Milyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban Kayıkçı
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı operasyonda gözaltına alınanlardan en dikkat çeken isim Şaban Kayıkçı. Paramount Otel’e ‘çökme’ iddiasıyla suçlanıyor ama bunun çok ötesinde bir isim. İran’daki petrokimya tesisinden Suudi Arabistan’daki enerji işlerine, Türkiye’de otel zincirinden birkaç yılda ışık hızıyla büyüyen denizcilik şirketine kadar Kayıkçı, önemli bir aktör.
Şaban Kayıkçı’nın adını ilk duyduğumuz günlerce hakkında ilginç bir bilgi de öğrenmiştik. 2008’e kadar Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü’nde bir memur olduğu söyleniyordu. O günden beri de adı daima bir başka önemli siyasi figürle, Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığından beri yanından ayırmadığı Mücahit Arslan ile beraber anılıyor.
KAYIKÇI’NIN YÜKSELİŞ HİKAYESİ
Kayıkçı’nın yükselişi adeta bir “peri masalı” gibi. Buradaki sihirli değnek de yüzbinlerce çiftçinin hakkı olan Gübretaş.
Gübretaş, çiftçiye ucuz gübre sağlamak adına 2008’de İran’ın kimyevi üretim tesislerinden Razi Petrokimya’yı satın almaya karar verdi. Ne var ki bir “el” hemen devreye girdi ve ihaleye iki ortağı daha monte etti.
Birisi Kocaeli’nde iflasın eşiğine gelmiş, 2011’de de iflasını ilan eden Tabosan’dı. Diğeri ihaleden 4 ay önce kurulmuş, kurulduktan iki ay sonra Halkbank ve Vakıfbank’tan 20 milyon Euro kredi almış, Şaban Kayıkçı’ya ait Asya Gaz’dı. Satış sonrası pay dağılımı şöyle oluştu: Gübretaş yüzde 48.8, Tabosan yüzde 10.8, Asya Gaz yüzde 23.9. Şaban Kayıkçı’nın kardeşi Sadık Kayıkçı da Razi Petrokimya’nın yönetimine giriyordu.
Üst üste operasyonlar ne anlama geliyor? Erdoğan’ın yeni ‘salto mortale’si
Gübretaş yeni bir işe daha soyundu. Amonyağı İran’dan getirmek için 100 milyon doları bulan bir yatırımla, deniz filosu kurmaya girişti. 2013’te Güney Kore’ye sipariş ettiği iki LNG gemisi, törenle teslim alındı ve gemi sayısı 5’e yükseldi.
İşte o gemiler döndü dolaştı 2020 yılında Marshall adalarında kurulu olan Pasco Investment Holding CO.’ya satıldı.
Aynı günlerde bu şirkete bağlı olarak İstanbul’da Pascogas kuruldu. Şirket 2019’da kurulan UBK Denizcilik’in isim değiştirmiş haliydi. Kurucusu da Uğur Berke Kayıkçı’ydı. Ortakları ise Mecit Mert Çetinkaya’ydı.
SBK ve Cihan Ekşioğlu hakkında gözaltı kararı: Operasyonun altından Sedat Peker'in ifşaları çıktı
ERDOĞAN’IN OĞLU İLE ORTAKLIK
Kamuoyu Mecit Mert Çetinkaya’nın adını ilk kez, akıllarda kazınmış bir ‘deyimle’ duymuştu. Erdoğan’ın televizyonda “Gemi var, gemicik var” sözlerini söylemesine vesile olan 2007’de kurulan MB Denizcilik şirketinin sahipleri, Burak Erdoğan ve Mecit Mert Çetinkaya’ydı. Yani Gübretaş’ın yeni inşa ettiği iki gemi Pasgogas’ın filosunun ilk gemileriydi.
PEKİ SONRASINDA NE OLDU?
Pascogas’ın hisselerinin tamamı 2024’te Şaban Kayıkçı’ya geçti. Ve inanılmaz bir hızda gemi filosu büyümeye başladı.
Odin, Berçem, Duja, Marsel, Roni, Berke, Star, Boğaziçi, Baran adlı 9 adet LPG taşıyan gemisi bulunuyor. Ayrıca Berfin, Yumiko, K. Aslan, K. Arthur, Havin adıyla yenileri de inşa ediliyor.
Paramount Otel skandalı patladığı günlerden beri ortalıkta pek görünmeyen ve ikamet adresi Suudi Arabistan olan Kayıkçı, son aylarda yeniden görünür olmuştu.
Geçen Nisan ayında Pascogas Yönetim Kurulu Başkanı olarak Şaban Kayıkçı’nın, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi bünyesinde bir denizcilik fakültesi inşa etmesi için protokol imzalandı.
Kayıkçı sadece denizcilikte değiş, özellikle otelcilikte de kısa sürede söz sahibi olmuş birisi. ‘Duja’ markasıyla bir oteller zincirinin sahibi. Bodrum, Didim ve Sarıkamış’ta otelleri bulunuyor. Son yatırımı ise Selçuk’a.
Kültür ve Turizm Bakanlığı geçen yıl Selçuk’un Pamucak sahilinde bulunan denize sıfır 79 bin metrekarelik alanı 76 milyon TL’ye, 49 yıllığına Kayıkçı’nın şirketi olan Bodrum Otel İşletmeleri’ne tahsis etti. Otel için tüm izinler de verildi.
Yani tam da AKP iktidarına yakışır bir yükseliş hikayesine sahip Kayıkçı, aslında siyasi ilişkileri ile de kritik bir isim. Milyonlarca dolarlık otel ve denizcilik varlığının ve enerjiden inşaata bazı şirketlerin de tek yöneticisi görünüyor. Gübretaş şimdi aceleyle İran’daki 800 milyon dolardan fazla kaynağa mal olmuş Razi’deki hisselerini satmaya çalışıyor. Devlet üniversitesi Kayıkçı ile protokol imzalıyor. Ve gemiler ip gibi diziliyor..
Eğer bir ‘çete’ ve ‘kara para’ organizasyonunun parçası ise bu mal varlığının kaynakları da sorgulanacak mı, göreceğiz
/././
Üst üste operasyonlar ne anlama geliyor? Erdoğan’ın yeni ‘salto mortale’si
Papara, Payfix, Can Holding, İstanbul Altın Rafinerisi vs. derken bir operasyon da Paramount Otel davasından geldi. ABD’den getirdiği kara parayı Türkiye’de akladığı için yargılanan Sezgin Baran Korkmaz’ın ‘çöktüğü’ belirtilen bu otel ve etrafına kurulu ilişkiler ağı, birkaç yıl önce ülkenin baş gündemiydi. Ama o dönem kimseye dokunulmamıştı.
Peki, ne oldu da aniden ‘operasyonlar çağı’ açıldı? Kara para, çete vs. haberleri üst üste yağarken, bunun politik bir anlamı da var mı?
‘Salto mortale’, Latince bir söz. ‘Ölüm parendesi’ demek. Yapan için de riskler taşıyan ama keskin sonuçlar doğuracak cüretkar davranışları anlatmak için kullanılan bir metafor.
İşte Recep Tayyip Erdoğan da yeni bir ‘ölüm parendesi’ deniyor.
İlki; 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasının yarattığı olanaklar üzerinden atılmıştı. Olağanüstü bir rejim çıktı. Tepede AKP-MHP ortaklığında temsilini bulan, aşağı doğru farklı aktörleri, çıkar ağlarını, partnerleri kapsayarak yayılan bir ‘çeşitlilik’ arzediyordu yeni güç matrisi. Karakteristik özelliği, süreklileşmiş kriz halini yönetebilme kapasitesiydi. Bu kapasite hıza, ani şoklara, devamlı yeni hedef tayin etmeye ve düşmanlaştırmaya dayanıyordu.
İktidarın güç matrisindeki çelişkiler, uyumsuzluklar, klikler arası sürtüşmeler prensibi bozmuyordu. Aksine, sürekli kriz halini yönetebilmeyi kolaylaştırıyordu. Çoğu zaman işleyiş ‘keyfi’ gibi görünse de aslında hepsini birbirine bağlayan güçlü bir tutkal söz konusuydu: Ne olursa olsun rejimin devamlılığı...
Lakin soru şu: Sürekli kriz halini yönetebilme kapasitesi aksarsa ne olur? Devamlılık nasıl, kimlerle, hangi yöntemlerle sağlanır?
Bugün Saray’ın masasındaki ‘kırmızı dosyanın’ içeriğinin bu olduğunu düşünüyorum. Zira, ‘15 Temmuz rejimini’ var eden özel iç ve dış koşullar büyük oranda değişti, değişiyor.
Dışarıya baktığımızda, Suriye dağıldı. Kürtlerle masaya oturuldu. İsrail yayılmacılığı başladı. İran’ın kurduğu ‘Şii hilali’ geriletildi ve İran, Batı’nın yegane hedefi haline geldi. Rusya fiilen Suriye’den çekildi. Azerbaycan-Ermenistan, ABD tarafından masayı oturtuldu. Rusya-Çin-İran ‘kargaşa ekseni’ diye tanımlanıyor.
İçeride ise CHP önemli bir seçim kazandı. Yarım asır sonra birinci parti oldu. İki de güçlü ‘başkan adayı’ çıkardı. Emekçilere karşı 25 yılın en sert ekonomik programı uygulanıyor. Görülmemiş bir yoksullaşma milyonlarca insanı kuşattı…
Kısaca, 15 Temmuz rejiminin ana kolonlarının çoğunun varlık koşulları farklılaştı. İçeride de ‘seçim makinesi’ bozuldu zaten. Bazı çarkları değiştirmek yetecek mi yoksa esaslı bir modifikasyon zaruri mi?
Görünen o ki Erdoğan köklü değişikliklere girişiyor. Oldukça sert, rejime tehdit olan rakiplerinin güçle ezildiği, aynı anda son 10 yılın bölgesel ilişkilerinin, para kaynaklarının, diplomasisinin vs. ürünü ‘iç yapıların’ da yeniden dizayna tabi tutulduğu bir sekansa giriyoruz.
Ve en önemlisi bu ‘modifikasyonun’ esas dayanağını ‘Beyaz Saray’ın sunduğu ‘meşruiyet’ ehliyeti oluşturuyor.
Mesela; hafta başında New York Post, Türkiye’deki operasyonları içeren tam sayfa bir analiz yayınladı. Rusya-İran-Venezuela eksenli kara para trafiğinin dünyanın en eski AVM’sinde, Kapalıçarşı da kesiştiğini anlattı. Küresel kara paranın neredeyse büyük kısmının burada aklandığı ileri sürüldü. Halkbank davası hatırlatıldı.
Yani dışarısı dikkatle izliyor!
Şimdi dönelim sıcak operasyonların genel manzara içindeki ekonomi politik manasına…
Türkiye’nin, özellikle 2010 sonrası bölgesel kara para otobanlarının kesiştiği bir yonca kavşağına dönüştüğünü biliyoruz. İçeride kurulan olağanüstü rejimin finansmanı da olağanüstü yollarla sağlandı. Kapı pencere sonuna kadar açıldı. Kara para, ilişkileriyle beraber geldi. Tersi de geçerli. O ilişkiler kara parayı getirdi. Havuz dolsun diye açılan her musluk iktidar içinde bir tür ‘derebeylikler’ de yarattı. Hatta bu yapılar özerkleşip, kendi etraflarına siyasi halkalar, medya gücü, rüşvetle kurulu bürokratik ağlar ördü. Kontrol dışına çıkanlar, birbiriyle kıyasıya rekabet edenler ve hatta post-Erdoğan arayışına girenler oldu.
Tekrar edelim makine içeride verimli işlemiyor, dışarıda da işleyiş koşulları değişiyor. Şunu da altını çize çize eklemek lazım: Türkiye ekonomisi daralmaya gidiyor. Son yarım asırdan iyi biliyoruz ki, ekonomideki büyüme-daralma dönemleri ile kara para trafiğinin genişlemesi ve bir süre sonra operasyonlarla ‘makul sınıra itilip’ eldeki kaynağın kontrolünün sağlanması daima çakışır.
Öyle zamanlardayız…
Ancak kolay değil. Lego gibi birbirine tutturulmuş bir iktidar mimarisinden ziyade simbiyotik yaşamlardan bahsediyoruz çünkü. Bazı yerlerde net ayrımlar olsa da çoğunlukla hangi kolun, elin, ayağın kime ait olduğunun belirsizleştiği bir organizma. Bu sebeple girişilen bir ‘salto motale’dir.
Erdoğan’ın eli dış destekle olabildiğince güçlü olsa da nihayetinde içeride kırılgan dönemin yarattığı fırsatlarla yeni bir yol açabilecek muhalefeti ezmeniz, bunu benzeri görülmemiş bir buhrana sürüklenmiş halka kabul ettirmeniz ve kendi makinenizin çarklarını eş zamanlı yenilemeniz/değiştirmeniz şart.
Bahadır Özgür / halkTV
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder