Halkın derdine sırt çevirip, Erdoğan'a yüzünü dönenler: Kim bu Leman saldırganları?
İBDA-C bağlantılı BDA, dün akşam Leman'ı hedef aldı. İstiklal'deki ofise saldırdı, etraftaki kafe ve barlara zarar verdi. Ölüm tehditleri savurdu, şeriat çağrısı yaptı, hatta polise bile saldırdı. Saldırılarla ilgili hiçbir gözaltı kararı yok. İktidarın adım attırmamak için uğraştığı, kırmızı çizgisine dönüşen İstiklal'de polis denetiminde saldırı yapan bu BDA'cılar kim?
Örgütlüler.
"Devrim" çağrısı yapıyorlar, "iktidara geleceğiz" diyorlar.
İktidara gelmek istedikleri ülkenin hiçbir gerçek derdine çözüm aramıyorlar.
Halk yoksulluktan kırılıyor, maaşlar yerlerde, onların umrunda değil.
Sözde Filistin dostular, ama Türkiye İsrail'le vızır vızır ticaret yaparken ağızlarını açmazlar.
Lafa gelince "Amerika'ya" düşmanlar, ama 1960'larda kendi hareketlerinin de kurulmasına önayak olan NATO'ya tek kelime etmezler.
Kim bu Leman'ı basan, Beyoğlu'nda saatlerce halka saldıran, polisin kolladığı, Vali'nin gıkını çıkarmadığı, Erdoğan'ın, Hulusi Akar'ın çok hoşlaştığı cihatçılar?
Onlar Beyoğlu'nu şeriat sloganlarıyla inletti, polis seyretti
Karikatür dergisi Leman’ı 26 Haziran’daki bir karikatür sebebiyle hedef gösteren Büyük Doğu Akıncıları Fikir, Sanat ve Dayanışma Derneği dün akşam derginin İstiklal Cadde’sindeki ofislerine çağrı yaptı.
Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından “terör örgütü” listesine alınan İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi yani İBDA/C’liler ofis önünden şeriat çağrısı yaptı, kafe ve barlara saldırdı. “Kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat” sloganları atıldı, İstiklal Caddesi’ndeki binaya “tevhid” bayrağı asıldı. Tüm bunlar olurken saatlerce müdahale etmeyen polis, etraftaki insanlara da kendilerine de saldıran kalabalığa karşı hiçbir şekilde harekete geçmedi.
Yine aynı saatlerde Bakırköy’de derginin adını taşıyan Leman Kültür isimli kafeye de saldırı düzenlendi. Mekana taşlarla saldırıldı, arbede çıktı, polis havaya ateş açtı.
Tüm bu saldırılarla ilgili hiçbir gözaltı veya soruşturma yok.
Soruşturmanın muhatabı yalnızca karikatürü sebebiyle Leman Dergisi ve çalışanları. İslam peygamberi Muhammed'in tasvir edildiğine dair iddialar sebebiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı dergi hakkında "dini değerleri alenen aşağılama" suçlamasıyla soruşturma başlattı. Karikatür çizeri, yazı işleri müdürü, grafiker ve müessese müdürü bu sebeple gözaltına alındı.
Karikatür, Leman dergisinin açıkladığı ve bakıldığı anda görüldüğü üzere, peygamberi değil, Musa isimli bir yahudiyle Muhammed isimli bir müslümanı resmediyor.
Charlie Hebdo saldırısı ve Madımak Katliamı'na atıfla ölüm tehditlerinde bulunanlar, hem ofise hem de mekanlara saldırı düzenleyenlerle ilgili hiçbir işlem yapılmadığının bir kez daha altını çizerken, “kim bunlar” sorusuna yanıt arayalım.
Kışlalı’nın, Madımak’ın faili İBDA-C: Liderleri çıkar çıkmaz Erdoğan’la görüşmüştü
İBDA-C'nin eski lideri olan Salih İzzet Erdiş müstear adıyla Salih Mirzabeyoğlu, Ahmet Taner Kışlalı suikastını üstlenen isim.
İBDA’cılar Madımak Katliamı için "şanlı Sivas kıyamı" diyor.
Mirzabeyoğlu'nun 2014 yılında 16 yıl kaldığı cezaevinden çıktığı gibi Tayyip Erdoğan’la görüştüğünü Yeni Akit’in haberi sayesinde öğreniyoruz. Haberde, “'Adalet Mutlak'a' başlıklı konferans başlamadan önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Haliç Kongre Merkezi'ne gelerek Mirzabeyoğlu ile görüştü. Basından gizli gerçekleşen görüşmede Erdoğan ile Mirzabeyoğlu'nun ne konuştuğu ise henüz bilinmiyor” ifadeleri yer alıyor.
Yine aynı yıl yayın organları Adımlar dergisinde “IŞİD sen oradan, biz buradan” diye manşet atmışlar, bu açık ilanla IŞİD’e desteklerini duyurmuşlardı.
15 Temmuz 2016’da Fethullahçılara karşı AKP’nin sokak çağrısında sokağa çıkan, Çengelköy'de Emniyet Müdürlüğü'nü bastıktan sonra Boğaziçi Köprüsü'nde teslim olan askerlere linç girişiminde bulunanlar da İBDA’cılar oldu. Hürriyet gazetesi, köprüde 6 askerin linç edildiğini yazdı.
AKP iktidarına bitmeyen destek
Mirzabeyoğlu öldükten sonra ailesi 2018 seçimleri için Star gazetesinde duyuru yayımladı “24 Haziran seçimlerinde Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı destekliyorum ve bunun hem gönüldaşlarım hem de kamuoyu tarafından bilinmesini istiyorum” diyerek AKP'ye desteği sürdürdü.
2020 yılında eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da Mirzabeyoğlu'nun mezarını ziyaret etmesiyle gündeme gelmiş, haber mahkeme kararıyla yayından kaldırılmıştı. Odatv kaynaklı kaldırılan haberde Akar’ın Ayasofya’da cuma namazını kılmasının ardından soluğu Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu’nun mezarı başında aldığı iddia edilmiş, İBDA’cılara yakın bir sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda “Biz Kumandan’ın kabrinin başındayken Savunma Bakanı Hulusi Akar Paşa ve eski bakan Taner Yıldız, Üstad ve Kumandan’ın kabirlerini ziyaret edip Fatiha okudular” ifadelerinin yer aldığı yazılmıştı.
Kara Harp Okulu’nun 30 Ağustos’ta düzenlenen mezuniyet töreninde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atan ve protokolde resmi yemini okuduktan sonra kılıçlarını çatarak geleneksel yemini okuyan teğmenlere karşı Erdoğan'a destek verdikleri paylaşım.EGM’nin ‘terör örgütü’ listesindeki örgüt dernek oldu
2023 yılında İBDA-C, Büyük Doğu Akıncıları (BDA) adıyla dernekleşti ve “eğitim faaliyetleri ve yardım organizasyonları düzenleyeceğiz” dediler. Büyük Doğu Akıncıları Fikir, Sanat ve Dayanışma Derneği yani BDA’nın başkanı Mehmet Ali Bayram oldu.
Dernekleştiklerinden beri ne yaptıklarına yakından bakalım.
Halkın işsizlik, enflasyon, yolsuzluk, yangınlar ve depremler içerisinde boğulduğu süreçte yeni ismiyle BDA yani İBDA-C’ciler sessizliğe gömülürken her gerici gündemde isimlerini en başta duymak mümkün; Boğaziçi Üniversitesi’ne gelen gerici Nureddin Yıldız savunurken ya da İstiklal Caddesi’nde “tevhid” bayrağıyla şeriat çağrısı yaparken.
23 Kasım 2023’te İBDA-C örgütü davasında ceza alan ve örgütün yöneticileri arasında bulunan, aynı zamanda İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Sadettin Ustaosmanoğlu, “Hamas’ın yaptığını biz de Türkiye’de yapmalıyız” ifadelerini kullandı. Büyük Doğu Akıncıları Derneği etkinliğinde yaptığı konuşmada “Biz şu an itibarıyla eğer vakti zamanı iyi değerlendirebilirsek Türkiye’de bir devrimin olmaması için hiçbir sebep yok. Vallahi de, billahi de, tallahi de zafere az kaldı” sözlerini sarf etti.
İkiyüzlülük: İsrail’le ticarete gık çıkarmadılar
Daha önce IŞİD savunan İBDA-C’nin dernek versiyonu BDA’nın Burger King’in girişine İsrail boykotu kapsamında gübre döktüğünü ama AKP’nin İsrail’le ticareti sürmesiyle ilgili hiçbir şey yapmadığını görüyoruz. Ki AKP iktidarı, uzun zamandır süren kamuoyu tepkilerine karşın çeşitli yalanlarla inkar ettiği İsrail'le ticarette Nisan 2024’te geri adım attı. Ticaret Bakanlığı'nın kısıtlama kararı, 54 ürün grubunu kapsıyordu.
İslamcı örgütlerin düzenlediği Gazze eylemlerinin neredeyse hepsine katılan dernek, sık sık Gazze’ye mali yardım gönderdiklerini bildiren paylaşımlar yapıyor.
AKP iktidarının İsrail’le kurduğu ilişkiye, ticari anlaşmalara ses çıkarmaktan geri durmaya devam ediyorlar.
Saraçhane protestolarında da meydana çıkmışlardı
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından süren Saraçhane Meydanı protestolarında polisin biber gazı, tazyikli su ve copla müdahalesi sırasında kitlenin bir kısmının Şehzadebaşı Camii’ne sıkıştırılmasıyla caminin avlusundaki bazı mezar taşları zarar gördü. İstanbul Valisi Davut Gül "cami ve hazirelere zarar verildiğini" öne sürdü. AKP'li Furkan Bölükbaşı Şehzadebaşı Camii avlusunda ve duvarının üstünde bira içildiğini iddia edip "Sonuçlarına katlanırsınız" diyerek tehdit etti.
İftar saatinde Şehzadebaşı Camii’ne gelen bir grup İBDA-C’li genç tekbir getirerek "Cenk, cihat, şehadet!" sloganı attı.
Eylemlerden bir süre sonra derneğin sayfasında Erdoğan'la bir araya geldiklerini duyuran bir paylaşım göze çarpıyor.
https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/2025-07/signal-2025-07-01-151544_002.mp4
İstanbul Valisi Gül’ün, İmamoğlu protestoları sırasında eylemcilerin zarar verdiğini söylediği Şehzadebaşı Camii'nde polislerin top oynadığı görüntüler ortaya çıkmıştı.
Sitelerinde ne yazıyor?
BDA Derneği sitesine girdiğinizde önce sizi “kurban reklamı” karşılıyor. 4 bin liraya kurbanları Afrika Çad’da kestiklerini anlatan reklamda derneğin logosu, bir telefon numarası ve kesim videosu gönderdiklerine dair bilgi var.
![]() |
Siteyi açınca çıkan reklam. |
Sitede döviz kuru bilgilerinin yer aldığı bir butonun yanı sıra özlü sözler, hava durumu, yararlı linkler (e-devlet linki), reklam ve duyurular kısmı var. Duyurular kısmında “erkek kardeşlerine” yönelik toplanma ve sohbet adresleri yer alıyor. Reklam kısmında yine kurban bağışı var. Adak, Şükür, Akika seçeneğinin dışında bir de dernek bağış kısmı yer alıyor.
Sitede dernek üyelerine ilişkin kapsamlı bilgi yok ancak başkanın mesajları ve bazı haberler yer alıyor.
Şeriatçı olan ama ülkenin ekonomisi umrunda olmayan derneği sitesindeki döviz kuru bilgileri.Bakan Yerlikaya, valilik ve emniyet olanı biteni izledi: Ölüm tehditlerine, şeriat çağrılarına göz yumdular
Şeyh Said’in ölüm yıldönümü ve 2 Temmuz Madımak Katliamı’nın tam ortasında yaşanan bu gerici eylem İçişleri Bakanlığı, emniyet ve valiliğin sessiz kalışıyla sürdü. Bakanlar Leman’ı kınayan açıklamalar yapıp, karikatüristlerin ve dergi emekçilerinin ters kelepçeli gözaltı videoları servis edilirken şeriat çağrısı yapan, “Ya onlar ölecekler, ya biz öleceğiz” diye tehditler savuran kitleye hiçbir müdahale gerçekleştirilmedi.
Çağrı yapıldığı saatler öncesinden bilinmesine rağmen artık iktidarın refleksi haline gelen eylem yasağı ve ulaşım yollarını kapama kararı uygulanmadı.
İstiklal Caddesi’ni yıllardır emekçilere kapatan iktidar, bir avuç gericinin Leman binasına, çevredeki mekanlara saatlerce saldırmasına müsaade etti.
Dünkü saldırının ardından İslami Dayanışma Platformu, bugün için Beyoğlu’nda bulunan Ağa Camii önüne çağrı yapması üzerine Beyoğlu Kaymakamlığı, gösteri ve yürüyüş yasağı getirdi.
İstanbul Valiliği de iki metro istasyonunun geçici olarak kapatılmasına karar verdi. İstanbul Valiliği'nin kararı doğrultusunda ikinci bir duyuruya kadar M2 Yenikapı-Hacıosman metro hattının Şişhane ve Taksim istasyonları kapatıldı. Öte yandan F1 Taksim-Kabataş Füniküler Hattı da işletmeye kapalı olacak.
Buna rağmen öğle saatlerinden itibaren Taksim meydanındaki camide yine toplanıldı.
Yerlikaya, dün geceki saldırıların ardından konuyu değiştirmek istercesine, bu sabah “FETÖ” operasyonlarıyla ilgili bilgi notu içeren bir bilgi notu paylaşmakla yetindi. Ancak paylaştığı bilgilerin hiçbirisi yeni değildi, son haftalardaki operasyonların tekrar edilmesiydi.
***
AKP'liler göz yumdu, saldırıyı meşrulaştırdı: Leman'a saldıran gericiler yine toplandı
Kaymakamlığın eylem yasağına rağmen Taksim Camii'nde toplanan gericiler Leman dergisini hedef aldı. Polis gerici güruha yine müdahale etmedi.
Karikatür dergisi Leman'ın son sayısında, İslam peygamberi Muhammed'in tasvir edildiği iddiasıyla derginin İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi'ndeki ofisine dün akşam gericiler saldırdı.
Sosyal medyadan saatler önce İBDA-C bağlantılı Büyük Doğu Akıncıları Fikir, Sanat ve Dayanışma Derneği'nin yaptığı çağrıyla Leman'ın ofisi önünde toplanan güruh, "Kahrolsun laiklik, yaşasın şeriat" ve "Kemalist köpekler hesap verecek" gibi sloganlar attı.
Polis kitleye herhangi bir müdahalede bulunmazken, saldırganlar sokaktaki kafe ve barlarda bulunan yurttaşlara da saldırı girişiminde bulundu. Gece saatlerinde Bakırköy ilçesindeki Leman Kültür'e de saldırı gerçekleştirildi.
Leman dergisine soruşturma başlatıldı, 4 kişi ters kelepçeyle gözaltına alındı. Derginin söz konusu sayısı hakkında toplatma kararı çıktı.
Gerici güruh camide toplandı
Beyoğlu Kaymakamlığı saldırının ardından "kamu düzeni" gerekçesiyle ilçede tüm etkinlikleri 24 saatliğine yasakladığını duyurmuştu. Kaymakamlığın açıklamasının ardından Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi polis bariyerleriyle yaya ve araç trafiğine kapatıldı.
İstiklal Caddesi girişlerinde ve cadde boyunca çevik kuvvet ve polis bariyerleriyle güvenlik önlemleri alındı.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya başta olmak üzere çok sayıda hükümet yetkilisi ve AKP'liden, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den güç alan gerici güruh bugün de Taksim Camii ve çevresinde toplandı.

Cumhuriyet'in haberine göre, ellerinde "tevhid" bayraklarıyla pankart açan grup dergiyi hedef alan sloganlar atarak cami girişinde bekleyişini sürdürüyor.

Leman dergisinin internet sitesi ve X hesabı hakkında erişim engeli kararı
Linç kampanyasının ardından soruşturma başlatılan Leman dergisinin internet sitesi ve X hesabı hakkında da erişim engeli kararı verildi.
Derginin web sitesi ve X hesabı, İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği'nin 1 Temmuz 2025 tarihli ve 2025/6609 sayılı kararıyla, "millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması" gerekçesiyle erişime engellendi.
***
Sermayedar sınıfın vatanseverliği -Nevzat Evrim Önal-
Büyük şair Nâzım Hikmet kendisine vatan haini diyenlere “vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse, ben vatan hainiyim” derken, kaleme aldığı dizeler üzerine estetik giydirilmiş propaganda falan değil, maddi gerçekliğin ta kendisidir. Sermayedar için vatan, tam olarak ve sadece bunlardır.
Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul’da, Kadıköy Halk Temsilcileri Meclisi’nin Merdivenköy Semtevi’nde düzenlediği bir etkinliğe katıldım. “Laik, Bağımsız, Emeğin Cumhuriyetini Nasıl Kurarız?” sorusu etrafında, çok verimli bir fikir alışverişi yürüttük. Sohbetimizin bir noktasında, ben Türkiye sermayedarlarının kâr hırsının ülkeyi nasıl felaketin eşiğine getirdiğini anlatırken, katılımcılardan biri belki “naif” sayılabilecek, ama çok önemli bir soru sordu.
Soru şuydu: Bu ülke sermayedarların da ülkesi değil mi? Kendi ülkelerini ateşe neden atsınlar, onlar da bundan zarar görmez mi?
Müsaadenizle bu haftaki tartışmamızı bu sorudan yola çıkarak açacağım.
***
Sermayedar sınıf kendi ülkesine nasıl bakar?
Size tarihten bir vaka aktararak başlamak istiyorum. 1870 yılında, yükselen Almanya ile en yakın rakibi Fransa arasında, 20. yüzyılı kana bulayacak iki dünya savaşının kostümlü provası niteliğindeki Sedan Savaşı yaşanmıştı. O sırada “İkinci İmparatorluk” döneminden geçmekte olan Fransa bu savaşta öyle hezimete uğramıştı ki, İmparator III. Napoleon savaş alanında esir düşmüş, ülke yönetilebilsin diye apar topar Üçüncü Cumhuriyet ilan edilmişti.
Fransa kısa bir süre sonra teslim olmuş ve Fransa Başbakanı Adolphe Thiers ile Alman Şansölyesi Otto Von Bismarck savaş tazminatları için masaya oturmuştu. Bismarck sekiz milyar frank ve Alsace eyaletini istiyordu, Thiers ise “en fazla beş milyar verebiliriz” diye diretiyordu. Sonunda anlaşmaya vardılar; Fransa sekiz yerine beş milyar frank ödeyecek, Alsace’ın yanında Belfort kasabası hariç Lorraine eyaletini de Almanya’ya bırakacak ve Alman ordusu Paris’in Champs-Élysées bulvarında bir zafer resmigeçidi yapıp Fransız halkının onurunu ayaklar altına alacaktı.
Bu onur kırıcı resmigeçit Paris’te Komün ayaklanmasını tetikleyen faktörlerden biri olacaktı, ama konumuz işçi sınıfının değil sermayedar sınıfın vatanseverliği. O yüzden biz Marx’ın bu tarihlerde artık başına bir sıfat eklemeden ismini anmadığı Thiers’i izlemeye devam edelim.
Barış anlaşması Fransız meclisinde onaylanmalıydı ve şartları sunma işi, anlaşmayı Bismarck ile başlayan Thiers’e düşmüştü. Daha düşük parasal tazminat karşılığında daha fazla toprak verileceğini, üstelik bunun kendi müzakerecileri tarafından önerildiğini duyan parlamento öfkeyle kaynamış, Thiers’i vatan hainliğiyle suçlayanlar olmuştu. Thiers’in cevabı basitti: “Verdiğimiz toprakları bir sonraki savaşta geri alırız, ama ödediğimiz para geri gelmez.”
Thiers Fransız burjuvazisinin temsilcisiydi ve ağzından dökülen bu cümleler de sadece Fransa’da değil her yerde, sermayedar sınıfın kendi ülkesine tam olarak nasıl baktığının ve bakacağının özetiydi.1
***
Marx, Kapital’de çok çarpıcı bir tespit yapar ve sermayedarın “kişileşmiş sermaye olmanın ötesinde” hiçbir tarihselliği yoktur der.2 Durum gerçekten de böyledir. Sermayedar sermayenin sahibidir ama bu sahipliğin (yani sermayedar olma halinin) devam edebilmesi için sermayenin birikim yasalarına göre yaşamak, sermayesini bu yasalara göre yönetmek zorundadır. Öyle ki, “özgürlük” kelimesini paranın satın alabildiği şeylerden oluşan daracık bir çerçeveyle tanımlamadığınız durumda, sermayedarın hiç de “özgür” olmadığı görülecektir.
Dolayısıyla kişi olarak her sermayedar, ancak sermayenin birikim yasalarına uygun olduğu müddetçe ve o yasalar tarafından çarpıtılmış biçimde erdemli davranabilir. Örneğin hayırseverliğin bir erdem olduğunu düşünebiliriz ve pek çok sermayedar hayırsever geçinir; ama bahis konusu hayırseverlik işçilerin sırtından milyarlarca lira sömürürken yoksullara birkaç milyon dağıtmak, onu da mümkün olan her durumda vergiden düşmektir.
Aynı durum sermayedarın vatanseverliği söz konusu olduğunda da geçerlidir. Kuşkusuz sermaye de sahibi de tam anlamıyla “vatansız” değildir. Bir yerde yerleşiktir, hatta orada belki fabrikaları, belki banka hesapları ya da gayrimenkulleri vardır. Ne var ki, her vatan verili bir anda nihayetinde sınırlı bir zenginlik olanağı barındırır ama sermaye sınırsızca ve mümkün olan her yolla birikmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bir insan olarak varlığı sermayenin bu doymak bilmez asalak varoluşunun emrinde olan; onun etten, kemikten, kandan, biraz da akıl ve duygudan oluşan vekili niteliğindeki sermayedar için de vatan, sermayesi ve sermayesinin birikim olanaklarından ibarettir.
Büyük şair Nâzım Hikmet kendisine vatan haini diyenlere “vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse, ben vatan hainiyim” derken, kaleme aldığı dizeler üzerine estetik giydirilmiş propaganda falan değil, maddi gerçekliğin ta kendisidir. Sermayedar için vatan, tam olarak ve sadece bunlardır.
İşte bu yüzden sermayedarın en vatanseveri dahi vatanını, sadece sermayesini biriktirme aracı olarak sever ve bunu yaparken vatanına zarar veriyorsa, bunu en fazla bir kaçınılmazlık olarak görür.
***
Gözünü sermaye bencilliği kör etmemiş olanlar için, başta aktardığım sorunun naifliğinde kadim ve saygın bir erdem yatıyor. Bundan milyonlarca yıl önce her insan bir kabileye mensuptu ve bu kabilelerin tek derdi hayatta kalmak, aslana, timsaha, sırtlana yem olmamaktı. İlk insan için kabilesinden birinin kötülüğünü istemek ya da başına kötü bir şey gelmesine göz yummak ile bizzat kendi başına kötü şeyler gelmesini istemek arasında neredeyse fark yoktu.
İnsanlık gelişti, uygarlaştı, birbirine yabancılaştı ve bugün insanın insanı sömürmesine dayalı bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumda egemenlerin ideolojisinde başkalarının zararına çıkarcılık yapmak, yani bencillik etmek bir erdem; tersini yapmak ise enayilik olarak sıfatlandırılıyor. Ama buna rağmen toplumun büyük çoğunluğu, milyonlarca sıradan insan “hepimiz aynı vatanın çocukları değil miyiz?” diyor. Hatta bu yüzden sermayedar sınıfın “hepimiz aynı gemideyiz” yalanına ya da milliyetçi provokasyonlarına kolayca kanabiliyorlar. Çünkü insan olmanın tarihselliğinden, milyonlarca yıllık birikiminden gelen erdem, tüm bireyselleşmeye rağmen onlara kendi kabilesinden olanla ortaklaşmaları gerektiğini fısıldıyor.
Ne var ki, kabilede zengin fakir yoktu, herkes eşitti. Oysa şimdi vatan biz sıradan insanlar için evimiz ve yurdumuz; sermayedarlar için ise yatlar, yalılar, fabrikalar ve daha nice bireysel zenginlikten, bir de sömürülecek emekten ve doğal kaynaklardan ibaret.
Ve işin kötüsü, Türkiye’nin sermayedar sınıfı öyle zenginleşti ki, bu cennet vatan onlara yetmiyor.
Yetmediği için zeytinlikleri kesip altından kömür çıkartmaya kalkıyorlar. Yetmediği için depreme hazırlık yapmıyor ve altında belki on binlerce yurttaşımızın cansız yatacağı kent enkazından para kazanmayı bekliyorlar. Yetmediği için komşu ülkelerin topraklarına göz dikiyor, pervasız savaş oyunları oynuyorlar. Yetmediği için ücretleri daha da, daha da düşürüp bizi daha çok sömürmeye çalışıyorlar.
Yetmediği için cumhuriyeti yıkıp yerine ucube bir rejim kurdular.
Ve yetmediği için, bir gün mutlaka bu güzel vatanı, bu altın yumurtlayan tavuğu kesmeye kalkacaklar.
Aslında insanların vatanlara bölünmesi de bir yabancılaşma. Aslında tek bir büyük kabile var, tüm insanlık. Ama o büyük insanlık dünyanın her yerinde, kendi zenginliğinin kölesi olmuş ve yoksulları da kendisine köle etmiş, daha fazla zenginleşmek için her erdemi ayaklar altına almaktan çekinmeyecek sermayedarlar tarafından esaret altında alınmış durumda yaşıyor.
İlk iş, kendi vatanımızı bu asalaklardan kurtarmalıyız. Önce Türkiye, sonra bütün dünya.
Ya bunu yapacağız ya da sonunda vatanımızı ateşe atacak, üstelik bunu yaparken bir yandan da “Vatan! Millet! Sakarya!” diye bağırıp bizi cepheye sürmeye çalışacaklar.
1Bu detayları René De la Croix de Castries, Monsieur Thiers kitabında aktarıyor.
2Karl Marx, Kapital – Birinci Cilt, çev. Alaattin Bilgi, 10. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, 2011, s.565.
/././
NATO, MÜSİAD, hastane...-Engin Solakoğlu-
NATO sadece dünyaya terör ve şiddet saçan bir örgüt değildir. NATO aynı zamanda üye devletlerin haklarını da yoksullaştırmanın, sermayenin kör kuyu misali kasalarını doldurmanın da aracıdır. NATO silahla öldüremediklerini yoksullukla öldürme örgütüdür.
Bütün bölgeyi tehdit eden İsrail ABD saldırganlığının İran’a yönelik kısmına ara verildiği sırada Lahey’de NATO Zirvesi yapıldı. NATO zirvelerinin tarihleri çok önceden belirlenmese bu iki olayın böylesi bir sıralamada gerçekleşmesi rahatlıkla "manidar" bulunabilirdi. Sonuçta her ikisi de emperyalist saldırganlığın sivri dişlerinin gösterisiydi.
