10 Nisan 2020 Cuma

Eski Sovyet cumhuriyetlerinde koronavirüs tepkisi: Eskiden çok farklı - SOL DIŞ HABERLER

Ülkelerin ilk günden beri Covid-19'u, bulaşıcılık oranını ve etkileme şiddetini algılamada kimi farklılıklar oluştu. Dünyanın koronavirüs salgınıyla boğuştuğu bu günlerde, eski Sovyet coğrafyasında neler olup bittiği de SSCB dönemi ile karşılaştırma yapmak açısından fikir verdiği için bir kat daha önem kazanıyor.


Kapitalizm dünya genelinde en can alıcı yerden, insanların sağlığı üzerinden kendi sınavını veriyor, daha doğrusu veremediğini, sağlık yapılanmasının özelleştirilmesinin hangi boyutlara ulaştığını acı örnekler üzerinden görüyoruz. Peki eski Sovyet cumhuriyetleri bu süreçte ne yapıyor?

'BİZ NE VİRÜSLERE DAYANDIK BUNA DA DAYANIRIZ'

Geçtiğimiz günlerde basına ‘virüsü umursamayan ülke’ olarak yansıdı Belarus. Ülke Cumhurbaşkanı Lukaşenko taraftarların önünde buz hokeyi oynadı. 65 yaşındaki Cumhurbaşkanı, köyde traktörde çalışmanın ‘herkesi iyileştireceğini’ söyleyerek, ‘Dünya corona virüsle ilgili tüm bu tartışmalardan dolayı delirdi. Biz ne virüslere dayandık, buna da dayanırız. Panik bize virüsten daha fazla zarar verebilir’ dedi.
ABD'deki Johns Hopkins Üniversitesi’nin derlediği verilere göre ise, Belarus’ta 6 Nisan tarihine kadar 700 kişide Covid-19 vakası tespit edildi.
Türkmenistan’da ise, dünya çapındaki salgından söz eden kişilerin tutuklanma riski altında olduğu belirtiliyor. Buna göre, maske takan veya otobüs durakları ile dükkanlarda salgından söz eden kişilerin sivil polis tarafından göz altına alındığı basına yansıdı. Henüz hiç vakanın açıklanmadığı ülkeyle ilgili, Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, bu kararın ardından yaptığı açıklamada, Türkmenistan devletinin salgına dair tüm bilgiyi bastırarak vatandaşlarını tehlikeye attığı eleştirisinde bulundu. 
Çin'in sınır komşusu Tacikistan ise Covid-19 vakasının bulunmadığı açıklanan çok az sayıdaki ülkeden biri olmasıyla dikkat çekiyor. Koronavirüsün Wuhan'da ortaya çıkmasından hemen sonra 30 Ocak'ta Çin ile sınırını kapatan Tacikistan, daha sonra Afganistan ve Özbekistan ile de tüm kapıları kapadı. Son olarak Covid-19 vakası tespit edilen Kırgızistan ile de sınır geçişilerini yasakladı.
Ancak komşu ülkelerin çoğunda, 21 Mart'taki etkinlikler iptal edilirken Tacikistan'da bu bayram binlerce kişinin katılımıyla kutlandı. Ülkede okullar dezenfekte edildi ancak tatil edilmedi, futbol maçları ertelenmedi. Futbol takımları kısa süre sonra başlayacak yeni sezon hazırlıklarını sürdürüyor.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Ermenistan, Çekya gibi ülkelerde ise virüsle mücadele kapsamında kimi önlemler alınıyor. Ermenistan hükümeti, Covid-19 salgını nedeniyle ülke genelinde 16 Nisan'a kadar olağanüstü hal ilan etti. Çekya’da ise11 Nisan’a kadar sokağa çıkma yasağı kararı alınmış durumda.
Ukrayna’da ise 3 Nisan itibariyle bine yakın vaka ve 23 ölüm söz konusuydu. Ukrayna hükümetinin ise, konuyu Rusya ile girilen bir yarış olarak görmesi, ülkedeki vaka sayısının Rusya’dan dört kat az olmasının dillendirilmesi dikkat çekiyor. Öte yandan Ukrayna’daki test sayısının çok sınırlı olduğu biliniyor. 2014 sonrası ise ülkedeki acil servis hizmetlerinin ve polikliniklerin ciddi oranda azalmış olması bir diğer dezavantaj olarak kendini gösteriyor. Kiev başta olmak üzere, ülkenin batı illeriyle bağı olup Avrupa’da çalışan nüfusun oranının yüksek olması da Ukrayna’yı virüsün hedefi olan ülkelerden biri haline getirmiş durumda.
Görünen o ki, basına yansıyan bu örneklere bakıldığında, bu coğrafyada da kapitalist dünyanın kalanından pek farklı bir tablo karşımıza çıkmıyor.

PEKİ ÖNCEDEN?

SSCB’nin yıkılmasının ardından başta Rusya olmak üzere Birlik’in pek çok ülkesinde, siyasal yapının değişimine karşın yaşam haklarındaki kazanımların sürdürülmesi kısa bir süreliğine de olsa bir süre daha engellenemedi. Bunların başında gelen sağlık örgütlenme modeli ve uygulanma biçimi, çok derin yapısal değişikliklere uğramaksızın ve kesintisiz olarak varlığını bir süre daha sürdürmeyi başarabildi.
Sağlık hizmetindeki yaklaşımın kısa bir süreliğine de olsa önemli bir değişikliğe uğramamasının nedeni, SSCB’ye has sağlık anlayışının hiçbir toplumsal grup ya da oluşuma ayrıcalık tanımadan her kesimi sağlık hizmetinden yararlandırmaya özen göstermiş olmasıydı.
Sovyetler Birliği'nde özellikle devrimin ilk yıllarında sağlık alanında atılan önemli adımların başında, hastalıkların toplumsal kökenleri ile mücadele etmesi amacıyla, sanitasyon ve epidemiyoloji departmanlarının oluşturulması geliyordu.
1925'de, sanitasyon ve hijyen eğitimi ile bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye, sağlık bütçesinin yüzde 2.6'sı harcanıyordu. Yine, 1925'de Tıp Eğitimi Konseyi, tıp eğitiminin amacının ‘hekimlerin sadece hastalık ile biyolojik süreçler arasındaki bağlantıyı değil, varolan toplumsal yaşamı ve dünya olaylarını anlamaya yardımcı olacak yeterli sosyal bilim temeline sahip olmaları, sadece hastalıkları tedavi için değil, onları önlemek için bilgi ve beceri yolu ile yetiştirilmeleri’ olduğunu vurgulamıştı.

YALNIZCA TEDAVİ DEĞİL AYNI ZAMANDA KORUNMA

Bu amaçla, 1924 yılında tıp eğitimi şu ilkelerden hareketle yeniden tanımlanmıştı;
1- Hazırlık olarak biyoloji ve fizikokimya yı kapsayan ciddi bir temel bilimler eğitimi verilecek,
2- Sosyal bilimlere yeterli düzeyde yer verilecek,
3- Organizmanın çevreyle olan ilişkisinin çözümlenebilmesi için mutlaka gerekli olan materyalist düşünce özümsenecek,
4- Hastaların çalışma yaşamı ve yaşam biçimi göz önüne alınarak değerlendirilmesi sağlanacak,
5- Hastalıklara yol açan mesleksel ve sosyal koşullara sadece tedavi açısından değil korunma için de önem verilecek.
SSCB’nin kurulmasıyla bulaşıcı ve kolay önlenebilen hastalıkların pek çoğunun yok edilmesi için radikal önlemler alınmaya başlanmıştı. Özellikle iç savaşın sona ermesinin ardından oluşturulan yeni düzenlemelerle, anne ve bebek ölüm hızı, yaş ortalaması, genel ölüm hızı, enfeksiyon hastalıklarının sıklığı gibi sağlık parametreleri açısından önemli ilerlemeler kaydedildi. Kapitalist ülkeler tarafından büyük bir kuşatma altında tutulan SSCB, her şeye rağmen insan sağlığını en öncelikli gündem maddelerinden birisi olarak ele almıştı. Tıpkı, bugün her türlü yokluğa karşı halkına ve ihtiyaç duyan diğer ülkelere en nitelikli sağlık hizmetini sunmaya çalışan Küba gibi…

SOSYALİST SAĞLIKTAN PİYASACI SAĞLIĞA

Ancak SSCB’nin yıkılmasının ardından eski sosyalist ülkeler kazanımlarını birer birer geri vermeye başladılar.  Ekonomiler piyasalaştıkça sağlık göstergeleri de hızla piyasalaştı. Bebek ölüm hızları arttı, kolay önlenebilir hastalıklar yüzünden insanlar ölmeye başladı. Bulaşıcı hastalıkların patlamalar yaptığı görüldü. Difteri, tüberküloz, boğmaca, kızamık, kolera, brusella gibi bulaşıcı hastalıklarda korkunç düzeyde artışlar oldu.
Özellikle devrimin ilk yıllarında ‘hekimlerin sadece hastalık ile biyolojik süreçler arasındaki bağlantıyı değil, varolan toplumsal yaşamı ve dünya olaylarını anlamaya yardımcı olacak yeterli sosyal bilim temeli; organizma ve çevre arasındaki ilişkiyi doğru anlamak için gerekli olan materyalist bakış açısı; hastanın ev yaşamı ve çalışma koşullarını dikkate alan sosyal hizmet bakış açısına sahip olmaları ve sadece hastalıkları tedavi için değil, onları önlemek için bilgi ve beceri yolu ile yetiştirilmeleri’ olduğunu vurgulayan bakış açısı gün geçtikçe yerini özel hastanelere, kamu ve özel hastalerde çalışan hekimler arası ayrıma, toplumcu bir sağlık anlayışının yerini piyasacı bir sağlık anlayışına bırakmaya başladı.
Şimdi gelinen noktada özellikle 1990 sonrası uygulanan politikaların bu coğrafyadaki ülkeleri hangi noktalara getirdiği açıkça farkediliyor. Koronavirüs başlığında ülkelerin izlediği tavrın tamamen bir örtbas etme, önemsememe ya da dünyanın kalanında olduğu gibi parçalı bir dizi önlemler alma yönünde olduğu görülüyor.
SOL DIŞ HABERLER

9 Nisan 2020 Perşembe

Virüsler gezegeni - Kadim Laçin / duvaR.

Bugünlerde korona virüsüyle boğuşan dünya, geçmiş yıllarda milyonlarca insanın ölümüne yol açan virüslerle savaştı. Dünya nüfusunun 1 milyar olduğu 1400-1500'lü yıllarda veba salgını 30 milyon can aldı. 1957 yılında Çin'de ortaya çıkan Asya gribi 4 milyon kişiyi öldürürken, Birinci Dünya Savaşı sonrası görülen İspanyol gribi 500 milyon kişiye bulaştı, 50 ila 100 arasında ölümle sonuçlandı. AIDS'den kaynaklı ölümler yarıya yarıya azalsa da yılda yaklaşık 1 milyon kişinin canına almaya devam ediyor. Koronaya karşı mücadelenin sonucunu da verilecek bilimsel mücadele belirleyecektir.



AIDS virüsü dünya çapında 78 milyon kişiye bulaştı ve 40 milyondan fazla kişinin AIDS’le bağlantılı hastalıklardan ölmesine neden oldu. Sadece Afrika’da resmi rakamlara göre 37.5 milyon insan öldü.. 1981-2016 arasında yani 35 yılda yaklaşık 40 milyon kişi dünya da hayatını kaybetti!
  165-180 yılları arasında Roma İmparatorluğu'nda ortaya çıkan veba, günde iki bin kişinin ölmesine sebep olan, dünyanın ilk büyük salgınlarından biriydi.
HIV ve AIDS’in tarihi:
HIV’in öyküsü, 5 Haziran 1981’de ABD’nin Atlanta’daki Hastalık Kontrol Merkezi’nin (HKM) 5 kişide genellikle bağışıklık sistemi çökmüş kişilerde görülen ender bir zatürree türüne rastlamasıyla başladı.
1982’de hastalığa Acquired Immune Deficiency Syndrome’un (Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu) kısaltılması olan AIDS adı verildi. HKM, hastalığın cinsel ilişki, sevişme, öpüşme ve kan yoluyla bulaştığını saptadı.
Avert adlı Birleşik Krallık merkezli uluslararası HIV ve AIDS yardım derneğine göre, HIV virüsünün kaynağı Orta Afrika. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başkenti Kinşasa’dan yayıldığı düşünülüyor. Dünya da bir çok bağımsız kurumun da ortak düşüncesi virüsün Afrika’dan yayılmaya başlaması yönündeydi.
AIDS de hayvanların sevişmesinden denilmişti. Bilim insanları HIV’in maymun ve kuyruksuz maymunlarda görülen Simian bağışıklık sistemi bozucu virüs ya da SIV’ın bir mutasyonu olduğuna inanıyor. Virüsün avcıların kırsal arazide et ararken enfekte olmuş kanla temas etmesi sonrası insanlarda yayılmış olabileceği belirtiliyordu. Bilim insanları 1984’e kadar HIV’in AIDS’e yol açtığını kanıtlayamamış olsa da Kinşasa’da yaşayan bir erkekten 1957 yılında alınmış kan örneğinde HIV virüsüne rastlandığı doğrulandı.
2017 resmi verilerine göre ABD’de şu anda 1,1 milyon insan HIV virüsü taşıyor. Bunlardan yaklaşık yüzde 15’inin virüsü taşıdığının farkında olmadığı tahmin ediliyor. Birleşik Krallık’taysa şu anda 101 bin kişide HIV virüsü bulunuyor. Britanya’da her yıl 5 bin yeni vaka tanımlanıyor. Doğu ve Güney Afrika’da 15 ile 49 yaş arasındaki nüfusun yüzde 7’si HIV pozitif. 2018’de bu bölgelerde 800 bin yeni HIV enfeksiyonu tespit edildi.
Türkiye’deyse Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 1985 yılından 30 Haziran 2019 tarihine kadar bildirimi yapılan 20 bin 202 HIV pozitif kişi ve 1786 AIDS vakası mevcut.
TÜRKİYE’DE HIV İLE YAŞAYANLARIN YARISI FARKINDA DEĞİL
Ancak Pozitif Dayanışma’nın 1 Aralık Dünya AIDS Günü’ne ilişkin yaptığı açıklamada Türkiye’de HIV ile yaşayan kişilerden yüzde 49’unun bu bilginin farkında olmadığı belirtildi. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2017 yılına kadar HIV pozitif kişilerin yüzde 62’si tedavi gördü ve yüzde 53’ü virüsü başka kişilere bulaştırmayacak şekildebaskılamayı başardı. 1 Aralık Dünya Sağlık ve AIDS “le mücadele günü ilan edilmişti ve hala siyah kurdele takılıp 1 Aralık anlamlandırılıyor yaşadığımız dünya da.
15 TRİLYON DOLAR HARCANDI
Dünya 35 yılda yaklaşık 12 T-trilyon dolar AIDS-HIV virüsünü engellemek için harcadı, ilaç ve diğer masraflarla bunun enaz 15 trilyon dollar olduğu da vurgulanıyor. Afrika da kişi başına 5000 dolar AIDS’e karşı harcandığı biliniyor. BM, Dünya bankası, yardım kuruluşları, vakıflar ve bireysel yardımlara rağmen Afrika’da 37.5 milyon ve dünya çapında yaklaşık 40 milyon kişi 35 yılda AIDS ten öldü. Bugün AIDS tamamen yok edilemedi ancak büyük oranda kontrol altına alındı.. Hala bu virüsü taşıyan veya tedavi olanların olmasına rağmen son yıllarda AIDS önemli gündem oluşturmuyor.
2020 yılına gelindiğinde artık AIDS unutuldu ve söz eden kalmadı, bu yılın moda virüsü korona oldu.
AIDS-HIV virüsü ve diğer bulaşıcı hastalıklarda en büyük kazancı uluslararası İlaç firmaları sağladı. ABD, Alman, İngiliz ve İsviçre merkezli dev tekeller şimdi de yeni virüs korona için hummalı bir çalışma içerisindeler.
DEV İLAÇ FİRMALARI ve YILLIK SATIŞLARI
1- Pfizer – ABD – Bütçesi 53.7 milyar dolar,
2- Bayer – Almanya – Cirosu 51 milyar dolar,
3- Roche – İsviçre – ABD – Bütçesi 45.6 milyar dolar
4-Johnsonn & Johnson – ABD – Bütçesi 40.7 milyar,
5-Sanofi- Fransız – 39.3 milyar dolar,
6-Merck & Co -ABD, Bütçesi 37.7 milyar dolar bütçesi,
7-Novartis – İsviçre – Bütçesi 34.9 milyar dolar,
8-AbbVie -ABD, Bütçesi 32.8 milyar dolar,
9-Amgen -ABD,US – Bütçesi 23.7 milyar dolar,
10-GlaxoSmithKlin – İngiltere – Bütçesi 23 milyar dolar,
11- Bristol-Myers Squibb (BMS) -ABD, Bütçesi 22.6 milyar dolar.
Eğer biyolojik üretimsel bir salgın değil ise virüs salgını bilimsel çalışmalarla yok edici ilacı elbette bulunur. Doğa da üreyen herşeyin mutlaka karşıtı da mevcuttur.
VİRÜSLER DÜNYASI
Sadece son bir asırda çok sayıda virüsle tanıştık. Son 2 bin yılda cok sayıda veba salgını yaşandı. 1400-1500’lü yıllarda yaklaşık 30 milyon insan salgınlardan ölürken, dünyanın tamini nüfusu yaklaşık 1 milyardı… Kolera virüsü dünyayı yaşanmaz hale getirmişti. 1914-1920 yıllarında Tifus salgını 3 milyon insanın ölümüne neden olmuştu.
Asya gribi 1957 yılında Çin’de başlayan Influenza-4 virüsünün ördeklerde mutasyona uğrayarak insanlara bulaşması sonucunda ortaya çıktı. 4 milyona yakın insanın canını alan virüs, bulunan bir aşı sayesinde durdu. Bir yıl içinde 40 milyon kişi bu aşıyı kendine yaptırdı. Asya Gribi 1 yıl içerisinde yok edilebildi.

İspanyol Gribi ismi verilen salgın da Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 500 milyon insana bulaştı. İspanyol Gribi’nin, H1N1 influenza virüsü nedeniyle dünya genelinde en az 50 ile 100 milyon arasında insanın ölümüne yol açtığı varsayılıyor. Bu rakam birinci ve ikinci dünya savaşında ölen insan sayısından kat kat fazla.
Dünya AIDS-HIV virüsü sonrasında da değişik isimlerle değişik virüslerle tanıştı. 2019 yılının sonlarında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan korona virüsünden önce de kuş gribi veya domuz gribi isimli virüslü salgınlar yayıldı ancak kısa sürede etkisizleştirildiler. Sadece son yüzyılda Asya Gribi, İspanyol gribi, AIDS, kuş, domuz gribi ve korona virüsü ile tanıştık ve bu salgınlarda milyonlarca insan hayatını kaybetti.
Korona virüsü başladığında ise 5.5 milyar insan internet erişimi ve mobil cep telefonu gibi dijital iletişim aracına sahipti, sosyal medya gibi sosyal ağlarla ve haberlerle anında dünyadan haberdar olabiliyor. O neden koronanın dünyaya yansıması biraz farklı oldu. Kolera, tifo, İspanyol, AIDS, kuş veya domuz gribi salgını sonrası korona virüsü de insanoğlunu hedef almış durumdadır, sonucunu verilecek bilimsel mücadele belirleyecektir.
Kadim Laçin (Yazar) / duvaR.

Ekonomik krizin ilk öncü göstergesi yayımlandı: İhracatta tarihi küçülme - OZAN GÜNDOĞDU / BİRGÜN

Covid-19 pandemisinin Türkiye’de yarattığı krize ilişkin ilk öncü gösterge olan “Türkiye İhracat İklimi Endeksi” açıklandı. Şubatta 50,4 olan endeks değeri martta 35,7’ye gerileyerek tarihinin en sert daralmasını yaşadı. Endeks değerinde 50’nin altı ihracatta küçülme olarak yorumlanıyor.


İstanbul Sanayi Odası (İSO) mart ayına ilişkin “Türkiye İhracat İklimi Endeksi” verilerini yayımladı. Buna göre endeks değeri mart ayında 35,7 puan oldu. İhracat iklimi endeksi, ekonominin geleceğine ilişkin bir öncü gösterge niteliğinde. Endeks değeri 100 üzerinden değerleniyor. 50 puanın üzeri ihracatta büyümeyi gösterirken, 50 puanın altı ise küçülmeyi işaret ediyor. Buna göre şubatta 50,4 puan olan endeks değerinin 35,7’ye gerilemesiyle endeks, tarihindeki en sert değer kaybını yaşadı.

Böylece Türkiye’nin koronavirüs kriz sürecine ilişkin açıklanan ilk veri olan “İhracat İklimi Endeksi” önümüzdeki günlerde ne büyüklükte bir krizle karşı karşı olunduğunu da gözler önüne serdi. Henüz 6 Nisan’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuşmasında “Tarımdan sanayiye, enerjiden ihracata, inşa ettiğimiz güçlü altyapının semeresini alacağımız bir devrin eşiğindeyiz” dedikten sonra “Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşmasının önündeki engeller adeta kendiliğinden kalkıyor” vurgusu yapmıştı. Erdoğan’ın bu stratejisi gelen ilk öncü göstergelerle şimdilik çürümüş oldu. Zira tüm dünya küçülürken, üretimde ithalata bağımlı ve milli gelirinin yüzde 20’sini ihracattan elde eden Türkiye’nin bu krizden güçlenerek çıkması olası görünmüyor.
İHRACATIN YÜZDE 5’İ İTALYA’YA YAPILIYORDU
Covid-19 salgınının ekonomiyi en sert daraltan ülkesi İtalya oldu. Buna bağlı olarak Türkiye’nin İtalya’ya yaptığı ihracatta da sert daralmalar gözlendi. Türkiye ihracatının yüzde 5’ini İtalya’ya gerçekleştirdiği düşünülürse sadece İtalya’nın yaşadığı krizin Türkiye’ye faturası milyar doları geçiyor. 2019’un şubat ayında 854 milyon dolar ihracat gerçekleşen İtalya’ya bu yılın şubat ayında gerçekleşen ihracat 766 milyon dolar oldu. Üstelik daralma mart ve nisanda da devam ediyor.
MART’TA EN SERT DÜŞÜŞ ALMANYA’DA
Zira İhracat İklimi Endeksi’ne göre ticaretin en sert şekilde durağanlaştığı ülkeler aynı zamanda en çok ihracat yapılan Avrupa ülkeleri. Endeks değerlerine göre 2020’de Türkiye’nin ihracatının en sert düştüğü ülke koronavirüs salgınının tüm ülkeyi kasıp kavurduğu İtalya. Buna karşılık sadece mart ayı düşünüldüğünde ise en sert düşüş Almanya’da. Mart ayında değerlerindeki en sert düşüş görülen 10 ülkede şubat ayındaki ihracat 6,4 milyar dolar olmuştu.
2008 KRİZİNDEN DAHA KÖTÜ
İstanbul Sanayi Odası Türkiye İhracat İklimi Endeksi hakkında değerlendirmede bulunan ve endeksi de hesaplayan şirket olan IHS Markit’in Direktör Yardımcısı Andrew Harker, şunları söyledi:
“Türkiye İmalat Sektörü İhracat İklim Endeksi, Mart’ta COVID-19 salgınının küresel ekonomi üzerindeki etkisini ve hemen hemen tüm pazarların daraldığı bir ortamda ihracatçıların yeni sipariş alma konusunda karşılaştığı zorlukları ortaya koydu. İhracat iklimindeki bozulma, 2008-2009 küresel finansal krizinin tüm aşamalarından daha kötü düzeyde gerçekleşti. Henüz tünelin ucunda ışık belirtisinin çok az olduğu bu dönemde, önümüzdeki birkaç aya ilişkin beklentiler zayıf seyrediyor.”
DÜŞMEDİ, RESMEN ÇAKILDI!
İhracat İklimi Endeksi 2008-2009 Küresel Finans Krizi'nde görülenden daha sert küçüldü. Türkiye krizin etkileriyle beraber 2008'de yüzde 0,7 büyümüş, 2009'da ise yüzde 4,7 küçülmüş, böylece işsizlik oranı yüzde 10'dan yüzde 14'e yükselerek rekor kırmıştı. 2019 yılında henüz covid-19 salgınının etkileri görülmeden önce Türkiye'nin yıllık işsizlik oranı yüzde 13,7.
İHRACATIN EN ÇOK AZALDIĞI 10 ÜLKE
2019 yılında Türkiye'nin 171 milyar dolarlık ihracat geliri aynı zamanda toplam gelirin de yüzde 22'sini oluştuyor. Öte yandan 2019'da ihracatın 83 milyar doları salgından en çok etkilenen AB ülkelerine gerçekleşmişti. Bu ülkelerde sanayinin durması Türkiye'den mal talebini de etkiliyor ve ihracat azalıyor. Salgının süresi uzadıkça ihracattaki kayıplar on milyarlarca doları bulabilir.







OZAN GÜNDOĞDU / BİRGÜN





Şehitlik ile hainlik arasındaki ince çizgi - BARIŞ TERKOĞLU


Ölmeyi emrediyorum ne olağanüstü bir söz. Bir ihtimal olan, mutlak sona dönüşüyor. Ancak savaş bunu olağanlaştırıyor.
Mustafa Kemal, Çanakkale’deki o günü şöyle anlatıyor:
Gece karanlıkta yaralıları dolaştığım esnada, Mehmet Çavuş adında birinin düşmana hücum sırasında silahının kullanılamaz hale gelmesi üzerine hücuma taşla devam ettiğini öğrendiğimden, derhal adı geçenin ödüllendirilmesini istedim.”
Mehmet Çavuş, yıllardır dilimizdeki “Mehmetçik”. “Ölmesi emredildiğinde” silahı kalmayınca taşla devam ediyor.
Ya Paşa? Koğuştaki kitap yardım etti, Farsçadan almışız. O da “padişah”ın küçülmüş halinden geliyor.
Kısacası savaş, Padişahçıkların Mehmetçiklere ölmeyi emrettiği bir düzen gibi görünüyor.
Mahkemelerin karar tartışması
Malum, Türkiye korona günlerinde FETÖ’den ihraç edilen bir doktoru tartıştı. Hakkında daha önce takipsizlik kararı verilen Mustafa Ulaşlı için göreve dönmesi çağrıları yapılıyordu. Hürriyet yazarı Nedim Şener, Ulaşlı hakkında çeşitli delilleri yazdı. Yazının ardından, 3 yıl önce verilen takipsizlik kararı kaldırıldı. Soruşturma yeniden açıldı. Nihayetinde üzerinden 3 yıl geçmişti, ismi tartışılmasa konusu hiç açılmayacaktı. Sizce de bu olay yargının sefaletine dair ipucu vermiyor mu? Bazı yargı üyelerinin adaletin peşinde olmadığının kanıtı değil mi?
Türkiye, bu konuyu tartışırken ben de Kars Adliyesi’nden bir dosyayı okuyordum. Dosyanın sanıkları Kars ve Sarıkamış bölgesindeki askerler, konu tabii ki 15 Temmuz’du. Dava, Kars’taki yerel mahkeme ile Erzurum’daki temyiz makamı olan istinaf mahkemesi arasında bir karar farklılığına neden olmuştu. Bölgedeki birlikler darbe gecesi komutan emriyle sokağa çıkarılmış ve geri dönmüşlerdi. Darbe emri veren komutanlar konumuzun dışında. Tartışmaya neden olan kısım çoğunlukla emir altındakilerle ilgili.
15 Temmuz’dan birkaç gün sonra içinde çok sayıda sözleşmeli uzman çavuşun da olduğu askerler gözaltına alındı. Darbe emri verenler ve FETÖ bağlantısı görülen personel tutuklu yargılanırken, diğer askerler çoğunlukla tutuksuz yargılandı. Birden fazla dosyanın olduğu davalar Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2017 yılının kasım ayı civarında sonlandırıldı.
Darbeye iştirak ettiği düşünülenlere ceza verilirken, emirle göreve çağırılan uzman çavuşların çoğunluğu beraat etti. Tam bu süreçte beraat edenler görevlerine devam etti.
Bir tanesinin görevlendirme safahatı önümde duruyor. Yargılandığı sırada Kars’tan Adana’ya, sonra İskenderun’a gitmiş görünüyor.
Nihayetinde dava bitti diye düşünülürken davaya müdahil olan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM kararı temyiz etti. 2018 yılının nisan-mayıs aylarında Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi tüm kararları bozdu.
Usul eksikliklerine işaret edilen bozma kararında tüm askerler için darbe gecesi dışında ankesör soruşturması gibi deliller olup olmadığının da araştırılması isteniyordu. Yeniden yerel mahkemeye dönen davaya bu kez farklı bir heyet bakıyordu.
‘Merminin önüne atlarım’
8 Ekim 2019 tarihli duruşmada 12 askerin avukatının şu ifadesi dikkat çekiyor: “Müvekkillerimin çoğu Suriye sınırındadır. Bu sebeple hazır edemedik.
Gerçekten de 2016’dan 2019’a gelindiğinde birliklerin çoğunun önce Hatay gibi Suriye sınırındaki bölgelere kaydırıldığı, bir süre sonra da Suriye’deki çatışma alanlarına gönderildiği görülüyor.
Nihayetinde geçen şubat ayında, yani darbe girişiminden 4 yıl sonra Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesi ardı ardına kararlarını verdi. Bu kez ilk karardan farklıydı. Çoğu uzman çavuş, “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuna yardım” suçlamasıyla 12-16 yıl aralığında cezalar aldı. Kritik bir nokta, mahkeme kararından önce savcılığın verdiği mütalaada FETÖ bağlantısına dair delil bulunmayan uzman çavuşlar için beraat gerekçesi şöyle yer alıyor: “Sanıkların kaçınılmaz bir hataya düştükleri düşünüldüğünden…” Yani savcılık emir altındaki askerlerin FETÖ organizasyonu içinde değillerse beraat etmelerini savunuyor. Bu nedenle mi bilinmez, savcılığın Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ceza yönündeki kararlarını temyiz edeceğini 2 gün sonra açıkladığı görülüyor.
Ancak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı bazı komutanlıklar, temyizi beklemeden söz konusu karara dayanarak uzman çavuşların sözleşmelerini feshetmeye başladı. Nihayetinde, Suriye’de savaşan bir grup askerin kaderi buradaki mahkemeler eliyle değişti. Erzurum’da yerel medyaya konuşan bir grup askerin avukatı Yakup Arısoy, o sırada İdlib’de çatışmaların ortasında olan müvekkili Ahmet Keklikçi’ye ceza aldığını haber verdikten sonra aldığı yanıtı şöyle aktarıyor:
Ben bundan sonra gelen merminin önüne atlarım. Türkiye’ye tabutum dönsün. Ben burada ne için savaşıyorum.”
Anlatılana göre kimi İdlib’de, kimi Afrin’de, kimi Hatay sınırında ceza aldığını öğrendi. Son görev yeri Suriye’de Cinderes bölgesi olan 41 yaşındaki uzman çavuş Sinan Zembil, 25 yaşından 28 yaşına kadar Gabar Dağı’nda görev yaptığını, 16 yıllık askerliği boyunca anne ve babasını 16 kez bile göremediğini söyleyerek devam ediyor:
Bu işe başladığımda hiçbir sağlık sorunum yoktu. Şimdi ise yıllarca sırt çantası taşımaktan boyun fıtığı rahatsızlığım var. Havancı olduğum için ağır silah altında çok bulundum. Kulaklarımda işitme kaybı var. İçinde bulunduğum psikolojik durumu hiç anlatmıyorum. Şimdi ise kullanılmış bir peçete gibi hakkımdaki karar kesinleşmeden tüm maddi manevi haklarım elimden alınarak kapının önüne kondum. Vatan sağ olsun.
Zembil, Kars ve Sarıkamış’taki tugaylarda benzer durumda olan yüzlerce askerden bahsediyor.
Kahraman mı, hain mi!
Kimin kararı doğru, bilmiyorum. İki mahkeme aynı kişiler hakkında bambaşka kararlar verdi. Belki biri belki öbürü hukuka uygun. Bizi ilgilendiren ise daha başka. Korona nedeniyle FETÖ bağlantılı bir doktoru tartışırken arkadaki dağ gibi sorunu görmüyoruz.
Yargının 4 yıldır 15 Temmuz için herkese uygulanacak eşit bir kriter getirememesi sonucu tuhaf bir tablo ortaya çıktı. 4 yıl boyunca ellerine ağır makineli silahlar, bombalar verilen bir grup insan Suriye gibi çatışma bölgelerinin ortasında göreve devam etti. Bu sırada da haklarındaki hükümler mahkemelerde verildi. Kuşkusuz ölseler şehit diye ağlayacaktık, yaşayınca hain oldular. Belki şehit olanların arasında bu durumda olanlar vardır.
Eğer sahiden istinaf mahkemesinin verdiği karardaki gibi “güvenilmez” ve “darbe destekçisi” ise neden bunca silahla böyle kritik noktalara gönderildiler? Orada neler yapabilecekleri neden düşünülmedi? Yerel mahkeme kararı doğru ise bu insanların durumu ne olacak? İki ucu çıkışsız bir değnek.
105 yıl önce Mustafa Kemal söylemişti. Bugün “Size ölmeyi emrediyorum” sözünü iç rahatlığıyla söyleyebilir misiniz? Ben emin değilim.
Barış Terkoğlu / CUMHURİYET

8 Nisan 2020 Çarşamba

Türkiye üretecekse bunları anımsamalı - Barış Doster / CUMHURİYET

Salgın hastalık, ekonomiye ilişkin egemen söylemleri de dağıttı. Salgın atlatıldıktan sonra, dünyanın eskisi gibi olmayacağı konusunda herkes hemfikir. Vahşi kapitalizmin, neo-liberalizmin derde derman olmadığı, bir kez daha görüldü, hem de büyük acılarla. Tüm mal ve hizmetlerin üretimini piyasaya bırakan, sağlık ve eğitim başta olmak üzere temel, kamusal hizmetleri özel sektöre devreden anlayış, daha sık, daha acımasız eleştiriliyor artık. Ulus devletin kamucu, toplumcu, halkçı yönü daha fazla vurgulanıyor. Sosyal devletin önemi, daha çok anlaşılıyor.

Bu süreçte Türkiye’nin hatırlaması gereken başka ilkeler, kavramlar, kurumlar da var elbet. Örneğin; Cumhuriyetin erken döneminin planlı sanayi, planlı kalkınma, devlet öncülüğünde kurulan sanayi kuruluşları; bunların ekonomik boyutunun yanında sosyal yönleri mutlaka anımsanmalı. Korolar, tiyatro kolları, spor kulüpleri, kütüphaneler kuran; çocuk yuvaları, sağlık ocakları açan; balolar, kermesler düzenleyen, ağaçlandırma, sulama faaliyeti yürüten toplumcu işlevleri düşünülmeli. Zonguldak’ın kömürüyle Divriği’nin demirini Karabük’te buluşturan; yurttaşına Nazilli’nin basmasını, Beykoz’un kundurasını giydiren; halkın sofrasına Alpullu’nun, Turhal’ın şekerini getiren, bunları yaparken, aynı zamanda, kendi malını üretmenin ve kullanmanın gururunu, mutluluğunu yaşatan öncü sanayi kuruluşlarının niçin özelleştirildiğinin, neden tasfiye edildiğinin özeleştirisi verilmeli. Sadece birer iktisadi işletme olmayan, aynı zamanda ulusal bağımsızlığın kaleleri, simgeleri olan bu kuruluşların yarattığı sanayi birikimini ortadan kaldırmanın, ne tür ekonomik, siyasal, toplumsal sonuçlar doğurduğunun muhasebesi yapılmalı.

Cumhuriyet: Halkçılık, toplumculuk, kamuculuk, planlama

Israrla vurgulamakta yarar var. Diğer yönlerinin yanında Cumhuriyet, aynı zamanda eşitliktir. Halkçılıktır. Toplumculuktur. Kamuculuktur. Planlamadır. Devletçiliktir. O nedenle Türkiye; salgının öne çektiği ekonomik krizin sonrasına hazırlanacaksa, öncelikle ve özellikle, Cumhuriyetin toplumsal ve sınıfsal boyutunu sahiplenmelidir.
Küreselleşmenin, emperyalizmin yeni adı olduğunu unutmadan, 24 Ocak Kararları’ndan bu yana tutulan yolu tartışmalıdır. İngiltere’de “demir leydi lakaplı Muhafazakâr Parti lideri ve başbakan Margaret Thatcher’dan, ABD’de Cumhuriyetçi başkan Ronald Reagan’dan ilham alan ABD hayranı Turgut Özal’ın politikalarının sonuçlarını tartışmalıdır. ABD’de liberal ekonomik yaklaşımlarıyla ünlü Chicago Okulu’ndan ve Chicago Boys denen kadrolardan, İngiltere’de Adam Smith Enstitüsü’nden feyz alan iktisatçıların, nasıl olup da hem Özal’a hem Erdal İnönü’nün bazı “sosyal demokrat” bakanlarına danışmanlık yapabildiğini tartışmalıdır. Türkiye’nin iç pazarını, gümrük rejimini, dış ticaret rejimini tamamen Avrupa Birliği vesayetine açan, adeta yarı sömürge düzenini çağrıştıran Gümrük Birliği’ni tartışmalıdır.  
Sözün özü; üretim ekonomisini savunmak da, sosyal devleti, ortak iyiyi, toplumsal yararı, kamusal faydayı, sosyal adaleti savunmak da, eşitliği, emeği, hukuku, demokrasiyi, sendikal hakları savunmak da, öncelikle Cumhuriyetçilerin görevidir. Cumhuriyetçilerde bu birikim, bu donanım, bu insan kaynağı vardır. Yeter ki, bu ideolojik özü, geniş kitlelerle buluşturacak, cesur ve örgütlü mücadele göze alınsın.
Barış Doster / CUMHURİYET

7 Nisan 2020 Salı

Koronavirüs ve GOÜ ekonomileri - Hayri Kozanoğlu

Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülke ekonomilerinden sadece mart ayında 83,3 milyar dolarlık rekor bir çıkış gözlendi. Küresel finansal krizin hemen ardından bunun yaklaşık üçte biri, 26,7 milyar dolarlık çıkış gerçekleşmişti.


Koronavirüs salgınının yarattığı ekonomik krizin dünya ekonomisine yayılması eşi benzeri görülmemiş bir hızda gerçekleşti. 2007-2008 küresel finansal krizinin Amerikan konut piyasasından Yunanistan, İspanya, Portekiz, Avrupa’nın güney ülkelerine uzanması bir yıl almışken, bu kez Çin’in Vuhan eyaletinde patlak veren pandemi üç ayda neredeyse tüm coğrafyalara bulaştı.(Bu da finansta yaygın virütik bir ifade.)

Küresel finansal krizle ilgili kapsamlı bir araştırma kaleme alan tarihçi Adam Tooze’a göre, virüsün Batı dünyasında İtalya, İspanya ile başlayıp ABD’ye atlamasıyla sağlık krizi finansal krizi tetikledi. Buna karşın Brezilya’dan Arjantin’e Hindistan’dan Tayland Malezya’ya kadar gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) henüz tıbbi vaka sayıları belirgin biçimde artmadan ekonomik kriz kapıyı çalmıştı bile.

GOÜ’lerden Büyük Çıkış

Büyük bankaların araştırma kuruluşu Uluslararası Finans Enstitüsü’ne göre dünya borsalarındaki hisse senetlerinin toplam değeri kısa sürede %20 azalarak 70 trilyon doların altına düştü. Sadece Mart 2020’de Türkiye’nin de aralarında bulunduğu “yükselen ülkelerden” 52.4 milyar doları hisselerden, 31 milyar doları tahvillerden olmak üzere 83.3 milyar dolarlık rekor bir çıkış gözlendi. Küresel finansal krizin hemen ardından bunun yaklaşık üçte biri, 26.7 milyar dolarlık çıkış gerçekleşmişti.

Aynı dönemde çıkışların 966 milyon doları borsadan, 2028 milyon doları hazine kağıtlarından gelmek üzere yaklaşık 3 milyar dolarlık sıcak para Türkiye’yi terk etti. Böylelikle yabancıların portföyündeki kamu kağıtları stoku 10 milyar doların altına inerken, borsa yatırımlarıyla yabancıların toplam pozisyonu 32 milyar dolara geriledi.

GOÜ’lerin Cephanesi Tükendi

Gelişmiş ülkeler, başta 2.2 trilyon dolarla ABD gelmek üzere, birbiri ardına para ve maliye politikası niteliğinde ekonomiyi canlandırma paketleri açıklıyorlar. Buna karşın GOÜ’lerin çoğu yetersiz döviz rezervleri; ciddi bütçe açıkları; küresel krizden bu yana çoğunlukla özel sektörde, özellikle de finansal olmayan şirketlerde yoğunlaşmış dış borçlar/döviz borçları ile krize yakalandılar. Üstelik başta petrol, düşen emtia fiyatları da birçok GOÜ’ye darbe vurdu. Türkiye kayda değer bir hammadde üreticisi sayılamayacağı için son gelişme lehine olduysa da, yukarıda sayılan diğer tüm makro sorunlar ekonominin fazlasıyla belini büküyor. Bu nedenlerle küresel yardım inisiyatifleri gerçekleşmezse, GOÜ’lerin kendi iç dinamikleriyle ekonomilerine ivme kazandıracak cephanelikleri bulunmuyor.

Kriz Neden GOÜ’leri Sert Çarptı?

GOÜ’lerin birçoğunda çok önemli bir döviz kazanç kapısı olan turizm çökmüş durumda. Biz güneydeki açılamayan otelleri konuşurken, Tayland’da turistler ortadan kaybolunca fillerin açlıktan kırıldığı, Peru’da İnka başşehri Machu Picchu’nun kapatıldığı, Afrika’da safari sektörünün çöktüğü bildiriliyor.
Avrupa ve Kuzey Amerika’da en fazla hizmetler sektörü zarar görüyor. Perakende ticaret, eğlence, lokanta-kafeler, ulaştırma sektöründe istihdam edilenler arasında çok sayıda GOÜ yurttaşı çalışan var. Nijerya, Filipinler, Lübnan gibi birçok GOÜ’nün ekonomisi işçi dövizleri ile dönüyor.
Uçuşlar iptal edilince Kenya’nın taze çiçek üreticileri ürünlerini Batılı müşterilere gönderemiyor. Sınırların kapanmasıyla Doğu Avrupalılar başta Fransa, Almanya, İngiltere gelmek üzere Batı Avrupa ülkelerine; Meksikalılar ABD’ye gidip tarım hasadını kaldıramıyor. Çilekler, kuşkonmazlar toplanamazken bir “kaybet-kaybet” durumu ortaya çıkıyor.

Polonyalılar-Macarlar arasında yaygın; hafta içi İngiltere gibi ülkelerde mesai yapıp işçi koğuşlarında yaşayıp; hafta sonunu charter uçuşlarıyla ailesinin yanında geçirmeye dayanan “iki mekanlı” istihdam tipi kayboluyor. GOÜ’lerin salgın karşısında tamamen kapanmanın ekonomik faturasını üstlenmeye cesaret edememeleri hastalığın yayılmasına, bütün dünyanın daha ağır bir fatura ödemesine neden olabilir. Buna karşın ekonomileri darboğazda bulunmasına karşın Hindistan ve Güney Afrika Türkiye’nin yapamadığını yapıp sıkı bir sokağa çıkma yasağı uygulamaya başladılar.

Türkiye Niye swap Programında Yok?

ABD 2009’daki gibi kritik gördüğü ülkelerin merkez bankalarına swap hatları açarak, dolar likiditesiyle hem ödemeler sistemini rahatlattı, hem de ABD dolarının daha fazla değerlenmesini engelleyici bir adım attı. Programa AMB, Japon, İsviçre, Avustralya merkez bankalarının yanı sıra Brezilya, Meksika, Güney Kore de dahil edildi. Güney Afrika, Hindistan, Tayland gibi bazı G-20 ülkeleri gibi Türkiye de liste dışı bırakıldı. 

Tayyip Erdoğan’ın tüm çağrılarına karşın ABD’yle ticari ilişkilerin sınırlılığı, ekonominin kırılganlığı, merkez bankasının bağımsız olmaması Türkiye’nin çizik yemesinin nedenleri olabilir. Bir de, Londra ile geçen yılki swap savaşı nasıl geri teptiyse , rahip Brunson tartışması sürecinde TCMB rezervlerinden ABD hazine kağıtlarının neredeyse sıfırlanması kararının bugün diyetinin ödendiği düşünülebilir.

Çözüm Önerileri

IMF genel direktörü Kristalina Georgieva “yükselen ülkelerin” 2.5 trilyon dolarlık desteğe ihtiyaç duyduğunu düşünüyor. Şimdilik en yoksul ülkelere yönelik 50 milyar dolar dışında hiçbir ülke IMF’nin kapısını çalmadı. Muhtemelen yumurtanın kapıya dayanması, ilk “teslim bayrağını” başka ülkelerin çekmesi bekleniyor.

GOÜ’lere yönelik en kapsamlı kurtarma paketi önerisi BM Ticaret Kalkınma Konferansı’ndan (UNCTAD) geldi. Kurum üç ayaklı bir finansman programı öneriyor:

■ Özel çekme haklarının (ÖÇH) kapsamının genişletilmesiyle 1 trilyon doların serbest kalması, (ÖÇH basitçe bir ülkenin kendi yerel parasıyla IMF tarafından küresel rezerv paraya erişmesi anlamına geliyor.)

■ Bu yıl GOÜ’lere ait 1 trilyon dolar borcun iptal edilmesi,

■ Sağlık sistemlerinin ayağa kaldırılması amacıyla 500 milyar dolarlık Marshall Planı’ndan bağışlar dağıtılması.

UNCTAD Covid-19 Raporu

UNCTAD önerilerini ayrıntılandırdığı “Covid-19 GOÜ’lere Şok” başlıklı bir rapor yayımladı. Raporda salgının sonuçlarını tahmin etmenin giderek güçleştiği, ancak aşağıdaki nedenlerle kalkınan ekonomiler için aşağıdaki risklerin ortaya çıkmasının beklendiği ifade ediliyor :

Birincisi, eğer depresyon savuşturulabilirse bile küresel ekonomiyi bu yıl bir durgunluk bekliyor. İkincisi, 2010’dan sonra gözlemlenen hızlı toparlanmanın, bu kez Çin’in kapsamlı ekonomik canlandırma harekatına girişecek gücü olmaması da dahil, zayıflayan kamu sektörü, daralan mali alan, net hata noksan kalemlerine yansıyan kural dışı finansal akışlar nedeniyle tekrarlanması beklenmemeli. Üçüncüsü, dış ticaretin hızlıca canlanması da, muhtemelen, tedarik zincirlerinin basitleştirilerek revize edilecek olması kaynaklı güç görünüyor. Dördüncüsü, emtia fiyatlarının kısa sürede toparlanması da olası gözükmüyor. Beşincisi, GOÜ’ler Küresel Finansal Krizden sonra hem rezerv paralar cinsinden özel borçların artması, hem de alacaklıların resmi kuruluşlardan öte yabancı bankalar ve hedge fonları gibi özel aktörler haline gelmesiyle yeni kırılganlıklar peydahladılar. Sonuncusu da, GOÜ’lerin uluslararası rezervleri tarihsel standartlara göre yüksek düzeyde bulunsa da (Türkiye için bu durum bile geçerli değil) tahkimat Covid-19’un yarattığı büyük sarsıntıyı kaldıracak güçte değil.

UNCTAD’ın Çözüm Önerileri

UNCTAD çözüm önerilerini de 5 maddede topluyor :

Birincisi, IMF’nin ÖÇH kotalarını yoksul ülkelere aktarması gerekiyor. 
İkincisi, IMF tarafından sermaye kontrolleri gerekli, sürekli ve meşru bir hak olarak tanınmalı. 
Üçüncüsü, dış borç ödemelerinde geçici durdurmalar borçlu ülke tarafından tek taraflı yürürlüğe sokulabilmeli. 
Dördüncüsü, yeni bir borç iyileştirme programı tasarlanmalı. Dünya Bankası’nın dünyanın en yoksul 76 ülkesi için attığı adımın kapsamı genişletilmeli. 
Beş, en yoksul GOÜ’ler için Resmi Kalkınma Yardımı (Official Development Assistance) yükümlülükleri yerine getirilmeli.

Yeni bir dünyaya atım atarken, eski küresel yönetişim zihniyetinin pespayeliği apaçık ortaya çıkarken, UNCTAD’ın önerileri tartışmalar için bir başlangıç noktası olma niteliğiyle büyük önem taşıyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

6 Nisan 2020 Pazartesi

Muhtaç halk, belediyelerden medet umuyor: Yardım çağrıları yüzde 78 arttı - ERK ACARER

Yardım çağrılarında büyük patlama var. Günde 72 bin kişi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) arayarak “Bize yardım edin” diyor. İktidarın salgın günlerinde sağlık detaylarına da önem vermediği anlaşılıyor. İstanbul dışındaki 73 ilden, İBB’yi arayan yurttaş, psikolojik destek talep ediyor.

Koronavirüs salgını Türkiye’de etkisini artırırken parça parça önlemler alınması kamuoyunun tepkisini çekiyor. Üstelik önlemler delinmeye başladı bile. Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu’nun önerisi ile AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla 3 Nisan’da salgın tedbirleri alınmıştı.
Valiliklere ‘şehir giriş-çıkış tedbirleri’ ve ‘yaş sınırlaması’ ile ilgili genelge gönderildi. Ancak İçişleri Bakanlığı, yeni bir genelge ile 18 ile 20 yaş arasındaki kamu çalışanları, özel sektörde çalıştığını belgeleyenler ve mevsimlik tarım işçilerinin sokağa çıkma yasağından muaf tutulacağını açıkladı.
Emekçi, memur, tarım işçisi sokakta olmaya devam edecek. Her 18-20 yaş arasındaki kişinin denetlenme imkânı da yok. Dolayısıyla gençlerin geriye kalanlarının da sokakla bağını esnek tutması muhtemel. Erdoğan ‘salgın’ açıklamalarında, tedbirlere geçmeden önce mutlaka ihracat ve üretimin önemini vurguluyor. Açıkça yaşamı, ‘işin’ gerisine itiyor.
İBRETLİK UYGULAMALAR
Covid-19, Türkiye’de ‘sosyal devlet’ diye bir kavramın olmadığını, halkın sahipsiz bırakıldığını anlatmakla kalmadı, kitlelerin sadece bir ‘oy potansiyeli’ ya da ‘müşteri’ olarak görüldüğünü de ortaya koydu. İktidar, “Ölümüne çalışın, çarkın dönmesi için para lazım” diyor. Öte yandan en küçük hizmeti bile bedelsiz sunmuyor; maske satıyor.
Keşke bunlarla sınırlı olsa, AKP, Saray ve aparatları hizmet vermediği gibi hizmet vermeye çalışana da politik saiklerle mani oluyor. Kamuoyu, İstanbul ve Ankara belediyelerinin yardım hesaplarının bloklanması, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sağlıkçılara tahsis ettiği yurdun, AKP’li Rektör Prof. Dr. Nükhet Hotar Göksel tarafından reddedilmesi gibi skandalları ibretle izliyor.
ENGEL OLAMIYORLAR
AKP, güvenin başka yere kaymasını ve bunun artarak sürmesini ise engelleyemiyor. İBB, Beyaz Masa-153 çağrı hattına gelen yardım talepleri, halkın ne kadar muhtaç durumda olduğunu anlatıyor. Ayrıca beklentilerini karşılamayacağını anladığı iktidardan daha da uzaklaştığını gösteriyor.
İBB, Beyaz Masa-153’ün verilerine bakalım. Beyaz Masa’ya yapılan sosyal yardım desteği çağrılarındaki grafik, Covid-19’un Türkiye’de de riske dönüştüğü Mart ayında yukarı doğru çıktı ve henüz başında olduğumuz nisanda zirve yaptı.
GÜNDE 72 BİN KİŞİ ‘YARDIM EDİN’ DİYOR
Sosyal yardım talepleri, mart ayı ve nisan başında şubat ayına göre günlük yüzde 78 oranında arttı. 1 Mart- 22 Mart verilerine göre günlük ortalama yardım çağrısı 41 bin 544’tü. Nisan ayına doğru bu ortalama yükseldi ve 22 Mart tarihinden sonra 72 bin 626 oldu. İBB çağrıları, halkın duygu durumu ile ilgili verileri de ortaya çıkardı.
TOPLUMUN PSİKOLOJİSİ BOZUK, AKP KAYITSIZ
Toplum psikolojik destek arıyor. İBB bünyesinde çalışan psikologlar, 25 Mart sonrası başlayan, ‘0212 449 49 00 Psikolojik Destek Hattı’ kapsamında 3 bin 220 görüşme yaptı. İşin ilginç yanı, İstanbul dışındaki 73 ilden de çağrı geldi. Bu durum, AKP’li belediyelerini halk sağlığına ilişkin detayları da düşünmediği ve kendi belediyelerinde benzer erişimi sağlamadığı anlamı taşıyor.
SAĞLIK ÇALIŞANLARI BEKLENTİ İÇİNDE
Bir diğer önemli başvuru ise sağlık çalışanları ile ilgili. 30 Mart 2020’de başlatılan konaklama desteği, internet, sosyal paylaşım siteleri, çağrı merkezi ve WhatsApp üzerinden yapılabiliyor. Şimdiye kadar yapılan başvuru sayısı 2 bin 116. Bu da iktidar tarafından ihtiyaçları karşılanmayan sağlık çalışanlarının da yerel yönetimlere yöneldiğini gösteriyor.
İBB CHP Meclis Grubu Yönetim Kurulu Üyesi ve Grup Sözcüsü Tarık Balyalı, talep edilen yardımları profesyonel ekiplerle karşılamaya çalıştıklarını ifade ederek AKP’nin engellemelerini değerlendiriyor: “İsmailağa Cemaati’nin yardım toplamasına izin var, belediyeye yok. Toplum refahını, siyasetin gerisine atan bu tutumu yadırgıyoruz. Halka kaynağımız var, devam edeceğiz.”
AKP, bu dönemde bile enerjisini topluma değil siyaset yapmaya harcıyor. Proje üretmek, halkı rahatlatmak gibi bir düşünce yok. Covid-19’u da fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Uygulamaların tümü ve çelişkiler ise halkın gözleri önünde ceryan ediyor.
Erk Acarer / BİRGÜN