Erdoğan 2025'te virajı aldı, 2026'da rampaya saracak + Gazze’de Kuvayi Milliye’yi mi silahsızlandıracağız? -Namık Tan /T24-


 Erdoğan 2025'te virajı aldı, 2026'da rampaya saracak 

Erdoğan’ın giderek çeyrek yüzyıla varan iktidarında ve 2017’den beri alaturka tek adam rejiminde Türkiye’nin dış politikası kargacık burgacık bir el yazısı gibi okunaksız: NATO müttefiki ama kendini küresel güneyde mi görüyor? Laik Cumhuriyet ama “İslâm ülkesi” olarak mı konumlanıyor? Yine Cumhuriyet ama neo-Osmanlıcı emperyalizm peşinde mi? İhvancılık terk mi edildi, gizlendi mi? Avrupa Konseyi kurucu üyesi ve AB aday ülkesi ama Ortadoğu, hatta düpedüz bir Arap ülkesi mi?

namık tan 28 aralık

Erdoğan 2025 yılı boyunca aldığı geniş dış politika virajını nihayet tamamladı. Türkiye’nin çevresini saran Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan, İran nükleer, Irak-seçimler ve PKK, Suriye, Gazze-İsrail, Lübnan-Hizbullah “dosyalarının” getirdiği jeopolitik önemi kendi alaturka tek adam rejimine “meşruiyet” kazandırmak için araçsallaştırdı. Bu durumdan ve bağlamdan kendine bir nevi “kartvizit” çıkardı.

Erdoğan, Putin ile yaptığı gibi Trump’la da (Fidan’ın deyimiyle) yürüttüğü “kişisel dostluk diplomasisinin” sırtına bütün dış politika sermayesini yükledi. Esasen geride bıraktığımız 2025, Trump’ın görevi devralıp, ABD başkanlığı koltuğuna oturmasıyla başladı. Bu da ondan sonra olacak her şeyi belirleyen andı. “Trump 2.0” yönetimiyle birlikte dünyada bir devir kapandı. Yenisinin neye benzeyeceği ise henüz belirsiz.

Fakat Ankara’dan bakışla “viraj almak” mecazını sürdürürsek, bu defa kamyoncu deyişiyle Erdoğan’ın 2026’da “rampaya saracağını” da öngörebiliriz. “Bu motor bu yükü çeker mi, yoksa uzak olmayan bir gelecekte su mu kaynatır” onu da anlayacağız. Çünkü her iki muhatap için de yani hem Putin hem Trump için de kişisel dostluğun ötesinde artık “boş gelen tepsiyi, dolu gönderme” dönemine girildi. Ve “ikisi bir arada hem de bedava” seçeneği masada yok.

Doğru, Ankara’da ayaklar nihayet suya ermişe benzer. Ama bu dışa dönük veya dışarıdan burada ne olduğuna ne yapıldığına bakanların gözlemleyebileceği bir durum. İçeride ise Erdoğan’ın dış politikaya ilişkin gözbağcılık gösterisi hız kesmeden sürüyor. “Nasılsa ne atarsam gidiyor” yaklaşımına dayanan pazarlama performansı da öyle. Algı olgunun önünde, söylem ile eylem makası alabildiğine açık.

Peş peşe Ankara’ya gelenlerden Almanya Şansölyesi Merz, yasadışı göçmen seddi ve deposu işlevinin “ücreti mukabili” süreceği müjdesiyle uğurlandı. İngiltere Başbakanı Starmer, Eurofighter Typhoon satışı coşkusuyla daha Esenboğa’da neredeyse zil takıp oynadı. Beyaz Saray’da sırt sıvazlama, sandalye çekme görüntülerinden “itibar” devşirildi. Şarm el Şeyh’te Macron’la kucaklaşmaların, şakalaşmaların ardından Katar Emiri ve Mısır Cumhurbaşkanıyla masadan poz verildi.  

Oysa diplomasi bir “fotoğraf albümü” değil. AB üyeliği bir yana ne vizesiz seyahat, ne Gümrük Birliği güncellemesinden, ne SAFE’ten yararlanmaktan haber var. Kendi başımıza ördüğümüz S-400 meselesi çözülmeden ne F-35, ne F-16 geliyor. CAATSA/NDAA yaptırımları kalkmadan MMU KAAN için GE F-110 motoru yok. Kongre engelinin aşılması dişlerin sıkılıp İsrail’le ilişkilerin bir ölçüde normalleştirilmesine bağlı. Üstelik küresel piyasalardan kaynak bulmak olağanüstü pahalı.

Erdoğan yönetiminde siyaset gibi diplomasi de salt “performans sanatı” görünümünde. Kurnazlıkla “al-ver” üzerinden meselelere yaklaşmak “stratejik akıl” sanılıyor. Kurumsal kimlik, tarihsel yönelim, stratejik vizyon, evrensel değerler, Cumhuriyet ilkeleri bu resimde yok. “Aynalarla kavga” tüm şiddetiyle sürüyor. Kasa tamtakır olduğu için Türkiye’nin gürlese de yağamayacağının tüm ciddi muhataplar farkında.

Diplomatik manevra alanı alabildiğine daraldığı için “oynayamayan” bir Türkiye var.
Erdoğan içeriye başka dışarıya başka bir anlatı kurgulayadursun, dünya dönüyor ama Ankara’nın çevresinde değil. Nitekim 2025 yılı dış gelişmeler bakımından olağanüstü biçimde ivmelenerek bitiyor. Neredeyse “bitemiyor” bile denebilir: Örnek olarak, Pazar günü Zelenskiy, Trump ile Florida’da görüşecek. İsrail Cuma günü Somaliland’ı tanıyan ilk devlet oldu. Şam ile SDG arasında en azından kağıtüzerinde bir uzlaşı açıklanacak gibi duruyor. Gazze’de ise II. Aşama uluslararası askeri gücün Hamas’ı nasıl silahsızlandıracağı çizgisinde takılmış gözüküyor.

Bu durum, Trump’ın gelişiyle iyice güçlenen son dönemin yaygınlaşan genel diplomatik eğilimini doğruluyor. Diplomasi veya devletler arası ilişkiler artık “bir numaralar” arasına sıkışarak, doğrudanlaşıp, olağanüstü hızlanıyor. Karar alma ve siyasa oluşturma süreçleri -ki bu bürokrasinin başat işlevi demek- büyük ölçüde ıskartaya çıkıyor, işlevsizleşiyor, adeta salt kâtipliğe indirgeniyor. Salon alanı biçimlendirmiyor, alanın noterine dönüşüyor.

II. Dünya Savaşı sonrasında ABD liderliğinde kurulan transatlantik düzen 80 yılın ardından birden yok oldu. ABD kendi isteğiyle Trump başkanlığında bu rolden çekildi ve kuruluş ayarlarına geri dönüyor. Vance’in Münih’te Şubat ayındaki konuşmasını NSS belgesi ete kemiğe büründürdü. Buna karşılık Kongre’nin iki yakasının birden uzlaşısıyla çıkan NDAA (savunma bütçesi kanunu) ABD’yi Avrupa’ya ve Ukrayna’nın yanına çıpaladı. NDAA’nin NSS’ten farkı, Trump’ın tüm ağırlığına rağmen bağlayıcı oluşu.

AB’nin ekonomik dev ama siyasal ve askeri cüce konumu da bu yıl iyice perçinlendi. Gazze ve Ukrayna’ya yönelik çifte standart, demokrasilerin dikiş yerlerini, kimlik ve göç konusuyla birlikte zorladı. Filistin’in tanınması böyle geldi. Çin ve Rusya kol kola girdi ama ne Rus pazarı Çin’in zaten üretim fazlası veren imalat sanayii için AB ve ABD’nin yerini tutabilir; ne Rusya, Çin ve Hindistan’a piyasa fiyatının çok altında petrol satarak kendi ekonomisini yaptırımlar altında uzun süre daha ayakta tutabilir.  

Bölgemizde İsrail’in Türkiye’nin “yeni hasmı” olarak belirdiği iddiaları artıyor. Doğu Akdeniz’e yönelik tutarsız yaklaşım Yunanistan ve GKRY’yi İsrail’le ortak bir cephede buluşturdu. Yıl biterken Netanyahu gelecek onyılda savunmaya 110 milyar dolar ayrılacağını ve tümüyle kendine yeterliliğin sağlanacağını duyurdu. Mısır’la da 35 milyar dolarlık doğal gaz ihracat anlaşması imzaladı. İbrahim Anlaşmaları’nın genişlemesi iki devletli çözüm yol haritasının sabitlenmesine; İran’ın nükleer silâh elde etmesinin önüne geçilmesi ise ABD desteğinin alınmasına bağlı.  

Türkiye, Gazze’de önce “Kuvayı Milliye” yaptığı Hamas’ın bu defa nasıl devredışı bırakılacağı konusunda kendine sahnede yer arıyor. O arada Fidan Miami’de Kushner’den “Riviera” sunumu alıyor ve Mehmet Şimşek de Ukrayna, Suriye ve Gazze’yi ima ederek “çevre ülkelerde” 1 trilyon dolar tutarına varacak yeniden imar pastasından pay kapmayı hedef olarak belirliyor.

Küresel açıdan yapay zekâ ve bunun savunma alanında kullanımı, fosil yakıtların tümüyle terk edilmesi arayışları, gelecek umutsuzluğundan ve gelir uçurumundan beslenen yasadışı göç, iklim bunalımı, nüfus aşınımı, nükleer silâhlarda “dehşet dengesi” yaklaşımının yeniden ön plana çıkışı gibi çağ değiştirici nitelikte konular bu yıl da hepimizin zihinlerini ayrıca meşgul edecek veya etmeli. Bunlar fildişi kulelerde entelektüeller arasında konuşulacak değil, devletlerarası ilişkileri kökten dönüştüren ve Türkiye’yi de doğrudan etkileyen konular.

Erdoğan’ın giderek çeyrek yüzyıla varan iktidarında ve 2017’den beri alaturka tek adam rejiminde Türkiye’nin dış politikası kargacık burgacık bir el yazısı gibi okunaksız: NATO müttefiki ama kendini küresel güneyde mi görüyor? Laik Cumhuriyet ama “İslâm ülkesi” olarak mı konumlanıyor? Yine Cumhuriyet ama neo-Osmanlıcı emperyalizm peşinde mi? İhvancılık terk mi edildi, gizlendi mi? Avrupa Konseyi kurucu üyesi ve AB aday ülkesi ama Ortadoğu, hatta düpedüz bir Arap ülkesi mi?

Bu ortam ve bağlamda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçeden aldığı pay sürekli azalırken, son hamle (!) olarak Papua-Yeni Gine’nin başkenti Port Moresby’de Büyükelçilik açıldığı duyuruldu. Fidan durmadan konuşmayı sürdürüyor. O konuştukça amacının aksine koltuğu daha çok tartışılır oluyor. Yerine Kalın’ın mı geçeceği söylentileri ayyuka çıkıyor. Bu dağınıklığı bizler buradan gördüğümüz gibi muhataplarımız da çok yakından izliyor. ABD Büyükelçisi Barrack Ankara’ya ara sıra lütfedip (!) uğrarken, aylardır boş tutulan başkentteki Rusya Büyükelçiliğine de nihayet bir atama yapıldı. Ezcümle, belirsizliklerin daha da derinleştiği bir yılı geride bırakıyoruz. Dilerim gelen yıl gideni aratmaz.

/././

Gazze’de Kuvayi Milliye’yi mi silahsızlandıracağız? 

Trump belki Netanyahu’nun Katar ve Türkiye’yi Gazze’den dışlamak inadını kırmak için çaba gösterebilir. Fakat işlerin Erdoğan’ın umduğu ve Fidan’ın anlattığı gibi gitmediği ortada. Gazze’nin Kuvayı Milliyesi olarak baş tacı edilen İhvan’ın Filistin kolu HAMAS’ın Türkiye-ABD ilişkilerine de epey gölgesi vuruyor.

namık tan 21 aralık

CAATSA yaptırımlarına herkes artık aşina. Açılımının Türkçesi şöyle: Amerika’nın Hasımlarını Yaptırımlar Yoluyla Hizaya Getirme Yasası. “Hizaya getirmek” yerine “karşılamak” da denilebilir ancak bu anlamı tam vermeyecektir.

Başkan Trump tarafından yeni imzalanan FY2026 NDAA ise esasen ABD’nin 2026 mali yılı için savunma bütçe kanunu demek. Tam çevirisi Milli Savunma Tedarik Yasası olabilir. Bu kanunun içinde 2020’den kalan “Section 1245” özetle S-400’den kurtulmadan F-35 edinemeyeceğimizi kayda geçiriyor.

Trump’ın CAATSA’yı askıya alma yetkisi var. NDAA için ise Kongre onayı zorunlu. Dolayısıyla, Dışişleri Bakanı Fidan’ın deyimiyle Trump’la “kişisel dostluk diplomasisi” bir yere kadar geçerli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Trump’ı Kongre’yi iknaya yönlendirebilmesi için ona bir şeyler sunması gerekecek.

Nitekim, Fidan’ın övgülere boğmak için fırsat kaçırmadığı ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, F-35 konusunun önce 2026’nın ilk aylarında çözüleceğini söylemişti. Sonra çark etti ve yasal çerçeveye geri dönerek “ne elinde tutabilir ne kullanabilir” koşulunu anımsatmak zorunda kaldı.

Dolayısıyla, Erdoğan, “meşruiyet” aldığı Trump’a yararlılığını kanıtlayarak ABD yaptırımlarından kurtulmak çabasında. Olumlu katkı sunabileceği işlerin başında da Gazze’de dün “Kuvayı Milliye” olarak nitelediği HAMAS’ın bugün silahsızlandırılması ve devre dışı bırakılması geliyor.

İsrail’de Başbakan Netanyahu ile görüşmesinin ardından Barrack, lastik ayakkabılarını değiştirme fırsatı bulamadan, soluğu Ankara’da Fidan’ın karşısında aldı. Herhalde Barrack’ın da önceliği Türkiye ile İsrail’i aynı hizaya getirmenin yolunu bulmak. Nitekim, bu görüşmenin hemen ardından Fidan cuma günü Miami’deki toplantıya gitti.

Miami’de Özel Temsilci Witkoff’un ev sahipliğinde Katar Başbakanı (ve Dışişleri Bakanı) Mohammed bin Abdulrahman bin Jassim Al Thani ve Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdelatti ile Gazze konusundaki dörtlü toplantıya katıldı. Bu toplantının sonuçları aralık sonu için yine Florida’da Mar-a-Lago’da planlanan ikili zirvede Trump ve Netanyahu tarafından ele alınacak.

Öte yandan, Ekonomi Bakanı Şimşek iş insanlarına geçenlerde yaptığı bir konuşmada 2026 için karamsarlığa gerek olmadığını vurgulayarak, “çevremizdeki ülkelerde” bir trilyon dolara varan tutarda yeniden imar işi çıkacağını ve buradan da büyük pay alınacağını dile getirdi. Şimşek’in sözlerinden anlaşılması gereken Suriye ve Gazze ve hatta ateşkes sağlandığı takdirde Ukrayna da olsa gerek.

Başka deyişle, Erdoğan bir yandan ABD yaptırımlarından kurtulmayı, bir yandan da yeniden imar faaliyetinden yeni bir “voli vurmayı” öngörüyor. Buralardan elde edilecek gelir bir yandan, 2026’da ev sahipliği yapılacak NATO ve COP-31 zirvelerinin şaşası için kullanılacak gibi duruyor. Diğer yandan, 2027 sonbaharında geleceği varsayılan seçim sandığının yolu dış politika açısından bu şekilde döşenmiş oluyor.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymuyor. Haliyle güncel kırılgan ateşkes durumunun böyle sürmesi HAMAS’ın işine geliyor. Netanyahu da rahat durmuyor. Gazze’de HAMAS silâhlı kanadının komutanlarından Raed Saad’ı öldürdü. Gazze Şeridi’nin yarısının işgalini sürdürdüğü gibi iki devletli bir çözümü kabul etmek bir yana bu hedefe gidecek bir diplomatik yolun kâğıda dökülmesini bile reddediyor. Batı Şeria’da sömürgeleştirme de ivmeleniyor.  

Ayrıca, NSS (Ulusal Güvenlik Stratejisi) vizyon belgesi ne derse desin Kongre, Trump’ın elini kolunu Ukrayna, Avrupa, NATO gibi konularda bağladı. Kongre aynı şekilde Ortadoğu’da da İsrail’in güvenliğini öncelemek konusunda da NDAA ile kesin çerçeveyi çizdi. Doğal olarak Netanyahu bu rahatlığının farkında.    

Bu bağlamda, HAMAS kendiliğinden silâhlarını bırakmak veya imha etmek eğiliminde değil. Bu işin yapılması için ISF’in (Uluslararası İstikrar Gücü) kurulması gerek. Ancak, ISF de ancak barışı koruma görevi icra edebilecek, barışı kurma değil. Bunun olması ve Suudi ile Körfez sermayesinin yeniden imara akması için ise iki devletli çözüm ufkunun belirmesi zorunlu.

ISF konusunda CENTCOM öncülüğünde Doha’da geçtiğimiz günlerde düzenlenen toplantıya davetli 45 ülke arasında Türkiye yer almadı. Erdoğan bu dışlanmayı yahut Netanyahu kaynaklı bu vetoyu fazlaca dert etmeyecektir. Zira, buradan hem “haklı mağduriyet” çıkarmak, hem bu netameli görevin siyasal ve gerçek maliyetinden kaçınarak, yeniden imar meyvelerini toplamak işine gelecektir.

Zaten, sorulduğunda Fidan da Şarm el Şeyh’te Trump’ın öncülüğünde Mısır ve Katar’la birlikte altına devlet başkanı düzeyinde imza konulan Gazze anlaşmasına Türkiye’nin “garantör” olmadığını belirtiyor. Söz konusu belgenin anlaşma değil “ortak niyet beyanı” olduğunu ve “garantörlük mekanizması” içermediğini de sözlerine ekliyor.

Bu bakımdan, ya da salt teknik açıdan, Fidan haksız değil. Ancak, toplumun beklentilerini önce yükseltip işine göre kullanmak, ardından iş söylemin eyleme dökülmesine geldiğinde diplomatik gerekçeye sığınmak en hafif deyimle yakışık almıyor. Gazze dosyasında da diğer tüm alanlarda olduğu üzere, algı yönetimi olguların üzerine örtüyor.

Trump, Gazze konusunda ikinci aşamaya bir an önce geçmekte ısrarlı. Barış Kurulu’nda BAE, Britanya, Almanya ve İtalya’nın yer almaya gönüllü oldukları belirtiliyor. Göstermelik Barış Kurulu’nun altında faaliyet gösterecek İcra Komitesi’nde ise ahbap Witkoff ve damat Kushner ile birlikte eski İngiltere Başbakanı Blair ve BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Mladenov’un (Bulgar) bulunmasının Netanyahu tarafından da kabul gördüğü bildiriliyor.

Miami’deki toplantıdan tam olarak ne çıktığı şimdilik belirsiz. Trump belki Netanyahu’nun Katar ve Türkiye’yi Gazze’den dışlamak inadını kırmak için çaba gösterebilir. Fakat işlerin Erdoğan’ın umduğu ve Fidan’ın anlattığı gibi gitmediği ortada. Gazze’nin Kuvayı Milliyesi olarak baş tacı edilen İhvan’ın Filistin kolu HAMAS’ın Türkiye-ABD ilişkilerine de epey gölgesi vuruyor.

/././

T-24


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

soL "Köşebaşı + Gündem" -28 Aralık 2025-

Sermaye, yeni-Osmanlıcılığa nasıl ayak uyduruyor: Bir Koç Holding yöneticisinin portresi -Gamze Erbil-  Koç Holding yönetimine “stratejik da...