İktidarın işine gelecek tuzaklara düşmemeli -Hatırlatmalar /BİRGÜN

AKP , yirmi yılı aşkın süredir adım adım inşa ettiği siyasal İslamcı rejimi bugünkü otoriter yapısına kavuşurken, sadece kendi iktidarını tahkim etmekle kalmadı; aynı zamanda muhalefeti zayıflatmaya, dizayn etmeye dönük bir stratejiyi sistematik biçimde uyguladı.

Özellikle 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi kritik eşiklerde, muhalefet içindeki çatlakları derinleştiren bu müdahaleler, AKP’nin iktidarını sürdürmesinde belirleyici oldu. Bugün aynı oyun, herkesin gözleri önünde bir kez daha sahneleniyor. Muhalefet cephesinde, bir kez daha parçalanmanın destekçisi haline gelen ya da onu engelleme sorumluluğundan uzak duran küçük hesapçı eğilimler yeniden ortaya çıkıyor. Bugün yaşananlar, geçmişin dersleriyle birlikte değerlendirilmeli; bu anlamda da yazı bir kez daha bir sorumluluk çağrısı olarak görülmelidir.

AKP ve MHP halkın çoğunluğunun desteğini yitirmiş bir azınlık iktidarı olarak varlığını sürdürmeye çalışıyor. Siyasi ve toplumsal meşruiyetleri hızla eriyor. Ekonomik ve sosyal çöküntü artık bir yönetememe krizine dönüşmüş durumda. Amerikan-İsrail merkezli yeni Ortadoğu politikalarına eklemlenen dış siyaset çizgisi, iktidar tabanı içinde yeni fay hatları yaratıyor. Tek başına Filistin davasının sessizce terk edilmesi bile İslamcı seçmenle iktidar arasında onarılamaz bir mesafe oluşturuyor. Saray rejimi, içine düştüğü çoklu krizden çıkış için yeniden muhalefet üzerinden oyun sahneliyor. Bu plan, muhalefet cephesini içeriden bölmeyi ve etkisizleştirmeyi hedefliyor. CHP’ye yönelik sistematik hukuksuzluklar ve ahlaki sınır tanımayan operasyonlar bu stratejinin temel unsurlarından biri. Belediye başkanlarının ve bürokratların polis koridorlarında servis edilen görüntüleri, açık bir gözdağı ve itibarsızlaştırma hamlesidir. Bu baskılarla CHP’yi savunmaya zorlamak, aynı zamanda kongre süreci üzerinden yaratılmak istenen "kayyum" gündemiyle partiyi iç karışıklığa sürüklemeye çalışıldığı açık. Bu stratejinin bir diğer ayağı, Suriye merkezli gelişmeler üzerinden başlatılan yeni “çözüm süreci” tartışmalarıyla Kürt hareketini muhalefet cephesinden koparmaya yöneliktir. Bu adımlar, birbirini tamamlayan ve aynı planın iki yüzünü oluşturan hamlelerdir. DEM’in 2023 Cumhurbaşkanlığı ve 2024 yerel seçimlerinde izlediği muhalefetle yan yana durma çizgisi, iktidarın müdahaleleriyle adım adım farklı bir yöne çekilmeye çalışılıyor. DEM yöneticilerinin hukuksuzluklara karşı gösterdiği kimi sembolik tepkiler bir yana, iktidarın rejimi tahkim etmeye dönük anayasa açılımına verdiği örtülü destek ve son olarak Meclis Başkanlığı seçiminde –AKP ve MHP ile birlikte– Numan Kurtulmuş’a verilen oy bu dönüşüm alametleri olarak birikiyor. Bu gelişmeler, muhalefet cephesinde bir bölünmeyi tetikliyor ve tam da AKP-MHP blokunun arzuladığı türden bir siyasal gerilimi adım adım tırmandırıyor.

Muhalefet cephesi bu anlamda bir yandan şiddet dozu artarak devan eden operasyonlar içinde yıpratılmaya, öte yandan da içerden parçalanmaya çalışılıyor. CHP’nin kurultayı üzerinden kurgulanan iç operasyona zemin hazırlayacak eğilimlerin bizatihi partinin ve muhalefetin içinden gelişiyor olması iktidarın işini kolaylaştırıyor. Bugüne kadar tüm yaşadıklarımıza bakınca bunların basitçe bir iç hizipleşmelerin, dar çıkar gruplarının kötücül marifetlerinden ibaret olarak görmek ciddi bir saflık olur… Türkiye’nin, Cumhuriyet’in birikimlerinin adım adım tasfiye edilerek siyasal İslamcı faşizme dönüşümünün, sadece iktidar gücünün değil devlet içindeki ordudan bürokrasi ve partilerine kadar sözde Kemalist yapıların teslimiyet ve ihanetlerinin de bir sonucu olduğu akılda tutulmalı… Evet, bugün bir kez daha halkın çok farklı kesimleri, her tür adaletsizliğe ve baskıya karşı birleşerek mücadele ediyor. Sokaklarda, meydanlarda verilen bu haysiyet ve onur mücadelesi ülkenin geleceğine sahip çıkma kavgasıdır… Bu mücadele birleşik ve dayanışma içinde sürdürüldüğü oranda Saray rejiminin kaçınılmaz yenilgisinden kaçamayacağı da ortada… Şimdi Trump’dan destek alarak, yeni anayasa çağrıları ile bir kez daha muhalefeti parçalamaya çalışarak, kimilerine küçük iktidarlar vaat ederek kurulan bu kirli tuzakları da aşılır. Yeter ki siyaset elitlerinin dar çıkar alanlarının açtığı çukurlara düşmeden meydanlarda kurulan birliğe ve dayanışmaya sahip çıkmaya, bu mücadeleyi hayatın her alanında çoğaltmaya devam edelim…

***

1989’DAN 1994’E İLK KIRILMA

’89 yerel seçimlerinde SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) yüzde 30’a yaklaşan oy oranıyla birinci parti oldu. DSP (Demokratik Sol Parti) ise aldığı yüzde 10’un üzerindeki oyla, sol-demokratik potansiyelin bir başka ifadesiydi.

12 Eylül cuntasının, 1983’te hangi partilerin kurulacağından kimlerin seçimlerde aday olacağına kadar belirlediği ilk seçimlerde ANAP iktidara gelmişti. 1985’te gerçekleşen seçimleri de kazanan Özal’ın ANAP’ı, 12 Eylül’e karşı toplumda biriken tepkilerini bünyesinde toplamayı başararak güç kazanmıştı. ANAP ve Özal bir anlamda sivil ve demokratik bir siyaset olarak cuntadan çıkışı temsil ediyordu. Ancak iktidara geldikten sonra ANAP aslında 12 Eylül cuntasının ve onun arkasındaki emperyalist güç merkezlerinin bir uzantısı olduğunu hızla gösterecek bir dönüşüm sürecinin adımlarını attı. 12 Eylül toplum üzerinde bir baskı gücü işlemeye devam ederken ANAP “sivilleşme ve demokratikleşme” adına özelleştirmelerle başlayarak, emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmaya yönelik neoliberal sömürü politikalarını dayattı.

Buna karşı toplumda, üniversitelerden işçilere kadar çok yaygın ve geniş tepkiler ortaya çıktı. 1989’da Zonguldak Maden İşçilerinin başlattığı “Bahar Eylemleri” bu dönemde yükselen toplumsal muhalefetin simgesi oldu. SHP’nin 1989 yerel seçimlerinde birinci parti olarak çıkarak İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Bursa, Antalya başta olmak üzere pek çok kentte yerel yönetimlerde iktidara geldi. Bu yükselişin arkasında toplumda 12 Eylül cuntasına karşı birikmiş ilerici ve devrimci tepkilerle, onun uzantısı olarak işlev gören ANAP’ın emekçilere yönelik sömürü politikalarına karşı yükselen itiraz vardı. Sosyalist, devrimci hareketlerin 12 Eylül yasakları altında ezilmeye devam ettiği bu koşullarda, kuşkusuz onların da oy ve desteklerini alan SHP, DSP ile birlikte düşünüldüğünde, yüzde 40’ları aşan ilerici, demokratik, sol birikimin bir ifadesi oldu. Bu her şeyden önce 12 Eylül sonrasında solun birleşik bir güç oluşturduğu koşullarda, ülkenin kaderini belirleyecek bir noktaya geldiğinin ilk işaretlerinden birisiydi.

1994 SEÇİMLERİ: 3 BAŞLI MUHALEFET

1989’dan sonra gerçekleşen ’91 genel seçimlerinde SHP yüzde 20 civarında oy alarak, yüzde 27 oy alarak birinci parti olan DYP (Doğru Yol Partisi) tarafından kurulan iktidarın kaolisyon ortağı oldu.

Bu dönem neoliberal kapitalist sömürü politikaları doğrultusundaki dönüşüme karşı tepkilerin geliştiği bir dönemdi. Bununla beraber yeni bir göç dalgasıyla büyük kentlerin çeperlerinin yeni bir yoksul kitleyle dolmaya başlamasıyla bu çelişkiler kendisini toplumsal alanda da gösteriyordu. Devrimci hareketin 12 Eylül sonrasında yeni bir toparlanma sürecinin henüz başlarında olduğu bu dönemde siyasal İslamcılık da kendisini göstermeye başlıyordu. Özellikle de yoksul çeperlerde kendini hissettiren siyasal İslamın bir ucu da 12 Eylül’le birlikte devlet politikası olarak şekillenen cemaat ve tarikatların güçlendirilmesi, aynı zamanda bu kesimlerin ekonomik hayata eklenmesi şeklindeki gelişmelere kadar uzanıyordu.

Bu dönemde sol içindeki yaşanan gelişmelerden birisi de 12 Eylül’de kapatılan CHP’nin 1992’de yeniden açılması oldu. 1994 yerel seçimlerine gelindiğinde sol ve ilerici güçleri temsil etme iddiasında üç parti, CHP, SHP ve DSP olarak seçimlere katılıyordu. Bu parçalanmanın önüne geçilememesi bir yana neredeyse tüm güçler bir tarafından çekiştirerek yerel seçimlerde Refah Partisi’nin önünü açmak için yarışa girdiler. Bu parçalanmanın sonucunda İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyük şehir Refah Partisi’ne kaybedildi. İstanbul’da bu üç partinin (SHP, CHP ve DSP) oyları yüzde 35’in üzerinde olmasına karşın, Recep Tayyip Erdoğan yüzde 25 oyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Benzer biri durumu Ankara’da da görmek mümkün. SHP, CHP ve DSP Ankara’da da yüzde 35 üzerinde oy alırken, (SHP adayı M. Karayalçın’dan sadece yüzde 1 fazla oy alan) Melih Gökçek yüzde 27 oyla belediye başkanlığı koltuğuna oturdu. 1994 yerel seçimleri ‘89’da başlayan kırılmanın tersine çevrildiği bir dönüm noktası oldu. RP ’95 seçimlerinde birinci parti oldu. Siyasal İslam iktidarının taşları ’93’te Mamak Katliamlarından geçilerek kurulurken, muhalefet güçleri ise buna karşı birleşik bir mücadele sorumluluğunu gösteremediği oranda, bunun önünü açtı.

***

2001 KRİZİ VE BAHÇELİ’NİN ŞAPKASI

AKP’nin iktidara gelmesinde önemli kırılma noktalarından birisi de 2001 krizi sonrasında dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin erken seçim kararı alarak, DSP-ANAP-MHP Koalisyonunun sonunu ilan etmesi oldu.

Türkiye’nin derin bir ekonomik krizle sarsıldığı 2001, AKP’siz Türkiye’nin son yılı aynı zamanda AKP Türkiye’sine geçişin yılı olarak tarihi bir noktada duruyor.

Ecevit’in Başbakan olarak görev yaptığı MHP (Devlet Bahçeli), ANAP (Mesut Yılmaz) kaolisyon iktidarı ekonomik krizle birlikte ciddi bir sarsıntı geçirdi. Bu kriz sonrasında Bülent Ecevit’le, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer arasındaki sert bir tartışma siyasal bir krize doğru sürüklendi. IMF’in ekonomiye el koyarak Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’i ekonominin başına atadığı bu döneme dünyada da 11 Eylül saldırısının yankılandığı kaos eşlik ediyordu. ABD’nin Afganistan işgaliyle başlayan müdahalesinin yeni hedefi olarak Irak açıklanmıştı. ABD, Türkiye’de asker bulundurma ve Türk askerlerinin de harekâta katılması yönündeki görüşlerini Ecevit’e bildirse de bu konuda bir mutabakat oluşmuyordu. B. Ecevit, Irak müdahalesinin merkez üssünün Türkiye olmasının yaratacağı sakıncaları dile getiriyordu.

Bu dönem aynı zamanda siyasal İslamcılar için de RP ile başlayan iktidar serüveninin, 28 Şubat’lardan geçerek kırıldığı hareketlilik yükseldi. Gül, Erdoğan ve Arınç’ın önderliğindeki “yenilikçiler” adıyla ortaya çıkan oluşum, Erbakan’ın Milli Görüş çizgisinden ayrılarak, kendilerine AKP’ye uzanacak yeni bir yol açtılar. Bu girişimin doğrudan Amerika ve CIA girişimleriyle yürütüldüğü de şimdi herkesin malumu.

Bu kriz içinde MHP’nin Genel Başkanı ve dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, kendisinin ve parçası olduğu koalisyonun ipini çekecek bir erken seçim çağrısı yaptı. Bu dönemde seçimlere gidilirken Ecevit (halen üzerindeki şüphe gölgesi tam kalkmamış bir süreçtir) uzun süre hastanede yattı. Bu dönemde DSP içinden Ecevit’in ikinci adamı olarak bilinen Hüsamettin Özkan, İsmail Cem gibi etkili isimler koptu. Bunlar sonrasında YTP adında bir parti kurarak seçimlere katıldı. Öte yandan da halka çıkarılan ekonomik faturanın sorumlusu olarak görülen IMF patentli K. Derviş ise “kurtarıcı” olarak CHP’ye katıldı.

Bu koşullarda girilen seçimlerde yeni kurulan AKP yüzde 35 oyla birinci parti oldu. Parlamentoya girebilen ikinci parti ise yüzde 20 civarında oy alan CHP olurken, DSP ve YTP ise yüzde 1’leri aşamayarak tarih oldu. Erken seçim çağrısı yapan Bahçeli’nin MHP’sinin 8,3; DYP’nin 9,8 oyla baraj dışı kaldığı ortamda, AKP yüzde 35 oyla Meclisteki koltukların yüzde 60’ına sahip olacak bir güç elde etti. İşte karanlık böyle başladı…

***

2010’DAN 2015’E: DARBEYLE HESAPLAŞMA ADINA KANLI DARBE GİRİŞİMİNE AÇILAN YOL

AKP’nin iktidara gelmesinin ardından ilk dönem büyük oranda devlet içindeki bir çatışma dönemi olarak yaşandı. Bu dönemin sonu, Amerika’nın doğrudan destekleri doğrultusunda Ergenekon operasyonlarıyla ordunun düzenlenmesi ile son buldu. Bu devlet içindeki çatışmaların siyasal İslamcılar lehine sonlandırılmasının ardından, yeni bir rejimin inşasına yönelik adımlar hızlandırıldı. Bunun en önemli sıçrama noktası ise 12 Eylül 2010’da gerçekleşen anayasa referandumu oldu.

Bu referandum 12 Eylül ve onun darbeci generalleriyle hesaplaşma üzerinden sunularak muhalefetten destek alınmaya çalışıldı. Demokratikleşme ve sivilleşme yanılması altında dönemin iktidar ortakları AKP ve F. Gülen cemaatinin yargıyı ele geçirmesinin yolu bu referandumda atıldı.

Solun içinden devşirilerek, doğrudan iktidar politikalarına eklemlenmiş –ve hatta onun bu siyasal İslamcı dönüşüme itiraz eden devrimci harekete yönelik saldırısı için görevlendirilmiş– kesimlerinin destekleri bir yana Kürt hareketinin boykot tutumu sonucun AKP lehine oluşmasında en önemli etkenlerden birisi oldu. Kürt hareketi o dönemde AKP ile sürdürdüğü müzakere sürecinin de bir parçası olarak dolaylı bir destek siyaseti izledi.

Bunlar sonuçta bu desteklerini askerî vesayetin gerileceği ve demokratikleşmenin önünün açılacağı gerekçesiyle verdiler. Bunun sonucu ise yargıyı ve devleti ele geçiren iki siyasal İslamcı gücün iktidar kavgasının sonucunda ülkenin bir kanlı darbe girişimine sürüklenmesi oldu.

***

2017’DEN MAYIS 23’E: MÜHÜRSÜZ OYLARDAN BAKANLIK YARIŞLARINA KAYBEDİLEN ÜLKE

Türkiye’nin dönüşümünde bütün etaplarda muhalefet hareketlerinin eksik ve hatalarıyla; ayrı duruşlarının ve çıkar kavgalarının önemli bir yeri olmuştur. 2013 Haziran isyanının hemen ardından, bunun birleşik bir mücadele olarak örgütlenme çağrısını bir yana bırakarak, 2014 yerel seçimlerinde muhalefet içi yarışın bir popülist sembolü haline getirilmesinden de bunu görebiliriz.

Daha önemlisi ise 7 Haziran 2015’ten başlayarak ülkenin adım adım bir iç savaş içinde tek adam rejimine sürüklenmesi karşısında gösterilen tepkilerdi. 7 Haziran’da HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesinin de sonucu olarak AKP tek başına iktidar olma gücünü kaybetmişti. Bu dönem içinde CHP uzunca bir dönem AKP ile koalisyon görüşmeleri içinde zaman kaybederken; sonradan kendi birinci derecede sorumlu yöneticilerinin de ifade ettiği üzere HDP ise, AKP’nin mutlaka içinde olacağı farklı kaolisyon seçenekleri üzerine görüşmeler gerçekleştirmişi. Deniz Baykal’ın ise Saray’ına kapanmış Erdoğan’ı ziyaret edip, sonrasında da Meclis Başkanlığı adaylığını açıklamasına da bu dönemin muhalefet adına yaşanan acayipliklerinden birisi olarak hafızalarda…

Bu dönem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin seçimlerin yenilenme çağrısı ile kapanırken, aynı zamanda Kürt hareketi ile özerklik ilanları etrafındaki savaşla yeni bir dönemin de kapısı aralanıyordu. Türkiye, bu savaş ortamı içinde Suruç ve 10 Ekim katliamlarından geçilerek gerçekleşen 1 Kasım seçimlerinde AKP ve MHP’nin merkezinde olacağı yeni bir döneme uyandı. Ardından 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin anaforu içinde ilan edilen OHAL altında ülkenin bir anayasa referanduma sürüklenmesi ile tek adam rejimine geçildi.

Bu dönemde iktidar bir dönem stratejisini HDP’yi şeytanlaştırma üzerinden kurarken, muhalefet içindeki parçalanmayı da bunun üzerinden gerçekleşti. HDP Genel Başkanı S. Demirtaş ve pek çok milletvekilinin dokunulmazlıklarının CHP’nin de oylarıyla kaldırılmasına varan süreçler iktidarın bu baskısının bir sonucu olarak gerçekleşti. Bu koşullar içinde Başkanlık Referandumunda YSK’nın mühürsüz oylarının saydırılması karşısında muhalefetin teslimiyetiyle tek adam rejiminden çıkış ihtimalleri de bir bir harcandı. MHP ile birlikte Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP tarafından aday gösterilmesi de sonrasında “Gel Bakalım Muarem” edalarıyla gerçekleşen adaylıklar da bir tür “adam kazandı” oyununun ötesine geçmedi.

Mayıs 2023 seçimleri ise muhalefet içinde en geniş cephenin kurulduğu bir süreç olmakla birlikte; parçalanmaların da önünü geçilemedi. Bu dönemde toplumun en geniş kesimlerini temsil edecek bir adaylık etrafında tek adam rejimine son verme hedefi geri plana atıldı. 6’lı Masa içindeki farklı hesaplar, şimdi fiilî CB yardımcılığına atanmış olan M. Akşener’in adaylık üzerinden farklı çıkışları ile süreç akamete uğratıldı. Kişisel hırslar körüklenerek, iktidar paylaşımları eksenindeki çelişkilerle gidilen –kaybedilmesi ancak muhalefetin büyük yanlışlarının sonuca olabilecek bir ortamdaki– seçimler kaybedildi.

Bütün bunlar aslında bugün olup bitenleri bir kez daha bu deneyimlerle birlikte bir daha düşünmeye bir davet olarak okunmalı.

BİRGÜN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -26 Haziran 2025-

  Kıbrıs'ta 'İsrail işgali': Siyonist gettolar oluşturuluyor. Adanın güneyinde ve kuzeyinde İsraillilerin yoğun bir biçimde topr...