Huzur adası mı, kara para yuvası mı?-Gözde Bedeloğlu-
KKTC KUMARHANE SAYISINDA DÜNYADA LİDER
Tetikçilerin rutin bir şekilde gelip cinayet işleyebildiği Kuzey Kıbrıs, Başbakan Ünal Üstel’in, coğrafyanın suç oranı en düşük ülkesi yapma hedefine hiç de yakın görünmüyor. Bunun yanında ülke, yasa dışı bahis ve kara para aklamanın önemli merkezlerinden biri olarak anılmaya devam ediyor. KKTC hükümeti, adadaki otuzdan fazla kumarhaneyi az bulmuş olacak ki, sayıyı artıracak yeni bir yasayı dün gece yarısı meclisten geçirdi. ‘Şans Oyunları Değişiklik Yasa Tasarısı’ ile yeni ‘şans oyunu salonu’ izni verilmesindeki sınırlama kaldırılıyor, ruhsat süresi 3 yıldan 10 yıla çıkarılıyor. Şehir merkezlerine kumarhane açma yasağı kaldırılıyor. Okullara en az 500 metre mesafe şartı 100 metreye düşürülüyor. 750 yatak kapasiteli her 5 yıldızlı otele kumarhane açma izni veriliyor. KKTC vatandaşlarının casino giriş yasağı fiilen kaldırılıyor, 50 Euro idari para cezası getiriliyor. Kumar gelirlerinin turizme ayrılan payı yüzde 70’ten yüzde 53’e düşürülüyor. Kara para aklama, bilgi saklama, kayıt tutmama gibi suçlarda hapis cezası yerine 5 bin Euro idari para cezası öngörülüyor. Yürürlükten önce onaylanmış yaklaşık 30 tesis de casino izni alabilecek. CTP Milletvekili Sami Özuslu, hükümet tarafından açıklanmadığı için KKTC nüfusunun bilinmediğini hatırlatmakla birlikte kuzeydeki aktif kumarhane sayısının 33 olduğunu açıkladı ve dünyanın farklı ülkelerinden örnekler vererek durumun vehametini ortaya koydu. 9 milyon nüfusa sahip İsviçre’de 20, 5,5 milyon nüfusu olan Norveç’te 7, 10 milyon nüfusu olan Yunanistan’da 8 kumarhaneye izin verilmiş. 84 milyonluk Türkiye’de ise hiç kumarhane yok.
KARA PARA AKLAMADA CASINO KOLAYLIĞI
CTP Milletvekili Doğuş Derya, yasa tasarısına dair KKTC meclisinde yaptığı konuşmada, eski CHP Milletvekili ve Birgün yazarı Fikri Sağlar’ın 1997 yılında TBMM’de vermiş olduğu bilgileri hatırlattı. Sağlar, o dönemde kumarhanelerin kara para aklama aracı olarak kullanıldığını ve bu yöntemlerin yıllar içinde Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine taşındığını aktarmıştı. Çünkü Türkiye, KKTC’nin aksine, uluslararası hukuk ve denetim mekanizmalarının içinde bir devletti. KKTC hükümetinin, hali hazırda 33 olan kumarhane sayısını ikiye hatta belki üçe katlayacak yasa tasarısı genel kurulda oylandı. Yasadışı faaliyetlerden elde edilen gelirlerin yasal olarak elde edilmiş gibi mali sisteme sokulmasının amaçlandığı para aklamada casino&kumarhaneler, diğer pek çok yöntemin yanında sıklıkla kullanılan aracılar arasında yer alıyor. Büyük miktarda paralar kumarhanelerde fişlere çevrilebilir, kumar oynanabilir ve kazanç olarak gösterilebilir. Bildirim yükümlülüğü olmayan ülkelerde yüksek miktardaki yasa dışı nakit para casino çeklerine dönüştürülüp sonrasında istenildiği zaman çekilebilir veya transfer edilebilir. Ana muhalefet partisi CTP ile UBP-DP-YDP koalisyon hükümeti arasında mecliste sert tartışmaların yaşanmasına neden olan yasayla ilgili olarak sol parti ve örgütler de bir bildiri yayınlayarak tepki gösterdi. Kıbrıs’ın kuzeyini açık bir suç merkezine dönüştürecek olan yasa tasarını reddederek hali hazırda faaliyette olan tüm kumarhanelerin ülkeden sökülüp atılmasını talep ettiler.
‘PARANIN KAYNAĞINI SORMAM GEL’ KANUNU
KKTC hükümetinin, ekonomiyi canlandırmak ve vergi gelirlerini artırmak amacıyla meclis gündemine taşıdığı bir diğer tartışmalı konu ise ‘Yurt Dışındaki İtibari Paraların Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Yasa Tasarısı’. Tasarıya göre, yurt dışında bulunan döviz ve/veya Türk Lirası cinsinden finansal varlıklarını KKTC’ye getiren birey ve şirketlere belirli avantajlar sunulacak ve bu yolla devletin vergi gelirlerinin artırılması sağlanacak. Tasarıya dair yapılan eleştirilerin başında, yurt dışındaki kaynağı belirsiz paraların KKTC üzerinden sisteme sokulabilecek olması geliyor. Çünkü yasaya göre, yüzde 3 oranındaki vergisinin ödenmesi koşuluyla para suç geliri olmaktan çıkıyor ve kaynağı sorgulanmıyor. 2020 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla ‘varlık barışı’ uygulaması başlatılmış ve yurt dışından getirilen TL, döviz, altın vb. varlıkların herhangi bir vergi ödemeyerek sisteme dahil edilmesi sağlanmıştı. Gerçek ve tüzel kişilerin yararlanabileceği uygulamada, söz konusu varlıkların Türkiye’ye getirilebilmesi için vergi mükellefi veya TC vatandaşı olma zorunluluğu da bulunmuyordu. Türkiye'deki banka veya aracı kurumlarda açılacak bir hesaba transfer edilmesi veya fiziki olarak Türkiye'ye getirilmesi halinde varlıkların ülkeye getirilme şartı sağlanmış olacak, gelir veya kurumlar vergisine tabi tutulmayacağı gibi bildirim sonrasında da istenildiği gibi serbestçe kullanılabilecekti.
TÜRKİYE İÇİN YENİDEN GRİ LİSTE RİSKİ
Türkiye 2021 yılında, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemede eksikleri olduğu gerekçesiyle Mali Eylem Görev Gücü (FATF) gri listesine alındı. Bunda ‘varlık barışı’ düzenlemesinin etkili olduğu düşünülüyor. 2024 yılında, Türkiye’nin FATF gri listesinden çıkışını ‘başardık’ mesajıyla duyuran ilk kişi Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek oldu. Ülke, AKP döneminde gri listeye girmemiş gibi, çıkışı mutlulukla karşılandı ve AKP’nin başarı göstergesi olarak sunuldu. Bu gelişmeyle birlikte uluslararası yatırımcıların, Türkiye'nin finansal sistemine olan güveninin güçleneceği vurgulandı. Gri listede olmak, ülkeye yabancı yatırımı çekebilmek açısından elbette sıkıntı yaratan bir durum. Aynı şekilde bankacılık işlemerini de olumsuz etkiliyor. Kuzey Kıbrıs’ta gündemde olan yasa tasarısı, yurt dışındaki kaynağı belirsiz paraların KKTC üzerinden sisteme sokulmasını sağlayarak yeni bir gri liste riski doğuruyor. Kıbrıs’ta yayın yapan Kanal T’de gazeteci Damla Dabis’e konuşan Bankalar Birliği Başkanı Olgun Önal, uluslararası mali denetim mekanizmalarının dikkate alınmamasının ülkeyi gri listeye döndürme riski taşıdığını söyledi ve KKTC hükümetini uyardı. Önal, Türkiye finans sisteminin bir parçası olduklarına da dikkat çekerek, KKTC’de yaşanacak olası bir yasal boşluğun ya da denetim zafiyetinin Türkiye’yi de dolaylı olarak etkileyebileceğini belirtti. Olgun Önal’a göre bu yasa sadece KKTC’de yerleşik olan, vergi mükellefi gerçek ya da tüzel kişileri kapsamalı. Önal ayrıca, suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesi yasasında belirtilen düzenlemelere göre hareket edeceklerini ve bankaların o yasa çerçevesinde uygun bulmadıkları hiçbir parayı kabul etmeyeceklerini söyledi.
AKP destekli KKTC hükümetinin, Türkiye’yi yeniden gri listeye alabilecek bu hamle ile amaçladığı eğer devletin boş kasasını doldurmak ise astarı yüzünden oldukça pahalıya gelecek bir işe kalkışmışa benziyorlar. Kara para merkezlerinden biri haline gelen KKTC, bu yeni yasal düzenlemelerle, egemen devlet olduğuna kimseyi inandıramadığı dünyada daha da gri bir alana düşecek. Hükümet dediği gibi, Kuzey Kıbrıs’ı bölgenin en huzurlu en güvenli ülkesi mi yapacak, yoksa baştan ayağa kumarhanelerle doldurup kaynağı belirsiz paraların aklanmasına aracılık mı edecek karar vermeli. Bütün bunlar, küçük bir ülke için çok büyük çelişkiler.
/././
Belediyeler ve iktidarlar -Şükrü Aslan-
Doktora tezimi yazdığım 1990’lı yılların sonlarında değişik kentlerin eski-yeni belediye başkanlarıyla ilgili okumalar yapmıştım. Özellikle 1980 öncesi İstanbul, Ankara ve İzmir il-ilçe-belde belediye başkanlarının deneyimlerini anlamak üzere başkanların bir kısmıyla söyleşi yapma imkânım da olmuştu. 2000’li yıllara sarkan bu araştırmalar, Türkiye’de belediyecilik öyküsünün ilgi çekici niteliklerine işaret ediyordu. Bunların başında da belediye başkanlarının merkezi iktidarlarla yaşadıkları ve kimi zaman hizmet üretmelerini zorlayan gerilimler geliyordu. Yine de bu gerilimlerin bir sınırı vardı ve bir tür ‘düşmanlık’ aşamasına genellikle varmamıştı.
İstanbul’un Yakacık Belediyesi Başkanı Bayram Demirkol CHP’liydi, sınırının diğer yanında bulunan Gülsuyu Mahallesi’nde sosyalist gençlerin gecekondu girişimlerine maddi-manevi pek çok destek sağlamıştı. Ama dönemin en sağ partisi MHP Başkanı Alpaslan Türkeş’in ‘yazlık evi’ Yakacık’taydı ve bu bir sorun olmamıştı. Maltepe Belediye Başkanı Yalçın Kızılay’ın ‘gecekonduları yıkmakla görevli’ ekibi de dâhil, bürokratlarının büyük kısmı, yasal olmayan gecekonduların sahibiydi ama bu durum Başkanı görevden almak için gerekçe olmamıştı. Kâğıthane Belediye Başkanı Celal Altınay, ellerindeki kamu arazisini hükümetin türlü engellerine rağmen, konut yapmak üzere çoğu göçmen gruplardan ihtiyaç sahibi Kâğıthanelilere düşük ücretlerle satmıştı. Elbette eleştirildiği, suçlandığı olmuştu ama mesela görevine son vermek için bir tür bahane yapılmamıştı.
∗∗∗
Muhalif belediye başkanlarının merkezi hükümetlerle türlü dertleri vardı ve genelde münakaşa halinde oluyorlardı. Hatta bazıları doğrudan merkezi hükümetin en radikal muhalifleriydi. Vedat Dalokay’dan Fikri Sönmez’e kadar geniş bir yelpaze oluşturan bu başkanlar dönemin literatüründe Halkçı Başkanlar olarak yer almıştı. Bazen bu başkanların muhalefeti bazen çok sert olabiliyordu. Mesela Vedat Dalokay, darbe ile iktidara gelip kıyım yapan generalleri protesto etmek için, Türkiye hükümetini de sıkıntıya sokmayı göze alacak şekilde Şili Büyükelçiliği’nin suyunu kesmiş, yine de görevden alınması söz konusu olmamıştı. Muhalif başkanların hapishane ile tanışması ise daha istisnai bir durumdu ve 1980 askeri darbesiyle mümkün olmuştu. O dönem herkesin hapishaneyi tanıma ihtimali vardı, başkanlar da bundan muaf değildi.
Sonraki yıllarda bu geleneğe uygun başka belediyecilik uygulamaları ortaya çıkmış ve yine merkezi hükümetlerle türlü gerilimler yine yaşanmıştı. Refah Partili Kâğıthane Belediyesi bunun bir örneğiydi. CHP’li Başkan Mahmut Özdemir hayatını kaybedince, 1992’de yeni seçim yapılmış ve belediye yönetimi Refah Partili Arif Calban’a geçmişti. İBB Başkanı, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı Refah Partili değildi. Dolayısıyla belediye merkezi yönetimle çeşitli sorunlar yaşamıştı. Buna karşılık parti kamuoyu ve Kâğıthaneli muhafazakâr aileler belediyenin başarısı için adeta seferber olmuşlardı. Böyle olunca Kâğıthane Belediyesi hızla başarılı belediyelerden biri olmuş ve o rüzgâr ile 1994 yerel seçimlerinde sadece Kâğıthane’de değil, İstanbul’da da partinin belediye seçimlerini kazanmasını sağlamıştı. Arif Calban, AKP iktidarının ilk örneğinin 1992-1994 yılları arasında Kâğıthane’de kurulduğunu söylemişti.
***
Ne var ki bu gelenek 2019 yılı yerel seçimlerinde büyük ölçüde kırıldı. Gerçi muhalif belediyelerin merkezi hükümetin engellerine takılacağı en baştan belliydi ki “topal ördek” benzetmesi bizzat Cumhurbaşkanı tarafından yapılmıştı. Bu yüzden zor bir belediyecilik süreci onları bekliyordu. Bununla birlikte her biri son derece yaratıcı kamusal hizmet araçları üreterek özellikle pandemi koşullarında ülkenin nefes alma araçları olmayı başardılar. Aralarındaki dayanışma araçları ile imkân ve kapasitelerini en üst seviyeye çıkardılar. Üstelik merkezi iktidarla polemik bile yapmadan ilerlediler. Ne var ki Türkiye’nin de daha önce hiç tecrübe etmediği kadar sert şekilde merkezi hükümet engelleriyle karşılaştılar. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere pek çok Belediye Başkanının maruz kaldığı adeta düşmanca muamele, 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemi hariç, gerçekten ilk kez yaşanıyor.
/././
Sanayide teknoloji odaklı kalkınma hamlesi konuşma zamanı...-Güldem Atabay-
Son bir haftada açıklanan makroekonomik veriler bize uygulanan programın etkileri, yarattığı maliyet ve başarısı hakkında daha net bir resim sunuyor.
Türkiye ekonomisinde çeyrekten çeyreğe büyüme 2024’ün son üç ayında %1,7 iken 2025 ilk çeyrekte belirgin şekilde yavaşlayarak %1,0’e geriledi. Önceki çeyreğe göre tarım sektöründeki %2,8 daralma, imalat sanayiindeki zayıf %0,1 büyüme Şimşek programının reel sektöre etkileri açısından ayna tutucu. Diğer yandan önceki çeyreğe göre inşaatın %2,2 büyümesi ve hizmetlerin %0,8 artması da kaynak kullanım alanlarını yansıtıyor.
Geniş tanımlı işsizlik nisan ayında önceki seviyesi %28,8’den %32,2’ye çıktı. Neredeyse her üç kişiden birinin işsiz, iş bulmaktan ümitsiz kenara çekilmesi anlamına geliyor. Çalışabilir nüfustaki aylık artışa rağmen (+43bin) hem işgücünün (-114bin) hem de istihdamın (-316bin) azalması manşet işsizlik oranını da %8,0’den %8,6’ya fırlamış görünüyor.
14 aydır daralma bölgesinde seyreden imalat sanayi PMI endeksi mayıs ayında 47,2’ye inerek küçülme eğilimini sertleştirdi.
Tüm bu rakamların anlattığı gerçek, Şimşek politikaları eşliğinde enflasyondaki yavaş ve sınırlı düşüşün, emekçi kesimler ve sanayi sektörü üzerindeki baskıyı giderek artırdığı. Buna karşın kamu, inşaat ve finans sektörleri bu bedeli eşit biçimde paylaşmıyor.
2023’ten bu yana uygulanan faiz artışları ve kredi kısıtlamalarıyla iç talep daraltılmakta, Türk Lirası’na reel değer kazandırılarak enflasyonun bu yolla baskılanması hedefleniyor. Ancak neredeyse iki yıla yayılan bu süreçte, kamu harcamalarının verimliliğini artırmaya dönük ciddi bir adım atılmadı.
Bu program çerçevesinde, normal şartlarda büyümenin itici gücü olması gereken sanayinin GSYH içindeki payı 2023’ün ilk çeyreğinde %25,3 iken, 2025’in ilk çeyreğinde %19,2’ye kadar geriledi. Aynı dönemde tarımın payı %2,6’dan %2,2’ye düşerken, inşaatın payı %5,4’ten %6,2’ye yükseldi. Kamu harcamalarının payı da %13,6’dan %15,5’e yükseldi.
Birçok iktisatçının yerinde tespitiyle, Türkiye ekonomisi bugün “yağ değil, kas eriterek” zayıflayan sağlıksız bir sürecin içine sürüklenmiş durumda. Oysa istikrar programlarının asıl amacı, üretimi artırarak halkın refahını kalıcı biçimde yükseltmek olmalı. Ancak mevcut durumda, Mehmet Şimşek’in finansal piyasa odaklı programı bu temel hedefi ıskalayarak ağır toplumsal ve ekonomik maliyetler yaratıyor.
Son dönemde başta büyük sanayi ve ticaret odaları olmak üzere reel sektörden gelen uyarılar ve şikâyetler, bu “kas kaybı”na dair ciddi bir tepkiyi yansıtıyor. Cari değeri 1,4 trilyon dolara ulaşan Türkiye ekonomisine karşılık, yalnızca 30 milyar TL’lik Kredi Garanti Fonu desteği ilanı eleştirileri dindirmeye yetmeyince, Sanayi ve Teknoloji Bakanı da kamuoyunun karşısına büyük isimli bir “Türkiye Yüzyılı Kalkınma Hamlesi” ile çıktı.
Ancak bu “hamle”, küresel ticaretteki kalıcı bölünmeler, yapay zekânın doğurduğu riskler ve fırsatlar ile iklim krizinin çerçevesi içinde Türkiye reel sektörünün nasıl dönüşeceğine dair hiçbir somut çözüm sunmuyor. İstihdamın nasıl korunacağı, çalışana nasıl beceri ekleneceği ya da üretimin değer yaratarak nasıl sürdürülebilir kılınacağı konularında elle tutulur bir yaklaşım yok. Söz konusu öneri, ciddiyetten uzak bir şekilde yalnızca ucuz kredi vaadinin ötesine geçemiyor.
Oysa Türkiye’nin gerçek bir ekonomik sıçrama yapabilmesi için, sanayi odaklı bir kalkınma hamlesinin dar ve vizyonsuz “ucuz kredi” anlayışından kurtulması şart. Bu hamle, teknoloji ve dijitalleşme merkezli yeni bir sanayi politikası olarak kurgulanmalı. Sadece makroekonomik istikrar önlemleriyle yetinilmemeli; bunun ötesinde beşerî sermayeye yatırım yapılmalı, her çocuğun erişebileceği kaliteli kamu eğitimi sağlanmalı, hukukun üstünlüğü tesis edilmeli. Ayrıca, hedef/ürün/değer zinciri/lojistik odaklı çağdaş bir teşvik sistemi kurulmalı. Bütün bu yapı, iklim yasası çerçevesinde teknoloji odaklı sanayi odaklı kalkınmayı, refahın yeniden paylaşımını destekleyecek şekilde tasarlanmalı.
Sadece 19 Mart’tan bu yana yaşananlara değil, 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ne geçişten beri her alanda sürekli aşınan kurumsal kapasiteye bakıldığında bile, insan hayatına doğrudan dokunacak bu gerekli dönüşümün mevcut iktidar kadroları eliyle gerçekleşmesinin imkânsız olduğu açıkça görülüyor.
/././
Sorumlu yapay zekâ talebi -Özgür Gürbüz-
Yapay zekânın yan yana gelmediği konu yok, kaçmak mümkün görünmüyor ve kaçmak isteyen de yok gibi. O zaman sorumlu yapay zekâ kavramına hoş geldiniz.
Fotoğraf: Hamburg Sustainabiality ConferenceGünümüzde yapay zekanı yan yana gelmediği konu yok. Hamburg’taki Sürdürülebilirlik Konferansı’nda (Hamburg Sustainability Conference) ise yapay zek beş farklı kelimeyle yan yana getirildi: İnsanlar, gezegen, refah, barış, ortaklık. Yapay zekadan kaçmak mümkün görünmüyor ve kaçmak isteyen de yok gibi. O zaman sorumlu yapay zeka kavramına hoş geldiniz.
Sorumlu Yapay Zeka kavramının bu beş bileşeniyle bizleri Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri için Yapay Zeka başlığını taşıyan Hamburg Deklarasyonu oldu. Sorumlu yapay zeka talep eden ilk küresel deklarasyona aralarında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Almanya Çevre Bakanlığı, Fransa Dışişleri Bakanlığı, teknoloji firmaları ve sivil toplum örgütlerinin de olduğu onlarca imzacı destek verdi. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi bu konuda düzenleme yapanlar ya da benzer tavsiyelerde bulunanlar vardı ancak bu deklarasyonla sözler taahhüde dönüyor. İnsan hakları temelli bir yapay zekaya öncelik verilmesi, ayrımcılık yapmayan, özel hayata ait verilere dikkat eden, gelir ve gelişmişlik seviyesine bakmadan herkesin kullanabileceği, geliştirebileceği ve ekonomik fayda sağlayabileceği bir yapay zeka kullanımı ilk taahhüt.
KÜÇÜK İŞLETMELER DESTEKLENMELİ
Yapay zekanın gezegenle de dost olması ise ikinci başlık. Yapay zeka için gereken altyapıda enerji tüketiminin ve karbon ayak izinin azaltılması ama daha da önemlisi, yapay zekanın iklim krizi ve biyoçeşitlilik kaybı gibi büyük çevresel sorunların çözümünde kullanılması sözünü veriyorlar. Ekonomik gelişme ve eşitlik konusuna odaklanan “refah” taahhüdü ise yereldeki küçük ve orta ölçekteki yapay zeka üzerinde çalışan girişim ve işletmelerin desteklenmesi böylece hem ülkelerarası hem de ülke içinde uçurumlar oluşmaması amaçlanıyor.
KADIN TEMSİLİYETİ SORUNLU
Sorumlu yapay zekanın barışa katkıda bulunması için toplumsal uyumu desteklemesi, çocuklara yönelik çevrimiçi şiddet de dahil olmak üzere, kadınlar ve kız çocuklarının yanı sıra marjinalleştirilmiş gruplara karşı zararlı söylemler barındırmaması isteniyor. Bazı araştırmalar yapay zeka alanında çalışan uzmanların sadece yüzde 22’sinin kadın olduğunu gösteriyor. BM Kadın Birimi, düşük gelir grubundaki ülkelerde kadınların internet erişiminin yüzde 20 civarında olduğunu belirtiyor. Yapay zekanın geliştirildiği ülkeler, erkek egemen söylem ve veriye erişim sorunu da yapay zekanın çalışmasını da etkileyebiliyor. İşbirliği başlığı ise yapay zekayı adeta küresel bir müşterek olarak gören bir kavram, sürecin ilerlemesi için açık erişim, bilgi paylaşımı ve diğer ilkeleri de kapsayacak ortak çalışmaları kapsıyor. Deklarasyon kamu kuruluşlarından sivil toplum örgütlerine kadar bu dünyadaki herkese açık.
EŞİTSİZLİĞE KARŞI İTTİFAK
Hamburg Sürdürülebilirlik Konferansı boyunca iki konuda daha mutabakat sağlandı. Dünya çapındaki sosyal uyumu baltalayan eşitsizlikle mücadele ve kamu kurumlarına güveni yeniden inşa etmek için bölgesel işbirliği ve diyaloğu öne çıkaran Eşitsizliğe Karşı Küresel İttifak girişimi başlatıldı. Sürdürülebilir Kalkınma için Sermayeyi Ölçeklendirmek adı verilen bir başka girişim de 2025 sonuna kadar kurulacak bir şirket aracılığyla güneş enerjisi gibi sürdürülebilir projelere finansmanı kolaylaştırmayı amaçlıyor.
Hamburg’taki konferans gıdadan enerjiye, yapay zekadan biyoçeşitliliğe kadar uzanan birçok alanda görüşmelere ev sahipliği yaptı. En çok konuşulan konulardan biri de başta BM olmak üzere adı geçen konularla ilgili çözüm üretmeye çalışan uluslararası örgütlerin güçsüzleştirilmesiydi. Sürdürülebilirlik, özellikle de küresel sorunlarda, uluslararası işbirliği olmadan mümkün görünmüyor. İklim krizi müzakereleri bunun en somut örneği.
∗∗∗
‘ÇOK TARAFLILIK BİTİYOR ALGISI ENDİŞE VERİCİ’
UNDP Başkanı Achim Steiner:
Şu anda en zengin ülkelerin birçoğunun, sorunları birlikte çözmek ve birbirimize yatırım yapmak için on yıllardır inşa ettiğimiz bu mimariye yatırım yapma konusundaki geleneksel inanç ve taahhütlerinden bir cümleyle nasıl geri çekildiklerini gözlemliyorum ve kaçınılmaz olarak ABD hükümetinin son kararları birçok kuruluş için bu istikrarsızlaştırıcı anı güçlendirdi. Ancak bu artık yüzleşmek zorunda olduğumuz fiziksel ve finansal bir risk. Bence daha endişe verici eğilim, bu algı veya kasıtlı olarak çok taraflılığın işe yaramadığı, sorunları çözemediği propagandasının yapılması. Aslında asıl endişelenmemiz gereken şey, insanların güvenlerini ve bakış açılarını kaybetmeleri halinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sürekli savaşa girme riskiyle başa çıkmamıza yardımcı olmak için doğmuş bir fikri ortadan kaldırabilecek olmaları.
∗∗∗
YAPAY ZEKÂSIZ E-POSTA ATAMAYIZ
Hamburg Yapay Zeka Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Alois Krtil:
Yapay zekanın sağladığı enerji tasarrufuna bakmadan sadece yapay zekanın enerji tüketiminden bahsetmek biraz haksızlık olur. Dünya çapında manuel işlemler yapıyorsunuz ve bu da çok fazla doğal kaynak tüketiyor; karşılaştırma yapmak çok zor. İletişim, örneğin internet vb. zaten küresel ve veri merkezleri ile merkezi olmayan ağlar tarafından yönlendiriliyor ve yapay zeka olmadan bunlar olmayacaktı. Eposta gönderemeyecek, telefon açamayacaktık. Yapay zeka dil modelleri gibi onlarca yıldır çalışıyor ve bu da elbette kaynak tasarrufu sağlıyor. Enerjiyi unutun demiyorum elbette ama herkesin yeniden icat etmek zorunda kalmaması farklı bir paradigma, bu nedenle enerji tasarrufu da yapılıyor.
/././
BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder