29 Mayıs 2024 Çarşamba

T24 KÖŞEBAŞI - 29 Mayıs 2024 -

 

Sinpaş Kızılbük, inşaat yasağından muaf mı? (Candan Yıldız)

Yaz aylarındaki inşaat yasağına rağmen Marmaris-Kızılbük'teki inşaatın devam ettiği görüntülendi.

Kızılbük, Betonbük olmasın demiştik… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın incelenmesini istediği, doğa talanının simgesi, Muğla/Marmaris Kızılbük Koyu'ndaki Sinpaş'ın devre mülk konut ve otel inşaatı, yaz dönemi inşaat yasağına rağmen devam ediyor.

Oysa Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 10.03.2005 tarihli genelgesine göre 15 Mayıs-15 Ekim ayları arasında inşaat faaliyetlerine yasak getirildi. Söz konusu genelgeye göre "turistik yörelerde yürütülen inşaatlarda gürültü, çirkin görünüm, çevreyi kirletme gibi olumsuz etkisi olan türdeki ağır nakliyat, hafriyat ve harçlı inşaat faaliyetleri için inşaat yasağı" uygulanıyor.

Bu genelgeye rağmen çevreciler 21 Mayıs'ta Sinpaş'ın dev inşaatının devam ettiğini görüntülediler.

21 Mayıs'ta çekilen görüntüler gece çekilmiş. Görüntülerde iş makinelerinin, kamyonların çalıştığı net olarak görülüyor. İnşaatın, bakanlığın yasağına nasıl takılmadığı hukuken asla anlaşılır değil ama Türkiye'de sermayenin gücüne bakıldığında anlaşılır! Bakanlığın turistik bölgelerde yaz aylarındaki inşaat yasağının takibi ve uygulamasında valilikleri görevlendirdiğini belirtmek isterim. Muğla Valiliği nedense görmüyor, duymuyor. Marmaris Kent Konseyi ve siyasi partilerin de bileşeni olduğu Ekolojik Mücadele Komitesi üyeleri olmasa kimsenin ruhu duymayacak. Zaten duyulsaydı, 1988 yılında 46.bin metrekare olan inşaat alanı yeni ruhsatlarla birlikte 205 bin metrekare büyüklüğe ulaşmazdı, kat sayısı da 7'den 10'a çıkmazdı.

Çevrecilerin iddiasına göre 1994'te yapımına başlanan ve uzun yıllar inşaat halinde kalan otelin kat sayısı deprem güçlendirme ruhsatı alınmadan 3 kat daha artırılmış.

Yine milli parkın hemen yanında bulunan dev inşaatın milli park alanına taştığı da görülüyor. İnşaat sahasını gün be gün takip eden, bilen çevreciler Milli Parklar Genel Müdürlüğü'ne sundukları şikâyet dilekçesinde şu tespitleri yaptı:

1-Sinpaş GYO'nun kamu malı olan milli park alanına 10 metre genişliğinde yollar açtı.

2- Milli parkta bazı bölgelerin zemini 10 metre aşağıya indirildi.

3- Bazı alanları hafriyatla doldurup kendi ticari amacına göre işgal etti.

4- Dağ etekleri tıraşlanarak tahrip edildi.

5- Kendi tapulu parselinde olsa da milli park alanında dinamit kullandı.

6- Kanunsuz olarak açtığı yolları ışıklandırma yapmak için duvar örüyorlar.

7- Tüm itirazlara rağmen milli parklara ait ve şirketin parsellerine 700 metre uzaklıktaki kapıyı milli parklar ilçe müdürlüğünün bilgisiyle kanunsuzca halka kapalı tuttular.

8- Tepeleri iş makineleri ile aşağıya indirme hazırlığındalar, iş makineleri milli park içinde tutularak talana devam ediyor.

Yaz aylarındaki inşaat yasağının ihlaliyle ilgili Marmaris Kent Konseyi ile Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesi, suç duyurusunda da bulundu. Dilekçede "İnşaat yasağı başlamış olduğu halde, şantiye alanında gerek çatıda gerek katlarda, kıyıda ve her yerde işçiler yasağa aldırmadan çalışmaya devam etmekle birlikte; milli park alanları da otomobil ve inşaat makinelerinin işgali altındadır. İnşaatın arkasındaki tepeler yıkılmış, yol doldurulup genişletilmiş ve bir tarafına tamamen duvar örülmüştür. Kıyı kenarı, Muğla İdare Mahkemesi'nin 26/03/2024 tarihli bilirkişi keşif günü sonrası, tespit edilenden daha da fazlasıyla tahrip ve talan edilmiştir" denildi.

Görüntülerle yasağın ihlal edildiğini belgeleyen çevreciler bakalım kamu idarelerini harekete geçirebilecek mi? Yoksa George Orwell'ın Hayvanlar Çiftliği'ndeki gibi bazıları imtiyazlı olmaya devam mı edecek?

                                                            /././

Aydın Denizli otoyolu nereye uzanıyor? (Çiğdem Toker)

Milletin cebinden beş kuruş çıkmadan yapıldığı söylenen projelerden biri olan Aydın-Denizli otoyolunun finansman maliyetini eninde sonunda kim ödüyor olabilir? Eşsiz tarım ürünlerinin yetiştiği ovaları kalbinden hançerleyen bir KÖİ projesi yapılsın diye biz vatandaşlar olabilir mi? Milletin sırtına yıkılacak yüzlerce milyon Euro finansman... Milyarlık sermaye arttırımları... Ama işçiye yevmiye yok

Bir KÖİ (Kamu Özel İşbirliği) projesi olan Aydın-Denizli otoyol inşaatı, son günlerde yevmiye ve fazla mesai paralarını alamayan, alamadığı gibi taşeron şirket tarafından -çalışma hayatında "yüz kızartıcı suç" olarak bilinen- "kod 46" ile işten çıkarılan işçilerin direnişiyle gündemde.

Aydın-Denizli otoyol inşaatını Yap İşlet Devret modeliyle yani -ayrıntılarını aşağıda açacağım- araç geçiş garantili sözleşmeyle Fernas Otoyol İşletmesi A.Ş yapıyor.

Fernas Otoyol A.Ş'yi, Aydın-Denizli otoyol ihalesinin ardından (Ekim 2020) Batman Ticaret Sicili'ne kayıtlı Fernas İnşaat kurmuştu.

Burada bir hatırlatma:

Yap İşlet Devret yasasına göre yapılmış ihaleyi kazanan şirketin, ihaleyi yapan kamu kuruluşu ile "uygulama sözleşmesi" imzalayabilmesi için, "özel amaçlı şirket" adı verilen ve amacı sadece ilgili projeyi yapmak olan bir şirket kurması gerekiyor.

"Uygulama Sözleşmesi" diye söz ettiğim de hani senelerdir "ticari sır" diye hepimizden saklanan, içinde Euro ve USD üzerinden muhtelif garantiler verilen, uğruna her sene bütçeden ciddi kaynaklar ayrılan, o meşhur gizemli metinler oluyor.

Vekil şirketine araç geçiş garantileri

Gelelim şirkete.

Fernas Otoyol A.Ş'nin dört yıl önce kurucusu olan Fernas İnşaat'ın bu süreçteki yönetim kurulu başkanı ve genel müdürü, şu anda AKP Batman Milletvekili olan Ferhat Nasıroğlu'ydu. Nasıroğlu, bölgesinde tanınmış, çok sayıda şirketi olan, futbol kulübünü destekleyen bir iş insanı.

Nasıroğlu, 30 Aralık 2022 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi'nde yayımlanan karar ile yönetim kurulu başkanı ve genel müdür olarak Fernas İnşaat şirketini temsil etmeye yetkili olarak belirlenmişti.

Seçimden sonra bıraktı

2023 Mayıs ayındaki seçimde Batman'dan milletvekili seçilince şirketteki görevini -aslında olması gerektiği gibi- bıraktı.

Fernas İnşaat'ın 17 Temmuz 2023 tarihli Ticaret Sicili'nde yayımlanan kararıyla Ferhat Nasıroğlu'nun yönetim kurulu üyeliği ve genel müdürlük görevinin sona erdiği, yerine Leyla Nasıroğlu Bilgin'in getirildiği görülüyor.

Ama bu Fernas'ın Ferhat Nasıroğlu'nun isim ve soy ismindeki hece ve harflerden oluştuğu gerçeğini değiştirmiyor. (Öte yandan kendisi sosyal medya hesabına bakıldığında hemşehrisi Mehmet Şimşek'in bakanı olduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın tasarruf tedbirleriyle ilgili açıklamalarını paylaştığı görülüyor.)

Sermayeyi 7.1 milyar TL'ye çıkardı

Fernas Otoyol İşletmesi A.Ş, birkaç gün önce sermaye arttırımına gitti. Ticaret Sicil Gazetesi'nin 25 Mayıs tarihli sayısında yayımlandı. Şirketin 6 milyar 265 milyon TL olan sermayesi 7 milyar 110 milyon 150 bin TL'ye yükseltildi. (Yükseltilen tutar, 845 milyon 150 bin TL.)

KÖİ projesi için kurulan bu şirketin asıl büyük sermaye arttırımı, bundan altı ay önce yapıldı. Şirket 2023 yılı sonunda, beşe katlayarak 1 milyar 245 milyon TL olan sermayesini 6 milyar 265 milyon TL'ye yükseltmişti.

Peki bunda ne var değil mi? Bu sermaye arttırımları, bu tip büyük ölçekli KÖİ projelerinde olması gereken, olağan adımlar.

Ancak olağan olmayan şey ne biliyor musunuz?

Otoyol yapan bir şirket bu kadar büyük sermaye arttırımlarına gidebilecek mali yeterliliği varken, dahası Hazine, bir milletvekilinin vaktiyle kurduğu, halen de aile bireylerinin yönetimde olduğu şirkete araç başına 5 Euro garanti verebilirken, o otoyolun inşaatında, Fernas'ın taşeronu, başka deyişle alt yüklenicisi olan bir şirkette çalışan işçilerin paralarını alamaması.

KÖİ taşeronluğu ve kod-46 ile çıkarmak

Paralarını talep ettikleri için işten çıkarılmaları.

 Bu çıkarma sırasında da "kod 46"nın kullanılması.

"Kod 46" çalışma mevzuatında bir kanun maddesine karşılık geliyor.

O kanun maddesinde bu durum "İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması" olarak tanımlanıyor.

İnşaat ve Yapı İşçileri Sendikası (İyi Sen) Genel Başkanı Hasan Kırlangıç'ı aradım ve Aydın-Denizli otoyol inşaatında direniş yapan işçilere yevmiyelerinin ödenmeme öyküsünü sordum.

Kırlangıç, taşeron şirket (İnceoğlu) tarafından işçilere Nisan ayı ödemesinin yapılmadığını, "Cuma" diye söz verilip ertesi pazartesi ödeme yapılmayarak SMS'le kod-46'dan çıkış verildiğini söyledi. İşçilerin şantiyeye gittiğinde Jandarma güçlerinin çağrılmış olarak orada beklediğini anlatan Kırlangıç, "Sorun nasıl başladı. Gerekçe olarak ne gösterildi?" soruma şu karşılığı veriyor:

"Bu arkadaşlar götürü usul dediğimiz türde iş yapıyor. Şöyle: Mesela inşaatta işe sabah 8'de başlanıyor. Akşam 5 ya da 6'da paydos ediliyor. Ama örneğin gece 21'de beton dökülecek. İşte bu aradaki 3-4 saatin de mesai olarak yazılması gerekiyor. Çünkü arkadaşları orada tutuyorsunuz. Arkadaşlar da mesai olarak yazıyor. Ama işte bunlara dair rakamlar inkâr edilmeye başlandı.Yevmiyelerden kesinti yapmaya başladılar."

Hırsızlık varsa suçduyurusunda bulun!

İyi Sen Genel Başkanı Kırlangıç, işten çıkarmalar konusunda şu dikkat çekici soruyu da yöneltti:

"Mademki arkadaşlarımızı kod-46 ile çıkarttın -yani hırsızlık yaptı, güveni sarstı demeye getiriyorlar. 50 kişi aynı anda hırsızlık yaptı demek!- o zaman niye şirket olarak suç duyurusunda bulunmuyorsun? Kod-46 ile işten çıkarılan hiçbir arkadaşımız, polis ya da savcı tarafından ifadeye çağrılmadı."

Kırlangıç telefonda anlatırken, ben de geçmişte Aydın-Denizli otoyol ihalesi, verilen garantileri hatırlamaya çalıştım. Bu konuda neredeyse on yazı yazdım. 163 km uzunluğundaki Aydın-Denizli otoyolu dokuz kere ihale edilen bir proje. Son ihalenin ardından taş ocağı açmak için yapılan kesimler ve bağa bahçeye, doğaya müdahaleler orada yaşayan köylülerin tepkisiyle karşılaşmıştı.

Kuyucak-Denizli etabı geçen yıl sonunda açılan otoyolun bu yıl sonunda bitmesi hedefleniyordu. Ancak mevcut koşullar altında zor görünüyor. Yatırım maliyeti 1,3 milyar Euro olarak açıklanan Aydın-Denizli otoyolu trafik yükünü azaltması ve yolculuk süresini kısaltmasıyla öne çıkarılıyor her KÖİ ulaştırma projesinde olduğu gibi. Ancak geçiş ücretlerinin otomobil ve km bazında 5 Euro/cent olarak belirlendiği çok daha sonra açıklandı.

İşletme süresi 17 yıl 9 ay 18 olarak duyurulan projede garantiye esas araç sayıları şöyleydi:

  1. Kesim: Aydın-Kuyucak (Garantiye esas uzunluk 65 km) için çift yönde 35 bin otomobil eşdeğer/ gün
  2. Kesim: Kuyucak –Denizli (garantiye esas uzunluk 85 km) için 32 bin otomobil eşdeğer/gün

Bu veriler esas alındığında, her bir yıl için birinci kesime 12 milyon 775 bin, ikinci kesim için ise 11 milyon 680 bin araç garanti hesabı ortaya çıkıyor.

Hatırlatmakta yarar var: 2021 yılı bütçe görüşmeleri sırasında (Kasım 2020) dönemin Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil KaraismailoğluAydın-Denizli Otoyolu'nun bakım ve işletme maliyeti, finans maliyeti, yenileme ve ağır bakım maliyetleriyle ilgili verileri kalem kalem paylaşmıştı.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu tutanaklarına göre Ulaştırma Bakanı'nın konuşmasındaki ilgili bölüm şöyle:

1 milyar 549 milyon Euro "Aydın-Denizli Otoyolu'nun yatırım maliyeti 699 milyon Euro'dur. Tabii bunun üzerine bakım, işletme maliyeti, 3 yıl yapım, 17 yıl işletmedeki bakım, işletme maliyeti 561 milyon Euro'dur. Finans maliyetini koyduğunuz zaman -sonuçta uluslararası finans kullanılıyor- 17 yılda 482 milyon Euro'dur. Yenileme ve ağır bakım maliyeti de 69 milyon Euro'dur. Yani bunlara toplam yapım, işletme, yenileme, finans maliyetini de eklediğinizde 1 milyar 813 milyon Euro'luk bir yatırım maliyeti ortaya çıkıyor arkadaşlar. Yani 17 yıl burayı işletecek, bu işletme maliyetleri de tamamen Karayolları'nın benzer yerlerde yaptığı işletme maliyetlerinden alınmıştır. Yine, burada finans maliyeti de Dünya Bankası'nın en düşük kredilerinden hesaplanmıştır. 1 milyar 813 milyon Euro maliyeti olan bir işin ihale bedeli de 1 milyar 549 milyon Euro'dur. Bu da 3 yıl yapım, 17 yıl işletmeden sonra tamamen kamuya sağlam bir şekilde devredilecektir."

Düşünün ki, Fernas'ın 17 yıl işleteceği Aydın-Denizli otoyolunun sadece finansmanı maliyeti 482 milyon Euro.

Peki zor olmayan bir soru:

Milletin cebinden beş kuruş çıkmadan yapıldığı söylenen projelerden biri olan Aydın-Denizli otoyolunun finansman maliyetini eninde sonunda kim ödüyor olabilir?

Eşsiz tarım ürünlerinin yetiştiği ovaları kalbinden hançerleyen bir KÖİ projesi yapılsın diye biz vatandaşlar olabilir mi?

Milletin sırtına yıkılacak yüzlerce milyon Euro finansman...

Milyarlık sermaye arttırımları...

Ama işçiye yevmiye yok.

Sahi Aydın-Denizli otoyolu nereye uzanıyor?

                                                        /././

Cem Yılmaz'ın ödediği aylık 10 bin dolarlık nafakanın vergisel durumu (Murat Batı)

Nafakalar karşı tarafı maddi zorluktan kurtarmak ya da zor duruma düşmesini önlemek amacıyla ödenir. Bu amaçla ödenen nafakalardan vergi alınmaması sosyal devlet gereğidir. Ancak ödenen bazı nafakaların miktarı astronomik seviyede olabilmektedir…


Cem Yılmaz ve Ahu Yağtu

Öğrencilik dönemlerim boyunca gerek çizdiği karikatürleri gerekse de sahne gösterilerini büyük bir keyifle defalarca okuyup/izlediğim ve hâlâ da sıkı bir hayranı olduğum Cem Yılmaz'la alakalı basında nafaka haberleri dolaşmakta.

Bu haberlere göre Cem Yılmaz, eski eşine 10 bin dolar aylık nafaka ödediği, ancak döviz kurunun artmasından dolayı 10 bin dolarlık aylık nafakanın 40 bin Türk Lirası'na düşürülmesi için dava açtığı ve mahkemenin 10 bin dolar nafaka ödenmesine devam edilmesi gerektiğine hükmettiği anlaşılmaktadır.

Konuyu magazine dönüştürmeden -ki herkesin özel hayatı mahremiyet barındırır- Cem Yılmaz'ın eski eşi Ahu Yağtu'ya ödenen aylık 10 bin doların Ahu Hanım nezdinde vergi boyutunu değerlendirmek ve bu durumun artık çözülmesi gereken kronik bir sorun olduğunu izah etmek gerekmektedir.

Şöyle ki Ahu Hanım aldığı aylık 10 bin dolar nafaka için herhangi bir vergi ödeyecek mi? sorusunun cevabını vereyim, gerisini beraber değerlendirelim: Hayır ödemeyecek…

Nafaka niçin verilir?

Nafaka, muhtaç eşlerin birbirlerine, boşanmış eşlerin birbirlerine, ana babanın küçük çocuklarına, altsoyun üstsoya, üstsoyun altsoya, refahta olan kardeşlerin zor durumdaki kardeşlerine yaptığı bir tür yardım olarak tanımlanmaktadır. Hukukumuzda dört tip nafaka vardır: yoksulluk nafakası, katılım nafakası, yardım nafakası ve tedbir nafakasıdır.

Yoksulluk nafakası boşanma sonucunda eşlerden birinin diğerine yoksulluk sınırının altında kalmaması için ödenen nafaka türüdür. Diğeri ise katılım (iştirak) nafakasıdır. Bu nafaka çocukların boşanma sonucunda maddi mağduriyetlerinin giderilmesi için ödenir. Ebeveynlerden biri, boşanma sonucunda çocuğun ya da çocukların velayetini aldığı andan itibaren diğer ebeveynin de hâlâ çocuklarına bakma yükümlülüğünün devam etmesi nedeniyle ödediği nafaka türüdür.

İkisi de gayet insani bir amaçla düzenlenmiş bir yardım modülüdür ve sanıyorum Cem Yılmaz, bu nafakaları ödüyor. 

Nafakadan vergi alınmalı mı?

Nafakalar karşı tarafı maddi zorluktan kurtarmak ya da zor duruma düşmesini önlemek amacıyla ödenir. Bu amaçla ödenen nafakalardan vergi alınmaması sosyal devlet gereğidir. Ancak ödenen bazı nafakaların miktarı astronomik seviyede olabilmektedir.

Gelir vergisi açısından nafakalar, Gelir Vergisi Kanunu m.25/8 “Genel olarak nafakalar (Alanlar için)” fıkrası uyarınca gelir vergisinden istisnadır. Kanunda bir üst sınır belirtilmemekte ve nafaka mahiyetinde olma koşuluyla ödenen tutar ne kadar olursa olsun gelir vergisi alınmamaktadır. Bence de alınmaması gerekir. Ancak bazı nafaka tutarları çok fazla olabilmekte ve bu yüksek ödemeler de gelir vergisinden istisna edilmektedir. Ödenen yoksulluk nafakası aylık 100 bin liralarla hatta bazen milyon liralarla zikredilmektedir. Ödenen nafaka tutarı ne kadar olursa olsun gelir vergisi alınmamakta ülkemizde.

zetle bu ödemelerden ne GVK m.25/8 uyarınca gelir vergisi ne de ivazsız bir ödeme sayılması nedeniyle veraset ve intikal vergisi alınmaktadır. Hiç vergi yok yani anlayacağınız.

Vergi hangi durumda alın(ma)sın?

Sosyal devlet gereği nafaka alanın hayatının devamı bu nafakaya bağlı ise ya da nafaka, bu kişiyi yoksulluk sınırından kurtarabiliyorsa vergi alınmaması gerekir elbette.

Ancak basından gördüğümüz kadarıyla aylık 10 bin dolar ya da çok daha fazla ödenen nafakaların yoksulluk sınırını çok aştığı görülmektedir. Hatta şöyle söylemekte fayda var; bugün ödenen aylık 10 bin dolar nafaka asgari ücretin yaklaşık 19 katı kadardır. Hatta bir profesör olarak benim yaklaşık 5 aylık maaşıma isabet etmektedir.

Topçu, popçu, şarkıcı, iş insanı gibi yüksek gelirli kişiler eşlerine ödedikleri nafakalar ne kadar yüksek olursa olsun vergilendirilmemektedir. Elbette kişinin yaşadığı şehir, mahalle, diğer sosyal koşullar farklılık göstereceği için aynı gelir kimisine çok kimisine az gelebilir. Ancak bu bir gerekçe olmamalıdır. 

Israrla belirtmekte fayda görüyorum, nafakalar elbette vergilendirilmesin ama belirli bir düzeyi aşan nafakaların vergilendirilmesiyle alakalı bir formülasyon geliştirmek vergilemede adalet adına hiç fena olmayacaktır.

                                                                 /././

"Şinanay yavrum hoppa şinanay" (Yalçın Doğan)

Jürgen Klopf için düzenlenen veda törenini düşünüyorum. Hayranlık ve kıskançlıkla. Avrupa medyasındaki Klopf övgülerine bakıyorum. "Rakiplerine saygılı, taraftarını iyi anlayan ve yönlendiren, insancıl, başarıyı içine sindirmesini bilen..." Kulaklarımda Florya'dan yükselen tezahürat: "Şinanay yavrum hoppa şinanay (!!!!!) Galatasaray"

Hayranlıkla izliyorum o töreni.

Şampiyonluğa otuz yıl hasret kalmış Liverpool'u İngiltere'de şampiyonluğa ulaştıran, Avrupa'da kupalar kazandıran Alman asıllı teknik direktör Jürgen Klopf için düzenlenen veda töreni, bizim yirmi yıldır her alanda unuttuğumuz, özlemini çektiğimiz uygar sahnelerle dolu.

Kıskançlıkla izliyorum o töreni.

Liverpool'un stadı Anfield'de onların efsane şarkısı...

"You will never walk alone", hiçbir zaman yalnız yürümeyeceksin, çalarken...

Şampiyon Galatasaray'ın Florya'daki tesislerinde Sezen Aksu'nun şarkısı...

"Şinanay yavrum hoppa şinanay" çalıyor.

Önce Ali Koç

Galatasaray'dan önce Fenerbahçe Başkanı Ali Koç.

Ben Beşiktaşlıyım, Ali Koç Başkan seçildiğinde içime bir umut doğuyor. Önemli bir aileden geliyor, iyi bir eğitimden geçmiş, dünyayı biliyor, Türk futbolu için kazanç olduğunu düşünüyorum.

Ne var ki, zaman geçtikçe Ali Koç'un tavırlarını ve konuşmalarını yadırgıyorum. Pek çok haklı yönü olabilir, Fenerbahçe ve kendisi çeşitli haksızlıklara uğramış olabilir, yine de öfkeli halini şaşkınlıkla izliyorum. Sürekli sinirli. Gerginliği takıma yansıyor.

Galatasaray'ı yendikleri son maçtan sonra Ali Koç:

"Biz bugün gerçek şampiyonun kim olduğunu şerefsizlere, hırsızlara, alçaklara gösterdik. Takımımız kahramanca savaştı".

Kulaklarıma inanamıyorum.

O "kahramanca savaştık" derse, futbolcularından Mert Hakan Yandaş da, sahada rakip oyunculara ve rakip taraftarlara sataşarak, edep dışı tavırlarıyla "savaşmanın" pratiğini gösterir!..

"Şinanay yavrum hoppa şinanay".

Galatasaray dünya basınında

Helal olsun Galatasaray'a, şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiler.

Helal olsun teknik direktör Okan Buruk'a, ayakları yere basan, mütevazı, başarısı başını döndürmüyor. Ta ki...

Galatasaray'ın 102 gibi, rekor puanla şampiyonluğu kazanması dünya basınında yankılanıyor. Pek çok Avrupa ülkesi, Arjantin ve Kolombiya'ya kadar dünya medyası bu başarıyı vurguluyor.

Galatasaray nefes nefese yarış sonucunda kazandığı şampiyonluğu taraftarlarıyla kutluyor.

"Şinanay yavrum hoppa şinanay."

İcardi şov

Kutlamalarda gol kralı, taraftarın sevgilisi İcardi kendisine özel bir rol biçiyor.

Yıl boyu taşkınlıktan uzan duran İcardi, ona atfedilen "Aşkın olayım" şarkısıyla, üzerinde "Ali Koç yazılı bir Galatasaray formasıyla" sahneye çıkıyor!..

"Bakalım şimdi Kadıköy'de nasıl bir kutlama yapıyorlar" derken, kullandığı alaycı dile Galatasaray yönetimi nasıl izin veriyor?..

Derken yine İcardi öncülüğünde "Ağlama Fener" tezahüratı!..

Rakip takımı ve başkanını dile dolamak, ona yakışıyor mu?..

Real Madrid'ten Bayern'e

Bugüne kadar Avrupa ülkelerinde sayısız şampiyonluk kutlaması izledim.

Barcelona'dan Arsenal'e, Bayern Münih'ten Juventus'a, Real Madrid'ten Benfica'ya, Kızılyıldız'a, Celtic'e, Dinamo Kiev'e, Legia Varşova'ya kadar...

Hangi ülkenin takımı olursa olsun...

Ülkelerinde ya da Avrupa'da şampiyon olduklarında...

Rakip takımın futbolcularına, yöneticilerine sataştıklarını görmedim.

Galatasaray yöneticileri, siz gördünüz mü?...

Daha da ayıbı...

Asıl, o küfürlü tezahürat.

Galatasaray'ın Florya tesislerinde bir grup taraftar toplanıyor, hep birlikte bir şarkı...

"Şinanay yavrum hoppa şinanay (!!!!!!!!!!) Galatasaray."

Parantez içindeki ünlemler rakip takımın analarına ağır küfürler içeriyor.

Birkaç saniye sonra tam şok yaşıyorum.

O küfürlü tezahürata Okan Buruk da katılıyor!..

Küfür edenleri uyarıp, küfürlere son verdirmek yerine, küfür korosuna o da katılıyor.

Nerede kaldı efendilik, edep, başarıyı sindirmek?

Jürgen Klopf

Jürgen Klopf için düzenlenen veda törenini düşünüyorum.

Hayranlık ve kıskançlıkla.

Avrupa medyasındaki Klopf övgülerine bakıyorum.

"Rakiplerine saygılı, taraftarını iyi anlayan ve yönlendiren, insancıl, başarıyı içine sindirmesini bilen..."

Kulaklarımda Florya'dan yükselen tezahürat:

"Şinanay yavrum hoppa şinanay (!!!!!) Galatasaray."

* * *

Kılıçdaroğlu vak'ası: Artık köşeye çekilse

"Doğrudan sıcak siyasetle ilgilenmiyorum" diyor KRT televizyonundaki röportajında, ama...

"Yeniden genel başkanlığa aday olur musunuz"  sorusunu kaçırmıyor:

"Delege isterse elbette olurum".

Kemal Kılıçdaroğlu röportajda döktürüyor:

"Bir kişi uzun süre genel başkanlık yapmamalı".

Kendisi on üç yıldan fazla genel başkan kalıyor...

Tek bir seçim kazanamadan, Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçim, yerel seçim, referandum olmak üzere toplam on bir seçim kaybediyor ve hala genel başkanlık hayali kurabiliyor.

Ülkücü hareketten gelen bir MHP'liyi kendisine danışman yapıyor, Kılıçdaroğlu:

"Kıyamet koptu, nasıl danışmanı olur diye. Onlar bizim için mücadele ettiler. Niye olmasın?"

Olsun elbette!.. O danışman şu anda Ayhan Bora Kaplan davasında tutuklu!..

CHP'ye dönük eleştirilerini sıralarken:

"Ben boşuna demiyorum, hançerlendik diye. Bunları biliyorum ama, gereksiz bir tartışmaya zemin hazırlamak istemiyorum".

Bu zemin hazırlamak değil mi?..

Hala görmek istemiyor, Özgür Özel'in genel başkanlığında genç bir ekiple sosyal demokrat kimliğine yeniden kavuşan CHP üzerine çökmüş eylemsizliği üzerinden atıyor.

Bunca tutarsızlık içinde Kılıçdaroğlu artık köşeye çekilse, iyi olur!...

(T24)



28 Mayıs 2024 Salı

KISA KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI (28 Mayıs 2024)

Avrasya Tüneli için 5,4 milyar TL’lik ödeme: Tünel yurttaşın cebinden geçti (Mustafa BİLDİRCİN-Birgün)
Yap-İşlet-Devret modeliyle inşa edilen ve 2016’da trafiğe açılan Avrasya Tüneli’nin yurttaşa yükü belli oldu. Araç geçiş garantileri ve fiyat farkı düzenlemesi nedeniyle tüneli işleten şirkete 7 yılda 5,4 milyar TL ödendi.(https://www.birgun.net/haber/avrasya-tuneli-icin-5-4-milyar-tllik-odeme-tunel-yurttasin-cebinden-gecti-533114)

Diyarbakır'da sadece bir radyoterapi cihazı çalışır durumda(Elif Ekin SALTIK-EVRENSEL)

Diyarbakır Tabip Odası, kanser hastaları için kamu hastanelerinde tek cihazın çalıştığını, hastanenin kanser hastalarıyla dolup taştığını belirterek, yetkililere “harekete geçin” çağrısında bulundu.(https://www.evrensel.net/haber/519415)

Kırmızı bültenle aranan çete lideri Adana'da yakalandı: 20 bin TL kefaletle serbest (duvaR)

İsveç'te 'Kürt Tilkisi' lakaplı eski ortağıyla yaşadığı uyuşturucu pazarı çatışmasını Türkiye'ye taşıyan İsmail Abdo Adana'da çelik yelekle yakalandı. Abdo 20 bin TL kefaletle serbest bırakıldı.(https://www.gazeteduvar.com.tr/kirmizi-bultenle-aranan-cete-lideri-adanada-yakalandi-20-bin-tl-kefaletle-serbest-haber-1694472)

Interpol'ün kırmızı bültenle aradığı uyuşturucu taciri, Ürgüp'te yakalandı (duvaR)

Interpol'ün Almanya'nın talebiyle 'uyuşturucu ticareti ' suçundan kırmızı bültenle aradığı A.B., Ürgüp'te gözaltına alındı. A.B.'nin 1999'da Türk vatandaşlığından da çıkarıldığı anlaşıldı.(https://www.gazeteduvar.com.tr/interpolun-kirmizi-bultenle-aradigi-uyusturucu-taciri-urgupte-yakalandi-haber-1694471)

Et ve Süt Kurumu 'salmonella' iddiasını doğruladı: İmha edilecek(duvaR)

Et ve Süt Kurumu, yurt dışından ithal edilen bazı etlerde salmonella bakterisi görüldüğü iddialarını doğruladı. Ukrayna'da ithal edildiği öne sürülen etlerin imha edileceği açıklandı.(https://www.gazeteduvar.com.tr/et-ve-sut-kurumu-salmonella-iddiasini-dogruladi-imha-edilecek-haber-1694444)

Cumhuriyet (KÖŞEBAŞI) - 28 Mayıs 2024 -

 

Menderes’in 28 Nisan 1960 Tahkikat Encümeni darbesi (Emre Kongar)

Sevgili okurlarım, yukarıdaki Resmi Gazete sayısı, Adnan Menderes’in, 28 Nisan 1960’da yaptığı “Sivil Hükümet Darbesi”nin belgesidir.

Menderes, bu tarihte “Tahkikat Encümeni” adıyla kurduğu komisyonun yetki yasasını ilan ederek Çok Partili Düzen’in ilk darbesini gerçekleştirmişti.

“Tahkikat Encümeni” 15 milletvekilinden kurulmuştu:

Hem askeri, hem sivil yargılama usullerini kullanabilecekti hem savcı hem yargıç yetkilerine sahipti ve kararlarının temyizi yoktu.

Görevi, muhalefetin ve basının rejim aleyhtarı faaliyetlerini yargılamaktı.

Böylece Anayasa askıya alınarak tam bir Sivil Darbe gerçekleştiriliyordu.

                                                   ***

Aslında Menderes’in 28 Nisan 1960 Darbesi, on yıldır süren Demokrat Parti iktidarının Demokratik Rejim karşıtlığının doruk noktasıydı.

Menderes, on yıl boyunca kendisini iktidara getiren Demokratik Rejimi tahrip eden şu marifetleri sergilemişti:

1) Çok Partili Düzen’i kurarak iktidarı barışçı biçimde teslim eden, CHP’nin mallarına el koydu.

2) Temel hak ve özgürlükleri sınırladı, kısıtladı ve söz verdiği halde işçi haklarını görmezden geldi.

3) 1950 seçimi öncesinde kendisine destek veren Komünistleri hapse attı.

4) Meclis’ten karar almadan Kore’ye asker yolladı.

5) NATO’ya girdi, ABD’ye üsler verdi. “Komünizme karşıyım” diye, bütün solcuları, demokratları, Atatürkçüleri, ezdi.

6) Köy Enstitülerini resmen kapattı.

7) Menderes’e oy vermediği için Kırşehir ilini ilçe haline getirdi.

9) Basın üzerinde müthiş bir baskı kurdu, yolsuzluk haberlerini ispat etmek için “İspat Hakkı” isteyen gazetecilerle “İsmail Hakkı mı?” diye, alay etti.

10) Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’yı, ünlü ve yaşlı gazeteciler Hüseyin Cahit Yalçın’ı, Ahmet Emin Yalman’ı, İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’i hapse attı.

11) Siyaseti camilere soktu, şeyhleri, şıhları ziyaret etti, yeniden siyasal güç sahibi yaptı.

12) Yargıyı, üniversiteleri, medyayı, baskı altına aldı; bağımsızlık ve özgürlüklerini sınırladı ve kısıtladı.

13) Dil Devrimi’ni eskiye çevirdi.

14) “Odunu göstersem milletvekili seçtiririm”, Meclis’e hitaben “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirirsiniz”“Orduyu Yedek Subaylarla yönetirim”, üniversite hocaları için “Kara cüppeliler” gibi ifadeler kullandı.

15) İsmet İnönü, “asker kaçağı olmakla” suçlandı, yurt gezilerinde saldırıya uğradı; Uşak’ta atılan taşlarla başı kanatıldı, Topkapı’da linç girişimi yapıldı, bir subayın müdahalesi ile canı zor kurtuldu.

                                                      ***

İşte genç subayların yaptığı 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi, Menderes’in bu “28 Nisan Tahkikat Encümeni Darbesi”ne karşı yapılan, Demokratik Rejimi yeniden kurmak ve geliştirmek hedefine yönelik bir darbedir.

Bu darbenin biri çok kötü, biri çok iyi iki sonucu olmuştur:

Çok kötü sonucu, Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun asılmalarıdır.

İyi sonucu ise 1961 Anayasası’nın kabulüdür.

1961 Anayasası ile Türkiye, yeniden çağı yakalamış, “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” niteliğine kavuşmuştur.

Bu Anayasa’nın özelliklerini dün Alev Coşkun güzel bir biçimde anlattığı için burada bunlar üzerinde ayrıca durmuyorum.

Meraklısı o makaleye ve internet sitemde “27 Mayıs 1960 Darbesi’nin Anlamı” başlıklı GÜNCEL yazıma, ayrıca orada alıntıladığım sevgili İlhan Selçuk’un köşe yazısına bakabilir.

                                                        /././

Turhan Selçuk’un çizgileriyle ‘İstanbul’un köpekleri’ (Şükran Soner)

Elbette Turhan ağabeyin yanıma gelip, birlikte İstanbul’un sokaklarında çöp arabalarının arkasından dolaşarak, ortak bir yazı dizisi yapmamız önerisini duyunca öncelikle çok utanmıştım. Dünya çapında çizgi ustası ile hiç çalışmadığım bir alanda yazı dizisi yapmaya kalkışmak haddim olamazdı. Oysa elbette, Selçuk kardeşlerin yaş, bilgi birikimi ayrımı yapmaksızın gazetede çalışan bireylerin her birine nasıl saygılı oldukları kuşku kaldırmazdı. Sonuç olarak Turhan Selçuk’un duyarlılığı, yaptığı çalışmalar üzerinde hazıra konmuş olarak, gazetenin aracı ile Erdoğan Köseoğlu’nun çekeceği fotoğraf karelerinin de kanıtlarıyla, Turhan Sulçuk’un hem araştırıp, çizgileriyle de paylaşacağı yazı dizimiz, 15-22 Ekim 1973 tarihleri arasında yayımlanmış oldu. İstanbul’un ara sokaklarında, sabahın alacakaranlığında çöp toplayan araçların arkasından dolaşarak tarihtekiler ile güncel tanıklıklar eşliğinde, günümüzde gündeme getirilen çok kibar söylemi ile “köpeklerimizin uykuya yatırılması” söyleminin ne menem acımasız katliam olduğunun röportajı gerçekleştirildi.

Bu çağda sokak köpeklerimizi, insanlığın ürettiği bilimsel çözüm yolları ile yaşatmanın sayısız örnekleri ortada iken ilaçla öldürmeyi yeniden düşünebilen bir aklın buyruğuna boyun eğilmemesi ortak sorumluluğumuza, Turhan Selçuk’un çizgileriyle de katkı yapmak istedik.

                                                                         İstanbul Belediyesi itlaf ekibi

                                                    ***

Turhan Selçuk’un çizgileriyle anlatım gücü ortada iken söyleşinin tanıklıkları ile anlatılanları paylaşmanın günümüze dönük çok fazla değeri de olabileceğini düşünmüyorum. Değişmeyen tek gerçeklik, “uykuya yatırma” olarak yapılan utanç verici tanımlamanın, pratiğinde çıplak gözümüzün önünde yaşanan canlı köpek katliamlarının hiç değişmeyen acımasızlık, vahşet boyutları olabilir. Doğrusu katliamların yasalaştırıldığı süreçleri yaşayanların hiçbir şeyden habersiz olmaları da olanaksızdı. Kendi adıma sabah şafaklarında acıyla kaçan köpeklerin çığlıklarıyla uyandığımı unutabilmiş değilim.

Çöp arabalarının arkasından yola ortak koyuluşlarımızda ise yakından çıplak tanıklıklar, insanlık adına uygulamanın vahşetinin sergilenmesiydi. Evimin üst katından gelen köpek çığlıklarının kesilmesi ile kimilerinin kaçıp kurtulabildiklerini hiç değilse düşleyebiliyordum. Oysa yakın tanıklıkta, öldürücü iğneyi almış köpeklerin çok fazla kaçamadan yere düştüklerine, hemen ardından da hızla alınıp çöp arabasının içine atılmalarına tanıklık etmiş oluyorduk. Sonrası çöp yığınında kanıtların yok edilmesi gibi acımasız bir işlem söz konusuydu.

Hayvanseverlerin, insanlık değerleri ile yola çıkanların, çok uzun yıllar alan savaşımlarının kazanımları ile “sokak köpekleri” kavramı üzerinde yaşatılan sorunlara, kimileri değerli, anlamlı, insanca çözüm yollarının aranıp uygulamalarının sınırlı boyutları ile yaşatılabilmesi gerçeği ile çok anlamlı işler yapılamadan, kamuoyunun aldatıldığını pek çok tanıklıkları ile yüzleştik. İyi işler, göreceli vicdanlı belediyeler yönetimlerinin sağlıklı çözüm çabaları yanında, ağırlıklı havyanseverlerin örgütlenmeleri güçlerine, çabalarına kaldı.

                                                   ***

Turhan Selçuk’un çabaları, uyarıları ile içinde olduğum yazı dizisinin tarihlerinin de bir anlamı, önemi olmalı değil mi? 12 Mart, 1960’lar sonrası demokratik örgütlenme hakları üzerinden gelen örgütlenmelerle toplumsal kazanımların gelişmesi sürecinin yaşanmasına karşı, iç odaklı kirli çıkar ağları ittifakları ile evrensel emperyal güçlerin işbirliğinde gelen ilk köktenci değişim darbesi olarak yaşanmıştı.

Sürecin ağır yargılanmalar, işkenceler de içinde, Turhan-İlhan Selçuk kardeşleri de kapsar boyutları ile yaşanması sonrasında, düzenin yine sermaye çıkarları odaklı buluşturulmasının yakalanıp uygulanmasının sonuçlarıyla gelişmekteydi. İnsanlarımız gibi, hayvanlarımız, tüm canlılarımız, doğamız da kaçınılmaz olumsuz paylar alacak şekilde, kamu gücünün kullanılmasında kazanımlarda hızlı bir yol alış söz konusuydu.

Gerçeğini ararsak İstanbul’un köpeklerine Osmanlı döneminde, yaygın salgın hastalıklar gerekçe gösterilerek uygulanmış, Hayırsızada vahşeti sonrası yılların yazılı tarihlerinde çarpıcı, olumsuz örneklerin yaşanmamış olmasında ağırlık Cumhuriyetin kurtuluş, kuruluş süreçlerinde de henüz tarım ağırlıklı toplum değerlerinin, üretimlerinin paylarının olmasının da gerçekliği yadsınmamalı.

Günümüzde, 12 Mart sürecinin köpek katliamları pervasızlığınının yasal yollarının aranmasına, yaşamakta olduğumuz tartışmalara gelmeye çalışırsak acımasız tek benzerlik, insanlık vicdanını yok sayan acımasız otoriterleşme, kirli çıkarlar düzeni ağlarının kurgusunun geçerli olması olamaz mı?

(Cumhuriyet)