Gazeteci Hakan Tosun cinayetinde iddia: Sanık akrabası, güvenlik kamerası kayıtlarını "Bize lazım" diyerek almış.

Gazeteci Hakan Tosun'u öldürenlerin akrabalarının güvenlik kamerası kayıtlarını "Bize lazım" diyerek aldığı iddia edildi.
Halk TV'nin haberine göre; 10 Ekim akşamı ailesinin evine giderken saldırıya uğrayan ve ağır yaralı olarak bulunduktan sonra hastanede yaşam mücadelesini kaybeden Hakan Tosun'un darp edilip bırakıldığı noktadaki işyeri olan bir esnaf, bazı iddialarda bulundu.
Esnafın ifadesine göre, olaydan sonraki sabah polis iki kez dükkâna gelerek kamera kayıtlarını yerinde inceledi ancak kayıtların olduğu hard disk gibi herhangi bir cihaza el koymadı. Polisin ayrılmasının ardından ise tutuklanan sanıklardan birinin bölgede elektrikçilik yapan ve tanınan ailesi, dükkâna gelerek "Senin kameran bize lazım" dedi ve olayı gören kamerayı kayıt cihazıyla birlikte alıp götürdü.
Saldırganın ailesinin esnafa polisin tekrar gelmesi durumunda "Görüntülerin bizde olduğunu söylersin, bizden alırlar" dediği de öne sürüldü.
Kamerasını geri almak için ailenin dükkânına giden esnaf, saldırıyı gerçekleştiren kişinin babasıyla karşılaştı. Babanın, "Bir tokat atmış, bu yüzden benim çocuğumu aldılar. Biz de kendimizi aklamaya çalışıyoruz" dediğini aktardı.
"Sanık babası, polislerle buluştu" iddiası
İddialara göre; ilerleyen saatlerde sanık yakını baba, polislerle bir "ocak başında" bir araya geldi. Babanın burada da polislere "Benim çocuğum bir tokat attı. Yapan başkasıdır, benim çocuğum öldürmedi. Biz de öldüreni arıyoruz" dediği öne sürüldü.
***
Milli Eğitim yap-bozu!-Mehmet Y.Yılmaz-
AKP iktidara geldiğinden beri dokuz Milli Eğitim Bakanı görev yaptı. Göreve her yeni gelen bakan, ilk iş kendisinden önce görev yapanın “büyük reform” diye söz ettiği “reformları” değiştirdi. Bazıları daha kısa, bazıları daha uzun ama bakan başına geçen süre ortalama 2,5 yıl! Bütün bu gel git trafiği içinde kimse öğrencileri ve velileri düşünmedi.
Millî Eğitim Bakanlığı, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli adını verdiği bir plan çerçevesinde 4 yıl olan zorunlu lise eğitiminin süresini azaltmaya hazırlanıyor.
Erdoğan rejiminin yarı resmi yayın organı sayılabilecek Sabah’ta yayımlanan habere göre 12 yıllık zorunlu eğitimin kısaltılması ile lise eğitiminin ilk üç ya da iki yılı zorunlu olacak, 11 veya 12. sınıflar üniversiteye hazırlık yılı olarak değerlendirilecek.
Bu sınıflara isteyen öğrenciler devam edebilecek, istemeyen lise diplomasını cebine koyup işine bakacak.
Böylece zamanın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den habersiz olarak Erdoğan’ın talimatıyla bir gece yarısı değişikliğiyle hayata geçirilen 4 + 4 + 4 yıllık zorunlu eğitim dönemi de geride kalacak.
Bu haberi okurken kulaklarımda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2021 yılında toplanan Milli Eğitim Şurası’nda söylediği sözler çınladı. Şuranın açılışında şunları söylemişti:
“Eğitimle ilgili çalışmalarımızı yap – bozdan ziyade eskinin de kazanımlarını koruduğumuz yeni bir inşa ve tekâmül süreci olarak görüyoruz.”
Aynı konuşmasında da bugün değiştirmek istedikleri 4 + 4+ 4 yıllık zorunlu eğitim için şunu söylüyordu:
“4+4+4 olmak üzere zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardık. Evlatlarımıza çok geniş bir yelpazede istedikleri dersleri seçme imkânı getirdik. Bugün artık isteyen her öğrencimiz ülkemizdeki tüm okullarda mukaddes kitabımız Kuran-ı Kerim’i öğrenebiliyor.”
Bu sözlerinin üzerinden sadece 4 yıl geçtiğini tekrar hatırlatayım.
AKP iktidara geldiğinden beri 9 Milli Eğitim Bakanı görev yaptı.
Göreve her yeni gelen bakan, ilk iş kendisinden önce görev yapanın “büyük reform” diye söz ettiği “reformları” değiştirdi.
Hüseyin Çelik, Erkan Mumcu’nun, Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik’in; Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu’nun; Nabi Avcı, Ömer Dinçer’in yaptıklarını bozdu. İsmet Yılmaz, Nabi Avcı’nın yaptıklarını beğenmedi.
Ziya Selçuk, koltuğunu “söz geçiremediği” Mahmut Özer’e bıraktı, o da Yusuf Tekin’e devretti.
Bazıları daha kısa, bazıları daha uzun ama bakan başına geçen süre ortalama 2,5 yıl!
Bütün bu gel git trafiği içinde kimse öğrencileri ve velileri düşünmedi.
Neredeyse iki yılda bir değişen sınav sistemleri nedeniyle çocuğunu bir üst okulun sınavlarına hazırlamaya çalışan velilerin neler çektiklerini Allah biliyor.
Zorunlu eğitimin 4 + 4 + 4 yıla çıkarılması ile ilgili kanun bir gece yarısı ilgili bakanın (Ömer Dinçer) haberi ve onayı da olmadan, Erdoğan’dan gelen bir talimatla çıkarıldı.
Tek dertleri vardı; imam hatiplerin orta okullarını açarak dini eğitime daha küçük yaşta başlanmasını sağlamak.
Bunu açıkça söylemeye de nedense çekindikleri için 60 aylık çocukları zorla okula göndererek eğitimden soğutmak ve eğitim hayatlarını mahvetmek umurlarında olmadı.
Şimdi sistem bir kez daha değişiyor. Müfredat da öyle.
Bakalım bugünkü bakanın bakanlıktaki ömrü ne kadar olacak, yerine gelen bunun yaptığı neyi değiştirmeye çalışacak.
* * *
Yasakçı kafa!
AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin, Türkiye’de bundan böyle 2. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Yahudi soykırımını konu edinen filmlerin gösterilmesinin yasaklanmasını istedi. Özlem Hanım belki farkında değil ama 2. Dünya Savaşı’nda Avrupalı Yahudilerin başına gelenler ile bugün Gazze’deki Müslümanların başına gelenler aynı şey. Katiller arasında bir fark olmadığı gibi başlarına gelenler açısından kurbanlar arasında da bir fark yok |
AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin
AKP Grup Başkan Vekili Özlem Zengin, Türkiye’de bundan böyle 2. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Yahudi soykırımını konu edinen filmlerin gösterilmesinin yasaklanmasını istedi.
TBMM’deki konuşmasında neden yasak istediğini şöyle açıklıyor:
“Filistin’le alakalı katliamlar yaşanırken evinizde televizyonunuzun düğmesine basıyorsunuz. Sabah, öğle, akşam Holokost’la alakalı bir film görüyorsunuz, bütün kanallarda bu var. Adını vermeyeceğim, pek çok platform var. Bu platformların hepsinde de bu filmler gösterilmeye devam ediyor. İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım bitene kadar bu filmlerin gösterilmesini Türkiye’de yasaklamak gerektiğini düşünüyorum, bu filmler gösterilmemeli. Dünyaya bir taraftan soykırım yapıp bir taraftan da Holokost’la alakalı ısrarla bu filmlerin gösterilmesine devam edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.”
Belli ki insan AKP’de politika yapınca ilk aklına gelen şey yasaklamak oluyor.
Özlem Hanım belki farkında değil ama 2. Dünya Savaşı’nda Avrupalı Yahudilerin başına gelenler ile bugün Gazze’deki Müslümanların başına gelenler aynı şey.
İlkinde soykırımı yapanlar NAZİ’lerdi, bugünün soykırımcıları İsrailli faşist dinciler!
Katiller arasında bir fark olmadığı gibi başlarına gelenler açısından kurbanlar arasında da bir fark yok.
İsrail’de devleti ele geçirmiş ve eninde sonunda seçimi kaybederek iktidardan gidecek faşistler ile bütün Yahudileri aynı kefeye koymak normal bir bakış olamaz.
Nasıl ki bütün Almanları soykırımdan sorumlu tutmuyorsak, bütün İsraillileri de soykırım nedeniyle suçlayamayız.
Bugün İsrail’de Gazze’deki soykırımı ve etnik temizliği lanetleyen aydınlar, gazeteciler, sokaklarda gösteriler yapan yüz binlerce insan yaşıyor.
Yahudi oldukları için Netanyahu rejiminin işlediği suçlara ortak değiller!
Özlem Hanım belli ki kendi ideolojik saplantıları nedeniyle bütün Yahudileri aynı sepete doldurmakta bir sakınca görmemiş.
Özlem Hanım film yasaklatma hayali kuracağına Gazze’de yaşananların insanlığın ortak bilincinde yer edebilmesi ve bir daha asla tekrarlanmaması için nelerin yapılması gerektiğine kafa yormalıydı.
Bakalım bununla ilgili kaç konulu film çekilecek, kaç belgesel yapılacak, kaç roman yazılacak?

Hayatın akışına yönelik ters ifadeler için klasik bir niteleme var:
“Talihsiz."
Hayır, bu o değil.
Açılım sürecinin başından bu yana Öcalan ile görüşmek üzere İmralı’ya giden ekipte sürekli yer alan DEM milletvekili Pervin Buldan’ın son açıklamasına “talihsiz” demek yanlış olur. Çünkü:
Talihsiz değil, DEM’in sınırlarını belirleyen hazin bir itiraf.
Ne demişti?
Pervin Hanım son İmralı dönüşünde bir TV programında şikayet ediyor:
“Sayın Öcalan son görüşmede çok rahatsız olduğu bir mesele üzerinde durdu. Ciddi eleştirileri var. Hala bir çok kanalın ve yorumcunun geçmişteki düşmanca dili sürdürdüğünü, bu çevrelerin derdinin çözüm ve barış olmadığını, hamaset ve düşmanlık olduğunu açıkça ifade etti.
Bazı yorumcuların, habercilerin, kanalların sürecin aleyhine yorumlar, ifadeler kullanması bizim çözeceğimiz konu değil."
DEM’in değil ama, Pervin Buldan kimin çözeceğini iyi biliyor:
“Bugün medya da hükümetin elinde, yargı da AKP’nin elinde. Her gücü olan, yaşamın her alanına hakim olan bir iktidardan söz ediyoruz. Dolayısıyla, bütün bunları iyileştirmek...”
Pervin Hanım nasıl çözeceğini de biliyor:
“Ortadan kaldırmak yine iktidarın görevi”.
Nasıl yani?..
Eleştirenler gazeteciler, akademisyenler, siyasiler olduğuna göre...
Nasıl “ortadan kaldırılacak?..”
-O gazetecinin işine son verilmesiyle mi?..
-O akademisyenin üniversiteden atılmasıyla mı?..
-O siyasetçinin partisiyle ilişkisinin kesilmesiyle mi??.
-“Yargı AKP’nin elinde” dediğine göre, o gazeteciyi, akademisyeni, siyasetçiyi hapse atarak mı?..
Öcalan şikâyetçi
Yorumlardan şikâyet eden Öcalan.
Pervin Hanıma göre, “Öcalan söylüyorsa, mutlaka doğrudur!..”
Eleştirileri “düşmanca” bulmak yerine, kamu oyunu tatmin edecek açıklamalar yapmak barışa daha çok yakışan bir karşılık olmaz mı?..
Hepimizin katıldığı barış sürecine asıl bu tür şikâyetler zarar vermez mi?..
Pervin Hanıma İngiltere’nin IRA, İspanya’nın ETA sorununu çözerken, İngiliz ve Ispanyol basınını şöyle bir taramasını öneriyorum. Eleştirilerden İngiliz ve İspanyol hükûmetlerinin nasıl yararlandığını görebilir belki.
Kimler için demokrasi?
Ağzını her açtığında, demokrasi adına mangalda kül bırakmayan DEM’in önde gelen temsilcilerinden Pervin Buldan’ın barış sürecinin başlangıcından bu yana devirdiği en büyük çam bu olsa gerek.
Demek ki:
İstenen barış ve demokrasi sadece Güney Doğu için geçerli.
En başta da Öcalan ve PKK için.
Öcalan’a ve PKK’ya af çıksın da, gerisi ne olursa olsun!..
Pervin Hanıma hatırlatmak gerek:
Bir ülkede kısmi demokrasi olmaz!.. Demokrasi ya vardır ya yoktur, sadece birilerine özgürlük ve temel hakların verilmesiyle o ülkeye ne barış gelir ne demokrasi.
İktidarla içli dışlı
Kendileriyle aynı düşüncede olmayan medya ve yorumcuları için AKP’ye, hem de “yargı eliyle yaptırım” çağrısında bulunan Pervin Hanım, bir yandan da, örtülü bir itirafta bulunuyor.
DEM’lilerin her sefer itirazına rağmen, bu pervasız sözler akla şu soruyu getiriyor:
Öcalan ve PKK’ye af çıkması karşılığında, DEM Cumhur İttifakı’nın üçüncü ortağı mı?..
AKP ve MHP ile DEM arasında adı konulmamış bir ittifak mı var?..
Ve neyin karşılığında?..
Demokrat olmak zor
Harcı alem barış ve demokrasi nutukları atmak kolay, asıl mesele...
Doğu - Batı demeden, bütün ülke için barış ve demokrasi istemekten geçiyor.
Hep söylenir ya...
“Demokrat olmak zor” diye...
Doğru, en somut haliyle karşımızda duruyor.
/././
Konut kiralarında olası stopaj uygulaması olur mu?-Murat Batı-
Her ay stopaj sonrası ev sahibinin eline geçecek paranın azalması nedeniyle kuvvetle muhtemel iş yeri kira gelirlerinde olduğu gibi stopaj sana ait uygulaması burada da kendini gösterecek, kiranın bir kısmı bankadan bir kısmı elden alınacak ve ödenen bu peşin vergi de -mali literatürde verginin yansıması denilen şekliyle- kiracından alınma yoluna gidilebilecektir.
Şu aralar vergiyle alakalı bir kanun teklifi taslağının görüşüldüğü bilgisi her yerde konuşulmakta, hatta bir ya da birden fazla kanun teklif taslağının hazırlandığı ve üzerinde mutabakat sağlanmaya çalışıldığı da duyumlarımız arasında ama ne ölçüde doğru bilemiyoruz tabii.
Bunlardan bir tanesi de önceki gün basında sıklıkla konuşulan konut kira gelirine stopaj getirilmesi hususudur. Gerçi Hazine ve Maliye Bakanlığı sosyal medya hesaplarında bunu yalanladı ama 2024 yılında da basına sızan bir kanun teklifi taslağında da aynı husus vardı. Aynı grup aynı şeyi mi önerdi yine? Bilemiyoruz.
Ancak bana gelen duyumların Gelir Vergisi Kanunu’na mükerrer 74’üncü maddenin eklenmek istendiği ve konut kiralarından yüzde 20’lik stopaj uygulanmasının getirilmek istendiği yönünde. Bu haber Bakanlıkça yalanlandığına göre bu teklif karşılık görmedi herhalde ya da başka bir şey... Zaman gösterecek.
Olur da konut kira gelirlerine stopaj uygulaması yasalaşırsa ne olur? Bunu izah etmeye çalışayım ki bu garabet düzenlemenin getirileceği varsa da getirilmesin diye…
Yüzde 20 stopaj uygulamasında önemli bir sorun
Sahip olunan konut ve/veya iş yerlerinin kiralanmasından elde edilen gelir, halk arasında kira vergisi olarak bilinen gayrimenkul sermaye iradı (GMSİ) olarak vergilendirilir. Gerçek kişilere ait hem konut hem de iş yeri kira gelirlerinden gelir vergisi (GMSİ) alınır. Ancak iş yeri ile konuttan alınan kiranın vergilendirilmesi birbirinden kısmen farklıdır. Örneğin 2025 yılında konut kira geliri elde eden gerçek kişiler (istisnai birkaç durum göz ardı edilmiştir) elde ettikleri kira gelirini (2025 yılı için 47 bin lirayı aşarsa) 2026 Mart ayında beyan eder ve hesaplanan vergisini de 2026 Mart ve Temmuz’da iki eşit taksitte öder. İş yeri kira gelirleri için ise durum farklıdır.
Şöyle ki gerek yasalarımızda gerekse de diğer düzenlemelerde kaynakta kesme, tevkifat ya da stopaj da denilen bir usul mevcuttur. Bu usul ücret ödemelerinde, faiz gelirlerinde, iş yeri kira gelirlerinde ve daha birçok yerde yapılmaktadır. Örneğin çalışana maaş ödenmeden önce vergisi kesilir (stopaj-tevkifat) sonra vergi dairesine ödenir. Bu yöntem iş yeri kira gelirlerine de uygulanır.
İş yeri kira gelirleri ile alakalı kiracı, kirayı mal sahibine vermeden önce yüzde 20 stopaj yapar ve kalan tutarı mal sahibine öder. Kesilen yüzde 20’lik tutar ise kiracı tarafından iş yeri sahibi adına vergi dairesine beyan edilir ve vergisi ödenir.
Özetle dükkân sahibinin elde edeceği kira geliri ilk aşamada kiracı tarafından stopaj yoluyla kesilir ve vergi idaresine ödenir. Sonra da iş yeri sahibi stopaj kesilmeden önceki kira gelirlerinin 2025 yılı içinde toplam tutarı 330 bin TL’yi aşarsa kendisi de bunu bu kez 2026 yılında beyan eder ve hesaplanan gelir vergisinden kiracının ödediği stopajları mahsup eder. Mahsup sonucunda bakiye pozitif çıkarsa öder ancak bakiye eksi çıkarsa iade alır.
Uygulamada iş yeri sahibi ile kiracı, kira konusunda anlaşırken iş yeri sahibinin sıklıkla kullandığı ve herkesçe bilinen hem kiracıyı hem de vergi açısından Devleti zarara uğratan stopaj sana ait uygulaması maalesef var. Yani iş yeri sahibi çoğu zaman sadece cebine girecek kirayla ilgilenecek, iş yeri kirasından yapılacak stopajla pek ilgilenmeyecektir.
Uygulamada stopaj, iş yeri sahipleri tarafından sıklıkla kiracılara ödettirilmekte, bu durum iki ayrı kontrat yaratabilmekte gerçek kira değeri üzerinden stopaj yapılmamakta ve üstelik kiracının ödediği stopajlar sanki iş yeri sahibinin cebinden çıkmış gibi iş yeri sahibinin gelir beyanından mahsup edilerek iş yeri sahibine iade edilebilmektedir. Konut kira gelirlerinde de aynı sorun yaşanır mı? sorusuna cevap bulmamız elzemdir.
Yüzde 20 stopaj uygulaması gelirse aynı sorun devam eder
Bakanlıkça yalanlanan habere göre kiracı, tüm kirayı bankalar aracılığıyla ödeyecek, banka önce yüzde 20 stopaj yapacak kalan tutarı ev sahibinin hesabına aktaracak. Örneğin kiranız aylık 10 bin lira ise bunu “2025 Ocak ayının konut kirası” açıklamasıyla X bankası aracılığıyla ev sahibine gönderdiğinizde X bankası 10 bin liradan yüzde 20 stopaj yapacak yani 2 bin lirayı kesip 8 bin lirayı ev sahibinin hesabına gönderecek.
Ev sahibi de toplam brüt yıllık tutarı GVK m.103’te belirtilen sınırı aşması durumunda yıllık beyanname vermesi gerekecektir.
Ancak her ay stopaj sonrası ev sahibinin eline geçecek paranın azalması nedeniyle kuvvetle muhtemel iş yeri kira gelirlerinde olduğu gibi stopaj sana ait uygulaması burada da kendini gösterecek, kiranın bir kısmı bankadan bir kısmı elden alınacak ve ödenen bu peşin vergi de -mali literatürde verginin yansıması denilen şekliyle- kiracından alınma yoluna gidilebilecektir. Özellikle yeni konut kiralamalarında bunu daha fazla görebiliriz sanıyorum.
Şu anki uygulamada ev sahipleri aldıkları kirayı sonraki sene beyan etmekte istisna ve indirilecek giderler nedeniyle nispeten az vergi ödemekte daha da önemlisi enflasyonun bu denli yüksek olduğu bu dönemlerde gelirin elde edildiği tarih ile verginin ödendiği tarih arasında da reel olarak çok ciddi bir değer (reel vergi) kaybı da olmaktadır.
Devlet, bu değer kaybından kaynaklı olarak bu tarz bir peşin vergi uygulamasıyla alacağı vergiyi reel olarak korumak istemektedir ki bu anlaşılır bir husustur. Ancak bu tarz öneriler vergi psikolojisinden bihaber bir şekilde önerilmektedir. Şöyle ki, ev sahibi eline geçecek paraya bakmakta, şayet vergi, stopaj yoluyla alınırsa tüm tutar kiracıdan istenecektir. Örneğin bir ev sahibi aylık 20 bin lira kira istediği dairesine -olur da stopaj uygulaması gelirse- 25 bin lira (yüzde 20 stopaj dahil) isteyecek böylece ödemesi gereken 5 bin liralık vergiyi kiracıya yansıtmış olacaktır.
Ayrıca basına yansıyan haberlerde konut kiralarına uygulanan istisna uygulamasının da kalkmayacağını ayrıca gerçek ve götürü gider uygulamasına da devam edileceği görülmektedir. Bu iki uygulamanın devam etmesiyle birlikte yüzde 20 stopaj uygulaması yasalaşırsa yukarıda bahsettiğim stopaj sana ait uygulamasıyla birlikte verginin büyük kısmı kiracının sırtında kalacak ve daha da önemlisi mükellef olan ev sahibi adına kesilip ödenecek kira stopajı çoğu zaman kiracının sırtında kalacak ama ev sahibi bunu sonraki yıl beyan edip mahsup sonucunda iade bile alabilecektir.
Ezcümle bu düzenlemeyle devlet enflasyon karşısında alacağı vergiyi reel olarak korumak istemekte ama verginin kimin sırtında kalacağını pek önemsememektedir. Ve elbette ki bu durum konut kiralarını da maalesef etkileyecek ardından da kiracı-ev sahibi uyuşmazlıklarını da biraz daha tırmandıracaktır.
Daha da önemlisi iş yeri kiralarında uygulanan stopaj uygulamasının kaldırılması gerekirken/beklenirken konut kiraları da aynı problem içine çekilmeye çalışılmakta. Bu nedenle umarım bu uygulama Maliyenin aklına bile gelmez, bunu önerenler de bir daha önermezler.
/././
Medyada ekonomik kriz sürüyor: Ekol TV küçülme kararı aldı, 300 gazeteci işsiz kalacak

Gazeteci İsmail Saymaz, iş insanı Mübariz Mansimov'un medya sektöründen çekilme kararının ardından Ekol TV'nin küçülmeye gittiğini duyurdu. Saymaz'ın paylaştığı bilgilere göre kanalın Ankara ofisi kapatıldı, İstanbul'da ise yaklaşık 250 kişinin işine son verilecek. Saymaz, Ankara dahil toplamda 300 gazetecinin işsiz kalacağını söyledi.
Ağustos ayında iş insanı Mübariz Mansimov, sahibi olduğu Ekol TV ve diğer medya yatırımlarındaki faaliyetlerini sonlandırdığını açıklamıştı. Mansimov, "Artık tüm enerjimi ve kaynaklarımı denizcilik sektörüne ayıracağım" demişti.
Medyada ekonomik kriz
Son aylarda medya kuruluşlarında işten çıkarmalar, maaş gecikmeleri ve ofis kapatmaları dikkat çekiyor. KRT TV'nin yayınını durdurma kararı, Flash Haber TV'de 150 çalışanın işten çıkarılması, Ekonomim gazetesinin ofisini kapatması ve Hürriyet'te çalışanların yüzde 35'inin işten çıkarılacağı iddiası, medyadaki ekonomik krize dair son dönemde yaşanan gelişmeler.
Cumhuriyet gazetesi ise ekonomik zorluklar nedeniyle okurlarına imece çağrısı yaparak, "Bağımsız gazeteciliğin sürmesi için destek olun" mesajı vermişti.
***
Dorukhan Büyükışık cinayeti: Cinayet zanlıları olay yerinde!-Tolga Şardan-
Beş sanığın, Tanyer İnşaat sahasında Dorukhan Büyükışık'ın cenazesinin bulunmasından hemen sonra çekilmiş görüntüleri, baba Büyükışık'ın çabaları sayesinde dosyaya girdi

İzmir Narlıdere’de 13 Mayıs 2018 günü bir inşaat sahasından cansız bedeni bulunan ve “intihar ettiği” yönünde adli dosya yapılan Dorukhan Büyükışık’ın, aslında bir grup inşaat çalışanınca öldürüldüğünün anlaşılmasıyla farklı bir süreç başladı bilindiği üzere.
Kentin ünlü müteahhitlerinden Tanyer Ailesi’ne ait olan inşaat sahasında yaşanan olaydan tam yedi yıl sonra İzmir’de cinayet davası açıldı.
Bizzat Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık’ın kişisel çabalarıyla seyri değişen süreçte Tanyer firmasının beş çalışanı hakkında “kasten adam öldürmek” iddiası ve “müebbet hapis” istemiyle dava açıldı.
Diğer taraftan, Büyükışık Ailesi’nin gayretleriyle dosya kapsamında “farklı bağlantılar” gün ışığına çıkarıldı. Farklı bağlantıların merkezinde inşaat firmasının sahipleri ile soruşturmayı yürüten yerel polis birimlerinde görevli kimi polisler vardı.
Tek evladını yitirmenin verdiği acıyı bir kenara bırakan Baba Ethem Büyükışık, bu farklı bağlantının üzerine gitti. Detaylı araştırmaların sonunda Emekli Tümgeneral Büyükışık, İzmir Emniyeti’nde görevli bir grup polisin dosyanın karartılması amacıyla hareket ettiğini delilleriyle tespit ederek savcılığa verdi.
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma sonucunda hem Narlıdere İlçe Emniyet Müdürlüğü, hem de Olay Yeri İnceleme Şubesi’nde görevli toplam sekiz polis hakkında “görevi kötüye kullanma” iddiasıyla dava açtı. Elbette polislerle ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü’nce idari soruşturma da devam ediyor.
İzmir’de geçen cuma, polislerin yargılandığı davanın duruşması vardı. Yargılamayı yürüten 21. Ağır Ceza Mahkemesi, duruşma sonunda aldığı kararla sekiz polisin yargılama dosyasının, asıl cinayet dosyası ile birleştirilmesine hükmetti.
Mahkemenin kararı önemli. Zira, şimdi beş firma çalışanı ile sekiz polis, Dorukhan Büyükışık’ın öldürülmesinin hesabını birlikte verecekler.
Cinayet dosyasında yargılananlar aynı karedeler!
Adli soruşturma söz konusu yargılama ile henüz bitmiş değil.
Savcılık, inşaat firmasının sahipleri Mehmet Münir Tanyer ile Mehmet Taylan Tanyer ve firma yöneticileri Onur Alp Saraç ile İhsan Gökmen Ellez hakkında “taksirle ölüme sebebiyet verme” iddiasıyla soruşturmaya devam ediyor.
Savcılık soruşturması geçen haziranda başlatıldı. Büyükışık Ailesi’nin beklentisi, yakında zamanda Tanyer Ailesi’nin de yargı önüne çıkarılması.
Çünkü Tanyer Ailesi’nin, Dorukhan Büyükışık’ın ölümüyle ilgili sürecin kendi aleyhlerine dönmemesini sağlamak amacıyla gerek siyasi gerekse ticari nüfuzlarını kullanarak delillerin karartılması yönünde hareket ettiği iddiası var.
Bu yaklaşım içinde de en etkili oldukları grubun olaya bakan yerel polis birimleri olduğu iddiasını bizzat Ethem Büyükışık seslendiriyor yeri geldiğinde.
Şimdi bir fotoğraf paylaşayım. Soruşturma dosyasında mevcut. Çok net olmamakla birlikte süreci anlatması bakımından fazlasıyla önemli bu fotoğraf karesi.
Fotoğrafı ortaya çıkaran, oğlunu yitiren baba Ethem Büyükışık.
Görüntünün net olmamasının sebebi ise bir kamera görüntüsünün çok uzak köşesinde kalmış ve oradan büyütülerek elde edilmiş olması.
Fotoğrafta yer alanlar, şapkalı olan kişi inşaat firmasının sahibi Mehmet Münir Tanyer. Hemen sağındaki lacivert kazaklı olan oğlu Mehmet Taylan Tanyer, beyaz gömlekli olan Tanyer Ailesi’nin avukatı Mehmet Erol Erbil, mavi kısa kollu gömlekli olan kişi firmanın yöneticisi İhsan Gökmen Ellez.
Sırtı dönük lacivert montlu kişi ise polis müdürü İsmail Yalçın! Olayın yaşandığı dönemde Narlıdere İlçe Emniyet Müdürü olan Yalçın, mahkemenin tanık olarak çağırmasına ve tebligat çıkartmasına karşılık henüz duruşmaya katılıp bilgisini aktarmadı.
Bir fotoğraf daha var dosyada.
Yine bu fotoğraf da diğeriyle benzerlik taşıyor. Baba Büyükışık tarafından tespit edilip dosyaya konuldu.
Bu fotoğrafta da yine dönemin Narlıdere İlçe Emniyet Müdürü İsmail Yalçın var. En sağda ailenin avukatı Erbil.
Beyaz gömlekli ve beyaz saçlı olan kişi, olay tarihinde Şehit Ayhan Tanrıverdi Polis Merkezi Amiri İsmail Köksal.
Her iki görüntünü tespit edildiği alan, Dorukhan Büyükışık’ın cansız bedeninin bulunduğu Tanyer İnşaat firmasının sahası.
Görüntülerin alındığı zaman aralığı ise Dorukhan Büyükışık’ın cenazesinin bulunmasından hemen sonra, henüz birkaç saat geçmiş.
Şirketin sahipleri, avukatı ve yerel polis müdürü ve amiri olay yerinde aile ile doğrudan temas halindeler!
Ayrıca, ikinci fotoğraftaki bekçi Gölbaşı ile polis merkez amiri Köksal, cinayet dosyasında yargılanan iki sanık!
Gölbaşı, kasten öldürmekten; Köksal ise görevi kötüye kullanmaktan yargılanıyorlar.
İzmir 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği birleştirme kararı sonrasında bundan sonra aynı mahkemede hâkim karşısına çıkacaklar.
Bu arada bir not daha ekleyim.
Dorukhan Büyükışık’ı kasten öldürmekten haklarında yargılama başlatılan beş sanık serbestler. Tutuksuz yargılanıyorlar.
Aynı olayda görevi kötüye kullandığı iddiasıyla yargılanan polis amiri İsmail Köksal da halen emniyet teşkilatında aktif görevine devam ediyor.
“Yeni alınan telefonlar savcılığa teslim edildi” iddiası
Bu arada Büyükışık Ailesi’nin avukatları, mahkemeye yaklaşık 80 sayfalık dilekçe vererek önemli tespitleri aktardılar.
Dilekçeye esas olan yaklaşık 300 sayfalık bilirkişi raporu var.
Hem dilekçenin hem de bilirkişi raporunun tamamına burada yer vermem elbette mümkün değil. Dikkat çekici epeyce bilgi var.
Ancak bunlardan birisini, aynı zamanda soruşturmayı da ilgilendirdiği için Büyüteç’e aldım.
Şöyle ki; yapılan tespitlere göre, Tanyer İnşaat firmasının üzerine 27 ayrı cep telefonu hattı yani GSM hattı bulundu. Bu hatlardan yedisi internete erişim amacıyla diğer yirmisi ise firma çalışanlarınca telefon ve internet erişimi amacıyla kullanıldı.
Firma çalışanlarının kullandığı 20 GSM hattının bağlı olduğu cep telefonlarından on biri, cinayetten sonraki tarihlerde yok edildi ve savcılığa teslim edilmedi.
Savcılıkça soruşturma çerçevesinde incelenmek amacıyla talep edilen olay gecesi kullanılan şirket telefonları yerine fatura ve satın alma tarihleri olaydan 1 - 3 yıl sonrasına ait olan on bir cep telefonu şirket telefonu olarak “sanki olay gecesi kullanılmış eski telefonlar” gibi savcılığa teslim edildi!
Ayrıca, yine Dorukhan Büyükışık’ın hayatını kaybettiği gece kullanıldığı özel bilirkişi raporuyla tespit edilen ancak kırıldığı için savcılığa teslim edilmeyen cep telefonunun, şirketin sahibi Mehmet Münir Tanyer’e ait olduğu tespit edildi.
Benzer şekilde kırılarak savcılığa teslim edilmeyen başka bir cep telefonunun firmanın kamera ve kayıt cihazları sorumlusu Murat Köse tarafından kullanıldığı bilgisi dilekçede aktarıldı.
Avukatlar dilekçede, soruşturmayla ilgili delillerin yok edildiği iddiasının altını çizerek adı geçenlerin cezalandırılmasını talep ettiler.
Eski TSK mensubu müteahhit
Öte yandan sürecin bir numaralı ismi Mehmet Münir Tanyer’le ilgili ulaştığım bazı bilgileri paylaşarak Büyüteç’i bitireyim.
Tanyer de tıpkı Büyükışık gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) emekli. Tanyer, 1978 Kara Harp Okulu mezunu.
TSK’da ulaştırma hizmetlerinde görev yaparken 1994’te yaşadığı trafik kazası sonrasında malulen emekli olup sivil hayata geçti.
Tanyer, yeni hayatına geçişle birlikte Narlıdere bölgesinde arazinin kayma riski olduğu gerekçesiyle pek çok arsa ve araziyi satın alarak iş hayatına başladı.
İddiaya göre, arsa ve arazilere imar hakkı alarak İzmir’in tanınan iş insanları arasındaki yerini aldı. Bu noktada ablasının aynı dönemlerde belediyede imar müdürü olmasına da dikkat çekiliyor.
İş hayatındaki yükselişle bağlantılı biçimde mevcut iktidarın önde gelen isimleriyle de yakınlaşmayı elden bırakmayan Tanyer, kentteki üst düzey kamu yöneticileri üzerinde etkili olmaya başladı. Özellikle de kamu güvenliğini sağlayan yerel polis birimleriyle.
/././
Zorunlu hâller dışında serum taktıranlar dikkat!
Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, son dönemde halsizlik veya enerji eksikliği gerekçesiyle serum taktıran kişi sayısının arttığını belirtti. Harzadın, paylaşımında yeni bir araştırmada, hastanelerde plastik ambalajlarda hastalara verilen sıvılarda litre başına 7.500 mikroplastik partikül tespit edildiğini aktardı. Harzadın, bu bulgunun ardından, yalnızca hayati gereklilik durumlarında serum kullanımının uygun olabileceğini, ancak kozmetik veya enerji artırma amacıyla yapılan uygulamaların yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Harzadın şöyle yazdı:
"Bir çok kişiden halsiz hissettiği için bile gidip serum taktırdığını duyuyorum. Bu serumların etkinliğini kenara koyuyorum, başka bir tartışmanın konusu. Ancak bu çok yeni araştırma hastanelerde plastik ambalajlarda hastaya verilen sıvılardaki mikroplastik miktarını ölçmüş. Litre başına 7500 partikül tespit edilmiş.
Serumu hayati vb. nedenle tamam alalım ama bunun dışındaki durumlarda, daha enerjik veya daha güzel görünmek uğruna serum almayı tartışmaya açıyorum.
Ne kadar gerekli? Başka bir postta bunlar ne kadar çalışıyor ayrıca tartışalım. Sağlığınızı avuçlarınızın içine alın. Besinleri damardan değil, ağızdan alın."
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder