9 Ocak 2020 Perşembe

Kerbela paradigması - TAYFUN ATAY / T24


Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin bir sonucu, yıllardır değer kaybı içinde tıknefes olmuş rejimi biraz rahatlatacak şekilde Şiiliğin temel kültü olan "İmam Hüseyin şehadeti"ne atıfla toplumsal tutunum sağlamaya dönük sembolik jestlerin önünün açılması olabilir

Antropolog Michael Fischer, İran İslam Devrimi’nin sıcağı sıcağına yazdığı Iran: From Religious Dispute to Revolution (1980) başlıklı önemli kitabında Devrim’in kitlesel mobilizasyon ve motivasyonunu açıklama yolunda çarpıcı bir anahtar kavram önerisinde bulunur. Bu, "Kerbela paradigması"dır.
Buna göre, Peygamber’in torunu, Ali’nin oğlu, On İki İmam’ın da üçüncüsü "Hz. Hüseyin"in Kerbela’da Emevi Halifesi Yezid’in adamlarınca susuzluk eziyetine de uğratılarak katledilmesinin Şii gelenekteki yeri ve kitlesel tahayyüldeki izi, Şah rejimine karşı halka mücadele azmi aşılamada asli sembolik dinamiği oluşturmuştur.
İran’da İslam devrimine giden yolda hafızalarda en çok yer etmiş slogan da "Kerbela" ve "Hüseyin"e atfen şekillenmiştir ve paradigmayı anlamamıza imkân verir. 1977 yılında (kuvvetli olasılıkla Şah rejiminin istihbarat teşkilatı SAVAK tarafından öldürülerek) hayata veda ettiği için Devrim’i göremese de onun baş ideoloğu sayılan Ali Şeriati’ye ait bu slogan, "Her gün Aşura, her yer Kerbela"dır.
Humeyni, Devrim İran’ında halkı selamlarken
* * *
Emevi devletinin kurucusu Muaviye tarafından halifelik hileyle kendisinden "gasp edilmiş" dördüncü halife Ali’nin küçük oğlu Hüseyin, Muaviye’nin oğlu ve ikinci Emevi halifesi Yezid’in adamları tarafından Kerbela’da katledildiğinde tarih, Hicrî (Kamerî) Muharrem ayının 10’uncu günüdür.
Aşura, Arapça "onuncu" demek.
Dolayısıyla, "Hz. Hüseyin"in ihanet ve hıyanete uğrayarak Kerbela’da Muharrem ayının 10’unda (Aşura) katledilmesi hadisesinden çıkış bulmuş olan, Şiiliğin bu başat mito-dinsel söylemi, 20’nci yüzyılın son çeyreğinde İran’daki devrim sürecinde kritik rol oynadı.
Şah’a karşı sokaklara dökülmüş kitleler onu "Yezid"le özdeşleştirip, Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği günü duyumsayarak mücadele ederken, "Her gün Aşura, her yer Kerbela" şiarı onların avaz avaz dilindeydi.
Devrimin kitlesel bağlamda öncü gücünü oluşturan pazar esnafı ve çalışanları da (Bazaari) 1978’den itibaren pazar yerlerinde bu sloganın yazıldığı pankartları her tarafa asmaya başlamışlardı.
Şah rejimine karşı hiç kuşkusuz sol-sosyalist mücadele de çok etkiliydi devrim sürecinde ama burada temel problem, özellikle kitlesel mobilizasyon sağlama yolunda "söylem" olarak halka yabancılıktı. Oysa İran solu-sosyalizminin de hareket noktası olan adaletsiz, zalim, halkı sömüren bir rejime karşı mücadelede, inançlı Şiî Müslümanı hayatî risk pahasına protesto ve isyan yükümlülüğü altına sokan Kerbela paradigması, basbayağı popülist-devrimci bir mesaj içermekteydi.
* * *
Zulüm karşısında gönüllü kurbanlık sayılan ve "ölüm üzerinde zafer kazanma" anlamına gelen Hüseyin’in şehitliği, diğer deyişle Kerbela paradigması, İslami rejim İran’da kendi konsolidasyonunu sağladıktan sonra da işlerlikte tutuldu.
Rejim-yanlısı ve kitle desteği talep eden siyasi-toplumsal etkinliklerin Kerbela anmasına denk getirilmesine özen gösterildi.
"Paradigma", Şah’a karşı olduğu gibi, Amerika’ya karşı da İsrail’e karşı da ABD iş birlikçisi olduğu düşünülen Sünni-Arap ülkeleri ve yönetimlerine karşı da on yıllar boyu formülleştirilip seferber edildi.
Devrik Şah, İran’ı terk ederken
Bu doğrultuda şimdi İslami rejimin en gözü pek gardiyanı olan ve muazzam kitlesel popülariteye sahip Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi sonrası dini lider Hamaney’in web-sitesinden paylaşılan tasvirî resim de Kerbela paradigmasının yine tazelenip servis edilmek üzere olduğunu düşünmeye kışkırtmakta bizi.
Resimde, cennette bir karşılama töreni izliyoruz: Çoktan Firdevs-i Âlâ’ya vasıl olmuş "Şiî erkân"ın ortasında sırtı bize dönük olarak Süleymani’yi kucaklayıp bağrına basmış İmam Hüseyin ve onun yanı başında olup bitene mağrur bir gülümsemeyle eşlik eden İmam Humeyni!..
Fazla söze hacet yok, rejimin hanidir halk nezdinde kaybettiği kredi ve itibarı yenileme-tazeleme yolunda Kerbela paradigması işte huzurlarınızda!
Kasım Süleymani, cennette İmam Hüseyin'le kucaklaşırken (Bu tasvire dikkatimi çeken Fatih Sarıtaş'a teşekkürler)
İran’da yine her gün Aşura, her yer Kerbela.
Ve herkes Hüseyin… Herkes Süleymani!..
* * *
ABD saldırısının anlık ve pratik bir sonucu bu olur mu olur? Yıllardır ciddi sarsıntı ve değer kaybı içinde tıknefes hale gelmiş rejimin nefesini açacak bir fırsat olarak kullanılabilir bu girişim.
Ben, "İmam Hüseyin’in şehadeti"ne atfen sembolik jestlerin toplumsal tutunum sağlamaya dönük mahiyette yöneticiler tarafından da kitleler tarafından da şu aralar bol bol sergileneceğini tahmin ediyorum.
Hâlbuki daha iki yıl önce bugünlerde İran, artık miadını doldurmuş, zamanın ruhuna alabildiğine aykırı düşmüş, içi çürümüş bir kalın kabuktan ibaret hale gelmiş İslami rejim karşısında patlayan isyana sahne olmuştu. "Hamaney’e ölüm" sloganlarını da İslam Cumhuriyeti’nin son bulması çığlıklarını da hatta devrik Şah’ın oğluna geri dön çağrılarını da içerir raddeye varmıştı gösteriler...
Kimsenin Kerbela paradigmasına rağbet edeceği, onu işlerliğe sokmak isteyeceklere prim vereceği bir ortam ya da iklim yoktu.
Aksine, nasıl ki Şah döneminde petrol zenginliği toplumun yararına değerlendirilememiş ve Batıcı-monarşi petrolü nimet yapamayıp lanet kılarak ekonomik temelde çökmüşse, İslami-teokrasi de benzeri bir noktaya ekonomik sorunlar sonucu, bir yandan yoksulluklar, öte yandan yolsuzluklar nedeniyle sürüklenmekte görünüyordu.
ABD tam da "Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz" dedirtircesine imdadına yetişti İran’da Molla Rejimi’nin…
* * *
Humeyni’ye en büyük iyiliği, Devrim’in hemen ertesindeki kargaşa ve iç-çekişme ortamında Saddam’ı İran’a saldırtarak yapmışlardı.
Şimdi de yozlaşmış Hamaney iktidarına benzeri bir iyiliği, toplumsal katmanlarda büyük sempati ve popülariteye sahip Süleymani’yi "İmam Hüseyin makamı"na yükselterek, böylece Kerbela paradigmasının yeniden işlerliğe sokulması yolunda imkân yaratarak yapmış oluyorlar.
Ama bir yandan da tabii ki hiçbir şey eskisi gibi değil. Humeyni’den bu yana köprülerin altından çok su aktı İran’da.
Dün, "Devrim’in şanlı günlerinde" Kuran’a referansla "müstekbirîn" (ezenler/büyüklenenler) olarak işaret edilen Şah yanlıları karşısında, yine Kuran’a referansla (Marksistleri de yanlarına çekecek şekilde) "müstaz’af" (ezilen) kitlelere öncülük edenler, bugünkü durum ve konumları itibarıyla kendileri "müstekbir" oldular.
Ve dün, Şah rejiminde "müstekbirîn"e karşı Kerbela paradigmasına meyletmiş kitlelerin, İran’da halihazır ekonomi-politik gidişat karşısında zamanla aynı paradigmaya hangi yönde kimlere karşı işlerlik kazandıracağı da hiç belli olmaz.
İran’da 2017 sonu-2018 başı rejim-karşıtı gösteriler

* * * 
Kerbela paradigması, bir dini ritüel olarak "Kerbela matemi"nden çıkar. Bu, özünde bir "kutsal tiyatro"dur. 19’uncu yüzyılda bu bir "drama" olarak sahneye konurken, Hüseyin’in temsil eden karakterin karşısına Yezid’i ve adamlarını canlandırmak üzere zindanlardan toplanan suçlular-hükümlüler konurdu. Öyle ki "oyun"u izleyen ahali, Hüseyin’in acısını o kadar içten-kalpten hissederdi ki öfkeyle kendilerinden geçip Yezid ve adamlarını oynayanlara ölümüne saldırabilirlerdi.
Kerbela paradigması, farklı zaman-mekânlarda bu "drama" sahneye konulurken Yezid ve adamlarının yerine uygun figürleri yerleştirmede hiç zorluk çekmedi. Şah ve takipçilerinin bıraktığı boşluğu Batılı ülkelerin temsilcileri, liderleri kolaylıkla doldurdu.
İşte şimdi de Trump, İran İslam Cumhuriyeti’nin "müstekbirlerine" kendisini İran’da "müstaz’aflar" nezdinde "Yezidlerin en rezili-rezillerin en Yezidi" ilan etme yolunda fellik fellik arasalar bulamayacakları bir koz verdi.
Durum şimdilik bu. Ama bununla birlikte rejimin asıl "müstekbir"lerinin Kerbela anması ve paradigmasında hak ettikleri temsilî pozisyonu alacakları günler de İran’da er ya da geç, ama mutlaka gelecektir.
Tayfun Atay / T24

(Kaynaklar: Dale F. Eickelman, The Middle East and Central Asia: An Anthropological Approach, Prentice Hall, 1998; Cengiz Çandar, Ortadoğu Çıkmazı, Hil Yayın, 1983; Neşet Çağatay, 100 Soruda İslâm Tarihi, Gerçek Yayınevi, 1972)  

‘Aldığın şu hayat, fena değildir… Üstü kalsın’* - BİRGÜN

30 yıl önce bugün aramızdan ayrılan usta şair Cemal Süreya ölüm yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılıyor. Maltepe ve Kadıköy’de yapılacak anma törenlerinin yanı sıra Küçükçekmece’de ise 40 sanatçının ‘Cemal Süreya’yı Anlamak’ sergisi 9 Şubat’a kadar ziyaret edilebilecek.


Türk edebiyatının usta şairlerinden, yazar, çevirmen Cemal Süreya’nın ölümünün ardından 30 yıl geçti. Şair ölümünün 30’uncu yılında bugün bir dizi etkinlikle anılıyor.

Anma törenlerin biri Kadıköy Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilecek. Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği tarafından düzenlenen gece Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği Başkanı Seyyit Nezir ve Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı’nın açılış konuşmaları ile başlayacak. Cemal Süreya’nın “Uçurumda Açan” şiirinin de dizesi olan “Yurdumsun Ey Uçurum!” adı verilen anma programı gazeteci, yönetmen Nebil Özgentürk’ün hazırladığı belgesel gösterimiyle devam edecek. Sunuculuğunu Gülsen Tuncer’in yapacağı gecede Aydan Ay, Mürsel Üstün, Nisa Leyla İbrahim Hacıbektaşoğlu, Fügen Kıvılcımer, Ali Kandaz, Melahat Babalık, Olcay Bağır, Nesrin Karyaldız ve Feridun Andaç şairin sevilen şiirlerinden mısralar okuyacak ve şaire dair konuşmalar yapacak. Gece, Ozan Çoban ve Güneş Demir’in “Süreya’nın Ezgileri” adlı dinletisiyle son bulacak. Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenen program bu akşam saat 20.00’de.

Bir diğer etkinlik ise Maltepe’de Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yapılacak. Cemal Süreya 4’üncü kez düzenlenen “Uluslararası Şiir Buluşması”nda anılacak. Vedat Akdamar, Mesut Şenol ve Emel Koşar moderatörlüğünde Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’ndeki gerçekleştirilecek etkinlikte İran, KKTC, Yunanistan, Rusya, Cezayir, Romanya ve Türkiye’den konuşmacı ve sanatçılar yer alırken Muzaffer Özdemir’ de türküler söyleyecek. Etkinlikte Âba Müslim Çelik, Eray Canberk, Hilal Karahan ve Nuray Gök Aksamaz Cemal Süreya’nın yaşamı ve şiiri üzerine konuşacak. Cemal Süreya’nın sık sık vakit geçirdiği Hatay Restoran’ın sahibi Mehmet Ali Işık’ın arşivinde bulunan Cemal Süreya fotoğrafları ve usta şairin şiirleri ve sözleri kaligrafi sanatçısı Osman Kartaler’in yazımıyla kaligrafi sanatıyla buluşurken Mehmet Ali Işık’ın arşivinde bulunan Cemal Süreya’nın hayatının çeşitli dönemlerini yansıtan fotoğraflardan oluşan bir de sergi açılacak.

40 SANATÇI SÜREYA'YI ÇİZDİ
Küçükçekmece Belediyesi ise şairi, kendi çizimlerinin ve çağdaş sanatçıların yorumlarının bulunduğu özel bir sergi ile andı. Cemal Süreya’ nın kız kardeşi ve yeğenleri de ilk kez bir anma etkinliğine katıldı.

Cemal Süreya’ nın, ilk kez sanatseverlerle buluşacak el çizimlerinin yer aldığı sergi, Atakent Kültür ve Sanat Merkezi’nde ziyarete açıldı. Günümüz sanatçılarından 40 önemli ismin, Cemal Süreya’yı, yaşamı ve eserleri üzerinden ele aldığı sergi, 8 Ocak’ta kapılarını açacak. Açılışta BaBaZuLa’nın kurucusu Murat Ertel, Esma Ertel ve şair, yazar, oyuncu Orhan Alkaya da ortak performansları ile Süreya’nın şiirlerini müzikle buluşturdu.

Sergide, alanlarında uzman 40 sanatçı, Ara Güler, Bahar Oganer, Cemil Ergün, Çağdaş Erçelik, Deniz Gökduman, Devabil Kara, Devrim Erbil, Fırat Bingöl, Fırat Neziroğlu, Görkem Dikel, Güneş Acur, Halime Türkyılmaz, Hülya Sözer, Hüseyin Işık, Hüseyin Rüstemoğlu, İpek Şenel, Mehmet Kavukçu, Nazan Azeri, Nezihe Bilen Ateş, Reşat Başar, Selahattin Yıldırım, Zafer Erkan, Ragıp Basmazölmez, Balkan Naci İslimyeli, Turgay Kantürk, Serdal Kesgin, Raziye Kubat, Şevket Sönmez, Nevhiz Tanyeli, İpek Tekil, Metin Üstündağ, eserleriyle yer alıyor.

‘Cemal Süreya’yı Anlamak’ isimli sergi, Atakent Kültür ve Sanat Merkezi’nde 9 Şubat tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

CEMAL SÜREYA
1931’de Erzincan Pülümür’de dünyaya geldi. Ailesinin ona verdiği asıl isim Cemalettin Seber’di. Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik, Darphane müdürlüğü, Kültür Bakanlığı’nda kültür danışma kurulu üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği ve 25 yıldan fazla da Türk Dil Kurulu üyeliği yaptı. Emekliliğinde, yayınevlerinde danışmanlık ve ansiklopedilerde redaktörlük ve çevirmenlik yaptı.

1960 Ağustos’unda çıkardığı Papirüs dergisini yalnızca 4 sayı yayınlayabildi. Pazar Postası, Aydınlık, Yeditepe, Oluşum, Politika gibi birçok yayın kuruluşunda şiir ve yazılar yazdı. İlk şiirine ‘’Şarkısı Beyaz’’ adını vermişti ve bu şiir 8 Ocak 1953’te ‘’Mülkiye’’ dergisinde yayınlandı. 1950’li yılların başında gelişim gösteren ‘’ikinci yeni hareketi’’ ne katıldı. O daha çok ‘’garip’’ akımının etkisinde gibiydi.

1953’te ilk şiiri ‘’Şarkısı Beyaz’’ın yayınlanmasının ardından dergilerde karikatürleri de yayınlandı Cemal’i edebiyat dünyasına tanıtan şiirine de ‘’Gül’’ adını vermişti. 1955’te ise ‘’Üvercinka’’ ve ‘’Dalga, Güzelleme, Üçgenler, Cigarayı Denize Attım, Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm’’ gibi eserlerini kaleme aldı.

*Cemal Süreya’nın Üstü Kalsın şiirinden

BİRGÜN






Yetenek, azim: Hümeyra - Zeynep Oral


Masa başında çalışırken haber geldi. İKSV’nin Film Festivali Sinema Onur Ödülleri, Hümeyra ile yönetmen Birsen Kaya’ya, Sinema Emek Ödülü ise yapımcı ve dağıtımcı Seher Karabol’a verilecek. Bence harika bir seçim. Üç başarılı kadını da, seçenleri de kutluyorum.
Kimi insan vardır, hayatta ne yaparlarsa iyi yapar, güzel yapar, belli bir kalitenin altına asla düşmez. “On parmağında on marifet” dediğimizin dışında bir niteliktir bu. Yetenek, azim, sabır, bilgi ve zekâ ister... İşte Hümeyra benim için böyle biri.
Müzikte, tiyatroda, sinemada ustalığını çoktan kanıtlamış olan Hümeyra benim çocukluk arkadaşım! İşte bugüne dek söyleşilerimizden bir demet:

***

Çocukken zaten adım zor geliyordu, fazla uzamasın, kolay olsun diye kısa kestim! Bir de yanlış bir şey yaparsam babama ayıp olmasın, rezil olmayayım diye soyadımı hiç kullanmadım.”

Müzik

64-65 yıllarında İngiltere’de, Londra’dayım. Bir mahalle okuluna gidiyorum. Yabancıyım... Öteki olmamak için hep bir yerlere ait olmak istiyorum... Ama bir yandan da aile diplomat... Bu çelişkiler arasında okulun müzik grubuna katılmak bir kurtuluştu. Ekip olmak duygusu bana iyi geldi. Şimdi tam tersi: Aman hiçbir gruba, ekibe girmeyeyim diye bakıyorum...”

Rastlantı sonucu şarkıcı oldu, ama lay lay lom yerine Âşık Veysel, Yahya Kemal, Orhan Veli seçti. Hepsi bilinçli seçimlerdi.

60’larda, müzik toplumsaldı, politikti. Joan Baez, Bob Dylan, Beatles... Müzikle ilgilenmemek olmazdı. O zaman umutlarımız vardı, ışık vardı...”

Umutların, ışığın peşinden, sevdiği şairleri besteledi ve söyledi. Kördüğüm, Sessiz Gemi, Anlatamıyorum, Bendeki Aşk, Yaş 35, Olmasa...

Tiyatro ve sinema
           
Atıf Yılmaz, Ömer Kavur, Çağan Irmak filmlerinin oyuncusu Hümeyra, tiyatro ve sinemayı ayırmaz. Her ikisini de “oyunculuk” diye niteler. “Teknikleri farklı o kadar” der.   

Konservatuvar eğitimi almadım. Alaylıyım. Çalıştığım her tiyatroda, ustalardan öğrendim. Onların eleştirileriyle bir yere geldim: Haldun Dormen, Ayfer Feray, Kamran Usluer, İsmet Ay, Ferhan Şensoy, Ali Poyrazoğlu ve niceleri... Hepsine minnet borçluyum. Şehir Tiyatrosu’na girerken, şarkıcı kız şimdi de oyuncu oluyor dedilerdi.” 
Rivayet o ki, “maymun iştahlıymış”. Doğru mu?

Rivayet değil, hâlâ söylerler. Ama değilim. Yaptığım tüm işler birbiriyle bağlantılı, bir bütün! Bir yanda gazoz fabrikası müdürlüğü bir yanda dağcılık yapmıyorum ki... Müzik, oyunculuk, dans, bale... Çocukluğumdaki bale dersleri bana tempo ve ritim duygusunu verdi. Özellikle komedide, lafa bir an önce, ya da bir an sonra girsen, her şey değişir, bıçak sırtı gibidir. Bale dersleri bedenimi kullanmayı, denetlemeyi öğretti.”

Burası Türkiye... Milletimiz onu sahnelerdeki olağanüstü oyunculuğuyla değil, dizilerle tanıdı. Bir de özel hayatını kendine sakladı, afişe etmedi:
İşimle ilgileniyorum. İşimin dışındakiler, kendi özel hayatım sadece bana ait. O zaman basın seni yok sayıyor... Oysa ben özel hayatımı özel yaşıyorum, herkesle değil.”

İnsan ve kadın

Yaşam boyu sahne, perde korkusu onu hiç terk etmedi:
Hâlâ ilk günkü gibi heyecandan ölürüm. 50 gece oynadığım oyuna çıkarken korkuyorum. Sinemada, kamera karşısına çıkacağım günün gecesi uykumdan korkuyla sıçrıyorum... Ödül almaya sahneye nasıl çıkacağım diye korkuyorum... Mideye kramplar, nefes alamama, boğuluyorum...”

Bu korkuyu kendi içine kapanarak yenmeye çalışıyor. Kalbinin en kırıldığı anlarda da, yalnızlığına sarılıyor. İç sesine kulak veriyor... Resim yapmaya sarılması da bundan. İkinci bir yaşam şansı olsa sadece resim yapar, yazı yazardı. Muhteşem bir öykü anlatıcısıdır!

Oldum olası, toplumsal cinsiyet kalıplarına sıkışmayı reddetti. “Adım Kadın” şarkısını söylediğinde çok gençti!

Bugün olsa o şarkıyı farklı söylerdim. Orda edilgen kadınlık da var. En sevdiğim dize: ‘Adem’in yediği elma hep benden mi sorulur?’ O zaman kadın düşmanlığı ülkemde bunca yaygın değildi. Diz kapağını görünce millet tahrik olmazdı. Etek boyumla başkaları değil, olsa olsa annem ilgilenirdi.” 

Birkaç yıl önce Hümeyra’ya “Ne olacak bu memleketin hali?” dediğimde yanıtı şöyle olmuştu:
Bu politikacılar bizim bütün rollerimizi çaldılar. Sanırsın hepsi birer star! Yıldız! Hiç susmadan konuşmalar! Her yerde onlar! Televizyonlarda onlar, medyada onlar! En çok onların lafı ediliyor. Sanatçıları yerlerinden ettiler! Tiyatro, sinema, sanat, opera, müzik, hepsi magazin eklerine sıkışıp kaldı...”

İlk günden bugüne mizah duygusu hiç ama hiç eksilmedi arkadaşımın!

Zeynep Oral / CUMHURİYET

Onat Kutlar Kadıköy’de Anılıyor - kitapeki.com

Şair, yazar, sinema eleştirmeni Onat Kutlar ölümünün 25. Yılında Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği “Onat Kutlar Bir Şenliktir” adlı programla anılıyor. Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nda düzenlenen anma programı 12 Ocak Pazar, saat 20.00’de.


11 Ocak 1995’te uğradığı bombalı saldırı sonucu 59 yaşında hayatını kaybeden şair, yazar, sinema eleştirmeni ve Türk Sinematek Derneği kurucularından Onat Kutlar anısına düzenlenen gece Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı’nın açılış konuşmasıyla başlayacak. 

“Onat Kutlar Bir Şenliktir” anma programında Hülya Uçansu, Adnan Özyalçıner, Türk Sinematek Derneği kurucularından Cevat Çapan konuşma yapacak ve sanatçı Genco Erkal Kutlar’ın eserlerinden bölümler okuyacak. Zeynep Oral ile Selçuk Metin’in hazırladığı; Zeynep Oral ve Cem Davran’ın sunuculuğunu yaptığı gece piyanist İdil Biret’in vereceği resitalle son bulacak.

Ücretsiz düzenlenen geceye katılım için davetiyeler Süreyya Operası gişesinden temin edilebilir.
kitapeki.com

7 Ocak 2020 Salı

Reşat Nuri Güntekin'in evi yangında küle döndü - BİRGÜN

Yazar Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu adlı eserini yazdığı ev çıkan yangında kullanılamaz hale geldi.

Tekirdağ'da Yazar Reşat Nuri Güntekin'in de bir dönem yaşadığı ev çıkan yangın sonucu kullanılamaz hale geldi.

Ertuğrul Mahallesi'nde kullanılmayan iki katlı tarihi evden dumanlar yükseldiğini gören çevre sakinleri durumu itfaiyeye bildirdi.

Rüzgarın etkisiyle kısa sürede büyüyen ve binayı saran yangın, ekiplerin iki saatlik mücadelesiyle söndürüldü.

Yangın sonucu ev kullanılmaz hale geldi.

Türk edebiyatının önemli isimlerinden Reşat Nuri Güntekin'in "Çalıkuşu" romanının bir bölümünü bu evde yazdığı belirtildi.

Birgün

Kapitalizmin geleceği - HAYRİ KOZANOĞLU

‘Köpeğin insanı ısırması haber değildir’ önermesindeki gibi sosyalistlerin kapitalizmin geleceğini tartışması fazla haber değeri taşımayabilir. Ancak ‘Foreign Affairs’ dergisi 2020’nin ilk sayısının kapağına ‘Kapitalizmin Geleceği’ konusunu yerleştiriyorsa kendileri açısından durum ciddi demektir.

“Köpeğin insanı ısırması haber değildir” önermesindeki gibi sosyalistlerin kapitalizmin geleceğini tartışması fazla haber değeri taşımayabilir. Ancak ABD’nin “derin” düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) “Foreign Affairs” dergisi 2020’nin ilk sayısının kapağına “Kapitalizmin Geleceği” konusunu yerleştiriyorsa kendileri açısından durum ciddi demektir.

Kapitalizm kendinden önce gelen üretim biçimlerinin görece durağan, bu nedenle dini düşüncelerin damgasını vurduğu, tevekkülün egemen olduğu kültürel ortamının aksine hep “daha iyi bir gelecek” vaadi üzerinde yükselmiştir. Gelgelelim geride bıraktığımız 2010’lu yılları, büyümenin zayıf seyrettiği, gelir ve servet dağılımının giderek bozulduğu, küresel iklim değişikliğinin endişe verici etkilerinin hissedilmeye başladığı bir “karamsarlık dönemi” olarak hatırlıyoruz.

Belki de en önemlisi, genç kuşaklar gelecek kaygısı taşırken, anne ve babaları da çocuklarının kendilerinden daha yüksek bir refah düzeyine ulaşacağına artık inanmıyor. Yapay zeka, robot teknolojisi, dijitalleşme söylemleri sade yurttaşta geleceğe yönelik güven duygusu yerine tam tersine tedirginlik, güvensizlik, endişe yaratıyor. Kapitalizm tılsımını, cazibesini yitiriyor; insanlar sağ popülist, tepkici, yerlici ideolojilere savrulmaktan; kurtuluşu sosyalizmde aramaya kadar siyasi yelpazenin farklı uçlarında çıkış yollarına yöneliyor.

İsterseniz böyle kritik bir kavşakta, tartışmalarımıza ışık tutması açısından, kapitalizmin bugünkü çehresine ciddi eleştiriler yöneltilen Foreign Affairs`in ilgili dosyasını özetleyelim.

Kapitalizmlerin Çatışması

“Kapitalizmin geleceği” konulu dosyadaki “Kapitalizmlerin Çatışması” başlıklı yazı Dünya Bankası eski uzmanlarından Branko Milanoviç’in kaleminden çıkmış. Milanoviç incelemesine, yerküre üzerinde küçük istisnalar dışında ekonomik üretimin aynı yöntemle organize edildiği saptamasıyla başlıyor: Emek gönüllülük temelinde arz ediliyor, sermaye büyük ölçüde özel ellerde toplanmış durumda, üretim adem-i merkeziyetçi biçimde koordine ediliyor ve kâr motivasyonuna dayanıyor.

Dünyada başlıca iki tip kapitalizm bulunuyor; ABD’nin başını çektiği Avrupa, Japonya, Hindistan gibi ülkelerde geçerli “liberal kapitalizm” ve Çin’in öncülük ettiği Rusya, Singapur, Vietnam, Cezayir gibi farklı coğrafyalarda egemen “politik kapitalizm.”

Liberal kapitalizm, halkın onayını almayı gerektirir; düşen ekonomik büyüme hızı, çevre kirliliği, ortalama yaşam süresinin gerilemesi gibi bir sorunla karşılaştığı zaman demokratik iradeyle hatayı düzeltme özelliği taşır. Politik kapitalizm ise ekonominin daha yetkin yönetilmesi sonucu daha yüksek ekonomik büyüme temposu yakalamak avantajına sahiptir.

Milanoviç’e göre tehlike, liberal kapitalizmin giderek artan gelir ve servet eşitsizliklerinin derinleşmesiyle politik kapitalizme yakınsamasıdır. Ekonomik ve politik güç aynı ellerde toplandıkça plütokrasi, yani zenginlerin yönetimi devreye girecektir. Liyakate dayanma iddiasındaki liberal kapitalizmde ekonomik güç politik alanı fethedecektir. Politik kapitalizm ise, politik konumun ekonomik yararlar sağlamasına dayanır. Böylelikle iki sistem aynılaşacaktır: ayrıcalıklı azınlığın safları sıklaştırması ve elitlerin konumlarını gelecekte de koruması durumu ortaya çıkacaktır.



Yoksulluk Nasıl Biter?

“Yoksulluk Nasıl Biter?” makalesi 2019 Nobel ekonomi ödülü sahibi Abhijit Banerjee ve Esther Duflo’nın çözüm önerilerini yansıtıyor. Yazarlar 1990’dan sonra, dünyadaki “aşırı yoksul” sayısının 2 milyardan 700 milyona düştüğünü, ancak bu umut veren tablonun büyük ölçüde Çin ve Hindistan’ın son dönemlerdeki yüksek büyüme hızlarından kaynaklandığını söylüyorlar. Böyle bir büyüme temposunun yakalanmasının kanıtlanmış bir formülü bulunmadığından hareketle, yoksulluğu azaltma programlarına sarfedilen kaynakların er veya geç o ülkenin gelecek performansını olumlu etkileyeceği savını öne sürüyorlar.

Çocukları önlenebilir hastalıklardan ölen, okullarında öğretmen bulunmayan, mahkemeleri yığılmış davaları bir türlü karara bağlayamayan ülkelerin tüm enerjilerini bu sorunların çözümüne yoğunlaştırmaları gereğinde ısrar ediyorlar. Büyüme hızına fazla takılmadan, bir ülkenin yurttaşlarının refahını artıracak adımlara öncelik vermesinin önemini vurguluyorlar.

Böylelikle bir ekonomide büyüme lokomotifi bir kez harekete geçince ancak nüfusu daha eğitimli, daha sağlıklı, daha geniş bir ufka sahip ulusların atılım gerçekleştirebileceğini düşünüyorlar. Küreselleşme sürecinin galipleri arasında ideolojik nedenlerle insan kaynağına yatırım yapan Çin ve Vietnam ile komünizm korkusuyla benzer politikalara başvuran G.Kore ve Tayvan’ın bulunmasının rastlantı sayılamayacağını belirtiyorlar.

Stiglitz’den vergi açılımları

Joseph Stiglitz, Todd Tucker ve Gabriel Zucman’ın “Neden Kapitalizm Kurtuluşu Vergilemeye Bağlı ?” makalesi başlıktan da anlaşılacağı gibi aslında küresel piyasa ekonomisi içerisinde bir arayışa denk geliyor. Bilindiği gibi Stiglitz Nobel ödüllü bir isim; Zucman ise Thomas Piketty ekolünden “servet dağılımı bozukluğu” üzerine çalışan genç bir ekonomist. Yazıda kamunun yollar, limanlar inşa etmek; eğitim ve sağlık gibi temel sosyal hizmetler sağlamak; temel araştırmaları fonlamak gibi asli fonksiyonlarını icra etmesinin sağlıklı gelir kaynakları gerektirdiği hatırlatıldıktan sonra, çok uluslu şirketlerin vergi yükümlülüğünden kaçınma için karlarını nasıl vergi cennetlerine park ettikleri örnekleniyor. Cayman adaları, Panama, İsviçre gibi yerlerin Apple benzeri teknoloji şirketlerinin de vergi kaçırmak için gözdesi olduğu gözler önüne seriliyor. Trump dönemi vergi indirimlerinin iddia edildiği gibi büyümeyi, dolayısıyla gelirleri artırmak, yatırımları canlandırmak yerine şirketleri kendi hisselerini satın almaya, bu yolla borsalarda köpük yaratmaya hizmet ettiğininn altı çiziliyor.

Çözüm olarak da temettüleri, sermaye kazançlarını, emlaktaki değer artışlarını vergi muafiyetinden yararlandıran, buna karşın sade çalışanların ücret gelirlerine daha yüksek vergi oranları uygulayan sistemin tümden değişmesi öneriliyor. Demokratik Parti başkan adayı Elizabeth Warren’ın serveti vergilendirme planı destekleniyor. Servet ve gelir vergisinden kaçınma eğilimine karşı hükümetlerarası işbirliği yapması yanında, ticaret uyuşmazlıklarının çözümü misyonunda işlevsizleşen Dünya Ticaret Örgütü’nün küresel vergi sisteminin reformu konusunda devreye sokulması teklif ediliyor.

Neoliberal Çöküş

Yeni Ekonomi Vakfı’nın (New Economics Foundation) yöneticisi Miatta Fahnbulleh’in “Neoliberal Çöküş” başlıklı makalesi, serbest piyasalara, kuralsızlaştırmaya, küçük hükümetlere dayanan ve 40 yıldır hüküm süren neoliberal itikatın artık sınırlarına dayandığı saptamasıyla başlıyor.

Fahnbulleh giderek tırmanan eşitsizlikler ve adaletsizlikler sonucu kapitalizmin cazibesini yitirdiğini, sosyalizmin onaylanma oranının yükselişe geçtiğini örnekledikten sonra, demiryolları, elektrik ve su dağıtımı gibi özelleştirilen temel hizmetlerin tekrar kamu mülkiyetine alınmasının hızla taraftar bulduğunun altını çiziyor.

Yazara göre, merkezi otorite ve devlet mülkiyetine dayanan modelin yerine kaynakların yerel ve kolektif kontrolü temelinde dağıtıldığı alternatiflerin tartışılması gerekiyor. Ayrıca büyük ölçüde kapitalist üretim sisteminin bir sonucu olan küresel iklim değişikliğine karşı, canlı ve sağlıklı bir doğal çevreyi hedefleyen bir ekonomik modele gereksinim duyuluyor.

Fahmbulleh`in önerdiği tasarım, kamusal mallar üretimi ve temel altyapının kamunun sorumluluğunda bulunması, kooperatiflerin ve kolektif mülkiyete dayalı işletmelerin yaygınlaşması, özel işletmelerde çalışanların mülkiyet ortaklığı yanında karar süreçlerinde söz sahibi olmasını da içeriyor.

Kısacası solun günümüzde temel hareket noktalarının ipuçlarını vermek açısından çok yararlı metinle karşı karşıyayız.

Kapitalizm güzellemesi
Dosyanın son makalesi bin dereden su getirerek kapitalizmin erdemlerini sayıp döken Jerry Z. Müller’in güzellemesi. Yazar Demokratik Parti başkan adayları Bernie Sanders ve Elizabeth Warren’ın “servet vergisi” önerilerinin aslında ekonomiyi boğacağı, yenilikçiliği körelteceği varsayımından yola çıkıyor. Eşitsizlikleri azaltayım derken uygulanacak vergilerin, getirilecek düzenlemelerin ekonomik büyümeye, teknolojik atılımlara, bireysel özgürlüklere ket vuracağını öne sürüyor.

Servet vergisinin yürürlüğe girmesi halinde şirketlerin yatırım yapmak yerine ellerindeki nakiti vergiye akıtacağını, borsadaki hisse senetlerini satmak zorunda kalacağını söylüyor. Kişilerin servetinin vergi matrahına temel olmasının “mahremiyete müdahale” anlamı taşıyacağını iddia ediyor. Ancak Trump döneminde tüm vergi indirimlerine karşın yatırımların, verimliliğin neden belirgin biçimde artmadığını gündeme getirmiyor.

Apple, Amazon, Facebook, Google, Microsoft benzerlerinin vergi için yakasına yapışmak yerine hayatımıza kattıkları için şükran duymamız gerektiğini vazediyor. İklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlarına karşı çözümler bulmak için şirketlerin nasıl canla başla çalıştığı tezini ortaya atıyor (İster istemez insana yalanın kuyruklusu bu olmalı dedirtiyor).

Kısacası, “kapitalizm cephesinde yeni bir şey yok”, bayat tezleri yeni teknolojiler ışığında güncellemenin ötesinde…

HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN

'Ödülünüzü alın, tanrıya ve menajerinize teşekkür edin ve s... olup gidin' - SOL

İngiliz komedyen ve oyuncu Ricky Gervais, 77. Altın Küre Ödülleri’ndeki açılış konuşmasında ABD'nin sinema sektörü ile alay etti.


Altın Küre Ödülleri’nin sunuculuğunu yapan İngiliz komedyen ve oyuncu Ricky Gervais 77. Altın Küre Ödülleri’nin açılış konuşmasını yaptı.

Gervais, konuşmasında ABD'nin sinema sektörü ile alay etti.

'ÇALIŞTIĞINIZ ŞİRKETLERE BİR BAKIN. BURADA HALKA DERS VERECEK POZİSYONDA DEĞİLSİNİZ'
Gervais'nin oyuncuları, filmleri ve şirketleri diline doladığı konuşmasının en çarpıcı bölümü, "sektörün" ekonomik temelleri ve sanatçıların politik kisveleri arasındaki çelişkiye işaret ettiği şu cümlelerdi:

-Apple, The Morning Show'la televizyon işine girdi, Çin'de çalışma koşulları kötü işletmeleri olan bir şirketten haysiyet ve doğru iş yapmanın önemi üzerine müthiş bir dram. Yani, uyanık olduğunuzu söylüyorsunuz, ama iş yaptığınız şirket Çin'de. 
-Çalıştığınız şirketler inanılmaz. Apple, Amazon, Disney... IŞİD çevrimiçi bir platform kursa görüşmeler için hemen menajerinizi ararsınız değil mi? O yüzden bu akşam bir ödül kazanırsanız, bunu siyasi bir konuşma yapmak için bir platform olarak kullanmayın, tamam mı? Halka ders verecek pozisyonda değilsiniz. Gerçek dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. Çoğunuz okulda Greta Thunberg’den daha az zaman geçirdiniz. Eğer kazanırsanız, gelin, küçük ödülünüzü kabul edin, menajerinize ve tanrınıza teşekkür edin ve s…ir olup gidin.

KESKİN HİCİV Mİ, SARAY SOYTARILIĞI MI?
Gervais 2009 yılından bu yana birkaç yıl dışında Altın Küre ödül törenlerinin sivri dilli sunucusu olarak sahne alıyor. Salonda bulunanlara soğuk terler döktüren, bir kısmı oldukça müstehcen sivri şakalarıyla kendinden söz ettiren Gervais'nin hemen her yıl tekrarladığı bir şakaysa sivri dilliliği yüzünden bir sonraki yıl kendisine sunuculuk teklif edilmeyeceği esprisine dayanıyor.

Gerçekten de Gervais'nin 12 yıldır süren Altın Küre macerasında boş geçilmiş yıllar da var.
Bu "Gervais, sinema dünyasının asi ve sivri dilli fırlamalığını mı yapıyor, yoksa bir saray soytarısı mı" sorusunu haklı kılıyor. Altın Küre törenlerinde sert hicivlerden her zaman pay alan kurum Hollywood Yabancı Basın Birliği. Kurum, belli ki Gervais'nin hicivlerinden memnun: Gervais'nin skandalların dozunu kaçırdığı birkaç dönem dışında sunuculuğu ondan istiyor.

EURONEWS: BİR GRETA BİN AYIP ÖRTER
Gervais'nin Altın Küre'deki sunuş konuşmasının dünya basınına yansımaları içinde bir örnek özel olarak değinilmeyi hak ediyor. Euronews Türkiye, törenle ilgili "YORUMSUZ" video twitinde Gervais'nin şu sözlerini öne çıkardı:
"Ödül alırken politik mesaj vermeyin. Kimseye ders verecek durumda değilsiniz. Birçoğunuz Greta Thunberg kadar bile okula gitmedi" 

GERVAİS'DEN ZOR LOKMALAR
Gervais'in konuşmasından başka bazı başlıklarsa şöyle:

-Bu gece limuzinle geldim ve plaka Felicity Huffman tarafından yapılmıştı… Kızı için üzgünüm, tamam mı? Bu onun başına gelmiş olan en utanç verici şey olmalı. Babası da Wild Hogs filmindeydi.
-Bu gece burada birçok büyük ünlü var. Yani, efsaneler, ikonlar… Şu masada Al Pacino, Robert de Niro, Bebek Yoda – Oh, hayır bu Joe Pesci.
-Sapkınlardan bahsetmişken, pedofili filmler için büyük bir yıldı -‘Surviving R. Kelly,’ ‘Leaving Neverland’… ‘Two Popes’?
-Herkes Netflix’i izliyor. Bu törene sadece benim çıkıyor olmam gerekiyordu. ‘Her şeyi kazanırsın, Netflix, iyi geceler. ‘Hayır, üç saat boyunca buradayız. Bu şovu izlemek yerine ‘After Life’ı izleyebilirsin. After Life, eşi kanserden öldüğü için kendini öldürmek isteyen bir adam hakkında bir dizi ve hâlâ bundan daha eğlenceli. 
-Once Upon a Time… in Hollywood, yaklaşık üç saat uzunluğunda. Leonardo Di Caprio prömiyere katıldı ve film sona erdiğinde sevgilisi artık onun için fazla yaşlıydı.
-Dünya James Corden’i şişman bir kedi olarak görmeli. Ayrıca ‘Cats’ filmindeydi ama kimse bunu görmedi. 
-Dame Judi Dench, Cats’de oynadığı rolü bunun için doğmuşum diyerek savundu – bir sonraki şakayı yapamam…

SOL