15-16 Haziran 1970 İşçi direnişi

15-16 Haziran direnişinin öğrettikleri -Erkan Aydoğanoğlu/Evrensel-

Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük ve en kitlesel işçi eylemi olan 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin üzerinden 55 yıl geçti. Ülkenin en büyük işçi direnişini yaratan mücadele deneyiminin yarattığı zengin birikim, aradan geçen süreye rağmen güncelliğini ve öğreticiliğini sürdürüyor.

1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren büyük ölçüde işçilerin iradesiyle gerçekleşen örgütlenme pratikleri ve hak mücadeleleri, işçi-sendika hareketine daha önce görülmemiş düzeyde canlılık kazandırmıştı. Devletten ve sermayeden bağımsız bir sendikal çizgiyi benimseyerek 13 Şubat 1967’de kurulan DİSK, ağırlıklı olarak özel sektörde çalışan işçileri üye yaparak kısa süre içinde işçiler arasında önemli bir çekim merkezi haline geldi.

İşçi hareketi ve sendikal mücadele, o dönem büyük fabrika ve işletmelerde çalışan örgütlü ve sınıf bilinçli işçilerin öncülüğünde yürütüldü. ’60’lı yılların sonunda gerçekleşen kitlesel işçi eylemlerinde, farklı sektörlerde yaşanan fabrika işgallerinin başarısında tamamen işçilerin iradesine dayanan mücadeleci sendikal çizgi belirleyiciydi.  

İş yeri örgütlenmesi ve fiili komiteler

1967-1970 yılları arasında gerçekleşen işçi eylemlerinin büyük bölümünde DİSK’in kurumsal ya da örgütsel etkisinden çok, tek tek fabrikalarda kurulan işçi komitelerinin ve iş yeri örgütlenmesinin belirleyici etkisi vardı. İşçi komiteleri, işçilerin temsilcilerini doğrudan seçmeleri, aşağıdan yukarıya fiili iş yeri örgütlenmeleri olarak ortaya çıkmış olmaları nedeniyle önemli bir deneyimdi. O dönem gerçekleştirilen eylemler başından sonuna bu komiteler aracılığıyla ve onların denetiminde hayata geçirilmişti. DİSK’te örgütlenen iş yerlerinde iş yeri temsilciliklerinin aktif olarak çalıştırılması, işçi eylemlerinin daha örgütlü ve daha sonuç alıcı bir içerikte hayata geçirilmesini sağladı. 

Genel olarak iş yerinde yaşanan sorunlara yönelik ortak hareket biçimleri geliştirebilmek ve toplu bir şekilde çözümler bulabilmek amacıyla kurulan komiteler, çoğunlukla sendikaların bürokratik yapılar haline gelmesi ve tabandan uzaklaşmasının yarattığı sorunlara karşı önleyici bir çözüm olarak gündeme geldi.  

Bu dönemde yapılan eylemlerin büyük bölümü DİSK’in o dönem iş yerlerini merkez alan sendikal politikalarından çok, DİSK üyesi olsun ya da olmasın, aynı iş yerinde çalışan işçilerin doğrudan yaşadığı sorunlara çözüm üretmek amacıyla oluşturdukları iş yeri komiteleri etrafında örgütlenme ve işçilerin birliğini sağlam temeller üzerinde kurmalarına dayanıyordu. Bu durum, doğal olarak DİSK’e bağlı sendikaların iş yeri örgütlülüğünü ve etkisini güçlendiren bir rol oynadı.

İşçi komiteleri, sendikanın tersine iş kolunda değil, iş yeri ölçeğinde yani üretim noktasında örgütlendikleri için, işçilerin mücadelelerine daha elverişli, daha sonuç alıcı örgütler haline geldiler. Öncelikle komitelerin karar alıcı ve yöneticileri bizzat işçilerin kendileriydi. İkinci olarak herhangi bir yasal sürece bağlı olarak hareket etmiyorlardı ve pratikte hızlı karar alma ve uygulama olanakları vardı.

Doğrudan üretim birimleri olan iş yerleri veya fabrikalarda oluşturulan fabrika ya da işçi komiteleri, o dönem işçi hareketinin en temel dayanak noktasını oluşturan fiili örgütlenme biçimleriydi. Bu komitelerin işçilerin taleplerini ve bilinç durumlarını diğer örgütlere göre daha iyi ve doğrudan yansıtması, özellikle sınıf mücadelesinin keskinleştiği dönemlerde, önce işçileri sonra sendikalarını harekete geçiren en önemli etkenlerden birisi oldu. 

DİSK’i kapatma planı ve kitlesel eylemler

Türk-İş’in kurulduğu tarihten itibaren hükümet yanlısı tavrını sürdürmesi, mücadeleci işçilerin DİSK’e yönelmesine neden olmuştu. Sendikalı işçilerin büyük bölümü Türk-İş’e bağlı sendikalarda örgütlü olmasına rağmen DİSK’in varlığı ve gelişimi, Türk-İş’in temsil ettiği ‘uzlaşmacı sendikacılık’ çizgisi açısından ciddi bir tehdit olarak görülüyordu.

Türk-İş yönetimi, DİSK’i tamamen etkisiz hale getirmek, Sendikalar Kanunu’nu değiştirmek amacıyla iktidarda olan Adalet Partisi (AP) ile açık iş birliği içine girdi. Asıl amacın DİSK’i kapatmak olduğu iktidar sözcüleri tarafından açıkça dile getiriliyordu. Dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk o dönem yaptığı bir konuşmada “İdeolojik akımların aleti haline gelmiş sendikalar ile tabela sendikaları bu kanun çıkar çıkmaz kendiliğinden infisah edecektir” diyerek iktidarın asıl amacını belli etmişti.

15-16 Haziran eylemlerinin temel nedeni, 1963 yılında yürürlüğe giren 274 ve 275 sayılı sendika ve toplu sözleşmelere ilişkin yasaları değiştirip DİSK’i fiilen kapatmak, işçilerin mücadeleci bir sendikal merkezde örgütlenmesinin önüne geçmekti. DİSK’in toplu sözleşme yetkisi almasını ve sendikal örgütlülüğün yayılmasını engellemek amacıyla sendikalara iş kolundaki toplam işçi sayısının üçte birini üye yapma zorunluluğu (1/3 iş kolu barajı) getiren tasarının Meclise gelmesi üzerine işçiler 15-16 Haziran 1970’de sendika seçme özgürlüklerine sahip çıkmak için sokağa çıktılar.

İstanbul ve Kocaeli’de iki gün boyunca üretim büyük ölçüde dururken, 16 Haziran’da bu iki ilde sıkıyönetim ilan edildi. Gerek 15-16 Haziran’da yapılan kitlesel eylemler, gerekse yaşanan toplumsal baskının da etkisiyle, ilgili kanun düzenlemesi daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildi.

Sendikaların iş yeri temelinde örgütlenmesi, iş yeri merkezli çalışmanın benimsenmesi, iş yeri temsilciliklerinin ve o dönem çok sayıda fabrikada fiilen kurulan iş yeri komitelerinin mücadelenin her aşamasında aktif olarak yer alması, o dönemdeki eylem ve direnişlerin etkili ve sonuç alıcı olmasını sağladı. 15-16 Haziran direnişi, işçi sınıfının kendi iradesi ve inisiyatifiyle harekete geçtiğinde ne kadar etkili bir güç olduğunu dosta düşmana gösterdi.

15-16 Haziran’ın öğrettikleri

15-16 Haziran, farklı konfederasyonlara bağlı sendikalarda örgütlü, çeşitli iş kollarında çalışan ve farklı illerdeki işçilerin ücret dışı haklar için ortaklaşa gerçekleştirdiği ilk kitlesel eylem olması nedeniyle Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi içinde özel bir yere sahiptir. Bir diğer önemli özellik ise işçilerin kişisel çıkarları için değil, örgütlendikleri sendika ve konfederasyona sahip çıkmak için eylem yapmış olmalarıdır. Daha önce yaşanan işçi eylemleri, işçi sınıfının ekonomik ve sosyal hak talepleriyle sınırlı olarak gerçekleşirken, 15-16 Haziran direnişi bu durumu büyük ölçüde değiştirmiştir.  

15-16 Haziran öncesi yapılan tüm işçi eylemleri, dönemin koşullarının doğal sonucu olarak, sadece tek tek iş yerleriyle sınırlı olarak gelişmişti. 15-16 Haziran işçi direnişi ile birlikte farklı illerden ve farklı iş kollarından geniş bir işçi kitlesinin iş yeri sorunlarını aşan, işçi sınıfının kendisi için sınıf olma yolunda ilerlediği ortak bir eylem olarak gerçekleşmesi günümüz işçi hareketi açısından da öğretici dersler içeriyor.

15-16 Haziran direnişinin işçi sınıfı mücadelesi ve sendikalar açısından günümüze kadar taşıdığı en önemli ders, sendikaların sermayeden ve onun siyasal temsilcilerinden ayrı ve bağımsız olarak örgütlenmesinin hakları ve sınıf çıkarları için birleşerek ve birlikte mücadele ederek ilerlemesinin tek çıkış yolu olduğunu göstermesidir.

15-16 Haziran direnişi ve sonrasında işçi-sendika hareketinde yaşanan gelişmeler, işçi sınıfı mücadelesinin, hedefleri ve örgütleri ile ekonomik düzeyi aşarak siyasal mücadeleye yaklaşmadıkça, ne kadar güçlü ve etkili olursa olsun, yapılan başarılı sendikal eylemlerle kazanılan hakların geçici olma riskinin her zaman var olduğunu göstermiştir.

O dönem fabrikalarda işçilerin önce birbirini, sonra sendikalarını nasıl örgütlediğine, sendikal bürokrasiye rağmen kendi öz örgütleri olan sendikalarına nasıl sahip çıktıklarına bakıldığında, bugün yapılması gerekenler geçmişte yaşananlardan çok da farklı değil. Bu noktada sendikalardaki her türlü bürokratik, sınıf dışı politika ve eğilimlere karşı sınıf sendikacılığı çizgisini güçlendirmek, sendikaları yeniden işçilerin birleşme ve mücadele merkezleri haline getirme ısrarını sürdürmek gerekiyor.

                                                     /././

İşçilerin tek seçeneği 15-16 Haziran’ın ve Bahar Eylemlerinin yolundan yürümek! -İhsan Çaralan/Evrensel-

Bugün 15-16 Haziran’ın, işçi sınıfımızın büyük ve görkemli eyleminin 55’inci yıl dönümü!

Ülkemiz işçi sınıfı ve emekten yana çevreleri yarım yüzyılı aşkın bir zamandan beri her yıl 15-16 Haziran günlerinde, elbette sadece 15-16 Haziranlarda değil işçi sınıfı mücadelesinde karşılaşılan her zorlukta, bir mücadeleden yeni dersler çıkarmak gerektiğinde 15-16 Haziran’dan feyzalmak ihtiyacı duydular.

Elbette 15-16 Haziran eylemi; kendisinin görkemli bir eylem olmanın ötesinde 1963 yılında Kavel işçilerinin daha grev yasası çıkmadan yaptıkları 39 gün süren grevlerinden başlayan ve sonraki 7 yıl boyunca yasal grevlerden mitinglere, protestolardan iş yavaşlatmalardan fabrika işgallerine varan işçi sınıfımızın tarih sahnesine çıkıp rüştünü ispat ettiği yılların üstünde yükselen bir eylemdir.

15-16 Haziran eylemi, iktidarın işçi sınıfının fiilen kazanılmış sendikal haklarını yok sayan ve iş kolu barajını yüzde 33 olarak belirleyerek pratikte DİSK’e bağlı sendikaları yetkisiz hale getirmeyi amaçlayan yasanın iptal edilmesiydi!

İşçiler, sendikalara yönelik yüzde 33 yetki barajına karşı yürümüştü!

Evet, 1963 yılında çıkarılan 274-275 sayılı Sendikalar Yasası ile Grev ve TİS Yasası işçilerin elini kolunu bağlayan yasalardı. Ama sendikalaşmayı ve TİS’i “Yasalar ne diyor” diye bakarak kendilerini o yasalar çerçevesinde hapsetmemişlerdi. Tersine yasalara sadece sendikacılar bakıyor ve kendilerini de aşan eylemler karşısında “Bunlar yasalara aykırı” diyerek, mücadeleyi geri çekmeye çalışıyorlardı. Ama işçiler TİS’i ve grevi kazanılmış hakları olarak görüp, yasalar ne diyor kaygısı gütmeden kullanmışlardı. Özellikle de DİSK’in kurulmasıyla işçiler kendilerini yasayla sınırlamadan “TİS ve grev bizim hakkımızdır. Yasayla da sınırlanamaz” diyen bir anlayışla, yemek boykotundan fabrikaların işgaline akıllarının erdiği her mücadele biçimini kullanarak mücadelelerinin yasalarla sınırlanmasını boşa çıkarmışlardı!

Mevcut yasaların işçileri durduramayacağını gören dönemin AP iktidarı işçi sınıfının kazanılmış sendikal haklarını yok sayıp iş kolu barajını yüzde 33 olarak belirleyerek pratikte DİSK’e bağlı sendikaları yetkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu.

Çünkü baraj yüzde 33’e çıkarılınca Maden-İş dışındaki DİSK’e bağlı sendikalar yetkisiz hale geliyordu!

İşte DİSK ve bağlı sendikalar ve elbette üye işçiler, bu işçi düşmanı yasal düzenlemeyi iptal ettirmek için harekete geçtiler.

15-16 Haziran günleri İstanbul ve Kocaeli’nin sokakları, caddeleri, yolları, meydanları işçilerle dolup taştı!

Kadıköy Kurbağalıdere’de işçilerin yolu kesildi güvenlik güçleri işçilere ateş açtı 3 işçi hayatını kaybetti.

 15-16 Haziran yıllarındaki sorunlar bugün de büyük sorun olmaya devam ediyor

55 yıl önce sermaye ve iktidarı nasıl ki; işçilerin özgürce sendikalaşmalarını önlemek için barajlar koymuş, TİS’leri kapalı kapılar arkasında bağıtlanmasını sağlayan antidemokratik bir süreç olarak düzenlemiş, grev hakkını sadece TİS’de anlamazlığın sonucu bir hakka indirgemiş, iş güvencesini pamuk ipliğine bağlı hale getirmişse bugün de sendikalar yetki barajıyla engellenmeye grev hakkı yasaklarla sınırlanmaya çalışılırken iş güvencesi de patronun iki dudağı arasına emanet edilmiştir.

Nitekim Emek Partisi, ocak ayında başlatılan ve birçok sendikanın desteklediği, “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası kapsamında, grev ve direnişteki işçilerle, sendika yöneticileri ve uzmanlarıyla, akademisyenler ve gazetecilerle buluşarak binlerce imza toplayarak bu imzalarla birlikte Meclise sunulacak bir yasa teklifi hazırlamış bulunmaktadır. Hazırlanan teklif, destekleyen muhalefet partilerinin ortak imzasıyla, 15-16 Haziran direnişinin yıl dönümünde, Meclise sunulacak!  Emek Partisinin son girişimi açıkça göstermektedir ki 1963 yılında çıkarılan 274-275 sayılı Yasalardaki sendikaların örgütlenmesi, TİS ve grevle ilgili yasaklar bugün de sürmektedir.

O günkü sorunların bugün hâlâ devam ettiği ve elbette işçi sınıfımızın “Ben de varım” diyerek tarih sahnesine çıkıp Kavel grevinden 15-16 Haziran’a gelen 7 yıllık görkemli mücadele dönemi derslerini ileri işçi çevreleri, mücadeleci sendikacılar ve emek güçleri yarım yüzyıldan beri her yıl dönümünde ve her ihtiyaç duyduklarında yeniden yeniden gündeme alıp kuşaktan kuşağa aktarmaktadır.

Kamu işçisi için de tek seçenek!

Kamu çerçeve protokolü (KÇP) görüşmelerinin üstünden geçen üç buçuk ay sonra hükümet temsilcisi Türk Ağır Sanayi ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası (TÜHİS) 13 Haziran günü teklifini Hak-İş ve Türk-İş’e sundu.

TÜHİS’in 2025 yılının ilk 6 aylık dönemi için zam teklifi yüzde 16, yılın ikinci 6 ayında ise yüzde 8 oldu. 2026 yılı için ise ücret zammı teklifi ilk 6 ay için yüzde 7 ikinci 6 aylık dönem için ise yüzde 5 oldu!

TÜİK’in maniple enflasyonunun bile yıllık ortalamasının altında kalan ve Erdoğan-Şimşek programı için tam uyumlu bir teklif!

Bu teklif son yıllarda TİS masasına getirilmiş en düşük patron teklifi olması, sunulması için bunca aydır işçilerin ve sendikalarını oyalanması, teklifin 15-16 Haziran’ın çıkarılan derslerini konuşulduğu bir dönemde yapılması sadece işçilerin ve sendikalarının taleplerinin umursanmaması, hatta onların aşağılanması değil aynı zamanda işçilere ve sendikalarına meydan okunması anlamına da gelmektedir!

Tabii bu teklif aynı zamanda bundan sonraki kamu emekçilerinin toplu görüşmesi ve metal işçilerinin TİS’i için de bir bariyerdir!   

İktidarın teklifini açıklamasından sonra konuşan Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Ağar, “Bu teklif bizi hayal kırıklığına uğrattı. Kabul etmemiz mümkün değil” diyerek çok düşük profilli bir tepki gösterdi.

Eğer işçiler kendi taleplerine yakın bir sonuç almak istiyorlarsa asıl olarak 15-16 Haziran ve öncesi mücadelelerden, 1989 Bahar Eylemlerinden, 3 Ocak genel grevi ve 40 bin Zonguldak maden işçisinin kış kıyamet demeden Ankara’ya doğru yola çıkan büyük yürüyüşünden, “Metal Fırtına” ve metal işçilerinin grev yasağına rağmen mücadeleye devam diyerek hareket etmesi gerekmektedir.

Konuyu herhalde önümüzdeki günlerde de tartışmaya devam edeceğiz.

                                                                /././

15-16 Haziran 1970 (I): Çarklar durdu, işçiler sokaklarda -Zafer Aydın/Birgün-

Toplumsal muhalefetin yükselişi, fabrikaların, okulların, toprağın işgal edilmesi, anti emperyalist gösteriler, Doğu Mitingleri, Personel Kanunu’nda yapılmak istenilen değişikliğe karşı polislerin bile iş bırakarak dahil olduğu direniş, Adalet Partisi (AP) iktidarını köşeye sıkıştırıyordu. İktidarın amacı örgütlenme özgürlüğünü, siyaset yapma hakkını daraltmak, toplumsal hareketlerin gelişmesini önlemekti. 15-16 Haziran günlerinde işçilerin direnişine yol açan yasal düzenleme de aynı zihniyetin ürünü ve bir anlamda “Anarşiye Paydos Kanunu”nun işçi sınıfı hareketine teşmil edilmesiydi.
    
Pankartın dili: Hakkımızı alıncaya kadar mücadele etmeğe hazır mıyız? (!968 yılında Derby Lastik Fabrikası)

#1.Gün

Türkiye işçi sınıfı, 1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde İstanbul ve Kocaeli’de üretimi durduran onbinlerce işçi, sokakları doldurarak Cumhuriyet tarihinin o zamana kadarki en büyük işçi eylemine imza attı. 1976 DGM Direnişi, 1989 Bahar Eylemleri ve Gezi Direnişi ile birlikte 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde en kitlesel direnişlerden biri olarak kayıtlara giren eyleme, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü daraltan yasal düzenleme yol açmıştı. Yürürlükte olan 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nun bazı maddelerinde yapılmak istenilen değişikliklerin esas amacı ise Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) önünü kesmek, gücünü kırmak, giderek tasfiye etmekti. Yapılan açıklamalarda “Türk-İş’ten başka konfederasyon kalmayacak” ifadesiyle bu niyet açık açık dile getiriliyordu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Yapılmak istenilen düzenlemeye karşı ortaya konan irade, direnç, kelimenin tam anlamıyla taşları yerinden oynattı.

17 Haziran itibarıyla Türkiye başka bir güne uyandı. Eylemlerin yarattığı etki, ortaya koyduğu sonuçlar Türkiye’nin ilerleyen yıllarına da yansıdı. Sosyal ve siyasal süreçleri etkiledi, biçimlendirdi. 15-16 Haziran sınıfın mücadelesinde esinlendirici, yol gösterici bir özellik taşırken devlet ve sermaye katında ise “Komünizmin ayak sesleri” olarak algılanarak 12 Mart müdahalesi başta olmak üzere çeşitli hukuksuz girişimlere başvurulmasının sebepleri arsında yer aldı. Bu haliyle de 15-16 Haziran Direnişi sendikal harekette ve siyasette hem bir hatırlama ögesi hem de tartışma başlığı olarak ağırlığını koruyageldi. Bu dosya 2020 yılında Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan İşçilerin Haziranı 15-16 Haziran 1970 kitabından yola çıkılarak hazırlandı. Dosyada ayrıntılara çok girmeden, özet bilgilerle 15- 16 Haziran Direnişi’nin gelişimi, sonuçları ve yarattığı etkilere ayna tutmaya çalışacağız.

                                        İŞÇİLERİN HAZİRANI15-16 HAZİRAN 1970-Zafer Aydın/Ayrıntı Yayınları, 2020

15-16 HAZİRAN’A GİDERKEN TÜRKİYE

Kuşku yok ki 1960 ile 1980 arasındaki yıllar, Türkiye’nin en özgün dönemiydi. Toplumsal uyanış, aydınlanmanın, sınıf bilincinin, hak arama bilincinin gelişmesi, hak temelli mücadelelerin yaygınlaşması, politikleşme ve militanlaşma dönemin öne çıkan özellikleriydi. Bu olgularla biçimlenen toplumsal hareketler, 1965 seçimlerinde TİP’in parlamentoda temsili ile daha da güçlendi, bastığı zemini bir hayli genişletti. Elde edilen meşru demokratik zemin üzerinde işçiler, köylüler, gençler, kadınlar, Kürtler, kamu çalışanları dikkate değer bir örgütlenme ve mücadele pratiği sergilediler. Rejimden, düzenden duydukları rahatsızlıkları grev, boykot, kitlesel gösteri, işgal gibi eylemleriyle ortaya koydular. Toplumsal muhalefetin yükselişi, fabrikaların, okulların, toprağın işgal edilmesi, anti emperyalist gösteriler, Doğu Mitingleri, Personel Kanunu’nda yapılmak istenilen değişikliğe karşı polislerin bile iş bırakarak dahil olduğu direniş, Adalet Partisi (AP) iktidarını köşeye sıkıştırıyordu. Attıkları ilk adımlardan biri sol muhalefetin yani TİP’in parlamentoda temsilini sınırlayan seçim sistemi değişikliği oldu. Değişiklik sonucunda TİP, 1965 seçimlerinde aldığı oya yakın bir oy almasına rağmen 1969 seçimlerinde ancak 2 milletvekili ile temsil edildi. 1969 seçimlerinden bir kez daha galip çıkan AP, bu kez daha kapsamlı bir düzenleme yoluyla toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek üzere adımlar atma hazırlığı içine girdi. “Anarşiye Paydos Kanunu” diye duyurulan tedbirler çerçevesinde Bakanlar Kurulu, Cemiyetler Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Askerlik Kanunu gibi kanunlarda değişiklik ve cezai yaptırımların daha da artırılmasını öngörüyordu. Maksat örgütlenme özgürlüğünü, siyaset yapma hakkını daraltmak, toplumsal hareketlerin gelişmesini önlemekti. 15-16 Haziran günlerinde işçilerin direnişine yol açan yasal düzenleme de aynı zihniyetin ürünü ve bir anlamda “Anarşiye Paydos Kanunu”nun işçi sınıfı hareketine teşmil edilmesiydi.

İŞÇİ SINIFI MÜCADELESİNİN DEĞİŞEN ÇEHRESİ VE DİSK

Türk-İş içinde mazisi 1950’li yıllara uzanan anlayış farklılığı, 1967 yılında DİSK’in kuruluşu ile başka bir boyuta ulaştı. 13 Şubat 1967’de Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve Türk Maden-İş (Zonguldak) sendikaları İstanbul Valiliği’ne başvurarak DİSK’i kurdular. DİSK’in kuruluşu örgütsel olarak Türk-İş’ten anlayış olarak, güdümlü, vesayet altındaki sendikalardan, politik olarak da devletçi-milliyetçi yaklaşımlardan kopuştu. DİSK üyesi sendikalar sendikal mücadeleyi sınıf mücadelesinin içinde gören bir perspektifle verilenle yetinmek yerine, işçinin hakkı olanın peşine düşerek başarılı toplu iş sözleşmeleri imzaladı. İşçinin onurunu savunan eylem çizgisiyle de çalışanların işyerinde özne olarak kabul edilmesini sağladılar. DİSK ile birlikte sadece işçi sınıfı mücadelesinin çehresi değişmekle kalmadı, sendikaların misyonu da değişti. İşverenin sopası olarak çalışan sendikaların yerini işçinin söz ve karar sahibi olduğu örgütler aldı. DİSK izlediği çizgi ve misyonuyla işçilerin ilgisini çekmiş, sempatisini kazanmıştı.

DİSK’in etkinliğinin artmasıyla devlet ve sermayenin çalışma yaşamını kontrol altında tutma, işçi taleplerini baskılama sistematiği ciddi biçimde zayıflıyordu. Durumu yeniden kontrol altına almak üzere ilk adımlar işyerlerinde atıldı. İşyerinde işçinin tercihinin DİSK üyesi sendika olmasına rağmen işveren, sarı sendika ve devlet işbirliği içinde bu iradeyi yok sayan bir tezgah kuruldu. Üyelikte noter şartının gerekmediği o dönemde işveren uhdesinde olan çalışanlara ait bilgileri sarı sendikaya veriyordu. Sarı sendika da bu bilgileri kullanarak sahte üye fişi düzenliyordu. Devletin ilgili makamları da sahte üyeliklerle sarı sendikaları toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili ilan ediyordu. Organize edilen tezgaha karşı DİSK üyesi sendikaların yaptığı itirazlar ise ne bakanlıkta ne de yargıda bir karşılık buluyordu. İşçinin iradesine karşı kurulan tezgah, ancak fiili, meşru mücadele yoluyla bozulabilirdi. Öyle de oldu, DİSK üyesi sendikalar işçinin iradesinin tescil edilmesini, işyeri işgal eylemleriyle sağladılar. 1968 yılında Derby Lastik Fabrikası’ndan başlayarak Kavel Kablo (1968), Singer Dikiş Makineleri (1969), Demirdöküm (1969), Sungurlar Kazan (1970), ECA (1970) işgalleriyle işçinin iradesi, sendika tercihi açıkça ortaya konuldu. Böylece “patronun istediği sendika” dayatmaları kırılmıştı. Tek tek işyerlerinde işçinin iradesine karşı kurulan oyun tutmamış, tersine işyeri işgallerinde elde edilen başarılarla beslenen özgüven yeni örgütlenmelerin ve mücadelelerin önünü açmıştı.

YASA HAZIRLIĞI

İşyerlerinde DİSK ve üyesi sendikaları etkisizleştirme çabaları sonuç vermeyince bu kez meseleyi yasa yoluyla halletme çabası üzerine yoğunlaşıldı. Bu konuda ilk girişim 1969 yılında yapıldı. Türk-İş tarafından hazırlanan 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nda tadilat öngören düzenleme 11 Şubat 1969 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ulaştırıldı. Düzenlemeyi, Türk-İş üyesi Adalet Partili milletvekilleri Kaya Özdemir (Metal-İş Federasyonu/Türk Metal), Hasan Türkay (Çimse-İş), Enver Turgut (Tes-İş) ve Mustafa Ertuğrul (Teksif) Meclis’e taşımıştı. Türk-İş düzenlemenin yasaya dönüşmesi için Hükümet üzerinde yoğun baskı kurdu. Hatta bu konudaki ısrarını Ankara’da düzenlediği bir miting (24 Ağustos 1969) ile ortaya koydu. Buna rağmen, seçim tarihinin yaklaşması nedeniyle Hükümet işi ağırdan aldı. Meclis çalışmalarının sona ermesiyle de yasa tasarısı kadük hale geldi. Ne var ki Türk-İş yasa değişikliği konusunda ısrarlıydı. Konu 1969 Seçimlerinden sonra yeniden gündeme geldi. Hükümet bir kanun tasarısı hazırladı. Bir diğer hazırlık ise Türk-iş’te yapıldı. Türk-İş’te yapılan hazırlığı bu kez CHP milletvekilleri, Abdullah Baştürk (Genel-İş Genel Başkanı), Burhanettin Asutay (Türk-İş 3. Bölge Temsilcisi), Osman Soğukpınar (Ges-İş Genel Başkanı), Bahir Ersoy (Teksif Eski Genel Başkanı), Emir Postacı (Harb-İş Adana Şube Başkanı) Meclis’e taşıdı. Hükümetin tasarısı ile CHP milletvekillerinin taşıdığı teklif komisyonlarda ortaklaştırıldı. 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nun çeşitli maddelerini değiştiren düzenlemenin en kritik yanı ise sendika ve federasyonun kurulu olduğu işkolunda, konfederasyonun ise ülke düzeyinde faaliyet sürdürebilmesi için işçilerin üçte birini üye yapma zorunluluğunun getirilmesiydi. Örgütlenmede yüzde 30 üzerinde bir baraj dayatması anlamına gelen bu değişiklik, Anayasa’nın işçilere tanıdığı sendikalaşma hakkını büyük ölçüde daraltan bir nitelikteydi.

Öte yandan yapılmak istenen düzenlemenin esas hedefi DİSK’i etkisiz hale getirmekti. Nitekim 11-16 Mayıs 1970 tarihleri arasında Erzurum’da toplanan Türk-İş 8. Genel Kurulu’na katılan Hükümet temsilcileri “yasa değişikliği sonrasında Türk-İş’ten başka konfederasyon kalmayacağı” müjdesini verdiler. Bu açıklamalar yasa değişikliğinin hedefinin DİSK olduğunu ayan beyan ortaya koyuyordu. Yapılan açıklamalar sendikalara “tek tip- milli bünyeye uygun sendikacılık” dayatılacağını gösteriyordu. Meclis içinde ve dışında üzerinde geniş tartışmalara yol açtı. Ülkenin sayılı hukukçuları, Anayasa profesörleri, yapılmak istenen düzenlemeye karşı görüş bildirdiler. DİSK ve bağımsız sendikalar ile Türk-İş içinde yasadan etkilenme ihtimali olan sendikalar itirazlarını yükselttiler. Buna rağmen Sendikalar Kanunu’nu değiştiren 1317 sayılı Kanun Meclis ve Senato’dan geçerek yasalaştı. Kabul edilen yasa, 12 Ağustos 1970 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

YASA KARŞISINDA DİSK

Şu açık ki kurulduğu andan itibaren DİSK, egemenlerin hedefinde bir örgüttü. Bu nedenle DİSK, bunu göz önünde tutarak yürüdü, kendine yönelik saldırılar ve saldırı ihtimallerine karşı deyim yerindeyse daima istim üstündeydi. 1969 yılında DİSK’i hedef alan düzenlemenin gündeme gelmesiyle birlikte de tam anlamıyla teyakkuza geçti. Üye toplantılarında kongrelerde, eğitim çalışmalarında, gece, şenlik, piknik gibi etkinliklerde konu işçilere anlatıldı. Konu üzerinde işçinin dikkatinin ve ilgisinin diri tutulması sağlandı. 1970 yılında yasa değişikliğinin bir kez daha gündeme gelmesiyle birlikte iş daha sıkı bir biçimde ele alındı. Hem DİSK’te hem de üye sendikalarda yasaya karşı direniş iradesi adım adım örüldü.

Bu konuda ilk adım 1970 yılının Şubat ayında toplanan DİSK’in 3. Genel Kurulu’nda atıldı. Genel Kurul, eylem kararı aldı ve yapılacak eylemlerle ilgili olarak DİSK Yürütme Kurulu’nu yetkilendirdi. Düzenlemenin Meclis’te yasallaşma seyrine paralel olarak DİSK de hızlandı. DİSK, bir yandan yetkili sendikanın belirlenmesinde referandum talebini öne çıkararak kamuoyuna görüşlerini aktarıyor, bir yandan da Cumhurbaşkanı, Hükümet temsilcileri ve siyasi partiler ile görüşmeler yapıyordu. Aynı anda örgütünü de direnişe hazırlıyordu. Bu çerçevede sendikaların çeşitli kademelerinde sorumluluk üstlenenlerle bir dizi toplantılar yapıldı. Bunların içinde en dikkat çekici olanlardan biri 18 Mart 1970 tarihinde gerçekleştirilen toplantıydı. DİSK, üye sendikalara gönderdiği yazıda, sendika yöneticileriyle birlikte “ileride gerçekleşecek eylemlerde fiilen yönetici olabilecek üyelerin de” katılmasını istedi. Bu yazı daha Mart ayında DİSK’te eylem iradesinin şekillendiğine dair önemli bir işaretti.

Sendika yönetimleriyle yapılan toplantılardan çıkan kararlar çerçevesinde DİSK, Kemal Nebioğlu başkanlığında, Salih Çetin, Şinasi Kaya, Hilmi Güner ve Mustafa Baştan’dan oluşan “DİSK Direniş Komitesi”ni kurdu. Komite 5 Haziran 1970 tarihinde yaptığı toplantıda eylem önerilerini DİSK’e sundu. Aynı esnada üye sendikalarda da benzer çalışmalar yapılıyordu. Fabrikalarda ise işyeri ve ünite temsilcileri ile öncü işçiler, sendikalarını yok edecek ve buna bağlı olarak işçilerin haklarını ortadan kaldıracak düzenlemeye karşı propoganda çalışması yürütüyor, direniş çağrısı yapıyordu. Birkaç koldan sürdürülen hazırlık çalışmalarının eylem kararına dönüşmesi ise 14 Haziran 1970 tarihli işçi temsilcileri toplantısında oldu. 14 Haziran günü Merter’de Lastik-İş Sendikası’na ait toplantı salonunda toplanan DİSK üyesi sendikaların işyeri temsilcileri yaptıkları konuşmalarda yapılmak istenilen düzenlemeye karşı “Biz hazırız” mesajını verdiler. 29 işyeri temsilcisinin konuşma yaptığı toplantının sonunda eylem kararı alındı. Kemal Türkler tarafından toparlanan kararlarda “yasa geri alınıncaya kadar” ibaresiyle eylemlerin ucu açık bırakılmış olsa da planlama üç günlüktü. Birinci ve ikinci günler yani ayın 15 ve 16’sında üretim durdurulacaktı. Üretimi durduran işçilerden sokağa çıkabilenler, sokağa çıkıp eş ve çocuklarını, diğer fabrikaların işçilerini de yanına alarak kitlesel gösteriler yapacaklardı. 17 Haziran günü ise işçilerin bulundukları bölgelerden yürüyerek gelecekleri Taksim’de, büyük bir miting düzenlenecekti. Taksim’e yürüyerek gelme kararı, İstanbul’un bütününü gösteri merkezi haline çevirme niyetinin işaretiydi. Kemal Türkler bu toplantıda yaptığı konuşmada, kamu taşıtlarının kullanılması gerektiği durumlarda ücret ödenmemesi ve herhangi bir işçi gözaltına alındığında nerede olursa olsun onun kurtarılması gerektiğini vurguladı. Ayrıca sokağa çıkan işçilerin saldırı maksadıyla değil, ama kendilerini korumak üzere tedbir almaları çağrısını da yaptı.

14 Haziran toplantısını Cumhuriyet gazetesi adına izleyen Şükran Soner, “DİSK’in büyük bir eylem yapacağını anlamış, ama buna gazetenin yazı işlerini ikna edememişti.” Bu nedenle eylem haberi gazetede birinci sayfada ama hak ettiğinden daha küçük bir boyutta görülmüştü. Toplantının dikkat çekici bir başka yönü de DİSK üyelerinin dışında bağımsız sendikalardan yöneticilerin ve Türk-İş üyesi işyerlerinden işçilerin de katılmış olmasıydı. Örneğin Türk-İş üyesi Tek Gıda-İş Sendikası’nın yetkili olduğu Cevizli Tekel Fabrikası’ndan Mehmet Mıhlacı ve Bahtiyar Kuru da toplantıdaydı.

                                                        Cumhuriyet Gazetesi - 15 Haziran 1970

Bu arada işçileri eyleme çağıran bildiriler, afişler, özel sayı gazeteler hazırlanmış, eylemleri kayda almak üzere kameralar dahi kiralanmıştı. 14 Haziran toplantısından çıkanlar fabrikalara, işçi mahallelerine, işçi kahvelerine giderek “Eyleme geçiyoruz” haberini verdiler, katılım çağrısı yaptılar. Bölge temsilciliklerinde toplantı yapanlar ise kendi bölgelerinde eylemin nasıl örgütleneceğini konuşup kararlar aldılar. Örneğin Pendik’te bulunan Maden-İş 4. Bölge Temsilciliği’nde yapılan toplantıda Koç’un iki büyük fabrikası, Kadıköy tarafında bulunan Otosan ile Gebze tarafında bulunan Arçelik’in işçilerinin birbirine doğru yürüyüşe geçmesi, böylece Ankara Asfaltı’nın gelişli gidişli trafiğe kapatılması kararlaştırıldı. Eylem günü bölgede bulunan fabrikalardan çıkan işçi kortejlerinin yönünü Ankara Asfaltı’na çevirmesinin bir yanı da Bölge Temsilciliği’nde alınan bu karardı. İşyeri işgallerini yaşamış fabrikalarda işgal sırasında kurulu komiteler de eylemleri organize etmek üzere tekrar canlandırıldı. Ayrıca işçi temsilcileri tarafından çekilen telgraflarla Ankara’daki yetkili makamlar ve siyasi partiler uyarıldı. Uyarıların dikkate alınmadığı durumda “Anayasal direnme hakkının kullanılacağı” bilgisi verildi.

Devlet de güvenlik aparatları aracılığıyla DİSK’i takip ediyordu. İçişleri Bakanlığı belgelerinde, DİSK’in eylem hazırlığı içinde olduğuna dair bilgi şöyle yer almıştı:

Hükümetin 274-275 sayılı kanunlarda teşrii [Yasama yoluya değişiklik] değişikliğe gidilmesini kararlaştırması üzerine, durumun DİSK ve bağlı kuruluşlarca öğrenilmesi neticesinde mezkur[adı geçen] teşekkül derhal faaliyete geçmiş ve tasarıların kanunlaşmasını önlemek maksadıyla bütün teşkilâtına gerek gizli, gerekse bildirilerle durumu intikal ettirerek bir direnme ortamı hazırlamaya başlamıştır. (Cüneyt Arcayürek, Hürriyet gazetesi, 3 Temmuz 1970.)

/././

15-16 Haziran 1970 (II)- Eylemler başlıyor: Sokaklar işçilerin -Zafer Aydın/Birgün-

#2.Gün

15 Haziran 1970 Pazartesi günü Türkiye sanayisinin en büyük üretim üssü İstanbul ve Kocaeli’de kurulu fabrikalarda üretim durdu. Her gün işçileri üretime çağıran fabrika düdükleri o sabah, üretim yapılmayacağının habercisiydi. İşyeri temsilcileri, ünite temsilcileri ve öncü işçiler bulundukları bölümlerde yaptıkları konuşmalarla, sloganlarla, şalterleri indirip eylemi başlattılar. DİSK’in örgütlü olduğu bütün fabrikalarda üretim durduruldu. Böylece bölgesel nitelikte bir genel grev başlatıldı.

Üretimi durduran işçilerin bir kısmı fabrikalarını terk etmek yerine işyerinin bahçesinde bekleyerek eylemlerini sürdürdüler. Örneğin Auer, Uzel, Grundig gibi fabrikalarda ilk gün böyle geçti. Çoğu fabrikada ise üretimi durduran işçiler, üretim alanlarını koruyacak yeterli sayıda nöbetçi bırakarak sokaklara çıktılar.

Bölgede bulunan fabrikaların işçileriyle buluştular. Yanlarına eşlerini çocuklarını aldılar. DİSK üyesi olamayan fabrikaların önüne giderek işçileri mücadeleye, eyleme, birlikte yürümeye davet ettiler. Bir zincirin halkaları gibi birbirine eklenerek ilerleyen işçi kortejleri önlerine çıkan asker barikatlarını aşarak yürüdü. İstanbul’un Anadolu Yakası, Bakırköy-Topkapı ve Boğaz-Levent hattı ile Haliç bölgesi kitlesel işçi gösterilerine ev sahipliği yaptı. Kocaeli’de ise İstanbul ve Sakarya taraflarında yer alan fabrikaların işçileri iki koldan Kocaeli merkezine yürüyerek burada büyük bir miting yaptılar. Her taraftan aynı ses yükseliyordu: “DİSK’i kapattırmayacağız”, “Anayasal hakkımızın ortadan kaldırılmasına izin vermeyeceğiz.” Sokağa çıkan işçiler Adalet Partisi iktidarına karşı öfke doluydu. Bu öfke 15 Haziran Pazartesi günü akşam saatlerinde Başbakan Demirel’in kardeşlerinin de ortak olduğu Kartal’da kurulu Haymak Fabrikası önünde patladı. Haymak’ta Maden-İş örgütlenmesini engellemek isteyen işveren, Eskişehir’den işçi getirmişti. İşverenin getirdiği adamların işçilerin eylemine müdahale etmek istemesi fabrikada kavganın yaşanmasına yol açtı. Haymak’ta yaşanan gerilimin bilgisinin yürüyüş kollarına ulaşmasıyla işçi kortejleri de yönünü Haymak’ın önüne çevirdi. Burada toplanan on bin civarında işçi işyerinin idare bölümünü basarak masa sandalye ve benzeri büro malzemelerini camdan aşağı attı. Ankara’da yayınlanan günlük Ulus gazetesi çalışanları da iş bırakıp gazeteyi yayınlamayarak direnişe destek verdiler. Eylemlerin ilk gününde Başbakan Demirel “Devlet her güçten kuvvetlidir” açıklamasını yaparken bir anlamda işçilerin sahip olduğu gücü farkettiğini de ima ediyordu. İşçiler eylemleri bitirip ertesi gün yeniden buluşmak üzere sokaklardan ayrılırken DİSK Genel Merkezi polisler tarafından basıldı ve arama yapıldı.

***

16 HAZİRAN EYLEM BÜYÜYOR: KODAMANLAR BİZİ GÖRSÜN

16 Haziran Salı günü yine bacalar tütmedi, üretim yapılmadı. 15 Haziran günü üretimi durdurup sokağa çıkmayan işçiler de bu kez sokaklardaydı. Bir önceki gün fabrikalarını sıkı sıkıya kapatan, işçilerin eyleme katılmasına engel olan Türk-İş’in yetkili olduğu işyerlerinin sahipleri de Haymak’ta yaşananların tedirginliğiyle kapıları ardına kadar açmıştı. Kitleselleşen işçi kolları bölgelerin dışına çıkıp ana caddelere, kentin merkezlerine yöneldiler.

Bakırköy ve Topkapı’dan gelen işçi kolu önüne konulan polis, asker barikatlarını, tanklarla yapılan engellemeleri aşa aşa, Fındıkzade, Vatan Caddesi, Beyazıt Meydanı ve Sultanahmet’ten Vilayet’in önüne gelmiş, buradan Eminönü’ne inmişti. Valilik ise işçilerin Beyoğlu tarafına geçmesini engellemek üzere köprüleri açmıştı. Haliç bölgesinde de fabrikalar boş, sokaklar doluydu. Haliç bölgesindeki işçiler birkaç koldan yürüdüler. Bir kol Unkapanı yönüne, bir başka kol ise Kağıthane tarafına yöneldi. Bazı işçi kolları da bölgede kalarak gösteri yaptı. Boğaz-Levent-Beşiktaş hattında yer alan fabrikaların toplanma merkezi Levent Oto Sanayii’nin önüydü. İstinye’den ve Beşiktaş tarafından gelen fabrikaların işçileriyle Levent- Mecidiyeköy bölgesinde kurulu fabrikaların işçileri burada buluşarak yönlerini Taksim tarafına çevirdiler. İşçi kolu çok fazla ilerleyemeden yolu polis tarafından kesildi. Polisin yürüyüşe engel olmak istemesi ve kortejin önünde bulunan kadınlara saldırmasıyla büyük bir çatışma yaşandı. İşçiler polisin ateşli silahlarla saldırısına taşlarla karşılık verdiler. İşçinin kararlılığı karşısında direnç gösteremeyen polisler çareyi kaçmakta, civardaki evlere sığınmakta buldu. Polisin kaçarken yola saçtığı kask, cop, kalkan ve bir adet tabancaya işçiler tarafından el konularak Profilo Fabrikası’nın bahçesinde sergilendi. Bu çatışmada 6’sı kurşunla olmak üzere 23 işçi ile 8 polis yaralanmıştı. Polis barikatını aşan işçiler yollarına devam ederken bu kez de Şişli tarafında önleri kesildi. Akşam saatleri yaklaşmıştı, bu barikatı zorlamayan işçiler fabrikalarına geri döndüler.

Anadolu Yakası, 16 Haziran günü işçilerin en hareketli olduğu bölgeydi. Sokağa çıkan işçiler daha fazla görünür hale gelmek, taleplerini daha fazla insana duyurmak amacındaydı. Bu nedenle bir önceki güne göre güzergahlar çeşitlendi ve daha merkezi bölgeler hedef seçildi. 15 Haziran günü Kartal istikametine yürüyen Otosan işçileri bu kez Üsküdar’a doğru yürüyüşe geçtiler. Gebze-Çayırova bölgesinin işçileri Ankara Asfaltı üzerinde yürürken Kartal-Maltepe’nin sahil tarafında bulunan fabrikaların çalışanları yönlerini Kadıköy’e çevirmişlerdi. Kadıköy istikametine yönelen işçiler bir yol ayrımına geldiğinde “Kodamanlar bizi görsün” diye zenginlerin oturduğu Bağdat Caddesi’nden yürümeyi tercih ettiler. Fenerbahçe Stadı önüne gelen işçi kortejinin yolu bir kez daha kesildi. Verilen emir işçilerin Kadıköy İskelesi’ne inmesinin engellenmesiydi. Bir kez daha çatışma çıktı. Çatışmaya Üsküdar’dan gelip Kadıköy üzerinden fabrikalarına dönmek üzere olan Otosan işçilerinin de dahil olmasıyla polis iki işçi grubunun arasında kaldı. Polisin silah kullandığı işçilerin de taş ve sopalarla karşılık verdiği çatışmanın sonunda asker, polis ve işçilerden onlarca kişi yaralandı. Mutlu Akü işçisi Yaşar Yıldırım, Tekel işçisi Mehmet Gıdak ve Vinilex işçisi Mustafa Baylam ile Toplum Polisi Yusuf Kahraman yaşamını yitirdi. (Genel kanı, 16 Haziran günü yaşamını yitiren Fenerbahçe İşkembecisi sahibi Abdurrahman Bozkurt’un başka bir husumet nedeniyle öldürüldüğü yönündedir. Eldeki bilgi ve belgeler bu konuda kesin yargı belirtmeye yeterli olmasa bile tersini kanıtlayacak veriye de rastlanmamıştır. Bu nedenle ölü sayısını 4 saymak daha uygun olacaktır.)

Eylemler sırasında öfkeli işçi toplulukları Adalet Partisi’nin Kadıköy ve Kartal’da bulunan ilçe örgütü binalarını tahrip ettiler. 15 Haziran’da Beşiktaş ve Eyüp karakollarından olduğu gibi 16 Haziran’da da Kadıköy ve Kartal karakolları ile gözaltı araçlarından gözaltına alınmış arkadaşlarını kurtardılar.

Direnişin bir diğer kenti Kocaeli’de işçiler 15 Haziran’a göre daha kitlesel, daha örgütlü ve daha coşkulu bir biçimde eylemdeydi. Yine iki koldan (İstanbul ve Adapazarı) yürüyen işçiler kent meydanında buluştular. Burada büyük bir miting yaptılar. Yürüyüş sırasında temsilcilerinin gözaltına alındığı haberi gelmesi üzerine oturma eylemi yaparak yolu trafiğe kapatan işçiler arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağladılar.

16 Haziran gününün en trajik eylemi ise Ankara’da yaşandı. İşçi sayısının az, sendikalaşmanın düşük olduğu Ankara’da işçiler ve devrimci gençler Ankara Sanayi Sitesi’ne gidip işçileri eyleme katılmaya çağırdılar. Eylem çağrısı yapanlara polis müdahale etti. Sanayi Sitesi esnafı ve onların yanında çalışanlar da polisin yanında saf tutup saldırıya ortak oldular.

DİSK’in, 17Haziran 1970 tarihli "İşçi sınıfına karşı hazırlanan faşist kanunlara direniş" özel sayısı. Dergi "BÜYÜK DİRENİŞ. Bugün saat 17’de, Taksim alanında miting var." başlığı ile çıkmıştı.

İşçilerin sokakları doldurduğu saatlerde hem 1. Ordu Komutanı Kemal Atalay, hem de İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, Jandarma Genel Komutanı ve İstanbul Valisi DİSK Genel Başkanı ve Yürütme Kurulu üyeleriyle görüşme yaptı. İlk görüşme 1. Ordu Karagâhı’nda, ikinci görüşme ise İstanbul Valiliği’nde gerçekleştirildi. Bu görüşmelerde 1. Ordu Komutanı “sokakların asker ve işçi ceseteriyle dolu” olduğundan bahisle eylemden vazgeçmelerini istedi. Sendikacıları tutuklamayla tehdit etti. Aynı baskı Vilayette yapılan görüşmede de sürdü. Vilayetten çıkan Kemal Türkler, ölü ve yaralılar hakkında devlet yetkililerinin verdiği bilgi üzerinden işçilere “Provakasyona gelmeyin, askerle karşı karşıya gelmeyin” açıklaması yaptı. Türkler aynı açıklamasında 17 Haziran Çarşamba günü yapmayı planladıkları mitingden vazgeçmediklerini, ancak Cumartesi gününe ertelediklerini söyledi. DİSK yöneticileri gerçek ölü ve yaralı sayısını ise DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker’in Vilayetten sora gittiği Hürriyet gazetesinden edindiği bilgiyle öğrendiler.

***

Fotoğrafın hikâyesi: İstinye’den ve Beşiktaş tarafından gelen fabrikaların işçileriyle Levent- Mecidiyeköy bölgesinde kurulu fabrikaların işçileri burada buluşarak yönlerini Taksim tarafına çevirdiler. İşçi kolu çok fazla ilerleyemeden yolu polis tarafından kesildi. Polisin yürüyüşe engel olmak istemesi ve kortejin önünde bulunan kadınlara saldırmasıyla büyük bir çatışma yaşandı. İşçiler polisin ateşli silahlarla saldırısına taşlarla karşılık verdiler.

***

İŞÇİLERE KARŞI SIKIYÖNETİM: HAPİS VE İŞTEN ATMA

İşçi eylemlerinin yarattığı korku ve tedirginlik hemen kendini gösterdi. Eylemi “can ve mal güvenliğine karşı ayaklanma” olarak gören Başbakan Demirel, Bakanlar Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırdı. Bakanlar Kurulu, 16 Haziran günü saat 21.00’den başlamak üzere İstanbul ve Kocaeli’nde Sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetimin çıkardığı tebliğlerle gösteriler yasaklandı, genel kurul ve benzeri toplantılar ile çeşitli sosyal etkinlikler izne bağlı hale getirildi. Askeri birlikler ve tanklar 17 Haziran’dan itibaren fabrikaların önüne konuşlanarak işçilerin fabrikalardan çıkmasına karşı önlem aldı. Askerlere girişilecek herhangi bir fiili harekete karşı vur emri verildi.

DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, Yürütme ve Yönetim Kurulu üyeleri ile işçi temsilcileri gözaltına alındı, tutuklandı. Gözaltına alınan işçi temsilcilerine polis merkezlerinde işkence yapıldı. Gözaltına alınıp tutuklananlar arasında devrimci gençler de vardı. Tutuklu 263 kişi hakkında Sıkıyönetim mahkemelerinde 67 dava açıldı. Askeri mahkemelerde karara bağlanan 29 dosyada çeşitli hapis cezaları verildi. İşçiler, DİSK yöneticilerinin ve arkadaşlarının yargılandığı davaları yakından takip ettiler. Sıkıyönetim Komutanlığı işçilerin duruşmaları takip etmesini önlemek maksadıyla duruşma salonuna girişte kravat takma zorunluluğu getirdi. Demir Döküm işçileri çalışırken kullandıkları ter bezlerini, mendilerini boyunlarına takarak bu yasağı deldiler. Kemal Türkler’in de aralarında olduğu ana davada yargılananlardan bir kısmı 99 gün tutuklu kaldı. Tutukluluk Sıkıyönetimin kalkmasının ardından dosyaların devredildiği sivil mahkemenin kararıyla sona erdi. Serbest bırakılan DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ziyaret için gittiği fabrikalarda büyük bir coşkuyla, Doğu Galvaniz gibi bazı fabrikalarda da kurban kesilerek karşılandı. Kemal Türkler’in ve DİSK yöneticilerinin yargılandığı dava ise 14 yıl sürdü ve 1984 yılında beraatla sonuçlandı. Sıkıyönetimi fırsat olarak değerlendiren işverenler işçi kıyımına girişti, çeşitli fabrikalarda 1100 işçi işten çıkarıldı. DİSK dayanışma kampanyaları örgütleyerek hapisteki işçilerin ailelerine ve işten atılanlara destek sağladı.

***

ARTÇI EYLEMLER

Tank namluları fabrikalara çevrilmişken işçilerin sokağa çıkması pek mümkün olmadı ama eylemler de bıçakla kesilir gibi kesilmedi. Bu kez fabrikalarda üretim yapmayarak ya da üretimi düşürerek eylemlere devam edildi. Üstelik bu eylemlerin bir kısmı Türk Philips’te olduğu gibi askerlerin mangalar halinde üretim sahasında dolaşmasına, “Çalışın” baskısına rağmen yapılmadı. En uzunu on günü bulan bu direnişler ya işçi atılmaması ya atılan işçilerin geri alınması ya işçilerin temsilcilerin askere polise verilmemesi ya da eylemde geçen iki günün ücretlerinin ödenmesi karşılığında peyderpey sona erdi. Öte yandan 18 Haziran günü İzmir’de 24 saatlik bir iş bırakma eylemi gerçekleştirildi. DİSK üyesi Maden-İş,Lastik-İş ve Gıda-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda gerçekleşen eylem sırasında işçilerin sokağa çıkma ihtimaline karşı asker ve polis tarafından yoğun tedbirler alındı. 17 Haziran günü Adapazarı’nda Lastik-İş’in örgütlü olduğu fabrikalarda da iş bırakma eylemi yaşandı. 15-16 Haziran’ın artçı direnişleri içinde en sarsıcısı Haliç bölgesinde kurulu Gıslaved Lastik Fabrikası’nda yaşandı. İşçiler eylemde geçen iki günün ve ardından fabrikanın kapalı tutulduğu üç günün, yani beş günlük ücretlerini talep ettiler. İşveren buna yanaşmadı, dahası Kauçuk-İş’e geçenlere bu parayı vereceğini açıkladı. İşçilerin buna yanıtı ise 13 Ekim 1970 tarihinde fabrikayı işgal etmek oldu. İşgal eyleminin üçüncü gününde polis fabrikaya müdahale etti. İşçilerden Hüseyin Çapkan polis kurşunuyla öldü. Polis şiddetine maruz kalarak beyin kanaması geçiren Hasan Kırık ise 19 Mart 1971 tarihinde yaşamını yitirdi.

***

YASA UYGULANAMADI

274 sayılı Sendikalar Kanunu’nda tadilat yapan 1317 sayılı Kanun 1970 yılının Ağustos ayında Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Yasaya karşı önce Türkiye İşçi Partisi (TİP), hemen ardından da CHP iptal talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi 8-9 Şubat 1972 tarihinde verdiği kararla 1317 sayılı Kanun’un üçte bir temsili öngören düzenlemesini iptal etti. Anayasa Mahkemesi kararı 19 Ekim 1972 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. Kanunun yürürlüğe girmesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi arasında iki yıla yaklaşan bir zaman geçmiş olmasına rağmen yasanın işçilerin itirazına konu olan düzenlemesi uygulanamadı. Çalışma Bakanlığı’nın Ankara’yı pilot bölge olarak ilan etmesine ve uygulamada ısrar etmesine rağmen bu başarılamadı. Bunda 15-16 Haziran Direnişi’nin ve DİSK tarafından yapılan uygulanırsa yeni eylemlerin gündeme geleceği açıklamasının etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca iş mahkemelerine bakan hakimlerin” 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev Lokavt Kanunu’nda yetki konusunu düzenleyen maddeler varken 1317 sayılı Kanun’la yapılan değişikliğin uygulanamayacağı” yönünde ortak bir karar alması da düzenlemenin karşılık bulamamasında etkili olan bir diğer faktördü.

                                                                   /././

15-16 Haziran direnişinin bugünü -Atilla Özsever/soL-

Bundan tam 55 yıl önce işçi sınıfı tarihinin en önemli olaylarından biri olan 15-16 Haziran 1970 direnişi gerçekleşmişti. İşçiler, AP (Demirel) iktidarının sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan yasasına karşı direnişe geçti. İki gün boyunca İstanbul ve Kocaeli’nde hayat durdu. Peki bu direnişin günümüze mirası nedir?

Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli işçi direnişleri arasında yer alan 15-16 Haziran 1970 olaylarından bugüne tam 55 yıl geçti. Bu büyük direnişin amacı neydi, neden olmuştu, nasıl sonuçlara yol açtı ve günümüze kalan mirası nedir gibi soruları kısaca yanıtlamaya çalışalım.

15-16 Haziran olaylarına yol açan faktörlerin başında ekonomik ve sosyal olgular gelmektedir. 1960’lardan itibaren uygulanan ithal ikamesi model, ülkemizde montaj sanayinin gelişmesine neden olmuş ve dayanıklı tüketim malları büyük ölçüde iç pazara dönük bir faaliyeti gerektirmiştir.

Ancak 1970’lere doğru stokların artmasıyla birlikte ihracat olanaklarının da sınırlı olması nedeniyle maliyetler yükselmiş, işverenler de yüksek maliyeti gerekçe göstererek düşük ücret önermişlerdir. Düşük ücret politikası da grevlerin başlamasına neden olmuştur.

Bu arada Adalet Partisi (Demirel) Hükümeti, sendikal hareketi kontrol etmek için daha sonra 15-16 Haziran olaylarına yol açacak olan 1317 sayılı yasayı TBMM’ye sevk etmiştir. Ekonomik darboğaz, Ağustos 1970’te büyük bir devalüasyon yapılmasına gerekçe olmuştur.

DİSK'in yükselişi

Dönemin sosyal gelişmelerinin başında da, işçi ve gençlik mücadelesinin yükselmesi ve DİSK’in (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) özellikle özel sektörde örgütlenmesi gelmektedir. 1968-1970 yıllarındaki işçi mücadelesinin gelişmesi, sermaye sınıfını, Türkiye İşçi Partisi (TİP) dışındaki diğer siyasi partileri ve Türk-İş’i rahatsız etmiştir.

15-16 Haziran olayları öncesinde DİSK’in Kavel, Derby, Demir Döküm, Sungurlar gibi birçok fabrikada işyeri işgali, grev ve eylemlere başvurması, buralardaki militan sendikacılık, işçi temsilcilerinin deneyim kazanması, daha sonraki büyük direnişte önemli bir rol oynamıştır.  

Bu koşullarda zamanın AP (Adalet Partisi) Hükümeti, DİSK’in gelişmesini önlemek ve tasfiyesini sağlamak için 1317 sayılı yasayı hazırlamıştır. AP'li Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Mayıs 1970'te Erzurum'da yapılan Türk-İş Genel Kurulu'nda “DİSK'in çanına ot tıkamaktan” söz etmiştir.

Yasanın hazırlanmasında Türk-İş ve AP işbirliği söz konusu olmuş, Türk-İş üyesi ve aynı zamanda AP milletvekilleri olan birkaç sendikacı yasanın lehinde girişimlerde bulunmuşlardır. DİSK ve TİP, bu yasaya karşı çıkarken CHP de başlangıçta bu yasayı desteklemiştir.

Yasanın özellikleri ve direniş

1317 sayılı yasa, Türkiye çapında bir sendikanın faaliyette bulunabilmesi için o işkolundaki işçilerin en az üçte birini (yüzde 33’ünü) temsil etmesi gerektiğini koşula bağlıyordu. Konfederasyon kurulması için de tüm sigortalı işçilerin üçte birini örgütleme şartı vardı.

Yasanın TBMM’de kabul edilmesi üzerine DİSK harekete geçti, 15 Haziran günü 70 bin işçi yürüdü, 16 Haziran’da bu sayı 150 bine çıktı. Bir yandan İzmit’ten İstanbul’a doğru işçiler yürürken bir yandan da İstanbul’un hem Asya, hem Avrupa yakasında büyük gösteriler, fabrika işgalleri yapıldı. İki şehirde, iki gün boyunca hayat durdu.

Olaylar sırasında çatışma çıktı; üç işçi, bir esnaf ve bir polis öldü. Olaylar, DİSK’in de boyutlarını aştı, Türk-İş üyesi işçiler de eyleme katıldı; olaylara katılan 168 işyerinden 121’i Türk-İş üyesi işçilerin çalıştığı işyerleriydi. Öğrenciler de eyleme destek verdi. 16 Haziran akşamı İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan edildi. 21 DİSK yöneticisi tutuklandı. Sonuçta 5 bin dolayında işçi işten çıkarıldı.

Eylemden sonra CHP’nin tavrı değişti, TİP ve CHP, 1317 sayılı yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. Anayasa Mahkemesi Ekim 1972’de yasanın sendikal örgütlenmeyi kısıtlayan maddelerini iptal etti.    

Eylemin değerlendirilmesi:

15-16 Haziran eylemi bugüne ışık tutacak önemli özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
 Bu eylem, ilk kez hak gaspına karşı bir sınıf hareketi olarak ortaya çıkmış, ücret dışı haklarla ilgili kitlesel bir mücadelenin ilk örneğini oluşturmuştur.
• İşçinin ekonomik bilincinde niteliksel bir sıçrama yaparak çeşitli işkollarındaki işçilerin ortak bir eylemi olmuştur.
• İşçiler, oy verdikleri bir partiye (Adalet Partisi'ne) karşı bir sınıf tavrını ortaya koymuşlardır.
• Eylemde DİSK’in yanı sıra Türk-İş, bağımsız sendikalar, öğrenci gençlik, sol aydınların birlikteliği dikkati çekmiştir. Eylem yoluyla sendikal birlik sağlanmıştır. Olaylarda sendikalı işçiler az olmasına rağmen öncü kadrolar sayesinde işçi kitlesi ve toplumsal muhalefet harekete geçirilebilmiştir.
• Bu direnişte, işyeri temsilcilerinin öncülüğünde kurulan komiteler çok etkiliydi. İşçilerin kararlı ve fiili eylemi, hiçbir engel tanımadı, polis ve asker barikatları aşıldı. Bu eylem, örgütlenmeyi sınırlayan yasalara karşı hem bir direniş, hem de bir ayaklanma niteliği taşıyordu. 
• O dönemde Milli Demokratik Devrim (MDD) adı altında işçi sınıfından ziyade asker-sivil radikal küçük burjuva unsurların daha etkili olacağına ilişkin bir tez ön plandaydı. İşçi sınıfı, 15-16 Haziran eylemiyle öncü bir güç olma kapasitesini göstermiştir.
 Eylem yasal olmamasına rağmen toplumda meşru ve haklı olduğu izlenimini yaratmış, Anayasa Mahkemesi kararıyla da bu meşruiyet onaylanmıştır.
• Sendika-siyaset ilişkisi açısından TİP-DİSK ilişkisine darbe vurulmuştur. Eyleme yol gösterecek ve siyasi sonuçları alacak bir sınıf partisinin eksikliği görülmüştür. TİP bu konuda yetersiz kalmıştır.
• 15-16 Haziran eylemiyle ordunun işçi hareketine olan sempatisi son bulmuş, zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, “”Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştır” şeklinde bir görüş ortaya koymuştur.
• Zaten bu sürecin arkasından 9 ay sonra 12 Mart 1971 Muhtırası gelmiştir. Grevler yasaklanmış, sendikal faaliyetler kısıtlanmış, memurların sendika hakkı Anayasadan çıkarılmıştır.
• 12 Eylül 1980 darbesiyle de 15-16 Haziran’ın intikamı alınmıştır. O dönemde getirilmeye çalışılan sendikal baraj, 12 Eylül’de yüzde 10 olarak yasal anlamda gerçekleştirilmiştir.

Günümüzdeki durum

İçinde bulunduğumuz süreçte ise; AKP iktidarı, işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve sendikal haklarına karşı en saldırgan tutum gösteren bir iktidar konumundadır. Düşük ücret politikalarından sosyal güvenlik haklarının gaspına, güvencesiz çalışmadan kiralık işçiliğe, sendikal örgütlenmedeki engellerden grev yasaklarına değin birçok temel konuda ciddi hak kayıpları söz konusudur.

Öte yandan 15-16 Haziran 1970 koşulları ile kıyaslanmayacak düzeyde işçi sınıfı ve emekçi kesim, toplumda nicel yönden büyük bir ağırlığa sahiptir. Çalışan nüfus, toplumun üçte ikisini oluşturmasına rağmen bu nitelikte bir işçi hareketi mevcut değildir.

Yine günümüzde derin bir yoksulluğun oluştuğu, gelir dağılımın iyice bozulduğu, bir avuç sermaye kesimi dışında toplumun büyük bir çoğunluğunun çok güç koşullarda yaşadığı apaçık bir gerçektir.

Günümüzde çeşitli işçi eylemleri, direniş ve grevler sürmektedir. Ancak birleşik bir mücadele ve siyasal iktidarı sarsacak eylemler henüz söz konusu değildir. Hak-İş ve Memur-Sen gibi tamamen AKP’nin “yandaşı” konumunda olan işçi örgütlerinin yanı sıra Türk-İş üst yönetiminin de uzun bir süredir AKP’ye karşı eylem düzeyinde bir tavır sergilememesi de dikkati çeken bir durumdur.

Sonuç itibariyle güçlü bir işçi hareketinin oluşamamasındaki belli başlı üç faktörü şöyle ifade edebiliriz:
a)  Emek hareketinin parçalanmış olması ve büyük bir kesiminin AKP yandaşı konumunda bulunması,
b)  Sendikal bürokrasinin etkisi, işçi tabanının mücadeleci reflekslerine olanak sağlanamaması,
c)  İşçi sınıfı hareketine siyasal önderlik yapabilecek oluşumların zayıflığı.

İşçi hareketi ne yapmalı?

15-16 Haziran direnişinde işyeri temsilcilerinin öncülüğünde kurulan komitelerin çok etkili olduğunu bir kez daha vurgulamaya gerek var. Günümüzde de işyerlerinden başlayan, yatay ve yerel örgütlenmelerin etkili olduğu birleşik bir emek hareketinin örülmesi gerekli gözüküyor.

Bu koşullarda işçi hareketinin, sendikaların ne yapması gerektiğini de şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
• Birleşik bir mücadele esastır.
• Tabandan ve yerellerden başlayan yatay bir örgütlenme yapılmalı,
• İşçi ve kamu çalışanı ile birlikte güvencesiz çalışanı, işsizi, emekliyi kapsayan bir örgütlenme modeli yaratılmalı. Bu çerçevede işçi meclisleri kurulmalı. Daha önceki işçi sendikaları birlikleri modelinden örnek alınmalıdır.
• Uzlaşmacı, teslimiyetçi sendikal anlayıştan mücadeleci, militan bir sendika anlayışına geçilmelidir.
• Bu çerçevede tutucu sendikal bürokratik kadroların tasfiyesi önem kazanmaktadır.
• Emek kesiminin somut taleplerini dikkate alan ve antikapitalist bir perspektife sahip olan bir mücadele programı ortaya konmalıdır.
 Ekonomik ve siyasal mücadelenin birleştirilmesi gerekir. Yani sendikal ve siyasal mücadelenin bütünlüğü esastır.
 İşçi hareketine öncülük edecek politik bir önderliğe, mücadeleci sendikal anlayışla emek hareketini buluşturacak kitlesel bir işçi partisine büyük bir ihtiyaç olduğu dikkati çekiyor.

Ekmek ve demokrasi mücadelesi

Kuşkusuz böyle bir sürecin örgütlenmesi ve oluşumu kolay değildir. Önümüzde 600 bin kamu işçisini ilgilendiren kamu sözleşmeleri süreci yürümektedir. Kamu işveren sendikası TÜHİS,  nihayet 3,5 ay sonra zam teklifini açıklamıştır.

Kamu işverenin bu teklifine göre işçiye ilk altı ay için yüzde 16, ikinci altı ay için ise yüzde 8’lik bir zam önerisi yapılmıştır. Bu teklif işçiyle alay etmek demektir. Bu yılın ilk beş ayında TÜİK’e (Türkiye İstatistik Kurumu) göre resmi enflasyon oranı yüzde 15’tir. Altı ayın sonunda gerçekleri yansıtmayan resmi enflasyon bile yüzde 16’yı aşacaktır.

Türk-İş ve Hak-İş’in ortak teklifinde ise, kamudaki en düşük ücretin önce brüt 54 bin liraya yükseltilmesi, ardından da ücretlere 2025'in ilk altı ayı için yüzde 50, ikinci altı ay için de yüzde 25 zam artı yüzde 10 refah payı eklenmesi talep edilmiştir. Bu koşullarda yaklaşık olarak 400 bininin Hak-İş, 200 bininin de Türk-İş üyesi olduğu işçi kesiminin nasıl bir tavır göstereceği merakla beklenmektedir.

Özellikle Türk-İş’e bağlı yerel düzeydeki kimi mücadeleci sendika şubelerinin bir eylemlilik içine girebileceği ancak yine de 1989 Bahar Eylemleri gibi ülke çapında etkili olabilecek, siyasal iktidarı zorlayabilecek direnişlere başvurabilmesi, sendika genel merkezlerinin işaretine bakmaktadır.

“19 Mart darbesi”nden sonra CHP’nin başını çektiği kitlesel mitinglerde işçiler de yer almakla birlikte siyasal İslamcı, baskıcı, faşizan bu AKP rejimine karşı emek kesiminin kamu sözleşmeleri bağlamında gücünü göstermesi, ekmek ve demokrasi mücadelesinin bütünleşmesi, çok daha etkili olabilecek ve siyasal değişimde önemli bir rol oynayabilecektir. Aksi halde işçi sınıfı “sınıfta kalacaktır”…

                                                      /././







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -27 Haziran 2025-

Bakırhan'dan Chatham House'da Kürt sorunu değerlendirmesi: 'İngiltere'nin özel bir konumu var' Chatham House’da konuşan ...