2 Haziran 2021 Çarşamba

Voccuk - Kaan Sezyum / BİRGÜN

Yiğit Özgür’ün bir karikatüründe gazeteci 

çocuk elindeki gazeteyle bağırır: 

“YALIYOOOR, YALIYOOOR” diye… 

Bu biiiir.

Öncelikle harika bir haberle başlamak istiyorum. “Medyalama Ödülü” olarak da bilinen Voccuk Ödülü, yani halk arasındaki adıyla Voccuk Kavuğu el değiştirdi. Onca zamandır gözlerimizi “Dolarla mı maaş alıyorsunuz, dolar borcunuz mu var?” sorularına “Ehe ehe mehe” diye verdiği cevaplarla dolduran her mahallenin adamı sakallı bebek kardeşimiz, maalesef onca çabasına rağmen, aynı tezgâhtan başka bir deneyimli isme kavuğunu kaptırdı…

***

Medyalama dünyasında Voccuk Kavuğu’nu kimse kimseye devretmez. Kimse “Artık benim zamanım geçti, voccukluk sırası sende evlat” diye kavuğu başkasına teslim etmez... Kavuk en çok voccuk nereden geliyorsa oraya gider, kendini teslim eder.

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, hiçbirimiz bunca zamana kadar tanıklık ettiğimiz voccuklar arasında “Tosunumuzun götürdüğü sağlık ürünleri, yanında taşıyabileceği kadar olduğundan gümrükte dikkat çekmedi” cümlesi kadar ileri görüşlü, koruyucu ve kapsayıcı bir cümle yazmayı düşünmemiştir.

***

Zaten nano evladımız dertli, acayip acayip söylentiler ortalıkta halay çekiyor. Velisi çıkıyor açıklama yapıyor evladımız yerine. Ülkede neyin ne olduğu belirsiz halde, gündem alttan üstten mideyi bozmuş zarıl zarıl gidiyor... Bir de üzerine bu cümleler gelince. Voccuk ödülü de yandan çarklı amiral takasının sakallı bebeğine “Abi artık senlik bir şey yok, ben mutlu olacağım yeni yuvamı buldum, onca yıllık dondurmacıyım, böyle voccuk görmedim” diyerek yeni sahibine kendisini teslim etti… İşte bana ulaşan kulis bilgileri bu yönde değerli okurlarım.

Ülkemiz çok güzel günlerden geçiyor, inşallah daha da güzel günlerden geçecek. Henüz Marmara Denizi’nde birkaç canlı daha var, el ele verir, fabrikalarımızın atıklarını ve lağımlarımızı komple biraz daha çabayla denizimize dökersek inşallah orada da canlı yaşamını bitireceğiz. Aynı şekilde bilimi, aklı, sanatı ve sepeti hiçe sayıp keyfimize göre tavırlarla biraz daha kafamızı çölümüzün kumlarına gömersek Allah’ın da izniyle korona illetini de yeneceğiz. Çok şükür siyasilerimizin özellikle iktidarda halkı yasaklar ve tedbirler, olmadı, bariyerler ve tehditlerle “idare” ettiği, üşlemizin demokrasi liginde zirveleri zorladığı (adeta bir oto hırsızı gibi zirvelerin bile kapısını zorluyoruz) şu güzel günlerde, özellikle el değmemiş tabiat harikası alanlarımızı birer birer yok edip, cennet vatanımızı dev bir kedi kumuna çevirmenin haklı gururunu da hep birlikte yaşayacağız.

***

Gerek iktidar, gerekse iktidarın +1’i olan partilerdeki vekillerimiz hiç üzülmesin. Hepsi analarının ak sütü gibi temiz ahlaklarını, lüks arabalarını ve rantsal duygularını eşlerinin dostlarının ve okuma yazma bilen çocuklarının yüzlerine huzur içinde bakarak kanıtlamışlardır. Hiç şüphesiz hepsi bunca yıl daha iyi bir ülke, daha yaşanabilir, insanı ve doğasıyla örnek gösterilecek bir vatan sevdasıyla ülkenin her akar suyunu kurutmuş, her göletini boşaltmış ve her ağacını kesip yerine 100 kat fazlasını dikmiştir.

Sözlerim yanlış anlaşılmasın sevgili büyüklerim. Siz büyüksünüz ama rütbe, mevki hep geçici şeyler. Unutmayalım ki yalanlarla, dolanlarla, yasaklarla, baskılarla her geçen gün toplumun her kesimine yayılan adaletsiz yaklaşımlarınızla çok daha büyük olmayı hak ediyorsunuz.

***

Haydi size yazı bitmeden giderayak bir fırsat. Ayasofya’yı yıkalım… Evet, molozu da Ayder’e mi artık, yoksa Kazdağları mı olur öyle güzel bir yere kamyonlarla taşıyıp dökelim. Taşırken kamyonlarla uzaydan da görülecek şekilde “Beton” yazarak dünyaya mesajımızı verelim. Düşmanlarımızı da korkutalım. Sonra Ayasofya yerine de yerli ve milli olmak şartıyla malum beş şirkete bedelinin 200 katına yeni bir yapı yaptıralım. İbadet garantili olsun bir de üstüne. Ne öyle eskiden kilise olan yerle uğraşıyoruz? Alın size kazanç kapısı.

Gençliğini ve doğasını da özenle kuruttuğunuz, her bireyini bir diğerine küs yaptığınız toplumumuz sizinle gurur duyuyor. Siz çok daha iyilerine layıksınız. Biz sizin değerinizi bilemedik. O kadar da etmiyormuş zaten.

Kaan Sezyum / BİRGÜN

1 Haziran 2021 Salı

Kanal İstanbul güzergahında yaşayanlar: Kurbağalarla biz kaldık, bizden sonrası beton - Eylem NAZLIER / Evrensel

 


Kanal İstanbul güzergahında yaşayan yurttaşlar, evlerinin yok pahasına ellerinden alınıp yaşam şartları ve geçim olanaklarının olmadığı bölgelere gönderilmekten korkuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cumartesi günü Çamlıca Kulesi açılış töreninde “Haziran ayının sonunda Kanal İstanbul’u şehrimize kazandırmak üzere temeli atıyoruz” diyerek ‘Çılgın Proje’sindeki ısrarını bir kez daha yineledi. İktidarın bu ısrarı sürerken, Küçükçekmece, Avcılar, Başakşehir, Arnavutköy’den geçecek, Çatalca Yarımadası’nı ikiye, İstanbul’u ise üçe bölecek projeye İstanbulluların, bilim insanlarının da itirazları sürüyor. Özellikle Kanal İstanbul güzergahında yaşayan İstanbulluların… Zira proje gündeme geldiğinden hatta daha öncesinden güzergah boyunca gayrimenkul hareketliliği arttı. Bölgede arazi ve konut fiyatları tavan yaptı. Bazı parseller, son sekiz yıl içerisinde 11 kez el değiştirdi. Tam da bu nedenle proje güzergahında yaşayan yurttaşlar evlerinin, yok pahasına ellerinden alınıp yaşam şartları ve geçim olanaklarının olmadığı bölgelere gönderilmekten korkuyor. Konuyla ilgili konuştuğumuz yurttaşlar mağdur edileceklerini bilerek, “Bizim elimizden 3 kuruşa alıp zenginlere verecekler. Bize bırakırlar mı bu güzelim yerleri?” diyor.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Su ve Atıksu Komisyonu Başkanı Selahattin Beyaz “İktidar yağmalamanın son altın vuruşunu yaparak, İstanbul’un en büyük ekolojik yıkımını gerçekleştirmektedir” derken, İBB İstanbul Planlama Ajansı Genel Sekreteri Oktay Kargül ise ‘Kanal, telafisi olmayan olumsuz etkiler yaratacak’ ifadesini kullandı.

"KURBAĞALARLA BİZ KALDIK"

“Ben 60 yıldan bugüne Küçükçekmece Gölü- Sazlıdere sulak alanında yaşıyorum” diyen Ercüment Gürçay devamında şunları söyledi: Yıllar içerisinde ekosistemin giderek bozulmasına şahit oldum. 1970’lerin sonuna kadar bu bölge sahip olduğu yaşam türleriyle biricikti. Şu an sadece kurbağalar ve biz kaldık. Yakında bizler de gidersek geriye beton adaları ile kaplı bir yer kalacak. Bugün göl ve sulak alan ölü. Sular azot ve fosfor yüklü. Bırakın kanal yapmayı acilen göle ve dereye can suyu verilmeli. Yüzlerce yılda oluşan yerleşik kültür- mahalle kültürü dağılacak. Yaşadığım yer 70 yıllık bir yerleşim yeri. Evlerimiz, arsalarımız yok pahasına el değiştirecek.”

"BİZ BİLİYORUZ İŞİN UCUNDA RANT VAR"

“Ben 50 yıldır saçımı süpürge ettim. Çalıştım çabaladım, dişimle, tırnağımla ev yaptım” diyerek sözlerine başlayan Terkos’ta yaşayan Zehra Dalmaz, “Terkos küçük bir yer, herkes birbirini tanıyor. Ben yaklaşık 50 yıldır burada yaşıyorum.  Artık gelmişim 58 yaşıma. Bu yaştan sonra gidip bir şehir merkezinde yaşamam mümkün değil. Nasıl uyum sağlayacağım? Ben burada yaşamak istiyorum.  Biz biliyoruz işin ucunda rant var. Ne zaman bitecek bu aç gözlülük, ne zaman doyacaklar?  Huzurumuz kalmadı artık.  Biz bu kanalı istemiyoruz. Kanal güzergahında yaşayan halkın en azından yüzde 80’i istemiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘inadına yapacağız’ diyor. Sanki televizyon kanalı açıyorlar. Burası bizim arazimiz. Kimin malı üzerinden inat ediyorsunuz” diye soruyor.

"İNSANLARIN MALLARINA ÇÖKTÜLER"

Kanal İstanbul projesi hayata geçerse yaşam alanlarının yok edileceğini söyleyen Dalmaz, 3. havaalanı sürecinde yaşadıklarını ise şöyle özetledi: “Havaalanını da ciddiye almamıştık, yapıldı. Havaalanı yapılırken yediğimiz tozun, toprağın haddi hesabı yok. Hayvanların yaşam alanı kayboldu. Ağaçlarımız meyve vermedi, bahçelerden aldığımız sebze, meyve miktarı azaldı. Kuraklık yaşandı. 3. havaalanı çok etkiledi bizi. Ben burada kadın kuaförüyüm. Bir müşterim bile artmadı. Zarardan başka bir şey getirmedi. İnsanlar çok mağdur oldu. İnsanların mallarına resmen çöktüler.”

"BİZİM ELİMİZDEN ÜÇ KURUŞA ALIP ZENGİNLERE VERECEKLER"

Evinin kanal projesinin olduğu alana aşağı yukarı 500-600 metre uzaklıkta olduğunu aktaran Dalmaz, “Bize kanal manzarasını izlettirecek değiller.  Bizim elimizden 3 kuruşa alıp zenginlere verecekler. Acele kamulaştırma yapılacağı söyleniyor. Arazilerimizin yüzde 45’ine devlet el koyacak. Benim 252 metrekare yerim var. Üzerinde iki katlı ev var. Eşimin kardeşiyle altlı üstlü oturuyoruz. Buradan aldığım parayla ben mi ev alacağım o mu ev alacak?  Yaşam alanlarımız da elimizden gidecek. Yerlerimizi elimizden alacaklar. Bize bırakırlar mı bu güzelim yerleri? Nerede bir güzellik varsa orayı betona boğuyorlar” dedi.

"İKİZDERE’DE HALK NASIL DİRENİYORSA ÖYLE DİRENECEĞİZ, YAPTIRMAYACAĞIZ"

Yasal haklarını kullandıklarını söyleyen Dalmaz, “İtiraz sürecimiz vardı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına itirazlarımızı ettik. Biz sonuna kadar direneceğiz. İç hukuk yolları tükendiğinde AİHM’ye kadar gitmeyi düşünüyoruz. Olmadı kepçenin önüne yatacağız, yine de yaptırmayacağız. İkizdere’de halk nasıl direniyorsa öyle direneceğiz. Olacak bir proje değil. Deprem varken, pandemi varken bu bütçeyi buna ayırmak resmen delilik. İnsanlar kan ağlıyor evine ekmek götüremiyorlar. 5 tane maske dağıtamadılar insanlara, kalkmışlar kanal yapacağız diyorlar.  Gerçekten ayıp.  Bu olabilecek bir proje değil adı üstünde ‘çılgın’, uçuk bir proje.  Deprem riski, susuzluk en önemlisi de tarım alanlarımız yok olacak” diye konuştu.

"ELİMİZDE KALAN SON TARIM ARAZİLERİMİZ DE KANAL YAPILIRSA YOK EDİLECEK"

“Talan projesi” diyerek söze başlayan Yeniköylü Haluk Kolçetin, “Burada İstanbul Havalimanıyla bize bir ders verildi. Bir mücadele verdik ama kazanamadık. 27 bin dönüm arazimiz havaalanı projesinin içinde kaldı. Bu köylünün mera alanıydı, köylünün geçimini sağladığı topraklardı, verimli topraklardı. Şimdi kalan son tarım arazilerimiz de kanal yapılırsa içinde kalacak. İkincisi de köyümüzün yerleşim alanı bu imar planıyla yok olacak. Yani yapılan imar planı az önce söylediğim gibi büyük bir nüfusa göre planlanıyor. Mesela Yeniköy’ün ana caddesi yaklaşık 6 metre, bu bize yetiyor. Köy merkezi yaklaşık 1500 nüfuslu. Yazın 10 bine de çıksa bu yol bize yetiyor. Bu yol 15 metreye genişleyecek yani en dar yol bile 15 metre olacak. Bu şu andaki yapıların yıkılacağı anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.

"BİRKAÇ KİŞİYİ ZENGİN ETMEK İÇİN HALKI MAĞDUR ETMEYİN"

40 yaşında olduğunu söyleyen Kolçetin, “Arazim giderse ben geçimimi neyle sağlayacağım? Tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorum. Ben hiç kimseden bir şey istemiyorum. Başka bir yere de gitmek istemiyorum. Benim bağım bahçem var. Çoluk çocuğumla burada mutluyum. Ben 1 yıl önce annemi toprağa verdim. Şimdi o mezarlığı ne yapacaklar? Nereye götüreceğim? Proje proje proje. Bu ülkenin Kanal İstanbul’a ihtiyacı mı var? ‘Milletimiz milletimiz’ diyorlar, gelsinler millete sorsunlar.  Ne istiyoruz anlatalım. Zaten tartışılır bir proje. 3. havaalanı kaynak sağlayacak dediler, nerede o kaynak? Devlet ne kadar kazanıyor bu projelerden? Birkaç kişiyi zengin etmek için halkı mağdur ediyorlar. Burada hâlâ bir mahalle kültürü var ve onu yok edecekler. Mağdur edileceğiz, çok belli” dedi.

"TARLALARIMIZI, GEÇİM KAYNAKLARIMIZI ELİMİZDEN ALACAKLAR"

Adını vermek istemeyen başka bir köylü ise, “2 kişi bir araya gelsek, jandarma hemen yanımızda bitiyor. Gazeteciler yanımıza geliyor, sesimizi duyuracaklar, kolluğun tacizi başlıyor. Ne yapalım biz? Biz sesimizi duyurmak istiyoruz, bizi duysunlar siyasetçiler. Kanal olunca bizi burada barındırmayacaklar biliyoruz. Tarlalarımızı da elimizden alacaklar. Geçim kaynağımızı elimizden alacaklar. 50 yaşındayım, bu yaştan sonra nerede çalışayım? Kim işe alır?  Çocuklarım burada büyüdü. Nereye gidebilirim? Nasıl bir vicdansızlıktır bu. Kanal yapılırsa sadece İstanbul değil tüm Türkiye kaybeder. Gelin birlik olalım, mücadele edelim.”

"İKTİDAR YAĞMALAMANIN SON ALTIN VURUŞUNU YAPMAK İSTİYOR"

 “Kanal İstanbul olarak bilinen su yolu projesi, sermayenin gerici iktidarı AKP’nin yağma projesidir” diyen, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Su ve Atıksu Komisyonu Başkanı Selahattin Beyaz şunları söyledi: “2019 yılı aralık ayında yayımlanan ‘İstanbul İli Çevre Düzeni Planı’ değişikliği ve ‘Kanal İstanbul’ su yolu projesi birbirini tamamlayan, İstanbul’un en önemli su havzalarını yok eden bir emlak projesidir. Çevre Şehircilik Bakanlığı bünyesinde bulunan Emlak GYO ve TOKİ kontrolü ile bölgede 33 adetten fazla emlak projesi planlanmış ve yapımına başlanmıştır. İstanbul Havalimanı, 3. köprünün yanı başında planlanan emlak projelerinin, piyasa değerini arttırmak amacı ile yapılan ‘Kanal İstanbul’ su yolu projesi ile yandaş müteahhitler korunmakta, Emlak GYO ve TOKİ gelirleri ile AKP’nin iktidarda kalması amaçlanmaktadır. İktidar yağmalamanın son altın vuruşunu yaparak, İstanbul’un en büyük ekolojik yıkımını gerçekleştirmektedir.

