İsrail’in bölgede saldırgan adımlarını kesintisiz sürdürdüğü bir gerçek. Bu adımları veri alıp İsrail’e karşı atılmayan adımları unutturma göreviyle hareket eden yandaş medya, zaman zaman ayarı kaçırıp İsrail’e savaş ilan ediyor. Peki bu savaş tantanası arasında neler gizleniyor?
"Artık Türk-İsrail savaşı kaçınılmaz. Doğrudan askeri karşılık görecek. Batı gücü parçalandı, Türkiye İsrail’in sınırlarına yerleşecek. Bizim haritamızda yeri yok! Türkiye’nin önünde diz çökecek.”
“Türkiye İsrail’i vurmalı! Ne o, ürpertici mi geldi? Peki onlar vururken niye şaşırmıyorsunuz? Yarın, geç kalınmış bir cümle olacak bu. Lider öldürüyorsa lideri öldürülür. Şehir vuruyorsa şehirleri vurulur. Hz. Adem’den bu yana kural budur. Önce biz vuracağız!”
İki alıntıyla başladık.
Ciddiye alınacak biri mi diye küçümsemeyin, İbrahim Karagül’ü ve yazdıklarını ciddiye almakla ilgili değil meselemiz.
AKP medyası bir süredir İsrail’in bölgedeki saldırganlığına işaret edip, hedefin Türkiye olduğunu ve Türkiye’nin de İsrail’i vurması gerektiğini söylüyor.
İsrail’in Suriye’de büyük alan tuttuğu, Kıbrıs’ta adım üstüne adım attığı, bölgede gücünü ve etkisini giderek artırdığı, bunu da her yere saldırarak yaptığı doğru.
İsrail her anlamıyla bir soykırım aparatı gibi işletiliyor ve Gazze’de insanlık tarihinin gördüğü en büyük soykırımlardan birine bütün dünyanın seyirciliği eşliğinde devam ediyor.
Durum bu, o zaman ne var Yeni Şafak yazarının İsrail’i vuralım kıralım demesinde?
Ortada büyük bir riyakarlık, çok ciddi bir ikiyüzlülük varsa, bu da bol keseden atılan “haydi savaşa” naralarıyla gizleniyorsa, ortada gerçekten bir sorun vardır.
Şimdi o soruna biraz yakından bakalım…
AKP gerçekten İsrail'e ders mi vermek istiyor?
AKP iktidarının İsrail ile bölgede bir pasta kavgasına girdiği, bunun da merkezinde Suriye’nin yer aldığı ortada.
Bu kavganın kimi zaman ciddi sürtüşmeler yarattığı da.
Ancak bazı açık bilgiler var, bunların hiçbiri nedense AKP medyasında gündem olmuyor.
Örneğin Türk patronların soykırımcı İsrail’e sattığı dikenli teller ya da İsrail ile yapılan ticaretin Filistin etiketiyle uzun süre devam etmesi.

Türkiye limanlarından İsrail’e Gazze’de soykırım başladığından bu yana kesintisiz devam eden sevkiyatların iptal edilmesine yönelik karar alınalı daha bir ay olmadı.
Bu bile AKP’nin İsrail ile ticareti kesmek konusunda ne kadar gönülsüz olduğunun kanıtlarından olsa gerek. "Geç oldu ama oldu ya sonuçta" denilecek, peki gerçekten oldu mu?
İsrail'in Aşdod Limanı'nın Türkiye'den gemilere ev sahipliği yapmaya devam ettiği iddiaları hâlâ gündeme geliyor. İddialara göre gemiler bayrak değiştiriyor, rota değiştiriyor ve İsrail’e her yoldan sevkiyat yapmayı sürdürüyor. Bunun ayrıntılarına dair şu ana kadar bazı haberler basına yansımış durumda ancak AKP’li yetkililerden tek bir açıklama gelmiş değil.
Reuters, yasak kararından hemen sonra Türk liman yetkililerine dayandırdığı haberinde, gemilerden garanti mektupları isteneceğini; patlayıcılar, radyoaktif maddeler veya askeri teçhizat da dahil olmak üzere belirli kargo türlerinin İsrail'e giderken gemide bulunmadığının belirtilmesi gerektiğini aktardı. Ancak çeşitli sosyal ağlar üzerinden İsrail’e gittiği iddiasıyla çok sayıda gemiye ilişkin bilgi paylaşılmaya devam ediliyor. Ancak sorun gerçekten bu iddiaların doğru olup olmamasından ibaret değil. Bir ay önceye kadar böyle bir kararı alabilecek bir iradenin hiçbir şekilde ortaya çıkamıyor olması az şey değil.
Öte yandan İsrail’e soykırım savaşı için ihtiyaç duyduğu yakıt, Türkiye üzerinden Azerbaycan tarafından sağlanmaya devam ediyor, iddialar bu yönde. Kağıt üstünde burada da durmuş bir akıştan söz ediyoruz ama trafiğin sürdüğünü, ticaretin devam ettiğini açıklayan bizzat İsrail kaynakları.
Haziran ayında İsrail’in Haaretz gazetesinin bir haberinde, “Azerbaycan, geçen yıl petrol satışlarını resmen durdurmasına rağmen İsrail'e petrol tedarik etmeye devam edeceğine söz verdi” aktarımında bulunmuştu. Bakü’nün 2024 yılında bir milyon tonu aşan ihracatının ardından, İsrail'e petrol satışlarını gümrük kayıtlarından çıkardığı bilgisine yer verilen haberde İsrailli kaynakların yaptığı açıklamalara değiniliyor. Söz konusu haberde satışların devam ettiği ve gümrük kayıtlarındaki değişikliğin üçüncü ülkelerde kayıtlı tüccarlara yapılan işlemlerden kaynaklanabileceği söylendi.
Söz konusu İsrailli kaynak, "Azerbaycanlılardan enerji sektörü de dahil olmak üzere stratejik ilişkilerin devam edeceğine dair söz aldık ve endişelenecek bir şeyimiz yok" derken Azerbaycan üzerinden süren tek şey yakıt tedariki de değil…
AKP iktidarının Suriye’deki çıkarları doğrultusunda yine Azerbaycan dolayımıyla İsrail ile doğrudan temaslar sürdürülüyor. "Suriye’de bir kaza yaşanmaması adına" denilerek meşrulaştırılmak istenen bu süreçte, görüşmelerin içeriğine ilişkin ise hiçbir detaylı bilgi paylaşılmıyor. Tek bilinen İsrail’in burada da kırmızı çizgilerle hareket edip bunu dayattığı.
Tüm bunlara ek olarak Türkiye’de Koç Holding’in de aralarında olduğu birçok patron grubunun İsrail ticaretini nasıl sürdürdüğüne ilişkin oldukça gizemli hale getirilen bir tablo var. Kimse açık açık itiraf edemiyor ama herkes “önce para” diyerek gemisini yüzdürmeye devam ediyor. Zorlu Holding daha yakın zamana kadar İsrail ile enerji işleri yapıyordu örneğin, "halk tepkisi sonrası kestik" dediler ama gerçekten öyle mi, her şey oldukça belirsiz.

Öte yandan AKP bir taraftan HTŞ ve Şara güzellemesi yapmaya, bu ismin arkasında durmaya devam ederken aynı ismin ülkesinin önemli bir bölümü İsrail kontrolüne girmişken, uzun yıllar sonra İsrail ile en güçlü diplomatik bağları kuran isim olması tartışma konusu bile olmuyor.
Bir yandan Suriye’de Şara’nın arkasında durup, diğer yandan bu ismin ülkenin kritik birçok noktasını İsrail’e devretmesi, üstelik de İsrail ile yeni anlaşmaları kovalaması eleştiri konusu dahi olmuyor.
Tüm bunları boş verin, İsrail ile savaşacağız!
Kısacası İsrail bir yandan Gazze’de katliam üstüne katliam yaparken, bölgede giderek güç kazanırken, Türkiye’deki patron sınıfı ve siyasi iktidarın önceliği kendi gemilerini yüzdürmek oluyor.
Yukarıda işaret edilen başlıkların hiçbiri savaş narası atan yandaşların yazılarında gündem olmuyor, yok hükmünde sayılıyor.
Ve bunun üstüne büyük bir ikiyüzlülükle İsrail’e savaş ilan ediliyor.
Peki, Türkiye İsrail ile gerçekten tüm bağlarını kesen bir adıma imza attı mı? Atılan adımların birçoğunun uzun süre eylemlere konu olan başlıklarla ilişkili olduğu ortada. Halkın tepkisi olmasa gemi ticareti gizli saklı değil, açık açık ve çok daha yaygın şekilde sürecekti.
İsrail ile gerçek bir mücadele için gerekli adımların atılmadığı bir tabloda savaş gündemi ne kadar gerçek?
Böylesi bir tabloda savaş hamaseti, ülkeyi uçuruma yuvarlamayı görev edinenlerin ağzında olsa olsa halkımızı ateşe atmanın yeni yollarının arandığının işareti olabilir, İsrail ile mücadele etmenin değil…
Aksi olsa ABD ziyareti bir rest aracı olurdu, "ne varsa alayım, karşılığında sorunlarımı çöz" ziyareti değil!
Peki İsrail ile savaş gerçekten mümkün değil mi? Yukarıda sıralanan tüm başlıklara rağmen İsrail ile kontrolsüz bir karşı karşıya geliş olsa olsa yukarıda sözü edilen patronların ve iktidarın kendi pasta çıkarları için olabilir, halkımızın ya da Filistin halkının çıkarları için değil.
Bu da yine olsa olsa bir bütün olarak ülkemizin ateşe atıldığı yeni bir oyun, üstelik de çok tehlikeli bir oyun anlamına gelir.

Askeri şeffaflık, NATO, MİT ve İsrail
Türkiye’nin İsrail’e nazaran pek az askeri sırrı olduğu ortada. Yıllarca ortak tatbikatlar düzenlenmesi, katil İsrailli pilotların zamanında Türkiye’de eğitim görmesi, NATO üyeliğinin getirdiği “açıklık”, Türkiye’nin attığı birçok adım konusunda İsrail’in anında bilgi sahibi olması anlamına geliyor.
Türkiye’de bulunan NATO ve ABD üslerinin İsrail için nasıl bir hazine anlamına geldiğini İran savaşında da görmüştük.
Bunun yanı sıra AKP medyası bunca gürültüye, savaş ilanına rağmen örneğin Milli İstihbarat Akademisi’nin Temmuz raporuna göz attı mı acaba? Aksi mümkün değil sanıyoruz. AKP’nin en kritik kurumlarından biri açık açık İran savaşında İsrail’in yanında olmanın önemine vurgu yaparken bunun boşuna olmadığı, raporun boşa yazılmadığı da ortada. Bu açık İsrailcilik dahi hiç sorgulanmadı.
Sonuç olarak önümüzde sadece bir sınıfın çıkarlarının merkeze alındığı bir güç savaşı var. Bu savaşın tarafı halkımız değil, patronlar. Onlar kendi pasta dilimlerine odaklanmışken bizim kendi cephemiz için harekete geçmemiz gerekiyor. Diğer tüm seçeneklerde kaybeden yoksul halkımız ve diğer kardeş, yoksul halklar olacak.
Ali Ufuk Arıkan / soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder