Salgın döneminde geliri etkilenmeyen kişileri ve artan iş hacmiyle süreçten nemalanan şirketleri vergilendirmek en etkili politika önerisi gibi görünüyor. Böylelikle kamu kesimi hem toplumsal hizmetleri sürdürecek, ekonomiyi canlandıracak, hem de yoksul kesimlerin yararına geliri yeniden bölüştürecek güce kavuşacaktır.
Tüm dünyada yönetimler hayatı normalleştirmenin kamu sağlığı riskini artırması tehlikesi ile ekonominin kapalı kalmasının maliyetini ödünleştirmeye çalışıyorlar. Bu konuda işverenlerin tavrı net: Kendilerinin ve ailelerinin sağlığını güvence altına aldıklarına göre bir an önce tesislerinin faaliyete geçmesinden yanalar. Emekçilere gelince; özellikle yoksul ülkelerde yaşayan işçiler, seyyar satıcılar, küçük esnaf vb. salgın dönemi mali destekleri yetersiz olduğundan zaten açlığın pençesinde kıvranıyor, bir an önce işe dönmek istiyorlar. Kısa çalışma (Kurzarbeit) ödeneği çerçevesinde Almanya’da ücretlerinin yüzde 60’ını, benzer bir uygulamayla Birleşik Krallık’ta yüzde 80’ini alan çalışanların önemli bir kısmı da, başta kira, zorunlu masraflar çıktıktan sonra geçmişteki yaşam standartlarını tutturmakta zorlandıkları için işbaşı yapmaya hazırlar.
BORSALARA GÖRE HAVA HOŞ
Geçtiğimiz hafta ABD ekonomisinin 2020’nin ilk çeyreğinde yüzde 4,8 daraldığı açıklandı. Pandeminin etkilerinin daha önce hissedildiği Avro bölgesinde ise ekonominin çeyrekten çeyreğe yüzde 3,8, yıllıklandırılmış yüzde 14,4 küçüldüğü ortaya çıktı. Bu oran Fransa’da yüzde 5,8 iken, Almanya ise 2020’de ekonominin yüzde 6,3 daralmasını beklediğini ilan etti.
İşsizlik korkusu yaşayan sade insanların içini karartan bu haberler, borsaların tam aksine coşmasını getirdi. Nisan ayında dünya borsalarındaki yükseliş yüzde 30’a ulaştı. Aşırı düşük faizler, bol likiditeyle paranın hisse senetlerine akışı elbet bu sıçramanın başlıca nedeni. İyimserliğin öteki kaynağı da gelen kötü verilerin hükümetleri ekonomiyi bir an önce açmaya zorlayacağının varsayılması. Böylelikle piyasaların canlanacağı beklentisinin güçlenmesi.
UZAKTAN ÇALIŞANLAR OLDUKÇA KORUNAKLI
Yapılan bir araştırma, Birleşik Krallık’ta orta-üst gelir grubundakilerin harcamalarının kısıldığını, doğal olarak da tasarruflarının arttığını ortaya koydu. Benzer bulgulara Danimarka’da da ulaşıldığı bildiriliyor. Bunun açıklaması “eve kapanma” nedeniyle harcama kanalları tıkanan müreffeh kesimlerin, tam niyetleri bu olmasa da para biriktirmeleri. Bizde de 24 Nisan haftasında vadesiz mevduatların bir haftada 27.5 milyar TL artışının ardında yatan nedenin de bu olduğu tahmin edilebilir.
Oxford Martin School bünyesinde dijitalleşme konusunda kapsamlı çalışmalar yürüten Carl Benedikt Frey, düşük saat ücretli işlerde çalışanların yüzde 83’ünün otomasyon riski altında bulunduğunu, yüksek saat ücretli mesleklerde ise bu tehlikenin yüzde 4’e kadar indiğini göstermişti. Frey’e göre yüksek ücretli işler sadece otomasyon değil, salgın karşısında da korunaklı. ABD işgücünün yüzde 52’sini oluşturan meslekler uzaktan çalışarak icra edilebiliyor. Yüksek gelirli işlerin uzaktan yürütülme olanağı düşük gelirli işlere kıyasla 5 kat daha fazla. Diğer bir ifadeyle düşük becerili işlerde çalışanların uzaktan çalışma fırsatından yararlanması çok daha zor. Tüm bunlar salgınla birlikte toplumsal uçurumların biraz daha açılması tehlikesinin baş göstermesinin belirtileri (Financial Times 21 Nisan 2020).
Geçtiğimiz hafta BirGün’de makalesinin çevirisi yayımlanan eski ABD Çalışma Bakanı akademisyen Robert Reich da salgınla birlikte ortaya çıkan dört yeni sınıf içerisinde “uzaktan çalışanlar”ın diğer üç sınıfa göre çok daha iyi durumda olduklarını dile getiriyordu. Çünkü profesyonel idari ve teknik çalışanlardan oluşan bu kesim “kapanma” süresince hem riskten uzaklar, hem de paralarını almaya devam ediyorlar (BirGün 29 Nisan 2020).
BORSALARA GÖRE HAVA HOŞ
Geçtiğimiz hafta ABD ekonomisinin 2020’nin ilk çeyreğinde yüzde 4,8 daraldığı açıklandı. Pandeminin etkilerinin daha önce hissedildiği Avro bölgesinde ise ekonominin çeyrekten çeyreğe yüzde 3,8, yıllıklandırılmış yüzde 14,4 küçüldüğü ortaya çıktı. Bu oran Fransa’da yüzde 5,8 iken, Almanya ise 2020’de ekonominin yüzde 6,3 daralmasını beklediğini ilan etti.
İşsizlik korkusu yaşayan sade insanların içini karartan bu haberler, borsaların tam aksine coşmasını getirdi. Nisan ayında dünya borsalarındaki yükseliş yüzde 30’a ulaştı. Aşırı düşük faizler, bol likiditeyle paranın hisse senetlerine akışı elbet bu sıçramanın başlıca nedeni. İyimserliğin öteki kaynağı da gelen kötü verilerin hükümetleri ekonomiyi bir an önce açmaya zorlayacağının varsayılması. Böylelikle piyasaların canlanacağı beklentisinin güçlenmesi.
UZAKTAN ÇALIŞANLAR OLDUKÇA KORUNAKLI
Yapılan bir araştırma, Birleşik Krallık’ta orta-üst gelir grubundakilerin harcamalarının kısıldığını, doğal olarak da tasarruflarının arttığını ortaya koydu. Benzer bulgulara Danimarka’da da ulaşıldığı bildiriliyor. Bunun açıklaması “eve kapanma” nedeniyle harcama kanalları tıkanan müreffeh kesimlerin, tam niyetleri bu olmasa da para biriktirmeleri. Bizde de 24 Nisan haftasında vadesiz mevduatların bir haftada 27.5 milyar TL artışının ardında yatan nedenin de bu olduğu tahmin edilebilir.
Oxford Martin School bünyesinde dijitalleşme konusunda kapsamlı çalışmalar yürüten Carl Benedikt Frey, düşük saat ücretli işlerde çalışanların yüzde 83’ünün otomasyon riski altında bulunduğunu, yüksek saat ücretli mesleklerde ise bu tehlikenin yüzde 4’e kadar indiğini göstermişti. Frey’e göre yüksek ücretli işler sadece otomasyon değil, salgın karşısında da korunaklı. ABD işgücünün yüzde 52’sini oluşturan meslekler uzaktan çalışarak icra edilebiliyor. Yüksek gelirli işlerin uzaktan yürütülme olanağı düşük gelirli işlere kıyasla 5 kat daha fazla. Diğer bir ifadeyle düşük becerili işlerde çalışanların uzaktan çalışma fırsatından yararlanması çok daha zor. Tüm bunlar salgınla birlikte toplumsal uçurumların biraz daha açılması tehlikesinin baş göstermesinin belirtileri (Financial Times 21 Nisan 2020).
Geçtiğimiz hafta BirGün’de makalesinin çevirisi yayımlanan eski ABD Çalışma Bakanı akademisyen Robert Reich da salgınla birlikte ortaya çıkan dört yeni sınıf içerisinde “uzaktan çalışanlar”ın diğer üç sınıfa göre çok daha iyi durumda olduklarını dile getiriyordu. Çünkü profesyonel idari ve teknik çalışanlardan oluşan bu kesim “kapanma” süresince hem riskten uzaklar, hem de paralarını almaya devam ediyorlar (BirGün 29 Nisan 2020).
KÜRESEL İŞGÜCÜ KAYBI 305 MİLYON KİŞİ
Covid-19 salgınının farklı toplumsal sınıfları ve sektörleri farklı düzeylerde etkilediğini Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) sık sık güncellediği raporları da ortaya koyuyor. ILO salgının başlarında 25 milyon tam zamanlı işe eşit işgücü kaybı olacağını tahmin ederken, bu rakam önce 195 milyona, en son da 29 Nisan 2020 raporunda 305 milyona çekildi. Belki daha da vahimi, çoğu yoksul ülkelerde yoğunlaşan kayıt dışı ekonomide istihdam edilen 1,6 milyar kişinin geçimlerini sağlayamamak riskiyle karşılaşması. Bu sayı küresel işgücünün yaklaşık yarısına denk geliyor.
Dünyada ortalama işgücü kaybı yüzde 10,5’i bulurken bu oran Amerika kıtasında yüzde 12,4’e, Avrupa ve Orta Asya’da yüzde 11,8’e kadar çıkıyor. Dünya çapında 436 milyon işletme, faaliyetlerinin kesintiye uğraması riskini yakından hissediyor. Toptan ve perakende satışta 232 milyon, imalat sanayinde 111 milyon, konaklama ve yemek hizmetlerinde 42 milyon işletme ekonomik krizin etkisi altında bulunuyor.
ILO Genel Direktörü Guy Ryder durumun vahametini, “Milyonlarca işçi için gelirin kesilmesi demek aynı zamanda yiyeceğin de, güvenliğin de, geleceğin de olmaması demek. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında milyonlarca işletmenin nefesi kesilmiş durumda. Onların ne tasarrufları var, ne de kredi kaynaklarına erişimleri. Eğer hemen şimdi yardım elimizi uzatmazsak bu işletmeler yok olup gidecek” sözleriyle dile getiriyor.
SALGIN BAZI SEKTÖRLERİ DAHA FAZLA ETKİLİYOR
Farklı sektörler farklı düzeylerde işsizlik tehdidiyle karşı karşıya. ILO’nun sınıflandırmasına göre eğitim, sağlık ve sosyal çalışma, kamu yönetimi ve elektrik, su gibi temel hizmetler “düşük risk” kategorisinde. Tarım-ormancılık-balıkçılık “düşük-orta” grubunda yer alırken, inşaat, finans ve sigorta, madencilik ve taşocakçılığı “orta” riskliler arasında. Sanat-eğlence, taşıma, depolama ve iletişim “orta-yüksek” sınıfında. Konaklama ve yemek, emlak, imalat ile toptan ve perakende ticaret ise “yüksek” risk grubunda.
Bu arada yüksek risk altında insan yaşamının korunması için özverili bir çaba yürüten sağlık ordusunun küresel işgücü içinde 136 milyon kişiyle temsil edildiğini vurgulayalım. En kalabalık sektör 880 milyon kişiyle tarım iken, onu 463 milyon ile imalat sanayi izliyor.
Küresel istihdamın toplumsal cinsiyet boyutuna göz attığımızda ise parçalı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Çünkü kadınların yüksek oranlarla temsil edildiği eğitim (yüzde 61,8) ve sağlık (yüzde 70,4) gibi bazı sektörler “düşük” istihdam riski taşırken, sanat-eğlence (yüzde 57,2) “orta-yüksek”, konaklama ve yemek (yüzde 54,1) “yüksek” risk içeriyor.
Covid-19 salgınının farklı toplumsal sınıfları ve sektörleri farklı düzeylerde etkilediğini Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) sık sık güncellediği raporları da ortaya koyuyor. ILO salgının başlarında 25 milyon tam zamanlı işe eşit işgücü kaybı olacağını tahmin ederken, bu rakam önce 195 milyona, en son da 29 Nisan 2020 raporunda 305 milyona çekildi. Belki daha da vahimi, çoğu yoksul ülkelerde yoğunlaşan kayıt dışı ekonomide istihdam edilen 1,6 milyar kişinin geçimlerini sağlayamamak riskiyle karşılaşması. Bu sayı küresel işgücünün yaklaşık yarısına denk geliyor.
Dünyada ortalama işgücü kaybı yüzde 10,5’i bulurken bu oran Amerika kıtasında yüzde 12,4’e, Avrupa ve Orta Asya’da yüzde 11,8’e kadar çıkıyor. Dünya çapında 436 milyon işletme, faaliyetlerinin kesintiye uğraması riskini yakından hissediyor. Toptan ve perakende satışta 232 milyon, imalat sanayinde 111 milyon, konaklama ve yemek hizmetlerinde 42 milyon işletme ekonomik krizin etkisi altında bulunuyor.
ILO Genel Direktörü Guy Ryder durumun vahametini, “Milyonlarca işçi için gelirin kesilmesi demek aynı zamanda yiyeceğin de, güvenliğin de, geleceğin de olmaması demek. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında milyonlarca işletmenin nefesi kesilmiş durumda. Onların ne tasarrufları var, ne de kredi kaynaklarına erişimleri. Eğer hemen şimdi yardım elimizi uzatmazsak bu işletmeler yok olup gidecek” sözleriyle dile getiriyor.
SALGIN BAZI SEKTÖRLERİ DAHA FAZLA ETKİLİYOR
Farklı sektörler farklı düzeylerde işsizlik tehdidiyle karşı karşıya. ILO’nun sınıflandırmasına göre eğitim, sağlık ve sosyal çalışma, kamu yönetimi ve elektrik, su gibi temel hizmetler “düşük risk” kategorisinde. Tarım-ormancılık-balıkçılık “düşük-orta” grubunda yer alırken, inşaat, finans ve sigorta, madencilik ve taşocakçılığı “orta” riskliler arasında. Sanat-eğlence, taşıma, depolama ve iletişim “orta-yüksek” sınıfında. Konaklama ve yemek, emlak, imalat ile toptan ve perakende ticaret ise “yüksek” risk grubunda.
Bu arada yüksek risk altında insan yaşamının korunması için özverili bir çaba yürüten sağlık ordusunun küresel işgücü içinde 136 milyon kişiyle temsil edildiğini vurgulayalım. En kalabalık sektör 880 milyon kişiyle tarım iken, onu 463 milyon ile imalat sanayi izliyor.
Küresel istihdamın toplumsal cinsiyet boyutuna göz attığımızda ise parçalı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Çünkü kadınların yüksek oranlarla temsil edildiği eğitim (yüzde 61,8) ve sağlık (yüzde 70,4) gibi bazı sektörler “düşük” istihdam riski taşırken, sanat-eğlence (yüzde 57,2) “orta-yüksek”, konaklama ve yemek (yüzde 54,1) “yüksek” risk içeriyor.
Covid-19 salgınının farklı toplumsal sınıfları ve sektörleri farklı düzeylerde etkilediğini Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) sık sık güncellediği raporları da ortaya koyuyor. ILO salgının başlarında 25 milyon tam zamanlı işe eşit işgücü kaybı olacağını tahmin ederken, bu rakam önce 195 milyona, en son da 29 Nisan 2020 raporunda 305 milyona çekildi
HEM TALEP HEM DE ARZ CEPHESİ SORUNLU
Peki, Covid-19 salgının etkisini yitirmesi halinde ekonomik faaliyetlerin kaldığı yerden devam etmesi beklenebilir mi? Ne yazık ki mal ve hizmetlere olan talebin canlanmasının, en azından eski kalıplarda sürmesinin önünde çeşitli engeller bulunuyor. Birincisi, özellikle dar gelirli kesimler süreçten gelirleri düşmüş, sınırlı tasarrufları erimiş olarak çıkacaklar. Hele bir de ertelenmiş borçların vadesi gelince taleplerini iyice kısacaklar. İkincisi, salgının getirdiği güvensizlik duygusuyla, işsiz kalmak korkusuyla insanlar satın alma kararlarında çekingen davranacaklar. Üçüncüsü, lokantalar, kafeler açılsa, sinemalar film gösterimine başlasa bile tedirginlik, vehimler kolay kaybolmayacak. Dördüncüsü, alışkanlıklarda değişiklik gözlenecek. Turistik seyahatler, iş seyahatleri azalabilecek; şirketler özellikle hizmet sektöründe, büro işlerinde daha az kişiyle çalışma, uzaktan çalışmaya daha az ücret ödeme modeline geçebilecekler. Salgın dönemini insan yerine robotları, yapay zekayı ikame etmek için fırsat bilen işletmelere rastlanacak. Tüm bunlar emek kesiminin tekin talebini aşağı çeken bir etki yaratacak.
Şimdi de arz cephesine geçersek, orada da ciddi sorunlar yaşanacağını öngörebiliriz. Birincisi, gerek imalat sanayinde, gerekse de hizmetler sektöründe seyrek oturma düzeni verimlilik kaybına yol açacak. Ücretler artmazken birim işgücü maliyetleri yükselecek. İkincisi, tedarik zincirlerinin tek bir halkasında aksama tüm üretimi olumsuz etkileyebilecek. Tedarik zincirlerini sadeleştirme, ulusal ekonomilere dönme eğilimi de maliyetleri yukarı çekecek. Üçüncüsü, uluslararası ticarette yavaşlama ihracatı zayıflatacak. Salgın döneminde ertelenen vergileri, uzun döneme yayılan kredileri ödeme zorunluluğu firmaları zorlayacak.
STAGFLASYON VE TOPLUMSAL MÜCADELE
Ekonomide talep unsurundaki kalıcı değişiklikler sırf Keynesyen önlemlerle krizin aşılamayacağını gösteriyor. Yani insanların işe dönmesi, harcamalarını artırmasıyla sorun kendiliğinden çözülmeyecek (Michael Roberts blogu). Üretimde yaşanacak sorunlar da maliyetlerin yükselmesi tehlikesine işaret ediyor. Bu görünüm enflasyonla durgunluğun bir arada yaşandığı “stagflasyon” senaryosunu akla getiriyor.
Tüm sorunları çözmese dahi, salgın döneminde geliri göreceli etkilenmeyen, buna karşın tüketimi zayıflayan kişileri ve bu süreçten artan iş hacmiyle nemalanan şirketleri vergilendirmek en etkili politika önerisi gibi görünüyor. Böylelikle kamu kesimi hem başta sağlık, toplumsal hizmetleri sürdürecek, altyapı yatırımlarıyla ekonomiyi canlandıracak, hem de yoksul kesimlerin yararına geliri yeniden bölüştürecek güce kavuşacaktır. Bu kurgu da “neoliberal dönemin” kapanması demektir. Ancak yukarıdaki “ılımlı” senaryonun bile yaşama geçmesi kendiliğinden değil, toplumsal mücadelenin yükselmesi sonucu gerçekleşecektir.
Peki, Covid-19 salgının etkisini yitirmesi halinde ekonomik faaliyetlerin kaldığı yerden devam etmesi beklenebilir mi? Ne yazık ki mal ve hizmetlere olan talebin canlanmasının, en azından eski kalıplarda sürmesinin önünde çeşitli engeller bulunuyor. Birincisi, özellikle dar gelirli kesimler süreçten gelirleri düşmüş, sınırlı tasarrufları erimiş olarak çıkacaklar. Hele bir de ertelenmiş borçların vadesi gelince taleplerini iyice kısacaklar. İkincisi, salgının getirdiği güvensizlik duygusuyla, işsiz kalmak korkusuyla insanlar satın alma kararlarında çekingen davranacaklar. Üçüncüsü, lokantalar, kafeler açılsa, sinemalar film gösterimine başlasa bile tedirginlik, vehimler kolay kaybolmayacak. Dördüncüsü, alışkanlıklarda değişiklik gözlenecek. Turistik seyahatler, iş seyahatleri azalabilecek; şirketler özellikle hizmet sektöründe, büro işlerinde daha az kişiyle çalışma, uzaktan çalışmaya daha az ücret ödeme modeline geçebilecekler. Salgın dönemini insan yerine robotları, yapay zekayı ikame etmek için fırsat bilen işletmelere rastlanacak. Tüm bunlar emek kesiminin tekin talebini aşağı çeken bir etki yaratacak.
Şimdi de arz cephesine geçersek, orada da ciddi sorunlar yaşanacağını öngörebiliriz. Birincisi, gerek imalat sanayinde, gerekse de hizmetler sektöründe seyrek oturma düzeni verimlilik kaybına yol açacak. Ücretler artmazken birim işgücü maliyetleri yükselecek. İkincisi, tedarik zincirlerinin tek bir halkasında aksama tüm üretimi olumsuz etkileyebilecek. Tedarik zincirlerini sadeleştirme, ulusal ekonomilere dönme eğilimi de maliyetleri yukarı çekecek. Üçüncüsü, uluslararası ticarette yavaşlama ihracatı zayıflatacak. Salgın döneminde ertelenen vergileri, uzun döneme yayılan kredileri ödeme zorunluluğu firmaları zorlayacak.
STAGFLASYON VE TOPLUMSAL MÜCADELE
Ekonomide talep unsurundaki kalıcı değişiklikler sırf Keynesyen önlemlerle krizin aşılamayacağını gösteriyor. Yani insanların işe dönmesi, harcamalarını artırmasıyla sorun kendiliğinden çözülmeyecek (Michael Roberts blogu). Üretimde yaşanacak sorunlar da maliyetlerin yükselmesi tehlikesine işaret ediyor. Bu görünüm enflasyonla durgunluğun bir arada yaşandığı “stagflasyon” senaryosunu akla getiriyor.
Tüm sorunları çözmese dahi, salgın döneminde geliri göreceli etkilenmeyen, buna karşın tüketimi zayıflayan kişileri ve bu süreçten artan iş hacmiyle nemalanan şirketleri vergilendirmek en etkili politika önerisi gibi görünüyor. Böylelikle kamu kesimi hem başta sağlık, toplumsal hizmetleri sürdürecek, altyapı yatırımlarıyla ekonomiyi canlandıracak, hem de yoksul kesimlerin yararına geliri yeniden bölüştürecek güce kavuşacaktır. Bu kurgu da “neoliberal dönemin” kapanması demektir. Ancak yukarıdaki “ılımlı” senaryonun bile yaşama geçmesi kendiliğinden değil, toplumsal mücadelenin yükselmesi sonucu gerçekleşecektir.
Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN