Erdoğan niyetini açıkça ilan etti
Erdoğan, “AK Parti, MHP ve DEM heyetiyle de birlikte bu süreci geleceğe taşıyacağız” diyerek beklentisini ilan etti. İktidar, dışarıda Trump’a yaslanıp içeride ise muhalefeti bölerek rejimin ömrünü uzatma derdinde.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısının ardından beklenen silah bırakma töreni önceki gün Süleymaniye’de gerçekleşti. Temsili yapılan ve “bir iyi niyet göstergesi” olarak tanımlanan tören, AKP ve MHP tarafından olumlu karşılanırken gerek Devlet Bahçeli gerekse Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir sürecin kapısının aralandığını vurguladı.
50 yıla yaklaşan ve on binlerin hayatını kaybettiği savaşta silahların susması kuşkusuz tüm halklar için olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Zira onlarca yıldır süregelen çatışma ortamının kaybedeni hep halklar oldu. Ancak mevcut rejimle demokrasi, özgürlük ve barışın gelip gelmeyeceği, dolayısıyla tüm bu tartışmaların günün sonunda neye hizmet edeceği sorusu da en geniş pencereden bakılarak ele alınmalı.
Hatırlanacağı üzere süreç il olarak AKP, MHP ve Saray’ın Başdanışmanı Mehmet Uçum’un geçen yaz art arda tekrarladıkları “iç cephe” söylemiyle başladı. Trump’ın yeniden başa gelmesi, İsrail’in Gazze ablukası, Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesi, Lübnan Hizbullah’ına vurulan darbelerle birlikte ABD ve İsrail eliyle Ortadoğu’nun yeniden dizaynı, hem Kürt hareketini hem de Saray rejimini bölgede bir nevi Türk-Kürt ittifakına dayalı yeniden pozisyon belirleme arayışına itti. İç cephe tartışmalarının ardından 1 Ekim’deki Meclis açılışında MHP Lideri Bahçeli’nin DEM Parti grubunun elini sıkması ve hemen ardından PKK Lideri Öcalan’a Meclis’te konuşup PKK’nin kendini feshetmesi çağrısı yapmasıyla sürecin ilk kritik adımı atılmış oldu.

Kuşkusuz önceden pişirilen süreç, DEM heyetinin İmralı ziyaretleri ve Öcalan’ın çağrısıyla belirli bir noktaya ulaştı. Kongresini toplayan PKK, silah bırakma ve kendini feshetme kararı aldığını açıklamıştı. Onlarca soru işareti ve belirsizliklerle dolu süreçte PKK nihayet önceki gün 30 kişilik bir gerilla grubunun katıldığı törenle silahları yaktı, görüntüler paylaşıldı. Beklendiği üzere tören AKP ve MHP tarafından büyük bir zafer olarak sunuldu. Bahçeli, Pervin Buldan’a teşekkür telefonu açarken Öcalan’ın da sözünde durduğunu belirtti.
ERDOĞAN’DAN İTTİFAK TANIMI
Süleymaniye’deki törenin ardından partisinin 32. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda değerlendirmelerde bulunan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan da dün sürece ilişkin mesajlar verdi. "Bugün yeni bir sayfa açılmıştır" diyen Erdoğan, Meclis'te komisyon kurulacağını ifade ederek "Sürecin yasal ihtiyaçlarını konuşmaya başlayacağız" dedi. "Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik" ifadelerini kullanan Erdoğan, asıl niyetini de beyan etmiş oldu. Erdoğan’ın konuşmasında dikkat çeken noktalardan biri de “Bugün Malazgirt ruhu, bugün Kudüs ittifakı, bugün İstiklal savaşının nüvesi yeniden şekilleniyor. Terörsüz Türkiye şafağındayız” şeklindeki ifadelerdi. Türk, Kürt, Arap ve İslam sentezine dayanan yeni Osmanlıcı bir perspektif ortaya atan Erdoğan ve Bahçeli, PKK Lideri Öcalan’ın da destek verdiği bu yola, hem bölgesel yeni dizaynda pozisyon belirlemek hem de iç politikayı yeniden konsolide etmek için çıktıklarını itiraf etti.