"TELAFİŞİ OLMAYAN OLUMSUZ ETKİLER YARATACAK"

İBB İstanbul Planlama Ajansı Genel Sekreteri ve Yüksek Şehir Plancısı Oktay Kargül: Bölgede oluşacak yüksek yoğunluklu yapılaşma baskısının tek mağduru insanlar olmayacak.  Zaman içinde bölgedeki yaşamsal önemdeki ekosistemler de yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalacak. 23 milyon metrekare orman alanının yok olacağı anlaşılıyor. Kesilecek ağaçlar halihazırda 1.2 milyon kişinin 1 yılda soluduğu 69 milyon kg oksijen üretiyor. Ayrıca ormanların özel izinlerle farklı kullanımlara tahsis edilmesi de buna eklenince, bu emlak projesi, kentin geleceği açısından telafisi imkansız olumsuz etkiler yaratacaktır. Ormansızlaşma ve yerleşim baskısı neticesinde oluşacak kentsel ısı adalarının küresel ölçekte iklime olumsuz tesirleri olacağı da gözden kaçırılmamalıdır.

Eylem NAZLIER / Evrensel

 

Kredili büyümenin sonuna gelindi - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

2021’in ilk çeyreğinde Gayrisafi Yurt İçi Hasılanın (GSYH) 2020’nin aynı çeyreğine göre yüzde 7 arttığı açıklandı. Bu hızlı büyüme temposu büyük ölçüde baz etkisi diye nitelendirdiğimiz, pandemi sürecinde özellikle 2020’nin ikinci çeyreğinde sert daralmadan kaynaklanıyor. 2020’nin son çeyreği ile kıyaslanınca ise yüzde 1,7’lik bir büyüme performansı ile karşılaşıyoruz. Yazının devamında bu büyüme performansının yılın kalan aylarında neden devam edemeyeceğini tartışacağız.

YURTTAŞ BÜYÜMENİN NERESİNDE?

Ancak isterseniz önce, “Ekonomi böyle hızlı büyürken niye benim yaşamım iyiye gitmiyor?”, “İşsizlik kol gezerken ekonomi nasıl hızlı büyüyor?” sorularına kısaca cevap vermeye çalışalım. Burada gerçekten sektörler arasında dengesiz bir büyüme söz konusu. Örneğin, imalat sanayi özellikle ihracat ağırlıklı olarak, aşılamalar nedeniyle toparlanmaya başlayan dış talebe yanıt vermek için doludizgin üretim yapıyor. Hatta çoğunlukla işçilerin sağlığını hiçe sayarcasına… Nitekim bu dönemde sanayi büyümesi yüzde 11,7 ile şaha kalkarken, inşaat ise sadece yüzde 2,8 büyüme sağlayabilmiş.

Başkanlık rejiminin salgın döneminde yaptığı nakdi ücret destekleri GSYH’nin sadece yüzde 1,2’si civarında. Aynı oran örneğin ABD’de yüzde 25’e kadar varabiliyor. Dünya Bankası’na göre 2018’de yüzde 8,5 olan yoksulluk oranı 2020’de yüzde 12,2’ye yükselmişti. Yani ekonomik pasta büyüse de bundan pay alamayan yaygın bir kesim var. İşgücü ödemelerinin katma değer içerisindeki payının 2020’nin ilk çeyreğinde bile %39 iken, 2021’in aynı döneminde yüzde 35,5’e düştüğünü görüyoruz. Bu da haliyle emeği ile geçinenlerin satın alma gücünün zayıflaması anlamına geliyor. Buna karşın aynı dönemde karların payı yüzde 41,9’dan, yüzde 45,8’e yükselmiş bulunuyor.

İşsizlik ise kronik hale gelmiş durumda. 2019’da yüzde 13,7 olan işsizlik 2020’de yüzde 13,1 şeklinde gerçekleşti. Büyümenin dönemden döneme değişimi temsil etmesi nedeniyle, milyonlarca yurttaşımızın işsiz veya işgücü piyasası dışında bulunması zaten yapısal bir sorun olduğu için istatistikleri doğrudan etkilemiyor. Kaldı ki kısa çalışma veya ücretsiz izin programından yararlananlar, gelirleri düşmesine karşın, işgücü içerisinde görünüyorlar. Böylelikle emek kesimi yoksullaşırken bu işsizlik verilerine tam yansımıyor.

KREDİ ÇEKİŞLİ BÜYÜME

Harcama yöntemiyle GSYH bileşenlerinin büyüme hızlarına baktığımızda, hanehalkları tüketiminin yüzde 7,4 artması ve gayrisafi sabit sermaye oluşumu yani yatırımların yüzde 11,4’lük ivme kazanması dikkat çekiyor. Hanehalkının kredi kartı harcamaları yılın ilk 3 ayında yüzde 6,6 artmıştı. Yıl sonunda 145,1 milyar lira olan bireysel kredi kartı harcamaları 2 Nisan’da 154,7 milyar liraya yükselmişken, 21 Mayıs itibarıyla 148.4 milyar liraya düşmüş durumda. Diğer bir ifadeyle harcamalar hız kesti. Bu önümüzdeki dönemde talebin zayıflaması sonucunu ortaya çıkaracak.

Özellikle yaz aylarında faizlerin suni bir şekilde düşürülmesi ile büyümeyi tetikleyen kredilerin yılın geri kalanında etkisinin nasıl azalacağını, isterseniz Merkez Bankası’nın 28 Mayıs 20201 tarihli Finansal İstikrar Raporu’ndan aktaralım:

2020 yılı son çeyreğinden itibaren sıkılaştırılan para politikası ve salgına yönelik tedbirler kapsamında gerçekleştirilen kredi kampanyalarının son bulması ile birlikte kredi büyümesi son rapor döneminden itibaren düşüş eğilimine girmiştir. 2020 yılı Eylül ayı ile karşılaştırıldığında 2021 Nisan ayı itibarıyla kur etkisinden arındırılmış (KEA) yıllık toplam kredi büyümesi yüzde 25’ten yüzde 13’e, KEA ticari kredi büyümesi de yüzde 19’dan yüzde 8’e gerilemiştir. Bireysel kredi büyüme oranı ise 2021 yılı Eylül ayında yüzde 50’yi aşmış ve 2021 Nisan ayında yüzde 34 seviyesinde gerçekleşmiştir. Kredi büyümesine ilişkin yakın dönem eğilimler göz önünde bulundurulduğunda, mevcut sıkı parasal duruşun krediler üzerindeki yavaşlatıcı etkisinin önümüzdeki dönemde belirginleşmesi ve yaz aylarında baz etkilerinin de devreye girmesiyle yıllık kredi büyüme oranlarının gerilemeye devam etmesi beklenmektedir.

YATIRIMLARI KUR ETKİSİ HIZLANDIRDI

Yatırımlardaki sıçramanın en önemli nedeninin 2021’in ilk aylarında, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınmasına kadarki süreçte kurların gevşemesi sonucu yatırımların öne çekilmesi eğilimi olduğu tahmin edilebilir. Hatırlayalım Berat Albayrak’ın istifa ettiği 6 Kasım 2020 hafta sonuna girilirken dolar 8,52 liraydı. 2021 başında 4 Ocak’ta 7,43 lira civarında seyreden dolar 21 Mart’ta 7,21 liraya kadar gerilemişti. İşverenlerin de döviz kurlarının bu görece dingin dönemini yatırım için fırsat bildikleri anlaşılıyor.

Özetle, enflasyonun yüzde 17’yi aştığı, geniş tanımlı işsizliğin yüzde 27,8 olarak açıklandığı bir ekonomide sade yurttaş açısından yüzde 7 büyüme istatistiğinin fazla bir anlamı bulunmuyor. Önümüzdeki aylarda da kredi genişlemesinin hız kestiği, doların 8,50’nin üzerinde seyrettiği koşullarda mevcut büyüme temposunun devam etmesi de olanaksız görünüyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

14 mermilik saldırı raftan indi - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 

Sahte kimlikle, “turist” gibi girdiler Kıbrıs’a... 

İki kişiydiler. 

18 Mayıs 2019 akşamıydı. 

Bahis siteleri uzmanı olan Eray Kenanoğlu’nu Girne’de vurdular. 

14 mermiden 8’i vücuduna isabet etti. O hastaneye yetiştirilirken tetikçiler Türkiye’ye kaçıyordu. 

Kenanoğlu mucize bir şekilde ölümün kıyısından döndü. Avukatları savcılıklara, Adalet Bakanlığı’na, Interpol’e başvuru üstüne başvuru yaptı. Tetikçilerin isimlerini, adreslerini ve kimler tarafından korunduklarını açık açık belgeledi. 

Ama tüm çabalara rağmen yaprak kımıldamadı. Saldırıyı gerçekleştirenler yıllardır yakalanmadı. 

Ta ki... 

Sedat Peker videolarına kadar... 

Zira, Eray Kenanoğlu kendisine yapılan silahlı saldırının azmettiricisinin Sedat Peker olduğuna inanıyordu. Daha da ilginci, kendisi Peker’in eski sağ koluydu. Cezaevinde tanışmışlar, sonra da birlikte ortak iş yapmışlardı. Gelin görün ki dostluk zaman içinde düşmanlığa evrilmişti. 

Kenanoğlu, suikast girişiminin perde arkasında Peker olduğu için tetikçilerin dahi aranmadığına inanıyordu. Haksız da sayılmazdı. O kadar başvurusu sonuçsuz kaldı. 

Ama işte çok kısa bir süre önce... 

Öğrendim ki savcılık Kenanoğlu cephesine ulaştı. Kurşunlu saldırıya dair belgelerin hepsini istedi. Belli ki bugüne kadar tozlu raflarda tutulan saldırı dosyasının kapağı açıldı. 

Belki de kasten adam öldürmeye teşebbüsten iddianame yazılacaktı. 

Evet... Soruşturma nereye evrilir, zaman gösterecek. 

Benim asıl takıldığım nokta şu: 

Bir silahlı saldırının soruşturulması için azmettirici olduğu söylenen kişinin tripotun üzerine kamera koymasını beklemenin neresi adalete sığıyor? 


BİR AĞAR MASALI

Bir varmış bir yokmuş... 

Yakın zaman içinde Mehmet Ağar, Bodrum Yalıkavak Marina’nın yönetiminden istifa etmiş. 

Ancak Ağar’ın Bodrum’la ilişkileri marina ile sınırlı değilmiş. 

2015 - 2018 yılları arasında Bodrum Adliyesi’nde görevde bulunan çok önemli bir yargı mensubu varmış. İkisi o kadar yakın olmuş ki adliyede Mehmet Ağar dönemi başlamış. Masal bu ya, Ağar parayı ilgilendiren davalarda o yargı mensubu sayesinde istediği kararı çıkarabiliyormuş. Dedikodular almış başını yürümüş. 

Gün gelmiş, Bodrum’daki bu “baba-oğul” ilişkisi Ankara’nın kulağına kadar gitmiş. Bunun üzerine ne olsa beğenirsiniz, yargı mensubu kritik koltuğunu kaybetmiş. İzmir’de daha pasif bir göreve getirilmiş. 

Günler, haftalar, aylar geçmiş... 

O yargı mensubu az gitmiş uz gitmiş. Bir de bakmış ki İzmir’de yine önemli bir koltuğa oturtulmuş. Gelgelelim, “orada evim var” diyerek Ağar ile hafta sonları Bodrum’da görüşmeye devam ediyormuş. 

Ah işte, yargı mensubu “sosyal demokrat biri” olarak biliniyormuş, akçeli işlere bulaşmaz sanılıyormuş. Belki doğruymuş ama bu ilişki de çok garipmiş. 

Acaba Ebru Gündeş’in vakti zamanında eşi Rıza Sarraf’a boşanma davasını Bodrum’da açmasını kim akıl vermiş? 

Elazığ milletvekili Tolga Ağar’ın AKP Ege Bölgesi Koordinatörü olmasında ve nisan sonunda bu görevden alınmasında, gökten düşen hangi elmaların payı varmış? 

Masalın yalanı mı olurmuş? 


MECLİS BAŞKANI ŞENTOP NEDEN SUSKUN?

Sedat Peker iddia ediyor: 

- Bir AKP milletvekili istedi, Hürriyet gazetesini bastırdım. 

- Bir AKP milletvekili istedi, eski AKP milletvekilinin kemiklerini kırdırdım. 

- Sivil şehit yasasını ben icat ettim. 

Neredeyse herkes konuştu bu politik iklimde... 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da MHP lideri Bahçeli de tavrını açıkladı. İçişleri Bakanı Soylu iki kez canlı yayına çıktı. 

Ancak bir kişi sessizliğini koruyor. Halbuki, milletvekillerinin adının karıştığı böylesi vahim iddialar karşısında ne diyeceği merak ediliyor. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Şentop’tan bahsediyorum. Kılıçdaroğlu ve 134 CHP milletvekili dahi Başkan Şentop’a başvurdu. Sedat Peker’den 10 bin dolar alan siyasetçinin kim olduğunun açıklanmasını istedi. 

Peki, TBMM Başkanı Mustafa Şentop ne düşünüyor? Türkiye’nin en değerli koltuklarından birinde oturan ve kendisi de hukukçu olan Şentop’un ağzından çıkacak her harf önemliydi. 

Elbette gazeteci olarak kendisine sordum. Ancak yine sessiz kalmayı tercih etti, yanıt vermedi. 

Oysa, Meclis’in saygınlığını korumak için söylemesi gereken çok şey vardı.

Barış Pehlivan / CUMHURİYET  


Kirli Üçgen: Siyaset - Mafya - Ticaret(VIII-IX)-Miyase İlknur/Zehra Özdilek/Tuğba Özer-CUMHURİYET

(VIII)- "Susurluk’a giden yolu Çiller açıyor"

 'Kirli Üçgen' yazı dizinin sekizinci sayısında, 'Susurluk' öncesi devlet eliyle organize edilen yasa dışı yapılanmalar ele alındı.

Emniyet Genel Müdürü Ağar’ın başbakana sunduğu terörle mücadelede polisin etkin olarak kullanılması önerisi kabul gördü. Ağar, polisin terörle mücadelede daha etkili olabilmesi için özel harekât timlerinin kurulması konusunda Çiller’i ikna etti. 

Ankara’da kurulan bu özel suç örgütüyle bağlantılı bir örgüt daha vardı. Devlet tarafından varlığı her dönemde inkâr edilen ama Albay Arif Doğan’ın “Ben kurdum” dediği Jitem de Güneydoğu’da hukuksuz işlere imza atıyordu.

PKK ile mücadele 80’li yıllar boyunca TSK eliyle yürütülmüştü. Ancak 1992 Nevruz olayları devletin terörle mücadele anlayışında bir kırılma yarattı. PKK özellikle Cizre’de milis örgütlerinin de katılımıyla alan hâkimiyetini ilan ederek bugün Suriye’deki özel kantonlukların ilk denemesini yaptı. 1993 Haziranı’nda Süleyman Demirel’in köşke çıkması, Tansu Çiller’in de Başbakanlık koltuğuna oturmasıyla terörle mücadelede şahinler devri başladı.

Her dönemin “makbul adamı” Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürlüğü’ne getirilirken, Ağar’ın Başbakan’a sunduğu terörle mücadelede polisin etkin olarak kullanılması önerisi kabul gördü. Ağar özel harekât timlerinin kurulması için Çiller’i ikna etti. Resmi Gazete’de yayımlanmayan bakanlar kurulu kararı ile Özel Harekât Daire Başkanlığı kuruldu. Dairenin çalışmalarını düzenleyen yönetmelik “Çok Gizli” işaretini taşımaktadır. Bu yönetmeliğe göre daire doğrudan genel müdüre bağlanmıştır. 

MAKBUL İSTİHBARATÇI

Çiller ile eşi Özer Çiller bu dönemde MİT ve Emniyet içinde kendilerine bağlı çok özel birimler oluşturdu. Bu özel birimin Emniyet ayağını Genel Müdür Mehmet Ağar, MİT ayağını ise Ağar gibi her iktidarın “Makbul istihbaratçısı” Mehmet Eymür temsil ediyordu. Geçmişten gelen kavgalarına rağmen hem Eymür hem de Ağar, Çiller’in özel ekibinde yer alabilmişti. Sadece o kadar olsa iyi, bir de yine Eymür ve Hiram Abas ikilisinin MİT içindeki en büyük hasımları eski MİT başkanlarından Nuri Gündeş, Başbakan İstihbarat Başmüşavirliği’ne getirilmişti. Daha önce Eymür’e yakın olan Korkut Eken ise artık Ağar’ın özel örgütüne girmişti. Ağar, Özel Harekât Timlerinin eğitmesi için Eken’i görevlendirmişti. Özel Harekât Başkanlığı’na da İbrahim Şahin’i getirildi. Şahin’le Eken birbirine oldukça yakındı. Şahin’in bölümüne verdiği talimat, “Korkut Eken’in isteklerinin kendi talimatı olarak uygulanması” tarzındadır. Daha da önemlisi Eken’in genel müdür müşaviri olarak çalışacağı tüm teşkilâta duyurulmuştur. Böylece Çiller’in özel örgütü tamamlandı. Belki de özel suç örgütü demek daha doğru olur.

JİTEM AYAĞI

Ankara’da kurulan bu özel suç örgütüyle bağlantılı bir örgüt daha vardır. Devlet tarafından varlığı her dönemde inkâr edilen ama Albay Arif Doğan’ın Ergenekon duruşmasında “Ben kurdum” dediği JİTEM de Güneydoğu’da bir hukuk devletinde yeri olmayan işlere imza atıyordu. Özel Harekât Timleri, büyükşehirlerde infaz yaparken içinde itirafçılar, korucubaşları, “Yeşil” koduyla tanınan Mahmut Yıldırım ve çevresine topladığı eski teröristler, bölgede terminatör gibi davranarak faili meçhuller yaratıyordu. Çiller’in emriyle “örtülü ödenek”ten fon da ayrılmıştı. MİT kendi kaynaklarından 12.5 milyon doları belli aralıklarla Emniyet Genel Müdürlüğü’ne nakit olarak ödemiştir. Bu miktar daha sonra ve yine örtülü ödenek imkânlarıyla artırılmıştır. Susurluk Raporu’nda yer alan bilgiye göre devletin Özel Harekât Dairesi için ayırdığı ödenek 40 - 50 milyon dolardır. 

TABELA ŞİRKET

Bu örgütlerin kullanacağı silahlar için Hospro şirketiyle davet usulü anlaşma yapılmıştır. Hospro 100 Pound’luk sermayeye sahip bir tabela şirketidir. Kurulmuş bir tabela örgütüdür. Hospro şirketinin sahibi Ertaç Tinar aslında medikal cihazlar pazarlaması yapan Kıbrıs uyruklu bir işadamıdır. Tinar’ı bulan kişi Ağar’dır. Zira Kıbrıs’ın Cenevre Fahri Başkonsolosu olan Tinar, referans olarak Ağar’ı göstermiştir. Bu Kıbrıs bağlantıları ilginç. Çünkü daha sonra bu çetenin Kıbrıs bağlantıları çıkacaktır. 

Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre Hospro, 82 milyar liralık 154 kalem malzemeyi hibe etmiş, sadece 10 Beretta ve susturucusu kaybolmuştur. Tinar’ın iş arkadaşı Max Bretscher, Tinar için “Bir yıl içinde Divonne’daki evini ödedi. Versoix’deki apartmanını aldı. Silah ihalesini aldıktan sonra 1.7 milyona yeni bir ev, bir 600 Mercedes, bir Crysler Voyager ve karısına bir Mercedes 320 satın almıştı. Hepsini bir yıl içinde ve bu 70 milyon dolardan aldı” bilgisini verecekti.

Tinar’ın İsviçre’de mukim Genel Müdürü Max Bretscher’in anlatımıyla “Ertaç Tinar 70 milyon dolar civarında bir fondan bahsediyor ve bununla Türk hükümetinin temin edemediği silah ve araçların satın alınacağını anlatıyor” olsa dahi 70 milyon doların tamamının yurtdışına çıkmadığı kesin gibidir.

HARACA BAĞLADILAR

Adı yok ama kendileri var olan bu örgütlere oluk oluk para akarken her iki örgütün tepe noktasındakiler bu parayı yeterli görmemiş olacak ki uyuşturucu ve silah kaçakçılarını, Kürt işadamlarını, kumarhane sahiplerini, hatta Kürt sanatçılarını haraca bağlamıştı. Doğu’daki korucu ve itirafçı grupları gelecekleri belirsiz olduğu için yaygın bir çeteleşme sürecindedirler. Yeşil’in “Akıllı olun. Yalnız başınıza yemeyin. Aksi halde size bu kazancı yedirmezler. Kustururlar” sözüne uyup, kopardıkları parayı tepedekilerle paylaşıyorlardı.

Çiller’in 4 Kasım 1993’te İstanbul Holliday Inn Oteli’nde yaptığı “PKK’ye yardım eden işadamlarının ve sanatçıların listeleri elimizde...” açıklamasının ardından infazlar başladı. JİTEM ve Özel Harekât Dairesi, çek-senet tahsilatı, kumarhanecileri koruma, Kürt işadamlarını adını “PKK’ye yardım yapanlar” listesinden silme, kaçakçılarına göz yumulması karşısında pay alma gibi işler yapıyordu. Ülkeye gelen silah ve malzeme miktarı belli değildir. Özel Harekât Dairesi, naklettiği silahların kaydını tutmadığı gibi, Bakım-İkmal Dairesi’nden kolilerin “orijinal ambalajları açılmadan” kendilerine teslim edilmesini istemiş, aradan aylar geçtikten sonra sayım yapılmış ve kayıtlarla oynanmıştır. Yapılan soruşturmalarda ise konu; Susurluk kazasında ortaya çıkan susturuculu Beretta’ya ilişkin kamuoyu baskısı sebebiyle, 10 adet kayıp Beretta ile sınırlı tutulmuştur. Hangi silahların ve malzemenin geldiği de bugüne kadar aydınlatılamamıştır.

TERMİNATÖRLER İŞBAŞINDA

Bölgede devletin adını kullanan bu çeteye haraç vermeyen ya da vermekte cimri davranan uyuşturucu kaçakçıları ve PKK’ye yardım yapan işadamları kaçırılıyor, korucubaşı ve milletvekili Sedat Bucak’ın evinde rehin tutuluyor, itirafçılar ve Yeşil PKK’ye yakın olanları ortadan kaldırıyordu.

İstanbul’da ise Özel Harekât Timleri, önce adlarını listeden sildirme vaadiyle milyon dolar aldıkları uyuşturucu kaçakçılarını sonradan kaçırıp Kocaeli-Sakarya- Sapanca üçgeninde infaz ediyor, öldürülenlerin üzerinden çıkan para, takı ve silahları da ganimet olarak aralarında paylaşıyordu. 

Çiller’in açıklamasından 2 ay sonra, 14 Ocak 1994’te bir dönem uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlanan Kürt iş insanı Behçet Cantürk ve şoförü Recep Kuzucu kaçırıldı. Cesetleri Sapanca’da bulundu. Ardından Cantürk’ün avukatlığını yaptığı belirtilen ve kendisini “Kürt milliyetçisi” olarak tanımlayan Yusuf Ziya Ekinci, 24 Şubat 1994’te Ankara’da ölü bulundu.

Diyarbakırlı oto galerisi sahibi Fevzi Aslan ve yeğeni Salih Aslan, Mart 1994’te İstanbul’da polis olduğunu söyleyen silahlı kişilerce bulundukları yerden götürüldü. 28 Mart’ta aileleri aranarak Hendek-Sakarya otoyolu kenarında iki ceset bulunduğu söylendi. Aileler cesetleri teşhis etti.

Oyuncu ve yönetmen Yılmaz Erdoğan’ın amcası olan Namık Erdoğan, Mayıs 1994’te Ankara’da kaçırıldı. Cesedi birkaç gün sonra Kırıkkale yakınlarında bulundu.

HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan, Hakkârili Hacı Karay ve Diyarbakırlı iş insanı Adnan Yıldırım’la birlikte 2 Haziran 1994’te İstanbul’da kaçırıldı. Cesetleri iki gün sonra Bolu’da bulundu. Üçüne de işkence yapılmıştı.

Bazı PKK davalarında da avukatlık yapan Medet Serhat ve şoförü İsmail Karaalioğlu, 12 Kasım 1994’te İstanbul’da silahlı saldırıda öldürüldü.  

Halkın Emek Partisi’nin bir dönem Ankara İl Başkanlığı’nı yapan ve sonrasında avukatlığını da üstlenen Kürt avukat Faik Candan, 14 Aralık 1994’te çobanlar tarafından ölü bulundu.

Eski ANAP Keskin İlçe Başkanı Metin Vural’ın cesedi, kendisini polis olarak tanıtan kişiler tarafından götürüldükten bir gün sonra, 9 Ocak 1995’te, Kırıkkale’de bulundu.

İranlı Asgar Smitko ve Lazım Esmaelli, 15 Ocak 1995’te Yeşilköy’de kaçırıldı. 28 Ocak’ta cesetleri işkence görmüş halde Silivri’de bulundu.

Daha sonra MİT ajanı olduğu açıklanan ve organize suç örgütü liderlerinden, Alaattin Çakıcı’nın öldürülen eşinin babası Dündar Kılıç’la yakın ilişki içindeki Tarık Ümit de Mart 1995’te Özel Harekât polisleri olduğunu söyleyen iki kişi tarafından İstanbul Erenköy’de kaçırıldı. Bir daha kendisinden haber alınamadı.

Regal Otel’in sahibi Hikmet Babataş, 28 Nisan 1996’da yanına “bayramlaşmak için” geldiklerini söyleyen iki kişi tarafından Bodrum’da öldürüldü.

28 Temmuz 1996’da Babataş’ın ortaklarından, “kumarhaneler kralı” olarak bilinen ve daha önce ABD ve Belçika’da uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından cezaevinde yatmış olan Ömer Lütfü Topal vurularak öldürüldü.

Yıllar sonra bu 18 kişiyle ilgili soruşturma dosyasına, 30 Eylül 1993’te kaçırılan ve günler sonra cesedi bulunan Yüksekovalı Ankara-Altındağ Nüfus Müdürü Mecit Baskın’ın öldürülmesi de eklendi. 

                                                            ***

(IX)- "Türkiye karanlıktan aydınlığa çıkamadı"

'Kirli Üçgen' yazı dizinin dokuzuncu sayısında, Türkiye gündemine bomba gibi düşen Susurluk Kazası'nda gün yüzüne çıkan kirli ilişkiler ele alındı.

Türkiye gündemine 3 Kasım 1996 tarihinde bir kaza haberi bomba gibi düştü. Susurluk’ta bir Mercedes, benzin istasyonundan aniden çıkan bir kamyona arkadan çarpmıştı. Haberlerde ilk önce araçta bulunanlardan eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve DYP Urfa Milletvekili Sedat Bucak’ın adları geçti. Ardından Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us’la birlikte Mehmet Özbay adlı kişinin öldüğü açıklandı. Mehmet Özbay’ın gerçek kimliğini öğrenmek için çok beklemek gerekmedi. MİT Kontr-Terör Başkanı Mehmet Eymür’ün basına fısıldaması sonucu Mehmet Özbay’ın Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan Bahçelievler Katliamı, Prof. Dr. Bedrettin Cömert’in öldürülmesi olayının sanığı Abdullah Çatlı olduğu ortaya çıktı.

Susurluk’taki olayın kaza mı yoksa kaza süsü verilmiş suikast mı olduğu da tartışmalı. Zira Balıkesir-Susurluk karayolu, havalimanı pisti olarak yapılmış, dört şeritli yolda böyle bir kazanın olması akıllarda soru işareti bırakıyordu. Akla yatkın gelmeyen bir başka unsur da direksiyonda pilot brövesi olan, helikopter, gemi, motosiklet kullanan ve ralli şoförü olacak kadar direksiyona hâkim Hüseyin Kocadağ’ın olması. Nitekim Susurluk Çetesi’nin üç numaralı esas oğlanı İbrahim Şahin ile tetikçi olarak kullanılan özel harekâtçı polis Ayhan Çarkın, olayın kaza değil suikast olduğunu mahkemede iddia etmişlerdi.

ÜÇ FARKLI KURUM ÜÇ FARKLI RAPOR

Kısa aralıklarla kamuoyuna açıklanan üç ayrı Susurluk raporu karşılaştırıldığında olaylara ve ilişkilere üç kurumun da farklı yaklaştığı ortaya çıkıyor. Birbiriyle bağlantılı olaylardan bazılarının bir raporda detaylı bir şekilde yer alırken diğer raporda hiç ele alınmadığı görülüyor. Bu konuda en kapsamlı, en yansız raporu TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı görülüyor. 

Komisyonda görev alan 9 milletvekilinden 6’sının muhalefet şerhi koyduğu rapor, MİT ve Kutlu Savaş’ın raporuna oranla daha fazla olaylara ve bu olaylarla bağlantılı kişilere yer vermiş. 

Komisyonun Raporu: Meclis’te grubu bulunan partilere mensup 9 milletvekilinden oluşan Susurluk Araştırma Komisyonu’nun raporunda, Abdullah Çatlı’nın yurtiçindeki ve dışındaki faaliyetleri, Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılması ve Tarık Ümit’in öldürülmesi olayı diğer iki rapora oranla çok geniş ele alınmış. Diğer iki raporda yer verilmeyen Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Alpaslan Pehlivanlı, Bahtiyar Aydın, Hulusi Sayın ve İsmail Selen’in öldürülmeleri, Mesut Yılmaz’a yapılan saldırı, Hurşit Han ve Kartal Demirağ olayı ile ilgili araştırmalar da bulunuyor. 

Sapanca’da meydana gelen faili meçhul olay da raporda yer almazken diğer iki raporda bilinçli bir şekilde pas geçilen Tuğgeneral Veli Küçük’ün ismi komisyon raporunda sıkça geçiyor ve Yeşil’le bağlantısına vurgu yapılıyor. Ancak tüm girişimlerine rağmen komisyon Küçük’ün ifadesine başvurmak konusunda Genelkurmay’dan gerekli izni almadığı için sadece Küçük’le ilgili iddialara raporda yer veriliyor.

SUSURLUK’UN ÇETE ALBÜMÜ

ABDULLAH ÇATLI

Asala’ya karşı mücadelede görev alması için Çatlı ile 22 Ekim 1983’te Paris’te temasa geçilir. MİT, ilk görüşmede görevi karşılıksız olarak kabul etme teklifine karşılık Çatlı da o dönemde hapiste bulunan Alparslan Türkeş ve Haluk Kırcı’nın da aralarında bulunduğu 12 MHP’linin salıverilmesi koşulunu öne sürer. ASALA’ya karşı bazı başarısız bombalama eylemlerini gerçekleştiren Çatlı, 24 Ekim 1984’te Paris’te uyuşturucu ticareti nedeni ile yakalanınca MİT’le irtibatı kesilir. Uyuşturucudan tutuklanan ve 1984 -1990 yılları arasında Fransa-İsviçre hapishanelerinde yatan Çatlı, İsviçre’nin Zug Cezaevi’nden kuşkulu bir şekilde kaçar. 

MİT’le ilişkisi kesilen ve 1990 yılında Türkiye’ye dönen Çatlı’yı bu kez de Mehmet Ağar’ın başında bulunduğu Emniyet Genel Müdürlüğü kullanmaya başlar. Kendisine sahte kimlik pasaport ve silah ruhsatı verilir. Tabii Ağar’ın imzasıyla. Ağar’ın ekibine girince Korkut Eken ve İbrahim Şahin’le birlikte çalışır. 

Çatlı’nın adı Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırılması, Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesi, Tarık Ümit’in kaçırılıp sorgulanması ve Kürt iş insanlarının öldürülmesi olayına karıştı. Mehmet Ali Yaprak’ın genel seçimler öncesinde Ağar’a seçim harcamaları için 500 milyar lira verdiğini öğrenen Çatlı’nın ortağı Turgay Maraşlı, özel timci Ercan Ersoy ve Ayhan isimli polis memuruna Yaprak’ı kaçırttığı 3 milyon mark karşılığında bıraktığı, ayrıca Yaprak’ın sahibi bulunduğu Hidayet Turizm’den de 10 bin mark aldığı ancak bu paradan arkadaşlarının haberdar olmadığı, Kutlu Savaş’ın raporunda ayrıntılı yer alıyor. Ömer Lütfü Topal’ı öldüren Kalaşnikof’un koli bandına sarılı şarjörü üzerinde Çatlı’nın parmak izine rastlandı. Savaş’ın raporunda yer verilen bir iddiaya göre Topal’ın oğlu Murat Topal, Çatlı’ya 535 bin dolar öder. Tarık Ümit’in Çatlı ve özel harekâtçılar tarafından kaçırılarak sorgulandığı, ardından da öldürüldüğü de raporda var.

Abdullah Çatlı, bağlantılarını kullanarak Kocaeli mafyasından Hadi Özcan’la kaçak mazot işine de giriyor. 

SEDAT BUCAK

DYP Şanlıurfa Milletvekili. Susurluk’taki kazada otomobilden sağ çıkan tek isim. Siverek’te Bucak aşiretinin reisi olan Bucak’ın korucular adına örtülü ödenekten yüklü para kullandığı, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptığı yolunda iddialar var. Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesine adı karışan ve İstanbul polisi tarafından gözaltına alınan özel time mensup polisleri, koruma olarak yanına aldı. Abdullah Çatlı’yı gerçek kimliği ile bildiğini ve Siverek’te misafir ettiğini açıkladı. Gaziantepli iş insanı Mehmet Ali Yaprak’ın kaçırıldıktan sonra Siverek’te Bucak evinde tutulduğu öne sürülüyor. Evinde ayrıca Sami Hoştan ve Haluk Kırcı’yı sakladığı TBMM ve Savaş’ın raporunda açıklanıyor.

MEHMET AĞAR

Çatlı’nın üzerinde çıkan yeşil pasaport ve silah ruhsatının Ağar’ın imzasıyla verildiği belirlendi. Topal öldürmekle suçlanan özel tim mensuplarını İstanbul polisinden isteyerek Ankara’ya getirtti ve Bucak’a koruma olarak verdi. Çatlı gibi yeşil pasaport verdiği uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz’ü operasyon sonucu ele geçiren İstanbul Emniyeti’ni arayarak serbest bırakılmasını sağladı. Mehmet Ali Yaprak ile Tarık Ümit’in kaçırılmasına adı karıştı. Kutlu Savaş’ın hazırladığı raporda Gaziantep’te uyuşturucu kaçakçısı Mehmet Ali Yaprak’tan seçim harcamaları için 500 milyar lira aldığı yazıldı. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş’ın raporunda örtülü ödenekten alınan parayla kayıp silahların Ertaç Tinar’dan alınması konusunda Ağar’ın onay verdiği ve Adalet Bakanı olduğu dönemde Ömer Lütfi Topal hakkında Kürtçülük dosyası açtırdığı açıklanıyor. Kürtçülük davasından sonra Ömer Lütfü Topal’ın hakkındaki soruşturmadan kurtulması için milyonlarca dolar haraç alındığı, akabinde de öldürüldüğü biliniyor.

Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Korkut Eken Azerbaycan’da darbe yapmaya bile yeltendiler. Bu işle de Abdullah Çatlı’yı görevlendirdiler. Ancak Cumhurbaşkanı Demirel durumdan haberdar olup Aliyev’i uyarınca çetenin darbe planı suya düşüyor.

İstabul’un rant paylaşımı için özel harekât polisleri ile Abdullah Çatlı ve Tarık Ümit’i kullanan Ağar, Güneydoğu’da da aynı işi Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’a yaptırıyordu.

KORKUT EKEN

Korkut Eken, 1986 yılında Ankara, Gölbaşı’nda silah denemesi sırasında dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas ve MİT görevlisi Mehmet Eymür ile tanıştı. Hiram Abas, MİT’in, tıpkı CIA ve Mossad gibi operasyonel faaliyetler yapmasını istiyordu. Bu sebeple “özel elemanları” yetiştirmek için Korkut Eken’e teklif götürdü. Abas’ın isteği üzerine askeriyeden emekliliğini isteyen Eken, 1987’de MİT’te, daha sonra Kontrterör adını alacak, Güvenlik Dairesi Başkan Yardımcılığı’na getirildi. MİT’in o dönem “özel adamı” olan Korkut Eken, yeraltı dünyasının birçok ismi ile bu görevde tanıştı. 

1988’deki MİT raporu nedeniyle Eymür, Hiram Abbas, MİT’ten ayrılınca Korkut Eken de MİT’den atıldı. İşsiz kalan Eymür’le birlikte Antalya’da ortak buz fabrikası açtı. Ancak ortaklık nedeniyle arası bozuldu ve kötü bir şekilde ortaklıktan ayrıldı.

Çiller başbakan olduktan sonra Emniyet Müdürü yaptığı Mehmet Ağar’ın çağrısıyla Özel Harekât Dairesi’ne eğitmen olarak girdi. Eğitim verdiği polisler dışında Korkut Eken’in eğittiği özel ekipteki isimler şöyle: Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Alaattin Çakıcı, Sami Hoştan, Sedat Peker ve Mehmet Gözen. 

Susurluk çetesi sanıklarıyla birlikte, cürüm işlemek üzere silahlı çete oluşturduğu, aranan sanığı yetkili makamlara bildirmediği, Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan 20 kayıp UZİ ve 10 Beretta tabanca ve roketatarın İbrahim Şahin ile birlikte üzerine kayıtlı olduğu ve MİT’çi Tarık Ümit’in kaçırılarak öldürülmesi” suçlarından yargılandı. Son olarak Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın katlinden sorumlu tutuluyor.

TARIK ÜMİT

Dündar Kılıç’ın eski ortağı olan ve 80’li yıllarda Mehmet Eymür kanalıyla MİT’e istihbarat sağlayan Tarık Ümit, o yıllarda hem Eymür hem de Eymür’ün ekibinde olan Korkut Eken’le ilişki içindeydi. Ünlü MİT raporu krizinden sonra Eymür ve Eken’in teşkilattan ayrılıp Antalya’da ortak buz fabrikası kurması, ardından bozuşması üzerine Tarık Ümit’in MİT’le irtibatı kalmadı. Ancak 90’lı yılların başında  Mehmet Eymür’le ortakllığı sona eren ve Ağar’la çalışmaya başlayan Korkut Eken, ekibe Tarık Ümit’i de dahil etmişti. Tarık Ümit artık Mehmet Ağar ve ekibi için çalışıyordu. 

Ümit’in çete içindeki görevi sadece istihbarat sağlamakla sınırlı değildi. İnfazlara da katılmıştı. Ağar ekibine girdikten bir süre sonra ekip içinde Korkut Eken’le para paylaşımı konusunda sıkıntı yaşayınca Mehmet Eymür’le yeniden ilişkiye geçen ve Eymür’e çetenin yaptıkları konusunda bilgi aktaran Tarık Ümit, Savaş Buldan ve Fevzi Aslan’ın ödürülmelerinde kendisinin de bulunduğunu ifşa eden telefon kayıtları yayımlanmıştı. Ümit’in çift taraflı oynaması ve çete hakkında Eymür’e bilgi sızdırması sonunu da hazırladı. Bunu öğrenen Çatlı ve Eken, Ümit’i gözden çıkardı. Tarık Ümit’in ofisini arayan Korkut Eken, sekreterine “Tarık’a söyle bizi sattı, hesabını soracağız” dedi. Ümit’in bizzat Çatlı ve Haluk Kırcı tarafından sorgulanıp öldürüldüğü iddia edildi.

SAMİ HOŞTAN (ARNAVUT SAMİ): 

Çatlı’nın yakın dostu ve kumarhaneler kralı Ömer Lütfi Topal’ın uyuşturucu kaçakçısı ortağı. Susurluk ekibinin finansörü. Tarık Ümit’in kaçırıldıktan sonra Hoştan’ın çiftliğinde sorgulandığı söyleniyor.

ÖZEL HAREKÂTÇI POLİSLER 

‘ŞAHİN İSİM VE ADRES VERİYORDU, BİZ DE GİDİP ÖLDÜRÜYORDUK...’ 

Oğuz Yorulmaz, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu. 

- Ziya Bandırmalıoğlu Bursa’da öldürüldü. 

- Ayhan Çarkın, sonradan bazıları çelişkili de olsa Susurluk Çetesi hakkında önemli ifşaalarda bulundu. Yaptıkları katliamlara ilişkin şunları söyledi: “Bu işin asıl sorumluları İbrahim Şahin ve Mehmet Ağar’dır. Şahin bize isim ve adres veriyordu, biz de gidip öldürüyorduk. Kaç tane cinayet işlediğimi hatırlamıyorum bile. Bin kişiyi öldürmüşümdür. Bazen arkadaşlarım sıkıyordu bazen ben. Ama ibrahim Şahin bize vatan görevi diyordu, yapıyorduk.”

Miyase İlknur/Zehra Özdilek/Tuğba Özer-CUMHURİYET



31 Mayıs 2021 Pazartesi

Peker’in açmadığı Süleyman Soylu dosyası - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

İsa, ‘Bana ihanet edecek olan’ dedi, ‘elindeki ekmeği benimle birlikte sahana batırandır.” Aklımızda Da Vinci’nin resmiyle yer eden son akşam yemeğini, İncil böyle anlatıyor. Güvensizlik ne garip şey… Bir dostluğa, topluluğa, devlete girdi mi, koca bir dağ oluyor.

Gazeteci Hakan Erol, Turnike kitabında anlattı. 11 Temmuz 2018 günü, İstanbul Emniyeti, Adnan Oktar’ın villasına baskın yaptığında, Oktarcıların yardım istediği Bakan Süleyman Soylu’ydu. Saat 06.19’da, Oktarcıların önde gelen isimlerinden Hüma Babuna, ona şu mesajı atıyordu: “Süleyman Bey, bütün evlerimizde polis baskını var şu anda. Adnan Bey dahil”. Mesajlar, sonrasında da devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki Soylu da kendi polisinin operasyonunu Oktarcılardan öğrenmişti. O dönem sorunlu olduğu İstanbul Emniyeti, belli ki Bakan’ı durumdan haberdar etmemişti.

Okuduğunuza ek bir bilgi daha…

1 Nisan günü Barış Pehlivan, Cumhuriyet’teki köşesinde bahsetti. Hapisteki Adnan Oktar, Süleyman Soylu’ya bir mektup yazmıştı.

O mektubu açıp okuduğumda şu ifadeler dikkatimi çekti: “Ben sizi hep övdüm, hep korudum, hakkınızdaki dedikodulara anında cevap verdim.”

Oktar haksız mı? Gerçekten A9 TV arşivine baktığınızda, verdiği destek açıkça görülüyor.

OKTARCILAR SOYLU’YU ANLATIYOR

Sadece bu kadar mı?

Ne mutlu ki söz uçuyor, yazı kalıyor. Oktar Davası duruşma tutanakları ortadan kaldırılamıyor.

Aktaralım…

Sanık Altuğ Müştak Berker: (…) Biz efendim, Hükümetimizin bize verdiği bir görevle biz Ankara’da büyükelçiler ile görüştük. Yani ismi zikretmek zorundayım. Sayın Başkanım, mecburum çünkü Sayın Süleyman Soylu’nun özellikle bizden bir ricası vardı.

***

Sanık Bora Yıldız: Sayın Süleyman Soylu İçişleri Bakanı, kendisi o zaman başbakan yardımcısıydı ve Sayın Yalçın Akdoğan, onların bilgileri ve ricalarıyla yapıldı. Onların bilgileri ve ricalarıyla yapıldı. Orada çok güzel bir hizmet verildi. 70 tane büyükelçilik tek tek ziyaret edilip bunların (FETÖ) yaptığı kahpelikler (anlatıldı).

***

Sanık Kartal İş: Sayın Bakanımız Süleyman Soylu, Sayın Bakanımız Yalçın Akdoğan’ın ricaları üzerine Ankara’da Büyükelçilikleri dolaştık. (…) Bize Devletimiz bir şey söylerse biz onu yaparız.

Mahkeme Başkanı: Size mi söylediler?

Sanık Kartal İş: Yok, Eda Hanım’la, Hüma Hanım’a.

***

Mahkeme Başkanı: Peki, bir kayıt almadınız mı?

Sanık Altuğ Müştak Berker: Hayır sözlü bu.

Mahkeme Başkanı: Kim söyledi?

Sanık Berker: Sayın Süleyman Soylu. Ben onu eskiden de tanırım yani Demokrat Parti zamanından da tanırım. 2014’ün MÜSİAD toplantısında Sayın Başbakanımız ile karşılaştım. El sıkıştık, hal hatır sorduk. Sayın Süleyman Soylu onu uğurladı, arabasının kapısını kapattı. Yanıma geldi. “Bu elçilik görüşmelerini ilettim Tayyip Bey’e” dedi.

SOYLU İLE FAALİYET YAPTIK

Sanık İbrahim Tuncer: Sayın Süleyman Soylu ve Sayın Yalçın Akdoğan o dönemde AK Parti Genel Merkezi’nde görevlilerdi. Bizim arkadaşlarımızdan Eda Babuna ve Hüma Babuna ile de çok sıkı teşriki mesaileri vardı.

***

Sanık Tarkan Yavaş: İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu ile Sayın Yalçın Akdoğan’ın talebi, bilgisi ve rızası ile bazı arkadaşlarımızın 70 adet büyükelçiliği ve konsolosluğu ziyaret ederek. FETÖ silahlı terör örgütünün ülkemiz aleyhinde propagandalarına karşı (…)

***

Sanık Sinem Hacer Tezyapar: Sayın Süleyman Soylu, dönemin Genel Başkan Yardımcısı, Sayın Yalçın Akdoğan, dönemin Başbakan danışmanı, kendilerine de sorabilirsiniz. Kendilerinin bizden faaliyetlerin, yani Türkiye’nin politikalarının anlatılması konusunda talepleri olmuştu.

***

Sanık Ferhunde Eda Babuna: 70 kadar Büyükelçiliği dolaştık. Sayın Yalçın Akdoğan’ı ve Süleyman Soylu’yu adım adım bilgilendirdik. Sonrasında Tayyip Bey’den teşekkür mesajı geldi bize.

***

Sanık Ayşegül Hüma Babuna: Süleyman Soylu Beyefendi’yle aylarca faaliyet yaptık.

***

‘YILLARDIR TANIRIZ SOYLU’YU’

Sanık Fatma Ceyda Ertüzün: Ben gözaltına alındığım gün, Ankara’da gözaltına alındım. (…) Kaçmıyorduk, arabada oturuyorduk. Hatta Hüma Kardeşim, Süleyman Soylu Bey’i aradı. (…) Zaten bu gözaltına alınmadan bir gün önce de biz Süleyman Soylu Bey’le Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin karşısında bir sosyal mekânda karşılaştık. Sohbet etti, elimizi sıktı, güler yüzle. Hatta iki defa döndü, bir daha elimizi sıktı. Biz yıllardır tanırız Süleyman Soylu’yu.

Daha çok ifade var…

Anlattıklarına göre; Cemaat, Süleyman Soylu ile yakın ilişkide. Öyle ki büyükelçilikleri Soylu’nun bilgisi dahilinde dolaşıyorlar. Zaman zaman onunla görüşüyorlar. İstanbul Emniyeti’nin yaptığı operasyondan bir gün önce bile temas yaşanıyor. Operasyon sabahı da ilk onu arıyorlar.

Mahkeme dosyasında onlarca büyükelçilik görüşmesinin notları var. İngiliz Büyükelçiliği’nde anlatılanlar şöyle not alınmış:

“Gülen Cemaati ve Hükümet arasındaki gerginliğin Türkiye’nin istikrarını bozduğu, istikrarı bozulmuş, iç meseleleri ile uğraşan Türkiye’nin, dünyanın Avrupa ve İngiltere’nin aleyhine olacağı, yukarıda bahsedilen delillerle anlatıldı.”

Devletin Dışişleri Bakanlığı varken neden bir cemaat bu işle görevlendirilir? Barışmak için olabilir mi? Yanıtını bilmiyorum ama Oktarcıların Gülen’e yönelik eleştirileri varsa, pek de notlara yansımamış.

ANKARA’YA DUYULAN GÜVENSİZLİK GELELİM ASIL MESELEYE…

Operasyonun ardından, Adnan Oktar yaptığı açıklamada, İçişleri Bakanı’nın haberi olmadığını söylemişti. Haksız da değil. Herhalde Soylu’nun haberi olsa, operasyondan bir gün önce Oktarcı isimlerle böyle sıcak bir görüşme yapmazdı.

Anlatılana göre “dev operasyonlar” mutlaka Ankara’daki güvenlik bürokrasisine önceden bildiriliyor. Ancak ne İstanbul’daki savcılık ne de İstanbul Emniyeti operasyonu Ankara’ya haber vererek yaptı. Sebebi sızdırılma ihtimaliydi. Öyle ya polisin takip ettiği isimler, İçişleri Bakanı ile sıkı fıkıydı. Operasyon sonrasında ne mi oldu? “Bize nasıl haber vermezsiniz” denemediği, “çünkü sızdırabilirdiniz” yanıtının alınmasının istenmediği için herhangi bir inceleme-soruşturma yapılamadı. Bunun yerine Ankara’da teknik ve mali şubenin bağlı olduğu müdürlüklerdeki kritik isimler görevden alındı. Devleti kemiren “kuşku”, ne kadar da derindeydi!

Şimdi, cuma günü Cumhuriyet’in manşetindeki eski İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan ile İçişleri Bakanı arasındaki güvensizliğin ne kadar geriye gittiğini anladınız mı? Oktar dosyası bunlardan sadece biri…

İncil’e göre, “İnsanoğlu, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor ama insanoğluna ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu” diye devam etti İsa. Havarilerini “sen mi ben mi” diye düşündüren kuşku, yangın gibi büyürken Yahuda, İsa’nın yanı başındaydı!

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet