T-24 "Köşebaşı+Gündem" -23 Temmuz 2025-

“Aynı yanlışı yapıp farklı sonuç beklemek çılgınlıktır”-Ahmet Çelik Kurtoğlu-

Yol yapmak, köprü yapmak, konut yapmak elbette iyi şeylerdir; ama bunları borçlanarak yaparsanız, borcunuzu ödeyecek kadar gelir üretemezseniz tekrar borçlanırsınız. Yani giderek daha ucuzlarsınız. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış, 85.33 milyon pehlivan artık çok yoruldu!

Sorular

Bir imparatorluğun sonu ne demektir? İmparatorluk nedir? Emperyalizm nedir? Bugün imparatorluk diyebileceğimiz yapı var mıdır, emperyalizmin tanımı değişti mi?

Yumuşak güç nedir, jeopolitik güç nedir? İmparatorlukla, emperyalizmle yumuşak güç bağdaşır mı?

Ölçü nedir? Nüfus mu, askeri güç mü, ekonomik güç mü, istihbarat gücü mü, coğrafi büyüklük mü? Coğrafi konum mu, doğal kaynak mı, teknolojik üstünlük mü, eğitilmiş nüfus mu, ARGE faaliyeti mi, sahip olunan patent sayısı mı? Patent kime ait, ülkeye mi araştırmacıya mı, onu işe çevirene mi?

Ölçek değişirken ölçülen küçülüyor mu?

“Ucuz ülke, pahalı ülke.” Dünün ölçekleriyle bugünü ölçmek doğru mu, mümkün mü?

Yine sorular, yazılarımda hep soruyorum; öğrenmek için sormak gerekir, çünkü eski Yunan’dan beri biliyoruz ki, bildiğimiz aslında bir şey bilmediğimizdir. Öğrenmek için de okumak, sormak, konuşmak, dinlemek gerekir. Bunları yeterince ve geniş bir açıyla yapıyor muyuz? Her an siyaset dinlemek dışında, siyasilerin Rashomon etkisini kullanarak ve/veya onu kullanarak yaptıkları polemiklerden uzaklaşıp, kendi sınırlarımızın belirlediği dünyamızın parametreleri içinde düşünüyor muyuz?

İmparatorluk, yüce bir hükümdar veya oligarşi altında birçok ayrı devlet veya bölgenin toplamı olarak tanımlanıyor. Emperyalizm, imparatorluğun kendi sınırları dışına çıkarak, askeri, kolonyal, ekonomik güç yoluyla diğer ülkeleri, o ülkelerde yaşayan insanları, ekonomik ilişkileri etki altına almak demektir. Bu, tarihte askeri güçle sağlanırken, 1945 Bretton Woods anlaşmasıyla dolara güç kazandırılmasının ardından emperyalizm ekonomi üzerinden çok geniş, küresel boyut kazanmıştır.

“Yumuşak güç” Joseph Nye’ın siyaset literatürüne ve pratiğine kazandırdığı kavram.[1] Emperyalizm sadece dolar hakimiyetiyle sınırlı kalmıyor, finansal kurumlara ek olarak eğitim, uygulama yoluyla da toplumları etkiliyor..

Dünya yalnız keşiflerle değil, yönetim tarzıyla da değişiyor

Tarihte birçok imparatorluk kuruldu, 20. Yüzyılda Britanya İmparatorluğu başta olmak üzere, Fransız, Belçika, Danimarka, İtalyan, Japon, Portekiz ve tabii uzun bir zayıflama döneminden sonra Osmanlı İmparatorluğu sona erdi. Çin hala köklerini “orta krallık”ta bulur. Osmanlı imparatorluğunun ekonomik anlamda, Belçika, Danimarka, Portekiz, Fransa örnekleri gibi, kolonileri sömürmeye dayalı bir imparatorluk olup olmadığını sorgularım. Herhalde bunun bir nedeni ülkede anlamlı ve ticaret ilişkilerinin, hammadde tedariği gerektiren endüstri yapısının bulunmamasıdır.

Avrupa’da imparatorlukların son bulması, Britanya’da 1997, (Hindistan’ın kurtulması 1947), Danimarka 1953, Belçika (Kongo 1962), Fransa (kuzey Afrika ve Pasifik) 1980, İtalya (Habeşistan), Portekiz (Angola, Brezilya ve diğerleri)1999’dur. Ülkelerin hem Pazar, hem tedarik kaynağı bakımından güvendikleri koloni ilişkilerinin sona ermesi, şirketlerin doğrudan “off-shore” yatırımları ile telafi edilmiştir.[2]

Kolonyalizm sonrası rejim: Avrupa Birliği

Koloni ilişkilerinin ortadan kalkması Avrupa ülkelerinde endüstri üretimini, üretimi paraya çevirecekleri pazarları geliştirme ihtiyacını ve yöntemlerini gündeme getirmiştir. Bir yandan Avrupa Birliği, öte yandan lojistik hizmetlerinin gelişmesi ve tabii her ülkenin kendi para politikasına bağlı olarak yönetilen para birimi konularını ele almıştır.

Bu tablonun iki önemli parçasını oluşturan İngiltere ve Fransa hemen hemen aynı nüfusa, adam başına gelir düzeyine, tarih boyunca oluşmuş önemli sermaye birikimine sahiptir ve ikisi de aşağı yukarı aynı zaman diliminde imparatorluğunu kaybetmiştir. Avrupa Birliğinin kurulmasından ve ortak para biriminin kabul edilmesinden beri 450 milyonluk bir kitle, bir yandan ABD, öte yandan uzak doğu ve özellikle Çin, Kore, bugünlerde hem üretici, hem de yatırımcı olarak pazarda varlığını arttıran Hindistan karşımıza imparatorluklar sonrası yeni bir dünya düzeni çıkartmaktadır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Osmanlı devleti de 20. yüzyıla girerken imparatorlukların son bulmasından payını almıştır. Daha önce değindiğimiz gibi zaten koloni sömürgeciliği değil, coğrafi büyüklük, askeri güç ve yönetim uygulamasıyla bu sıfata sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, mucize bir önderin yönettiği kurtuluş savaşının ardından ve tüm dünya savaş ve 1929 ekonomik krizle cebelleşirken, yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakmıştır. 1930’lu yıllar gerçekten yerli ve milli sanayinin, iyi yönetilen ulusal ekonominin kendisini gösterdiği dönemdir. Nitekim bu iyi yönetimin bir göstergesi savaş döneminde TL ,Dolar’a karşı değer kazanmıştır. Bu liberal ekonomi politikasının benimsendiği 1950’li yıllara kadar devam etmiştir.

Ekonomi politikası ve para politikası yanlışları Türkiye’yi ucuz ülke haline getirmiştir. Tuhaf bir şey söylediğimin farkındayım. Enflasyon, fiyatların, maliyetlerin artık ölçülemeyen boyutlara geldiği noktadayız. Nisbi fiyatlar anlamını tamamen yitirmiştir. Ülkede “her şey”in fiyatı , herkesin satın alma gücünü aşmıştır.

2025 yılı ülkede taşınmaz değerlerinin yeniden belirlendiği yıldır. Ama taşınmazların ulaştığı fiyat düzeyi, yurttaşların satın alma gücünün çok üstündedir. Geçen beş yılda yaşanan enflasyon, gerçekçi değerlendirme yapma imkanını ortadan kaldırmıştır. Herhalde bugün yurttaşın sahip olduğu konutun piyasa değerinden yola çıkarak belirlenecek değer gerçekçi olmayacaktır.

Ucuza mı gidiyoruz?

Çelişik ifadeler kullandığımın farkındayım, çünkü çelişik bir dönemde yaşıyoruz. Bir başka çelişik ifade ile yazının başlığını tekrarlayayım: "Türkiye ucuza gidiyor”, bu nasıl mümkün olabilir? Bir ülke bu kadar pahalılaşırken, nasıl olur da değeri düşer?

Çünkü ülkenin esas pazarı olan yurt içi pazar artık küresel fiyatlarla kıyaslanamayacak kadar pahalanmıştır. Bu tespite uymayan asgari ücrettir, asgari ücretli, emekli açlık düzeyinde dolaşmaktadır. 1960’lı yıllarda başımızı kurtaramadığımız enflasyon karşısında ve sabit gelirlileri, asgari ücretle çalışanları korumak için “hareketli merdiven- échelle mobile”, sistemi önerilmişti; son yıllarda hükümetin özellikle seçim döneminde uyguladığı bu sistemde, fiyatlar ne kadar yükselirse ücretler de o kadar yükselir. Yani enflasyon kendi kendisini besler.

Albert Einstein ne demişti? “Aynı yanlışı yapıp farklı sonuç beklemek çılgınlıktır” .[3]

Biz aynı yanlışı hem ekonomi politikası düzenlerken, hem siyasi seçimlerde yapıyoruz. Kötü yöneteni tekrar seçmekte tereddüt etmiyoruz.

Yol yapmak, köprü yapmak, konut yapmak elbette iyi şeylerdir; ama bunları borçlanarak yaparsanız, borcunuzu ödeyecek kadar gelir üretemezseniz tekrar borçlanırsınız. Çılgın yanlışlıktan vazgeçmediğinizi gören kredi verenler sizi çok severler ve tabii tekrar kredi verirler. Tabii geri ödeme riskiniz arttığı için daha pahalıya, daha yüksek faizle borçlanırsınız.

Yani giderek daha ucuzlarsınız.

Yenilen pehlivan güreşe doymazmış, 85.33 milyon pehlivan artık çok yoruldu!

------------------

[1] Nye, Joseph S., The Soft Power, 2009

[2] Doğrudan dış yatırım konusu 1970’de Raymon Vernon tarafından ortaya atılmış, eski sömürgeci ülkelerin bu kez geişmekte olan ülkeleri hem tarım,hem de endüstri sektöründe nasıl sömürdükleri Stephen Hymer ve Stephen Resnik ve başka iktisatçılar tarafından 1970’li yıllardan itibaren işlenmiştir. Nihayet 1970’lerin sonlarında Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Ticaret Örgütü teknoloji transferi konusunu ele almış, bu süreci bir sömürü aracı olarak kullanan teknoloji üreticisi ülkeleri bağlayan bir uluslararası yasa çalışmasını gündeme getirmiştir. 1987-82 yılları arasında bu çalışmalara, müzakerelere Türkiye’yi temsilen katıldım

[3] Einstein’in kullandığı kelime “insanity”.

                                                         /././

Yılın ilk altı ayına ilişkin vergi gelirleri -Murat Batı-

Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Haziran ayında 275 milyar 280 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Haziran ayında 330 milyar 176 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Haziran ayında 176 milyar 4 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Haziran ayında 54 milyar 501 milyon TL faiz dışı açık verilmiştir.

Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2025 yılı Ocak-Haziran dönemi bütçe gerçekleşmelerini 16 Temmuz Çarşamba günü yayımladı. Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 48,34’ü KDV ve ÖTV tahsilatı oluşturmaktadır.

Dolaylı vergilerin payı Ocak-Haziran döneminde yüzde 63,26; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 36,74 olarak gerçekleşti.

Tahsil edilen gelir vergisinin yüzde 92,61’i stopaj yoluyla alınmış.

2025 yılı Ocak-Haziran döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 6 trilyon 579,1 milyar TL, bütçe gelirleri 5 trilyon 598,6 milyar TL ve bütçe açığı 980,5 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 5 trilyon 467,6 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 131 milyar TL olarak gerçekleşmiştir

Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.

2025 Haziran ayı bütçe gerçekleşmeleri

2025 yılı Haziran ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 1 trilyon 239,6 milyar TL, bütçe gelirleri 909,4 milyar TL ve bütçe açığı 330,2 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 963,9 milyar TL ve faiz dışı açık ise 54,5 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Genel görünüm aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.

Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Haziran ayında 275 milyar 280 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Haziran ayında 330 milyar 176 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Haziran ayında 176 milyar 4 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Haziran ayında 54 milyar 501 milyon TL faiz dışı açık verilmiştir.

2025 Ocak-Haziran dönemi bütçe giderleri

2025 yılı Ocak-Haziran döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 6 trilyon 579,1 milyar TL, bütçe gelirleri 5 trilyon 598,6 milyar TL ve bütçe açığı 980,5 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 5 trilyon 467,6 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 131 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Ocak-Haziran döneminde 747 milyar 183 milyon TL açık vermiş iken 2025 yılı Ocak-Haziran döneminde 980 milyar 478 milyon TL açık vermiştir. 2024 yılı Ocak-Haziran döneminde 172 milyar 760 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2025 yılı Ocak-Haziran döneminde 130 milyar 962 milyon TL faiz dışı fazla verilmiştir.

2025 Ocak-Haziran dönemi bütçe gelir gerçekleşmeleri

Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak-Haziran dönemi itibarıyla 5 trilyon 598 milyar 580 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 4 trilyon 771 milyar 457 milyon TL, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 658 milyar 930 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda 2025 Ocak-Haziran dönemi vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payları gösterilmiştir.

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2025 Ocak-Haziran döneminde KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 48,44; dolaylı vergilerin payı yüzde 63,26 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 36,74 olarak gerçekleşti.

Stopaj yoluyla alınan gelir vergisinin toplam gelir vergisi içindeki payı yüzde 92,61 kadardır.

Ocak-Haziran 2025 ile geçen yıl aynı dönem vergi tahsilatı karşılaştırılması

2024 yılı Ocak-Haziran döneminde bütçe gelirleri 3 trilyon 831 milyar 365 milyon TL iken 2025 yılının aynı döneminde yüzde 46,1 oranında artarak 5 trilyon 598 milyar 580 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2025 yılı Ocak-Haziran dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 48,5 oranında artarak 4 trilyon 771 milyar 457 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında Ocak-Haziran 2025 tahsilat tutarları ile geçen yılın aynı dönemdeki tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır. 

Yukarıdaki tabloya göre 2025 Ocak-Haziran döneminde geçen yıl aynı döneme nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi yüzde 96,5 artışla gelir vergisi olmuştur. Bunun ardından BSMV yüzde 72,6 ile; kolalı gazozlardan alınan ÖTV yüzde 74,7 ile; yüzde 66,8 ile özel iletişim vergisi gelmektedir Diğerlerinin artış oranları yukarıdaki tabloda görülmektedir.

ÖTV genel toplamı ise geçen yıl aynı döneme göre yüzde 38,5 oranında artmış.

                                                                     /././

Etnik ve inanç kökenli bölünmeyi resmileştirmek -Mehmet Y. Yılmaz-

Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak seçilecek kişilerin etnik ve inanç kökenlerini kim, nasıl belirleyecek? Bu durum kaçınılmaz olarak, etnik ve inanç aidiyetlerine dayalı kurumsal bir yapıyı gerekli kılacak. Bu, etnik ve inanç kökenli bölünmenin resmileşmesi demek.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parti içindeki bir toplantıda “biri Kürt, diğeri Alevi iki Cumhurbaşkanı Yardımcısı olsun” dediği haberi yayınlandıktan sonra tartışma doğal olarak “Lübnan’a benzerlik” üzerinden gelişti.

Devlet Bahçeli de önceki gün yaptığı basın açıklamasında buna yanıt verdi:

“Türkiye’nin adım adım ilerlediği bir dönemde, iki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir. Bu fikri ve siyasi teklifi Lübnan’la ilişkilendirmek çarpıtma ve kasten saptırmadır!”

Bahçeli’nin sözlerinin neresinin çarpıtıldığını anlamak zor.

Kendisi de zaten aynı şeyi söylüyor: “Burada İki Cumhurbaşkanı Yardımcısından birisinin Alevi, diğerinin de Kürt olabileceği değerlendirilmiştir!”

Üstelik bunun “fikri ve siyasi bir teklif” olduğunu da vurgulayarak.

Prof. Dr. Tolga Şirin, T24’te yayımlanan dünkü yazısında “Lübnan modelinin ne olduğunu ve neden yürümediğini” tane tane, herkesin anlayabileceği açıklıkla anlatmış.

Dün okuma fırsatı bulamayanlar ve MHP lideri için yazının bağlantısı burada:  “Lübnanlaşmak” nedir? (https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/lubnanlasmak-nedir,50822)

Prof. Dr. Şirin, şöyle diyor: Lübnan’daki mezhep temelli sistem, toplumu kurumsal olarak parçalamakta ve devletin asli işlevlerini felç etmekte. Mezhepçilik, modern yurttaşlık fikrini aşındırır, yolsuzluğu pekiştirir, sınıf mücadelesini böler. Azınlıkta kalanlar daha da dışlanır. Mezhepçi bir devlet gerçek anlamda bir ‘Cumhuriyet’ olamaz.”

Lübnan modeli, 1943 tarihli Ulusal Pakt isimli anlaşmaya dayanıyor. Buna göre, Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı Şii Müslüman, Meclis Başkanı Yardımcısı ve Başbakan Yardımcısı Ortodoks Hristiyan, Genelkurmay Başkanı Dürzi Müslüman olacaktı.

Nobel ödüllü iktisatçılar Daron Acemoğlu ve James A. Robinson’un birlikte yazdıkları Dar Koridor – Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğü Geleceği isimli kitabın 84 ve 87. sayfalarında “Lübnanlaşmanın” ne olduğu ayrıntılı olarak anlatılmış.

Bu modelin nasıl bir sonuç verdiğini şöyle yazıyorlar:

“Kendi içinde bölünmüş, kolektif olarak harekete geçemeyen ve dahası siyaseti etkilemeye çalışan herkese ve her gruba karşı derinden kuşku duyan bir toplum.”

Bahçeli, “Cumhurbaşkanının iki Yardımcısından biri Kürt, diğeri Alevi olsun” önerisinin bu model ile alakalı olmadığını söylüyor.

Bal gibi de alakası var.

Yardımcı olarak seçilecek kişilerin etnik ve inanç kökenlerini kim, nasıl belirleyecek?

Bu durum kaçınılmaz olarak, etnik ve inanç aidiyetlerine dayalı kurumsal bir yapıyı gerekli kılacak.

Bu, etnik ve inanç kökenli bölünmenin resmileşmesi demek.

Aynı zamanda da DEMP Eş Genel Başkanı’nın dediği gibi “Kürt ve Alevi Cumhurbaşkanı olamaz” demek.

Bahçeli, ortaya attığı “fikri ve siyasi teklifin” Türkiye’yi “bölmeyeceğini” düşünüyor.

“Türkiye’yi, Lübnan veya benzeri bir başka ülkenin karmaşık ve kaotik istikrarsız yapısına çevirmeye gücü yetecek, buna cesaret ve teşebbüs edecek hiç kimse olamaz, olamayacaktır” diyor.

Garantisi nedir?

Lübnan’da, Irak’ta yürümeyen ve ülke içindeki ayrımcılığı sistematik hale getiren bu düzenin Türkiye’yi bölmemesinin garantisi, Bahçeli’nin “buna cesaret ve teşebbüs edecek hiç kimse olamaz, olamayacak” varsayımı mı?

Bahçeli, “102 yıllık Cumhuriyet tarihimizin tamamına etnik ve mezhep temelli bölücülüğün taciz, tahrip ve tahrikleri damga vurmuştur” da diyor.

Bahçeli bu durumu ortadan kaldırmayı istiyorsa yapması gereken şey belli:

Her yurttaşın kendisini eşit bir birey olarak hissedebileceği, kendisini ifade edebilecek bir demokrasiye geçişi zorlamak.

Bugünkü koalisyon ortağıyla bunu yapamaz, bunu da aklının bir köşesinde tutsun derim.

Yaptığı “fikri ve siyasi teklif” ile ilgili görüşlerini açıklayanları aşağılama amaçlı olarak kullandığı kelimelere gelince: Bu partide bir fikri açıklamanın, bir fikre karşı çıkmanın ya da savunmanın normal, hakaret amaçlı olmayan kelimelerle yapılabileceğini bilen kimse var mı?

Varsa metinlerini ona yazdırmasını öneririm.

Kendisinin “fikri ve siyasi teklif” yapmaya ne kadar hakkı varsa, başkalarının da beğenmedikleri fikirleri ve siyasi teklifleri eleştirmeye o kadar hakkı vardır.

“102 yıllık damgayı” silmek için yola çıkıyorsa önce bunu içine sindirmeli.

                                                           /././

Savcıların şifresiyle UYAP'a girip FETÖ dosyalarını kapatan zabıt katibine, 1190 yıl 5 ay hapis talebi

Savcıların şifresiyle UYAP'a girip FETÖ dosyalarını kapatan zabıt katibine, 1190 yıl 5 ay hapis talebi

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nca, Ankara Adliyesi'nde kendisine ve savcılara ait şifreyle Ulusal Yargı Ağı Sistemi'ne (UYAP) girerek soruşturma dosyalarını kapatan zabıt katibi A.Y. ve 15 şüpheli hakkında iddianame düzenlendi. Şüpheli A.Y'nin "silahlı terör örgütüne yardım" suçunu işlediği belirtilen iddianamede, "bilişim sistemine girme", "gizliliğin ihlali", "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik", "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme", "suçluyu kayırma" ve "rüşvet almak" suçlarından toplam 1190 yıl 5 aya kadar hapisle cezalandırılması talep edildi.

Şüpheli A.Y'nin eski eşi Z.E'nin, "A.Y'nin FETÖ firarisi avukat Muhammet Talha Bol'un telefonla bildirdiği isimler hakkındaki dosyalarda para karşılığı tedbir kararlarını kaldırdığı ve takipsizlik verilmesini sağladığı" yönündeki ihbarı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma tamamlandı.

Başsavcılık aralarında zabıt katibi A.Y'nin de bulunduğu 16 şüpheli hakkında, "silahlı terör örgütüne yardım", "rüşvet almak", "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik", "suçluyu kayırma", "silahlı terör örgütüne üye olma" gibi suçlardan iddianame düzenledi.

İddianamede, Cumhuriyet savcıları A.T.G, B.T, Z.E. ile zabıt katibi E.D. mağdur sıfatıyla yer aldı.

Soruşturmanın A.Y'nin boşanma aşamasında olduğu eski eşi Z.E'nin savcılığa yaptığı ihbar üzerine başlatıldığı anlatılan iddianamede, "ihbar eden şüpheli" olarak eski eş Z.E'nin beyanlarına da yer verildi.

Z.E. ifadesinde, zabıt katibi A.Y'nin FETÖ firarisi avukat Bol'un talebi üzerine bazı dosyalarda para karşılığı usulsüz işlemler yaptığını, bir defasında eşinin yaptığı işin karşılığı olan parayı kendisinin teslim aldığını söyledi.

Z.E. eski eşi ile bu usulsüz işlemlere ilişkin yaptığı konuşmaları içeren ses kaydını da savcılığa sundu.

Soruşturmayı derinleştiren Başsavcılık, geçici olarak başka bir büroda görevlendirilen katip A.Y'nin Terör Suçları Soruşturma Bürosu'nda görevde bulunduğu süre içerisinde işlem yaptığı dosyaları incelemeye alarak şüpheli görülen dosyalar yönünden bilirkişi incelemesi yaptırdı.

Yapılan incelemelerde A.Y'nin çok sayıda dosyada usulsüz işlem yaptığı, dosya numaralarını değiştirip evrak sildiği, taraf isimlerini değiştirdiği, dosyaların içini boşalttığı, bu işlemleri ise kendisinin ve birlikte çalışması nedeniyle şifrelerini bildiği savcıların UYAP oturumları üzerinden gerçekleştirdiği belirlendi.

İddianamede, dosya kapsamında tutuklu bulunan zabıt katibi şüpheli A.Y'nin ifadesine yer verildi.

A.Y. ifadesinde 2021 yılı mayıs ayına kadar görevini layıkıyla yerine getirdiğini, daha sonra maddi sıkıntılar yaşadığını, bu sebeple psikolojisinin bozulduğunu anlattı.

"Bu dosyalarda ücreti kafama göre alıyordum"

Avukat Muhammet Talha Bol'u adliyeden tanıdığını, bir dosyada bulunan malvarlığı tedbirini kaldırmak için çok fazla gelip gittiğini söyleyen A.Y, yurt dışı yapılanması dosyalarını genelde kendisinin yaptığını, bir dosyayla ilgili bir şey olduğunda savcıya durumu anlatıp gerekli işlemleri yaptığını, bu dosyanın da içeriğine baktığını, daha sonra avukat Bol ile irtibat kurarak, "Ben bu durumu çözerim bana 300 bin lira gönder" dediğini ve avukatla 220 bin liraya anlaştığını söyledi.

Bu süreçte Cumhuriyet savcısı ve hakimin yetkisinde olan ve onların yaptığı işlemlerin üstünden avukattan para aldığını dile getiren A.Y, "Bu dosyalarda ücreti kafama göre alıyordum. Beni arayıp 'bu kişi gariban' dediğinde çok düşük miktarlara karşılık karar yazıyordum. Parasız yaptığım işte oldu. Ancak avukat ile anlaşıp hesabıma para yatmayan iş olmadı." beyanında bulundu.

A.Y, FETÖ silahlı terör örgütünün yurt dışı yapılanması soruşturma dosyalarında birlikte çalıştığı Cumhuriyet savcıları B.T, Z.E. ve A.T.G'ye ait UYAP açılış şifrelerini bildiğini, ancak bilgisayar açılış şifrelerini bilmediğini, üç savcının da e-imza şifrelerinin kendisinde olduğunu, daha önce bahsettiği savcı onayına tabi yakalama kaldırma, müzekkere yazma, Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar (KYOK) onaylama gibi işlemleri savcılara ait bilgisayardan ve e-imzadan yaptığını anlatarak, "Bahsetmiş olduğum ve devamında bahsedeceğim durumlardan savcıların bilgisi ve rızası yoktur. Bu olaylardan benim üzerimden herhangi bir menfaat temin etmediler." ifadesini kullandı.

İddianamede, şüpheli A.Y'nin, görevli Cumhuriyet savcısının UYAP'ına bilgisi ve rızası dışında girerek ve elektronik imzasını kullanmak suretiyle, soruşturma dosyasının yetkisizlik kararı ile gönderilmesine dair müzekkere yazmak, savcı olmaksızın UYAP'tan iş akışı değiştirerek dosyaları imzalamak, KYOK kararı düzenleme işlemlerini görevli Cumhuriyet savcısının bilgi ve rızası dışında yapmak, birleştirme ve ayırma kararları vermek, şüpheliler hakkındaki yakalama kararlarını resen kaldırmak ve kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair gerçeği yansıtmayan karar düzenlemek, gerçeğe aykırı evraklar ile fiziki dosya oluşturmak suretiyle maddi menfaat temin etme gerekçesiyle "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik", "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme", "suçluyu kayırma", "rüşvet almak" suçlarını işlediği tespitine yer verildi.

A.Y. hakkında, 1190 yıl 5 aya kadar hapis cezası istendi

Şüpheli A.Y'nin bu eylemleriyle aynı zamanda "silahlı terör örgütüne yardım" suçunu işlediği belirtilen iddianamede, "bilişim sistemine girme", "gizliliğin ihlali", "zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik", "suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme", "suçluyu kayırma" ve "rüşvet almak" suçlarından toplam 1190 yıl 5 aya kadar hapisle cezalandırılması talep edildi.

Ayrıca iddianamede A.Y'nin eski eşi "ihbar eden şüpheli" Z.E'nin "rüşvete aracılık etme" suçunu işlediği ancak şüpheli A.Y'nin eylemlerini ihbar etmesi ve olayın ortaya çıkmasını sağlayarak "etkin pişmanlık" gösterdiği belirtilerek, yargılamasının yapılması ve hakkında "ceza verilmesine yer olmadığı kararı" alınması istendi.

Diğer 15 şüphelinin ise "rüşvet vermek", "silahlı terör örgütüne üye olma", "gizliliğin ihlali", "resmi belgede sahtecilik suçuna zincirleme şekilde azmettirme" ve "suçluyu kayırma" suçlarından cezalandırılması talep edildi.

                                                       ***

T-24

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı+Gündem" -23 Temmuz 2025-

“Aynı yanlışı yapıp farklı sonuç beklemek çılgınlıktır”-Ahmet Çelik Kurtoğlu- Yol yapmak, köprü yapmak, konut yapmak elbette iyi şeylerdir; ...