BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -11 Temmuz 2025-

Bir kahkahanın anatomisi -Melisa Ay-

Halkın gerçekliğinden kopuk Saray ve çevresi Meclis’te bir skandala daha imza attı. Emekli aylıkları görüşülürken Genel Kurul’dan utanç verici sesler yükseldi. DEVA’lı Esen’in “Emekli aylıkları 35 bin TL olmalı” sözlerinin üzerine AKP sıraları adeta kahkahalara boğuldu. AKP’liler, yurttaşı getirdikleri hale kahkaha atıyor.

İktidarları boyunca halktan kopan, sokağın taleplerine kulaklarını tıkayan ve gerçeklikten uzaklaşan AKP’liler, geçim mücadelesi ile alay ettiklerini artık saklamaya gerek dahi duymuyor.

Meclis sıraları, AKP’lilerin emeklilerle alay eden kahkahaları ile uğultuya boğuluyor. En düşük emekli aylıklarına zam yapılmasına ilişkin Torba Kanun’da yer alan madde, önceki gün Meclis Genel Kurulu’nda oylanarak kabul edildi, en düşük emekli aylığı 16 bin 881 TL oldu.

Genel Kurul’da konuşan DEVA/ Yeni Yol Partisi İstanbul Milletvekili Elif Esen, en düşük emekli aylığına ilişkin konuştuğu sırada Meclis’te skandal sesler yükseldi. AKP sıraları, Esen’in "En düşük emekli maaşı 35 bin lira olmalıdır" sözlerinin ardından kahkahalara boğuldu.

Rezalet anları tutanağa “AK PARTİ sıralarından uğultular, kahkaha sesleri” ifadeleriyle girdi.

Yurttaşın yaşamından kopuk, artık bir avuç azınlık olarak kalmış AKP’liler, ayrıcalıklarını adeta geçim mücadelesi veren milyonlarla alay ederek gösterdi. Halktan destek bulamayan, sokakta karşılığı kalmayan ve gerçeklikle bağı kalmayan rejim, uygulayıcıları ile bunu bir kez daha gösterdi.

Emeklilerin “Ölene kadar çalış, çalışırken öl” düzeninde emeklilik çağında dahi çalışmaya zorlandığı; işçilerin, kamu emekçilerinin, emeğiyle geçinenlerin açlık seviyesinde yaşamaya mecbur bırakıldığı, yoksulluk seviyelerinin dahi hayal olduğu, enflasyonun faturasını ödemek zorunda bıraktığı milyonlarla alay edildi. Tek adam rejiminde işlevi yok edilen, AKP’lilerin kendilerine ezberletileni uyguladığı bir tiyatroya dönüşen Meclis Genel Kurulu’nda sefalet aylıkları ile alay edildi.

ÜLKENİN ÜSTÜNE ÇÖKTÜLER

İnsan onuruna yaraşır bir yaşam için sokakları, meydanları dolduran emekliler, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençlerin sesinin ulaşmadığı “Saray halkı”, ülkede her şeyin yolunda olduğu algısını yaratmaya çalışsa da gerçekler bundan çok uzak. Muhalefetin yargı sopasıyla baskılanmaya çalışıldığı, önlemsizliklerin atölyede, fabrikada, tatilde ölüm getirdiği, hak arayanın bastırıldığı, ihmallerin ‘fıtrat’ diye adlandırıldığı, iktidarın kendi yarattığı enflasyonun faturasını emeğin üstüne basarak kestiği ülkede; AKP’liler onurlu yaşam mücadelesi verenlerle bir kez daha ‘eğlendi’. Yararlandırdıkları kamu ihaleleri ve kendilerine aktardıkları ülke kaynaklarının, kendi servetleri olduğu illüzyonuna kapılan AKP’liler, kendilerini zengin yurttaşı “sefalete mahkûm” gördüklerini kahkahalarla itiraf etti.

∗∗∗

MUHALEFETE DÜŞMANLIK

Kaybettiği halk desteğini fark ederek iktidarını yargı sopası ve baskılarla yeniden inşa etmeye çalışan rejim, karşısında duran herkese düşman hukuku uyguluyor. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde sandıktan birinci parti olarak çıkan CHP’ye yönelik baskılar her geçen gün artıyor. Tek adam rejimi, varlığına tehdit olarak gördüğü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nu yargı operasyonuyla tutsak etti. 19 Mart ile başlayan ve son olarak Adana, Antalya, Adıyaman belediyeleri ile devam eden operasyonlar dün de Şile Belediyesi’ne uzandı.

Rejim, kendisine isyan eden genç, yaşlı, kadın, erkek her kesimden yurttaşın karşısına kolluk ve yargı ile dikildi. İktidarın halkı demokratikleşme, ekonomik refah, yargı bağımsızlığı gibi herhangi bir konuda ikna edecek tek bir argümanı kalmadı. Toplumsal muhalefetin yükselmesinden tedirgin olan rejim AKP’lileri de suni zırhlarla korumaya aldı. Halkın yaşadığı sefalete gülebilme cüretini gösteren AKP’liler, kendilerini yargıdan, şeffaflıktan, hesap vermekten azade tutuyor. Muhalefete ve eleştirel seslere saldırabilme gücünü ise el konulan devlet mekanizmalarından alıyor. Saray ve çevresinin elinde tuttuğu yargı, yandaşa farklı, muhalefete farklı işliyor.

Rejim, baskıyla sindirmek istediklerini tutsak ederken hayati tehlikeleri dahi kendi çıkarları için görmezden geliyor. İBB soruşturması kapsamında tutuklu bulunan Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, düşman hukuku uygulamasının son örneği oldu. Çalık, yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle dün yeniden hastaneye kaldırıldı. Geçmişte iki kez kanser tedavisi gören Çalık, tutuklandığı 23 Mart'tan bu yana 18 kilo kaybetti. Lösemi riski ve kalp krizi tehlikesi heyet raporu ile sabit olan Çalık için tutuksuz yargılama talepleri ise reddedildi.

∗∗∗

KRİZİN FATURASI YOKSULA

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın her fırsatta "Enflasyona ezdirmedik" dediği yurttaşlar, enflasyondan en çok ezilenler oldu. 2023 genel seçimlerinde bir kez daha kendi bozdukları ekonomiyi iyileştirme vaatleri savuran iktidar, bu argümanının da altını dolduramadı.  Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in geçtiğimiz hafta enflasyon verilerini değerlendirirken kullandığı "Vatandaşlarımız müsterih olsun. Gıda ve dayanıklı tüketim ürünlerinden eğitime, ulaştırmadan diğer birçok sektöre kadar enflasyonda belirgin bir yavaşlama başladı ve bu eğilim devam edecek" ifadeleri tepki çekti.

