Ekim Devrimi 108 yaşında: Geçmişin harabesinden geleceğe yol yapmak + Dünyanın ‘felaket hali’ ve sosyalizme duyulan ihtiyaç -EVRENSEL-

Ekim Devrimi 108 yaşında: Geçmişin harabesinden geleceğe yol yapmak -Kavel Alpaslan-

Görünürde bir yıl dönümü, tarihte sabitlenmiş, katılaşmış bir olayı tekrar okuma çabasıdır. İster istemez anmalar da zaman içerisinde alışıldık cümlelerin yinelendiği piyeslere dönüşür. Oysa öyle isimler ve toplumsal olaylar vardır ki, geçmişe ait olmalarına rağmen her yıl başka bir biçime bürünür, farklı özellikleri öne çıkar. Geçtiğimiz yüzyıla ve belki de tüm uygarlık tarihine damgasını vuran Ekim Devrimi gibi.

Rusya’da 1917’de Bolşeviklerin iktidarı ele geçirişinden bu yana 108 yıl geçti. Tarih, daha önce hiç denenmemiş bir modele, işçi sınıfı iktidarına tanıklık etti. Bu, sadece sınıfsız sömürüsüz bir dünya için bilinmeyene doğru atılan ilk cüretkar adım değildi, aynı zamanda kaderci tarih anlayışına atılan sert bir tokattı. Tüm eksiklerine ve karşılaşılan zorluklarına rağmen kurulan Sovyetler Birliği, neredeyse bir yüzyıl boyunca yaşadı. Ardında izlerine hâlâ rastladığımız önemli bir deneyim bıraktı.

Ekim Devrimi’ni anmak işte bu yüzden doğası gereği dinamiktir. Her dönem başka bir anlam taşır. Dünyanın sonunu düşünmenin ‘normal’ karşılandığı ancak kapitalizmin sonundan bahsetmenin ‘gerçek dışı’ görüldüğü günümüzde Ekim Devrimi bize her zamankinden daha fazla şey anlatıyor.

Elle tutulur gözle görülür bir deneyim

Ekim Devrimi sayesinde tek mottosu ‘en ucuz maliyet, en yüksek kâr’ olan bir sistemde yaşanan insani çürüme yerine farklı bir alternatifin mümkün olduğunu biliyoruz.

Gelin önce Sovyet deneyimini eşsiz kılan gelişmeleri hatırlayalım.

Mesela herkes için ücretsiz ve nitelikli bir sağlık sistemi böylece gerçeğe dönüştü. Halk sağlığı uygulamalarına öncülük eden Sovyetler Birliği, dünyada ilk ‘sağlık bakanlığı’ kuran ülke oldu. Ekim Devrimi ile birlikte sağlık, yani en doğrudan ifadesiyle ‘insan yaşamı’ satın alınan bir şey olmaktan çıktı.

Eğitim, herkes için ücretsiz hale getirilerek dünyaya gelirken seçmediğimiz maddi dezavantajların belirleyici olduğu bir sistem yerine herkesin yeteneğini özgürce ifade edebildiği ve potansiyelinin maksimumuna erişebildiği şekilde yeniden düzenlendi. Parası ve bilindik bir soyadı olan çocukların değil, yeteneği ve becerisi olan çocukların diledikleri şekillerde öne çıkmaları sağlandı.

Emekçilerin çalışma koşullarında eşi benzeri görülmemiş güvenceler verildi. O güne kadar kimsenin sahip olmadığı -örneğin ‘tatil hakkı’ ya da ‘iş yerlerinde yönetime katılma ve fabrika komiteleri aracılığı ile söz sahibi olma’ gibi- haklar sağlandı. Kadın ve erkek tüm işçilere eşit ücret ilkesi getirildi, doğum izni hakkı tanındı. Çalışma süreleri sekiz saate indirildi.

Kadınları eve hapseden geleneksel toplumsal ve ekonomik düzene karşı mücadelede büyük bir devrimci dönüşüm yaşandı. Evlilik ve boşanma yasalarında yapılan radikal reformlarla kadınlara yasal eşitlik sağlandı, anneliği korumak için ücretli doğum izni ve kreş olanakları getirildi. Böylece Sovyetler Birliği, dünyada ilk devlet kreşleri uygulamasına imza atmış oldu.

İnsanın yaşaması için en temel haklardan biri olan barınma hakkı, kapsamlı bir şekilde tanındı. Kira vermeden herkesin yaşayabileceği bir düzenin mümkün olduğu görüldü. Merkezi şehir planlamacılığı ile yaşanılabilir, sağlıklı ve güvenli yüzlerce kent inşa edildi. Bugün eski sosyalist ülkelerde insanlar hâlâ geçtiğimiz yüzyılda yapılan bu evlerin sahibiler.

Kültür sanat, sadece hali vakti yerinde küçük bir kesimin ulaşabildiği ayrıcalıklı bir faaliyet olmaktan çıktı. Bunun yerine herkesin hem ulaşabildiği hem de özgürce parçası olabildiği bir alana dönüştü. Sovyetler Birliği’nde filizlenen nice özgün sanat akımı, devrimci bir ufkun kitlelerle birlikte neler başarabileceğini gösterdi.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkından teknolojik gelişmelere... istersek listeyi daha da uzatabiliriz. Tüm bunlar elle tutulur gözle görülür nitelikte. Fakat meselenin bir de ufuk kısmı var. Ekim Devrimi, yeni bir çağın gelişini müjdeleyerek yeni bir insan yaratma iddiasını taşıyordu. Kitlelere uygarlığın ve tarihin etken bir parçası olma fırsatı veriyordu.

Her şeye rağmen

Sovyet deneyiminin kusursuz olduğunu söyleyen kimse yok. Saydığımız saymadığımız alanlarda Sovyetler’in dağılışına önayak olan pek çok eksik vardı. Dolayısıyla ‘ilk’ sayabileceğimiz bu deneyimi ‘ideal’ atfetmek ve ‘varılması gereken nihai hedef’ olarak nitelemek doğru olmayacaktır. Bu noktada değerli olan Ekim Devrimi’nin yarattığı birikimin hangi koşullarda -daha doğrusu hangi koşullara rağmen- gerçekleştiği.

Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği Rusya 20. yüzyılın başında maddi açıdan diğer Batı Avrupa ülkelerinden çok daha geridedir. Buna karşın, kısıtlı bir işçi sınıfıyla bir ‘proletarya iktidarı’ kurma çabası, ister istemez birtakım zorlukları da beraberinde getirir. Birinci Paylaşım Savaşı’ndan yaralı çıkmış bir ülke, Ekim Devrimi’nden hemen sonra İngiltere, ABD ve Japonya gibi ülkelerin desteklediği karşı devrimci güçlerle uzun sürecek bir iç savaşa tutuşur. Kapitalist dünyanın ekonomik-askeri-diplomatik baskıları altında yolunu bulmaya çalışan Sovyet iktidarı öyle ya da böyle elinde kalanlarla yeni bir düzeni kısıtlı imkanlarla inşa etmeye çalışır.

Çok geçmeden yaratılan pek çok şey Nazi Almanya’sının saldırganlığı altında yok olacaktır. Ülke nüfusunun neredeyse yüzde 14’ü faşistlerce yok edilir. Sovyetlerin endüstriyel ve ekonomik merkezi olan Batı bölgeleri ise savaşta yıkımın en ağır şekilde hissedildiği yerlerdir. Diğer müttefik ülkelerin yaşadıkları bu yıkımın yanında devede kulaktır. Moskova savaştan galip çıksa da yeni bir ‘dolaylı’ emperyalist savaş döneminin perdesi açılır.

Bugünün barbarlığında

Tüm bu güçlükler altında bir idealin eksiksiz yeşereceğini ya da yeşerdiğini Bolşevik liderler dahil kimse iddia etmedi. Ne de olsa geçmişin eleştirel okuması Marksizmin bir ön koşuludur. Ancak Ekim Devrimi’ni kendi hikayesinin bir parçası olarak görenlerin yapacağı bir tarihi hasar tespit çalışmasını burjuva-liberallerin bulandırmasına izin vermemek gerekiyor.

Antikomünist propagandadan etkilenip Sovyet deneyimine üç-beş şehir efsanesi ile kılıç çekenlere sormak lazım bugün nasıl bir dünyada yaşıyoruz? İçinde bulunduğumuz zaman dilimi bize ne sunuyor da Sovyetlerin kattıklarını görmezden gelip sadece eksilerinden söz edebiliyoruz?

Sehpaların üzerindeki telefonlar ceplerimize girdi diye uygarlığın ‘ileriye gittiğini’ zannediyoruz. Fakat bizim dünyamızın gerçeği emekçi milyarlarca insan için tam tersi istikamete doğru seyrediyor: Çocuğunuzun seçmediği bir hastalıktan dolayı ölmesini istemiyorsanız ya cüzdanı kabarık bir avuç insandan biri olacaksınız ya da ölüm göz göre göre gelirken meydanlarda bozuk para toplayıp imkansız meblağları birleştirmeye çalışacaksınız. Kaliteli bir eğitime yine aynı azınlığın çocukları ulaşacak, sanki doğduklarında hayata herkesten daha önde başlamamışlar gibi yeteneksiz de olsalar nitelikli eğitimin kaymağını onlar sıyıracaklar.

Hayatın her alanında savaşın, soykırımın, vahşetin eksik olmadığını hatırlatan gazetelerde her gün dünyanın sonunu haykıran manşetlere denk geleceksiniz. İşinizde ise her geçen gün sahip olduğunuz sosyal hakları biraz daha yitireceksiniz, “İşsiz kalırsam?​” korkusuyla bir ömür boyu meteliğe kurşun atacaksınız. Güvencesiz yapılarda, deprem riski altında, fantastik kiraları ödemek zorunda oluşunuzun yarattığı kaygı ise mezara kadar sizi takip edecek.

Günümüzün kapitalist barbarlık çağında burjuva liberallerin Ekim Devrimi’nin eksiklerini ön plana çıkarma gibi bir lüksü yok. Bugün bize sunulan ufuksuz, davasız, idealsiz bir dünya. Egemen sermaye düzeni artık yalandan da olsa geleceğe dair bir bakış açısı sunma ihtiyacı bile hissetmiyor. Geçmişte fikirlerini allayıp pullamada daha özenli davranan burjuva liberaller, kendilerini bile kandırmaktan acizler. Gelecek hiç olmadığı kadar puslu görünüyor.

Tel malzememiz geçmişin taşları

Tam da bu yüzden Ekim Devrimi ansiklopedilerin siyah beyaz sayfalarına sıkışmış, sadece ilgili tarihçilerin dikkatini bekleyen bir hatıra değil.

Ancak istiyorlar ki geleceğe dair kurtuluş reçetesi ‘eşsiz’, ‘kusursuz’, ‘kirlenmemiş’ ve ‘sıfırdan var edilmiş’ olsun. Sanıyorlar ki masa başında yaratılan ideallerle teoriler inşa edilebilir. Onlara göre Ekim Devrimi de şu veya bu nedenden dolayı ‘kirli’ olduğu için yeni ve bilinmeyen idealin gelişini beklemeliyiz.

Oysa pratiğe geçmek kaçınılmaz engebeler yaratır. Toplumsal mücadeleler de tarihin bugüne getirdiği alüvyonlarla şekillenir. Sovyetler Birliği’nin mirası belki bugün bir harabeyi andırıyor. Ancak geleceğe giden kurtuluş yolu için Ekim Devrimi’nin ve diğer toplumsal mücadelelerin taşlarından başka kullanabileceğimiz malzememiz yok.

Eskinin görkemli kaleleri viraneye döndüğünde surlardaki taşlar toplanıp yeni binaların yapımında kullanılır. Biz de toplumsal mücadeleler tarihinin görkemli mirasından topladığımız kayaları bazen yontarak, bazen olduğu gibi bırakarak, bazense üzerine farklı yapıların taşlarını katarak kendi reçetemizi kirlenerek inşa edeceğiz.

/././

Dünyanın ‘felaket hali’ ve sosyalizme duyulan ihtiyaç -Yücel Özdemir-

Hem dün Katar’ın başkenti Doha’da sona eren üç günlük Dünya Sosyal Zirvesinde hem de 10-21 Kasım tarihleri arasında Brezilya’nın Belem kentinde yapılacak BM İklim Konferansı (COP30) öncesinde verilen mesajlara bakıldığında, dünyamızın hali gerçekten felaket.

Bir tarafta artan yoksulluk ve sefalet, diğer tarafta küresel ısınmanın artmasıyla birlikte büyüyen ve büyümeye devam edecek göç, kuraklık, kıtlık, doğal afetler… İkisi birbirinden bağımsız değil elbette. Küresel ısınmanın yarattığı yeni sorunlar dünya çapında zaten kapitalizmin yarattığı ağır sömürü ve savaşlar nedeniyle yoksulluğu daha da büyütüyor.

Sosyal Zirvenin açılışında konuşan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından verilen mesaja göre, dünya çapında 700 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşamını sürdürürken, 8 milyarlık dünya nüfusunun yüzde 1’i, yani 80 milyonu, toplam servetin yarısını elinde bulunduruyor. Yaklaşık 4 milyar insanın sağlık sigortası gibi herhangi bir sosyal güvencesi yok.

Rakamlar dünyanın bir grup azınlık için cennet, milyarlarca insan için ise cehenneme dönüşmüş durumda olduğunu gösteriyor. Toplam servetin yarsını elinde tutan azınlık, sadece tutmakla kalmıyorlar, aynı zamanda bu oranı arttırmak için sürekli daha fazla sömürü ve savaşı dayatıyor. Bu nedenle dünya genelinde açlık ve yoksulluk azalmak yerine sürekli artıyor. 

Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen üç günlük Sosyal Zirvede siyaset, ekonomi ve sivil toplumdan katılan yaklaşık 14 bin temsilci, yoksulluğun ortadan kaldırılması, insana yakışır bir yaşamın teşvik edilmesi ve sosyal uyumun sağlanmasına sözde çözüm aradı. Guterres, elinden bir şey gelmediği için sadece çelişkilere dikkat çekerek dünyadaki felaketi gözler önüne serdi, G7 ve G20’ye yer alan devletlerin “vicdanına” seslenerek insafa gelmelerini istedi. Tabii ki varsa ve kaldıysa…

Zirvenin gündeminde asıl olarak, zengin emperyalist ülkelerin, yoksul ülkelerdeki insanlık dramının daha fazla derinleşmemesi için “kalkınma yardımlarını” arttırması vardı. Dünyayı en fazla sömüren ülkelerin aynı zamanda en az “kalkınma yardımı” dağıttığı görülüyor. Alman Kalkınma Bakanlığının internet sitesinde yer alan verilere göre 2024’te, gayrisafi milli hasılalarına oranla en fazla Norveç ve Lüksemburg (yüzde 1) “kalkınma yardımı” dağıtmış. Almanya yüzde 0,67 ile 5’inci, İngiltere yüzde 0,5 ile 9’uncu, Fransa yüzde 0,48 ile 10’uncu, ABD yüzde 0,22 ile 25’inci sırada yer alıyor.

Yer altı kaynaklarını sömürdükleri, havasını ve doğasını kirlettikleri geri bırakılmış yoksul ülkelere “kalkınma yardımını” çay kaşığıyla veren emperyalist-kapitalist ülkeler, kendi askeri harcamalarına ise kepçeyle bütçeler ayırıyorlar. Hepsinin ayırdığı askeri harcama oranı yüzde 2’nin üzerinde. ABD’nin ise yüzde yüzde 3,4. NATO bu yıl, askeri harcama oranlarının 2035 yılına kadar yüzde 5’e çıkarılmasına karar verdi.

Bu demektir ki; bir taraftan savaşlar artarken, yoksul ülkelere verilen “kalkınma yardımları” azalmaya devam edecek. Örneğin Almanya daha yeni, yoksul ülkelere yapılan yardımları toplamda yaklaşık 2 milyar avro düşürdü. Birçok örgüt haklı olarak buna tepki gösterdi.

ABD’nin yeni yönetiminin gözünde “kalkınma yardımı” adeta çöpe atılan paradan ibaretti. Nitekim Dışişleri Bakanı Marco Rubio temmuz ayında, ABD Kalkınma Ajansı USAID'in yurt dışı yardımlarını resmen durdurduklarını açıklamıştı. Trump yönetimi, Kongreden gelecek yıl dış yardımlar için 17 milyar dolarlık bütçe talep etti. Bu, 2025 için ayrılan miktarın yarısından da az. Bir araştırmaya göre USAID'deki kesintiler önümüzdeki 5 yıl içinde ek olarak 14 milyondan fazla insanın ölmesine yol açacak. “The Lancet” dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, öleceklerin yaklaşık 5 milyonu, 5 yaşın altındaki çocuklar olabilir. (tagesschau.de, 02.07.2025)

İlki 30 yıl önce Kopenhag’da yapılan Dünya Sosyal Zirvesinde hedef, dünyanın zengin ülkelerinin yoksul ülkelere “kalkınma yardımı” dağıtmasıyla yoksulluğu 2030’da bitirmek olarak ilan edilmişti. Dünyanın geldiği durumla, kapitalizmde yoksulluğun yok edilebileceği iddiasının da bir yalan olduğu görüldü. Emperyalist devletler, AB, kapitalizmden beslenen BM gibi kurumlar ve değişik sosyal yardım kuruluşları, birkaç yılda bir açıklık, yoksulluk, küresel ısınma, savaşlar gibi bütün gezegeni ve insanlığı ilgilendiren konularda, gerçekleşmesi mümkün olmayan hedefler ve takvimler belirleyerek, adeta umut tacirliği yapıyor ve beklentiler yaratıyorlar. Son 30 yılda olanlar, insanlık kapitalizmden kurtulmadıkça, dünyanın değişik alanlardaki “felaket hali”nin devam edeceğini gösteriyor.

Bu gerçek her geçen gün biraz daha gün yüzüne çıkıyor. Çünkü dünyanın sorunları sürekli ağırlaşıyor ve kapitalizm de her geçen yıl bir öncekine göre daha fazla barbarlaşıyor. Bu nedenle sosyalizme ihtiyaç daha da artıyor.

Bu haftanın en önemli gelişmelerinden biri olan New York seçimleri, aynı zamanda bütün bu olanlara bir yanıt arayışıdır. Kendisine “Demokrat Sosyalist” diyen Zohan Mamdani’nin, küresel mali sermayenin en parıltılı kentinde belediye başkanlığı kazanmasının arkasında artan adaletsizliğe tepki var. Kapitalizmi reddetmeyen, sol sosyal demokrat çizgideki siyasetçilerin çoğunun verdikleri sözleri yerine getirmediği gerçeğini unutmadan, dünya çapında gençlik başta olmak üzere geniş emekçi sınıflar arasında bir arayışın olduğu artık bir gerçek. Günümüzde bu arayış büyük ölçüde ırkçı-aşırı sağ partilere yönelmiş durumda. Bu havayı tersine çevirmek ancak tutarlı antikapitalist mücadeleyle mümkün.

/././

EVRENSEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Ekim Devrimi 108 yaşında: Geçmişin harabesinden geleceğe yol yapmak + Dünyanın ‘felaket hali’ ve sosyalizme duyulan ihtiyaç -EVRENSEL-

Ekim Devrimi 108 yaşında: Geçmişin harabesinden geleceğe yol yapmak -Kavel Alpaslan- Görünürde bir yıl dönümü, tarihte sabitlenmiş, katılaşm...