EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -28 Mayıs 2025-

MEB’e Bakana Soru: Erkekler neden okuldan kopuyor, kadın okulları neden başarısız?-Adnan Gümüş-

Medyada Milli Eğitim Bakanın “Kız okulları açılmalı” diye bir argümanı yer almış ama bu argümanda söylediklerini bizzat bakanlık verileri yalanlıyor. Tekin’in iddiaları şu şekilde:

İddia 1: “Bazı ailelerin kız çocuklarını erkeklerle aynı okula göndermek istemediğini, bu sorunu çözmek adına kız çocuklarına özel okullar açılabileceği.”

İddia 2: “Kız çocuklarının eğitim hakkından mahrum kalmaması adına kız okullarının açılabileceği”.

İddia 3: “Bazı ailelerin” isteklerinin önemli olduğu, diğer bazı veya çoğu ailenin isteklerinin, pedagojinin ve bilimlerin ilkelerinin o kadar önemli olmayabileceği.

Bakan Tekin’in bu iddialarını bizzat Bakanlığın verileri yalanlıyor. Kadınlar değil erkekler daha fazla okuldan kopuyor, daha başarısız bulunuyor. Erkek kadın fark etmeksizin tek cinsli okullar karma okullara göre daha başarısız bulunuyor. Daha önemlisi okullar arasındaki başarı farklılaşması, nitelikli eğitime eşit şartlarda erişim olanağı, nitelikli eğitim olanağı, okul ulaşımı, bizzat sağlıklı tuvalet, sağlıklı okul ortamı, en asgarisinden içilebilir temiz su, okul yemeği çok daha temel bulunuyor. Tüm aileler doğru düzgün okul ve eğitim istiyor.

İşte veriler ve çoğu başka aileler, bazı başka temel ilke ve istemler.

Kadın net okullaşma oranları erkeklerden daha yüksek

MEB İstatistiklerine göre kadın çağ nüfusu erkek çağ nüfusundan daha yüksek net okullaşmaya sahip bulunuyor.

Tablo Cinsiyet Gruplarına Göre Net Okullaşma Oranları ve Kayıt Dışı Öğrenci Sayıları

(2023/24 Eğitim Öğretim Yılı)

*Yaş gruplarına (doğum yıllarına) göre net okullaşma oranları; öğrencinin ait olduğu eğitim kademesine (öğrenim türüne) bakılmaksızın, ilgili yaş grubunda bulunan toplam öğrencilerin, ilgili yaş grubunda bulunan toplam nüfusa bölünmesi ile elde edilmiştir.

2023/24 okullaşma oranları hesaplanırken, kullanılan nüfus ve öğrenci sayılarında Türkiye’de ikamet eden T.C. vatandaşları kapsanmıştır. Türkiye’de ikamet eden yabancı uyruklu nüfus ve yabancı uyruklu öğrenci sayıları kapsam dışında tutularak, tamamlanmış olan en son takvim yılı sonu öğrenci rakamları (ocak 2024) ve tamamlanmış olan en son nüfus rakamları (31 Aralık 2023) kullanılarak hesaplanmıştır. Okul öncesi okullaşma oranları hesaplamalarına yaz eğitimi öğrenci sayıları dahil edilmemiştir. Yabancılar için: Milli Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlı Göç ve Acil Durumlarda Eğitim Daire Başkanlığı (2024) izleme ve değerlendirme raporu 2023

**Açıköğretim ve MESEM dahil

Tablo ve hesaplamalar MEB ve TÜİK verileri dikkate alınarak tarafımızca yapılmıştır.

Verilerden açıkça görüldüğü üzere kadın öğrenciler daha yüksek okullaşmış durumda, kayıt dışı öğrenci sayısı 5-17 yaş grubunda kadınlar için 368 bin, erkekler için 417 bin.

Dahası son bir yıllık farklılaşmaya göre erkekler için durum daha da kötüleşmiş durumda.

Erkek öğrenciler okuldan daha çok kopuyor: Bir yılda 663 bin erkek, 531 bin kadın öğrenci azalmış

Bakanın kadın öğrencilerin okuldan karma eğitim yüzünden ayrıldığı iddiasını, son bir yıl içinde kayıtlı öğrenci sayılarındaki azalma sayıları da yalanlıyor; 663 bin erkek öğrenciye karşılık 531 bin kadın öğrenci azalmış bulunuyor yani son yıl içinde de esas azalma erkek öğrencilerde gözlemleniyor. Hatta resmi örgün eğitimdeki kadın öğrenci sayısı erkeklerde 46 bin azalırken kadın öğrencilerde 8 bin artmış bulunuyor.

Tablo: Cinsiyet Gruplarına Göre Öğrenci Sayıları Arasında Yıllık Farklılaşma

(2022/23 ile 2023/24 Arasında Farklılaşma)

Tablo ve hesaplamalar MEB verileri dikkate alınarak tarafımızca yapılmıştır.

Okuldan kopmanın diğer türleri: MESEM, açık liseler ve devamsızlar arasında erkek öğrenci daha fazla

Toplam kayıt dışı öğrenci sayı ve oranı da kızlar bakımından daha olumlu durumdadır, erkek öğrenciler kadın öğrencilere göre çok daha fazla okuldan uzaklaşmaktadır. Kayıtsız erkek öğrenci sayı ve oranı kadınlardan daha yüksektir.

Bunlara devamsızlar da dahil edildiğinde erkeklerin okuldan kopuşunun kadın öğrencilere göre çok daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

Bu sayılara okul sayılamayacak MESEM ve açık liseler de eklenince erkekler için çok daha vahim sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

Tek cinsli okul fazlasıyla var: Okulların yüzde 20’si tek cinsli

Puansız okullarla ilgili bir istatistik verilmiyor ancak puanlı okul listesinden karma ve karma olmayan okulların sayısı ve kontenjanı hesaplanabiliyor. Puanlı okullardan 623 okul ya erkek ya da kız olmak üzere tek cinsli bulunuyor. Sadece kızları kabul eden 359 puanlı okul bulunuyor.

Tablo: Karma ve Tek Cinsli Öğretim Şekline Göre Ortaöğretim Okul Sayıları (2024/2025 Puanlı Okullar)

2024 yılında tek cinsli kız okulu kontenjanı 18 bin 840, erkek okulu kontenjanı 12 bin 736, ikisi birlikte 31 bini geçmektedir.  Öğrencilerin yüzde 15’i tek cinsli okullara kaydolabiliyor. Yani tek cinsli çok okul var da böyle bir talep olduğuna dair bir bilgimiz yok.

Tek cinsli okulların çok olduğu illerde okullaşma düzeyi düşük

Muş’ta 14 puanlı okulun 5’i, Siirt’te 16 okulun 6’sı, Şanlıurfa’da 67 okulun 24’ü tek cinsiyetli. Ancak bu illerde erkek veya kadın fark etmiyor, okullaşma oranları düşük bulunuyor.

Tek cinsli okullara talep yok: Yerleştirme puanları çok düşük

Okullara yerleştirme yüzdelik dilimine bakılırsa yerleştirme yüzdeliği hem erkek hem kız liselerinde karma olana göre çok daha düşük (Karma olanlara göre çok daha başarısız) düzeyde bulunmaktadır. Karma okullar ortalama yüzde 38’lik dilimden öğrenci alırken tek cinsli okullar yüzde 47’lik dilimden öğrenci kabul etmektedir.

Tablo Tek Cinsli ve Karma Olma Durumunda Göre Yüzdelik Dilimi

Karma okul öğrencilerinin LGS ve YKS sınavlarındaki başarıları daha yüksek

İmam hatip ortaokulları genelde kız ve erkek diye ayrılmış durumda, genel ortaokullar ise karma. Genel ortaokulların Liseye Geçiş Sınavı (LGS) başarıları daha yüksek bulunuyor. Sınav puanı yerleştirme yapılan okullarda karma okullar neredeyse iki katı daha yüksek başarı diliminden öğrenci kabul ediyor.

YKS sınavlarında da hemen tümü karma eğitimde olan fen liseleri ve sosyal bilimler liseleri açık ara daha başarılı durumda.

Aynı semtte bulunan karma ve karma olmayan Anadolu liseleri dikkate alındığında da karma okulların daha başarılı olduğu görülüyor.

‘Bazı aileler’ değil çoğu Anadolu lisesi istiyor, yüzme dersi istiyor, psikoloji, sosyoloji dersi İstiyor, bunlar neden yok?

Doğru düzgün eğitim öğretim yapan hangi ülke programına bakarsanız temel eğitimin en önemli becerilerinden biri yüzmedir, dünyanın her yeri su, su yaşam ve uygarlığın ayrılmaz bir parçası, her çocuğun yüzme dersi görmesi temel bir beceri kazanımıdır, okullarda yüzme dersi neden yok?

Ailelerin bazısı değil çoğu yüzme dersini sorduk da istemedi mi?

Psikoloji ve sosyoloji derslerini bile seçmeli hale getirerek okunmaz hale getirdiniz. Aileler ve gençler en temel sosyal bilim dersleri olan psikoloji dersini, sosyoloji dersini mi istemiyor, neden bu dersler zorunlu grupta değil?

Hemen tüm aileler Anadolu lisesi istiyor, her okulda nitelikli eğitim istiyor, çocukları bilimi sanatı dünyayı tanısın istiyor, bakanlık bunları ne derece dikkate alıyor ne derece gerçekleştiriyor?

Tüm aileler okula ulaşım, okulda hijyen, içilebilir su ve yemek istiyor

Bakana ve Bakanlığa soralım, tüm aileler çocuklarının okula güvenle gidebileceği ulaşım olanağı istiyor, okulda temiz tuvalet istiyor, doğru düzgün salon ve bahçe istiyor, daha da temeli temiz erişilebilir içme suyu istiyor, çocukları aç kalmasın, doğru düzgün okul yemeği olsun istiyor, bakan bunları neden gerçekleştirmiyor, bunları neden dillendirmiyor?

Akademik başarının ötesinde temel hak ve özgürlükleri ihlal ediyor

Mesele tek başına akademik başarı meselesi değil. Okulun akademik başarısı tek cinslilikten öte okulun niteliği ve öğrenci profiline bağlı sayılabilir. Okulun esas başarılarından biri de sosyal başarısıdır, çocukları topluma ve yaşama hazırlamasıdır. Sınıf, zümre, fırka ayrışmalarının aşılması, eşitliğin artırılması, fikri irfanı vicdanı hür nesiller yetiştirilmesidir. Bu bakımlardan tek cinsli okulların savunulur herhangi bir yanı bulunmamaktadır.

Kısaca akademik başarı tek cinsli okullar ile doğrudan ilgili olmayabilir ancak toplumsal cinsiyet kodlamaları, zihniyet boyutu, toplumsal ayrışmalar kesinlikle tek cinslilikle doğrudan ilişkili bulunmaktadır.

Bakanlığa çağrı: Dinci Talibancı zihniyetten akla bilime sağduyuya dönünüz, nitelikli eğitim şart, okul yemeği şart

Tek cinsli okullar ancak dinci zihniyetle, Talibancı zihniyetle savunulabilir. Bu bir toplumsal talep değildir. Bu haliyle MEB aileleri bilinçlendirme ve doğru yönlendirme yerine tam tersine bizzat kendisi dincilik yapmaktadır.

Kaldı ki fazlasıyla tek cinsli okul da bulunmakta olup bu okulların başarı düzeyi karma olanlardan çok daha düşük durumdadır. Başarı dilimi bile tek başına, bu okullara talep olmadığının somut bir göstergesidir. Hemen tüm aileler doğru düzgün Anadolu lisesi istemektedir, doğru düzgün okul aramaktan çaresiz duruma düşmüş bulunmaktadır.

Eğer bir eğitim hakkından söz edilecekse birincisi okulun ne kazandırdığıdır, öğrencinin ne kazandığıdır. Okuldan kopuşların, okulu önemsememenin en başlıca nedeni okulun ne verdiğidir, nitelikli eğitimdir, bazı aileler okula önem vermiyorsa, çocuğunu okula gitmeye hazırlamıyorsa çocuğunu gönderdiği okulun doğru düzgün bir okul olmamasındandır, okulun eğitim niteliğindendir. Bir diğer sebep açlığından, yoksulluğundandır, yoksulluk yüzünden zorlandığındandır. Bir diğer sebep ailelerin de geçmişte iyi bir eğitim alamamış olmasındandır, eğitimin öneminin ayırdında olmamasındandır. Ailelerin bir kısmı okula gidiş geliş güzergahlarını, okul çevresini güvenli bulmadığından çocuğunu okula göndermeyebilmektedir, bu güvenli ortamların sağlanmasıdır. Bir kısım aile dolmuş parası bile bulamadığından veya ulaşım güvenliği olmadığından okuldan vazgeçmektedir. Diploma ne işe yarıyor, bundan dolayı yoksul ailelerin bir kısmı okuldan vazgeçmektedir. Daha pek çok sebep bulunmaktadır. Çocuğun ev ortamı dahil okula hazır hale getirilmesi gerekmektedir.

Tek başına okul tabelası eğitim hakkını garanti etmemektedir. Tek cinsli okulların başarı durumu, bu okullardaki öğrencilerin nitelikli eğitim haklarının ihlal edildiğinin açık göstergesidir. Daha da önemlisi çocuklar okulda aç, susuz kalmakta, sağlıklı içilebilir suya bile, bir öğün yemeğe bile erişememektedir. Nitelikli eğitime ve okul ortamına çocukların nerdeyse yüzde 90’ı erişememektedir.

MEB bu dinci zihniyetiyle eğitim yapmayı bırakın bu topluma maalesef kasıtlı kötülük yapmaktadır. Bakanlığı eğitimin ana sorunlarına dönmeye, bilime, akla, sağduyuya çağırıyoruz ama böyle bir çağrıya kulak verecek bir bakanlık da ortada yok maalesef.

                                                   /././

Çin-ABD ve "Tersyüz edilmiş pasif devrim"-Koray R. Yılmaz-

Ding Xiaoping, 16 Eylül 1978’de yaptığı konuşmasında Mao’nun “Gerçeklikten yola çıkarak doğruyu arayın. olarak ifade edebileceğimiz sözüne referansla “Eğer Mao Zedong Düşüncesinin bayrağını yüksekte tutacaksak, ilke ve politika sorunlarını ele alırken her zaman mevcut gerçeklikten yola çıkmalıyız.” diyordu. Bu konuşma tarihsel olarak tam da kapitalizminin kriz sürecinden çıkmak için, geçen haftaki yazımızda belirttiğimiz üretimin parçalanması ve emek gücünün daha ucuz olduğu coğrafyalara doğru yayılma eğilimi gündeme gelmek üzereyken gerçekleşiyordu. Kapitalizmin gerçekliğinde bir şeyler değişiyordu ve Xiaoping de Çin’in yeni rotasını buna göre oluşturmak amacındaydı. Bu sürecin siyasete dair olan erken adımları şüphesiz 1971 Birleşmiş Milletler Üyeliği ve arkasından 1972 Nixon’un Çin ziyareti ile atılmıştı. Ekonomide ise henüz Mao hayattayken dışa açılma dile getirilmeye başlanmıştı. Xiaoping’in aynı konuşmasından alıntılarsak: “Mao yoldaş henüz hayattayken diğer ülkelerle ekonomik ve teknik alışverişleri genişletmeyi düşündük. Bazı kapitalist ülkelerle ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek, hatta yabancı sermayeyi bünyemize katmak, ortak girişimlerde bulunmak istiyorduk.” Bu arayış Xiaoping’e göre kapitalizmin uluslararası işleyişinin yeni gerçekliğinde Çin için aranan doğru yoldu. “Üretici güçlerimizin büyümesini hızlandırmak, halkın maddi ve kültürel yaşamını iyileştirmek ve bakış açılarını genişletmek için şu anda sahip olduğumuz elverişli koşullardan yararlanmalıyız.” Vakit gelmişti ve Çin kapitalist ekonomiler ile “sahip olduğu elverişli koşullarda” ilişkileri geliştirmeye hazırdı.

Bu elverişli koşulların açığa çıktığı asıl alan Çin’deki Özel Ekonomik Bölgelerdir (ÖEB). 1980’den itibaren Xiaoping’in “Reform ve Dışa Açılma” politikası çerçevesinde kurulan ve sosyalist sistem içinde kapitalist üretim ve ticaret biçimlerine açık olan bu özel alanlar, düşük vergi, ucuz emek gücü, teknoloji ithaline teşvik, basit bürokratik işlemler, görece bağımsız yerel yönetimler gibi unsurlara dayalı olarak özellikle 90’larla beraber artan şekilde yabancı yatırımları çekmeye başladı. İhracata yönelik üretimin esas olduğu bu bölgeler zamanla küresel üretim/tedarik zincirlerinin önemli parçaları haline geldi, bu da ihracatı daha da hızlandıran bir süreci beraberinde getirdi. Örneğin Şenzen, ki bu ÖEB’lerin ilki olarak bilinir, 1980’de bir balıkçı kasabasıyken, 2000'lere gelindiğinde bir küresel teknoloji ve üretim merkezi haline geldi. Bu gelişmeler Pekin, Şanghay gibi büyük şehirlere yayıldı, buralarda da Ekonomik ve Teknolojik Gelişim Bölgeleri kuruldu.

Aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere Çin’in ihracat artışı asıl olarak 2000 sonrası dönemde oldukça çarpıcıdır. Buradaki ana unsur şüphesiz Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıdır.

Üyelik süreci genel olarak Çin’in ihracatını artırırken, ABD’ye olan ihracat da bu süreçte hızla artmaya başladı. Takip eden grafikten de bunu izleyebilirsiniz.

Çin’in büyük bir ihracatçı ve geçen haftalardaki yazılarımda aktardığım üzere ABD’nin büyük bir ithalatçı olarak ortaya çıkması iki ülke arasındaki ticaret dengesinin hızla Çin lehine gelişmesini beraberinde getirdi. 2024’e ait son yıllık veriye göre ABD’nin, Çin'e ihracatı 143,5 milyar dolar iken Çin’den 438,9 milyar dolarlık ürün ithal etti. İki ülke arasındaki dış ticaret açığı da böylece 300 milyar dolara yaklaştı. Grafik daha genel olarak aylık bazda iki ülkenin dış ticaret dengesindeki değişimi göstermektedir.

2000’lerle birlikte daha belirgin hale gelen bu resmi tamamlayan şey önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi başta Çin ve Japonya gibi ülkelerinin dış fazlalarını ABD tahvilleri almak için kullanmasıdır. Bu da ABD için doların evrensel para konumunda olmasından kaynaklanan bir tür finansal hegemonya ve refah artışına işaret etmektedir. Aşağıdaki grafik 2000 sonrası için Çin ve Japonya’nın tahvil alımı konusundaki özel konumuna işaret etmektedir.

Sosyalizm içinde kapitalizme yer açma stratejisi zamanla Çin’deki sistem piyasa sosyalizmi mi yoksa devlet kapitalizmi mi gibi önemli sorularını gündeme getirse de Çin ekonomisinin büyüklüğü bugünlerde 20 trilyon dolar civarına ulaştı. Herhalde Çin’deki bu özel durum onun tam da ne olduğu üzerinde uzlaşma olmayan bu sisteminden kaynaklanmaktadır. Mao döneminin sağladığı donanım zemininde sosyalist niteliği ekonominin bütünüyle neoliberal bir sürece girmesini engellemiş, devletin ekonomideki ağırlığı bir biçimde korunmuş, ÇKP’nin çizgisindeki farklılaşma sürece yön vermiştir. Ancak bu çizginin oluşması dünya ekonomisinin yeni gerçekliğince mümkün olmuştur. Xiaoping’in deyişiyle Çin de bu süreçten “sahip olduğu elverişli koşullarda” yararlanmıştır.

Gelinen noktada Çin, uluslararası nizam açısından ABD ve birçok Avrupa ülkesi için bir tür oyun bozucu olarak görülüyor. Bana kalırsa Çin tam da bu oyunu sürdürmek istiyor. Çünkü bu oyun Çin’e kazandırıyor. Bu tespit uluslararası ilişkiler zemininde ilk yazımızda kullandığımız “tersyüz edilmiş pasif devrim” kavramı ile anlatmak istediğimiz hususa işaret ediyor.

Bu açıdan bakıldığında, Çin’in doğrudan çatışmaya girmeden, “ABD’nin kurduğu oyun içinde” onun stratejik manevra alanını daralttığını söyleyebiliriz. Son olarak 11 Mayıs'ta yüksek vergilerden geçici de olsa vazgeçme kararı ise ABD’nin aslında oyunun kendi koyduğu ilkelerine doğru geri adım atmak -ama bunu rızadan ziyade Çin’in tutumu nedeniyle yapmak- durumunda kalmasına işaret etmektedir.  

Şüphesiz süreç dinamik bir niteliğe sahip ve öngörülebilir olmaktan uzaktır. Ancak genel olarak bakıldığında Çin’in, klasik anlamda devrimci bir aktör gibi davranmadan, hegemonik yapının içinde kalarak, yani oyuna katılarak, ABD’yi pasifleştiren bir dönüşüm gerçekleştirme eğiliminde olduğunu söylemek mümkün gözüküyor. Bu, Gramsci’nin kavramına tersyüz edilmiş biçimde oldukça uyuyor gibi görünse de sürece yön verecek olan küresel belirsizliklerin nasıl bir seyir izleyeceği olacak…  

Ucu açık bir analiz olarak okumaya, anlamaya çalışmaya devam diyelim. 

                                                             /././

Netanyahu çizmeyi aştığında…-Mustafa Yalçıner-

Sonunda İsrail, 1.5 yıllık soykırımcı saldırganlığının ardından kendi kumaşından olanlardan da tepki almaya başladı.

Dünya halkları zaten saldırganlığa karşı ayaktaydı ve İsrail’in emperyalist destekçileri, emekçi halkların Filistin’i destekleyen mücadelelerini bastırmakta yetersiz kaldı.

Birden fazla ülkede dok işçileri İsrail’e ihraç edilen silahları gemilere yüklemeyi reddetti. Londra’da örneğin Filistin’e destek yürüyüşlerinin hiçbirine katılım 100 binlerin altına düşmedi. Trump’ın ABD’de üniversite fonlarını kesmesi bile akademisyenlerle öğrencilerin desteklerini engelleyemedi. En son İtalya’da siyonist saldırganın özellikle Gazze’de sürdürmekte olduğu katliamı protesto amacıyla binalara kefene gönderme yapan beyaz çarşaflar asılıyor. Aralarında Floransa Belediyesinin de bulunduğu en az 200 belediye şimdiden binalarına beyaz çarşaflar asarak kampanyayı destekliyor.

Halkların İsrail’in ırkçı saldırganlığına ve özellikle Gazze’de uyguladığı soykırıma yönelik tepkileriyle Filistin’e destek eylemleri hiç durmadı. Ancak son günlerde İsrail değişik türden tepkiler de almaya başladı. Müttefiki ve gözü kara destekçisi emperyalistlerden gelen tepkiler.

Bu tepkiler, İsrail’in HAMAS’la yaptığı karşılıklı esir ve rehine değiş-tokuşunu da kapsayan ateşkesi 18 Mart’ta bozarak yeniden yoğun hava bombardımanlarına başlamasının ardından oluşmaya başladı. 23 Mart’ta Gazze’de bir İsrail askeri birliği 15 kişilik bir sağlık ve yardım ekibine göz göre göre saldırıp tüm görevlilerini katlederek bir toplu mezara gömmüş, ardından İsrail yetkilileri ipe sapa gelmez bir açıklama yayımlamıştı. Görevlilerden birinin cesedinde bulunan telefonunun kamerasıyla son anlarını çektiği görüntülerin çıplak gerçeği ortaya koyması Avrupa’da, sadece halklar arasında değil ama bu kez egemenler arasında da-başlangıçta “endişe” olarak dillendiren- tepkilerin yükselişine kaynaklık etti.

Orada kalmadı. İsrail, Trump’ın Gazze’yi sayfiye beldesine dönüştürme talebini yanıtlarcasına topyekûn saldırısını kara harekatına da baş vurarak insansızlaştırma hedefiyle yoğunlaştırdı. Gazze tam bir kuşatma altındaydı ve İsrail ordusu 2 Mart’tan bu yana kente hiçbir yardımın ulaştırılmasına izin vermiyordu. BM dahil çok sayıda ülke İsrail’i insani yardımlara koyduğu ambargo nedeniyle kınayıp tepkiler ciddi boyutlara ulaşınca, 11 haftanın ardından, Netanyahu, bölgeye belirli miktarda temel gıda maddesi girişine izin verileceğini açıkladı, ama açıklaması yetersizliği dolayısıyla tepkileri dindirmek bir yana artırdı.

20 Mayıs’ta İngiltere, Fransa ve Kanada, sanki o zamana kadar İsrail’e uyguladığı soykırım sürecinde tam destek vermemişler gibi, “Sivil nüfusa temel insani yardımın engellenmesi kabul edilemez” içerikli ortak bir açıklama yayımladı ve yardımların girişine izin verilmemesi durumunda İsrail hükümetine karşı “Somut eyleme geçeceklerini” ilan etti. Bu üç ülke açıklamalarında Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesine karşı olduklarını da söyledi ve İsrail’in yanı sıra bir Filistin devletine de yer açılmasını isteyerek “iki devletli çözüm”de ısrar etti, ilk adım olarak ateşkes çağrısı yaptı. Trump’ın tutumu da pek farklı değil. Ortadoğu gezisine çıkan Trump ne İsrail’e uğradı ne de Prens Salman, Colani, Erdoğan gibileriyle görüşürken turlarına İsrailli bir yetkiliyi kattı.

İngiltere bir ileri adım daha atarak, İsrail’le yeni ticaret anlaşması görüşmelerini askıya aldı. Aynı gün AB de İsrail’le ortaklık anlaşmasının gözden geçirileceğini açıkladı.

Netanyahu İngiltere, Fransa, Kanada açıklamasına sertçe bir karşılık verdi, ona göre üç ülke “antisemitizm” yapmaktaydı. Bir gün sonra İsrail ordusundan eylemli bir karşılık da geldi ve Batı-Şeria’daki Cenin kentinde batılı diplomatların bir inceleme heyetine ateş açıldı. Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarının hemen tümü saldırıyı kınadı.

Günümüzün İngiliz Başbakanı Sir Starmer partisinin kendisinden önceki lideri J. Corybn’i “antisemitizm”le suçlayıp partiden atmıştı, şimdi kendisi aynı suçlamaya hedef oluyor.

Böyle şeyler olur. Türkiye de sözde İsrail’le hiç anlaşamıyor; ama BM İsrail’le en çok ticaret yapan 5. ülkenin Türkiye olduğunu açıkladı.

                                                               /././

EVRENSEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -17 Haziran 2025 -

  Ali Rıza Aydın: '1924 Anayasası aydınlanma ile gericiliğin birlikte yaşadığı metindir' -Özkan Öztaş- Yeni "çözüm süreci"...