TÜİK'in gerçekten uzak enflasyon verilerini dahi yanlı yorumlayan Şimşek'in iyiye gittiğini iddia ettiği sektörlerde veriler aksini gösterdi. Bakan'ın sıraladıkları arasında zam şampiyonları da yer aldı. Haziranda en çok artış gösteren harcama gruplarında eğitim de yer aldı. Yurttaş, dünyanın en yüksek gıda enflasyonuyla, OECD'nin en yüksek enflasyonuyla yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakıldı. Barınmadan sağlığa, eğitimden faturalar grubuna her harcamada sepet günden güne daraldı.

Kamu ihaleleri ve ülke kaynaklarıyla zengin edilenlerin aksine, AKP'lilerin 'kahkahalarla' güldüğü yurttaşlar gerçek enflasyon yüzünden alım gücü düşenler oldu.

∗∗∗

HAKKINI İSTEYEN EMEKÇİYE YASAK VE BASKI

Sadece emekliler değil, bir avuç azınlığın aksine emeğiyle geçinen tüm yurttaşlar hem Şimşek politikalarına hem de sermayeye ezdirildi. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in IMF’siz IMF reçetesi ile 2023’ten bu yana asgari ücrete ara zam yapılmadı. Ülkede ortalama ücret haline gelen asgari ücret, yalnızca gıda ihtiyaçlarını dahi ayda 20 gün ancak karşılayabiliyor. İktidar, geçen yılın ardından bu sene de asgari ücrete yıl ortasında ara zam yapılmasının önünü kapasa da emekçi ücretlerine yansıtılmayan resmi enflasyon oranları, her tüketim kaleminde fiyatların güncellenmesine sebep oldu. Halihazırda açlık sınırın dahi altında olan asgari ücret, bu yıl ortasında da güncellenmeyecek. İktidarın emek düşmanlığına karşı ses yükselten, sermayeye ezdirilmeyi reddeden işçiler için ise AKP’nin ‘çözümü’ grev yasaklamaları oldu. 23 yıllık AKP iktidarında tam 21 grev yasaklandı. Prof. Dr. Aziz Çelik’in hesaplamasına göre, döneminde 11 grevi yasaklayan Turgut Özal’ı geçen AKP’nin grev yasaklamaları, tek adam rejimi ile keyfileşti.

Direnen, grevle üretimden gelen gücünü kullanan işçiler rejim tarafından baskıya maruz bırakıldı. Kamu işçileri için zam oranlarını belirleyecek Kamu Çerçeve Protokolü’nde görüşmeler sürerken yapılan yüzde 17’lik sefalet teklifi işçilerin tepkisini çekti. İşçiler, hem AKP hem de eylem kararı almaktan geri duran konfederasyonlar ile mücadele ediyor. AKP’nin 600 bini aşkın işçiyi sefalete mahkûm etme hedefine tepki gösteren T. Harb-İş sendikası üyeleri ile Başkent’e yürüyüş başlattı. Önceki gün İstanbul’dan başlayan yürüyüşün bugün Ankara’ya ulaşması bekleniyor.

Fotoğraf: BirGün

∗∗∗

AÇ BIRAKILAN EMEKLİLER ÖLENE KADAR ÇALIŞIYOR

6 aylık resmi enflasyon farkına göre hesaplanarak yüzde 16,67 olarak belirlendi. Gerçek enflasyonu telafi etmekten uzak zam oranı ile SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin en düşük aylığı 16 bin 881 TL oldu. AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in itirafına göre 4 milyon 11 bin kişi, haziran ayının açlık sınırı olan 26 bin 115 TL’nin yüzde 65’ini bile karşılayamadı. Yeni ‘zam’ ile emekliler yaşamak için temel ihtiyaçlar olan barınma harcamalarından vazgeçse dahi 1 aylık gıda masrafını karşılayamayacak.

Türk-İş araştırmasına göre aynı ayda yoksulluk sınırı 85 bin TL oldu. Emekli aylığı yoksulluk sınırının yüzde 19,86’sında kaldı. Hanenin yoksulluk sınırına ulaşabilmesi için 5 emeklinin bir araya gelmesi gerekiyor.

AKP’nin her seferinde “Bütçeye yük” gördüğü, çalışma çağında emekle ödenen primlerin karşılığını ‘lütuf’ gibi sunduğu emekliler için yeni plana ölene dek çalıştırma oldu. Uzun süredir emeklilik yaşını ileri çekmeyi hedefleyen iktidar, düşük ücretlerle fiili olarak çalışma süresini uzattı. Emekli yurttaşlar, çalışırken alınmayan önlemler nedeniyle iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Emeklilik çağındaki yurttaşlar inşaatlarda, bekçi kulübelerinde, atölyelerde ölesiye çalışmaya mecbur bırakıldı. Sadece yılın ilk yarısında iş cinayetinde yaşamını yitiren 65 yaş ve üzeri emekçi sayısı en az 56 olarak hesaplandı.

Emekli aylığının en az 35 bin lira olması gerektiği hesaplaması, AKP döneminde değişen mevzuatları baz alıyor. Emekli maaşları hesaplanırken, aylık bağlama oranları esas alınıyor. Hesaplamaya esas 3 ayrı dönem bulunuyor. AKP döneminde yapılan mevzuat değişiklikleri sebebiyle 2000 yılı ve öncesi ayrı, 2000-2008 yılları ayrı, 2008 yılı ve sonrası ayrı hesaplanıyor. Emeklinin her dönemi ayrı ayrı hesaplanırken aylık bağlama oranları da yıllara göre düşüyor. Başka bir deyişle, emekçi çalıştıkça emekli aylığı düşüyor. 2008 yılında prim hesaplama yöntemleri değişmeseydi, bugün en düşük emekli maaşı 35 bin lira seviyesinde olacaktı.

AKP iktidarının başladığı 2022’de 228 lira olan en düşük emekli aylığı, asgari ücretin neredeyse iki katıydı. 2003 yılında da en düşük emekli maaşı, asgari ücretten yüzde 47 daha fazlaydı. Bugün ise en düşük aylıkların, ara zam dahi yapılmayan asgari ücrete oranı 1,3 seviyesinde kaldı.

UTANÇ VERİCİ

Tüm Emeklilerin Sendikası, AKP sıralarından yükselen kahkahaları “utanç verici” olarak tanımladı. Sendikadan yapılan yazılı açıklamada, “Emeklinin açlığına, yoksulluğuna, sefalete karşı kahkaha atan bir iktidarla karşı karşıyayız! Bugün Türkiye’de en düşük emekli aylığı 16.881 TL. Elektrik, doğalgaz, kira, gıda, ilaç, ulaşım... Her şey zamlı, her şey ateş pahası! Bu maaşla geçinmek bir yana, yaşamak bile mümkün değil! Bu kahkahalar; emeklilere, torununa harçlık veremeyen dedeye, pazardan çürük sebze toplayan teyzeye, ilaç kuyruğunda bekleyen insanımıza atılmış bir tokattır. Ama biz bu kahkahayı geri göndermeye geliyoruz! Çünkü biz çaresiz değiliz!”

∗∗∗

GERÇEK ACILARLA DAHİ ALAY EDEBİLİYORLAR

AKP'li azınlık dışında kimsenin yaşam güvencesi kalmadı. Saray çevresi kendini gerçek acılardan uzağa konumlandırdı. Bolu Kartalkaya'daki Grand Kartal Otel'de 36'sı çocuk 78 kişinin hayatını kaybettiği yangın ile ilgili tek bir yetkili soruşturulmadı. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine soruşturma izni dahi verilmedi. Bolu Valisi Abdulaziz Aydın, yangında 2 çocuğunu kaybeden Anne Duygu Can Sarıtaş'a "Vali çok üzülüyor burada ağlama" dendi.

Çorlu’daki tren katliamında 9 yaşındaki oğlu Oğuz Arda Sel’i kaybeden Mısra Öz hakkında ikinci kez açılan “kamu görevlisine hakaret” iddiasındaki davanın duruşmasında karar çıkmadı. Oğuz Arda için adalet isteyen Öz hakkındaki iddianamede; daha önce de aynı suçlamayla yargılandığı duruşma sonrası kendisini kameraya alan polise, “Çek çekinme, Saray’ın soytarısı hepsi. Hepsi üç maymunu oynuyor. Bu hâkimler beni sanık yaptı; onlara üç maymunu oynuyorlar dediğim için. Katilleri aklıyorlar. Bir kişiyi bile tutuklayamıyorlar. Evladım öldü benim, evladım” diyerek tepki göstermesi nedeniyle suçlandı.

Yurttaşla alay etme gücünü gerçek acılardan dahi kopuk kimliklerinden alan AKP'liler adeta yargıdan bağımsız tutuldu. AKP'li eski Kızılay Başkanı Kerem Kınık'ın, 16 yaşındaki çocuk Batın Barlas Çeki'nin ölümüne neden olan kızı Fatma Zehra Kınık'a ödül gibi ceza verildi.

Yalnızca 1 gününü tutuklu geçiren Kınık cezaevinde hiç kalmadı.

                                                                  ***

Ülkede tüm taşlar yerinden oynadı, sarsıntı büyük: Finali gören Saray korkuyor -Yaşar Aydın-

Erdoğan ve Bahçeli rejimi değiştirip yenisini inşa etmeye kalktı. Ufukları ve güçleri buna yetmedi. Kurdukları ucube ayaklarına dolandı. Başlattıkları ‘değişim’ rüzgârı iktidarlarını devirmek üzere.

Ülkede bir iki temel direk değil aynı anda tüm taşlar yerinden oynadı. Hiç kuşku yok ki bunun en önemli nedeni 16 Nisan sonrası kurulan rejimin varlığını sürdürme inadı. Bahçeli ve Erdoğan birlikteliği esas alınarak dikilen rejim Türkiye'ye çok dar geldi. Cumhur İttifakı durumu kavradığı andan itibaren ülkeyi sağından solundan çekiştirerek taşların yerine oturtabileceğini düşündü. İkilinin her müdahelesi daha çok sarsıntıya yol açtı. Ve sonuçta 100 yılı geride bırakan Cumhuriyet'te ayakta kalan hasarsız tek kolon kalmadı.

Bu sarsıntı sadece Cumhuriyet'in kurumlarıyla sınırlı kalmadı. Siyaseti de baştan aşağıya etkiledi.

AKP, slogan düzeyinde kalan kuru bir İslamcılıkla tüm ezberlerinden vaz geçti. Milli Görüşten gelen Filistin, Gazze, Kıbrıs, İslam İşbirliği, ağır sanayi hamlesi gibi kavramlar çok geride kaldı. Varsa yoksa rant ve Trump.

MHP'nin durumu daha da ilginç. Neredeyse 50 yıldır ipine sarıldığı Kürt karşıtlığı meselesinde yeni bir noktaya geldi ki parti tabanı hala kendine gelmiş durumda değil. Bahçeli'nin Öcalan'dan “PKK'nin kurucu lideri” diye bahsettiği her konuşma 50 yıllık öğrenilmiş ezberi yerle bir ediyor.

Bahçeli ve Erdoğan'ın Terörsüz Türkiye adını verdiği ve Öcalan'la ilerlettikleri süreç sadece iktidar cenahını etkilemiyor. Uzun yılladır Kürt siyasetinin şemsiyesi altında siyaset yapmaya alışan bazı sosyalist yapılar için de bir anlamda 'yol ayrımı' noktasına gelindiği söylenebilir.

Taşları yerinden oynatan rejim değişikliği hiç kuşku yok ki en çok CHP'yi etkiledi. Kurucusu olduğu ve bir anlamda bugüne kadar onu dokunulmaz yapan Cumhuriyet artık yok. Kurulan ve kalıcı olarak inşa edilmeye çalışılan rejim, CHP'yi yok edilmesi gereken düşman olarak kodladı. CHP'ye “ya teslim ol ya yok ol” dışında farklı bir seçenek sunulmaması partinin politik hattında önemli değişikliğe yol açtı. Sistemi koruyan, muhafaza etmeye alışan bir partinden, varolmak için mücadele etmek zorunda olan kalan partiye dönüştü.

HALK VAZGEÇTİ

Rejimin ekonomik ve siyasal tercihleri toplumsal dengeleri de alt üst etti. Erdoğan'ın en büyük destekçisi konumunda olan, oy deposu olarak gördüğü emekliler ve üreticiler son 10 yılda hızla yoksullaştı. Yardım almadan yaşayamaz hale geldi. Emekliler toplumun en dibinde. Milyonlarcası 20 bin liranın altında yaşamaya çalışıyor. Gıda, ulaşım ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda.