Şunu açık olarak ortaya koymak gerek. İran, geçtiğimiz haftalarda da yazdığım gibi, bu savaşı kaybetmediği için kazanmış sayılmalı. Evet, çok zarar gördü, hava sahası yol geçen hanına döndü ama yediği her darbenin karşılığını vermeyi ihmal etmedi. Bu arada İran’ın balistik füzelerinin yere göğe sığdırılamayan İsrail hava savunmasını özellikle savaşın son günlerinde rahatlıkla aşabildiğini de görelim.
Siyasal İslamcı ve onlara bel bağlayan sözde uzmanların “soba borusu”, “teneke parçası” dedikleri füzeler İsrail’in ve onun arkasında duran bütün bir Batı’nın canını fena halde acıttı. 70 yıldır bölgeye kan dehşet saçan İsrail’in “dokunulmazlık” efsanesini yerle bir etti.
İran bu savaşta yenilmedi ancak savaş da bitmedi. ABD öncülüğündeki emperyalist kanadın İran’a ve bölgeye yönelik saldırıları devam edecek. Askeri, ticari ve siyasi yöntemler kimi zaman ayrı ayrı kimi zaman harmanlanarak İran’ı çökertmek için seferber edilecek.
“Asiye nasıl kurtulur?” ya da “kurtulabilir mi?” sorularına kesin yanıtlar vermek ise kolay değil. Görünen o ki, İran yeni saldırılara hazır olmak ve direncini artırmak zorunda. Bu meselenin bir maddi bir de psikolojik boyutu var. Füze teknolojisini geliştirmeye devam etmek, hava savunmasını düşmana daha fazla zarar verecek seviyeye çıkartmak, ekonomik ve ticari anlamda bir tür korunma yastığı oluşturmak gibi adımları sıralamak için uzman olmak gerekmiyor. İşin psikolojik boyutunda ise İran halkının yönetenlere duyduğu güveni artırmanın bulunduğuna kuşku yok. Bunun için de olabildiğince, ülkenin zengin kaynaklarının adil bölüşümünü hedefleyen, kamucu, eşitlikçi ve arkaik takıntılarla temel insan haklarını çiğnemeyen bir düzene doğru yol almak zorunda İran. “Kızım sana söylüyorum komşum sen anla” kabilinden anımsatmış olalım: Bu gelişmişlik ölçüsündeki toplumlarda hırsızlığa ve zulme devam ederek iç cephe tahkim edilemez.
Karşı cepheye yani NATO Zirvesi’ne bakalım şimdi. Bu savaşta İran’ın karşısında duran kanlı örgütün Lahey’deki zirvesi daha önce nadiren rastladığımız seviyede bir pişkinlik seviyesini yakalamış gözüyor. Sermaye örgütünün önceki dönemlerde laf kalabalığına boğarak adeta şekerle kapladığı hedefler bu kez açıkça ifade edildi sonuç bildirisinde.
Öncelikle bir anımsatma yapalım. Bundan daha birkaç ay önce, Avrupa’nın “özerk stratejik güç haline gelmesi” konusu hararetle tartışılıyor, analiz üzerine analiz kasılıyor, bu bağlamda Türkiye’nin o “mimari”deki yeri sayesinde abat olacağına dair sözde uzman fikirleri hava uçuşuyordu. Öyle ki, vize kalkacaktı, KKTC tanınacaktı vs. vs.. O tartışmanın kilit noktası Ukrayna cephesiydi. O zaman Avrupa’nın bu “özerklik” çabalarının sonuç verme olasılığının çok düşük olduğunu, enerji konusunda dışa bağımlı olan Avrupa’nın ayrı bir kutup oluşturamayacağını ancak ABD’nin Ukrayna konusunda eski çizgiye geri dönebileceğini yazmıştım. NATO Zirvesi bildirisi bunun gerçekleşeceğine dair kuvvetli işaretler barındırıyor.
Buna karşılık sözde “özerklik” meselesinin neyi gizlediği de ortaya çıktı. “ABD’ye güvenemeyiz, silahlanma harcamalarını bu yüzden artırmalıyız” diyen Avrupa sermaye iktidarlarının aslında sınai üretimlerini askerileştirme yoluna girerek tam da ABD’nin istediği noktaya geldiği anlaşılıyor.
2016-2020 arasındaki ilk başkanlık döneminde her NATO toplantısında silahlanma harcamaları konusunda üye ülkelere fırça çeken Trump, ikinci başkanlık döneminin daha başında çok önemli bir başarı elde etmiş oldu. Ne diyor özetle Lahey bildirisi: “Üye devletler 2035 yılına kadar silahlanma harcamalarını GSYİH’nın yüzde 5’i seviyesine çıkartacaklar”.
Bunun için eski eşik yüzde 2,5’ti ve Türkiye dahil birçok ülke bu eşiğe dahi ulaşamıyordu. Trump’ı öfkelendiren buydu. Oysa şimdi yüzde 5 gibi bir hedefle karşı karşıyayız. 2,5 puan devletler söz konusu olduğunda askeri harcamalarda müthiş sıçrama anlamına geliyor.
Türkiye için halihazırda bu oran yüzde 2,1 dolaylarında. Trump’ın gönlü olsun, emperyalizmin ve onun örgütü NATO’nun kan ve kâr iştahı tatmin edilsin diye Türkiye’nin emekçi ve alabildiğine yoksullaştırılmış halkının cebinde milyarlarca dolar daha çalınacak.
İlk bakışta şunu söyleyebilirsiniz: “Daha ne yapacaklar ki? Bizim karnımız zor doyuyor zaten.” Bir başka soru ise, “bu kadar tehlikeli bir dünyada silahlanmak gerekli değil mi?”
İkinci sorudan başlayalım. Evet savunma sanayiinin gelişmesi ve bağımsızlaşması önemli ve gerekli. Sorunun özü burası değil. Asıl hedeflenmesi gereken bu alana aktarılacak kaynakların sermaye sınıfını zenginleştirmemesi. Bir kere özel sektör eliyle silahlanmanın bu alanda dışa bağımlılığı artırmaması gerekiyor. Oysa daha geçtiğimiz haftalarda tanık olduğumuz Baykar-Leonardo anlaşması tam da bunun örneği. Emperyalizmin şirketleriyle kurulan bağlar savunma alanında bağımlılığı artırıyor ve ülke savunmasının dış odakların denetimine daha da fazla açılması anlamına geliyor. Bu konudaki görüşlerimi iki yıl önce kaleme almıştım. Şuradan okuyabilirsiniz.
İlk soruya gelince. Biraz dikkatli bakarsak, ne yapacakları ortada. MÜSİAD başkanının zorunlu eğitimi hedef alan ve sermayenin çocuk emeğine göz diktiğini ortaya koyan sözleri çok önemli bir ipucu veriyor. Bu konuda Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi tarafından yapılan ayrıntılı açıklamayı mutlaka okuyun.
MÜSİAD Başkanı’nın sözleri köle ve çocuk işçilik talebinin ötesinde eğitime ayrılan kaynaklara göz dikildiğinin de somut kanıtı. Sermayenin daha çok silahlanma için göz dikeceği kaynakların eğitim alanıyla sınırlı kalmayacağından da emin olabilirsiniz.
En temel sağlık hizmetlerine ulaşmakta dahi yaşadığımız güçlükler, bütçeden sağlığa ayrılan payın patronlara kâr transferi gözetilerek harcanmasıyla birebir bağlantılıdır. Patronların cebine aktarılacak her kuruşumuz hastane kuyruklarının uzamasının, sağlık hizmetine erişimin güçleşmesinin, yalnızca parası olanın sağlıklı kalabileceği bir düzen inşasının garantisidir.
Bunun yanında, tam da şu sıralarda konuşulan emekçi ve emekli maaş/ücretlerine zam yapmak için kaynak bulunmadığı yalanının NATO zirvesinde alınan silahlanma harcamalarının artırılması kararıyla doğrudan ilişkisi vardır. Üstelik bu salt Türkiye için değil, bütün NATO üyesi ülke hakları için geçerlidir. Emperyalizm kendi politikalarıyla yarattığı tehdidi bahane ederek yarattığı savaş için ayıracağı kaynakları, örnek olsun ABD veya Fransa halklarının da en temel haklarını budayarak elde edecektir.
NATO sadece dünyaya terör ve şiddet saçan bir örgüt değildir. NATO aynı zamanda üye devletlerin halklarını da yoksullaştırmanın, sermayenin kör kuyu misali kasalarını doldurmanın da aracıdır. NATO silahla öldüremediklerini yoksullukla öldürme örgütüdür.
Türkiye ve dünya haklarının NATO’suz bir gezegen için örgütlü bir mücadeleye girişmelerinin, silah baronlarını ve onların hizmetindeki iktidarları sırtlarından atmalarının tam zamanıdır.
/././
İÜ'de medrese dönemine dönüş: 'Dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır'-Burcu Günüşen-
İÜ Edebiyat Fakültesi’nin mezuniyet töreni programında “insanlık için dua” başlığı yer aldı. Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel “Kırk yılımı gurur duyarak geçirdiğim üniversitemden ne yazık ki utanç duymaya başladım” dedi, uygulamayı “Medrese dönemine geri dönüş” diye niteledi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet töreni yarın Merkez Kampüsü bahçesinde yapılacak. Üniversite tarafından açıklanan mezuniyet programında “İnsanlık için dua” başlığı yer aldı.
AKP iktidarının 2025 için ilan ettiği “Aile Yılı”na paralel bir şekilde fakültenin “Ailece Bilim” adını verdiği programda mezunların aileleri adına da konuşmalar yapılacak olması dikkat çekti.
Törende “İnsanlık için dua” başlığıyla yer alan programın kim tarafından, nasıl gerçekleştirileceğine dair ise bir ayrıntıya yer verilmedi.
İÜ Edebiyat Fakültesi'nin bu yılki mezuniyet programıProf. Dr. Tansel: Bu program, İÜ gibi köklü br kurumda kabul edilemez
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden geçtiğimiz yıllarda emekli olan Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel, “Bu dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır, bilim susarsa toplum karanlığa gömülür” dedi.
Konuya ilişkin değerlendirmesini sorduğumuz Tansel “İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin bu yılki mezuniyet töreninde ‘insanlık için dua’ programı, İstanbul Üniversitesi gibi köklü bir kurumda kabul edilemez. 1933 yılından günümüze kadar yüz yılı aşkın bir süredir Cumhuriyet’in gözbebeği olan bir üniversitenin, akademik bir törene dini bir ritüel eklemesi, yalnızca bir ‘program tercihi’ değil; üniversite kavramının temel değerleriyle ciddi bir çelişmedir. Medrese dönemine geri dönüş demektir” dedi.
'Üniversite, dua edilen değil, düşünülen yerdir'
Laiklik ilkesinin yalnızca bir Anayasa maddesinden ibaret olmadığını aynı zamanda “birlikte yaşamanın güvencesi” olduğunu dile getiren Tansel “Laiklik, hiçbir inancı yasaklamaz ama hiçbir inancı kamu kurumlarının merkezine de yerleştiremez. Üniversiteler düşüncenin özgürce yeşermesi gereken alanlardır, din ve inanç buralarda öne geçerse bilimsel düşünceden söz edemeyiz. Üniversite, dua edilen değil, düşünülen yerdir. Duanın yeri kişinin özel alanları ya da cami, kilise sinagog vb. yerlerdir. Üniversiteler laik ve bilimsel olmak zorundadır” diye vurguladı.
Mezuniyet törenlerinin “gençlerin öğrencilikten çıkıp yeni bir hayata başladığı, bilimin, emeğin ve eleştirel düşüncenin kutlandığı anlar” olduğuna işaret eden Tansel bu özel törenlerde bir inanç biçimini öne çıkarmanın diğer tüm inançları ya da inançsızlığı dışarıda bırakmak anlamına geldiğini ifade etti.
'Üniversiteler atanan rektör ve dekanlar aracılığıyla laiklikten uzaklaşıyor' Prof. Dr. Cihan Demirci Tansel
Oysa üniversitenin kimsenin kendini dışlanmış hissetmediği, eşit yurttaşlığın yaşandığı bir ortak alan olduğunu dile getiren Tansel, üniversitelerin laiklikten uzaklaşmasına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Siyasi iklimin, toplumu her geçen gün daha fazla dinselleştirme yönünde baskı kurduğu bu dönemde, ne yazık ki üniversiteler atanan rektörler, dekanlar aracılığıyla laiklikten uzaklaşmaktadır. Özerk üniversite ülkemizde tamamen ortadan kalkarak siyasi iktidarın yönetim ve yörüngesinde yeniden şekillendirilmektedir. Bu da bilimsel düşüncenin ışığında ilerlemek bir yana gerilemeye neden olmaktadır.”
Tansel’e göre yapılacak olan bu töreni alkışlayacak olanlar, düşünmenin cezalandırılmasının artacağını, bilimsel gelişmelerin daha da yavaşlayacağını hatta bilimsel çalışma yapamayacak hale geleceğimizi fark etmeyecekler.
“Üniversiteler, dua edilecek yerler değil, özgür düşüncenin mekânı olmak zorundadır” diye vurgulayan Tansel bunu hatırlatmanın ülkede laik, bilimsel eğitimi savunan herkesin sorumluluğu olduğuna işaret etti.
'Bu dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır, bilim susarsa toplum karanlığa gömülür'
Tansel 40 yılını gurur duyarak geçirdiği üniversitesinden utanç duymaya başladığını da ifade ederken, bir an önce bu programdan vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.
Aydınlara ve akademisyenlere laiklik ve bilimsel düşünce için bir seferberlik çağrısında bulunan Tansel şunları söyledi:
“Üniversitelerin özerk bir şekilde dünya üniversiteleri ile yarışacak bilimsel çalışmalar üretmek yerine din ve dualarla uğraşması ne yazık ki güzelim ülkemizi ortaçağ karanlığına çekmek için gösterilen çabalardır.
Kırk yılımı gurur duyarak geçirdiğim üniversitemden ne yazık ki utanç duymaya başladım.
Başta akademisyenler olmak üzere tüm aydınlar bir an önce Laiklik ve bilimsel düşünce ışığında çocuklarımızın ve gençlerimizin yetişmeleri için seferberlik ilan etmeli. Ancak bu yol ile var olabiliriz.
Laik ve bilimsel eğitim, her öğrencinin eşit yurttaş olarak var olabilmesinin temelidir. Bu dualı mezuniyet töreni bilimi susturmaktır, bilim susarsa toplum karanlığa gömülür.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezuniyet törenine ‘dua programı’ eklenmesi, bilimin yerini inanca bıraktığı tehlikeli bir eğilimin göstergesidir. Bir an önce yetkililer bu programdan vazgeçmelidir."
***
Satışı yılan hikayesine dönmüştü: Flash TV’yi eski MHP milletvekili satın aldı
Eski MHP milletvekili Arzu Erdem'in sahibi olduğu TYT Türk, TMSF tarafından el konulan Flash Haber TV'yi satın aldı.
MedyaRadar'ın haberine göre, 3 dönem boyunca MHP milletvekilliği yapan Arzu Erdem'in sahibi olduğu TYT Türk, TMSF'nin kontrolünde bulunan Flash Haber TV'yi satın aldı.
TYT Türk, 2025 yılı başında medya sektörüne girmiş, RTÜK ve frekans devir işlemlerini hızlıca tamamlamasıyla dikkat çekmişti.
Halk TV’nin patronuna devredilmemişti
Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu, 31 Aralık’ta sosyal medya hesabından yaptığı yazılı açıklamada, Flash TV’yi satın almak için ödeme yaptıklarını buna rağmen kanalın hisselerinin kendilerine devredilmediğini duyurmuştu.
Flash TV, Ocak ayında devreye giren BankPozitif ve Payfix ödeme sisteminin sahibi Erkan Kork’a satılmıştı.
Flash TV'nin sahibi Erkan Kork, Mart ayında yapılan yasa dışı bahis operasyonu kapsamında tutuklanarak cezaevine gönderildi.
***
Muş’ta bir garip hikaye: Diş Hekimliği Fakültesinin adı var, kendi yok -Özkan Öztaş-
Muş Alparslan Üniversitesi’nde 2021’den bu yana listelerde yer alan Diş Hekimliği Fakültesi ne öğretim üyesine ne bütçeye ne de binaya sahip. Rektörün sözleri durumu özetliyor: "İsmi var, cismi yok."
Muş Alparslan Üniversitesi’nin Diş Hekimliği Fakültesi, kâğıt üzerinde var ama gerçekte yok. Üniversitenin rektörü Prof. Dr. Mustafa Alican’ın açıklamaları, durumun trajikomik boyutlarını gözler önüne serdi. Muş’ta yerel basınla bir araya gelen Rektör Alican, “Hoca yok, bütçe yok, yer yok” diyerek, fakültenin sadece adının kaldığını ifade etti.
Basın mensuplarıyla üniversitenin konukevi binasında bir araya gelen Alican, hem üniversite genelinde yürütülen çalışmalara dair bilgi verdi hem de Muş kamuoyunun yakından takip ettiği Diş Hekimliği Fakültesi hakkında soruları yanıtladı.
Akademi piyasa koşullarına teslim edilmiş
Rektör Alican, iki yıldır fakülteye öğretim üyesi kazandırmak için yoğun çaba harcadıklarını ancak sonuç alamadıklarını söyledi. Fakülteye atanması hedeflenen diş hekimlerinin yüksek ücretlerle başka şehirlerde çalıştıklarını belirten Alican, “Hoca gelmiyor, çünkü bulundukları yerlerde ciddi paralar kazanıyorlar” dedi.
Bu açıklama, sağlık eğitiminin ve kamu hizmetinin piyasa koşullarına ne kadar bağımlı hale geldiğini de açıkça ortaya koydu. Alican’ın ifadelerine göre, kamusal bir ihtiyaca yönelik kurulan fakülte, özel sektörün cazibesine yenik düşmüş durumda.
‘Bölümün ne bütçesi ne de mekanı var’
Fakültenin yalnızca akademik kadro değil, mali ve fiziksel altyapı bakımından da ciddi eksikleri bulunuyor. Rektör Mustafa Alican, kendi döneminde fakülte için 82 milyon liralık bir ödenek sağlandığını belirterek, “Ancak gerçek anlamda bir diş hekimliği fakültesi kurmak için bu yeterli değil” diyor.
Üstelik binaya dair belirsizlik de devam ediyor.
Fakülte için planlanan yerleşkenin üniversiteye ait olmadığı, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne (TİGEM) ait bir arazide yer aldığı ifade ediliyor. Bu durum, inşaat ya da kalıcı bir kampüs oluşturma sürecini daha da zora sokuyor.
Tedavi için farklı şehirlere gitmek zorundalar
soL’a konuşan Muşlu yurttaşlardan Ömer Faruk, diş tedavisi konusunda yaşadıkları sıkıntılara dikkat çekiyor. Faruk, şehirde Ağız ve Diş Sağlığı merkezleri olmasına rağmen ileri tedaviler için bu merkezlerin yetersiz kaldığını ve halkın çevre illere gitmek zorunda kaldığını söyledi:
“Çevre illerde de durum benzer aslında. Bingöl, Ağrı gibi iller de bu konuda yetersiz. İnsanlar genellikle Van veya Erzurum’daki üniversite hastanelerine yöneliyor. Randevu bulmak zor, tedaviler uzun sürüyor. Her hafta bu şehirlerde tedaviye giden insanlar var. Gerisi özel muayeneler. Onların durumu da malum. Parası olmayan gidemiyor.”
Uzun süredir listelerde adı olan ama bir türlü hayata geçirilemeyen Diş Hekimliği Fakültesi, Muş halkı açısından yalnızca eğitim değil, aynı zamanda temel bir sağlık hizmeti ihtiyacını da tarif ediyor. Kentteki yurttaşlar, bu eksikliğin artık giderilmesini, somut adımlar atılarak hem eğitim hem sağlık açısından sorunun çözülmesini talep ediyor.
***
Paralı sağlık katmerleşti!-Atilla Özsever-
Sağlık Bakanlığı’nın yeni uygulamasıyla aile hekimlerinden alınan raporlar ücretli hale geldiği gibi kimi tahliller de yapılmayıp hastaların özel laboratuvar ve hastanelere yönelmesi zorunlu hale geliyor.
Sağlık Bakanlığı, Aile Hekimliği Yasası’yla ilgili olarak 15 Haziran 2025 tarihinde yürürlüğe koyduğu yeni düzenlemelerle vatandaşın aldığı birçok rapora ücret uygulaması getirdi.
Aile Sağlık Merkezleri’nden (ASM) daha önce ücretsiz olarak alınan isteğe bağlı sağlık raporlarına (sürücü ehliyeti, sporcu, iş sağlığı ve güvenliği, 65 yaş üstü için akli meleke vb.) bundan böyle 250 TL ücret ödenecek. Böyle bir karar milyonlarca sürücüyü ve diğer alanlarda rapor almak isteyen yurttaşları etkileyecek.
Paralı rapor uygulamasının yanı sıra özellikle gençlerin bundan böyle kolesterol ve şeker tahlillerinin aile hekimlikleri tarafından yapılmayacağı, dolayısıyla bu tahlillerin de özel sektöre yönlendirileceği ortaya çıkmış oluyor.
Yeni sistemle hem rapor almak paralı olacak, hem de eskiden ücretsiz yapılan bazı tahliller aile sağlık merkezlerinde yapılmayıp vatandaşın acil durumuna göre özel hastane ya da laboratuvarlara yönlendirilmiş olacak.
Zaten daha önce, çalışan sigortalılar ve emeklilerden muayene ücreti ve ilaç katkı bedeli alınıyordu. Hatta zaman içinde ücretsiz verilen kimi ilaçlardan da katkı bedeli alınmaya başlandı. Şimdi bu sürece, yeni paralı sağlık hizmetleri ekleniyor.
Görüldüğü gibi AKP hükümeti, sosyal devlet anlayışını tamamen terk ederek ücretsiz olması gereken birinci basamak sağlık hizmetlerini de paralı hale getiriyor.
Şiddet artabilir
Sağlık Bakanlığı’nın evlilik ve askerlik hariç birçok konuda sağlık raporlarını paralı hale getirmesi, aile hekimi ve vatandaşlar arasında da tartışmalara neden olabilecektir. Meslek odaları ve sendikalar, “aile hekimlerinin ücretli rapor vermesi” algısıyla ASM’lerde şiddetin artmasına dönük durumların ortaya çıkabileceğini belirtiyorlar.
Sağlık raporlarının parayla verilmesi sonucu, raporun gecikmesi ya da rapor verilmesinde başka bir kurumun yetkili olması nedeniyle o kuruma yönlendirme, hasta ile aile hekimi arasında bir gerilime ve çatışmaya neden olabilir.
'İmamın maaşı kesiliyor mu?'
Öte yandan Sağlık Bakanlığı’nın “Aile Hekimleri Yönetmeliği”nde yapılan bir değişiklikle ASM’lerde çalışan aile hekimi, ebe ve hemşirelerin ücretlerinde gerçekçi olmayan performans kriterlerine bağlı olarak kesintiler meydana geldi.
Tabip odaları ve sağlık sendikaları, bu yönetmeliği “eziyet ya da zulüm” yönetmeliği olarak nitelendiriyorlar. Bu “Eziyet Yönetmeliği”ne göre, 6 ay ASM’ye gelmeyen hastalar nedeniyle aile hekimleri ve hemşirelerin ücretlerinden kesinti yapılıyor.
Birlik ve Dayanışma Sendikası adına açıklama yapan Dr. Fevzi Turgut, bu uygulamayla ilgili olarak şunları söyledi:
“Hekimlerden 10-20 bin lira, hemşirelerden de 5-10 bin lira arası ücret kesintisi gerçekleşiyor. Bizler hiçbir şikayeti olmayan vatandaşı, nasıl Aile Sağlık Merkezleri’ne getirteceğiz? Cemaat gelmedi diye imamın maaşını mı kesiyorsunuz? Bu yönetmelik, derhal kaldırılmalıdır.”
Bir aile hekimi de, yeni uygulama sonucu başına gelenleri şöyle anlattı:
“Üç bin hastam var. 1 Kasım 2024 ile 30 Nisan 2025 tarihleri arasındaki altı ayda 1.950 kişinin muayeneye gelmediği saptanmış. Aslında bu verilerde yanlışlıklar oluyor. Bir aylık bebek, altı ayda bana gelmediği için ücretimden kesinti oldu. İki yıl önce ölen bir hastam son altı ayda gelmedi diye yine ücret kesintisine muhatap oldum. Sonuçta ücretimden 18 bin liralık kesinti yaptılar.”
Göçmenlerden 3 bin lira
Bu arada Sağlık Bakanlığı, yönetmeliğe bağlı olarak yapılan ayni düzenlemede göçmenlerin (yabancıların) de aile hekimliklerine başvurup kayıt olmaksızın altı aylık tutar olarak 3.000 TL ödemeleri karşılığında muayene olabileceklerini açıkladı. Yabancıların ödeyeceği bedel de, Sağlık Bakanlığı’nın ödeme sistemine yatırılacak.
Sağlık Bakanlığı, aslında “sosyal devlet” anlayışına uygun olarak parasız sağlık hizmeti vermesi gerekirken hem ülke vatandaşlarından, hem de göçmenlerden para temin ederek “kasasını doldurmaya” çalışıyor.
Öte yandan hastalar sadece aile hekimlerine puan vermeyecek, ikinci ve üçüncü basamaktaki hastanelerde çalışan hekimler de hasta memnuniyeti bildirimlerine muhatap olacaklardır. Böylelikle hasta puanlamasına göre hem aile hekimlerinin, hem de hastane hekimlerinin maaşlarında bir takım azalmalar söz konusu olabilecek.
ASM’lerden yangın parası
Aile Sağlığı Merkezleri, artık muayenehane statüsünde olduğu için Sağlık Bakanlığı’nın denetim elemanlarınca denetlenip “itfaiye merdiveni yok”, ya da bu tarz “iş güvenliği malzemeleri eksik” diye ceza kesimine de muhatap oluyorlar.
Eskiden böyle bir uygulama yoktu, sadece bu merkezlerde yangın söndürme cihazı bulundurma mecburiyeti vardı, şimdi tam teşekküllü bir özel işletme gibi muameleye maruz kalıyorlar, masrafları artıyor.
Aile hekimleri, ASM’lerin kira, elektrik, su, yakıt gibi giderlerinin yanı sıra bu tür iş güvenliği malzemelerini de ceplerinden ödemek zorunda kalıyor.
Sonuç itibariyle aile hekimleri, “Eziyet Yönetmeliği” gereğince maaşlarının kesilmesinden ve bu tür giderleri kendi ücretlerinden ödemek zorunda kaldıkları için şikayetçi oluyorlar. Bu koşullar nedeniyle aile hekimlerinin ASM’lerden istifa etmek zorunda kalabileceği gündeme geliyor.
/././
soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder