Faşizm ve direniş + Türkiye’nin ana muhalefet sorunu + Savaşın 7 sonucu -CUMHURİYET-

 Faşizm ve direniş -Ergin Yıldızoğlu-

Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun hareketlerini anlamaya çalışırken aklıma geldi. Bilinçdışının azizliği olsa gerek.

Yüz yıl önce, o zamanki kapitalizm “son bunalımını” aşamadı. Kırk yıl süren bir kaosun içinden yeni bir kapitalizm ve dünya düzeni şekillendi. “Kapitalizmin son bunalımı” kavramı, bugün de geçerli, kapitalizmin “son krizini” aşma olasılığı çok daha zayıf. Karşımızda, ne zaman şekilleneceği belirsiz bir yeni sermaye birikim rejimi, hegemonik dünya düzeni olasılığının ötesinde, iklim krizi altında tüm insanlık açısından (kimi plütokratların süper sığınaklara kapanarak hayatta kalma umutlarına karşın) bir “yok oluş krizi” var. Bu kez proleter devrimi denemeleri yok ama birçok kapitalist ülkede faşist hareketlerde “devrim” umutları güçleniyor. Bugün bu “yok oluş krizini” aşabilmek için önce faşist “devrim” olasılıklarını ortadan kaldırmak gerekiyor. Faşizme karşı mücadele gündemin birinci sırasına yükseldi.

FAŞİZM VE SÜREÇ

Faşizmi, (ideoloji, hareket, örgüt, lider, devlet/rejim) “sınırları” ve “özü” belirli bir varlık olarak değil, sonu belirsiz -asla tamamlanamayan- bir “oluş”  (Wergen/becoming) süreci olarak düşünmek gerekir. Faşizme karşı mücadele de bu “oluş” sürecinin her aşamasında, ideolojik, kitlesel, son aşamada da rejime karşı direniş, mücadele anlamına gelir.

Bu direniş ve mücadele faşizmin “oluş” sürecinin her aşamasında farklı biçimler alacaktır ama faşizm ve antifaşizm arasındaki savaşın dinamiklerinin, diyalektiğinin kimi temel ilkeleri hatta kuralları da olsa gerekir. Bunları düşünürken, öncelikle Antonio Gramsci’nin teorik çalışmalarından/ Hapishane Defterleri) yararlanabiliriz. Gramsci’nin geliştirdiği dört kavram bu bağlamda son derecede önemlidir: Mevzi/siper savaşı, manevra/ cephe savaşı, transformism ve trasformismo. Aslında bu son iki sözcük aynı kavramın biri İngilizce diğeri İtalyanca versiyonudur. Ancak söz konusu kavramın iki boyutu olduğundan ben “asimile ederek-moleküler düzeyde dönüştürme” için “transformism” ve iki kampın savaşı sürerken ideolojik ya da siyasi olarak ortada kalanları (satın almak dahil, türlü pratik ideolojik araçlarla) kendine çekme süreci/ çabaları için “trasformismo” sözcüğünü kullanıyorum.

Faşist hareketin “oluş” süreci bu kavramların dördünü de içerir. Direnişmücadele sürecinin de eylemlerini bu kavramların temsil ettiği durumlara uygun biçimde tasarlaması gerekir.

'SÜREÇ OLARAK FAŞİZM' VE DİRENİŞ

Mevzi/siper savaşında faşizm, ideolojik, kurumsal ve siyasi/hukuksal, alanlarda küçük ama, birikimli kazanımlarla, karşı tarafın mevzilerini, entelektüel, siyasi liderlerini teker teker tasfiyesi ederek ilerler. Direnişin, hukuki, kurumsal alanda, günlük dilin sözcüklerinde (söylenebilir olanın sınırlarında), ahlaki değerlerde (hakikat rejiminin bileşenlerinde) başlayan/ dayatılan dönüşümler (transformismo) karşısında, bunlar ne kadar küçük olursa olsun direnmesi, durdurması ya da geri kazanması son derecede önemlidir. Bu küçük, birikimli değişimler toplumu moleküler düzeyde dönüştürerek faşizmin ayaklarının altındaki zemini sağlamlaştırır. Manevra/cephe savaşı, yapısal dönüşümlere yönelik bütünsel karşılaşmalara ilişkindir: Siyasi yapıda, toplumun mevcut meşruiyet zemininde kırılma yaratacak bir genel/başkanlık seçimleri, bir askeri/siyasi/sivil darbe girişimi ya da faşizmin hakikat rejimini kuracak hukuki bir değişim olabilir. Nihayet faşizmin “oluş” süreci ve ona direniş dinamiklerinin dışında “ortada” olan kesimleri kazanmaya, kazanmak olanaklı değilse en azından karşı taraftan uzaklaştırmaya ilişkin “trasformismo” kavramına geldik. Faşizmin “oluş” süreci içinde seçim kazanma, darbe yapma gibi devlete erişme aşamalarında “trasformismo” belirleyici öneme sahiptir. “Süreç olarak faşizm” hiçbir zaman toplumun çoğunluğunu kazanamaz ama ortadakilerin, ki bunlar her iki kampta da belli etkinliğe sahiptirler, siyasi ideolojik desteğini alarak kazanmış gibi davranmanın koşullarını hazırlayabilir.

Süreç olarak faşizm, ekonomik, ideolojik olarak toplumun çeşitli katmanlarında, yerleşerek, dönüştürerek sürece uygun yeni katmanlar yaratarak ilerler. Öyleyse faşizme karşı mücadele ve direniş, salt liderliğine bakarak, seçim sandığına odaklanarak inşa edilemez.

                                                      /././

Türkiye’nin ana muhalefet sorunu -Mehmet Ali Güller-

1) AKP iyi yönettiği için değil, ana muhalefet partisi iktidar olabilme becerisi gösteremediği için 23 yıldır iktidardır.

2) Erdoğan’a başbakanlık yolunu CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, cumhurbaşkanlığı yolunu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu açtı. Yeni CHP Genel Başkanı Özgür Özel ise “normalleşme” yanlışından dönerek Erdoğan’ın “sınırsız başkanlık” hevesinin önüne şimdilik barikat kurabildi.

3) KılıçdaroğluÖnder Sav’a dayanarak Deniz Baykal’ı, Gürsel Tekin’e dayanarak Önder Sav’ı, Erdoğan Toprak’a dayanarak Gürsel Tekin’i tasfiye etti ve bu böyle sürdü. “Bir ekibi diğer ekibe kırdırma” yöntemi Kılıçdaroğlu’nu 13 yıl genel başkanlık koltuğunda, CHP’yi de sürekli ana muhalefette tuttu.

PARTİLER ÜZERİNDE VESAYET

4) Kılıçdaroğlu 2014 seçiminde MHP lideri Devlet Bahçeli ile ittifak yaparak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, 2018’de de Muharrem İnce’yi cumhurbaşkanı adayı gösterdi. İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanlığına aday gösterip kaybeden Kılıçdaroğluİhsanoğlu’nun TBMM başkanlığı adaylığını desteklemedi. Muharrem İnce ise “Adam kazandı” deyip seçim sonuçlanmadan ortadan kayboldu, CHP yönetimini suçladı, sonra CHP’den ayrılıp parti kurdu ve bu hafta yeniden CHP’ye döndü. 2014’te İhsanoğlu’nu, 2018’de İnce’yi aday göstererek CHP’ye seçim kaybettiren Kılıçdaroğlu, kazanılan İstanbul ve Ankara belediye seçiminin rüzgârıyla Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın kazanma şansı yüksekken, 2023’te ısrarla kendisini aday gösterip CHP’ye yine kaybettirdi.

VESAYET OPERASYONU AKTÖRÜ

5) İktidar, vesayet rejimiyle mücadele adı altında kendi rejimini inşa ederken, fiilen muhalefet partileri üzerinde de vesayet oluşturdu. Erdoğan, Demokrat Parti lideri Süleyman Soylu’dan HAS Parti lideri Numan Kurtulmuş’a, MHP lideri Devlet Bahçeli’den VP lideri Doğu Perinçek’e, pek çok siyasi lideri yanına çekebilmeyi başardı. Soylu ve Kurtulmuş doğrudan AKP’ye katılarak içeriden, Bahçeli “parti ittifakı” modeliyle, Perinçek ise dışarıdan propagandayla Erdoğan iktidarını destekledi.

6) Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın son parti vesayet operasyonunun doğal aktörü yaptı kendisini. CHP’ye defalarca seçim kaybettiren Kılıçdaroğlu, kurultayı kaybettikten sonra CHP birinci parti oldu. AKP, ana muhalefetin ilk kez iktidar olma şansı bulduğu bu sürece “belediyeleri silkeleme” ve “mahkemelik kurultay” ile müdahale etti. Kılıçdaroğlu, önce “Partimi adliye koridorlarında tartışmam” kurnazlığıyla kendisinden beklenen “Şaibe yok” açıklamasından kaçtı, ardından da “Partiyi kayyuma bırakmam” kurnazlığıyla partinin başına geçme amacını ortaya koydu.

ERDOĞAN'IN ŞANSI

7) CHP gazetecilerin, özellikle de CHP’li olmayan gazetecilerin yorumlarından ve eleştirilerinden yararlanmalı. Bu yorumcuların CHP’li olmaması CHP içindeki ekipler çatışmasının parçası olmaması, CHP için şanstır. Ancak CHP bu şansı ısrarla kullanmıyor. Örneğin İmamoğlu, kendisini Nagehan Alçı nedeniyle eleştiren gazetecilere parmak salladı, örneğin Özgür Özel kendisini Lütfü Savaş konusunda eleştiren gazetecilere “İşinize bakın” dedi. Her iki konuda da sonuçlar ortada.

8) Peki bu kadar başarısızlığa rağmen, Kılıçdaroğlu nasıl oluyor da -belki de bölmek pahasına- üstelik mahkeme kararıyla partinin başına dönmek isteyebiliyor? Çünkü Kılıçdaroğlu biliyor ki bugün kendisine “AKP operasyonunun aktörü oldu” muamelesi yapan pek çok CHP’li, yarın genel başkan olunca, hiçbir şey olmamış gibi Kılıçdaroğlucu olacak. Çünkü Kılıçdaroğlu biliyor ki “Seninleyiz” diyenler bir gecede nasıl Özelci, İmamoğlucu olabildiyse, yine bir gecede Kılıçdaroğlucu olabilir.

Kısacası Erdoğan’ın şansı CHP’nin bu özetlediğim durumudur. Ve bu durum son tahlilde ideolojiktir. CHP halkın ve Atatürk’ün partisi olabilmek için öncelikle “ideolojik arınma” yolunu izlemelidir.

                                               /././

Savaşın 7 sonucu -Mehmet Ali Güller-

ABD’nin İsrail’den 9 gün sonra 22 Haziran’da İran’a saldırmasını, 22 Haziran akşamı Tele1’de, 23 Haziran’da Sputnik’te, 24 Haziran’da CGTN Türk’te ve kişisel YouTube kanalımda, “ABD İsrail’e ‘çıkış kapısı’ açtı” diye yorumladım.

Çünkü İsrail 9 gün boyunca hedefine ulaşamamış, tersine İran füzeleri İsrail kentlerinde büyük yıkım yaratmıştı. Sonucu olarak Trump bir ABD saldırısıyla İsrail’e çıkış kapısı açmak istemişti.

Kuşkusuz aslında Trump kendisine de çıkış kapısı açmak istiyordu; zira Trump yönetimi ile kurulu düzen arasındaki çatışma derinleşirken Trump ile Trump yönetimi arasındaki çelişkiler de belirmeye başlamıştı. (Bu ve başka etkenler nedeniyle mevcut ateşkes hem kırılgandır hem de barışın garantisi değildir.)

SONUCU İRAN FÜZELERİ BELİRLEDİ

1) 12 günün sonunda ABD’nin ateşkes çağrısı yapmasına neden olan en belirleyici etken, İran’ın füzeleriydi. Atlantik propaganda aygıtları günlerdir “havai fişek” muamelesi yapsa da İran füzeleri İsrail kentlerinde büyük yıkım yarattı. Üstelik bu köşede 16 Haziran’da “İsrail’in doğrudan ve dolaylı müttefikleri” başlığı altında incelediğim gibi İran füzeleri, Atlantik’in üç hat üzerinde kurduğu ABD, İngiltere ve Fransa savunmalarını geçerek her gece İsrail’i vuruyordu.

2) İran füzeleri, Atlantik’in propaganda aygıtlarını da vurdu: İsrail nokta atışla İranlı generalleri vurabilirken, “İran’ın soba borusundan attığı havai fişeklerin yere bile düşmediği” propagandası Türkiye’de de, Ortadoğu’da da ne yazık ki etkili oldu. Ama propagandayla gerçekleri tamamen gizleyebilmek elbette mümkün değildi. Türkiye’de pek çok yorumcu gazete ve televizyonlarda İran’ın nasıl mahvolduğunu anlatırken İsrail’in en büyük ticaret kentinin belediye başkanı İran füzelerinin getirdiği yıkım karşısında ateşkes istemek zorunda kalıyordu.

REJİM VE İÇ CEPHE MESELESİ

3) İsrail’in ve bazı ABD’li yetkililerin ilk günlerde dile getirdiği “İran’da rejim değişikliği” hedefi elbette gerçekçi değildi. Ne yazık ki bu propagandanın en iyi müşterileri “Sünni mezhepçiler” oldu. Oysa İran’ı, İran halkının dayanıklılığını ve en önemlisi İran toplumunun bir savaş karşısındaki “iç cephe bütünlüğü” oluşturma dayanışmacılığını tanımıyorlardı. Önemle altını çizdim defalarca: Hamaney’in değil, tersine Netanyahu ile Trump’ın siyasi kırılganlıkları vardı; zira ülkelerinin yarısıyla kavgalılar.

4) Bölgemizin en önemli sorunu İsrail siyonizmi değil, ABD emperyalizmidir. Zira ABD emperyalizmi olmasa, eski ABD Başkanı Biden’ın “ileri karakol” dediği, Almanya Başbakanı Merz’in “Pis işlerimizi yapıyor” dediği İsrail’in değil İran’a, Gazze’ye bile saldırması mümkün olmayacak. ABD İsrail’e sadece silah, istihbarat ve para vermiyor, daha önemlisi onu BM başta pek çok uluslararası platformda koruyor.

AMERİKANCILIK VE MEZHEPÇİLİK SORUNU

5) ABD emperyalizmiyle işbirlikleri nedeniyle, Ortadoğu’daki pek çok ülke, kendisini dolaylı olarak İsrail cephesinde buldu. Topraklarındaki ABD üslerinden kalkan füzeler ve uçaklar, İsrail’in İran’a saldırganlığını kolaylaştırdı, İran’ın İsrail’e yanıtına savunma yaptı. Kısacası, Amerikancılık yaparak İsrail’e karşı gerçekten konumlanmak olası değildir.

6) Dincilik ve mezhepçiliğin, bölgemizdeki bu tür cepheleşmelerde işe yaramadığı da bir kez daha görülmüş oldu. Sünni mezhepçiliğin Şii alerjisi, Türkiye’den Suudi Arabistan’a pek çok kesimi ne acı ki İsrail Siyonizminin yanına konumlandırdı; İsrail füzelerine sevindiler, İran füzelerini küçümsediler. Arap-İslam rejimlerinin ABD’yle işbirlikleri nedeniyle İsrail’in safına düşmeleri dışında, İhvan gibi Türkiye de dahil pek çok ülkenin bölge siyasetinin merkezine koyduğu İslamcı örgütlerde çatlak oluştu. İhvan’ın merkezi İran’ı desteklerken Suriye kolu bu tutuma karşı çıktı ve “hem İsrail’e hem İran’a karşı çıktıklarını” ilan etti.

TÜRKİYE'NİN ÇIKARMASI GEREKEN DERS

7) Ve en önemli sonuç: ABD İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu haritası çizmeye çalışıyor. Bu fiilen 1990’da başlamış stratejik bir hedeftir. ABD ve İsrail bugün İran’a saldırabildi, çünkü öncesinde Suriye’deki Esad yönetimi engelini aşabildiler. ABD ve İsrail 15 yıl boyunca Suriye’ye saldırabildi, çünkü öncesinde 20 yıl boyunca Irak’ı vurabildiler.

Türkiye başta tüm bölge ülkeleri bu denklemleri iyi okumalıdır. Ve Türkiye başta tüm bölge ülkeleri, ABD-İsrail’in adım adım yürüttüğü bu stratejiyi kısmen Irak’ta ve esas olarak Suriye’de kolaylaştırma yanlışına bir daha düşmemelidir.

                                                       /././

Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

NATO’nun Türkiye işgali -BİRGÜN/HATIRLATMALAR -29 Haziran 2025-

İran ile İsrail arasındaki çatışmalar bugün için son bulsa da bölgemizde emperyalist genişleme politikalarının ve “medeniyetler savaşı” tezi...