10 Ocak 2021 Pazar

KIZILAY DOSYASI-SOL

 Kızılay yardımların satıldığını kabul etti: 'Görevden alındı'(I)

Kızılay'a yapılan yardımların nereye gittiği belli oldu! (II)

Bu paralar ne oldu Kızılay?(III)

Kızılay: Yardım kuruluşu mu şirket mi?(IV)

Kızılay çalışanları umreciler için önlem alınmadan çalışmaya zorlanıyor (V)                                    ***

(I) Kızılay bir yöneticisinin yardımları semt pazarlarında sattırdığı haberleri üzerine yaptığı açıklamada durumu kabul ederek, 'Şube yönetimi görevden alınmıştır' denildi.

(09/01/2021)

Kızılay'ın bir şubesinde yönetici olarak çalışan ismin, yapılan onbinlerce adet mont, kazak, pantolon gibi yardımı semt pazarlarında sattırdığına ilişkin haberlerin ardındanGenel Merkez Yönetim Kurulu açıklama yaptı.

Açıklamada, Haziran ayında soruşturma başlatıldığı belirtilerek, "Olayda adı geçen kişiler hakkında bizzat Kızılay Yönetim Kurulu tarafından söz konusu tarihte suç duyurusunda bulunulmuştur. Konuya ilişkin olarak 26 Haziran 2020 tarihinde kamuoyuna yaptığımız açıklamada sürece müdahil olduğumuz zaten vurgulanmıştır" denildi. 

Olayın dava safhasına geldiği söylenirken, "Davada adı geçen çalışanların Kızılay ile ilişiği kesilmiş, dolaylı sorumluluğu bulunduğu belirlenen Şube yönetimi görevden alınmış ve yerlerine yeni yönetim atanmıştır" denildi.

                                                                 ***

(II) Kızılay'ın bir şubesinde yönetici olarak çalışan isim, yapılan onbinlerce adet mont, kazak, pantolon gibi yardımları semt pazarlarında sattırdı.

09.01.2021

Özellikle AKP iktidarında çok sayıda usulsüzlüğe konu olan Kızılay, ilginç bir davayla daha gündeme geldi.

Hürriyet'te yer alan habere göre, İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 13 sanıklı dava dosyasının gerisinde, çeşitli giyim firmalarının yaptığı yardımların, Türk Kızılayı Sancaktepe Şubesi’nin eski koordinatörü Emrah Aytar'ın, pazarcılık yapan babası İsmail Hakkı Aytar eliyle semt pazarlarında sattığı bilgisi yer aldı. Jandarma ekipleri, alınan mahkeme kararları sonrası, şüphelileri izledi.

Savcılık iddianamesine göre, Kızılay Sancaktepe Şube’sinin kurulduğu 2007’den beri şubede görev yapan Emrah Aytar, kuruma ait resmi bir depo olmasına rağmen, babası ile birlikte 6-7 farklı depo kiraladı. Firmalardan gelen mont, kazak, pantolon gibi ürünlerin yüklü olduğu 100’ü aşkın TIR bu depolara sevk edildi. Depolara indirilen mallar, çeşitli semt pazarlarında satılmaya başlandı. Pendik ve Çekmeköy’ün yanı sıra Kırklareli, Tekirdağ, Edirne ve Kocaeli Kartepe’de de pazar tezgâhları kuruldu. Günlük 100-150 lira yevmiye ile çalışan 5-6 kişi ürünlerin satışını yaptı. Günlük toplanan 7-8 bin liralık hasılat ise İsmail Hakkı Aytar veya oğluna teslim edildi.

İddianameye göre, birçoğu Sancaktepe ve Sultanbeyli’de bulunan depolardaki mallar gece geç saatlerde çıkarıldı. Semt pazarlarına gönderilecek ürünlerdeki barkod ve etiketlerin kesilmesine dikkat edildi. Mallar semt pazarlarına sevk edilirken, soruşturmayı yürüten Jandarma personeli de adım adım takibe geçti. Kimliklerini gizleyen soruşturma ekipleri, açılan her pazar tezgâhından, ücretini ödedikleri birkaç ürünü de delil olarak yanlarına aldı.

Elde edilen deliler sonrası 13 kişi gözaltına alındı. Emrah Aytar (33), İsmail Hakkı Aytar (71), Aytar’ın eski eşi Hatun Yalçın (57), Türk Kızılay Sancaktepe Şube’si eski başkanı Cihan Yalçın (52), Yalçın’ın şubede temizlik işleri yapan kardeşi Himaye Özdemir (47) ile akrabaları Kadir Yalçın (41), Tazebey Daşdemir (41), Veysal Çiçek (39), Salih Yavuz (49), Özcan Bayraktaroğlu (44), Mehmet Karakgöz (47) ile Mustafa Karagöz (42) kardeşler gözaltına alındı. Hatun Yalçın ve Özcan Bayraktaroğlu dışında 11 kişi tutuklandı. 9’u davanın ilk duruşması sonrası tahliye edildi.

Duruşmada avukatlar, müvekkillerinin mal varlıkları üzerindeki tedbir kararının kaldırılmasını isteyince, mahkeme başkanı “4 trilyon zarar var. Vicdanınız kabul ediyor mu?” diyerek, talebi reddetti.

                                                                 ***

(III) Kızılay, çalışanları için kısa çalışma modeline geçme kararı alırken “ekonomik durgunluğu” gerekçe gösterdi. Kızılay’ın bu adımı akıllara bir kez daha son yıllarda kurumun kasasına giren yüklü bağış miktarlarını ve bu paraların nereye harcandığı sorusunu getirdi.

(04/04/2020)

Kızılay, kurumun misyonunu resmi internet sitesinden “Afetlerde ve olağan dönemde ihtiyaç sahipleri ve korunmasızlara yönelik yardım sağlamak, toplumda yardımlaşmayı geliştirmek, güvenli kan teminini gerçekleştirmek ve zarar görebilirliği azaltmak” olarak tanımlarken, son salgın günlerinde Kızılay’ın yurt dışında AKP planlarıyla paralel attığı “yardım” adımları, yurttaşların “Kızılay nerede?” sorusunu sormasına neden olmuştu.

Salgın ve afet gündemlerinde asıl sorumlu olan devletin kendi sorumluluğunu da üzerinden savarak devreye soktuğu Kızılay gibi kurumların AKP’li yöneticiler eliyle sergilediği yetersizlik bir yana, kendi çalışanlarının çalışma koşullarını dahi iyileştiremediği, çalışanların iş koşullarına tepki gösterdiği haberleri daha önce gündeme gelmişti.

ELEŞTİRENLERİ ‘TERÖRİST’ İLAN ETTİ

Tüm bu tartışmalar sürerken geçtiğimiz günlerde AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesine konuşan Kızılay Başkanı Kerem Kınık, kendilerine yönelen eleştirileri “terör iltisaklı” ilan etmiş, bu gruplarla devletin güvenlik güçlerinin ilgilenmesini istemişti:

İçerisinde kötü niyetli insanlar da ve kötü niyetli mihraklar da var. Hatta terör örgütleri ile iltisaklı unsurlar da var. Sadece Kızılay değil, özellikle milleti bir arada tutabilecek, ülkemizde müspet bir hava oluşturabilecek ne varsa buna karşı bir grup var. Bunlar çok değiller. Ama bir takım sosyal medya araçlarını kullanarak çokmuş gibi gözüküyorlar. Eğer bu sosyal medyanın, bu sanal dünyanın imkanlarını, operasyonel kabiliyetlerini bilmezsek, bir de bu insanların her birisinin ayrı bir makine, ajans çalışanı veya terör örgütü mensubu olduğunu bilmezsek birden bire kendimizi onların içerisinde buluyoruz. Bu grup zaten iflah olmaz. Bu grupla artık devletin güvenlik güçlerinin ilgilenmesi gerekiyor.

Kınık, konuşmasının devamında Kızılay’ın ülke genelinde çok fazla çalışma yaptığını belirterek, buna çeşitli örnekler sıraladı, yurttaşları salgının etkilerinden korumaya çalıştıklarını söyledi.

BU PARALAR NE OLDU?

Mali Tablo - 2015'te ne oldu?

2014: 74.5 Milyon gelir 15 Milyon yardım gideri

2015: 1 Milyar 173 Milyon gelir 1 Milyar 105 milyon yardım gideri

Hızlı yükselişle varılan nokta:

2018: 3 Milyar 465 Milyon gelir, 3 Milyar 276 Milyon gider

Aynı Kızılay’ın salgın koşullarında “ekonomik gerekçelerle” çalışanlarını kısa çalışma ödeneğine neden geçireceğine değinmeyen Kızılay’ın, son yıllardaki mali tablosuna ilişkin bazı hatırlatmalar:

*Kızılay’ın mali tablosuna göre kurumun kasasına 2014 yılında 74,5 milyon lira bağış ve yardım geliri girdi. Aynı yıl kurumun kasasından 15 milyon liralık bir yardım çıktı.

*2015 yılında da benzer bir mali tablosu olan Kızılay, ilginç bir şekilde 2016 yılında tam 1 milyar 173 milyon lira bağış topladı ve yine ilginç bir şekilde 1 milyar 105 milyon lira yardım yaptı.

*Kurum 2017 ve 2018 yılında da yardım gelir ve giderlerini katlamaya devam etti. 2017’de gelir 2 milyar 261 milyona çıktı, gider ise 2 milyar 176 milyon lira oldu. Bu rakam 2018’de sırasıyla 3 milyar 465 milyon liralık gelir, 3 milyar 276 milyonluk gidere dönüştü.

MENZİL’E, MÜSİAD’A, UÇMAYAN UÇAĞA VE YALIYA ÖDENEN MİLYONLAR

Yine geçtiğimiz yıl kurum içinde yaşanan ve ülke gündemine de giren bazı başlıklar şöyle:


*Kızılay, MÜSİAD’a ait hasarlı bir binayı 110 bin TL’ye kiraladı. Binanın kira değerine ilişkin hazırlanan ilk raporda binanın kira değerinin 67 bin TL olduğu, raporda yer alan emlakçı görüşlerinin de düzmece olduğu öne sürüldü*Kızılay'ın 716 milyon TL'lik ihalesini Menzil Tarikatı’na yakınlığıyla bilinen Ferhat Danışman’ın şirketi Techno Health aldı. Kızılay'dan bir yönetici, "Kızılay içerisinde de Menzil’le ilişkisi olan yöneticiler bulunuyor ve ben bu ihaleyi de o yöneticiler ile bağdaştırıyorum" diye konuştu.

*Kızılay'ın Rumeli Hisarı’nın üst kısmında köşk kiraladığı ortaya çıktı. Boğaz manzaralı ve yüzme havuzlu köşke aylık 12 bin dolar ödeneceği öğrenildi. Köşke yapılan diğer masrafların 600 bin lirayı bulduğu iddia edildi.

*Kızılay yönetiminin Yemen’e yardım göndermek için uçak kiraladığı ancak uçuş izinleri alınamaması nedeniyle uçağın havalimanından kalkamadığı öğrenildi. Üstelik peşin yapılan ödeme nedeniyle 245 bin dolar zarar edildi.

*Başkentgaz’ın Ensar Vakfı’na Kızılay üzerinden aktardığı milyonlara aracılık ettiği eleştirilerine de konu olan Kızılay, şirketlerin vergi yükünden kurtulması için de işlev görmüştü.

                                                                 ***

(IV) Şaibelerin odağı haline gelmiş yardım kuruluşu Kızılay, salgın zamanında, salgın gerekçesiyle 'kısa çalışma'ya geçme kararı aldı!(ALİ UFUK ARİKAN-SOL)

(04/04/2020)

Patronların ‘kriz’ dönemlerini bahane ederek emekçilerin maaşında kesintiye gitmesine, maaşın bir kısmını da İşsizlik Fonu üzerinden devlete ödettirmesine olanak sağlayan ‘Kısa Çalışma Ödeneği’ için son başvuru hazırlığı haberi de Kızılay’dan geldi.

‘İNSANLARIN ZOR ZAMANINDA YANINDAYIZ AMA İŞÇİLERİN…’

Yeni koronavirüs salgını hızlanarak yayılırken, ülke genelinde binlerce işçi, kriz fırsata çevrilerek ya işsiz bırakıldı ya da ücretsiz izne çıkarıldı.

Bunun dışında krizden patronları koruyan ancak emekçiler için maaş kesintisi ve hak kaybı anlamına gelen “Kısa Çalışma Ödeneği” de salgın koşullarında hızla patronların gündeminin ilk sıralarına yerleşen başlıklardan biri halini aldı.

Geçtiğimiz günlerde konuya ilişkin bir açıklamada bulunan Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, patronlara çağrı yaparak “Kısa Çalışma Ödeneği’ne başvurun” dedi.

Albayrak’ın çağrısına uyan patronlar birer birer ilgili ödeneğe başvururken, ilginç başvuru örnekleri de gelmeye başladı.

Vizyonunu “insanların en zor anlarında yanındaki kuruluş olmak” olarak tanımlayan Kızılay, kriz günlerinde çalışanlarını gerekli önlemleri almadan umrecilerin döndüğü yurtlarda çalıştırırken, şimdi de bu çalışanlarını ücretsiz izine zorlamak gibi önlemler almanın, acil durum için yurttaşlara destek planlamak yerine kendi kârını temel alan bir adım atmanın hazırlığını yapıyor.

İŞKUR’A BAŞVURU HAZIRLIĞI

Kızılay’ın koronavirüs salgını nedeniyle İŞKUR’a başvuru yapmaya hazırlandığı ve bunun için gerekli adımları attığı öğrenilirken, buna gerekçe olarak “genel ekonomik durgunluktan kurumun etkilenmiş olması” gösterildi. Kurumun söz konusu ödeneğe 3 aylık süre için başvuracağı ve çalışanları yarı zamanlı çalıştıracağı belirtiliyor.

Kızılay emekçileri salgın başlangıcından bu yana çalışma saatlerinin yeniden düzenlemesini, salgına karşı önlemlerin artırılmasını talep ederken, işçiler bu taleplerin yerine getirilmesi bir yana bir de maaş kaybına uğramış olacak.

MÜDÜRLERİN DE MAAŞI KESİLECEK Mİ?

Emekçilerin maaşında salgın koşullarında “ekonomik durgunluk” gerekçesiyle kesintiyi gündeme alan Kızılay, genel müdür maaşına son 4 yılda yaptığı yüzde 118’lik zamla gündem olmuştu. Buna göre Kızılay Genel Müdürü'nün maaşı tam 31 bin 500 Liraya ulaşırken, kurumun tüm üst düzey yöneticilerinin maaşı 30 bin lira civarına yerleşmişti.

Kızılay’ın söz konusu düzenleme kapsamında emekçilerin maaşını keserken, yönetici maaşlarına dokunup dokunmayacağı ise merak konusu.

İŞKUR’a yapılacak başvuruda “çalışmaya devam edenler” diye muaf tutulanlar olabileceği, yöneticilerin de bu kapsamda yer alabileceği öne sürülüyor.

KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ NEDİR?

İŞKUR, söz konusu düzenlemenin “zorlayıcı sebepler” kısmını ve kapsamını şu şekilde tanımlıyor:
İşverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan, önceden kestirilemeyen, bunun sonucu olarak bertaraf edilmesine imkân bulunmayan, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan dışsal etkilerden kaynaklanan dönemsel durumları ya da deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık, seferberlik gibi durumlardır. 

Kısa Çalışma Kapsamında; 
-
 İşçilere kısa çalışma ödeneği ödenmesi,

- Genel Sağlık Sigortası primleri ödenmesi,

hizmetleri sağlanmaktadır.  

İŞÇİLERİN YARARINA MI?

Kriz dönemleri öncesi kâr rekorları kıran patronların en ufak bir krizde işçi haklarına saldırması alışılmış bir uygulama halini alırken, artık bir holding gibi faaliyet gösteren Kızılay’ın da benzer bir adım atması şaşırtmadı.

TKP Emek Merkezi, konuya ilişkin hazırladığı bir çalışmada, söz konusu ödeneğin ne anlama geldiğine dikkat çekmişti:

Patronların üzerindeki ücret yükü, belirli bir dönem ve koşullarla sınırlı da olsa İşsizlik Sigortası Fonu'na ödetilmektedir. Patron, borçlandırılmadığı için kriz ya da zorlayıcı nedenler ortadan kalktığında geri alınmamaktadır. Sistem, yalnızca patronların çıkarına kurgulanmıştır. Bedeli işçilere ödetilmektedir: kısa çalışma ödeneğinden yararlandırılan işçi işsiz kaldığında, yararlandırıldığı süre işsizlik ödeneği süresinden düşülmektedir. Daha açık deyişle; işsizlik fon bütçesinden patronlar adına ödenen paralar, işsiz kaldıklarında ödenen işsizlik ödeneğinden kesilmektedir.

                                                                ***

(V) Umreden dönüşlerinde Ankara’da gözetim altına alınanlar öğrenci yurtlarına yerleştirilirken, bu kişilere yemek hizmeti Kızılay tarafından sağlanıyor. Kızılay emekçileri neredeyse hiçbir önlem alınmadan yapılan dayatmaya tepkili.

(17/Mart/2020)

Umreye giden 21 bin kişinin yurda dönüşleri sürerken, geçtiğimiz günlerde gelen kafileler öğrenci yurtları boşaltılarak buralara yerleştirilmişti.

Öğrencilerin gece geç saatlerde yurttan çıkarılması sonrası başlayan uygulama kapsamında şimdi de Kızılay emekçilerine dayatmada bulunuluyor.

Yurtlarda bulunan umrecilere yemek dağıtım işinde çalıştırılan Kızılay emekçilerine herkesin burada sırayla görev alacağı söylendi.

Kurum çalışanları, göreve gönderilenlere sadece bone, maske ve önlük sağlandığını, bunun dışında hiçbir sağlık önlemi alınmadığını aktardılar.

Kızılay emekçileri dayatmaya tepki gösterirken, bu durumun salgının yayılmasına da yol açabileceğinden endişeli.

(SOL)

Gazeteciler Cemiyeti’nin Basın Onur Ödülü, Bekir Coşkun’un- Zekeriya Albayrak / SÖZCÜ

 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, merhum yazarımız Bekir Coşkun’u Onur Ödülü’ne layık gördü. Ödülü alan eşi Andree Coşkun, Bekir abiyi anlattı.


Gazeteciler Cemiyeti'nin en prestijli ödülü olan, ‘Basın Onur Ödülü', geçtiğimiz ekim ayında kaybettiğimiz SÖZCÜ yazarı Bekir Coşkun'a verildi. 

Ödül, Cemiyet Başkanı Nazmi Bilgin tarafından, Bekir Coşkun'un eşi Andree Coşkun'a sunuldu.



Ödül töreninde konuşan Andree Coşkun, “Bekir, medyanın onuruydu. Atatürk sevdalısı, Cumhuriyet sevdalısıydı. Başkalarının hayatına çok şey kattı her zaman dik durdu. Sevgili eşim huzur içinde uyusun, onu çok seviyorum'' dedi. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin de “Cemiyetimiz bu ödülü yaşayan gazetecilere veriyordu ama kuralı bozduk. Jüri toplantısında birinci sırada Bekir Coşkun çıktı'' dedi ve şunları söyledi: “Basın tarihinde böylesine iz bırakan arkadaşlar, ölüme değil ölümsüzlüğe yolcu ediliyor. Hayatın insanlara verdiği armağanlar var. Bekir'e verilen armağanların da en değerlisi Andree Coşkun'dur. Bu ödül şimdi Andree'nin elinde ve Bekir, bizi görüyorsa çok ama çok mutlu olacaktır.''

EŞİMİ ÇOK SEVİYORUM
Bekir Coşkun'un ödülünü alan Andree Coşkun “Onun eşi olmak beni yüceltiyor. Eşimi çok seviyorum” dedi.


10 Ocaklar Çalışamayan Gazeteciler Günü oldu

Basın Konseyi, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla yayınladığı 

mesajında, “10 Ocak gerçekten çalışan gazeteciler günü olsun” dedi. 

       Basın mensuplarına iş güvencesi, çalışma özgürlüğü getiren ve 

        sendikalaşmanın önünü açan 212 Sayılı Yasa'nın 60 yıl önce yürürlüğe 

       girdiği hatırlatılan açıklamada, “Son dönemde 10 Ocak'lar 

       ‘Çalışamayan Gazeteciler Günü' oldu. Medya ekonomik ve 

        siyasal kuşatma; ifade ve basın özgürlüğü saldırı altında. İşsiz gazeteciler 

        ordusu on binleri aştı” denildi.


Basın özgürlüğü 20 yıl öncesine göre genişledi.


Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 
“10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” dolayısıyla 
yayımladığı mesajında, Türkiye'deki basın özgürlüğü 
ve ifade hürriyeti alanının 20 yıl öncesiyle 
kıyaslanmayacak ölçüde genişletildiğini ve güvence 
altına alındığını savundu. Altun, “Bu gerçeğe rağmen 
ne yazık ki bu kavramlar içeride ve dışarıda Türkiye 
karşıtı çevrelerce çarpıtılmış değerlendirmelerle istismar edilmekte, aleyhe 
algı oluşturmak için mesnetsiz yorumlarla kullanılmaya çalışılmaktadır” dedi.

Basın Özgürlüğünde 154'üncü sıradayız

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), gazeteciler üzerindeki baskı, sansür ve 
işsizliğe dikkat çekti. TGC, 10 Ocak açıklamasında şunları kaydetti: 
“180 ülke arasında basın özgürlüğü sıralamasında 154. sırada yer alan 
Türkiye'de gazetecilerin yüzde 30'u işsiz. 70 gazeteci cezaevinde. 
Yalnızca iktidara biat eden gazetecilere olanak sağlanıyor. Gazetecilerin 
yıpranma hakkı basın kartı şartına bağlandı. İletişim Başkanlığı binlerce 
gazetecinin basın kartını ‘incelemede' diyerek vermiyor.”

Zekeriya Albayrak / SÖZCÜ

9 Ocak 2021 Cumartesi

Kapıları uzun namlulu polislerce kırılan elitler - Erk Acarer / BİRGÜN

Türkiye’nin ana gündemi, yoksulluk, işsizlik, adalet ve demokrasi fukaralığı. İktidar, bu gerçekleri başı sıkıştıkça sarıldığı, ‘darbe’, ‘türban’, ‘elitizm’ ipine tutunarak, suni gündeme çevirmeye çalışıyor.

Her fırsatta kendi darbesini gerçekleştiren, artık eziyette türbanlı-türbansız ayrımı yapmayan bir iktidar gerçeği var. 

‘Elitizm’ diyerek, Saray’daki eğlencelere, ‘smoothie’li, ’ejder meyveli’ toplantılara ve ihalelere paydaş bir sınıf yaratıldı.

Zorbalığın adımları, bu paydaşlar ya da sınıf ile ele atıldı, topluma dayatıldı.

DARBE VE KAYYUM

Geçen haftanın başlığı, 2015’te, AKP’den aday adayı olan Melih Bulu’nun Boğaziçi’ne rektör olarak atanmasıydı. AKP, bir şekilde kapısına her gelene vefa gösteriyor. Kadrosunu yaratmak için insan malzemesini harcamıyor. Bulu gibi, 2015’te aday adayı olan başka isimler de var. Kendileri değilse bile eşleri rektör yapılmış!

Necdet Ünüvar, Ankara Üniversitesi, Hamdullah Şevli, Van 100. Yıl, Vural Kavuncu, Kütahya Üniversitesi, Sosyal Bilimler, Mahzar Bağlı ise Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi rektörü. Yine 2015 yılında AKP adayı olan Havva Talay Çalış’ın eşi Mustafa Çalış da Kayseri Erciyes Üniversitesi’ne atanmış. Kim bilir belki de 2015’in özel bir anlamı vardır. Bu yıl, AKP’li tüm adayların, ‘kayıp damat Berat Albayrak’ ve abisi Serhat Albayrak’ın kontrolü ile elemesinden geçtiğini biliyoruz!

GERİCİLEŞME

Okullarına sahip çıkan öğrencilerin gece yarısı kapıları uzun namlulu silahlı polislerce kırıldı, gözaltına alındılar. Tecavüz ile tehdit edildiler, çıplak arama gerçeği yine ortaya çıktı. Üniversitede bunlar yaşanırken, orta öğretimde de gerici atılımlar hız kesmedi.

2 örnek verelim. Birincisi İzmir’de, il eğitim müdürlüğünün, ilçelerdeki okul idarecilerine ‘seçmeli derslere müdahaleye ilişkin’ bir yazı göndermesiydi. Seçmeli derslerde bile din dayatması yapılması, tüm devlet okullarının iyiden iyiye imam hatibe dönüştürülmesi demek.

Özetle yöneticilere şu söylendi: “Velilere ve öğrencilere manevi ve dini değerlere uygun seçim yaptırın. Müftülükler, dinci ve yandaş vakıflar ile ilahiyat fakültelerinin desteğini alın.” Yazıya göre camilerdeki vaazlarda da bu konuda bilgilendirme yapılacak.” Eğitimden, camiye giden süreç!

Benzer adımlar Antep’te de atıldı. Antep Valisi Davut Gül başkanlığında, ‘Eğitime Destek Platformu Değerlendirme Toplantısı’ yapıldı. Toplantıya, İl Milli Eğitim Müdürü Yasin Tepe ve Ensar, TÜGVA ile İlim Yayma Cemiyeti, Cihannüma Derneği, Hasan Hoca İlim Yayma Vakfı gibi kuruluşların temsilcileri katıldı. Damardan ve tepeden müdahale eğitim ile sınırlı kalmadı.

Siyaset de yine payını aldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararından sonra, ‘aranan Selahattin Demirtaş formülü’ Kobani iddianamesi ile bulundu. 3 bin 530 sayfalık iddianame derhal okundu ve hemen kabul edildi! Bu sırada, AKP iktidarı, bir kez daha darbe söylemlerini ısıtıyordu.

Geçen haftanın trajikomik hadiselerinden biri ABD’deki ‘Donald Trump kışkırtıcılığı’ ve yaşananların Türkiye’deki siyaset zemininde değerlendirilmesiydi. Dışişleri ve Cumhurbaşkanlığı sözcüleri, demokrasi vurgusu yaptı, ABD, Türkiye vatandaşları için riskli bölge ilan edildi. Bunlar diplomasinin ‘trol’ seviyesine çekilmesine ilişkin örneklerdi.

Ne diyorlar: “Seçilmişlere darbe yapmamış, İstanbul seçimlerini tekrarlatmamış, ‘oldu bitti’ ile rejim değiştirmemiş gibi çek ‘pampa’”. Yandaş tetikçilerden ABD seçimlerinin, Türkiye’deki ön prova olduğunu da anladık. ‘iki kafadarın’, ‘seçimsiz seçim’ üzerinde tartışmaları sır değil. Toplumsal olaylarda MİT ve Emniyet’e TSK’ye ait silahların kullanılması yetkisi verilmesi de tesadüf olmamalı.

TÜRBAN

Darbe-demokrasi tartışmalarının yetmediği yerde, türban yine siyasete meze yapıldı. Tartışma uzatıldı. Konuya bir kez daha, riyakârlık üzerinden, “Bu dönemde türbana, cezaevleri girişinde, türbanlı kadınlara yapılan çıplak aramadan bakmalı!” diyerek vurgu yapalım.

ELİTİZM

Elit ve elitizm tartışmalar da artık son derece içi boş, antipatik bir atmosfer yaratıyor. Türkiye kapıları uzun namlulu polislerce kırılan elitlerin ülkesi oldu! Yakın zamanda hasbelkader tanık olduğumuz bir TV dizisinde çarpıcı bir sahne vardı. Bugünkü iklimi kusursuz anlatıyordu.

Adam tamirhaneden gelip, kirli elleri ile sofraya oturmak isteyince kadın karşı çıktı: “Ellerini yıka!” Adam o ‘bilindik’ mağdur tavırla konuştu: “Bunlar benim emeğim.” Senaryo icabı başını önüne eğen kadının söyleyemediklerini, biz dile getirelim:

“Vandallıkla soyluluğu, insanlıkla insan olamamayı, hoyratlıkla evrensel normları birbirine karıştırıyorsunuz. Tek derdiniz, hükümranlığın sürmesi. Darbeymiş, türbanmış, elitizmmiş; geçin bunları! Siz, kirli elleriniz ile saray sofrasına oturmak istiyorsunuz!

Erk Acarer / BİRGÜN

Antalya’nın 2020 yılı kent hakkı ihlalleri raporu yayınlandı - BİRGÜN

 


Antalya Kent İzleme Platformu 2020 yılında Antalya’da gerçekleşen kent hakkı ihlalleri raporunu yayınladı. Rapora göre Antalya'nın plajları MUÇEV'e devredilerek kıyı işgaline açıldı!

Antalya Kent İzleme Platformu 2020 yılında Antalya’da gerçekleşen kent hakkı ihlalleri raporunu yayınladı. Platform adına Av. Mustafa Şahin tarafından yapılan açıklamada “Daha önce, 2014-2019 yıllarında Antalya’da yaşanan 'Kent Hakkı' ihlallerini kapsayan çalışmamızı kamuoyu ile paylaşmıştık. Bu kez 2020 yılını kapsayan ve belirlediğimiz 'ilkeler' çerçevesinde Antalya’da karşılaştığımız 'Kent Hakkı' ihlallerini paylaşıyoruz.” denildi.

HAK İHLALLERİ FÜTURSUZCA UYGULANDI

“Kuşkusuz bütün dünyada olduğu gibi Antalya’da da bu yıla damgasını vuran Covid-19 Pandemik bulaşıcı hastalık nedeniyle toplumsal ilişkilerimize getirilen kısıtlamalar oldu" denilen açıklamada "Ne yazık ki bu durumun Antalya’da karşılaştığımız hak ihlallerinin daha da fütursuzca uygulanması için fırsat olarak kullanılmak istendiğine tanık olduk. Bulaşıcı hastalık nedeniyle istisnasız her bir kentlinin can derdinde olduğu koşullarda dahi kamusal kaynaklarımızın sermaye çevrelerinin beklentileri esas alınarak kullanılmak istendiğini yaşadık” ifadelerine yer verildi.

KAMUSAL HAKLARIN TALEBİ YURTTAŞLIK GÖREVİ

Açıklamada ayrıca “Antalya Kent İzleme Platformu olarak envanterini çıkardığımız 2020 yılı kentsel hak ihlallerinin de ortaya koyduğu gibi, Antalya’da yaşayan ve özellikle kamusal imkânlardan yoksun bırakılan çevrelerin hepimize ait olan kamusal alanlara ve kentsel haklarına sahip çıkmaları, bu amaçla kentsel yaşama müdahil olmalarının kaçınılamaz bir yurttaşlık görevi olduğunu hatırlatmak istiyoruz” diye belirtildi.

Kent ihlalleri şöyle sıralandı:

17.01.2020> Gazipaşa doğal sit alanı statüsündeki Selinus sahillerini 5 yıldızlı otellere açma plan uygulaması Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylandı.

27.01.2020> Sayıştay, büyükşehir belediyesi ve ilçe belediyelerinde yapılan önceki yıla ait mevzuat usulsüzlükleri ve neden olunan kamu zararları raporu yayımlandı.

01.02.2020> İdare Mahkemesi Konyaaltı Sahil işletmeciliği ihalesinin iptal kararının yürütmesini durdurma kararı verdi.

04.02.2020> Kepez Belediyesi’nin önceki seneye ait açıklanan Sayıştay Raporunda yer alan mevzuata aykırı olarak belediye işçilerinin izinleri kullandırılmadan çalıştırılması, usulsüz araç kiralamaları, ilim yayma emiyetine yapılan usulsüz taşınmaz/yurt tahsisi, spor kulübüne yapılan spor tesisi tahsisi uygulamaları hakkında açıklama yapıldı.

18.02.2020> Turizm Bakanlığı Kadriye, Belek sahillerindeki halk plajlarını otellere tahsis etti.

19.03.2020> Kumuluca Yazır Mahallesinde 360 dönümlük orman alanı badem ağacı dikmesi için 49 yıllığına özel girişimciye tahsis edildi,.

20.04.2020> Serik Kadriye, Belek sahilinde 3 ayrı otele yapılaşma imkanı sağlayan imar planı değişikliği yapıldı.

30.05.2020> Manavgat/ Ulualan, kamuya ait alanlarda 4 otel ve golf sahası yapılmak isteniyor.

30.06.2020> Orman Bakanlığının “Özel Ağaçlandırma Yönetmeliği” değişikliği ile özel müşavirlik bürolarına verilen yetki sonucu 2.5 ayda Antalya’da 6.000 başvuru yapıldı.

30.06.2020> Antalya İl Hıfzıssıhha Kurulu, ve Antalya Valiliğinin pandemi nedeniyle siyasi partiler, sendikalar, meslek kuruluşları, dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerine getirdiği sınırlamalar çifte standart uygulanması nedeniyle eleştirildi.

15.08.2020> Temizliğini Manavgat Belediyesi’nin yaptığı tüm plajların, büfe, kullanım hakkı ve su sporları elinden alınarak Muğla menşeili MUÇEV Vakfına verildi.

16.08.2020> 3. Derece SİT alanı olan Alanya Aysultan plajı, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin plaj olarak hizmet verdiği alan, Çevreve Şehircilik Bakanlığı tarafından MUÇEV’e verildi.

20.08.2020> Antalya Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yer alan Demre’ye bağlı Üçağız’da yaklaşık 13 hektarlık denizalanı ve iskele 10 yıllığına MUÇEV’e verildi.

29.09.2020> Akdeniz Üniversitesi giriş kapısı karşısındaki kamu alanı, kamusal amaçlarla değerlendirileceği açıklanmasına karşın TOKİ aracılığı satıldı, Konyaaltı Belediyesi tarafından inşaat firmasına planlama ilklerine aykırı olarak yoğun yapılaşma imkanı tanındı.

29.10.2020> Konyaaltı Belediyesi’nin Liman bölgesinde denize çok yakın, su seviyesinin yüksek olduğu dolgu bölgesinde 70 metre yüksekliğinde, plan değişikliği dahi yapmadan hem yatayda hem dikeyde yüksek yoğunluklu, AVM, Otel, konut fonksiyonları bir arada Antalya’nın ilk karma projesi Fenix Center olarak sunulan ancak sahibine haksız ayrıcalıklar sağlayan ve kent planlama ilkelerine aykırı, olumsuz emsal teşkil edecek inşaat ruhsatı verdiği açıklandı.

19.11.2020> Tarım Topraklarını Koruma Kurulunun onay vermediği toplantıdan birkaç ay sonra Antalya Tarım İl Müdürlüğü Korkuteli Dereköy ve Sülekler Yaylasında su kaynakları ve tarımsal üretime zarar verecek maden ocağı açılmasına onay verdi.

07.12.2020> Büyükşehir Belediyesi Konyaaltı sahillerinde erozyona neden olan, dere yatağının doğal yapısını bozan ve kamu zararına neden olan Boğaçayı projesine devam edileceğini açıkladı.

13.12.2020> Kepezaltı-Santral Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi için Türel döneminde AB fonlarından SAMPAŞ adlı şirket aracılığı ile 4.750.000,00 euro, hibe kredi alındığı, BŞB, Sampaş, Antepe, Akdeniz Üniversitesi, Demir Enerji ve Tay isimli kurum ve kuruluşlar arasında bu hibenin paylaşıldığı açıklandı. Kimin neye göre hibeden pay aldığı, ne amaçla nereye ne kadarının harcadığı, alınan hibenin 6366 sayılı yasa kapsamında kullanımı hakkında açıklama yapılması istendi.

20.12.2020> Sayıştay’ın açıkladığı inceleme sonuçlarına göre; Alanya Belediyesi kayıtlarında usulsüzlükler, geriye dönük değişiklikler yapıldığı; ASAT’ın 4 adet atık su arıtma tesisine ait geri ödeme belgesi teslim edilmediği için elektrik enerjisi kullanım teşvikinde yararlanamadığı bu nedenle de kurum, 1.134.574,19 TL gelirden mahrum bırakılarak kamu zararına neden olduğu; Antalyaspor için Döşemealtı’da yapılan tesisin, harcamaların ve devredilen taşınmazın Belediye kaynakları ile kamu kurumu niteliğinde olmayan spor kulübü ve derneklere, profesyonel kulüplere karşılıksız yapılmasının, bedellerinin tahsil edilmemesinin kanuna aykırı olduğu, Büyükşehir Belediyesinin kiraladığı araçlarının aylık kira bedellerinin araç kaskolarının %2 sini aşmaması gerektiğine ilişkin yasal düzenlemenin çok üzerinde fahiş tutarlarda olduğu;Serik Belediyesinin kiracılık ilişkilerinde usulsüzlükler yaptığı, kıyı kanuna aykırı davrandığı, ruhsatsız yapılaşma, kıyının doğal yapısının bozulması ve deniz kaplumbağlarına zarar verilmesi konula rında kamu yararına aykırı uygulamaları olduğu açıklandı.

31.12.2020> 2019 yılı Eylül ayı ASAT genel kurulunda alınan karar gereği her ay açıklanan üretici fiyat endekslerindeki artış oranının yansıtılması nedeniyle Antalya merkez ilçelerde 2020 yılı Ocak ayı başında3.62 TL olan 1 m3 su fiyatı 2021 yılı ocak ayı başında 4.47 TL oldu. 2020 yılı su fiyatının yıllık artış oranı % 23.48. oldu.

(BİRGÜN)

Çarşaf, türban, elbise - Orhan Gökdemir / SOL

 Yaşam biçimimiz, onu az çok nasıl kazandığımız, eninde sonunda hayata bakışımızı da belirler. Yalnızca bakış açımıza değil giyimimize kuşamımıza da şekil verir, biçimlendirir.



John Berger “O Ana Adanmış” adlı kitabında 20. yüzyılın başında çekilmiş bir köy orkestrası fotoğrafındaki orkestra üyelerinin giyimlerini inceler. Fotoğraf Dünya Savaşı patlak vermeden önce, 1913’te çekilmiştir. Berger okuyucusuna fotoğrafla ilgili bir deney yapmayı önerir. “Fotoğraftaki yüzleri kağıtla kapatıp yalnızca bedenleri örten takım elbiselere odaklanın”, der. Fotoğraftaki kişilerin hepsi takım elbiseli olmalarına rağmen, giyimlerine bakarak onların üst sınıftan insanlar olduğu duygusuna kapılmamız imkansızdır. Onların gerçekte köylüler veya işçiler olduğu -yüzlerini görmesek bile- apaçık ortadır. 

Tersini yaptığımızda, elbiseleri kapatıp sadece yüzlere odaklandığımızda da aynı sonuç ortaya çıkar. Onlar takım elbise giymiş alt sınıftan insanlardır. Hayatımızı kazanma biçimimiz vücut şeklimizi de belirler çünkü. Takım elbise masa başı işler yapanlar için tasarlanmıştır. Masa başında olmayacak türden başka türlü bedensel hareketler takımı vücuda uyum sağlamaya zorlar. Diz kapakları genişler, buruşur, esner; eninde sonunda giyenin sınıfını açık eder.

Berger’in deyişiyle üniforma kadar kişiliksiz olan -neredeyse- takım elbise, salt masa başı iktidarını yücelten ilk yönetici sınıf kıyafetidir. Bununla birlikte evrimi tam tersi yönde olmuştur. Takım elbise, kökeni üst sınıf kıyafeti olmasına rağmen, giyenlerin geldiği toplumsal sınıfı saklamak yerine altını çizmekte, daha görünür kılmaktadır. Yani, burjuvanın giydiği elbise ile işçinin giydiği elbise, ilk bakışta verdiği izlenimin tersine tamamıyla farklı kıyafetlerdir.

Benzer bir evrim “kovboy” giysisi olan “bulucin”de de yaşandı. İşçi sınıfının üzerinde hiçbir zaman burjuvazininki gibi durmadı. Son derece kişiliksiz olmasına rağmen, giyenin sınıfsal kökeninin saklayamadı.

Berger eski fotoğraflara, elbette yenilerine de, tarihsel, sınıfsal ve toplumsal bir açıdan bakmamızı salık verir. Fotoğraflardan yansıyan giysiler ve yüzler insanların yaşama biçimlerinin şifrelendiği belgelerdir. O belgeler ancak sınıfsal açıdan bakarak anlamlandırılabilir. 

***

Resim de öyledir. Tablolar yapanların ve “yapılanların” yaşam biçimlerini ele verir. Bunu fark eden ilk ressam “köylü” Pieter Brueghel’dir. Lakabının köylüye çıkmasının nedeni kiliselerden aşina olduğumuz “aziz”leri birer köylü suretinde resmetmesidir. Hollandalıdır Brueghel. Hollanda, kapitalizmin ortaya çıktığı ilk ülkedir. Brueghel yeni azizleri çizmeye durduğunda Hollanda gemileri çoktan beri denizaşırı sömürge seferlerindedir. Ortaçağın izleri sömürgelerden aktarılan paralar marifetiyle tamamıyla silinmesine rağmen her şey hala derinlemesine dinsel görünmektedir. Oysa Ortaçağ bakiyesi dinsel insan inançları ve idealleri ile birlikte çökmüştür ve ortalıkta bir çıkış yolu da gözükmemektedir. 

“Körler” tablosunda tamı tamına resmedilen budur. Uçuruma doğru ilerleyen kör keşişler birbirlerine tutunarak uçuruma doğru yuvarlanmaktadır. Kimi düşmüş, kimi düşmek üzeredir. Körseniz çukura yuvarlanmanız kaçınılmazdır…

O yüzden gülünçtür ilk bakışta körler ama yüzlerine dikkatle baktığınız zaman görüp görebileceğiniz tüyler ürpertici dramlardır sadece. Brueghel’in devrimci görüşüdür bu, onun tablolarında güzel prensler yerine ablak yüzlü köylüler vardır, meleklerin yerine dilenciler, kahramanlar yerine körler, sakatlar vardır. Çünkü Ortaçağ artık ağırlığını taşıyamamakta, ezilip kendi üzerine çökmektedir. Çöküşte prensle köylü, melekle dilenci arasındaki mesafe silinir, herkes bir tür kör keşişe dönüşür. 

***

Tarihin gözlüğü ile baktığımız zaman giysilerin işlevi birbirine benzerdir. Çarşaf da, işçinin takım elbisesi veya keşişin pelerini kadar sınıfsaldır. Ali Mazaheri, “Ortaçağda Müslüman Yaşayışları” adlı kitabında islami kadın giysisi konusunda şu bilgileri veriyor: 

“Çok kimse peçe taşımayı yalnızca, İslam kadınlarını öteki kadınlardan ayıran bir işaret sayarlardı. Bu pek de doğru değildir. Çünkü her şeyden önce doğuda örtünen kadın sadece İslam kadını değildir. Öte yandan örtünme adeti yalnız çalışmaya ihtiyacı olmayan kadınlar, yani hal ve vakti yerinde bir toplumun kadınlarınca kabul edilmişti. Şu hâlde bu dini değil, bir sosyal sınıfı göstermekteydi.” Ortaçağ islam coğrafyasındaki iklim sebebiyle, zengin ve kibar kadınlar, tenlerinin yumuşaklığını ve parlaklığını koruyabilmek için başlarını ve yüzlerini örtmeye dikkat ederlerdi. Mazaheri’nin dediği budur. Haliyle alt sınıftan kadınlar asla peçeli değildir. Çünkü sığır güden, çamaşır yıkayan, iplik boyayan, dokuma yapan kadının peçe takması fiilen imkansızdır.

Bu durumda, demek ki, çarşafı zengin modası saymamız mümkündür. Öyledir. Ülkemizde de siyasal İslamcıların üst sınıfa atladığı zamanda çoğaldı. Türbana eşlik etti. Böylece sınıfsal olarak hızla farklılaştı. İslami baş örtüsü ve kıyafet Berger’in gün yüzüne çıkardığı evrime uğradı. Türban, çarşaf veya bunların türlü versiyonları, üniforma kadar kişiliksiz olmalarına rağmen giyenlerin geldiği toplumsal sınıfı saklamak yerine altını çizdi, daha görünür kıldı.

***

Bunları, dün gündeme gelen iki haber vesilesiyle hatırlattım. Haberlerden ilki bir Cumhurbaşkanı danışmanın eşi olan saygıdeğer Hanımefendinin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki atama direnişi hakkında yazdıklarıyla ilgiliydi. Danışman eşi “türbanlı” Fatmanur Hanımefendi, "Türkiye’de kadınların yüzde 70’i başörtülü. Eğer bir üniversitenin kadın hocaları içinde başörtülü olanların oranı buna yakın değilse o üniversitenin bırakın ‘özgürlükçü, demokrat, çoğulcu’ olmayı, temsil konusunda bile apartheid düzeyindedir. Bazı üniversitelerde hala tek başörtülü hoca yok. Bu hangi düzey?!" dedi. Anlaşılır olması için kısmen düzelterek aktardım, Türkçesi için affınıza sığınırım. Yepyeni bir ölçüdür. Üniversitede, bilimde, özgürlükte “türban ölçüsü”dür. 

İkincisi yine başörtülü olmakla birlikte emekçi bir kadın ile ilgili. Saraylı Fatmanur Hanım “Bogaziçi’nde neden türbanlı hoca yok” diyerek feveran ederken, 65 yaşının üzerinde olmasına rağmen çalışmak zorunda olan bir kadın, salgın tedbirleri gerekçesiyle otobüsten indirilmek istenmişti. Kadın, “Ben çalışmazsam açım. Versin biri parayı, gitmem otururum” diyerek direnmişti. Merdiven silmekten dönerken, kamu ihaleleriyle paraya boğulmuş Tüpçünün gazetesine yakalanmıştı. Kadının otobüsten inmemek için direnmesini haber yapmışlardı utanmadan. 

***

“Bir kulübede saraydan farklı düşünülür” demişti Marx. Çünkü kulübedeki hayat saraydakinden farklıdır. Yaşam biçimimiz, onu az çok nasıl kazandığımız, eninde sonunda hayata bakışımızı da belirler. Yalnızca bakış açımıza değil giyimimize kuşamımıza da şekil verir, biçimlendirir. Birkaç maaş alan ile merdiven silerek geçimini sağlayanın baş örtüsü iradelerinden bağımsız olarak farklılaşır. Tarihin gözlüğüyle bakana bambaşka görünür. 

Yasadır; yoksulun tanrısı ile varsılın tanrısı hiç karşılaşmaz. “Sınıf”ın gerçekliğidir bu; öyle ki her türlü din, dil, ırk farkının ötesindedir. 

Bakın şimdi iki fotoğrafa. Önce yüzlerini kapatıp elbiselerine, sonra elbiselerini kapatıp yüzlerine odaklanın. Ne giyinirse giyinsin ne düşünürse düşünsün otobüsten zorla indirilmek istenen bizdendir.

Orhan Gökdemir / SOL

8 Ocak 2021 Cuma

Ankara Büyükşehir Belediyesi, Güvenpark'ı yok edecek Kızılay'a cami projesini savundu - SOL

 Ankara Büyükşehir Belediyesi, Güvenpark'ı yok edecek Kızılay'a cami projesini savundu(1)

İmamoğlu'ndan cami açılışı: Kurtuluş Savaşı'nı camilerden çıkarak kazandık (2)


Ankara Büyükşehir Belediyesi, Güvenpark'ı yok edecek Kızılay'a cami projesini savundu(1)

Büyükşehir Belediyesi, Kızılay’da cami yapılmasına ilişkin davada, Diyanet Vakfı ile protokolünü sundu.  Belediye, Güvenpark’ın altını oyacak imar planını dayanak gösterdi.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, tescilli kültür varlığı özelliği kazanmasına rağmen hukuksuzca yıkılan Kumrular İkamet Sitesi yerine cami yapılmasına ilişkin açtığı davada, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara 1. İdare Mahkemesi Başkanlığı’na savunmasını sundu.

Savunmanın ekinde Diyanet Vakfı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Kızılay’daki cami yapımına ilişkin protokolü sunuldu.

Protokolün iptali davasında, verilen savunmada,  Ankara Büyükşehir Belediyesi Güvenpark’ı yok edecek imar planı değişikliğine atıfta bulunarak,  “Dolmuş duraklarının 20 yıl süresince caminin altının kullanılması karşılığında cami ve külliyesi yapımını içeren protokol imzalandığı, alanın cami alanı olduğu aşikardır” denildi.

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “Birinci derece doğal SİT alanı olan Güvenpark’ı betonlaştıracak ve altını oyacak imar planına meslek odaları olarak dava açtık ve iptal ettirdik. Ulaşım ana planından yoksun şekilde Kumrular ve Necatibey Caddesi'nin köşesinde cami altında, 20 yıl boyunca minibüs garajı ve otopark yapılması, ulaşım altyapısını kitleyecektir. Çevrede 400 metre mesafede 4 adet camii olmasına rağmen, kamu kaynaklarının bu imar planıyla bütüncül bir planlamadan yoksun şekilde heba edilmesi ve bu planın dayanak gösterilmesi şaşkınlık verici bir durumdur” dedi.

“UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girme potansiyeli olan, Güvenpark, Saraçoğlu Mahallesi ve hükümet kartiyesinden bulunan bakanlıklar bölgesi bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bu bölgenin parçacıl bakış açısıyla yapılan müdahaleler nedeniyle, dünya miras listesine girme potansiyeli ortadan kaldırılıyor. Ankara bunu hak etmiyor. Defalarca kez plan değişikliklerine dava açılmış, iptalleri olan ve çok stratejik bir noktada bulunan Kızılay’a cami yapma yaklaşımının gündeme getirilmesi kabul edilmezdir” diyen Candan sözlerine şöyle devam etti:

“Ankara’da Gökçek döneminde yapılan planlama süreçlerine ilişkin devam eden bini aşkın davamız var.  Bu davalar yerin tartışmalı olduğunu gösterir. Birçok kez de bu alanlarda yargı kararlarıyla iptal verilmiştir.  Meslek  odalarının ve kentlilerin katılımı olmadan, planlama  hiyerarşisine aykırı şekilde planlar yapılmıştır. Var olan potansiyelleri yok edecek ve yeni ulaşım sorunları oluşturulacak bir alanda ısrar etmek bilimsel değildir. Cami yapımının gerekçesinin,  Güvenpark dolmuşlarının depolanması olarak ifade edilmesinin, bilimsel planlama ilkeleri ile bağdaşır yanı yoktur.  Bu protokol tarihsel olarak unutulmayacak bir protokoldür.”

Candan “Önce Cumhuriyetin temsil yapılarından ve tanık mekanlarından olan Kumrular İkamet Sitesi hukuksuzca yıkıldı, ardından ihtiyaç olmadığı halde şimdide alanda cami yapımı için plan değişikliği yapıldı. Bunun tamamen ideolojik ve bilimsel planlama ilkelerinden yoksun olduğu ortadadır.  

UNESCO Dünya Miras Listesine girme potansiyeli olan Cumhuriyet değerlerinin yoğun olduğu bu alana,  bütüncül değil de parçacıl bakılması Ankara’nın en büyük sorunlarından biridir” dedi.

                                                          ***

İmamoğlu'ndan cami açılışı: Kurtuluş Savaşı'nı camilerden çıkarak kazandık (2)

İBB Başkanı İmamoğlu, cami açılışı yaptı, 'Kadına saygıyı, çocuklara iyi ahlak öğretmeyi anlatır camilerimiz. Biz, milli dayanışmayı da bu camilerde yaşattık ve yaşadık' dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü İbrahim Cevahir Camii’nin açılışına katıldı.

Camilerin insanların buluşma noktaları olduğunu belirten İmamoğlu, “Hayata dair güzel nasihatler verir, uyarılarda bulunur, insanları birleştirir. Kadına saygıyı, çocuklara iyi ahlak öğretmeyi anlatır camilerimiz. Bu birleşmenin ve buluşmanın odağıdır. Biz, milli dayanışmayı da bu camilerde yaşattık ve yaşadık. Biz, milli Kurtuluş Savaşı'nı da camilerde hararetlenerek, yollara çıkarak, yollara dökülerek kazandık. Yani buralar, bizim en üst seviyede duygularımızın merkezidir. Maneviyat içerir. İçine hiçbir duygu giremez. Siyaset; hele hele siyaset, şu kapıdan içeri hiç giremez. Allah esirgesin, Allah korusun. Buranın sahibi yoktur. Sahibi, Yüce Allah. Burada Allah'la baş başa kalırız, kul Allah'la baş başa kalır. O bakımdan buranın birleşme ve buluşma ruhuna herkesin uyum içerisinde saygı duyarak saygı göstererek hareket etmesi lazım" dedi.

İlçe müftüsünün davetli olduğu halde ilk ibadete gelmediği söyleyen İmamoğlu, “Bu benim ilk yaşadığım şey değil. Cami yaparken nasıl engellediğimiz, taziye evi yaparken nasıl engellediğimiz… Müftülük yaparken nasıl engellendiğimizi Yüce Allah biliyor, ben biliyorum kullar da biliyor. Bak bu 7 senedir yaşadıklarım; yeni değil. Ya ben, ‘Allah akıl versin’ diye dua ediyorum onlar için. Dediğim tek şey de budur, başka hiçbir şey demem. Allah'ım onlara gani gani akıl versin, rahmet yağdırsın onlara. ‘Amin’ deyin; ihtiyaçları var. Benim inancımı temsil eden herkesin, hiç kimsenin siyaset ile zerre ilgisi olamaz. Ben çünkü, onun önünde önümü iliklerim, duamı ederim. Ona duyduğum saygıyı tarif edemem. Ben, o ocaklarda yetiştim. Bir imama, bir müftüye saygıyı bilirim. Ben sokağı bilirim, mahalleyi bilirim, camiyi bilirim, Kur’an kursunu bilirim” diye konuştu.

(SOL)


Bilim... Üniversite... Boğaziçi - Özlem Yüzak / Cumhuriyet

 Bünye kabul etmiyor. Kusuyor... Ama aynı yiyecekte ısrarlı adam. Vazgeçmiyor. Mide, bağırsaklar berbat; ateş çıkıyor, eklemleri ağrıyor, bitap düşüyor...

Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni rektör atamasına da bu gözle bakabilirsiniz. Öğrenciler de hocalar da hatta mezunlar da istemiyor. Protestolar, istifa et çağrıları yükseliyor. Devir teslim töreninde sırtlarını dönüyor akademisyenler. Toplumsal tepki artıyor. Ben de bir Boğaziçi Üniversitesi mezunu olarak o atamayı doğru bulmuyorum. Belli ki bünye kabul etmiyor. Israr neden?

Yeni rektör Prof. Dr. Melih Bulu’ya yönelik tepkinin en önemli üç nedeni var:

1- Siyasi kimlikli birinin atanmış olması.

2- Türkiye’nin en iyi ve ülke koşullarında olabildiği kadarı ile en özerk üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi’nde liyakatin hiçe sayılmasına, kendilerine hiç danışılmadan atama yapılmasına duyulan öfke.

3- Yeni rektörün ayağı yere basmayan söylemleri: Başta dünyanın ilk 100 üniversitesi arasına sokacağım iddiası. Kendini Metalika dinlemekle savunması vs...

Rektör atamasının tamamen siyasi olması ve son yıllarda hemen her olayda ortaya çıkan ve artık bir Türkiye klasiğine dönüşen kutuplaşma, geri adımı pek mümkün kılmıyor.

Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın dediği gibi “Boğaziçi yıkılsa da Erdoğan kararından vazgeçmez. İstifa etmeli ama Erdoğan buna izin vermez. Çünkü Erdoğan Prof. Dr. Melih Bulu’dan söz almıştır”. Bunu pekiştirmek için de eylem yapan öğrencilere terörist muamelesi yapılıyor, gece yarısı baskınları düzenleniyor...

Bünyenin kabul etmediği, kustuğu yeni rektör bu şartlar altında görevini nasıl icra edecek, göreceğiz...

Boğaziçi Üniversitesi’nin bu atamaya sert tepki göstereceği aşikâr iken siyasi kimlikli birinin rektör atanması, üniversitenin karıştırılmasının tek açıklaması var: Üniversitenin siyasi otoritenin bir aracı haline getirilmesi.

GÖZDEN KAÇAN NOKTA

Yalnız bir şey gözden kaçırılıyor: Siyasi otoritenin güdümünde olmak, çiçeği burnunda rektörün koyduğu iddialı hedefi tam da topuğundan vurur. Nasıl mı? Türkiye’nin kalkınması için bilimsel gelişme şart. Bilimsel gelişmenin altyapısı temel bilim. Yani üniversiteler, akademik dünya. Şunu biliyoruz ki özgür düşünce olmadan bilim asla ilerlemez... Ve akademik özerklik bilimsel üretimin olmazsa olmazlarından. Uygulamalı araştırma, Rektör Bulu’nun en çok dile getirdiği inovasyon, ancak ve ancak temel araştırmaların çıktıları üzerine yapılabilir.

Bilimsel gelişmenin ikinci en önemli bileşeni nitelikli beyinler, yetenekler... Ki bu aynı zamanda bir ülkenin ekonomik olarak kalkınmasının, büyümesinin de temel sorusu: Türkiye yeteneklerini nasıl kullanıyor?

Buna yanıtı, son yıllarda giderek hızlanan beyin göçü veriyor: Türkiye en fazla beyin göçü veren 34 ülke arasında 24. sırada. Gençlere “Hayalin ne” sorusunun karşılığı Avrupa ya da ABD’ye göç etmek oluyor..

AKP iktidarının demokrasiyi, hukuku, özgürlükleri, liyakati hiçe sayan, kayırmacı politikaları, bilime ve beyin göçüne en büyük darbeyi vuran unsurlar. O halde nasıl başaracak?

ÇANKAYA ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ

Her yıl dünyanın en iyi üniversitelerinin sıralamasını yapan Times Higher Education’un (THE) koyduğu kriterler öyle basit değil. Sadece sıralamaya dahil olabilmek için bile o üniversitenin son beş yılda en az bin makale yayımlamış olması gerekiyor. Eğitimin kalitesi, öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısı, yayımlanan ve en fazla atıf alan makale sayısı, araştırma becerisi, üniversite-sanayi işbirliği, uluslararası görünüm (yabancı öğrenci ve akademisyen sayısı ve niteliği) gibi kriterler sıralamada belirleyici.

Geçen yıl Çankaya Üniversitesi bir atak yaptı ve THE sıralamasında ilk 400-500 bandına girdi. Onu Sabancı Üniversitesi aynı bantta izledi. Bilkent, Hacettepe ve Koç üniversiteleri 500-600 bandında. Boğaziçi Üniversitesi bir basamak gerilemiş ve 600-800 bandında.

Geçen yıl Çankaya Üniversitesi’nin bu atağı dikkatimi çekmişti ve üniversitenin rektörü ile konuşmuştum. 22 yıldır faaliyette olan bir üniversite, ancak başarı sıralamasında pek adı sanı duyulmuyordu.... Rektör Can Çoğun başarılarının sırrını “Dünya üniversiteleri sıralamasına girme hedefini kendimize koyduğumuz için makalelerin sayı ve niteliğine odaklandık” diye özetlemişti.

Makale sayısı ve atıf önemli tabii ama bir üniversiteyi üniversite yapan diğer kriterlerin de göz ardı edilmemesi gerekiyor. Peki, neden Çankaya Üniversitesi’nin esamisi okunmuyor? Anlayacağınız sıralamada öne geçmek de pek bir şey ifade etmiyor. 200’ü aşkın üniversite ve buralarda eğitim gören 8 milyon öğrenci var; 160 bin kadar da akademisyen. Peki, neredeyiz?

Şikago Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ufuk Akçiğit’in Türk yükseköğretimi konusunda yaptığı “Türkiye Bilim Raporu” başlıklı çalışması durumu gözler önüne sermesi açısından son derece önemli.

Kim bilir; üniversitelerin de Türkiye’nin de kaderi belki de kayyım rektöre karşı yapılan bu protestolarda...

Özlem Yüzak / Cumhuriyet