DEM’in isterim de isterimleri...+ Kürtçe anadilde öğretim mi? + DEM’in zırvaları -Özdemir İnce / Cumhuriyet-

DEM’in isterim de isterimleri...

Basında yer alan en önemli ortak haber: Öcalan için “özgürlük” talebi; MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan “terörsüz Türkiye” sürecinde DEM Parti de TBMM’deki komisyona raporunu sundu. Yasal değişiklikler talep eden DEM, PKK elebaşısı Öcalan’ın istediği kişilerle görüşmesinin “yasal zorunlu” ya da “zorunlu yasal” zemininin oluşturulmasını istedi. İşte rapordaki bazı ayrıntılar:

1- Siyasetin dili değişmeli: Negatif bir söylem çerçevesi içeren “terörsüz Türkiye” gibi ifadeler geride bırakılarak barış iklimi güçlendirilmelidir.

- Mantığa bak! Söylemin “olumlu” (pozitif) olması için “terörlü Türkiye” mi olacak? Vatandaş Türkçe öğren! O zaman “Lafı bırak, iş yap” diyeceksin. “Söylem” yapısalcı bir sözcüktür. “Laf” ya da “söz” anlamına gelmez. Dilin kullanıldığı “özel alan”ı gösterir: Hukuk söylemi, tarih söylemi, felsefi söylem. Kısacası “söylem” bir “özel dil”dir. “Söylem” meraklıları bu açıklamamı bir yere yazsın!

2- Öcalan’ın konumu: Sürecin baş muhatabının rolünü daha güçlü bir şekilde yerine getirmesinin koşulları sağlanmalıdır. Bu bağlamda barışın kilit aktörü ve çözüm iradesi olan Öcalan’ın barış sürecindeki konumu ve hakları “umut hakkı” kapsamında değerlendirilmelidir.

- Öcalan’a “umut hakkı” tanınmazsa “süreç” artık süreç olmayacak mı? “Umut hakkı” tanınmazsa “Ben bu işte yokum” mu diyecek? Böyle pazarlık mı olur? Elinde masayı temizleyecek “kare” yok, “floş” yok, “floş royal” yok, pokerde rest çekiyorsun sanki. Bu nasıl kafa? Masadan çıplak kalkarsın!

3- Resmi organlarla görüşsün: Öcalan’ın düşüncelerini özgürce üretebileceği ve rolünü yerine getirebileceği daha özgür koşullara kavuşturulmalı.

- Yani Abdullah Öcalan TBMM çatısı altında “pirüpak” olsun; “Kirlerden arınıp tertemiz, lekesiz olsun; rahatlasın, huzura kavuşsun; komisyon dahil olmak üzere, barış sürecine katkı sunacak resmi organların, akademisyenlerin, kanaat önderlerinin, gazetecilerin, aydınların Öcalan ile doğrudan görüşmesinin yasal ve zorunlu zemini güçlendirilsin.”

- Yani Öcalan’a özgürlüğü verilsin, kendisine yöneltilmiş suçlamaklar kaldırılsın, kısacası “pirüpak” olsun. Yani kirlerden arınıp tertemiz, lekesiz olsun; rahatlasın, huzura kavuşsun. Peki bunlar sağlanmazsa “Ben küstüm” diyerek sırtını mı dönecek? Yargı Göde Omar’a, Çolak İbram’a, Çorapsız Devriş’e (“Derviş” değil) nasıl davranırsa Devlet Bey’in deyişiyle “kurucu önder Apo”ya da aynen öyle davranacak. Yani “Hizaya gel” denecek.

DEM istiyor: Büyük barışın yasal omurgası anlamına gelen “demokratik entegrasyon yasası” çıkarılarak “geçiş dönemi yasaları” hayata geçirilmeli. Gerekli yasal değişiklikler yapılarak merkezi idarenin kayyum atama yetkisi kaldırılmalı; ANADİLİNDE eğitim ve hizmet hakkı yasal güvenceye kavuşturulmalı. “Sivil toplum yasası” çıkarılmalı.

Yani Kürtçe de Türkçe gibi ikinci resmi dil olsun! O zaman bütün yerel diller (Lazca, Çerkezce, Kıptice ve ötekiler) de resmileşecek. Bu zırva taleplerin tamamını 2015 yılında yayımlanan ve iki baskı yapan “Türkiye’nin Sırat Köprüsü: Açılım Masalı” (Tekin Yayınları) adlı kitabımda irdeleyip yanıtladım. Okumanızı tavsiye ederim. Ama sözü şimdi konunun uzmanı bir akademisyene, Prof. Dr. Oktay Uygun’a bırakıyorum:

TÜRKİYE ÖRNEĞİ: 

Egemenliğin bölünmezliği ilkesinin çok güçlü bir şekilde ifade edildiği ülkelerden biri de Türkiye’dir. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun ilk dönemlerinde yasama, yürütme ve bir ölçüde (İstiklal Mahkemeleri ile) yargı fonksiyonlarını tek bir organda; Meclis’te birleştirmişti. Bugün için, söz konusu üç fonksiyonun ayrı organlar aracılığıyla yürütülmesi esası benimsenmiş ve bu özellik, siyasal sistemin temel ilkelerinden biri durumuna gelmiştir. Bununla birlikte, egemenliğin bölünmezliği ilkesi, farklı bir boyutuyla siyasal gündemin önemli konuları arasındadır. Türkiye’de, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden federalizme, anadili Türkçeden farklı olan gruplara kendi dillerinde eğitim olanağı verilmesinden bölgesel özerklik tanınmasına kadar, pek çok konu “bölünmezlik” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu ilke, 1961 Anayasası’na “devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” formülü ile girmiştir. Söz konusu ilke, 1971 ve 1973 anayasa değişiklikleri ile anayasanın birçok maddesine eklenmiş ve 1982 Anayasası’nın temel ilkelerinden biri olarak düzenlenmiştir.

“Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” ilkesi, “egemenlik” kavramı ile yakından ilgilidir. Türkiye’de ulusal devletin kurulmasından sonra yapılan tüm anayasalarda, millet egemenliğin sahibi olarak kabul edilmiştir. Devlet ise milletin siyasal ve hukuksal örgütlenmesidir. Bölünmezlik ilkesi uyarınca, devletin insan ve toprak öğeleri, diğer bir deyişle devletin milleti ve ülkesi bölünmez bir bütündür. Anayasa Mahkemesi’nin formülasyonu ile söylersek: “Devlet TEK’tir, ülke TÜM’dür, ulus BİR’dir.”

Mahkemeye göre “Devlet yapısında bölünmez bütünlük ilkesi; egemenliğin, ulus ve ülke büğünlüğünden oluşan tek bir devlet yapısıyla bütünleşmesini gerektirir. Ulusal devlet ilkesi, çok uluslu devlet anlayışına olanak vermediği gibi, böyle düzende  federatif yapıya da olanak yoktur. Federatif sistemde federe devletler tarafından egemenlikler söz konusudur. Tekil (üniter) devlet sisteminde ise birden çok egemenlik yoktur.” (Prof. Dr. Oktay Uygun, Federal Devlet. XII Levha Yayınları. Sayfa: 98-99)

***

Cumhuriyet anayasasında belirlenmiş siyasal haklar şımarık çocuğun istediği dondurma değildir! Benim gibi, ülkede ömür boyu demokrasi, özgürlük ve eşitlik ülkülerini savunmuş ve bunun bedelini ödemiş birinin bile sabrını taşıran DEM Partisi’ne “teessüflerimi” bildirmek isterim!

/././

Kürtçe anadilde öğretim mi?

Değerli okur(lar) 23 Aralık 2025 günü “DEM’in isterim de isterimleri” adlı yazımı okudunuz. Sizden ricam bu yazıyı kesip saklayın ve zaman zaman tekrar okuyun ki aklınızda kalsın! Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları, dünyanın bütün devletlerinde olduğu gibi değişik kökenli insanlardan oluşur ve bu insanların hepsinin kimlik ve pasaportlarında bu kişilerin “Türk” oldukları yazar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin köken itibarıyla vatandaşları: Türkler, Kürtler, Araplar, Zazalar, Çerkesler, Romanlar, Çingeneler, Lazlar, Boşnaklar, Arnavutlar, Gürcüler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vb... Lozan Antlaşması’na göre bunlar arasında sadece (Müslüman olmayan) Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler azınlık statüsüne sahiptir. Azınlık sayılmayanlar arasından da ötekileri düşünmeden sadece Kürtler anadilde öğrenim istemektedirler. Bu hak Kürtlere verilirse ötekiler de istemez mi? Neden istemesinler? Kürtlerden neleri eksik? Fazlaları var, eksikleri yok! Aslında “anadilde öğretim”, “Kürtçe okul” diye tutturanlar Kürtler değil Kürtçüler. Ancak bu Kürtçülerin ülkelerin yasalarla, anayasalarla, uluslararası yasalarla yönetildiğinden haberleri yok. Uluslararası yasalara göre sadece “sömürge halkları”nın “anavatan”dan ayrılma talep edebileceklerinden de haberleri yoktur. Yani kafalarına soksunlar ki Türkiye’yi bölemezler, “özerk bölge”  yaratamazlar, federe devlet kuramazlar. Neden mi? Çünkü böyle bir densizliğe ne Avrupa Birliği ne de Birleşmiş Milletler izin verir. Anasayamızın 1. maddesi zaten izin vermez: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

Kürtçülerin kafasında gerçekler ne zaman “DANK!” eder bilemediğimden ben sizlere 3 Şubat 2003 günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan ve “Türkiye’nin Sırat Köprüsü: Açılım Masalı” (Tekin Yayınevi, 2025. s.25- 26) adlı kitabımda yer alan bir yazıyı okumanıza sunuyorum:

KÜRTÇE EĞİTİM

Tarihten ve geleneksel yönetim tarzından kaynaklanan nedenlerden dolayı birden fazla resmi dili olan ülkeler (Belçika, İsviçre gibi) de vardır. Ama birkaçı dışında, dünyanın her ülkesinde eğitim (anaokuldan üniversitenin sonuna kadar) o ülkenin resmi dilinde (dili ile) yapılır. Ancak Belçika tek resmi dilin kaynaştırıcı erdeminden yoksun olduğu için, iki halkı özgür bıraksanız Vallonlar Fransa ile Flamanlar da Hollanda ile birleşmek isterler. Belçika yok olur.

Şuraya varmak istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulmaz” diyen 42. maddesine göre Türkiye’de Türkçeden başka bir dilde (bir dil ile) eğitim yapmak olanaksızdır. Çünkü ardından resmi yazışmaların, yargının dili gelir. Durup dururken Belçikalaşırsınız. Sakın İspanya’yı örnek göstermeyin, ta Roma İmparatorluğu zamanında da parçalı idi.

Köşe sahibi olmuş, birtakım fetvacı gazete yazarının “anadilde eğitim” deyişini elleri titremeden kullanmalarını, Türkçe bilincinden yoksun olmalarına bağlamamız gerekiyor. Belki kabalaştım ama ülkenin huzuru söz konusu olunca “kibarlık”ı bir yana bırakmak da kaçınılmaz oluyor.

Bu konuda onlarca sayfa yazı yazmama karşın derdimi anlatmak konusunda yeteneksiz olduğuma inanmak üzereydim ki Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu imdadıma yetişti. Talim ve Terbiye Kurulu’nda Anadolu liselerinde yapılacak reformla ilgili çalışmaların sürdürüldüğüne dikkat çeken bakan yapılan çalışmaları şöyle özetliyor: “Yabancı dille eğitim yerine, daha yoğun bir şekilde yabancı dil eğitimi yapılacak.” İşte sonunda Türkçeyi doğru konuşan bir insanoğlu! Bakan şunu demek istiyor: Artık Anadolu liselerinde dersler yabancı dille (dilde) değil, Türkçe okutulacak ama yabancı dil öğretimine de ciddi ağırlık verilecek.

Avrupa Birliği’nin “Türkiye İçin Katılım Ortaklığı” metnini devlet de hükümet de vatandaş hazretleri de çok iyi anlamak zorundadır. Ne diyor söz konusu belge?

“Kültürel çeşitliliğin sağlanması ve kökenlerine bakılmaksızın bütün vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması. Bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hüküm -eğitim alanındakiler de dahil olmak üzere- kaldırılmalıdır.” (“Ensure cultural diversity and guarantee cultural rights for all citizens irrespective of their origin. Any legal provisions preventing the enjoyment of these rights should be abolished, including in field of education.”)

Görüldüğü gibi Avrupa Birliği, anayasanın 42. maddesinin kaldırılarak Kürtçenin eğitim öğretim dili olmasını istemiyor. Böyle olsaydı kısa vadeli hedefler arasında yer alan “Türk vatandaşlarının kendi anadillerinde televizyon ve radyo yayını yapmalarını yasaklayan her türlü yasal hükmün kaldırılması” maddesinde olduğu gibi bunu açıkça yazardı. Yazmadığına göre, ne istiyor Avrupa Birliği?

Avrupa Birliği, vatandaşların kültürel haklarının devlet tarafından güvence altına alınmasını istiyor. Vatandaşların, devletin resmi dili olmayan anadillerini öğrenme talepleri bu güvencenin kapsamına girmez mi? Galiba giriyor. Ama Kürtçenin Türkiye Cumhuriyeti okullarında eğitim ve öğretim dili olması bu güvencenin kapsamı dışında. Zaten hükümet de “Kürtçenin eğitim ve öğretim dili olması şöyle dursun seçmeli ders bile olamaz!” diyorlar. Buna karşılık, kışkırtılmış öğrenciler de Kürtçenin eğitim öğretim dili ya da seçmeli ders olması için dilekçe veriyorlar.

Bu son derece tehlikeli kör döğüşte, Avrupa Birliği (bu konuda) ne istediğini kesin bir dille açıklamalıdır. Devlet, anadillerini öğrenmek isteyenlere ne yapmaları gerektiğini açıklamalı ve bununla ilgili yasa çıkarmalıdır. Anadillerini öğrenmek isteyenler de Avrupa Birliği-Türkiye görüşmeleri başlayana kadar bekleyemezler mi? Bu sabırsızlık neden?

Gazete yazarlarına gelince: “Anadilde eğitim” ile “anadilin öğrenilmesi” aynı şey değildir. Bu ayrım konusunda son derece bilinçli ve dikkatli olmaları gerekiyor. Yoksa çıkacak kargaşanın baş sorumlusu olurlar!

***

Birey Kürtçüler zırvalayabilirler ama DEM bir siyasal parti. Anayasaya göre  “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”  “Türkçe”nin yanına “Kürtçe”nin gelmesi için bu devletin yıkılması gerekir! Buyurun.


/././


DEM’in zırvaları 

Sizler “zırva” sıfat sözcüğünü ağır buluyorsanız başka bir sözcük kullanıp “DEM Parti’nin kıyakları” ya da “dehası” derseniz karışamam. Siz bilirsiniz. Önemli olan yazının sonunda aynı görüşü koruyup korumamanız! DEM Parti 13 adet talimat vermiş, bize düşen bu talimatlar hakkında malumat vermek. “Mat” kafiyesi de iyi düştü hani... TDK’ye göre mat kelimesi, “satranç oyununda taraflardan birinin yenilgisi” ve renk konusunda “parlak olmayan, donuk” anlamlarına gelir.

Bir de şu var: Legal siyasal partiler illegal örgütlere kesinlikle ilham perisi olmayacaklar.

***

1- Öcalan “baş muhatap’’tır, “umut hakkı” yasası çıkarılsın, Öcalan dilediği herkesle görüşsün.

- Öcalan şu anda “baş”ını bırakın “muhatap” bile değil, bir mahkûm. Umut hakkına hakkı var mı bilemem ama “istediği” her insanla özgür insanlar bile görüşemiyor. Dilediği insanla ne görüşecek? Mucidi olduğu Kürtçülük gailesini mi görüşecek? Bu sorunu “dilediği insan”la değil devlet otoritesinin resmi temsilcileriyle, hükümetiyle görüşebilir.

2- Öcalan milyonlarca yurttaş nezdinde siyasi bir özne ve barışın kilit aktörüdür. Öcalan’ın hukuki ve siyasi hakları da tanınsın.

- Öcalan milyonlarca yurttaş nezdinde “çocuk katili bir mahkûm”. “Özne” ve “kilit aktör” olması tartışılabilir bir tevatür. “Kilit aktör” olmakla onun “hukuki ve siyasi” hakları neden yeniden tanınsın? Bunun olması için birkaç kez affedilmesi gerekir. Olmayacak şeyler istenip bastırılırsa hükumet onu muhatap olmaktan çıkartır. Hükümet, Öcalan’a her istediğini verecekse muhatap olarak ona gereksinimi yok!

3- Askeri zırhlı araçlar Doğu-G. Doğu’dan geri çekilsin ve koruculuk kalksın, silahlar toplansın. Bölgedeki özel harekât birlikleri çekilsin.

- Sanki yüz bulmuşlar da astarını istiyorlar. İsteklerinin yerine gelmesi, PKK’nin ve bulaşıklarının koşulsuz teslim olmalarına bağlı. Özgür iradeli mantıklı kafa böyle düşünür.

4- Belediyeler Kürtçe hizmet versin, trafik işaretleri de Kürtçe olsun. TBMM Kürtçeyi tanısın.

- DEM zırvalamada sınır tanımıyor. Yahu kafasının içinde mantığın zerresi olan, bir talepte bulunmadan önce TC Anayasası’nın ilk 10 maddesini ezbere öğrenir; sonra bir talepte bulunmadan önce anayasaya bakar. Türkiye AKP’ye rağmen ağalar, şeyhler tarafından yönetilmiyor. Anayasa Madde 2: “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

5- Toplumsal sözleşme aşamasına geçilmesiyle birlikte, geçmişle yüzleşme sağlansın, hakikat ve adalet komisyonu kurulsun.

“Toplumsal sözleşme” Türkiye’nin anayasa ve yasalarıdır, özellikle de vatandaşlık yasasıdır. Geçmişin nesiyle yüzleşip hesaplaşacaksın? Kürt isyanlarının tamamı bastırılıp cezalandırılmadı mı? “Hakikat ve adalet komisyonu” ancak Türkiye bölünürse, Kürtçüler darbeyle iktidara gelirse kurulur.

6- Açık yaraların kapanması için Şeyh Sait, Seyit Rıza ve Said Nursi gibi tarihsel şahsiyetlerin mezar yerleri açıklansın.

- Önce yasakçılara sorun bir bakalım, bu gizlilik neden? İsyanın simgesi türbe olmaları için mi?

7- Hutbeler Kürtçe okunsun, medreseler tanınsın. Kürtçe üniversiteler açılsın.

- El cevap: Anayasa madde 3: “Türkiye Devleti, ülkesi ve millet bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

Hutbelerin Kürtçe okunması, medreselerin tanınması, Kürtçe üniversiteler açılması için Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde bir Kürt devleti ya da bir Kürt-Türk federasyonu kurulması gerekir. Herhangi bir hükümetin böyle bir şey yapamayacağını bile bile böyle bir istekte bulunmanın ciddiyetle ilişkisi yoktur. “İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara” derler ama sakın inanma. Alamayacağın bir şeyi de aklın varsa isteme.

8- Mahmur halkının (PKK’nin lojistik üssü) geri dönüş hakkı güvence altına alınsın.

- Hükümet “Nasıl geldilerse öyle gitsinler” demez mi? Yahu bu ne kafa? Uygunsuz bir iş yapıyorsun ama uygun muamelesi istiyorsun.

9- “Demokratik entegrasyon yasası” çıksın. Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve İnfaz Kanunu değişsin.

“Demokratik entegrasyon yasası” da ne ola ki? Bu yasalar neden değişsin? Değişim için geçerli bir nedeniniz var mı? Şuna açıkça “özerklik yasası”, “federasyon yasası” desene... Talebin tercümesi böyle.

10- Merkezi idarenin kayyum atama yetkisi kalksın.

- Kalksın!

11- Koruculuk sistemi lağv edilsin, korucuların ellerindeki silahlar toplansın.

“Korucu” örgütü neden kuruldu? PKK asilerine karşı kurulmadı mı? PKK gibi bir örgüt tamamen ezilmeden ve bunun üzerinden makul bir olaysız süre geçmeden korucu teşkilatı dağıtılmaz. Önce o süre (bir yıl, iki yıl) geçecek. Sonrasında koruculara yeni iş bulmak devletin işi... Kalır ya da kalmaz, size ne? Gerisi kolay! Önce sen “teslim bayrağı”nı kaldır!

12- PKK’liler tahliye edilsin, dağdan inenler affedilsin.

- Neden? “Affedilsin” demek, ilgililerin suç işlediklerini kabul anlamına gelir ve yargılanmaları gerekir ki olumlu ya da olıumsuz gerçekler ortaya çıksın. Çıkmasın mı?

***

DEM bir siyasal parti mi yoksa değil mi? Fatih mi yoksa dilenci mi? “Fatih” olmadığı çok kesin “dilenciliği” ise kimseye yakıştıramam!!!

Özdemir İnce / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -28 Aralık 2025-

Sermaye, yeni-Osmanlıcılığa nasıl ayak uyduruyor: Bir Koç Holding yöneticisinin portresi -Gamze Erbil-  Koç Holding yönetimine “stratejik da...