AKP, son seçimlerde birinci parti olma niteliğini kaybederken Erdoğan da toplumun rızasını alacak bir argümanın kalmadığını fark etmişti. Anketlerden gelen sonuçlar da Erdoğan’ın olası rakipleri karşısında seçmen desteğinin eridiğini ortaya koydu. Başkanlık referandumunda ortaya çıkan Erdoğan karşıtı cephe ise 31 Mart yerel seçimlerine dek rejimin tüm çabalarına rağmen dağıtılamadı. İktidar, çareyi iç cephe ve çözüm tartışmaları üzerinden muhalefet cephesini bölmekte buldu.
BİR ELDE SOPA DİĞERİNDE HAVUÇ
Bir yandan çözüm tartışmaları yaşanırken diğer yandan düğmeye basıldı ve 19 Mart operasyonlarıyla CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu cezaevine atıldı. CHP belediyeleri peş peşe hedefe kondu, belediye başkanları tutuklandı, belediyelere kayyum atandı. Diğer yandan CHP’ye yönelik Kurultay davası ve CHP Lideri Özgür Özel dahil 61 Milletvekili hakkında dokunulmazlıkların kaldırılması fezlekesi ile ana muhalefet partisi “baş düşman” kategorisine oturtuldu. Toplumsal muhalefete de gözdağı veren rejim, protesto hakkını kullanan gençleri, görevini yapan gazetecileri cezaevine attı.
Bir elinde tuttuğu sopayı muhalefete gösteren, öbür elinde çözüm tartışmaları ve yeni Anayasa çağrısıyla havuç gösteren iktidar yüzde 30-40’lık bir destekle, sırtını ABD ve Trump’a dayayarak ülkeyi Ortadoğululaştırma hamlesine girişiyor. İçerideki rejimi de kurumsal hale getirerek sandığın formaliteden kurulduğu, seçimlerin büsbütün anlamını yitirdiği, muhalefeti kendi kontrol edeceği sınırlara hapsetmeyi amaçlıyor.
Öte yandan derinleşen yoksullukla boğuşan, hukuksuzluklara tepkili, yaşam tarzına gerici müdahaleye karşı çıkan, özgürlüklerden yana, geleceği elinden alınmış gençlerden kadınlara, sefalet ücretiyle hayatta kalmaya çalışan emeklilerden asgari ücrete mahkum edilen milyonlara dek toplumun her kesiminin ortak mücadelesi rejim karşıtlığı. Ülkenin son bir yılı bile Erdoğan ve rejime yaklaşan kim varsa eridiği, rejimle arasına set çekenlerin desteğinin arttığını gösterdi. Bugün toplumsal muhalefetin değişimden yana olduğu, bu rejimle Anayasa masası dahil hiçbir masanın halklar lehine bir kazanım getirmeyeceği unutulmamalı.
***
BARRACK’IN “OSMANLI MODELİ” VURGUSU
ABD Büyükelçisi’nin Barrack’ın kamuoyuna yansıyan YPG-PKK ilişkisine dair çıkışı dikkat çekerken, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK’nin silah bırakma sürecine ilişkin Arap ve Kürt halklarına ortak geçmiş ve ortak gelecek çağrısı yaptı. Erdoğan, Tom Barrack’ın aynı zamanda Suriye Özel Temsilcisi de olduğuna dikkat çekerek "Onlar da Suriye’de görüşmeleri, toplantıları yaptılar. Oradan verilen mesajlar da gerçekten çok çok olumluydu" dedi. Barrack, daha önce de "Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir" demişti. Öte yandan Erdoğan’ın dünkü konuşmasındaki "Türk, Kürt, Arap eğer bir aradaysa, birse, beraberse işte o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde, uzaklaştıklarında ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır" şeklindeki sözleri de dikkat çekti.
***
‘BU İTTİFAK SÜREÇ İTTİFAKIDIR’
DEM Parti Milletvekili ve İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan, Erdoğan’ın yaptığı konuşma hakkında değerlendirmede bulundu. Erdoğan’ın "Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürüme kararı verdik" sözlerin yorumlayan Buldan, şu açıklamayı yaptı: "Yanlış bir yere çekilmesin. Bu ittifak süreç ittifakıdır. Başka bir ittifak olarak algılanmamalı kesinlikle. Herkesin çizgisi ve gittiği yol bellidir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’yla birlikte DEM Parti’nin süreç itibariyle ortak yol yürüyeceğinin bir mesajıydı bu.”
Öte yandan yerine üçüncü kez kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk “Süreç” kapsamında DEM Partili belediyelere atanan kayyumların geri alınma ihtimaliyle ilgili konuştu. Türk, "Ben bu aşamada CHP’li belediyelere kayyumlar atanırken böyle bir şey olmasını istemem. Bunu kabul etmek istemem. Olacaksa bütün kayyum uygulamaları kaldırılmalı" dedi.
***
İslamcıların yaşattığı kâbus: 15 Temmuz / ABD eliyle örgütlendiler sonra birbirlerine girdiler
Fethullahçılar tasfiye edilmiş olsa da yerine birçok irili ufaklı tarikat devlet kadroları için birbiriyle yarışırken, siyasal İslamcı rejim eğitimden medeni kanuna İslamcı rejim inşasına adım adım ilerlemeye devam ediyor, Gülen ile birlikte geçtikleri eşikler sayesinde ele geçirdiği devletin tüm yetkileriyle muhalefete yönelik tasfiye operasyonlarını sürdürüyor. 23 yıllık iktidar, "CIA Vaizi’nin" destekleri, “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz’un imkânları ile açılan yoldan hiç sapmadan yürümeye devam ediyor.
15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’nin dönüşümündeki önemli kırılma noktalarından birisi oldu. AKP ve Cemaat, Amerika’nın Ortadoğu politikalarına bağlı olarak, Türkiye’nin bir İslamcı cumhuriyete dönüştürülmesinde görevlendirilerek, uzun yıllar bir koalisyon olarak çalıştılar. Bu süre içinde Ergenekon operasyonlarından ve 2010 referandumlarından geçerek -Amerika ve sermayenin destekleriyle- yargı ve ordu başta olmak üzere adım adım iktidarı ele geçirdiler.
“Yeni Türkiye” adı verilen bu siyasal İslamcı rejimin iki ana gücü, devlet üzerinde güçlenen kontrolün kimin elinde olacağına ilişkin olarak kendi aralarında çatışmaya başladı. Bu gerilim MİT krizinden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına uzanan çatışmalarla büyüyerek, 15 Temmuz kanlı darbe girişimine kadar uzandı.
15 Temmuz, rejimin gelişimi bakımından da bugüne uzanacak yeni bir dönemin kapısını araladı. 15 Temmuz’a kadar Cemaat’le örtük bir koalisyonla birlikte, Kürt hareketi ve liberallerle bir ittifak üzerine yükselen rejim, bu kırılma sonrasında yeni bir yönelim içerisine girdi.
MHP ile Yenikapı Mitinglerinden başlayarak adım adım kurulacak Cumhur İttifakı, rejimin düşman tanımlanmasını da güncelledi. AKP, MHP ile birlikte Türk-İslam sentezini merkeze alan yeni bir yönelime girerken FETÖ ile Kürt hareketi rejimin temel düşmanları olarak kodlandı. Suriye’deki iç savaşın içinde Kürt hareketinin kazandığı özerklik üzerinden oluşturulan karşıtlık içerde çözüm sürecinin sonlandırılarak Türkiye’yi de adım adım bir iç çatışmanın içine sürükledi.
Türkiye bu çatışma ve tasfiye döneminde, OHAL ve bir tür iç savaş ortamı içinde gerçekleşen anayasa referandumu ile tek adam rejimine geçti. Gelinen aşamada ise 15 Temmuz’da kurulan çerçeve artık geride kalırken, rejim özellikle ABD-İsrail’in yeni Ortadoğu planlarının belirleyiciliği altında kendini yeniden tanımladığı yeni bir sürecin içinde.
Eski ortakları, “hoca efendileri” 15 Temmuz sonrasında ise rejimin baş düşmanı FETÖ, Gülen’in de hayatını kaybetmesiyle birlikte geride kaldı. Öte yandan İsrail’in son 2 yıldır bölgedeki saldırıları üzerine şekillenen yeni Suriye ve Ortadoğu denklemi, Kürt hareketi ile yeni bir ittifak zeminini gündeme getirdi.
Silahların bırakılmasına yönelik sürecin de başladığı bu evre, rejimin Kürt hareketi ile dolaylı bir ittifak üzerinden, rejimi yeniden tanımlama girişimi olarak örgütleniyor. Bunun bir ucu da CHP’ye yönelik adım adım yükseltilen şiddetle yeni düşmanın da bu eksende tanımlanması olarak gerçekleşiyor.
15 Temmuz darbe girişimi, siyasal İslamcı rejimin ilk krizinin sonucu olarak gerçekleşmişti. Bu iktidar krizi MHP ile ittifakla başlayan bir süreç içinde, tek adam rejimine geçilerek aşılmaya çalışıldı. Ancak tek adam rejimi giderek bizatihi kendisi krizin kaynağına dönüştü. Rejimin adım adım toplumsal desteklerini kaybettiği, ekonomik-sosyal bunalımdan dış politikaya uzanan çoklu kriz ortamı içinde ayakta kalmakta zorlandığı bir dönemdeyiz.
Bu ortamda iktidarda kalabilmek üzere silahların bırakılmasını bir fırsata çevirmeye çalışarak ve muhalefetin bir kesimini de baskılayarak, Erdoğan’a en az bir dönem daha başkanlık yolunu açacak siyasal ve hukuksal zemini oluşturmaya çalışıyorlar. Ancak bu artık hiç de kolay görünmüyor. Muhalefetin birleşik ve dayanışma içinde süren mücadelesi bunun en büyük göstergesi olarak büyüyerek sürüyor. Öte yandan yıllardır demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürüten Kürt hareketinin Cumhur İttifakı’nın doğrudan parçası olacağı beklentisi basit bir süreç olarak görülmemelidir. Silahların bırakılması çözüm için atılmış bir adım olsa da Kürt sorununun çözümü demokratikleşme mücadelesinden ayrılamaz.
Ülkenin aslında bir ölü ideoloji olmaktan öte toplumda inandırıcı ve kurucu bir gücü kalmamış siyasal İslamcı karanlıktan çıkışı, gerçekten demokratik, kardeşçe ve eşit bir geleceğinin kurulması eski-yeni cemaatleriyle ve siyasal İslamcı ve faşist güçleriyle hesaplaşması şimdi sokakları dolduran halkın mücadelesinin, Kürdü Türkü, Alevisi Sünnisiyle tüm ezilenlerin ortak mücadelesinin eseri olacaktır.
***
CIA’NIN VAİZİ GÜLEN!
F. Gülen cemaati, Amerika’nın Soğuk Savaş politikalarına bağlı olarak oluşturulan “Yeşil Kuşak Projesi”nin parçası olarak geliştirildi. Türkiye’nin NATO’ya girişi, askerî yapısının, istihbarat ve tüm güvenlik birimlerinin buna uygun olarak örgütlendirilmesi, 1950’lerden sonra adım adım geliştirildi. Komünizmle Mücadele Dernekleri, buna bağlı olarak geliştirilen kont-gerillanın ilk adımlarından birisi oldu. F. Gülen ismi Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’nin kurulmasıyla duyuldu. Cemaatin asıl parlama noktası ise Kenan Evren’i “cennetlik ilan ederek” saf tuttuğu 12 Eylül askerî faşist darbesinin sonrasında oldu. 12 Eylül’ün ardından, tarikat ve cemaatlerle birlikte siyasal İslamcılık bir devlet politikası olarak desteklenmeye başladı.
Özal’lı yıllar dincileştirme ile birlikte neoliberal dönüşümün hız kazandığı, buna bağlı olarak devlet içerisinde örgütlenen birçok cemaat ve tarikat arasında F. Gülen cemaatinin kamuoyuna önüne çıkarak, dershanelerden bankalara kadar birçok adımı attığı yıllar oldu. Özal, yurtdışındaki okulların açılmasına imkân vererek örgütün uluslararası alanda etki gücü kazanmasının yolunu açtı. Ilımlı ve uyumlu bir pozisyon içinde ilerleyen Gülen cemaati her zaman hedefini devlet içinde örgütlenmek olarak açıklayarak, bürokrasi ve özellikle de askeriye ve emniyet içinde adım adım güç kazandı. Amerikan pasaportlu liderinin emrinde, bizzat CIA’nın yönlendirmelerine uygun biçimde, ılımlı islam projesinin ilk adımlarını attı. Erbakan’ın temsil ettiği, Batı ile sorunlu İslamcılığa ilk itiraz ve hatta darbe çağrısı bizzat Gülen’in kendisinden geldi. Benzer bir hayırhah tutumu yıllar sonra İsrail’in Mavi Marmara gemisinde gerçekleştirdiği katliamda da gösterecekti. Nitekim o dönemde de “one minute” çıkışıyla gündeme gelen Erdoğan, yıllar sonra “Bana mı sordular” diyerek benzer bir konum alacaktı. Ilımlı Siyasal İslam projesinin amentüsü Washington ve Tel Aviv’de belirlenmekteydi.
‘90’lara geldiğinde, her gelen koalisyonun da örtük ve açık destekleriyle giderek sayısı artan okullarıyla küresel bir nitelik kazanan cemaat, bir yandan da emniyet içerisinde kadrolaşmaktaydı. Yıllar sonra belgeleriyle açığa çıktığı üzere Fethullahçılar daha ‘90’lı yıllarda emniyetin Terörle Mücadele, İstihbarat gibi kritik birimlerini kontrol altına almıştı. Çok daha az bilinen ise ordu içerisindeki sessiz kadrolaşmaydı. Yargı içinse AKP ittifakı ve 2010 referandumu beklenecekti.
Nitekim Fethullahçılar, 2000’li yılların başında BOP eksenindeki ılımlı İslamcı bir rejim değişikliğinin en önemli öznelerinden birisi olarak ön plana çıktı.
AKP’nin kurulmasıyla birlikte başlatılan bu dönemde, Cemaat ilk günden itibaren AKP’nin en önemli iktidar ortağı haline geldi. Henüz iktidarın 4. ayında Irak tezkeresi bu koalisyon tarafından desteklendi. Bir taraf “dinler arası diyalog”, diğeri “muhafazakâr demokrat” yakıştırmalarıyla ortaklıkları boyunca Washington-Brüksel hattı “ne istediyse verdi.”

CIA Türkiye eski masa şeflerinden G. Fuller ’in “Yeni Türkiye” adını verdiği bu kurulmakta olan İslamcı rejim içinde, güç AKP ve Cemaat arasında -bir nevi Erdoğan ve Gülen arasında- paylaşıldı. AKP elindeki yürütme, yasama ve yargı üzerindeki gücünü artırarak iktidarını pekiştirirken, emniyet-yargı-ordu içerisinde Fethullahçılar kadrolaştı. Devleti ele geçirme sürecinin kritik eşiklerinden Ergenekon, Balyoz operasyonlarını Fethullahçı savcı ve polisler yürütürken, Erdoğan ise -tıpkı bugünkü gibi- bu davaların siyasal savunuculuğuna soyunuyordu.
İktidar gücü arttığı oranda güç, para ve iktidarın paylaşımındaki krizler, 15 Temmuz darbe girişimine kadar ilerledi. Arka planda, Suriye’de Esad’ın devrilmemesi sonucu iki ortağın taktik farklılıkları da bu gerilimde rol oynadı. Neticede nu kavga bir yanıyla, G. Fuller’in Türkiye’nin bir hilafet merkezi olarak kurgulanması gerektiği yönündeki eğilimiyle birlikte düşünülürse, olup bitenin hilafet-saltanat makamının paylaşım krizi olarak görülmesi de hiç yanlış olmaz. Gülen sonunda aslında onu yaratan CIA’nın vaizi olarak sürdürdüğü görevlerini, çok sevdiği Amerikan topraklarında tamamladı!
***
AYNI MENZİLE YÜRÜYÜP, NE İSTEDİLERSE VERDİLER!
AKP ve Cemaat ortaklığı, ABD şemsiyesi altında gerçekleşti. BOP, Ortadoğu’da radikal İslamcı akımların etkisizleştirilmesi, bölgede Amerikan çıkarlarını koruyacak bir ılımlı İslamcı iktidar kuşağının oluşturulmasını hedefliyordu. Bu proje, Türkiye’nin ılımlı İslamcı bir cumhuriyete dönüştürülmesini içeriyordu. AKP, Refah Partisi bölünerek bu amaç doğrultusunda kuruldu. Cemaat’le AKP bu süreçte Amerikan çatısı altında birleştirildi.
Bu dönemde AKP ve Cemaat iktidarı ve tüm olanakları paylaştı. 12 Eylül’den sonra, devlet politikası olarak adım adım büyütülen Cemaat, AKP döneminde bir sıçrama imkânı buldu. Sadece şifreli sınavlar skandalını düşünüldüğünde dahi, milyonlarca gencin üzerine basarak, kendi mensuplarını istediklerini her yere yerleştirdi.
Bunun önemli aşamalarından birisi Ergenekon operasyonlarıyla gerçekleşti. Ergenekon operasyonları, Cemaatin ordunun üst kademelerini ele geçirmesinin bir aracı oldu. 15 Temmuz darbe girişiminin taşları buralarda döşenirken, Erdoğan o dönemde kendisini “Ergenekon operasyonlarının savcısı” olarak ilan ediyordu
Cemaat bu dönemde sadece bürokrasi içinde değil, aynı zamanda kamunun tüm kaynaklarını da sınırsız şekilde kullanarak palazlandı. Bülent Arınç’ın, dönemin Ankara Büyükşehir Belediye başkanı Melih Gökçek için söylediği,” parsel parsel sattın” sözü, her yer için geçerli bir durumdu. Erdoğan, bu durumu tam aralarındaki kavganın başladığı zamanda “ne istediniz de vermedik” sözleriyle itiraf edecekti.
Örnek olarak, Milli Eğitim Bakanlığı AKP döneminde devlet okullarındaki eğitimi sınav müfredatından uzaklaştırması, milyonlarca genci Fethullahçıların dershanelerine ve burslarına yönlendirdi. Yetmedi, sınavlarda sorular verildi, üniversite kadroları Fethullahçılara açıldı.
F. Gülen, sonuçta Amerika’ya bağlılık içinde kurulup gelişirken, 12 Mart ve 12 Eylüllerde devlet politikası olarak desteklenerek, AKP döneminde iktidar ortağı olarak büyütüldü… Ona ait suçlar da başta AKP olmak üzere tüm sağ iktidarlarla birlikte bir anlamda bu faşist devlet yapısının bir ifadesinde başka bir şey değil.
***
2010 REFERANDUMU: ÖLÜLERİ KALDIRIP OYU KULLANDIRIN!
AKP ve Cemaat 2010 referandumu ile yargıyı ele geçirecek bir güç elde etti. Bugün içinde yaşadığımız antidemokratik siyasal islamcı rejimin kurulmasındaki en kritik eşiklerden birisi de bu oldu. 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmak adı altında ileri sürülen aldatmacalar ve yanılsamalarla, muhalefetin ihanetleri eşliğinde gerçekleşen bu referandum öncesi, F. Gülen de “ölüleri kaldırıp oy kullandırın” diyecek kadar ileri çağrılar gerçekleştirdi.
Erdoğan, referandum sonunda “okyanus ötesine” seslenerek, “hoca efendisine” selam gönderecekti! Kürt hareketinin boykot diyerek, muhalefetin bir kesiminin yetmez ama evet ihanetiyle desteklediği bu sürecin en önemli argümanlarından birisi de “askerî vesayete son vermek” olacaktı. Bu iddialarla girilen referandum sonucunda AKP ve Cemaat, yargı başta ülkenin en kritik iktidar alanlarını ele geçirmesinin yolu açıldı. Hükümet yargı üzerindeki gücünü artırdı, Fethullahçılar ise kadrolarını pekiştirdi. Askerî vesayete son vermek ve demokratikleşme adına desteklenen bu sürecin ardından ilk icraat K. Evren’in maaşını artırmak olurken, sonu kanlı bir darbe girişiminin kapısını açacaktı.
***
15 TEMMUZ: 9 YILDIR AYDINLATILMAYAN DARBE
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen Fethullahçı darbe girişiminin detayları, bugün bile özellikle muğlak bırakılıyor. Özellikle dönemin MİT Başkanı H. Fidan, Genelkurmay Başkanı H. Akar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kalkışmaya dair bilgisi ve karşı hamlelerine dair resmî anlatı hâlâ birçok çelişki içeriyor. Bugüne kadar ortaya çıkan bilgiler ışığında; yargı ve emniyetteki üst düzey kadroları tasfiye edilen ve birkaç gün sonra gerçekleşecek olan YAŞ toplantısında ordudaki kilit isimlerini de kaybetmesi beklenen Fethullahçıların aceleyle ve ordu içerisindeki diğer grupların olası desteğini umarak böyle bir kalkışmaya giriştiği söylenebilir. Nitekim TRT’de okutulan darbe bildirisindeki muhalif tandanslı ifadeler de böyle bir destek ve meşruiyet arayışının bir başka ifadesi.
Ancak iktidar ve devletteki kilit isimlerin darbe girişiminden 15 Temmuz akşamına kadar habersiz olduğu, cumhurbaşkanının “eniştesinden öğrendiği”, kanıta muhtaç iddialar. Özellikle “Allah’ın lütfu” olarak nitelenen ve 2 yıllık OHAL ile rejim değişikliğinin kapısını açacak kadar büyük bir etkisi olan bu darbe girişiminin en başından nasıl önlenemediğine dair gerçek, belli ki bu iktidar döneminde açığa çıkmayacak. Neticede o dönemde 14 yıldır yargı müdahaleleri, “önüne geçilemeyen” terör saldırıları, bölgesel savaş ile iktidarını ayakta tutan AKP, doğrudan bir dahli olmasa dahi ülkeyi böyle bir katliamın ve yıkımın eşiğine getirdiği için 15 Temmuz’dan sorumludur. 14 yıl boyunca islamcı bir örgütün sadık kadrolarını ordu gibi hayati bir kurumun kritik noktalarına yerleştirilmesindeki sorumluluğu, Fethullahçıların suçlarına hedef olmaları ile örtülemez.
***
15 TEMMUZ’DAN SONRA: ADIM ADIM TEK ADAM REJİMİNE GEÇİŞ
20 AĞUSTOS
SİVİL DARBENİN İLK ADIMI OHAL İLANI
15 Temmuz sonrasında yaşanan krize karşı AKP’nin ilk adımı, “Demokrasi Nöbetleri” adı altında başlatılan, şovlar eşliğinde bir “milli mutabakat” ekseni oluşturma çabası oldu. Yenikapı’da 7 Ağustos’ta yapılan miting bu anlamda bir yanıyla MHP ile kurulacak ittifakın önemli adımlarından birisi olurken, aynı zamanda CHP ve düzen muhalefetini de içine alan bir normalleşme yanılsaması yaratma imkânı oluşturdu. Bunun hemen ardından, 20 Temmuz’da OHAL ilan edilerek, 2 yıl boyunca sürecek bir olağanüstü dönemin adımları hızla atılmaya başlandı.
OHAL altında KHK yetkileri kullanılarak, FETÖ ile mücadele tüm toplumsal muhalefete yönelik baskı aracı olarak kullanıldı. OHAL, Üniversitelerden bürokrasiye kadar her alanda Fethullahçılarla mücadele bahanesiyle demokrat, sol muhaliflerin tasfiye edilmesi, gazete ve dergiler kapatılarak basın üzerindeki baskı yoğunlaştırılmasının aracı olarak kullanıldı. 15 Temmuz öncesi bombalı saldırılarla öcü haline getirilen sokak muhalefeti, OHAL ile resmen yasaklandı. 7 Haziran sonrası HDP-PKK düşmanlığı retoriği üzerinden kurulan AKP-MHP ittifakının tüm argüman ve suçlamaları, bu süreçte devletin yeni normu haline getirildi. ‘Fethullahçılarla mücadele’ anlatısının yetmediği yerde, ‘terörle mücadele’, Suriye’ye yönelik operasyonlarla hem artan baskılara meşruiyet sağlandı hem de muhalefet birçok kritik noktada hizaya çekildi. Nitekim 15 Temmuz’dan henüz birkaç ay önce Kılıçdaroğlu’nun desteği ile dokunulmazlıkların kaldırılması, darbe girişimi sonrası atmosferde muhalefete yönelik baskılar içerisinde büyük önem kazandı.
***
11 EKİM
BAHÇELİ’DEN BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇİŞ ÇAĞRISI
Daha önce başkanlık sistemine yönelik sert bir muhalefet yürüten MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 11 Ekim’de grup konuşmasında, başkanlık sistemine geçişin fitilini ateşledi. Bahçeli o konuşmasında bir yılını dolduran OHAL rejiminin meşrulaştırılması gerektiğini savunarak, “Fiilî durumun hukuki bir çerçeveye kavuşturulması gerekir. Cumhurbaşkanı’nın mevcut anayasa çerçevesinde tarafsız kalması gerekir. Tarafsız kalmıyorsa, bu fiilî durumun hukuki hale getirilmesi gerekir. Bu da başkanlık sistemiyse, millete sorulsun” diyerek, rejim değişikliğinin ilk adımını attı.
16 NİSAN 2017
TEK ADAM REJİMİNE GEÇİŞ REFERANDUMU
Başkanlık sistemine geçiş için anayasa referandumu 16 Nisan’da gerçekleşti. Referandum, OHAL altında, muhalefete yönelik her tür baskının uygulandığı ortamda hayata geçirildi. Toplumda başkanlık rejimine karşı itirazın hayır kampanyası ile büyük bir mücadele ortaya çıkardığı referandumun sonucu, YSK’nın sayım sırasında mühürsüz oyları geçersiz saymasıyla ancak hile ile geçirilebildi. YSK eliyle bu hilenin göstere göstere yapılabilmesinde, OHAL koşullarının yanı sıra ana muhalefetin bilinçli pasifizasyonu da etkili oldu.
24 HAZİRAN 2018
BAHÇELİ’NİN ÇAĞRISIYLA ERKEN SEÇİM
Nisan 2017’de başkanlık sistemine geçilmesi sonrasındaki yeni adım da Bahçeli’nin çağrısıyla erken seçimle birlikte atıldı. 2002’de ortağı olduğu koalisyonu yıkarak AKP’nin iktidarına giden yolu da yine Bahçeli erken seçim kararıyla almıştı, aynı şekilde 2015’te AKP’nin ilk yenilgisi sonrası iktidarın CHP ile koalisyona mecbur kalmaması için 1 Kasım seçimlerine çağrı yaptığı gibi. Nitekim 17 Nisan 2018’de yaptığı Meclis konuşmasında, “Türkiye’nin 3 Kasım 2019’a kadar dayanması mümkün değildir. Bu nedenle diyoruz ki Türkiye, erken seçime gitmelidir” diyerek, Erdoğan’a hem OHAL içerisinde seçime girme hem de yeni rejimin tüm imkânlarını kullanabilme yolunu açtı. Bu çağrı sonrasında seçim 24 Haziran 2018’de gerçekleşti. Erdoğan, karşısındaki CHP adayı Muharrem İnce’nin gecenin sonunda bir TV spikerine gönderdiği “adam kazandı” mesajı ile sonucun ilan edildiği, bir garip seçim sonucunda CB koltuğuna oturdu. Bir yıl sonra başkanlık yetkileri ile devlet üzerindeki kontrolünü nihayete erdiren yeni rejimin ilk hamlesi, 2019 Mart seçiminde kaybettiği İstanbul seçimlerini yeniletmek oldu. ‘Darbenin büyüğü’ ise birinci parti konumunu kaybettiği 2024 seçimlerinin ardından gelecek, bugün içinden geçtiğimiz yeni olağanüstü sürecin kapılarını açacaktı.
Fethullahçılar tasfiye edilmiş olsa da yerine birçok irili ufaklı tarikat devlet kadroları için birbiriyle yarışırken, siyasal İslamcı rejim eğitimden medeni kanuna İslamcı rejim inşasına adım adım ilerlemeye devam ediyor, Gülen ile birlikte geçtikleri eşikler sayesinde ele geçirdiği devletin tüm yetkileriyle muhalefete yönelik tasfiye operasyonlarını sürdürüyor. 23 yıllık iktidar, "CIA Vaizi’nin" destekleri, “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz’un imkânları ile açılan yoldan hiç sapmadan yürümeye devam ediyor.
***
BİRGÜN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder