Kemal Okuyan'la haftalık röportajlarda bu hafta 29 Ekim'i konuştuk. Okuyan, "1923’le hesaplaşıyorlar, cumhuriyetle hesaplaşıyorlar ve devrim fikrinin bir bütün olarak meşruiyetini ortadan kaldırmak istiyorlar. Yol arkadaşları 1923’ü tepeden inme olarak itham eden liberallerdi, şimdi bu ittifak bozulmuş gibi duruyor ama onlar birbirlerinden tamamen kopamazlar. 29 Ekim 1923 tarihsel olarak meşrudur, büyük bir ilerlemedir. AKP geçmişe saldırırken aynı zamanda Türkiye’nin geleceğine de saldırmaktadır" diyor.
Okuyan'ın soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
________________________________________________________________________
Bu yıl geçtiğimiz yıllardan farklı olarak keskin bir 29 Ekim inatlaşması yaşanmıyor. Bir tarafta CHP’li belediyelerin ilan edilmiş geleneksel kutlamaları diğer tarafta aylardır iş cinayetleri ve çalışma koşullarıyla gündemde olan havalimanı açılışı. Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz, ülke vatandaşları nasıl bir gerçeklikle karşı karşıya?
Bu inatlaşmanın sonucu belliydi. Güncele dair bir şey söylemeyen, Cumhuriyet’e darbenin nereden ve nasıl vurulduğunu anlamayan ve anlayamayacak bir zihniyet Cumhuriyeti nasıl savunacak? Diğeri yıkıyor, yok ediyor ve karşılığında çirkinlik, rant ve ölüm getirse de, betondan ibaret olsa da bir şey sunuyor. Sembollerle buna direnemezsiniz. Ayrıca kapitalizmi sorgulamadan, sömürü mekanizmalarını, işçilerin kölelik koşullarında çalıştırılmalarının kaynağını görmeden, kamu kaynaklarının özel şirketlere aktarılmasına karşı çıkmadan havalimanına itirazın da sınırı var. Bunları yapmayacaksınız, havalimanına itiraz edeceksiniz, sonra da hükümeti batı medeniyetinden uzaklaşmakla itham edeceksiniz. Cumhuriyetin temelsiz, tutarsız savunusunun alıcısı giderek azalıyor. Zaten şimdi Cumhuriyet’ten çok İş Bankası hisselerini savunmakla meşguller.
Bu inatlaşmanın sonucu belliydi. Güncele dair bir şey söylemeyen, Cumhuriyet’e darbenin nereden ve nasıl vurulduğunu anlamayan ve anlayamayacak bir zihniyet Cumhuriyeti nasıl savunacak? Diğeri yıkıyor, yok ediyor ve karşılığında çirkinlik, rant ve ölüm getirse de, betondan ibaret olsa da bir şey sunuyor. Sembollerle buna direnemezsiniz. Ayrıca kapitalizmi sorgulamadan, sömürü mekanizmalarını, işçilerin kölelik koşullarında çalıştırılmalarının kaynağını görmeden, kamu kaynaklarının özel şirketlere aktarılmasına karşı çıkmadan havalimanına itirazın da sınırı var. Bunları yapmayacaksınız, havalimanına itiraz edeceksiniz, sonra da hükümeti batı medeniyetinden uzaklaşmakla itham edeceksiniz. Cumhuriyetin temelsiz, tutarsız savunusunun alıcısı giderek azalıyor. Zaten şimdi Cumhuriyet’ten çok İş Bankası hisselerini savunmakla meşguller.
_______________________________________________________________________
Cumhuriyetin yıkıldığı, bugün cumhuriyeti savunanlar açısından da sanki kabul edilmiş durumda. Bu noktaya nasıl gelindi?
Evet birçok kişi, en azından kendisiyle baş başa kaldığında bu gerçeği görüyor ama ortalık yerde hâlâ kabullenmeme eğilimi hâkim. Bakın belli aralıklarla laik duyarlılığı olduğu bilinen çevrelerden “merak edecek bir şey yok” türünden açıklamalar geliyor. Geçenlerde İlhan Şeşen de “kendimi baskı altında hissetmiyorum” dedi. Yaşama tutunmanın bir yoludur bu, alışmak, adapte olmak… Çekip gitmekle, kaçmakla aynı kapıya çıkıyor. 1933’ten sonra Almanya’dan çok çıkış oldu ama “o kadar da kötü değil” diyerek kendini her gün daha beterine alıştıran da… 1980’lerde İran’da Molla rejiminden kaçan kadar ona uyum sağlamak için kendini kandıran da vardı. Bu iki seçeneğin dışında, ya oluşan rejimin parçası, militanı olacaksın ya da ona karşı mücadele edeceksin, başka seçenek yok. Bugün Türkiye’den bu ölçekte bir çıkış yok ama “çekip gitme” şaşırtıcı derecede geniş bir kesimin gündemine girdi. Neden? Cumhuriyet’in yenildiği görülüyor, hissediliyor. Bu düzenin ötesini hayal dahi edemeyince Cumhuriyet fikrinin yeniden ayağa kalkabileceğine de inanmıyorlar. Geniş bir kesim bu düzenden umudu kesti ama ne yazık ki bu düzen de onların umudunu yok etti.
Evet birçok kişi, en azından kendisiyle baş başa kaldığında bu gerçeği görüyor ama ortalık yerde hâlâ kabullenmeme eğilimi hâkim. Bakın belli aralıklarla laik duyarlılığı olduğu bilinen çevrelerden “merak edecek bir şey yok” türünden açıklamalar geliyor. Geçenlerde İlhan Şeşen de “kendimi baskı altında hissetmiyorum” dedi. Yaşama tutunmanın bir yoludur bu, alışmak, adapte olmak… Çekip gitmekle, kaçmakla aynı kapıya çıkıyor. 1933’ten sonra Almanya’dan çok çıkış oldu ama “o kadar da kötü değil” diyerek kendini her gün daha beterine alıştıran da… 1980’lerde İran’da Molla rejiminden kaçan kadar ona uyum sağlamak için kendini kandıran da vardı. Bu iki seçeneğin dışında, ya oluşan rejimin parçası, militanı olacaksın ya da ona karşı mücadele edeceksin, başka seçenek yok. Bugün Türkiye’den bu ölçekte bir çıkış yok ama “çekip gitme” şaşırtıcı derecede geniş bir kesimin gündemine girdi. Neden? Cumhuriyet’in yenildiği görülüyor, hissediliyor. Bu düzenin ötesini hayal dahi edemeyince Cumhuriyet fikrinin yeniden ayağa kalkabileceğine de inanmıyorlar. Geniş bir kesim bu düzenden umudu kesti ama ne yazık ki bu düzen de onların umudunu yok etti.
________________________________________________________________________
Türkiye Cumhuriyeti’nin Sovyetler Birliği’nden daha uzun ömürlü olduğundan hareketle sosyalizmin başarısız olduğunu iddia edenlere rastlanıyordu. Halbuki tarih bize Sovyetler Birliği olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurulamayacağını anlatıyor. Ekim Devrimi nasıl insanlığa büyük nimetler sunduysa çözülüşü de insanlığın canını okudu. SSCB’nin yıkılışı ile Cumhuriyet’in tasfiyesi arasında bir ilişki kurabiliyor muyuz?
1917 Ekim Devrimi büyük bir devrimci dalganın hem başlangıcı hem zirvesidir. Onun ardından Macaristan, Finlandiya, Almanya, Slovakya’da devrimci iktidarların kurulduğu görüldü; bunlar fazla yaşamadı. Bütün Avrupa’da işçi sınıfı ayaktaydı. Bu devrim cephesidir ve Anadolu’daki direniş hareketi de, farklı saiklerle bu cephenin parçasıdır. Sovyet Rusya’nın yardımı olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile taçlanan ulusal kurtuluş mücadelesinin başarılı olamayacağı açıktır ama tersi de geçerlidir. Mesele Anadolu’nun emperyalist işgalden arındırılarak Sovyetler Birliği’nin güney sınırlarının ve Karadeniz’in güvenceye alınmasından ibaret değildir. Mustafa Kemal’in Kafkasya politikası batıda durdurulan sosyalizmin Kafkas halklarında tutunmasına büyük yardımda bulunmuştur. Anadolu’daki hareket olmasaydı, Bolşeviklerin çok ciddi güvenlik sorunlarıyla karşılaşacakları açıktı. Sovyetler Birliği’nin yıkılışının Türkiye’yi de etkileyen bir karşı devrimci süreci tetiklediği iddiası da genel olarak doğrudur. Ancak şu unutulmamalı, Türkiye Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden önce bugüne kadar uzanan bir karşı devrimci sürece girmiştir. Bu süreç 12 Eylül darbesiyle başladı ve bugüne ulaştı. Ancak Sovyetler Birliği’nin 1991’deki yıkılışı ile birlikte yeni bir boyut eklendi. Emperyalizm Ekim Devrimi’nin ve İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı uluslararası düzeni tamamen tasfiye etmek istiyor. Bunu büyük ölçüde başardılar. Türkiye Cumhuriyeti devrimci bir dönemde, devrim cephesinin bir unsuru olarak kuruldu. Sonrasında kapitalizm Türkiye’yi adım adım ve kaçınılmaz bir biçimde o cepheye düşman hale getirse de, Türkiye Cumhuriyeti ve onun kuruluşuna içerilen değerler emperyalist dünyanın sindirebileceği şeyler değil. Bu anlamda evet, Türkiye öncesinde de NATO üyesiydi, Amerikancıydı ama belli başlı emperyalist devletlerin AKP’yi desteklemelerinde ekonomik ve siyasal çıkarlar kadar intikamcı bir güdünün olduğu da muhakkaktı.
1917 Ekim Devrimi büyük bir devrimci dalganın hem başlangıcı hem zirvesidir. Onun ardından Macaristan, Finlandiya, Almanya, Slovakya’da devrimci iktidarların kurulduğu görüldü; bunlar fazla yaşamadı. Bütün Avrupa’da işçi sınıfı ayaktaydı. Bu devrim cephesidir ve Anadolu’daki direniş hareketi de, farklı saiklerle bu cephenin parçasıdır. Sovyet Rusya’nın yardımı olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile taçlanan ulusal kurtuluş mücadelesinin başarılı olamayacağı açıktır ama tersi de geçerlidir. Mesele Anadolu’nun emperyalist işgalden arındırılarak Sovyetler Birliği’nin güney sınırlarının ve Karadeniz’in güvenceye alınmasından ibaret değildir. Mustafa Kemal’in Kafkasya politikası batıda durdurulan sosyalizmin Kafkas halklarında tutunmasına büyük yardımda bulunmuştur. Anadolu’daki hareket olmasaydı, Bolşeviklerin çok ciddi güvenlik sorunlarıyla karşılaşacakları açıktı. Sovyetler Birliği’nin yıkılışının Türkiye’yi de etkileyen bir karşı devrimci süreci tetiklediği iddiası da genel olarak doğrudur. Ancak şu unutulmamalı, Türkiye Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden önce bugüne kadar uzanan bir karşı devrimci sürece girmiştir. Bu süreç 12 Eylül darbesiyle başladı ve bugüne ulaştı. Ancak Sovyetler Birliği’nin 1991’deki yıkılışı ile birlikte yeni bir boyut eklendi. Emperyalizm Ekim Devrimi’nin ve İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı uluslararası düzeni tamamen tasfiye etmek istiyor. Bunu büyük ölçüde başardılar. Türkiye Cumhuriyeti devrimci bir dönemde, devrim cephesinin bir unsuru olarak kuruldu. Sonrasında kapitalizm Türkiye’yi adım adım ve kaçınılmaz bir biçimde o cepheye düşman hale getirse de, Türkiye Cumhuriyeti ve onun kuruluşuna içerilen değerler emperyalist dünyanın sindirebileceği şeyler değil. Bu anlamda evet, Türkiye öncesinde de NATO üyesiydi, Amerikancıydı ama belli başlı emperyalist devletlerin AKP’yi desteklemelerinde ekonomik ve siyasal çıkarlar kadar intikamcı bir güdünün olduğu da muhakkaktı.
________________________________________________________________________
TKP’nin Cumhuriyet’in tarihsel kazanımlarına sahip çıkması zaman zaman eleştiri konusu oluyor.
Ya ne yapacaktık? Bu ülkenin partisiyiz, insanlığın ileriye doğru bütün adımlarını sahiplenirken kendi topraklarımızda gerçekleşen tarihsel bir sıçramayı görmezden mi gelecektik! Bu işin tarihsel boyutu. Yeri gelmişken başka bir noktanın daha altını çizmemiz gerekiyor. Kemalist hareket giderek daha fazla işgale karşı mücadeleye indirgeniyor. Köhnemiş bir düzenden kurtuluş boyutu unutturuluyor. 29 Ekim 1923 o dönem coğrafyamıza ayak bağı olan bir toplumsal yapıdan kurtulma mücadelesinin simgesidir, devrimci bir zorlamadır. Bir başka sömürü düzeninin önünü açmıştır evet ama bu tarihin mantığına uygundur. Şamil Tayyar geçenlerde “AKP karşı devrimci bir partidir” derken tam da bunu kastetti. 1923’le hesaplaşıyorlar, cumhuriyetle hesaplaşıyorlar ve devrim fikrinin bir bütün olarak meşruiyetini ortadan kaldırmak istiyorlar. Yol arkadaşları 1923’ü tepeden inme olarak itham eden liberallerdi, şimdi bu ittifak bozulmuş gibi duruyor ama onlar birbirlerinden tamamen kopamazlar. 29 Ekim 1923 tarihsel olarak meşrudur, büyük bir ilerlemedir. AKP geçmişe saldırırken aynı zamanda Türkiye’nin geleceğine de saldırmaktadır.
Ya ne yapacaktık? Bu ülkenin partisiyiz, insanlığın ileriye doğru bütün adımlarını sahiplenirken kendi topraklarımızda gerçekleşen tarihsel bir sıçramayı görmezden mi gelecektik! Bu işin tarihsel boyutu. Yeri gelmişken başka bir noktanın daha altını çizmemiz gerekiyor. Kemalist hareket giderek daha fazla işgale karşı mücadeleye indirgeniyor. Köhnemiş bir düzenden kurtuluş boyutu unutturuluyor. 29 Ekim 1923 o dönem coğrafyamıza ayak bağı olan bir toplumsal yapıdan kurtulma mücadelesinin simgesidir, devrimci bir zorlamadır. Bir başka sömürü düzeninin önünü açmıştır evet ama bu tarihin mantığına uygundur. Şamil Tayyar geçenlerde “AKP karşı devrimci bir partidir” derken tam da bunu kastetti. 1923’le hesaplaşıyorlar, cumhuriyetle hesaplaşıyorlar ve devrim fikrinin bir bütün olarak meşruiyetini ortadan kaldırmak istiyorlar. Yol arkadaşları 1923’ü tepeden inme olarak itham eden liberallerdi, şimdi bu ittifak bozulmuş gibi duruyor ama onlar birbirlerinden tamamen kopamazlar. 29 Ekim 1923 tarihsel olarak meşrudur, büyük bir ilerlemedir. AKP geçmişe saldırırken aynı zamanda Türkiye’nin geleceğine de saldırmaktadır.
________________________________________________________________________
Son olarak bu geleceği soralım. Bugün bu karamsar tabloyu tersine çevirmek, insanlığın yeniden daha iyisini kurabileceğine inancın güçlendirilmesini sağlamak nasıl mümkün olacak? Veya Türkiye’nin bir geleceği kaldı mı?
Türkiye’nin 1923’teki temel meselelerinden biri kapitalizmin az gelişmiş olmasıydı ve bir açıdan baktığınızda yanı başında yepyeni ve farklı bir yaşam kuruluyor olsa da, Türkiye’nin geleceğinde kapitalizm vardı. Bundan kaçınılabilir miydi tartışmasına girmeyeceğim. Kapitalizm Türkiye’de gelişti ve Türkiye’nin geleceği karardı. Bugün Türkiye’nin bütün sorunları kapitalizmin ürünüdür. 1923’te kapitalizmin az gelişmişliğinden kaynaklanan sorunlar bugün kapitalizmin varlığından ya da fazla gelişkin olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin bir geleceği varsa -ki vardır-, orada kapitalizme yer yoktur. Bugünkü düzende AKP iktidarı kaçınılmaz bir sonuçtur, AKP’yi bir anomali olarak, arıza olarak görmek meseleden hiçbir şey anlamamaktır. Her gün daha fazla işçi, daha fazla emekçinin bu gerçeğin farkına vardığını söyleyebiliriz. Türkiye kendi geleceğini bu enerjiyle kuracaktır. “Önce bu hükümetten kurtulalım” tezi ile yeni bir Türkiye’nin kurulamayacağı da anlaşılmaya başlandı. Bugün toplumda yaygın olduğunu söylediğimiz karamsarlık ve umutsuzluk Türkiye’nin devrimcileri tarafından tersine çevrilebilir ve çevrilmelidir. Evet, bugünkü düzende hiçbir umut kalmadı, yok. Savunacak bir şey de kalmadı. İşte devrim fikrinin temelinde bu vardır. Mevcut çerçeve içinde çözüm yoksa, o çerçeve değişir.
Türkiye’nin 1923’teki temel meselelerinden biri kapitalizmin az gelişmiş olmasıydı ve bir açıdan baktığınızda yanı başında yepyeni ve farklı bir yaşam kuruluyor olsa da, Türkiye’nin geleceğinde kapitalizm vardı. Bundan kaçınılabilir miydi tartışmasına girmeyeceğim. Kapitalizm Türkiye’de gelişti ve Türkiye’nin geleceği karardı. Bugün Türkiye’nin bütün sorunları kapitalizmin ürünüdür. 1923’te kapitalizmin az gelişmişliğinden kaynaklanan sorunlar bugün kapitalizmin varlığından ya da fazla gelişkin olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin bir geleceği varsa -ki vardır-, orada kapitalizme yer yoktur. Bugünkü düzende AKP iktidarı kaçınılmaz bir sonuçtur, AKP’yi bir anomali olarak, arıza olarak görmek meseleden hiçbir şey anlamamaktır. Her gün daha fazla işçi, daha fazla emekçinin bu gerçeğin farkına vardığını söyleyebiliriz. Türkiye kendi geleceğini bu enerjiyle kuracaktır. “Önce bu hükümetten kurtulalım” tezi ile yeni bir Türkiye’nin kurulamayacağı da anlaşılmaya başlandı. Bugün toplumda yaygın olduğunu söylediğimiz karamsarlık ve umutsuzluk Türkiye’nin devrimcileri tarafından tersine çevrilebilir ve çevrilmelidir. Evet, bugünkü düzende hiçbir umut kalmadı, yok. Savunacak bir şey de kalmadı. İşte devrim fikrinin temelinde bu vardır. Mevcut çerçeve içinde çözüm yoksa, o çerçeve değişir.
Kemal Okuyan / SOL