat Şahin ile Gökhan Göz
Şahinler Çetesi ile irtibatlı olduğu ve kara para akladığı suçlamasıyla tutuklanan Neslim Güngen’in "kasası" olduğu iddia edilen Gökhan Göz hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma yürütüyor.
Göz’ün eski sevgilisi olduğunu belirten bir kadın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Kadın 30 Nisan tarihli ifadesinde, “Gökhan Göz benim eski erkek arkadaşım olur. Kendisi benim konumumu kullanarak işlerini halletmek maksadıyla bana yaklaşıp benimle duygusal yakınlık kurdu…” dedi. Kadın, Göz hakkında "cinsel saldırı, hakaret, tehdit, şantaj, özel hayatın gizliliğini ihlal ve ısrarlı takip" suçlamasında bulundu.
“2,5 MİLYON DOLAR VERDİM, TUTUKLANMADIM’
Kadın ifadesinde, “Bana içirmiş olduğu maddenin etkisi altında olduğumuz sırada bana kumar oynamak istediğini söyledi. Devamında da ‘benim banka üzerinden transfer yapmam sıkıntı, fenomenler dosyasından dolayı Neslim Güngen dosyasından ötürü açıkta davam var, altı ay firar gezdim, Küçükçekmece Adliyesi’ne 2,5 milyon dolar verdim, tutuklanmadım, ama dosyam hâlâ açık. O yüzden para transferlerini ben yapamam bana yardımcı olur musun, sen kendi adına hesap açar mısın’ diye söyledi. Sonra benim alkol ve uyuşturucu madde etkisinde olduğumdan bilincim yerinde değildi, şüpheli de eğlenmek maksadıyla benim telefonumu alıp benim adıma hesap açmış…” ifadelerini kullandı.
Tehdit edildiğini de belirten kadın ifadesinde şunları da söyledi: “Şu an hatırlayamadığım farklı farklı yabancı numaralardan benim kullanmakta olduğum telefonumu arattırıp bana ‘Çocuklarının bindiği servisi biliyoruz, çantana uyuşturucu koyarız, seni işinden ederiz, bizim kim olduğumuzu biliyorsun, biz Sedat Şahin tayfasıyız’ gibi tehdit içerikli sözler söyledi. Şüpheli bu şekilde tanımadığım insanlara beni arattırıp gözümü de korkutmaya çalışmaktadır. Şüpheli benim iznim olmadan çekmiş olduğu uygunsuz görüntülerimi arkadaş çevreme izletmiş…”
***
Sağlık kiralık -Sibel Bahçetepe-
ASM, hastane ve bakanlığa ait binaların çoğu kiralık. Bir yandan çürümeye terk edilen sağlık tesisleri, diğer yandan artan kira harcamaları dikkat çekiyor. Sadece TİTCK’in 11 yılda 113 milyon lirayı bulan kira harcaması olduğu raporlara yansırken, bu durum “sağlıktaki plansızlığın faturası” diye yorumlanıyor.
Sağlıkta ‘başarı tablosu’ çizen AKP iktidarı döneminde sağlıkta özelleştirme furyası adeta patladı. Bir yandan kamu hastaneleri çürümeye terk edilirken diğer yandan hastane, aile sağlığı merkezleri (ASM)ve bakanlık binalarına ödenen kira miktarlarındaki artış ve plansızlık giderek arttı. Sadece Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumu’nun (TİTCK) 2014-2024 döneminde 113 milyonu bulan kira harcaması olduğu dikkat çekerken, sağlık meslek örgütleri ‘‘AKP iktidarı ve bakanlığın plansızlığı ve özelleştirme politikaları nedeniyle sağlık kiralık durumda’’ dedi.
Sağlık emekçisi Kubilay Yalçınkaya, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve Sağlık Bakanlığı’nın faaliyet raporu ile performans programı yayınlarından yaptığı analiz üzerinden bir değerlendirmede bulundu. Yalçınkaya ‘‘ASM’lerden hastanelere, hastanelerden bakanlık binalarına sağlık kiralık’’ diye konuştu.
HARCAMALAR KİRAYA
Yalçınkaya, Sağlık Bakanlığı bünyesinde 1929’da kurulan Eczacılık ve Müstahzarlar Şubesi’nin 1946’da Genel Müdürlük, 2011’de ise Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu olduğunu anımsatarak ‘‘1920-1930 dönemi Ulus’ta kamu binalarında hizmet vermeye başlayan kurum 2011 sonrası Çankaya’da bulunan kiralık lüks binada hizmet veriyor. Başkentte Sağlık Bakanlığı binaları boşaltılıp çürümeye terk edilirken, sadece TİTCK’in 2014-2024 dönemi 11 yılda harcadığı kira harcaması 112 milyon 571 bin 757 TL’’ dedi. Kurumun toplam hizmet verdiği yapıların 24 bin metrekare iken kiralık merkez binanın 17 bin 854 metrekare olduğunu kaydeden Yalçınkaya, şu değerlendirmeyi yaptı:
‘‘Kurum 2023’te 19 milyon 231 bin 422 TL kira harcaması yaparken 2024’de kira harcaması yüzde 63 artarak 31 milyon 366 bin 525 TL olmuş. Tasarruf önlemleri nedeniyle sağlık hizmetlerinde malzeme ve personel eksikliği nedeniyle sağlık hizmetleri aksarken kamu kaynakları kira harcamalarına aktarılmakta.’’
ÇÜRÜMEYE TERK EDİLDİSağlıkemekçisiKubilayYalçınkaya
∗∗∗
Kurumun 2024’de aylık ortalama kira harcamasının 2 milyon 613 bin 817 TL olduğunu ifade eden Kubilay Yalçınkaya ‘‘12 aylık dönemde toplam harcaması 31 milyon 366 bin 525 TL, Sadece bu kurumun 2024 kira harcaması neye denk geldiğine bakarsak; Sağlık Bakanlığı 2024’te ‘Kanserle Mücadele Faaliyetlerine’ 37 milyon 101 bin TL harcarken, ‘Bulaşıcı Hastalıklara Yönelik Aşılama Faaliyetlerine’ 6 milyon 650 bin TL harcamış. Siyasi parti bürokrasi ve iş insanları ilişkisi ülke yönetiminde koalisyon kurmuşçasına kendi ve birbirlerinin çıkarlarını kendi alanında kolluyor. Kamu bütçesi kira harcamaları altında yandaş mülk sahiplerine denetimsiz şekilde aktarılıyor. TİTCK’nin bu sorunu Sayıştay raporunda da eleştirilip bulgu olarak tespit edilmiş ona rağmen ısrarla kamu binalarına geçiş yapılmıyor. Yine Ankara’da boşaltılan çürümeye terk edilen hastane binaları var ve buralar kullanılabilir. Tabi bu durum kurumların asıl hizmet alanlarını da aksatıyor’’ dedi.
BÜYÜK KÖTÜLÜK
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Üyesi Dr. Ali Karakoç AKP’nin iktidara geldikten sonra neoliberal sistemi hızlı hızlı şekilde hayata geçirdiğini belirterek "O günden sonra kamu kaynaklarını halktan yana değil sermayeye, büyük şirketlere aktaran bir siyasi anlayışı benimsedi. Hız kesmeden sürdü, her yıl giderek daha da arttı" dedi.
Dr. Ali Karakoç-TTB Merkez Konsey ÜyesiSağlıkta Dönüşüm Programı’na dikkat çeken Karakoç, şöyle devam etti: "Anayasal hak olan ve ücretsiz olması gereken sağlık üzerinden artık rant elde edilen, metalaştırılan bir sisteme dönüştürüldü. Kamu-özel ortaklığı ile 18 tane şehir hastanesi yapıldı. 18 hastane çeşitli şirketler tarafından işletiliyor. Aynı zamanda bu hastanelerin bir kira bedeli var. Sadece Sağlık Bakanlığı’nın 2025 bütçesinde bu hastanelere yaklaşık olarak 105 milyar TL kira ve hizmet bedeli ayrılmış. Sağlık sisteminin ne kadar kötü, ne kadar ranta, talana açık bırakıldığı, toplumun sağlık hakkının nasıl korunmadığını veriler de gösteriyor. Ankara’da Eskişehir yolu boyunca yürüyün, birçok kamu kurumunun büyük şirketlerin binalarında kiracı olduğunu göreceksiniz. Bunlar topluma karşı yapılan büyük kötülükler ve kabul edilemez.’’
***
Amerikan devi TPI’da binlerce işçi greve çıktı: "Grev, ekmek ve hak mücadelesidir"-Birgün/Ege-
İzmir’de faaliyet gösteren TPI Kompozit fabrikalarında çalışan 2 bin 300’ün üzerindeki Petrol-İş üyesi işçi, anlaşma sağlanamayan TİS süreci sonrası greve çıktı. Çiğli’de yapılan basın açıklamasında, “Grev ateşini yakıyoruz” denildi.
Amerikan menşeli TPI Kompozit’in İzmir Çiğli ve Menemen’de bulunan iki fabrikasında çalışan 2 bin 300’ü aşkın işçi, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine greve çıktı.
16 Ocak’ta başlayan toplu iş sözleşmesi (TİS) sürecinde işveren, yüzde 120 zam talebine karşın yüzde 30 oranında zam teklif etti. İşçiler ise düşük zam dayatmasına karşı greve çıktı.
Petrol-İş Sendikası İzmir Şubesi, Çiğli’de fabrika önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasına Türk-İş Ege Bölge Başkanı Hayrettin Çakmak, Petrol-İş Genel Başkanı Süleyman Akyüz’ün yanı sıra Türk-İş’e bağlı sendikalar ile uzun süredir direnişte olan Temel Conta ve Digel Tekstil işçileri de katıldı. Açıklamayı Petrol-İş İzmir Şube Başkanı Cem Turan okudu.
“Bugün burada grev ateşini yakıyoruz” ifadeleriyle söze başlayan Turan, 5 toplantıda anlaşmaya varılamadığını ve ardından arabulucu toplantısında da uzlaşma sağlanamadığını aktardı. TPI işyerlerinde, işçilerin yüksek risk altında ve sağlıklarını tehlikeye atarak çalıştıklarını vurgulayan Turan, “Gece gündüz demeden çalışıp, döktüğümüz alınterinin karşılığını almak istiyoruz” dedi.
NET SATIŞ 1,3 MİLYAR DOLAR
Karşılarında dünya devi bir şirket olduğunu belirten Turan, şunları aktardı: “ABD şirketi TPI, dünyanın en büyük kompozit üreticilerinden birisidir. Kara rüzgâr kanatlarında pazar payı yüzde 27’ye ulaşan bir dünya devidir. 2024 yılında net satışı 1,3 milyar dolara ulaşmış, bir yılda 6 bin 525 adet rüzgâr kanadı üretmiştir. Böyle büyük bir şirketin, işçinin haklı ve makul talepleri karşısında bahaneler üretmesinin hiçbir meşru açıklaması yoktur. TPI işçisine, şirketin kârlılığını korumak için aldığı kararların faturası çıkarılamaz. Petrol-İş üyesi TPI işçisi, işine ve ekmeğine sahip çıkmaya devam edecek ama hakkını sonuna kadar savunmayı da bilecektir.”
İşverene seslenen Turan, “İşçinin taleplerine kulak tıkamaktan vazgeçin. Bu meydandaki sesi duyun… Bu meydandaki coşkuyu ve örgütlülüğü görün… Gelin, üzerinde anlaşabileceğimiz bir teklif verin ve müzakere masasını yeniden kuralım” şeklinde konuştu.
“İşimize özveriyle sahip çıkacağız ama hakkımızı da sonuna kadar savunacağız” denilen açıklama, şu sözlerle son buldu: “TPI işçisi burada, TPI işçisi dimdik ayaktadır. TPI grevi, ekmek ve hak mücadelesidir. TPI grevi, daha iyi bir gelecek ve onur mücadelesidir. Biz bu yoldan dönmeyiz, dönmeyeceğiz. Yaşasın TPI grevimiz.”
***
BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder