Anadolu Savaşı’nda eşsiz hizmetleri olduğu bilinen, bizzat kendisinin de üyesi olduğu Karakol Cemiyeti’ni ele alıyor. Bir de isim buluyor: Kara Çete…
Şunun şurasında yedi ay yaşamış bir partinin “cirmi” ne ki sözü edilmeğe değer görülsün…
Böyle düşünülebilir. Ancak tam böyle değil. Cumhuriyet döneminin ilk kurulan muhalefet partisi olması, kurucularının kimliği ve partinin kapatılması yönünde yüklenen suçlamaların ağırlığına bakıldığında yaktığı yerin cirminden büyük olduğu görülecektir.
Ekim 1924’ten itibaren özellikle İstanbul “matbuatında” Halk Fırkası’ndan kopmalar olacağı ve “Cumhuriyetçiler” adıyla yeni bir partinin ortaya çıkacağı söylentileri uç vermeğe başlar. 8 Kasım 1924 günü verilen bir gensoru görüşmesi sonrasında Rauf Orbay’ın Halk Fırkası’ndan istifa ettiği haberi gazetelere düşer.Bu haberin o günlerde siyaset mahfillerini hareketlendirecek ölçüde heyecan verici olduğunu söylemek durumundayız. Zira Rauf Bey’in isminin hafızalardaki yeri pek tazedir. Balkan Savaşları’nın Hamidiye Kahramanı, sonrasında Bahriye Nazırı, Samsun’dan Ankara’ya uzanan büyük yürüyüşün bütün duraklarında Mustafa Kemal’in yanında yer almış, milletvekilliğinin yanı sıra, başbakan diyoruz, icra vekilleri heyeti reisliği yapmış Meclisin sevilen,sayılan üyelerinden biri Rauf Bey…Aynı gün bunu başka istifalar izler.Halk Fırkası’ndan kopmalar başlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın “Benim burnuma barut ve kan kokusu geliyor. Dilerim ben yanılmış olurum” demesi, Anadolu Savaşı’nın muzaffer generallerinin istifalar kervanına katılmalarından sonradır. İstifalar yeni partinin ilk işaretini verir. Nitekim kısa bir süre sonra Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar’ında kurucular listesinde yer aldığı “paşalar partisi” 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) adıyla sahneye çıkar.
Başkanlığını Kâzım Karabekir üstlenirken İkinci Başkanlığa Adnan Adıvar ve Rauf Orbay, Genel Sekreterliğe Ali Fuat Cebesoy getirilir. Partiye katılan milletvekili sayısı ilk elde 29’dur.
Nefesleri yetmez. 1925 Şubat ayı başlarında çıkan Şeyh İsyanı nedeniyle İsmet Paşa Hükümetinin ilan ettiği sıkıyönetimin dalgaları, isyan bölgesindeki TCF şubelerini de vurur. Partinin Urfa genel sekreteri isyanın kışkırtıcılarından biri olduğu iddiası ile tutuklanır. İlkin 25 Mayıs 1925’te TCF’nin Urfa şubesi, ardından da partinin isyan bölgesindeki bütün şubeleri aynı akıbete uğrar. Sonrası Haziran ayıdır. Sen sağ ben selamet. Parti tümüyle kapatılır.
Elbette bilirsiniz. Ünlüdür. Halide Edip’in üç yıl önce 1922’de Türk Ordusu İzmir’e girdiğinde, Mustafa Kemal’e sohbet sırasında ”Bundan sonra biraz dinlenirsiniz” yollu sözüne, Mustafa Kemal’in “Dinlenmek mi, Yunanlılardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz” cevabı adeta olacakların habercisidir. Mustafa Kemal’in öngörüsü doğrulanacak, taraflar bu defa iktidar savaşı düzenine girecektir.
Sonrası mı?
Düşmeye gör. Bundan sonra hükmünü sürdürecek olan Kemal Tahir’in değişiyle kurt kanunudur. Ne diyoruz: Düşeni yemek haktır!
Mete Tunçay’ ın “Tek Parti Yönetiminin Kurulması” kitabını tanık olarak gösteriyorum; Tunçay, TCF’nin kapatılmasından kısa bir süre sonra partinin bağımsız kalan milletvekillerine karşı CHF’nın saldırılarını sürdürdüğünü, milletvekilliklerinin düşürülmesi için kampanya açıldığını o günkü gazete haberlerine dayanarak yazarken, 13 Ekim 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesinden bir de dip not düşer:
“Milletin istemediği üç beş mebus; Refet, Ali Fuat, Kâzım Karabekir paşalarla, Canbulat, Rauf, Adnan beyler…”
Matbuat saldırıya geçmiştir.
Kurt kanunudur. Düşen yenilecektir.
Öyledir, bazen tarih talih olarak yazılır. Mustafa Kemal’e İzmir’de suikast yapılacağı haberi 15 Haziran 1926 günü ihbar edilir. Talihtir!
Suikastı düzenleyecek olan tetikçiler ve elebaşları tutuklanır. İlk sorguyu dünyada eşi benzeri var mıdır bilinmez, iki gün sonra İzmir’e gelecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat kendisi tarafından yapılacaktır. Sorgulamanın sonucunu İsmet Paşa’ya “makine başında telgrafla “ talimat olarak bildirir:
“Suikast tertibinin ortaya çıkartılması ve tutuklananların itirafları ile benim anladığım şudur: Karşımızda iktidarı almak isteyen Terakkiperver Cumhuriyet Partisi adı altında çalışan bir komite vardır. Eski muhalif İkinci Grup mensupları adı geçen komiteye bağlıdırlar. Bu partinin genel merkezi ve üyeleri, genel girişimleri yönetmekte ve karar almaktadır (…) Bu gördüğüm durum, İstiklal Mahkemesinin tutuklamaları ile aydınlanacaktır ümidindeyim. Buna göre Terakkiperver Partisi bütün liderlerini ve bir kısım üyelerini tümüyle tutuklayıp cezalandırmak gerekecektir(…) Önemli bir yurt sorununu radikal ve ivedi bir yöntemle çözeceğiz. İstiklâl Mahkemesi yüksek kurulu da durumu benim gördüğüm gibi görüyor…”
Bu arada Şeyh Sait İsyanı nedeniyle kurulun Ankara İstiklal Mahkemesi’nin (Üç Aliler Divanı) Mustafa Kemal Paşa’dan bir gün önce,16 Haziran’da, İzmir’e geldiğini ve Paşa’yla aynı görüşü paylaştıklarını görüyoruz. Başbakan İsmet Paşa, Kazım Karabekir’e yönelik karara İtiraz eder. Paşa’yı Üç Ali’ye teslim etmek istemez. Mustafa Kemal onu İzmir’e çağırır. İsmet Paşanın gözlerinden öpülür. İsmet ikna olur…
Ali Fuat Cebesoy İstanbul’da Kuzguncuk’ta annesiyle birlikte yaşamakta olduğu evden alınır. Yok, hayır kelepçe falan vurulmadığı anlaşılıyor. Kendi demesine göre gayet kibar davranmışlar. Nede olsa Mustafa Kemal’in çocukluk arkadaşı, gençlik yoldaşı, Anadolu Savaşı’nda “Umum Kuvay-i Milliye Komutanı”, Moskova Elçisi, Meclis İkinci Başkanı ve tabi ki ayrıcalıklı, zira onun rakı arkadaşı… Şimdi İzmir’e götürülmek üzere Gülcemal vapurunun kamarasındadır. Pencereden bakar. Rıhtımda çırpınarak oraya buraya koşturup duran genç kadın İsmail Canbulat’ın karısıdır. Ali Fuat’ı tanır. Sonrasını Ali Fuat hatıralarında şöyle anlatır:
“Saat sabahın altısı idi. Gemi rıhtımdan ayrılıyordu. Pencereden dışarıya baktım. Rıhtımda kimseler yoktu. Sadece bir kadın, oradan oraya koşuyor ve ısrarla birini aradığı her halinden belli oluyordu. Yüzünü bana doğru dönünce derhal tanıdım. O da beni tanıdı. Pencereye doğru yaklaşarak, ‘Paşam, Canbulat Bey vapurda mı’ diye bağırdı. Ben, vapurda daha kimlerin bulunduğundan haberdar değildim. Sordum. Müspet cevap verdiler. Evet Nuriye Hanım vapurdaymış dedim…”
İsmail Canbolat İstiklal Mahkemesi’nce çarpıldığı 10 yıl cezaya itiraz ederek yeniden yargılanmasını talep edecek, Üç Aliler Divanı “hayhay“ dedikten sonra üç beş dakikalık bir duruşmanın ardından dan idama mahkum edilecektir…
Asıldı… Eşini bir daha göremeyecek olan Nuriye Hanım’ın iskeledeki çırpınışları Ali Fuat’ın aklından hiç çıkmayacaktır.
Gülcemal vapuruyla İzmir’e getirilenler arsında Cafer Tayyar Paşa ve Refet Paşa’nın da olduğunu Ali Fuat yolda öğrenecektir.
Yeniden Karabekir’e dönebiliriz. Kâzım Karabekir’in büyük bir komutan olduğundan kuşku duyulmuyor. Şark Cephesinde Mustafa Kemal’in kalesi olmuş bir komutan. Ancak ne kadar yazık, çok kötü şiirler yazıyor ve yazmakta ısrar ediyor. Daha kötüsü de her koşulda yazabiliyor olması. Ankara’da Keçiören’deki köşkünde gözaltına alınıyor ve suikast davasında yargılanmak üzere İzmir trenine bindiriliyor. Kompartıman son derece rahatsız ama ne gam, o kararlı ve şiir yazıyor:
“Tam yüz kişiyle sarılmıştı evim/Cürüm ne imiş henüz yoktu haberim/Jandarmalar, memurlar,kamyonlar,polisler etrafı sarmışlar,köşkümü gözlerler/Nihayet aldılar köşkümden/Bir sabah erken/İki kere yapıldı bu merasim iki gün arayla/Acısını sormalı köşkte ağlayana/ Gidiyor İstiklâl Harbi’ni kuran merasimi mahsusla/ İzmir İstiklâl Mahkemesine çifte polisle.”
Duruşmalar başlarken mahkeme reisi Kel Ali (Çetinkaya) gazetelere yaptığı açıklamada suçlamaya eski İttihatçılardan başlıyor. Anadolu Savaşı’nda eşsiz hizmetleri olduğu bilinen, bizzat kendisinin de üyesi olduğu Karakol Cemiyeti’ni ele alıyor. Bir de isim buluyor: Kara Çete… Terakkiperver Fırkası’nın Kara Kemal ve İzmit Milletvekili Şükrü Bey’in gayretleriyle kurulduğunu; Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşaların bunu göremediklerini, şayet görselerdi bu vaziyete düşmezlerdi diyerek TCF’nin kuruluşunu eski İttihatçılara bağlıyor.
Kısa sürüyor.Haziran ortalarında başlayan duruşmalar 14 Temmuz’da bitiyor ve karara bağlanıyor. Üç Ali’ler “Avukat gevezeliklerini” sevmediğinden mahkeme avukatsız yapılıyor. Temyiz ise ne kadar gereksiz… Sanıklar 13’ü vicahen, ikisi gıyaben olmak üzere 15 idam, çeşitli hapis cezaları ve beraat kararları verildiğini konuldukları ambarda öğreniyorlar. Rüştü Paşa hariç diğer Paşalar beraat edenler arasında yer alıyor.
Bu sahneyi aktarmalıyım. Ali Fuat anlatıyor:
“Ambarda gelişigüzel birer yer bulup oturmuştuk. Ben Mersinli Cemal ve Kâzım Paşaların arasına oturmuştum. Hepimiz perişan olmuş bir ruh hali içinde idik. Omuzlarımız adeta çökmüştü. Ağzımızı bıçak açmıyordu…” Ali Fuat’ın demesine göre Cemal Paşa kulağına fısıldıyor: “Paşa, beraat ettiğimize inanalım mı?” Ali Fuat’ın cevabını Karabekir tekrarlamak gereğini duyuyor: “İnanmayı da ne yapacağız…”
Çok korkuyorlar.
Kurt Kanununda düşeni yemek doğrudur ancak korkutmak da bu kanuna dahil olmalı ki, beraat edenlerin hemen hepsi Karabekir hariç biat edeceklerdir. Karabekir Mustafa Kemal’in ölümünden sonra İsmet Paşa’nın önayak olmasıyla yeniden Meclise girecektir.
Mustafa Kemal Paşa 1927’ye birçok yükten kurtulmuş olarak giriyor. Yalçın Küçük’ün demesiyle, elbette şaka olmalı, en çok korktuğundan, eşi Latife Hanım’dan boşanıyor, bu 1925’te oluyor, kurtuluyor!
Şimdi sırada Nutuk vardır…
Mehmet Bozkurt / SOL
Kaynaklar:
Kandemir, İzmir Suikastının İç Yüzü, Ekicigil Yayınları 3. Baskı,İstanbul,1955. Mete Tunçay, Tek Parti Yönetimin Kuruluşu,Yurt Yayınları,1.Baskı,Ankara,1981
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar,II.Kısım, Doğan Kardeş Yayınları,İstanbul,1960.
Uğur Mumcu,Gazi Paşa’ya Suikast,Tekin Yayınevi,1.Basım,İstanbul,1992.