Üreticiler de benzer süreç yaşıyor. Maliyetleri karşılamakta zorlanarak üretiyorlar ve sürekli borçlanıyorlar. Emekliler ve üreticiler yaşadıklarının geçici bir durum olmadığının farkında. Bu yüzden artık statükonun değil arayışın tarafına doğru meyil ediyorlar.

Kadınlar ve gençlerin durumu ise çok daha başka. Büyük çoğunluğu rejimin uygulamalarını yaşamlarına direkt bir tehdit olarak görüyorlar. Bu nedenle de mücadelenin en önüne onlar geçmiş durumda.

DEĞİŞİM BAŞLAYINCA...

Erdoğan ve Bahçeli ortaklığıyla kurulan rejimle Cumhuriyet'in son kalıntılarını da ortadan kaldırmayı kendi deyimleriyle parantezi kapatmayı hedeflediler. Topyekun değişim için düğmeye basıldı.

Yeni rejimin ilk siyasal çıktısı Meclis'in devre dışı kalması oldu. Halk ile Saray arasında aşılamaz duvarlar inşa edildi. Yargı iktidarın elinde bir aparattan silaha dönüştü. Her şey tüm kaynaklar ve zenginlik Saray'a sıkıştı. Bu duruma geniş halk kesimi için buhrana dönüşen ekonomik kriz de eklenince yönetilmesi imkansız bir “değişim” süreci yaşanmaya başladı.

Halkın değişim isteği ve iradesi televizyon kumandası değildir. İstediğinizde başlatıp istediğinizde durduramazsın. İşte tam da burada iktidarı büyük bir korku aldı. Çünkü başlattığı göstermelik değişim süreci gerçek taleplerle buluşunca Saray düzeni için tehdit olmaya başladı.

SOKAK TEDİRGİNLİĞİ

Türkiye'nin 19 Mart sonrası girdiği süreç halkın uzun süredir ısrar ettiği değişim talebinden bağımsız düşünülürse eksik kalır. Halkın sert tepkisinin arkasında iktidar dair, sandıkla gerçekleşecek bir değişime darbe yaptı algısının güçlü bir şekilde var olması yatıyor. Bu yüzdendir ki İmamoğlu ve İBB'ye yönelik operasyon demokrasiye yönelik darbe muamelesi gördü, görmeye devam ediyor.

Aradan geçen yaklaşık dört aylık süreç bu kanaati güçlendirip, itirazı kalıcı hale getiren bir dizi gelişmeyi beraberinde getirdi. İktidar blokunun 10 yıl öncesinden böbürlenerek başlattığı “sözde değişim” süreci bumerang gibi kendine yönelince panikledi.

Halk bu rejime karşı sonsuz bir öfke duyuyor. Değiştirilmesi, hayatından ilk çıkarılması gerekenler listesinde açık ara ilk sırada.

Evet iktidar kendi koltuğunu sağlamlaştırmak için tüm taşları yerinden oynatmaya kalktı. Ama öyle bir noktaya geldi ki her hamleleri kendi elleriyle kurdukları müesses nizamı tehdit eden sarsıntılara yol açıyor.

Bu yüzden eylemli ve örgütlü bir muhalefet hattına dönüşme ihtimali giderek güçlenen itirazlardan ödü kopuyor. Bugün için toplumun büyük kesiminin arkasına dizildiği “seni istemiyoruz” cephesinin yeni bir Türkiye kurma iradesine dönüşmesi kabusları olmuş durumda.

O yüzden elleri Kürt hareketi ve CHP dahil sürekli muhalefetin içinde.

Tüm bu toz bulutunun içine dikkatli bakınca iktidarın bu hamlesi için geç kaldığını söylemek mümkün. Halkın yüzde 70'inin kulağı sadece “bu düzen değişsin” diyenleri duyuyor. Diğerlerine bütünüyle kapandı.

İktidar istemeden de olsa 'Değişim Cin'ini şişeden çıkardı. İlk değişecek olan da onların iktidarı olacak gibi duruyor.

                                                                       /././

Kıbrıslı gazeteciye Türkiye’de hapis cezası -Gözde Bedeloğlu-

Hükümetin, gözaltı ve yasaklarla gazeteciler üzerindeki baskıcı ve sansürcü tutumu Kuzey Kıbrıs’a sıçradı. Son birkaç yıldır, iktidarın politikalarını eleştiren Kıbrıslı gazeteciler, sanatçılar, eski bürokrat ve bazı siyasi parti yöneticilerinin Türkiye’ye girişlerine izin verilmediği biliniyor. Gerekçe olarak sunulan G-82 tehdit kodu, milli güvenliğe karşı faaliyette bulunan veya bulunduğu şüphesi taşıyan kişilerin Türkiye’ye girişinin engellenmesini kapsıyor. N-82 tehdit kodu ise, yabancının ülkeye girişini ön izin şartına bağlıyor. 2020 yılında, G-82 koduyla ülkeye alınmayan ilk kişi, eski KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın iletişim koordinatörü Ali Bizden olmuş ve kendisine ‘beş yıllık giriş yasağı’ konduğu bilgisi verilmişti. Akıncı, 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını geri çekmesi için Türkiye makamlarınca tehdit edildiğini açıklamış ve TC Lefkoşa Büyükelçiliği Akıncı’nın bu iddiasının ‘gerçek dışı’ olduğunu söylemişti. İçinde kimi Kıbrıslı Türklerin yer aldığı bir ‘yasaklı listesi’ olup olmadığı TC ve KKTC meclislerinde ana muhalefet partileri tarafından gündeme getirildi ancak soruna ilişkin bugüne kadar kayda değer bir yol alınamadı.

TC ELÇİSİNİ ELEŞTİREN AKIN’A SORUŞTURMA

Bu süreçte haklarında Türkiye’de dava açılan Kıbrıslı gazeteciler de oldu. Onlardan biri Bugün Kıbrıs Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ayşemden AkınGazeteci Akın’a 2021 yılında TC Dışişleri Bakanlığı’nın suç duyurusu ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçim döneminde, TC Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri’yi Ersin Tatar lehine çalıştığı ve büyükelçiliği adeta bir seçim karargâhına çevirdiği için eleştiren Akın’a, Türkiye devletine ve temsilcisine hakaret ile halkı kışkırtma suçları yöneltildi. Akın, Türkiye’deki savcılık makamının talebiyle Kuzey Kıbrıs polisine ifade vermeye çağırıldı. Ayşemden Akın bu yılın nisan ayında Hollanda’ya giderek, silahlı saldırı sonucu öldürülen Halil Falyalı’nın ‘kasası’ olarak bilinen Cemil Önal ile konuşmuş ve üç bölüm halinde yayınladığı röportaj büyük ses getirmişti. Kıbrıs’tan Türkiye, Dubai ve diğer pek çok ülkeye uzanan yasadışı bahis ve kara para organizasyonunu, rüşvet çarkını, bürokrasi ve yargıdan isimler vererek anlatan Önal, röportajdan kısa bir süre sonra, uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Haberiyle, Kıbrıs’ta kurulan yasadışı düzenin Falyalı sonrası da aynı hızda devam ettiğini ortaya koyan Ayşemden Akın, Önal’ın ifşalarını yayınladığı için ölümle tehdit edildi.

TC YARGISINDAN LEVENT’E HAPİS CEZASI

Türkiye’de hakkında dava açılan bir diğer Kıbrıslı gazeteci Şener Levent. Avrupa Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Levent’in Türkiye’de gıyabında yargılandığı davalardan ikisi 1’er yıl, biri de 6 ay hapis cezasıyla sonuçlandı. TC ve KKTC arasında imzalanan adli yardımlaşma sözleşmesine dayanarak, Şener Levent’e Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tebligat gönderildi ve kendisinden on gün içinde teslim olması istendi; aksi halde yakalanarak Ankara’ya gönderileceği bildirildi. 2017 yılında, TC Lefkoşa Büyükelçiliği, Afrika (Avrupa) Gazetesi’nde yayımlanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili bir karikatürü kınayarak, suç duyurusunda bulunmuştu. Gazete, 2018 yılında da Türkiye’nin Afrin’e yönelik gerçekleştirdiği ‘Zeytin Dalı’ harekatını ‘işgal’ benzetmesiyle eleştirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan Bursa mitinginde konuya değinmiş ve Kuzey Kıbrıs’ta bu ‘edepsizliğe’ tepki gösterilmesi gerektiğini söylemişti. KKTC Ülkü Ocakları öncülüğünde Afrika (Avrupa) Gazetesi önünde toplanan bir grup, ellerinde bayraklarla gazeteye taş ve sopalarla saldırarak linç girişiminde bulunmuştu.

“KKTC VATANDAŞLARI TC’YE İADE EDİLEMEZ”

Kullanılan görselin Erdoğan’a hakaret içerdiği gerekçesiyle Afrika (Avrupa) Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Şener Levent ve Gazete Direktörü Ali Osman Tabak hakkında açılan ve Lefkoşa Kaza Mahkemesi’nde görülen karikatür davası beraatle sonuçlandı. Söz konusu görselin ve iki ayrı yayının Erdoğan’a hakaret içermediği ve iki ülke arasında ilişkileri bozmadığı belirtildi. AİHM kararlarına atıfta bulunularak politikacıların eleştirilere karşı hoşgörülü olması gerektiği hatırlatıldı. Ancak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da ‘Türkiye’yi küçük düşürmek’, 'Türkiye’ye hareket etmek’, ‘fesat yayın yapmak’ suçlamasıyla dava açtı. Gazeteciler Levent ve Tabak Kıbrıs’ta beraat ettikleri davanın aynı şekilde Türkiye’de de açılması üzerine savunma vermeyi reddetti. Dönemin Yüksek Mahkeme Başkanı Narin Ferdi Şefik, Türkiye’de açılan davanın, oradaki mevzuata tabi olduğunu, herhangi bir ceza alınması halinde KKTC vatandaşlarının iade edilmesinin söz konusu olmadığını ifade etti. Bu durumda gazetecilerin iadesi, kendi istekleri ile Türkiye’ye gitmedikleri sürece, mümkün değildi.

ŞENER LEVENT HAKKINDA YAKALAMA KARARI

2022’de, Ankara’da açılan ceza davası sonuçlandı ve Şener Levent TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse mahkum edildi. Hukukta bir kişinin aynı suçtan iki kere yargılanmasına yer olmadığını ve Türkiye yargısının verdiği kararı tanımadığını söyleyen Şener Levent, 2023 yılında bir yazısından dolayı yine ‘TC Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve kararı bir kez daha reddetti. Ancak TC yargısı, Levent’in kararı tanımamasıyla ilgilenmedi ve verilen ceza kesinleşti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen tebligata göre eğer on gün içinde teslim olmazsa yakalanarak Ankara’ya sevk edileceği bildirildi. Siyasi parti lider ve yöneticileri, basın meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları Şener Levent’e destek mesajları yayınladı. Eski KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı yaptığı açıklamada, Kıbrıslı Türk sivil toplum örgütlerine, kendi yazarına çizerine ve kendi toplumsal geleceğine sahip çıkmak için her zamankinden çok görev düştüğünü söyleyerek uyarılarda bulundu;

TC’NİN VİLAYETLEŞTİRME POLTİKASI

Şener Levent’in Kıbrıs’tan alınıp Türkiye’de hapsedilmek istenmesiyle ilgili olarak Akıncı: “bizim hukuk mevzuatımız buna engeldir. Ancak unutmayalım, kendi Anayasasını bile çiğneyen bir rejim söz konusudur ve bize bakış açısı da şöyledir: Türkiye’nin herhangi bir yerinde rejime karşı ağzını açan, iki satır eleştiri yazan içeri sokulduğu gibi ‘Kıbrıs vilayetinde' de aynısı olacaktır. Burası ayrı devletmiş, ayrı kurumları varmış, hem de iki devletli çözüm isteniyormuş vs. Hepsi hikaye. Daha önce de bir çok defa ifade ettiğim gibi gerçekte yürürlükte olan bir vilayetleştirme politikası. Bu da son örneklerden biri. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Tufan Erhürman “Bir KKTC vatandaşının suç sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti'ne veya başka bir ülkeye verilmesi söz konusu değildir” dedi. Levent’in avukatı Tacan Reynar da, hiçbir devletin vatandaşını kendi ülkesinde beraat ettiği ithamlardan dolayı ikinci kez yargılayan başka bir devlete iade edemeyeceğini söyledi. Ankara’nın Kuzey Kıbrıs yargısını hiçe saydığına dikkat çeken Reynar, KKTC Dış İşleri ve İç İşleri Bakanlarını bu hukuk dışı talebi engellemeye çağırdı; “İstendiği kadar devletler arası anlaşma olsun, bu o devletin kendi vatandaşına dair sorumluluğudur.”

EGEMEN DEVLET VE YURTTAŞLIK HAKKI

Şüphesiz bu, TC ve KKTC hükümetlerinin Kuzey Kıbrıs’ta eşit, egemen ve bağımsız bir devlet olduğu iddiasını çürütebilecek önemli bir durum. Yasalar açık olsa da, akıllara modacı Barbaros Şansal’a yaşatılanlar geliyor. Sosyal medya hesabından paylaştığı bir video sonrası hedef gösterilmişti. Türkiye’ye hakaret ettiği öne sürülerek Kuzey Kıbrıs’tan sınır dışı edilmiş ve hapse atılmak üzere getirildiği İstanbul’da, uçaktan indirilirken, apronda bir grubun saldırısına uğramıştı. Türkiye’ye

iade kararı da Bakanlık tarafından onaylanmıştı. Şansal’ın KKTC’ye dava açmasıyla ‘sınır dışı’ kararının hukuksuz olduğuna hükmedildi. Şener Levent’in Türkiye’ye iadesi için aynı şekilde Bakanlar Kurulu’nun karar alabileceği konuşuluyor. Kuzey Kıbrıs’ta yurttaşının hakkını ne ölçüde savunabilecek ‘egemen’ bir devlet varmış göreceğiz. Hukuksuzluğun her şeyi olası kıldığı yerlerde yurttaşlara da birbirine sahip çıkmak düşüyor.

                                                            /././

Diyanet’in talihlileri!-Mustafa Bildircin-

Milyonlarca emekli açlık sınırının altındaki aylıklarla yaşamını sürdürmeye çalışırken Diyanet yöneticilerinin çift maaşlı emeklilerden oluştuğu ortaya çıktı. Yönetimdeki 4 ismin, emekli aylıklarının yanı sıra vakıftan yönetici maaşı aldığı, makam aracı ve tahsisli lojman kullandığı belirlendi.

BirGün, hemen her yıl milyarlarca lira olan dev geliri ve Sayıştay denetimine tabi olmaması nedeniyle “Diyanet’in kara kutusu” olarak nitelendirilen Diyanet Vakfı’nın yönetimine mercek tuttu. Türkiye’de milyonlarca emekli açlık sınırının altında kalan aylıklarla yaşamını sürdürmeye çalışırken Diyanet Vakfı’nın yönetimindeki dört emeklinin, emekli aylıklarının yanı sıra vakıftan da ücret aldığı öğrenildi.

Diyanet İşleri Başkanlığı kaynakları, “Emekli edilenlerin vakıfta çalışamayacağı” yönünde prensip kararı olduğunu belirterek, Diyanet Vakfı’nın yönetiminde yer alan isimlere tepki gösterdi.

2024 yılında 12,7 milyar TL gelir elde eden Diyanet Vakfı’nın yönetiminin tamamına yakını emeklilerden oluşturuldu. Vakfın, emekli edilenlerin vakıfta çalışamayacağı yönündeki prensip kararı delindi.

∗∗∗

Fatih Kayacan, Mehmet Eğinç, Recep Şükrü Balkan, İzani Turan

LOJMAN VE MAKAM ARACI

Diyanet Vakfı yöneticilerinin, “Şanslı emekliler” olarak nitelendirmelerine yol açan kariyerleri dikkati çekti. Emekli aylığının yanı sıra, vakıf yönetiminden de fahiş ücretler alan isimlerin çalışma yaşamlarının detayları, şöyle kaydedildi:

• Fatih Kayacan

Bolvadin Belediye Başkanlığı’ndan emekli olan Kayacan, Diyanet Vakfı Genel Müdür Yardımcılığı koltuğunda oturuyor. Kayacan, kendisine tahsisli makam aracını kullanıyor.

• Mehmet Eğinç

Diyanet Genel Müdür Yardımcılığı’ndan emekli olan Eğinç, Vakfın iştirakinde çalışmaya devam ediyor. Eğinç, Diyanet Vakfı iştiraki TEYAŞ’da Gayrimenkul Danışmanı olarak görev yapıyor.

• Recep Şükrü Balkan

Emekli İzmir Müftüsü olan ve büyükşehir müftü emeklisi olması nedeniyle yüksek emekli aylığı alan Balkan, Diyanet Genel Müdür Yardımcılığı’ndan da gelir sağlıyor. Balkan’ın da makam aracı var.

• İzani Turan

Bursa İl Müftülüğü’nden emekli olan Turan, Diyanet Vakfı’ndan da Genel Müdür maaşı alıyor. Turan'a bir makam aracı ve lojman tahsis edildiği belirtiliyor.

∗∗∗

EMEKLİNİN HALİ İÇLER ACISI

Temmuz 2025 itibarıyla 16 bin 881 TL olan en düşük emekli aylığı, açlık ve yoksulluk sınırının altında eziliyor. Türkiye’de milyonlarca emekli, ilerleyen yaşına rağmen iş bulmak umuduyla İŞKUR'a kaydını yaptırıyor. İş cinayetlerinde yaşamını yitirenlerin arasında çok sayıda emekli bulunması, Türkiye’deki emeklilerin içinde bulunduğu vahim tabloyu gözler önüne seriyor.

                                                                  ***

Makam aracı da ihale de lüks -Mustafa Bildircin-

Suç örgütü lideri olmakla suçlanan iş insanı Aziz İhsan Aktaş’tan lüks araç hediyesi alan AKP’li Şükrü Başdeğirmen idaresindeki Isparta Belediyesi’nin denetimlerinde çok sayıda usulsüzlük yapıldığı ortaya çıktı.

İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’na yönelik 19 Mart’ta başlayan operasyonlar, “Suç örgütü lideri” olduğu öne sürülen Aziz İhsan Aktaş’ın beyanları ile daha da derinleşti. Muhalefetin, “İtiraf değil, iftira” olarak tanımladığı Aktaş’ın söylemleri, çok sayıda CHP’li ismin gözaltına alınmasına ya da tutuklanmasına yol açtı. CHP lideri Özgür Özel, söylemleri ile operasyonun derinleşmesini sağlayan Aktaş’ın çok sayıda kamu kurumundan ihale aldığını açıkladı. Özel öte yandan, Aktaş’ın AKP idaresindeki Isparta Belediyesi’ne hibe ettiği lüks makam aracını da gündeme taşıdı.

Aktaş’ın ihale alma karşılığında AKP’li Isparta Belediye Başkanı Şükrü Başdeğirmen’e lüks araç verdiğini belirten Özel, “Isparta Belediye Başkanı AK Partili olduğu için dışarıda. Bizim belediye başkanımız elimizin değmediği seçim arabası nedeniyle içeride yatıyor, AK Partili belediye başkanı AK plakasıyla şehirde geziyor” dedi.

CHP lideri Özel’in açıklamalarının ardından gözler, Isparta Belediyesi’nin Başdeğirmen dönemine ait mali denetim raporlarına çevrildi. Sayıştay, Başdeğirmen döneminde Isparta Belediyesi’ni 2019, 2020 ve 2023 yıllarında olmak üzere üç kere denetledi. Hemen her denetim raporu, çok sayıda usulsüzlük tespiti içerdi.

BirGün’ün mercek tuttuğu Isparta Belediyesi Denetim Raporları’nda, şu bazı bulgular sıralandı:

• Belediye tarafından diğer kurum ve kuruluşlara yapılan taşınmaz tahsis işlemlerinin incelenmesi neticesinde, belediyeye bildirilen tabloda gösterildiği üzere tahsis süresi sona eren 12 adet taşınmazın ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılmaya devam edildiği ve bu taşınmazlar hakkında Belediye Meclı̇si’nce herhangi bir karar alınmadığı tespit edildi.

İHALESİZ ALIMLAR

• Temel ihale usulleriyle yapılması gereken iki organizasyona yönelik alımların doğrudan temin yöntemiyle gerçekleştirildiği belirlendi. Piyasa koşullarında bu tarz organizasyonları yapabilecek yeterlilikte pek çok firma bulunmasına rağmen belediyenin, başkanın onayı ile işi, doğrudan tek bir firmaya verdiği öğrenildi.

• Dört farklı ödeme emri ile toplam 1 milyon 57 bin TL’lik mal alımının ihalesiz yapıldığı kayda geçirildi.

• Çok sayıda hizmet alım işi, parasal limitlere takılmamak ve ihalesiz yapılmasının önünü açmak için kısımlara bölündü.

DERNEK VE VAKIFLARA KIYAK

• Belediyenin mülkiyetinde bulunan dört taşınmaz, bazı dernek ve vakıflara tahsisli kullandırıldı.

• Taksi ve servis plakalarının kullanım hakkı, ihale yapılmadan süresiz olarak belli kişilere verildi.

                                                                ***

“Torpil yaptırıyorum” demişti: Sağlık Bakan Yardımcılığı’na atandı

Daha önce Diş Hekimliği Fakültesi’nde randevu bulamadığını ve torpille işlem yaptırdığını açıkça söyleyen Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Sağlık Bakan Yardımcılığı görevine getirildi.

Bazı bakanlık ve kamu kurumlarına ilişkin atama kararları Resmi Gazete'de yayımlandı.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan kararla, Sağlık Bakanlığı Bakan Yardımcılığı’na Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nurullah Okumuş atandı.

Okumuş 2024 yılında yaptığı bir açıklamada Diş Hekimliği Fakültesi’nden randevu almak için torpil yaptırdığını itiraf etmişti.

"BEN DE ALAMIYORUM, TORPİL YAPTIRIYORUM"

Okumuş, "Daha fakültenin açıldığı ikinci üçüncü yılında neredeyse boş olan diş hekimliği fakültesi ful kapasite gitmeye başladı. Ful kapasiteyi geçtik en çok şikayet aldığım yer olmaya başladı ‘Randevu alamıyoruz’ diye. Ben de alamıyorum. Torpil yaptırıyorum açıkça söyleyeyim. Çünkü randevuyu açtığınız zaman dakikalar içerisinde kapanıyor, anında doluyor. Çünkü çok fazla tercih var" ifadelerini kullanmıştı.

Okumuş, tepki çeken açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştı:

“Diş hekimliği fakültesi. Birçok diş bölümümüzde hekim yokken, hoca yokken biz de üç hoca var. Birçok üniversitenin gıpta ile baktığı durumdayız. Peki bu insanlar buraya niye geliyor onu da söyleyeyim. Diş hekimliğinde akademisyen sayısını artırdık. Asistan sayısını artırdık. Diş hekimliği fakültesi açıldı, oraya öğrenci almaya başladık. Buradaki öğrencilerin staj uygulamaları bize ciddi avantaj sağladı. Bunun sonucunda daha fakültenin açıldığı ikinci üçüncü yılında neredeyse boş olan diş hekimliği fakültesi ful kapasite gitmeye başladı. Ful kapasiteyi geçtik en çok şikayet aldığım yer olmaya başladı ‘Randevu alamıyoruz’ diye. Ben de alamıyorum. Torpil yaptırıyorum açıkça söyleyeyim. Çünkü randevuyu açtığınız zaman dakikalar içerisinde kapanıyor, anında doluyor. Çünkü çok fazla tercih var. Özellikle cerrahi işlemlerde veya ortodonti işlemlerinde, çocuk dişte vatandaşlar il dışına veya özele gidiyordu. Hizmetiniz kaliteli olunca sizi tercih etmeye başlıyorlar.”

                                                                  ***

İklim Kanunu kadük olacak -Özgür Gürbüz-

Maden ve enerji santrallarına, zeytinlikler dahil birçok doğal alanı tahrip etme izni veren torba yasa teklifi Meclis’te kabul edilirse hükümetin öve öve bitiremediği İklim Kanunu kadük olacak.

Dün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İklim Kanunu’nun beşinci maddesinin beşinci fıkrası aynen şöyle diyor: “Net sıfır emisyon hedefinin sağlanmasına yönelik emisyonların dengelenmesi için orman, tarım, mera ve sulak alanlarda karbon yutağı kayıplarını engellemek üzere ilgili kurum ve kuruluşlarca tedbirler alınır, yutak alanların ve korunan alanların korunarak artırılması sağlanır”. Kulağa hoş geliyor.

Gelelim Meclis’te görüşülen, ‘süper izin’ yasası diye de bilinen torba kanun teklifine. Teklifte öyle maddeler var ki İklim Kanunu’nun elle tutulur birkaç satırını da yok sayıyor. İklim krizini durdurmak için başta karbondioksit olmak üzere seragazı emisyonlarını azaltmalıyız. Azaltamadığımızı da ormanlar, meralar, tarım alanları ve sulak alanlar gibi yutak alanlarla tutarak atmosfere ulaşmasını engellemek zorundayız. Bu bilgiye İklim Kanunu’nu bir hafta önce Meclis’ten geçiren yasa yapıcılarımız da herhalde sahiptir.

Torba yasa teklifi ise İklim Kanunu’nda yazanın tam tersini yapıyor. Madencilik yapılmasına izin verilen orman alanlarından bahsediyor. Bir başka deyişle, İklim Kanunu’nda korunarak artırılması hedeflenen ormanlar (yutak alanlar) madenciliğe açılıyor. Üstelik izin ve yönetim süreci Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne (MAPEG) devredilecek.

Torba yasa teklifine konan geçici maddeyle Muğla’da zeytinliklerin, yani bir başka yutak alanının, kömür madenciliğine açılması da mümkün kılınıyor. Hem karbondioksiti tutan ağaçlar yok edilecek hem de kömür yakılarak atmosfere daha fazla karbondioksit bırakılacak. Zeytincilik Kanunu’nu delmeyi amaçlayan bu madde emsal kabul edilirse başka zeytinliklerde de devamı gelebilir.

Teklifte doğal ve tarihi alanlarla ilgili ilginç bir düzenleme de yer alıyor. Korunan alanlar, sit alanları, sulak alanlar gibi yine önemli yutak alanların farklı endüstriyel projelere açılmasında izin sürecini dört ayla sınırlıyor. Dört ayda başvurulara yanıt alınmazsa, izin verilmiş sayılıyor. Bu kadar önemli, korunması gereken bölgelerde yapılacak tesislere karşı detaylı bir inceleme fırsatı bile verilmiyor. İzin süreçleri oldubittiye getiriliyor. İşte size İklim Kanunu’nun içinin boş olduğunu gösteren bir örnek daha. Gerçek bu olsa da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Toplantısı’na (COP31) Türkiye’de ev sahipliği yapmak isteyen hükümetin, İklim Kanunu çıkardık diye önümüzdeki günlerde yurt dışında bol bol reklam yapacağını da biliyoruz.

İklim Kanunu’nun somut bir hedef, fosil yakıt dediğimiz kömür, petrol ve gazdan vazgeçmeye dair bir yol haritası içermediğini, iklim kriziyle bağlantılı sosyal sorunlara hiç değinmediğini daha önce de yazmıştık. Kanun’da doğru yazılmış denebilecek birkaç satırın da başka kanunlarla boşa çıkarıldığına da tanıklık ediyoruz. İklim Kanunu’ndan geriye ne kaldı derseniz yanıtı kolay. Geriye, birkaç şirketi rahatlatacak ancak iklim krizini durduramayacak emisyon ticareti kalıyor.

                                                                    /././

Emekçiler Hindistan’ı ‘kapattı’-Atahan UĞUR-

Hindistan’da emekçi milyonlar, Başbakan Modi’nin “iş yapma kolaylığı” adı altında kamu hizmetlerini özelleştirme girişimlerini protesto etti. “Hindistan’ı Kapat” çağrısıyla yapılan grev, emek piyasasının sermaye lehine düzenlenmesine karşı çıkarak tüm ülkede hayatı durdurdu.

Çarşamba günü Hindistan’ın Patna kentinde, 10 merkezi sendikanın ve bunlarla birlikte hareket eden işçi örgütlerinin çağrısıyla geniş çaplı bir genel grev başlatıldı. “Bharat Bandh” (Hindistan’ı Kapat) adı verilen bu grev, yalnızca Patna ile sınırlı kalmayarak ülke genelinde karşılık buldu. Eylemlerin ön saflarında, başta Hindistan Komünist Partisi (Marksist) ve ona bağlı sendikal platform CITU olmak üzere, sol görüşlü sendikalar ve siyasi partiler yer aldı.

Milyonlarca kişinin katılım gösterdiği protestolarda yollar kapatıldı, yürüyüşler düzenlendi ve kent meydanları kalabalık emekçi kitleleriyle doldu. Sendikalar ve destekçileri, Modi hükümetinin uygulamaya koyduğu neoliberal ekonomi politikalarını sert biçimde eleştirdi. Bu politikalar arasında işçi haklarını budayan yasalar, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve iş güvencesinin ortadan kaldırılması gibi hamleler bulunuyor. Grevi örgütleyen sendikalar bu süreci, “emek sömürüsünün derinleşmesi, işçi mücadelesinin bastırılması ve sosyal güvenliğin sistematik biçimde törpülenmesi” olarak tanımlıyor.

‘GREV HAYATI DURDURDU’

Greve yalnızca işçiler ve çiftçiler değil; kamu çalışanları, ulaşım emekçileri, öğrenciler ve çeşitli meslek gruplarından emekçiler de katıldı. Toplamda yaklaşık 250 milyondan fazla kişi, “Bharat Bandh” çağrısından etkilendi. Bu olağanüstü kitlesel katılım, kamuya ait toplu taşıma araçlarının durmasına ve devlet dairelerinin kapanmasına sebep oldu. Bununla birlikte protestolar; bankacılık, sigorta, posta hizmetleri ve sanayi üretiminde de ciddi aksamalar yaşanmasına yol açtı.

Sendikalar, hükümetin parlamentodan geçirdiği dört yeni iş yasasının iptal edilmesini ve 17 maddelik bir talepler bildirgesinin kabulünü istedi. Taleplerin başında eski emeklilik sistemine dönülmesi, kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirmeden korunması, sendikal hakların güvence altına alınması, iş güvencesinin sağlanması ve çalışma saatlerinin denetlenmesi yer alıyor.

∗∗∗

NE OLMUŞTU?

Hindistan’daki bu kitlesel protestoları anlamak için ülkenin son yıllardaki ekonomik dönüşümüne bakmak gerekir. 2016’da 500 ve 1000 ruplilik banknotların yasaklanmasına dayanan para reformu, ülkeyi ekonomik bir kaosa sürükledi. Nakit bazlı bir ekonomiye sahip olan Hindistan’ın yasakladığı banknotlar, tedavüldeki nominal para değerinin neredeyse yüzde 86’sını oluşturuyordu. Yüksek değerli banknotların ani şekilde tedavülden kaldırılması, ülke iş gücünün yüzde 80’ini istihdam eden sokak satıcıları, küçük esnaflar, tarım işçileri, ev içi çalışanlar gibi meslek gruplarını kapsayan kayıt dışı sektörü sarstı. Bu durum yaygın iş kayıplarına, işletmelerin kapanmasına ve kırsal kesimde talebin keskin biçimde düşmesine yol açtı. Modi hükümetinin “iş yapma kolaylığı” adı altında son yıllarda yürürlüğe soktuğu özelleştirme ve iş güvencesini zayıflatan yasalar da bu sürecin devamı olarak görülüyor. Bugünkü grev, emekçilerin uzun süredir biriken yapısal eşitsizliklere karşı toplu bir yanıtı niteliğinde.

                                                                   ***

BİRGÜN





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -11 Temmuz 2025 -

  Özgür Özel: Anketlerde yüzde 25'i görüyorlar bu yüzden Fahrettin Altun gitti, TRT'yi de değiştirecek, Anadolu Ajansı'nı değişt...