CHP 'Aydın' krizini doğruladı: 'Çerçioğlu yolsuzluk dosyaları nedeniyle AKP'ye geçecek'
CHP Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun AKP'ye geçeceğini doğruladı. Özel, Çerçioğlu'na "ya içeri atıl ya da gel partime katıl" dendiğini söyledi. Aydın'da yeni görevlendirmeler yaptığını duyuran CHP "tehditlerle istifa eden" üyelerini geri dönmeye çağırdı.
CHP'den Aydın açıklaması
Çerçioğlu’nun AKP’ye geçeceği iddiaları sonrası Aydın’a giden CHP Genel Başkan Yardımcıları Ensar Aytekin ve Gökan Zeybek bugün düzenledikleri basın toplantısında iddiaları doğruladı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ensar Aytekin, tutuklu belediye başkanlarını anımsatarak, "Zayıf halka aradılar, Aydın'da buldular" dedi.
Aydın’da “işten çıkarma tehdidi” ile CHP’den istifa edenlere seslendiğini söyleyen Aytekin “CHP'ye geri dönün. Burası kimseyi aç bırakmayacaktır. Aydın'daki üyelerimize sesleniyorum. Bu ihanete karşı, her bir kişiyi partimize katılmasını davet etmesini istiyoruz. CHP'nin gücü sayesinde yıllardır 'Topuklu Efe' naralarını atanlar önüne bir dosya koyulduğu anda topuklayarak gidip AKP saflarına katılmayı tercih etme noktasına gelmişlerdir. Hainler ile direnenleri asla unutmayacağız” diye konuştu.
Gökhan Zeybek ise Aydın Büyükşehir Belediyesi’nde yeni görevlendirmeler yaptıklarını duyurdu.
Zeybek CHP’nin Grup Başkanvekili olarak Kuşadası Belediye Başkanı Ömer Günel’in, Grup Sözcüsü olarak Efeler Belediye Başkanı Anıl Yetişkin’in seçildiğini açıkladı.
Çerçioğlu’nun yalnızca kendisinin değil beraberinde etkilediği belediye başkanlarını ve meclis üyelerini de AKP’ye götürmek istediğini kaydeden Zeybek, Çerçioğlu için “Bedel ödenen bir dönemde şahsi çıkar iddiası ile iktidar partisine gidiyor olmasını Aydın halkına anlatamayacak” dedi.CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek, AKP'ye geçeceği iddialarının ardından Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'nun "başka arayışlar" içine girdiğini doğruladı.
Aydın Büyükşehir Belediyesi'nde grup başkanvekili dahil olmak üzere seçim yaptıklarını duyurdu.
Zeybek, Çerçioğlu için "Belli ki sadece kendisi geçmek istemiyor, beraberinde belediye başkanları ve belediye meclis üyelerinin de bir kısmını AK Parti'ye götürmek istiyor" dedi.
Çerçioğlu'nun Aydın'da "insan içine çıkamayacağını" insanların ona göstereceğini kaydeden Zeybek "Bugünler geçecek" dedi.
Zeybek, "Bugünlerden geriye direnenler kalacak" ifadesini kullandı ve "AK Parti'ye geçen belediye başkanlarının siyasi ömürleri sadece bir sonraki seçime kadar olacaktır" diye konuştu.
Özgür Özel: 'Ya içeri atıl ya partime katıl' diyorlar, yazıklar olsun
Silivri'de cezaevi ziyareti sonrası basın mensuplarına açıklamalarda bulunan CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Özlem Çerçioğlu'yla ilgili şunları söyledi:
"Özlem Çerçioğlu'na şunu söylüyorlar: 'Aziz İhsan Aktaş'la çalışmışsın, ya içeri atıl ya da gel partime katıl'. Olay bundan ibarettir. Özlem Çerçioğlu suçsuz olduğunu iddia edip bu haksızlığa karşı içeride yatan bu kadar mert adam varken bu mertliği gösteremeyip..."
Erdoğan'a seslenen Özel "Aydın'ı almak Aziz İhsan Aktaş üzerinden 'ya içeri tıkıl ya partime katıl' demekle oluyorsa ben sana ne diyeyim? Bu mu mertlik, bu mu senin siyasetteki mücadele gücün? Böyle mi alacaksın Aydın'ı? Bir dahakinde yine alacağım Aydın'ı? Yazıklar olsun!" ifadelerini kullandı.
CHP Gençlik Kolları: İstifa doğru değil, görevden alındılar
CHP Gençlik Kolları Genel Sekreteri Deniz Bozkurt, CHP Aydın İl Gençlik Kolları Başkanı ve yönetiminin görevden alındığını duyurdu.
Bozkurt sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
''Aydın İl Gençlik Kolları Başkanı’nın istifa ettiği haberi doğru olmamakla birlikte, partimizin ilkelerine, amaçlarına ve çalışma kurallarına aykırı disiplinsiz tutumları nedeniyle;
Aydın İl Gençlik Kolları Başkanı Sosyal Kılıç ve Yönetimi,
Karacasu İlçe Gençlik Kolu Başkan ve Yönetimi,
Köşk İlçe Gençlik Kolu Başkan ve Yönetimi,
Karpuzlu İlçe Gençlik Kolu Başkan ve Yönetimi,
Nazilli İlçe Gençlik Kolu Başkan ve Yönetimi,
Yenipazar İlçe Gençlik Kolu Başkan ve Yönetimi,
Gençlik Kolları Merkez Yönetim Kurulumuzca görevden alınmıştır.''
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle (İBB) başlayan CHP'li belediyelere yönelik operasyonların ardından partide çatlaklar büyüdü.
Bir süredir operasyonların devam edeceği AKP'li isimler tarafından dillendirilirken, Muğla ve Aydın'ın ismi geçmiş, İzmir'deyse İzBB Başkanı Cemil Tugay önceki yönetimi işaret edip masaya oturduğu bakanlarla aradan sıyrılmıştı.
Daha önce yolsuzluk iddialarıyla gündeme gelen Aydın Büyükşehir Belediyesi'ne İçişleri Bakanlığı 2021'de soruşturma izni vermiş, bakanlık müfettişleri, Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu ile aralarında üst düzey bürokratların da bulunduğu 32 belediye çalışanı hakkında ön inceleme raporu hazırlamıştı. Ancak Çerçioğlu ve şüpheliler Danıştay'a itiraz etti. Bunun üzerine yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, göreve geldikten sonra tekrar soruşturma izni verdi. Bu izin çerçevesinde de yeniden rapor hazırlandı.
'Çerçioğlu yolsuzluk iddiaları nedeniyle rotasını AKP’ye çevirmişti' iddiaları
Konuyla ilgili bu süre zarfında herhangi bir adım atılmazken, son haftalarda Çerçioğlu'nun AKP'li ve MHP'li isimlerle görüşmeler yaptığı kentte konuşuluyordu.
İlk iddia Çerçioğlu'nun belediye başkanlığından bu yana 16 yıldır yanında bulunan eski basın müdürü ve gazeteci Önder Yıldırımcan'dan 1923tv isimli Youtube kanalında gelmişti. Aydın Şafak'ta yer alan habere göre, Yıldırımcan'a göre Nisan ayında Çerçioğlu AKP'ye geçiş için ön hazırlık ve altyapı çalışmalarına başladı. Yıldırımcan, "AK Parti'ye yakınlığı ile birlikte saygın anket firmalarından biri olarak bilinen Optimar Araştırmanın telefon vasıtasıyla yaptığı anketlerde CHP'li büyükşehir belediye başkanı Özlem Çerçioğlu'nu sorması ilginç değil mi? Valla bana ilginç geldi" diye yazdı.
Hakkında milyarlarca liralık yolsuzluk, usulsüzlük iddiaları bulunan Çerçioğlu için haberde şöyle denildi:
"Çerçioğlu’nun AKP’ye dümen kırmasındaki son etken Genel Başkan Özgür Özel’in Kuşadası ve Didim ziyaretleri oldu. Özel’in Çerçioğlu’nun davetini kabul etmemesi bardağı taşıran son damla oldu. Bu süreçte gelecek dönem adaylığı konusunda umutlarını yitiren Çerçioğlu, Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekci ve kadim dostu Mehmet Ağar aracılığı ile AKP’ye rozet değiştirebileceği mesajı gönderdi. Bu arada da bu ikilinin girişimleri sonucu ile son Başbakan Binali Yıldırm ile bir görüşme sağlandı. Yıldırım’ın Çerçioğlu’nun transferine yeşil ışık yakması sonrasında Aydın’da Özgür Özel’in aylar öncesinde açıklanan büyük İzmir Mitingi’ne alternatif Haluk Levent Konseri düzenlenerek Aydınlı partililerin CHP’nin Ege buluşması sabote edildi. Tüm çevre iller ve ilçeler İzmir’de Ekrem İmamoğlu’na destek için buluşurken, Çerçioğlu bu organizasyona kişisel katılım sağlayarak niyetini kamufle etti."
Cumhur İttifakı'yla görüşmeler yaptı
Çerçioğlu'nun geçtiğimiz günlerde Aydın MHP’nin önde gelen isimleri İl Başkanı Haluk Alıcık ve Burak Pehlivan ile toplantı yaptığı da ileri sürüldü.
Eski Aydın Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Tahsin Kocaman'ın ardından, Haziran ayında Çerçioğlu'nun 10 yıldan fazla makam şoförlüğünü yapan Aytekin Hızer de AKP'ye katılmıştı.
CHP'li vekil: Sultanhisar, Söke, Yenipazar belediye başkanları da AKP'ye geçecek
HaberTürk'ten Mahir Kılıç'ın yazdığı iddiaya göre, Çerçioğlu'nun 14 Ağustos’ta AKP’ye katılacağı ve rozetini AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın takacağı öne sürüldü.
Eski CHP Milletvekili Mehmet Sevigen de tv100'de katıldığı programda, "CHP’ye çok emek vermiş bir arkadaşım aradı. Çerçioğlu’nun bugün istifa ettiğini ve partiden 3 tane belediye başkanı ile AK Parti’ye geçeceğini söylediler" dedi.
Sözcü TV'ye konuşan CHP Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül ise iddiaları doğrulamakla kalmadı, Sultanhisar, Söke, Yenipazar belediye başkanlarının da AKP'ye geçeceğini söyledi.
AKP Aydın İl Başkanlığı Özel Kalem Müdürü Cumali Uçar ise yazılı açıklama yaparak iddiaları kesin bir dille reddetti. Uçar, “Sayın Özlem Çerçioğlu’nun ne Cumhur İttifakı paydaşlarımızla ne de AK Partimizde olamayacağını hepimiz biliyoruz. Böyle bir gündemimiz yok. Perşembe günü Aydın’dan sadece Sultanhisar Belediye Başkanı Osman Yıldırımkaya ve 13 belediye meclis üyesi partimize katılacak” ifadelerini kullandı.
Çerçioğlu tarafından henüz bir açıklama gelmedi.

Çerçioğlu hakkındaki soruşturmalar
Aydın Şafak'taki habere göre, Çerçioğlu, Aziz İhsan Aktaş dosyasında, ilk tutuklanması gerekenlerin başında geliyordu. Yaklaşık dört milyar liralık ihaleye fesat suçları yaklaşık beş yıl önce İçişleri Bakanlığı Mülkiye Başmüfettişi Arif Yıldırım tarafından tespit edilmişti.
Arif Yıldırım tarafından dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya verilen raporda Çerçioğlu ve diğer adı geçenlerin açığa alınması ve yargılanmaları talep edilmişti.
Habere göre, on milyarlarca liralık operasyon gerektiren asfalt başta, Aydın Tekstil - Kuşadası Tariş – Klorlama - Pompa bakım onarımı gibi suçüstü yolsuzluk dosyaları, yaklaşık bir yıldır Aydın Savcılığı raflarında bekliyordu.
İçişleri Bakanlığı'nın raporunda yer verilen konulardan bazıları şöyleydi:
- Aydın Büyükşehir Belediye sınırları içinde 18 Ocak 2017'de yapılan 30 ay süreyle ana arterlerin temizlenmesi işi ihalesinde de 922 bin 340 lira olan aylık bedel, 2 milyon 183 bin liraya yükseltildi. Yıllık olarak yüzde 237 oranındaki bu artış, kamu zararına yol açtı. Bu ihale için de belediyeden toplam 65 milyon 501 bin 220 liraya para alan Bilginay Temizlik şirketinin, Barka firmasının alt taşeronuydu.
- 2019'da kentsel temizlik işi için araç kiralama ihalesi açıldı. Bu ihale için de 33 firma doküman aldı. Ancak, teknik şartnamede yol süpürgesinin klimasız ve sağdan direksiyonlu olma şartı konuldu. Bu nedenle ihaleyi, birlikte giren Barka ile Bilginay firmaları kazandı. Teknik şartnameye konulan yol süpürgesinin klimasız ve sağdan direksiyonlu olma şartı, fırsat eşitliğini ortadan kaldırdığı için ihalenin iptal edilmesi gerekiyordu.
- Aydın'da cadde ve sokakların yıkanması ihalesinde 144 bin 103 lira, temizlik aracı kiralama ihalesinde 1 milyon 945 bin 757 lira kamu zararı meydana geldi.
- Çerçioğlu’nun Necip Hablemitoğlu suikastı şüphelisi Albay Levent Göktaş’ın MLG isimli şirketine 2018-2020 yılları arasında 4 ihale verdiği de öne sürülmüştü. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığı 2023 yılında bu konuyla ilgili de soruşturma başlatmıştı.

'İtirafçı Aziz İhsan Aktaş ve Yusuf Yadoğlu’nun şirketleri Aydın’dan da yüklü ihaleler almış'
Aydın'da da ihale alan Bilginay Temizlik şirketi, İBB'ye operasyon sürecinde gündeme gelen "Aziz İhsan Aktaş suç örgütü" soruşturmasında önemli bir yer tutuyordu.
Gazeteci Yusuf Yavuz da sosyal medya hesabından Çerçioğlu'nun ihaleleriyle gibi paylaşımlar yaptı.
"İtirafçı Aziz İhsan Aktaş ve Yusuf Yadoğlu’nun şirketleri Aydın’dan da yüklü ihaleler almış" diyen Yavuz, "Bilginay ve Akdeniz Temizlik 2017’de 65 milyonluk, Bilginay ve Barka Atık Yön. 2019’da 63,9 milyonluk ihale almış. Sözleşme tarihleri itibari ile yaklaşık 30 milyon dolar. Bugünkü kurla TL karşılığı 1,2 milyar TL. Belediyelerde siyaset üzerinden okuma yapma körleşme belirtisi. Son yıllarda özellikle CHP’li kadın belediye başkanları için 'topuklu Efe' gibi saçma bir yakıştırma moda oldu. Özlem Çerçioğlu da bu yakıştırmanın ekmeğini yedi. Erkek belediye başkanları için de Kurtlar Vadisi fonlu, bu jargonu kullanan bir anlayış var. Bu, halka hakaret!" diye yazdı.
Aile şirketi Jantsa: AKP iddiaları sonrası hisseleri değer kazandı
Odatv'nin haberine göre, Çerçioğlu hakkında konuşulmayan bir başka konuysa aile şirketi Jantsa.
Haberde Mayıs ayında bin 300 işçinin grev kararı aldığı Jantsa'da yaşanan sıkıntıların da iddialarla ilgili olabileceği ileri sürüldü. Jantsa'nın yönetim kurulu başkanlığını Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun kayınbabası Şefik Çerçioğlu, başkanvekilliğini ise eski Aydın Sanayi Odası Başkanı olan eşi Ercan Çerçioğlu yapıyor.
Aydın'ın jant devi Jantsa’nın satış geliri geçen yılın Ocak-Haziran döneminde 3 milyar 387 milyon lira iken, bu yıl aynı dönemde 2 milyar 342 milyon liraya geriledi. Jant firması, geçen yılın ilk yarısında 70,1 milyon lira kâr ederken, bu yıl ise 53,4 milyon lira zarar açıkladı.
Öte yandan Özlem Çerçioğlu'nun AKP'ye geçeceği haberlerinin ardından düşüşteki Jantsa hisseleri yüzde 6 değer kazandı.

'Muhtarlara istifa edin baskısı yapıldı': Gökhan Zeybek belediye başkanlarıyla görüşecek
Aydın Şafak’ın iddiasına göre, pek çok muhtarın aranıp CHP’den istifaya zorlandığı, istifa etmezlerse hizmet gelmeyeceği baskısı yapıldığı, yine CHP üyesi Aydın BŞB personelinin partilerinden istifa etmedikleri takdirde işlerinden olacakları uyarısıyla e-Devlet üzerinden istifaya zorlandıkları öğrenildi.
Gazeteci Barış Pehlivan sosyal medya hesabından Aydın Büyükşehir Belediyesi çalışanlarının WhatsApp konuşmalarını paylaştı. Pehlivan, CHP’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Zeybek’i aradığını, Özlem Çerçioğlu’nun AKP’ye transfer olacağı kulisini sorduğunu ve şu yanıtı aldığını söyledi: “Aydın’a gidiyorum, orada yöneteceğiz süreci. Sıkıntılı bir durum var ama parti üyeliği şu an devam ediyor.”
CHP'li Zeybek istifa edeceği ve AKP’ye geçeceği söylenen diğer ilçe belediye başkanlarıyla "teker teker görüşeceğini" ifade etti.
'Aydın uyuşturucu ve organize suçun başkenti'
Gazeteci Cengiz Erdinç de, kentteki suç oranlarına işaret eden bir paylaşım yaptı.
Erdinç, sosyal medya hesabından, "İstatistikler Aydın'ın uyuşturucu ve organize suçun başkenti olduğunu gösteriyor. Bu da öyle üç beş motorlu çetenin boyunu çok aşan bir şeydir, mesele göründüğünden çok daha büyük ve vahim. Organize suç siyasete çoktan sızmış, artık onu belirliyor" diye yazdı.

İlk istifa geldi
İddialar sonrası CHP Aydın Gençlik Kolları Başkanı Sosyal Kılıç, "Birilerinin iddia ettiği gibi baskıyla değil bizzat kendi hür irademle" diyerek görevinden ve partisinden istifa etti.
Kılıç'ın, 28 Temmuz'da Çerçioğlu'nu makamında ziyaret ettiği biliniyor.
Kılıç, "Gerek parti içinde gördüğüm ardı arkası kesilmeyen anti demokratik uygulamalar, gerekse de görev yaptığım süre boyunca bizlere aidiyet duygusunu bir kere bile hissettirmeyen, bize asla sahip çıkmayan milletvekillerinin tutumları artık bizlerin Cumhuriyet Halk Partisinde siyaset yapabilmemizi olanaksız kılmıştır" ifadelerini kullandı.
Erdoğan'dan Aydın göndermesi: 'Partimize yeni katılımlar olacak'
Özlem Çerçioğlu'nun AKP'ye katılacağı iddiası tartışılmaya devam ederken AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan dikkat çeken bir açıklama geldi.
AKP Kongre Merkezi'nde "AK Gençlik Strateji ve İstişare Kampı Kapanış Programı"nda konuşan Erdoğan, "Yarın katılımlar olacak. Partimize yine bu farklı katılımlarla güçlenerek yolumuza devam edeceğiz" dedi. Erdoğan, salondan gelen tezahüratlar üzerine, "Ne kadar Aydın var burada, göreyim" ifadelerini kullandı.
***
Yazarımız Korkut Boratav’a 'Marksist Ekonomi Ödülü' verildi
World Association for Political Economy (WAPE) tarafından düzenlenen 18. Uluslararası Siyasal Ekonomi Forumu'nda "Dünya Marksist Ekonomi Ödülü" soL yazarı iktisatçı Korkut Boratav’a verildi.
Yeditepe Üniversitesi, 6-8 Ağustos 2025 tarihleri arasında World Association for Political Economy (WAPE) tarafından düzenlenen 18. Uluslararası Siyasal Ekonomi Forumu'na ev sahipliği yaptı.
Türkiye'de ilk kez yapılan forumun ev sahipliğini Çin İş Geliştirme ve Dostluk Derneği (Türk-Çin İş Der) üstlendi.
Forumda ayrıca "Dünya Marksist Ekonomi Ödülü" ve "21. Yüzyıl Dünya Politik Ekonomisi Üstün Başarı Ödülü" verildi.
Forumda "Dünya Marksist Ekonomi Ödülü" alan isimlerden biri de soL yazarı iktisatçı Korkut Boratav oldu.
Dünya Marksist Ekonomi Ödülü’nü kazananlar şunlar oldu: Türkiye’den Korkut Boratav, Çin Wuhan Üniversitesi’nden Jian Xinhua, Kanada Manitoba Üniversitesi’nden Radhika Desai, Çin Najing Finans ve Ekonomi Üniversitesi’nden He Ganqiang.
21. Yüzyıl Dünya Politik Ekonomisi Üstün Başarı Ödülü’nü ise Türkiye’den Özgür Orhangazi’nin ve Alp Erinç Yeldan’ın da aralarında olduğu 12 kişi almaya hak kazandı.
'Beklemediğim bir haberdi'
Korkut Boratav ödül konuşmasında şunları söyledi:
"Hiç beklemediğim bir haberdi. Elbette sınırsız onur duydum. Beni ödüllendiren Kurul’un uyguladığı ölçütleri, gerekçelerini şu an bilmiyorum. Bu nedenle bunları tartışmam mümkün değil. Buna mukabil ödülün ‘Marksist İktisada Ömür Boyu katkılarım’ için verildiğini ayrıca öğrenince, beni Marksizmi öğrenmeye yönelten öznel ve nesnel etkenleri bu toplantıdaki dostlarla, meslektaşlarımla; konuyla ilgilenenlerle paylaşmayı da uygun, hatta gerekli buldum.
1935 doğumluyum. 90 yaşımı sürdürmekteyim. Marksizm gibi bildiğimiz dünyanın pek çok yerinde eleştirel, hatta ‘aykırı’ sayılan bir düşünce sistemine, hatta dünya görüşüne yaklaşma, ilgi duyma dönemi etkenleri herhalde ilk gençlik yıllarında yoğunlaşmış olmalıdır. İlkokul yıllarımda, yani kabaca 1945-öncesinde Türkiye’de beni bu doğrultuda etkilemiş olan birkaç anıyı aktararak başlayayım.
Marksizm ile tanışma
İlkinde 7-8 yaşlarında olmalıyım. Evimiz Ankara’nın Hamamönü semtinde. Babam Pertev Naili Boratav Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF’de) öğretim üyesi. Oturduğumuz apartman dairesinin penceresinden babamın her sabah işe giderken izlediği cadde görülüyor. O gün babamın Fakülte’ye gitmesinden biraz sonra gençlerden oluşan kalabalık bir grup, tempolu sloganlarla aynı caddeden geçiyor; aynı doğrultuda yürüyorlar.
Lisede Almanca öğretmeni olan annem, sloganın ‘Kahrolsun komünistler…’ olduğunu açıklıyor ve ekliyor: ‘Pertev inşallah derse girmemiştir…’
Sonraları öğreneceğim ki nümayiş yapan öğrenciler, babamla aynı fakültede profesör ve doçent olarak çalışan üç “solcu” öğretim üyesinin üniversiteden atılmaları için gösteri yapmaktadır. Bu gösterilerden birinde Üniversite Rektörü’nü de istifaya zorlayacaklardır. Sonunda üç “komünist hoca” üniversiteden ayrılacak; babam mesleğini Fransa’da sürdürecektir.
İkinci anım İstanbul’da Tıp Fakültesi’nin son sınıflarında öğrenci olan Can ve Müeyyet amcalarımla ilgilidir.
Dokuz yaşındayım. Yaz tatili olmalıdır; çünkü Mudurnu kaymakamlığından emekli dedem Naili bey ve karısı Sıdıka hanım’ın Fatih- İstanbul’daki evlerinde kalıyorum. Amcalarım da aynı evde kalıyorlar.
Dedem Naili bey, bir sabah bana seslendi: “Korkut hazırlan; amcalarını görmeye gideceğiz…” Bir süreden beri amcamlar Fatih’te kalmıyorlardı; ama yaz aylarında sık sık gittikleri Mudurnu’da olduklarını düşünüyordum.
Dedemle birlikte Fatih-Harbiye tramvayına bindik. Herhalde bir saate yaklaşan bir yolculuktan sonra Harbiye civarında indik. Fark edeceğim ki Harbiye’deki askerî cezaevinde görüşme günü imiş; dedem beni orada tutuklu olan amcamları ziyarete getirmiş. İkisinin de yüzleri gülüyordu; oturduk, konuştuk. Dedem açıklama yapmadı. “Bak amcanlar burada; merak etme; utanılacak bir şey yapmadılar…” mesajı vererek sonraki yıllar için beni uyarmak istemiş olsa gerek.
Herhalde bir hafta sonra babaannem Sıdıka hanım da iki oğlunu cezaevinde ziyarete gitmişti. Dönüşte sinirliydi. Nedenini anlattı: Nöbetçi subay babaannemin kimliğine baktığında münasebetsizlik yapmış; “hanım, hanım, sen de durmuş, durmuş üç komünist doğurmuşsun…” demiş. Okur-yazar bir faşist olduğu anlaşılıyor; babamın “komünist profesör Pertev Boratav” olduğunu fark etmiş… Sıdıka hanım geri kalmamış. Haddini bildirmiş: “Halt etmişsin; ben aslan yavrusu üç oğlan doğurdum…”
Dil eğitimi ve dergiler
İlk ideolojik eğitimim bu deneyimlerden oluştu. Sonradan öğrendim ki amcalarım 2’nci Cihan Harbi yıllarında illegal İlerici Gençlik Derneği üyeleri olarak yargılanmaktadır. Bir dernek üyesi Nazi Almanya taraftarı başbakanı protesto eden "Saraçoğlu Faşisttir" yazılı bir pankartı Süleymaniye Camisi’ne asarken yakalanmış; açığa çıkmışlar. Babam da İstanbul Üniversitesi’nden sınıf arkadaşı Sabahattin Ali ve Tan Gazetesi’ni çıkaran dostları Sertel’ler gibi anti-faşistti; Sovyetler Birliği taraftarıydı. Can ve Müeyyet amcamları da etkilemiş olması doğaldır.
Babamın Paris sürgünlüğü yıllarında amcalarımın çevresinde yetiştim. Başta Enternasyonal olmak üzere devrimci marşları öğrendim; benimsedim. Marx’ı, giderek Engels ve Lenin’i de o sayede tanıdım. Kayseri-Talas’taki Amerikan Ortaokulu’nda dört yılık yatılı öğrenciliğimde edindiğim İngilizceyi sonraki yıllarda köreltmedim. Lise ve üniversite yıllarımda Amerika ve İngiltere’deki Marksist dergileri o sayede izleyebildim.
Babamın Rumeli göçmeni bir aileden öğretmen Hayrünnisa ile evlenmesi sonunda oluşan büyük ailede, anneannem ile başlayan on beş öğretmen var. Benim de önce bir politik iktisat öğrencisi, sonra da öğretmeni olarak aynı mesleğe yönelmem adeta kaçınılmazdı.
Özetlediğim bu soy kütüğü, Marksist olmamı da adeta genetik olarak belirlemişti. Türkiye’den, hatta başka coğrafyalardan yaşıtım Marksistlerin bu düşünce sistemini ve eylem rehberini nasıl, ne kadar güçlükle, adeta tırnakları ile kazarak keşfettiklerine tanık oldum. Sürekli karşıtları ile çekişerek, tartışarak; gerçekleştirilen sancılı bir keşif ve öğrenme süreci… Bu insanların yanında ben talihliyim. Ömür boyu kesintisiz çabaları nedeniyle ödüllendirilmeyi gerçekten hak edenler o meslektaşlarım arasındadır.
Bana gelince, genetik ve toplumsal olarak belirlenen, adeta bana bedelsiz olarak sunulan nesnel olanakları israf etmeyerek kaba (“vulgar”) iktisadın bu ilkel önermesini ihlal etmişim. Bu tespitlerini bu ödülle bana aktaran meslektaşlarıma bundan sonra da layık olmaya çalışacağım.
Forum daha önce Pekin, Berlin, Johannesburg, Hanoi, Moskova ve Şanghay, Fuzhou, Atina gibi şehirlerde düzenlenmişti. WAPE yıllık forumları, dünyaca tanınan siyasal iktisatçılarla sosyal bilimcileri buluşturma özelliğine sahip. WAPE'nin 18. Yıllık Forumu'na ABD, Almanya, Avusturya, Brezilya, Çin, Estonya, Hindistan, İngiltere, İtalya, Kanada, Meksika, Japonya, Rusya, Ukrayna, Yunanistan ve Türkiye'den öğretim üyeleri ve uzmanlar bildiri sundu. En kalabalık grup Çin'den gelirken Türkiye'den 16 konuşmacı yer aldı.
***
A101 işçilerinin çığlığı: Kölelik düzeninde bir gün -Özkan Öztaş-
A101 emekçileri ağır koşullar altında eziliyor: Eleman yetersiz, mola hakkı yok, iş kazaları görmezden geliniyor. Çalışanlaranlatıyor: 'Bu, insan onuruna aykırı.'
Karanlık bir depoda, tuvaletin hemen yanı başında, yere çömelmiş bir A101 işçisi, elinde bir tabak yemek, kısa bir mola için nefes almaya çalışıyor.
Ancak bu molalar bile lüks sayılıyor artık.
Sosyal medyada son haftalarda gündem olan market çalışanlarının görüntüleri yankı uyandırmıştı: Aşırı yorgunluktan bayılanlar, ağır paletler altında ezilenler, dinlenme hakkı gasp edilenler... A101 emekçileri, soL’a yaşadıkları bu insanlık dışı koşulları anlattı.
Tek başına koca mağaza
Altı yıldır A101’de çalışan bir emekçi, “Kasada duruyorum normalde. Ama bununla da sınırlı kalmıyor. Her şeyi yapıyoruz: Yük taşıma, temizlik, envanter sayımı... Genelde iki-üç kişiyle koca mağazayı çeviriyoruz” diyor.
Eleman eksikliği, market zincirlerinde çalışan emekçilerin kanayan yarası. Yeni gelenler, yoğun baskı ve düşük ücretler yüzünden birkaç haftada tükenip ayrılıyor. “Bir haftada müdür olanlar var” diyor emekçi, gülerek ama içindeki öfkeyi gizleyemiyor.
'Mola hakkı mı?'
Resmiyette 7,5 saat çalışma, 1,5 saat mola.
Peki ya gerçekte?
“Mola mı, o ancak kâğıt üzerinde,” diyor aynı işçi. Tek başına kalan bir işçi, müşterilerle dolup taşan mağazada ne yemek yiyebiliyor ne de nefes alabiliyor. Dinlenme alanı yok, yemekler büroda, bazen tuvaletin yanı başında yeniyor. Evden getirdikleri bir kap yemeği yedikten sonra bulaşığı yıkayacak yer dahi yok diye anlatıyorlar çalıştıkları koşullardan bahsederken. “İnsanca bir ortam yok. Yıkadığın şeyin pis suyunu elinde taşıyıp dışarı döküyorsun. Burada gider yok mesela” diye ekliyor.
Ağır yüklerin altında kadınlar
Sosyal medyada bir görüntü özellikle dikkat çekmişti: Bir kadın işçi, kolu 90 derece bükülmüş halde ağır bir palet taşıyor.
“Kadın-erkek fark etmiyor, koca paletleri kaldırıyoruz,” diye söze giriyor A101 emekçisi. İş kazaları sık, ama çoğu kayıtlara geçmiyor. “Sakatlansan ne olacak? Hiçbir güvence yok.” Patron ise, “Beğenmiyorsan kapı orada” diyor. İşçiler, yıllarca emek verse de işten çıkarılma korkusuyla ses çıkaramıyor.
'Sandalyeye oturmak bile lüks'
Çalışma saatleri uzatılmış, molalar 45 dakikaya inmiş. “Zulüm resmen” diyor 14 yıldır sektörde çalışan bir başkası:
“Sandalyeye oturmak bile lüks. Bir kadın çalışanın sandalyede oturduğu için azarlandığını gördüm, şok oldum.”
Güvenlik önlemleri yok, hırsızlık vakalarında bile işçiler yalnız bırakılıyor. Kasa açıkları, müdür hataları bile işçilere fatura ediliyor. “Tehdit altındayız, huzurumuz yok” diyor her biri sessizce.
'Müşteriler kabahati patronda arasın'
Peki, bu karanlık tabloya karşı ne yapılabilir?
Emekçiler tek bir çözümde birleşiyor: Örgütlenme. “Birlikte hareket etmezsek bu sorunlar çözülmez” diyorlar. Sendika fikri, işverenlerin korkulu rüyası. “Büyük market zincirleri sendika istemiyor, çünkü işlerine gelmez” Ancak işçiler, işsizlik korkusuyla sessiz kalmaya devam ederse, sorunlar da devam edecek gibi görünüyor.
A101 gibi dev bir holdingin, Aydınlar Holding’in bu koşulları dayatması, emekçilerde haklı olarak öfke yaratıyor. “Kendime bu muameleyi layık görmüyorum” diyor ve ekliyorlar: “Herkes insanca yaşamayı hak eder.”
"Ama bir şey daha" diyor bir diğeri sohbetimizin bitmesine yakın.
Sigarasını söndürürken söze başlıyor. "Kasada beş dakika gecikince 'Baksana kasaya kardeşim' diyen müşteriler var ya. Hani senin benim gibi emekçi olanlar. Yoksa ne işi var zaten ucuz malın satıldığı bu mağazalarda. İşte onlar bize değil. Patrona kızsın. O patronlar da az yesin daha fazla personel alsın. Yetişemediğimiz işlerin kabahatlisi biz değiliz. Kaldıramıyoruz artık. Ne işi, ne bu yükü, ne duyduğumuz hakaretleri" diyor son olarak.
Her birinin görüşü bu işlerin böyle gitmeyeceği. Gün sonunda nasıl bir mücadelede vereceklerini ise konuşmaya devam ediyorlar söyleşimiz biterken
/././
Hatay’da susuzluk isyanı: 'Yöneticilerin sözü şantiyelere değil, halka geçiyor'-Özkan Öztaş-
Fotoğraf: Kazım KızılBir haftadır süren su ve elektrik kesintileri, depremzedeleri 40 dereceyi aşan sıcakta yaşam mücadelesine zorluyor: "Şehrin ana suyu şantiyelere akıyor, biz boğuluyoruz."
Hatay'da ciddi bir susuzluk yaşanıyor. Çeşmelerden bir damla su akmıyor.
Peki tek sorun iklim değişikliği ya da kuraklık mı? Bu sorunun önemli bir kısmını oluştursa da yerel yöneticilerin plansızlıkları ve belediyelerin çözüm noktasındaki yetersizlikleri sorunu katmerli hale getiriyor.
Hatay’da elektrik ve su kesintileri tahammülü zorlayan bir noktada. Bir haftadır devam eden kesintiler nedeniyle depremzedeler, sıcakta en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor.
Hatay'da öğretmenlik yapan Mithat* soL’a öfkesini şu sözlerle dile getiriyor:
“Bu şehir 5 bin yıldır susuzluk çekmedi. Ya bu sorunu çözün, ya sürekli su tüketen şantiyelere çözüm bulun ya da bizi bu şehirden gönderin."
'Bir şantiye, bir evden çok daha fazla su tüketiyor'
Mithat, yöneticilerin “20 günlük su kaldı” açıklamalarına tepki gösteriyor. Yapılan açıklamaları halkı adeta tehdit ettiğini ifade eden Mithat öğretmen, "Ben ne yapabilirim? 20 gün su kaldı deniyor. Bunun halkı paniğe sevk etmekten başka bir sonucu var mı? Sahiden soruyorum. Sen bunu bana niye söylüyorsun kardeşim? Ben ne yapabilirim? Buna çözüm şu: Şantiyelerin suyunu planla. Bir şantiye, bir evden çok daha fazla su tüketiyor” diyor.
'İnsani ihtiyaçları geçtim, yaşamsal ihtiyaçları karşılayamıyoruz'
Kesintilerin kentte yarattığı tablo, basit bir arıza sınırını aşmış durumda. Mithat, yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İnsani ihtiyaçları geçtim, yaşamsal ihtiyaçları karşılayamıyoruz. Köpeğimize verdiğim suyu bile artık zor temin ediyorum. Beş gündür duş alamıyorum. Bir öğrencimin velisine gittim, vücudumu ıslak mendille sildim. Temiz kıyafetler tükeniyor. Tuvalet için bidonlarla su taşıyoruz. Temizlikte kullandığımız suyu, tuvalette idare ediyoruz.”

Roma kemerlerinden şantiye hortumlarına
Antakya, Roma döneminden beri su kemerleriyle beslenmiş kadim bir şehir. Ancak Mithat, bugün bu suyun şantiyelerde tüketildiğini söylüyor:
“Kuraklık bahane. Deprem öncesinde de hiç yağmur yağmadığı oldu ama böyle bir şey yaşamadık. Şehrin ana suları şantiyelere akıyor. Bizler ise boğuluyoruz.”
Sıcakta hayatta kalma mücadelesi
Sıcaklık 40 derecenin üzerine çıktığında kentte hayat daha da zorlaşıyor. Mithat, “Aracımın göstergesi 50 dereceyi gösterdi. Bu sıcakta susuz kalmak yalnızca konforsuzluk değil, doğrudan bir hayatta kalma meselesi” diyor.
Havalar ısındıkça da suya ve elektriğe olan ihtiyaç artıyor. Daha çok kıyafet değiştirme ihtiyacı doğuyor. Mithat Öğretmen, yalnızca gündelik yaşama değil, hastalara, yaşlılara ve çocuklara da dikkat çekiyor:
"Konu artık maalesef insani ihtiyaçları geçti. Hastalar, yaşlılar, çocuklar için kritik bir yerdeyiz artık. 20 günlük su kaldı deyip duruyorlar. Açıkça söyleyeyim. Nerde o 20 günlük su? Hani nerde? Hangi musluktan akıyor. Ayrıca 20 gün sonra okullar açılıyor. O gün ne olacak? Var mı bir önleminiz?"
*Öğretmenin adı, çalıştığı kurumda sorun yaşamaması adına değiştirilmiştir.
/././
Cumhuriyetin yaşatılmasında cumhuriyet kurumları -Ali Rıza Aydın-
İçerik, yapı ve kadrolarıyla oynanıp teslim alınan cumhuriyet kurumları da bu yıkıcılıkta kullanılacak ve bu kullanımla yıkıcılık meşrulaştırılacaktır. Buna cumhuriyet değil cumhuriyet yanılsaması demek gerekir.
Cumhuriyetin yaşatılmasında anayasalarda yazılanlar, cumhuriyet kurumları, diğer deyişle yani kurallar ve örgütlenme önemli. Ama bu biçimsel yapının cumhuriyetin özünü oluşturan nitelikleri, içeriği, ilkeleri, politikaları, ideolojisiyle bütünsel çalışması sağlanmadan dil ve örgütlenme yetmiyor.
“Halk” olmadan ya da halkın seçimden seçime devreye sokulmasıyla cumhuriyet olmuyor. Kurallar ve kurumlar halkı yok saydığı, halkın dışında ve üstünde olduğu zaman da cumhuriyet olmuyor. Cumhuriyetin kural ve kurumları ne derecede çalışırsa çalışsın püf noktası halk. Sömürücü sınıfın, dinsel ve etnik kimi grupların, emperyalist ilişkilerin kurallar ve kurumlar üzerinde egemen olması halkın egemen ve iktidar olduğu gerçek cumhuriyet anlamına gelmiyor.
Anayasal denetimde bu tür analizlere “amaç unsuru” diyoruz. Cumhuriyet üzerinden okursak, “kuralları ve kurumlarıyla, uygulama biçimiyle cumhuriyet niteliklerine ve özüne, gerçek amacına uygun mudur” sorusunun yanıtını aramamız gerekiyor.
Gerçek bir cumhuriyeti konuşuyorsak amaç unsurunda bakılacak yer, analiz ettiğimiz cumhuriyette sömürücü sınıfın, bir ya da birkaç kişinin, dinsel veya etnik grubun, sömürücü düzen siyasetinin mi ya da bir ayrım gözetilmeksizin insanın insanı sömürmediği toplumu oluşturan halkın mı egemen ve iktidar olduğudur.
Yanıt birinciyse tabelasında cumhuriyet yazan sömürücü düzen söz konusudur ki bu durumda anayasal cumhuriyetin dahi satırlar arasında çürüyüp gittiği cumhuriyet yıkıcılığı hep devrede olacaktır. İçerik, yapı ve kadrolarıyla oynanıp teslim alınan cumhuriyet kurumları da bu yıkıcılıkta kullanılacak ve bu kullanımla yıkıcılık meşrulaştırılacaktır. Buna cumhuriyet değil cumhuriyet yanılsaması demek gerekir.
Çözüm sürecinin devamcısı Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Cumhuriyetin kuruluş dayanak ve koşulları, nitelikleri ve ilişkileri üzerinde tartışmalarla TBMM içinde kurulmuş, ilk toplantılarından birinde 10 yıllık gizlilik kararına imza atmıştır. Geçici bir komisyon olmasına, icrai yetkisi bulunmamasına karşın gizlilik kararıyla gelecek 10 yıl ipotek altına alınmış, giderilmesi güç durumlar halktan saklanmıştır. Daha baştan Lozan Antlaşması ve Cumhuriyeti tartışmasıyla başlatılan, emperyalist, dinsel ve etnik ilişkilere, ümmetçiliğe oturtulan süreç Meclis meşruluğuna dayandırılarak belirsizliğin ve öngörülemezliğin içine itilmiştir. Hukuksal deyişle bu duruma halkın seçimle oluşan temsilcileri tarafından hakkın kötüye kullanılması da denilebilir ki burada ne toplumsal yarardan ne de hukuksal güvenlikten de söz edilebilir.
Soru çok, duraksamalar ve güven eksikliği fazla. Ancak halktaki kaygının düzen siyasetinde aynı oranda olmadığı anlaşılıyor. Erdoğan’ın Komisyonun “oybirliği” kararları üzerine memnuniyeti de gösteriyor; Mecliste çok parti tek siyaset uzlaşması var. Bu uzlaşmanın kaynağı emperyalist ilişkilerle, sömürü düzeniyle koşut. CHP’nin, “sürecin kıymetli masası” dediği Komisyona sunduğu demokratikleşme paketi de aynı ilişkilerin içinde.
Tam yetkili komisyon istemek zaten yasa gerektirecek ki AKP’nin bu konuda yasa teklifi hazırlığı yaptığı da kulislerde konuşuluyor. Arada anımsatalım halkın işi istihbaratçılarla yürütülecekse Mecliste zaten Nisan 2024’te yasayla kurulmuş “TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu” var.
“Orta Doğuda yeni bir düzen kuruluyor” da bu kimin düzeni? Halkın mı, emperyalistlerin mi? Gizlilik denilerek emperyalist manevralar mı saklanıyor, Türkiye’nin emperyalist iştahı mı?
Ulusal egemenliğe dayalı halk iktidarı olan cumhuriyet belirsizlik, ilkesizlik üzerine kurulu içeriksiz bir biçimsellik değildir. Kurumlara ve kurallara fetiş karakter yüklendiğinde, çıkar ilişkileri doğrultusunda gizliliğe sığınıldığında halk egemenliği ve iktidarı ortadan kaldırılır, artık gerçek cumhuriyetten söz edilemez. Etnik ya da dinsele dayalı egemenlik, sömürücülerin egemenliği, istihbaratçılık vb. egemenlikler halk egemenliği olmaz, kardeşlik ve demokrasi de içermez.
2007, 2010, 2017 Anayasa değişiklikleri, adaletsiz seçim hukuku ve fiili durum yaratılarak işlevsizleştirilen, önemsizleştirilen, temsil ve denetim gücü kırılan Meclis, manevralarla hem düzenin istek ve gereksinmelerine uygun yasaları çıkartmakta hem çıkarlara uygun kararları alma adına meşrulaştırma görevini üstlenmekte hem de halkı bu hareketlere razı etmekte kullanılıyor. Dayanağına demokrasi denilen kurumsallaşma sömürücü ve yıkıcıların, holding ve tarikatların, emperyalist politikaların aracı yapılıyor. Halk adına seçenek ve savaşımların da yolları kırılıyor.
Cumhuriyeti, kendi kural ve kurumlarıyla yıkma örneği elbette son güncel olayla sınırlı değil.
Kendi anayasalarının dahi uygulanmadığını, Meclisin işlevsizleştirildiğini, yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını, sermaye çıkarına düzenlemelerin, doğa kıyımının, emekçilerin hak gasplarının yasalarını biliyoruz. Aydınlık günlerden bugünlere gericiliğin ve sömürünün cumhuriyet yıkımındaki kararlılığını ve hırsını biliyoruz.
“Devrim”e hoş geldin ve Sevgili Kemal Okuyan’a emeğine, yüreğine sağlık derken (Yazılama Yayınevi, 2025) ilk alıntımızı da yapalım: “Sermaye sınıfı seçim ve parlamentoya, (kural ve kurumlara -ekleme ARA-) kendisine hizmet ettiği ölçüde ve süre boyunca anlayış gösterir.”
Cumhuriyetin yıkımında cumhuriyet kurumları kapitalist, emperyalist, siyasal, dinsel ve etnik ilişkiler çıkarına hizaya getirilirken düzen istikrarına ve baskısına eşlik ediyor. Yıkıcılara küçümsenmeyecek destek veriliyor ve bu destek kimi zaman mütevazi ilişkilerle kim zaman hukuksal meşruluk savlarıyla ayakta tutuluyor. Bu mütevazilik ve meşruluk o durumda ki “ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” diyen halkın sesini kesmede baskı aracı olarak kullanılıyor.
Gerçek cumhuriyet sömürücü düzen içi demokrasi ve hukuk paketleriyle, anayasa ve seçim tuzaklarıyla, yanılsamalarla değil dil, din, ırk, cinsiyet, etnik ya da ulusal ayrım gözetilmeksizin, sınıfsız, insanın insanı sömürmediği, eşitlikçi toplumsal ilişkiler içinde yaşama geçer.
/././
'Orta oyunu' grevle bozulur -Atilla Özsever-
Memurun yasal grev hakkı yok ancak uluslararası sözleşmeler ve anayasa hükmü çerçevesinde grev meşru haktır. AKP “yandaşı” Memur-Sen’in eylem takvimini ne kadar hayata geçireceği ise şüpheli…
AKP Hükümeti adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, 4 milyona yakın memur ve 2,5 milyon memur emeklisiyle ilgili olarak kamu sözleşmelerinde 2026 yılının ilk altı ayı için yüzde 10, ikinci altı ayı için ise yüzde 6’lık zam teklifinde bulundu.
İktidarın bu teklifi kümülatif olarak yüzde 16’ya ulaşsa da 12 aylık ortalama yüzde 13,3’e denk geliyor. AKP’nin teklifinin bir “sefalet zammı” olduğu ortadadır.
Kamu çalışanlarıyla ilgili toplu sözleşme görüşmelerinde yetkili konfederasyon olan Memur-Sen’in talebi ise 2026 yılı için toplam yüzde 88’e denk geliyordu. Arada çok büyük fark var.
Siyasal iktidar, 2027 yılının ilk altı ayı için de yüzde 4 ve ikinci altı ayı için de yine yüzde 4 oranında zam teklif etti. Bakan Işıkhan, bu tekliflerin ilk teklif olduğunu söyledi.
Memur-Sen’in 2027 yılı için toplam zam talebi ise yüzde 46’ya denk geliyor. Diğer memur konfederasyonlarının talepleri de, zamla birlikte ücretlerinin yoksulluk sınırının (86 bin lira) üzerinde olması yönündedir.
Sefalet maaşı
Halen en düşük memur aylığı, aile yardımı dahil 50 bin 534 liradır, ortalama memur maaşı ise 57 bin 418 liradır.
Hükümetin zam teklifine göre ortalama memur maaşı 2016 yılının ilk 6 ayında 63 bin 159 TL’ye, ikinci altı ayda ise 66 bin 948 TL’ye ulaşacak. Bu durumda kamu çalışanları yoksulluk sınırının yaklaşık yüzde 25’i altında bir maaş alacak.
Memur emeklilerinin durumu ise daha korkunç, onlar açlık sınırı dolayındaki aylıklarla sefalet düzeyinde geçinmeye çalışacaklar.
Memur-Sen Genel Başkanı Mehmet Ali Yalçın, hükümetin bu teklifini ciddiyetsiz bulduğunu belirterek konfederasyonun eylem takvimini açıkladı.
Eylem takvimi
Memur-Sen 81 ilde eylem kararı aldı. Konfederasyonun açıklamasına göre, kamu işvereninin 2026 ve 2027 yıllarına yönelik teklifinin, refah payı ve taban aylığı zammını içermediği, gerçeklerden uzak ve adaletsiz olduğu vurgulandı. Açıklamada, teklifin “Türkiye Yüzyılı” vizyonuna ve gelir dağılımında adalete uymadığı, memurları açlık ve yoksulluk sınırı arasında bıraktığı belirtildi.
Dün (13 Ağustos) hem Çalışma Bakanlığı önünde, hem de 81 ilde kamu işvereninin zam teklifi eleştirilerek toplu basın açıklaması yapıldı. Yarın da memur emeklilerinin katılacağı eylemler düzenlenecek.
15 Ağustos Cuma günü ise, hükümetten gelecek yeni teklife göre eylemler şekillenecek. Eylemlere devam kararı verilirse 81 ilde eylem çadırları kurulacak ve 18 Ağustos’ta da iş bırakma, yürüyüş ve Ankara’da miting düzenlenecek.
Diğer memur konfederasyonlarından Birleşik Kamu-İş ve KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) de genel greve kadar gidebilecek etkili eylemlerden yana gözüküyor.
AKP iktidarı döneminde üye sayısını hızla artırarak yetkili konfederasyon durumuna gelen Memur-Sen’in eylem takvimini nasıl uygulayacağı, hükümete yönelik olarak ciddi bir tepki gösterip göstermeyeceği, diğer konfederasyonlarla ortak bir eylemlilik içine girip girmeyeceği belirsiz gözüküyor. Memur-Sen, eylemlerine 15 Ağustos’ta hükümetin yeni teklifi karşısından devam edip etmemeye karar verecek. Burada da bir şüphe doğuyor.
Uyuşmazlık ve Hakem Kurulu
Yasaya göre toplu sözleşme görüşmeleri 19 Ağustos salı günü sona eriyor. Bu son gün ya anlaşma imzalanacak ya da süreç hakeme taşınacak. 6,5 milyon memur ile memur emeklisini ilgilendiren görüşmelerde anlaşma olmaması halinde yetkili konfederasyon olan Memur-Sen’in 20 Ağustos’ta Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvuru süreci başlıyor.
Hakem Kurulu da, 31 Ağustos’a kadar kararını bildirmiş olacak. 11 üyeden oluşan hakem kurulunda ise hükümetin belirlediği üyeler çoğunlukta. 11 üyenin 7’si bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Bu nedenle daha önceki anlaşmazlıklarda da hakem kurulundan çoğunlukla hükümetin teklif ettiği oranlar çıkmıştı.
Sonuç itibariyle gerçek anlamda bir toplu sözleşme görüşmesi ve grev hakkı bulunmayan bu müsamereye “orta oyunu” demekten başka bir şey denemez. Böyle bir “orta oyunu”nun da yasal anlamda memurun grev hakkı olmamasına rağmen uluslararası sözleşmeler ve Anayasa hükmü çerçevesinde grev hakkının kullanımı meşrudur.
Fiili ve meşru bir grev hakkının sınırlanamayacağı da Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ortaya konmuştur. Memur-Sen’in bir günlük de olsa böyle bir grevi hayata geçireceği şüphelidir, en azından Birleşik Kamu-İş ve KESK’le birlikte ortak bir eylemlilik, AKP hükümetini daha fazla sıkıştırabilir.
Yetkili Memur-Sen
Toplu sözleşme görüşmelerindeki 11 hizmet kolundan 10’nunda Memur-Sen, sadece 1’in de Türkiye Kamu-Sen yetkili. Bu arada üye sayısı bakımından ilk üç sıradaki memur konfederasyonlarının başkanları da görüşmelere katılıyor.
Bu üç konfederasyon; Memur-Sen, Türkiye Kamu-Sen ve Birleşik Kamu- İş’tir. KESK, dördüncü sırada olduğu için toplu sözleşme görüşmelerinde temsil edilmiyor.
Çalışma Bakanlığı’nın Temmuz 2025 istatistiğine göre; Memur-Sen’in üye sayısı 1 milyon 78 bin 831. İkinci sıradaki Türkiye Kamu-Sen’in üye sayısı, 560 bin 60, üçüncü sıradaki Birleşik Kamu-İş’in üye sayısı da 189 bin 332’dir. KESK’in üye sayısı ise 166 bin 266’dır.
Özellikle AKP iktidarı döneminde üyesi sayısını hızla artıran Memur-Sen, toplu sözleşme görüşmelerinde genel anlamda tek yetkili konfederasyondur. Yani Memur-Sen Genel Başkanı, tek başına toplu sözleşmeyi imzalamaya yetkili bulunuyor.
Kamu işçisinin akıbeti gibi
Memur-Sen, genelde AKP “yandaşı” bir sendika olarak kamu emekçilerinin haklarını savunmada şimdiye kadar yeterince etkili davranmadı, daha önceki toplu sözleşme sürecinde de ciddi bir eylemlilik içine girmedi. Bu konfederasyon, seyyanen zammın (ilave ödemenin) memur emeklilerine de yansıtılması konusunda da etkisiz kaldı.
Şimdi de Memur-Sen, hakem kuruluna gitse bile kurulun kararının kesinliği karşısında “biz elimizden geleni yaptık” diyerek işin içinden sıyrılabilir.
Böyle bir sürecin 600 bin kamu işçisinin sözleşme görüşmelerinde olduğu gibi bir sefalet zammına yol açacak şekilde sonuçlanması ne yazık ki mümkün gözüküyor. AKP Hükümeti, 2025’te asgari ücrete yüzde 30 oranında zam yaptı, 600 bin kamu işçisinin sözleşmesinde de aşağı yukarı aynı oranda bir zam gerçekleşti.
Gerçek enflasyon oranının yüzde 60’ların üstünde olduğu bir ortamda ücretleri baskılama politikası güden hükümetin memurlar için de aynı yolu izlemesi mümkündür. Hem işçilerin, hem memurların daha etkin bir sınıf mücadelesi içine girmesinden başka çare yok.
Esas olan grevli toplu sözleşme
Görüldüğü gibi grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı için mücadele etmenin temel bir gereklilik olduğu anlaşılıyor. Bu arada toplu görüşme masasında temsil edilmeyen KESK’in kamu çalışanları için grevli toplu sözleşme hakkının yanı sıra diğer önerileri de şöyledir:
- En düşük memur aylığı yoksulluk sınırının (86 bin TL) üstünde olmalı
- Aylık enflasyon farkları reel olarak bir sonraki ayın ücretlerine yansıtılmalı,
- Vergide adaletin sağlanması için yoksulluk sınırının altında olan herkesin vergi dilimi yüzde 10’a sabitlenmeli,
- Eşit işe eşit ücret ilkesi uygulanmalı,
- Tüm yan ödemeler, emekli aylıklarına yansıtılmalı.
Koç’a ait Türk Traktör’ün tedarikçisi olan fabrikada yasal çoğunluğu sağlayan ve yetki prosedürünü tamamlayarak Çalışma Bakanlığı’na başvuran sendika, kısa sürede şirket yönetiminin hedefi oldu.
Öncü işçilerden Onur Karaman, “yerini habersiz terk ettiği” iddiasıyla pazartesi günü işten çıkarıldı. Ayrıca fabrikada ikna odaları kuruldu, işçilere sendikadan istifa etmeleri için mobbing uygulanmaya başlandı.
Şirket yönetiminin artan baskıları üzerine Birleşik Metal-İş sendikası dün itibarıyla fabrika önüne direniş çadırı kurarak eyleme geçti.
'İşçilerin haklarını ihlal edemeyeceğinizi öğreneceksiniz'
soL’a konuşan Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Özkan Atar, işçilerin tek tek odalara çağrıldığını ve cep telefonları dışarıda bıraktırılarak sorgulandığını belirtti. Müdürün işçilere, “Birleşik Metal-İş’e niye gittiniz? Başka sendika mı yoktu? Biz bu sendikayı istemiyoruz” dediğini aktaran Atar, “Asıl siz, işçilerin anayasal haklarını böylesine aleni ihlal edemeyeceğinizi öğreneceksiniz” ifadelerini kullandı.
Şirket yönetiminin sendika kırıcılığı girişimine karşın işçilerin kararlı bir duruş gösterdiğinin altını çizen Atar, hukuki yollara başvurduklarını açıkladı: “Tehdit ve hak ihlallerine karşı fabrikanın üst yönetimi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Bunun peşini bırakmayacağız. Sıkı bir örgütlülükle birlikte, sendikal sürecin tamamlanması ve toplu sözleşme için masaya oturulması konusunda mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz. Birkaç gün içerisinde işyerinin önünde kitlesel basın açıklaması ve eylem yapabiliriz. Gelişmeleri şu anda gözlüyoruz, değerlendiriyoruz.”
Milyonları götürüp, işçiyi açlığa terk ettiler
İşten çıkarılan işçi Onur Karaman, çalışma koşulları iyileştirilene dek mücadeleyi sürdüreceklerini kaydederek, “Arkadaşlarımız çalıştıkları ücretlerden, en son yapılan zamdan dolayı memnun değillerdi. Sendikaya başvurdular. Yukarıdakiler, işçileri korkutmak için beni sürdüler. Direnmeye devam edeceğiz” dedi.
2011 yılından beri Hendek Organize Sanayi Bölgesinde faaliyet gösteren SAG Hidrolik’te 114 işçi çalışıyor. İtalya merkezli şirket; Slovakya, İspanya, Meksika ve ABD’de de üretim yapıyor.
2023 yılında 211 milyon avro ciroya ulaşan grup şirketi Sakarya’daki fabrikasında çalışan işçilere ortalama 30 bin lira ücret veriyor.
Oysa Birleşik Metal-İş Sendikası'na bağlı Sınıf Araştırmaları Merkezi'nin (BİSAM) raporuna göre Temmuz itibarıyla dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 25 bin 952 lira, yoksulluk sınırı 89 bin 768 lira düzeyinde.(https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/2025-08/sag.mp4)
İşçiler geri adım atmıyor
Fabrika önündeki direnişe işçilerin yoğun destek verdiğini vurgulayan Birleşik Metal-İş Kocaeli Şube Sekreteri Hakan Küçük ise şirket yönetiminin yeni baskı yöntemlerine başvurduğunu aktardı.
“Baskılar biraz arttı. Telefonla konuşmak serbestti, yasaklandı. Bölümler arasında geçişi de yasaklamaya kalktılar. Fabrikadaki arkadaşlarımız çay molalarında, yemek molalarında yanımıza geliyorlar. İşten atılan arkadaşlarına moral veriyorlar. Kimseyi koparamıyorlar. Görüşmelerde ‘neden bu sendika’ diye soruyorlar, ‘istifa edin’ diye aba altından sopa gösteriyorlar. Arkadaşlarımızsa ‘biz sendikalıyız, sendikamızla konuşun’ diyor.”
SAG Hidrolik’te sorun sendika değil, Birleşik Metal-İş
Fabrika müdürü İlker Çelik, “Biz sendikaya karşı değiliz, zaten daha önce buraya sendika girmişti” dese de SAG Hidrolik yönetiminin sendikaya değil, Birleşik Metal-İş’e karşı olduğu anlaşılıyor.
Nitekim soL’un konuştuğu işçiler, 2023 yılında işverenin yönlendirmesiyle Türk-İş’e bağlı Türk Metal’e üye olduklarını ancak herhangi bir kazanım sağlanamaması üzerine topluca istifa ettiklerini söylüyor.
Metal işkolunda sendikal barajı aşan yani toplu sözleşme imzalama yetkisine sahip üç sendika bulunuyor: Türk-İş’e bağlı Türk Metal, Hak-İş’e bağlı Özçelik-İş ve DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş.
Birleşik Metal-İş ve Türk Metal arasında 2019 yılında imzaladıkları protokolle uyuşmazlık halinde, işçilere referandumla sendika seçme imkanı tanımıştı.
Bu protokolün ardından iki sendika arasında gözle görülür bir ihtilaf yaşanmadı. Ama işveren konfederasyonu MESS’e üye olan Türk Traktör, Ford Otomotiv, Tofaş, Beyçelik gibi ana sanayi firmaları ve tedarikçilerinde Birleşik Metal-İş’in örgütlenme faaliyetleri tıpkı son olarak SAG Hidrolik’te yaşandığı gibi müdahalelere maruz kaldı.
SAG Hidrolik’in ana müşterisi olan Koç’a ait Türk Traktör'ün MESS'e üye olması ve fabrikada Türk Metal'in örgütlü olması da bu noktada dikkat çekiyor.
/././
TKP - Aydın: Özlem Çerçioğlu'nun gömlek değiştirecek olmasına şaşırdık mı?
TKP Aydın İl Örgütü, Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun CHP’den istifa edip AKP’ye geçeceğine dair haberlerin şaşırtıcı olmadığını vurguladı.
Çerçioğlu'nun AKP'ye geçeceği bugün CHP tarafından da doğrulandı.
TKP Aydın İl Örgütü, konuya ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklamada, program ve ilkeler üzerinden siyaset yapmanın terk edildiği günümüzde bu gelişmelere şaşılacak hiçbir şeyin olmadığı vurgulandı.
Çıkar ve zenginleşme üzerine kurulu sermaye düzenini korumayı ve sürdürmeyi esas varlık gerekçesi sayan partilerde böylesi yer değiştirmelerin kaçınılmaz olduğuna işaret edilen açıklamada, "Bu nedenle komünistler olarak hiç şaşırmadık bu gelişmeye" denildi.
Öte yandan, halkın iradesinin hiçe sayılmasının, siyasal haysiyetin çiğnenmesinin asla kabul edilebilir olmadığı kaydedilen açıklamada, "Bu siyasal ahlaksızlığı kınıyoruz!" ifadeleri kullanıldı.
'Cumhuriyetçi ve emekten yana ilkeler etrafında örgütlenmeye çağırıyoruz'
Açıklamanın devamında şunlar belirtildi: "Ülkemiz uçurumdan yuvarlanma tehdidiyle karşı karşıyayken; halkın ve emekçilerin çıkarlarını korumak gibi derdi olmayıp düpedüz patronlardan yana olan kimse ve siyasetleri halkçı olarak sunmaktan, onlara meşruiyet kazandırmaya çalışmaktan artık vazgeçilmelidir.
Aydın’ımızın ihtiyacı cumhuriyetten, emekten ve emekçilerden yana halkçı bir belediyecilik ve belediye başkanlarıdır. 'Topuklu Efe' örneğinde gündeme gelen ilkesiz siyaset anlayışında da görüldüğü üzere o topuk emekçilerin ve halkın tepesine inmektedir.
Türkiye Komünist Partisi olarak; yaşanır bir ülke ve şehir isteyen, yaşanan tüm bu rezaletlerden rahatsız olan halkımızı cumhuriyetçi ve emekten yana ilkeler etrafında örgütlenmeye ve birlikte mücadele etmeye davet ediyoruz."
/././
Sigara tüketiminde artış durmuyor: Yılın ilk yarısında yüzde 6,7 oranında artış -Meryem Vitni-
Dünyada eşi benzeri olmayan bir tabloyla karşı karşıyayız. 2013'te DSÖ’nün tütün kontrolü önlemleri nedeniyle ödüle layık gördüğü Türkiye’de, o günden bugüne durdurulamayan bir tüketim patlaması yaşanıyor. Şirketlerin açıkladığı veriler artış trendinin 2025'te de sürdüğünü gösteriyor.
Ulusötesi sigara şirketlerinin tam hakimiyetindeki Türkiye piyasasında, sigara tüketimi dünya trendlerinin epey üzerinde ve aksi yönde büyüyor.
Son 13 yılda kaydedilen tüketim artış hızı, 1980-1999 arasında tütün piyasasının serbestleştirilmesiyle şirket girişlerinin başladığı, tütün kontrolüne ilişkin hiçbir düzenlemenin olmadığı, apartman cephelerini "ışıklı Marlboro adamları"nın kapladığı yıllardaki tüketim patlamasının hızından çok daha yüksek.
Gerçekten de, dünyada eşi benzeri olmayan bir tabloyla karşı karşıyayız. 2013’te, DSÖ’nün eksiksiz tütün kontrolü önlemleriyle halkını en üst düzeyde tam koruma altına alan ülke ödülüne layık gördüğü Türkiye’de, o günden bugüne durdurulamayan bir tüketim patlaması yaşanıyor.
Türkiye’de yasal piyasada sigara tüketimindeki artış trendinin 2025 yılı içinde de devam ettiğini, piyasada faaliyet gösteren üç büyük sigara şirketinin açıkladıkları yarı yıl küresel mali raporlarından izlemek olası.
Philip Morris International (PMI)
PMI’nin raporuna göre, 2025’in ilk altı ayında, dünya sigara piyasası yüzde 0,4 oranında küçülürken, Türkiye sigara piyasası büyümeye devam etmiş. Türkiye’de 2024’ün ilk yarısında 70,5 milyar olan toplam sigara tüketimi, 2025’in ilk yarısında yüzde 6,7’lık bir artışla 75,2 milyar adet olarak gerçekleşmiş. Bu dönemin büyüme sıralamasında, büyük sigara piyasaları arasında Türkiye, Mısır’ın hemen arkasında ikinci ülke konumunda.
Buna karşın, PMI’nin Türkiye piyasa payında bir daralma var. Şirket olarak, Türkiye’de 2024’ün ilk yarısında 36,5 adet sigara satabilmişken, 2025’te bu rakam yüzde 1,6 oranında gerileyerek 35,8 milyar adet olarak gerçekleşmiş. Piyasa büyürken PMI’nin satışının düşmesi şirketin Türkiye’de piyasa payı kaybı yaşadığına işaret ediyor. 2024’ün ilk yarısında yüzde 51,6’ya kadar yükselmiş olan sigara piyasası payı, 2025’in ilk yarısında yüzde 47,6’ya gerilemiş. Şirket bunu “düzenleme koşullarında meydana gelen değişiklik nedeniyle tedarik zincirinde yaşanan sorunlar” sözleriyle açıklıyor.
Japan Tobacco International (JTI)
JTI’nin 2025 yarı yıl raporunda, Türkiye’de sigara satış hacmi ve cirosundaki “sağlam” artışlar ile şirketin Türkiye’de pazar payını arttırması en fazla vurgulanan olguların başında yer alıyor.
Raporun Türkiye’ye ayrılan bölümünde şu sözlere yer veriliyor:
“Türkiye'de, pazar büyürken, Winston (+% 25,3), Camel (+% 5,4) ve LD’nin (+% 15,3) itici gücüyle toplam hacim önceki yılın ilk yarısına göre % 19,1 arttı. Yılbaşından bu yana toplam sigara pazar payı, esas olarak Winston tarafından desteklenen 3,1 puanlık artışla % 30,1'e yükseldi.”
Bu açıklamadan, PMI’nin 4 puanlık pazar payını büyük ölçüde JTI’ye kaptırdığı çıkarsamasını yapmak olası.
British American Tobacco (BAT)
BAT’ın 2025 ilk yarı yıl raporunda da, dünya genelinde kendi sigara satışları düştüğü halde sigaradan elde ettikleri gelirin yüzde 2,8 oranında artmasına işaret ediliyor. Bunda temel etkenin, bu dönemde Brezilya ve Türkiye pazarlarındaki satışlarda kaydedilen hacim ve fiyat artışları olduğu vurgulanıyor.
Dünyada tütün tüketimi düşerken Türkiye’de niye artıyor?
Sigara tüketiminde yıllardır devam eden yükselişin üç tarafı var: Bunlardan ilki Türkiye ve dünya piyasalarını elinde tutan yukarıda adı geçen ulusötesi sigara şirketleri. Türkiye’de kendileri için biçilmiş neoliberal düzenleme rejimi altında rahatça at oynatmaya devam edebildikleri, fiyatlama serbestisi ve saldırgan pazarlama stratejileriyle 2025’in ilk yarısında da daha fazla ölüm satmayı başardıkları görülüyor.
İkinci taraf, şirketlerin piyasa hakimiyeti karşısında edilgenleştirilmiş, bağımlılık girdabına sokulmuş tüketiciler. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de piyasaya sürülen sigaralardan 2025’in ilk yarısında 75,2 milyar adet satın alıp tüketen yurttaşlarımız, söz konusu şirketlerin başka yerlerde karşılaştıkları kayıpları telafi etmelerine yardımcı olmuşlar, Londra’da, New York’ta borsa yatırımcılarının yüzünü yine güldürmüşler.
İlk iki taraf, yani şirketler ve tüketiciler, her yerde aynı. Aynı motivasyonlarla dünyanın her yerinde benzer şekilde hareket ediyorlar. Bu durumda, diğer iki tarafa müdahale etme olanağına sahip üçüncü tarafın, yani piyasayı düzenleyen, halk sağlığını koruyucu önlemler alan ülke yönetimlerinin motivasyonları, davranışları önem kazanıyor. Bu açıdan, Türkiye’de dünya trendinin aksi yönünde tütün tüketimi patlaması yaşanmasını, 23 yıllık AKP iktidarının niteliğiyle ve izlediği politikalarla ilişkilendirmekten başka açıklama olanağı kalmıyor.
Üretimi ve ticareti kışkırtıp, tüketicinin “bireysel sorumluluk” çerçevesinde ve iman gücüyle sigaradan uzak durmasını beklemek olarak özetleyebileceğimiz bu politikanın iflas ettiğine 19 Temmuz’da Dolmabahçe’de Erdoğan’ı gençlerle buluşturan tütün karşıtı etkinlikte bir kez daha tanık olduk. Bir oyuncunun endüstriyi temsilen dondurmacı arabası ile çıkageldiği, ardından karşısında “kararlı bir lider” görünce apar topar ortadan kaybolduğu mizansenlerle süslenen etkinlik, tüketim patlaması gerçeğinin gölgesinde ve gerçek bir başarı hikayesi çizilememesi, umut vaat eden yeni bir proje veya siyasi taahhüt içermemesi nedeniyle sönük, moralsiz geçti. Diğer yandan, son dönemde Erdoğan’ın ilgisini tütünden kumara kaydırdığı görülüyor. Son kabine toplantısı çıkışında yaptığı açıklamada, Yeşilay tarafından yayınlanan bir rapora dayanarak, “sanal bahis, şans oyunları ve kumar bağımlılığı”nın diğer bağımlılık türlerinin önüne geçtiğini, bununla mücadele için kapsamlı bir eylem planı hazırlığı içinde olduklarını belirtti.
Söz konusu etkinlikte, gençlerin yakın çevrelerinde karşılaştıkları e-sigara ve diğer yeni nesil tütün/nikotin ürünleriyle ilgili tepkilerini dile getirmeleri sevindiriciydi. Yeni nesil ürünleri yasallaştırmanın, sigara tüketimindeki artışa da, gençlerin şikayetçi oldukları denetimsiz yasadışı satışlara da çare olmadığının, aksine yangına körükle gitmek anlamı taşıdığının altını tekrar tekrar çizmek ve iktidarın ilgisi başka alanlara yönelse de, milyonlarca yurttaşı doğrudan, milyonlarcasını da dolaylı etkileyen tütün salgınının önünün alınamamasını gündemde tutmak çok önemli.
Sigara tüketiminde rekor: Artış hızı 1980 sonrası tüketim patlamasından da yüksek (https://haber.sol.org.tr/haber/sigara-tuketiminde-rekor-artis-hizi-1980-sonrasi-tuketim-patlamasindan-da-yuksek-398135)
Kaynaklar:
https://philipmorrisinternational.gcs-web.com/static-files/b5677465-b1cb-4835-88ba-7556cb767b38
https://www.jt.com/investors/results/forecast/pdf/2025/Second_Quarter/20250731_07.pdf
***
Ülke genelinde şap krizi: Göz göre göre gelen hastalık engellenmedi, hayvan pazarları kapatıldı
Pek çok ilde görülen ve hızla yayılan şap hastalığı önlenmedi. Hayvanlarını kaybeden üreticiler tepki gösterirken, hastalığın Kurban Bayramı öncesi fark edildiği ve bayramda tüm ülkeye yayıldığı anlaşıldı.
Hayvancılıkta ithalat bağımlılığı, yem başta olmak üzere yüksek girdi fiyatları, çiğ süt ve karkas et fiyatının üreticiyi memnun etmemesi gibi pek çok sorun yanına eklenen hayvan hastalıkları, hayvancılığa çok ciddi zarar veriyor.
Daha iki yıl önce şap hastalığından kırılan Türkiye, iki yıl geçmeden bu kez daha ağır ve 1965 yılından bu yana ilk kez görülen Sat 1 serotipi(çeşidi) ile karşı karşıya kaldı.
Hayvan pazarları 1 Temmuz’dan beri kapalı
Tarım Dünyası'nda konuyu detaylı şekilde ele alan Ali Ekber Yıldırım, Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Ersin Dilber’in imzası ile 30 Haziran 2025 tarihinde 81 il Tarım ve Orman İl Müdürlüğüne “ACELE” kodu ile gönderilen yazıda şap hastalığındaki artış nedeniyle; hayvan pazarı, canlı hayvan borsası, hayvan toplama ve satış merkezi ve benzeri yerlerin ikinci bir emre kadar kapatılmasının istendiğini hatırlattı.
Bakanlık talimatı ile 1 Temmuz 2025 itibariyle hayvan pazarları, hayvan borsaları kapatıldı.
Ülke genelinde hayvan hareketleri durduruldu. O günden bu yana aşılama devam ediyor.
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın açıklamasına göre hedef Ağustos ayı sonuna kadar aşılamayı yüzde 85’e çıkarmak ve hayvan pazarlarını aşamalı olarak yeniden açmak. Bunun için aşılamanın il bazında veya bölge bazında en az yüzde 85’e ulaşması gerekiyor.

Kurban Bayramı ile yayıldı
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Ekim 2024’te şap hastalığını yüzde 80 azalttıklarını söylemişti. Yumaklı, Kurban Bayramı öncesinde ise “Kurbanlık sevkiyatlarında vize uygulamasının devrede olduğunu" belirterek, "bir kurbanı başka bir ile götürmek isteyen yetiştiricilerin, kayıt altına alınarak denetlendiğini" söylemişti.
Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Ersin Dilber imzası ile il müdürlüklerine gönderilen yazıda ise “Kurban Bayramı nedeniyle ülke genelinde hayvan hareketlerinde yoğun bir sirkülasyon gerçekleşmiş ve salgın niteliği taşıyan hastalıklardan biri olan şap hastalığı mihraklarında bir artış gözlemlenmiştir” denildi.
Yazıdan anlaşılıyor ki, Kurban Bayramı öncesi görülen şap hastalığı kurbanlık hayvanların hareketi ile ülke geneline yayıldı. Bayram sonrası hayvan hareketlerini durdurmak zorunlu hale geldi.
Hastalık fark edildi, önlem alınmadı
Yıldırım'ın yazısında gündeme getirdiği üreticilerin iddiasına göre şap hastalığı yılbaşından hemen sonra komşumuz İran’da görülmüştü. Ardından Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki sınır illerinde hastalık fark edildi. Bakanlık müdahale etmekte ve önlem almakta gecikti. Kurban Bayramı öncesi ülke genelindeki hayvan hareketliliği hastalığın yayılmasına neden oldu.
Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Kurban Bayramı nedeniyle şap hastalığı mihraklarında artış olduğuna dikkat çekti. Bayram öncesi gerekli önlemler alınsa ve Doğu Anadolu’dan ülkenin diğer yerlerine kontrollü olarak hayvan sevkiyatı yapılsaydı hastalık bu kadar yayılmayacaktı.

'1965’ten sonra ilk defa 2025’te ülkemizde görüldü'
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı birkaç gün önce katıldığı bir televizyon programında 2023-2024 yılı kıyaslandığında "şap hastalığı sorununu yüzde 85 hallettiklerini" belirterek gelinen noktayı şöyle özetledi: Yüzde 85 azalma sağladık. Şap hastalığında 7 tane serotip yani tür var. Şu anda ülkemizde yaşanan en son 1965’te görülmüş Sat 1 serotipi. 1965’ten sonra ilk defa 2025’te ülkemizde görüldü. Bunu görür görmez hayvan pazarlarını kapattık. Hayvan hareketlerini kısıtladık ve Şap Enstitüsü hızla aşı üretmeye başladı. Bu süre zarfında 10 milyon aşıyı sahaya gönderdik. Bu hafta 1,3 milyon aşı daha gönderdik. Yüzde 85 aşılama sağladığımızda peyder pey hem hayvan pazarlarını hem de hayvan hareketlerini rahatlatacağız. Arkadaşlarımız gece gündüz bir mücadele veriyorlar. Özellikle Kars ve Ardahan’da hastalık daha yoğun olduğu için buraya ağırlık veriyoruz. Ay sonuna kadar kademeli olarak açacağız. Aşılamalar devam edecek. Yüzde 85’e ulaşıldığında il bazında veya bölge bazında aşamalı olarak hayvan pazarlarını açacağız.”
Ancak aşılama bitmeden hayvan pazarlarının açılmaması ihtimali endişe yaratıyor.
Şap hastalığı hayvancılık için küresel tehdit
Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’nün “2025 Yılı Dünya Hayvan Sağlığının Durumu Raporu”na göre, şap hastalığı hayvancılık ve ticaret için küresel bir tehdit. Raporda şap hastalığının hayvancılığa etkisi ve alınması gereken önlemler özetle şöyle ifade ediliyor:
“Hayvan ticareti ve dolaşımı, büyüyen küresel nüfusu beslemek ve dünya genelindeki toplulukların ete, süte ve diğer hayati hayvansal ürünlere erişimini sağlamak için hayati önem taşımaktadır. Küresel tarım talebinin 2050 yılına kadar 9,1 milyar insanı beslemek için yüzde 70 oranında artması beklenirken, şap hastalığı gibi hastalıkların tehdidi her zamankinden daha büyük. Böyle bir dünyada, tek bir salgının bile çok geniş kapsamlı sonuçları olabilir.
Şap hastalığı, dünya çapında ekonomik açıdan en yıkıcı hayvan hastalıklarından biri olup, gıda güvenliğini, kırsal geçim kaynaklarını ve hayvan ve hayvan ürünlerinin küresel ticaretini tehdit etmektedir. Bazı ülkeler şap hastalığını başarıyla ortadan kaldırmış olsa da, diğerleri ise hastalığın yayılmasıyla mücadele etmeye devam ediyor ve bu da sürekli teyakkuz ve güçlü önleme stratejileri gerektiriyor. Hastalık kontrolünde en etkili araçlardan biri olan aşılama, salgınların azaltılmasında ve şap hastalığından ari statünün korunmasında önemli bir rol oynamıştır.
Şap hastalığı, sığır, domuz, koyun, keçi ve diğer çatal tırnaklı geviş getiren hayvanları etkileyen oldukça bulaşıcı bir viral hastalıktır.
Küresel hayvan ve hayvansal ürün ticareti büyümeye devam ettikçe ve hem halk sağlığını hem de ekonomiyi korumada hastalık önleme ihtiyacı daha da kritik hale geldikçe özellikle önemlidir."
***
soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder