15 Aralık 2021 Çarşamba

KISA KISA GÜNDEM (15 ARALIK 2021)


1)-Gazeteci Murat Çelik bizzat bu listeyi yayınladı. Üretmeyen Türkiye'nin sonu tabii ki böyle olur.(YENİÇAĞ)

İktidar her defasında yerli ve millilikten söz ederken, mahalle bakkalında çekilen fasulye ve barbunya listesi, üretimde yerli ve millilikten eser olmadığını gözler önüne serdi.












2)-Ünlü ekonomist İris Cibre her şeyi açıkladı. Şu grafiğe bakın meseleyi anlayın.(Yeniçağ)

Ünlü ekonomist İris Cibre Dolar/TL kurunun grafiğini paylaşarak "Öyle Ohal Mohal derseniz sonucu bu" dedi. "Bir yandan Merkez Bankası müdahalede bulunup rezerv yakıyor diğer yandan biri çıkıp OHAL diyor. Salıncağa çevirdiniz 100 yıla yakın tarihi olan para birimini." diyen cibre paylaştığı grafiğe ilişkin "Şu grafik, değme MEME stock da, coin de yok yahu..." ifadesini kullandı.















3)-Ürgüp’teki tarih katliamına vatandaşlar tepki gösterdi: Yine rant yine yıkım.(MÜSLÜM EVCİ-SÖZCÜ)

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Nevşehir’in Ürgüp ilçesinde yönetimi AKP’de olan Ürgüp Belediyesi tarafından başlatılan iş hanı projesi tepki topladı. Nevşehir Valisi Sezer Becel öncülüğündeki Kapadokya Alan Başkanlığı tarafından inşaatın durdurulma kararı verilmesine rağmen AKP’li belediyenin tarihi odacıkları iş makineleriyle tıraşlayarak tahrip etmesi vatandaşın tepkisini çekti. 

“TAMAMEN YOK OLAN MAĞARALAR VAR”

İş makinalarıyla, kepçelerle yapılan çalışmalar sırasında mağaraların zarar gördüğünü de ifade eden Adnan Tangüler şöyle konuştu:

* Bölgedeki çalışmalarda zarar gören mağaraların yanı sıra aralarında tamamen yok olanlar da var, geri dönüşü olmayan bu durumun sorumlusu kimlerdir? İş Hanı projesiyle Ürgüp‘e değer ve vizyon katacağını iddia eden belediyeye soruyoruz? En kıymetli değerlerimiz kültür ve tabiat varlıklarımız,  arkeolojik alanlarımız değil midir?

* Bu proje kamu vicdanını rahatsız etmiştir. Halka rağmen yapılması doğru değildir! Büyük sermaye sahiplerinin kanunsuz işlerine göz yumuldu, sıradan vatandaşın mekanlarına bağ evlerine göz dikildi. Neden sessiz kaldınız? Merdiven eşiği kazdığı için yıllarca hapis yatan Kapadokya halkının hakkını nasıl ödeyeceksiniz?

4)-Kanun ve Düzen Ligi’nde Tanzanya ile yan yanayız.(ÖZLEM ERMİŞ BEYHAN-SÖZCÜ) 

Türkiye, ekonomide canlılığın ve refahın temel gereksinimleri arasında yer alan kanun ve düzen ortamına güvende de kan kaybetti. Kanun ve Düzen Ligi’nde Türkiye’nin endeks puanı 79’a gerileyerek global ortalamanın altına indi.


Türkiye ekonomik refah ortamının temel şartlarından biri olan vatandaşın kanun ve düzene güveninde, Tanzanya, El Salvador gibi ülkelerle aynı ligde yer aldı. “Geceleri sokakta yalnız yürürken korkar mısınız” gibi soruların sorulduğu global Kanun ve Düzen Araştırması 2021 sonuçları açıklandı. ABD merkezli araştırma şirketi Gallup'un 115 ülkede toplam 120 bin kişi ile görüşerek yaptığı araştırmada Türkiye'nin puanı 79'a geriledi. Bu puan geçen yıl 81 idi. Türkiye gibi 79 puan alan 3 ülke daha var: El Salvador, Tanzanya, Kırgızistan.

5)-MGK Genel Sekreteri ikram şirketinin yönetim kurulu üyesi çıktı.(SOL)

CHP İstanbul Milletvekili, TBMM  Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu (GİK) CHP Sözcüsü Yüksel Mansur Kılınç, MGK  Genel Sekreteri Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun, Türk Hava Yolları'nın ikram şirketi Turkish DoCo'nun yönetim kurulu üyesi ve maaşlı elemanı olduğunu gündeme getirdi. Kılınç, konuşmasını şöyle sürdürdü: 

"Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri uçaklarda ikram hizmeti veren yemek şirketinin yönetim kuruluyla meşgul. Milli Güvenlik Kurulu üyesi İçişleri Bakanı, kara paracıları bakanlıkta ağırlamakta, organize suç örgütü bu mensuplarının yurt dışına çıkmasını sağlamaktadır. Milli Güvenlik Kurulu’nun başkanı ise mal varlığı ile tehdit edilmeye ve dış şantajlara sessiz kalmaktadır."

6)-Sağlık Bakanlığı iki hafta öncesinin vaka haritasını açıkladı.(BİRGÜN)


Covid-19 veri paylaşımında gizleme, hata ve yanlışlarıyla dikkat çeken Sağlık Bakanlığı, 27 Kasım-3 Aralık arası döneme ait 100 bin kişide vaka oranını gösteren haftalık insidans haritasını açıkladı. Bakanlık, henüz geçen haftanın verilerini açıklamış değil.

7)-Merkez Bankası'nın müdahalesinden iki gün sonra dolar yeniden rekor kırdı!(BİRGÜN)

Merkez Bankası'nın 2.5 milyar dolarlık müdahalesinin etkisi yalnızca iki gün sürdü. Dolar kuru, Merkez'in yarın açıklayacağı faiz kararı öncesinde yeni zirvesini görerek, 14,72 TL'ye yükseldi. Avro da bugün 16,51 ile rekor sonrası en yüksek seviyeyi gördü.





8)-Rantın merkezi Kemerburgaz(İsmail Arı-Birgün)

AKP’li Eyüpsultan Belediyesi, Kemerburgaz’daki iki arazisini satışa çıkardı. 78 bin 563 metrekarelik iki arazi için belirlenen en düşük bedel 1,2 milyar TL.

AKP’li Eyüpsultan Belediye Başkanlığı’nın “Taşınmaz arsa satışı” başlığıyla yayınladığı ilana göre, Kemerburgaz bölgesindeki Mithatpaşa Mahallesi’nde yer alan ve toplam 78 bin 563 metrekarelik iki ayrı taşınmaz bugün satılacak. İki arazinin satışı içinde toplam 1 milyar 21 milyon TL muhammen (en düşük) satış bedeli belirlendi. 

KONUT VE TİCARET ALANI: Satışı için 467 milyon 570 bin TL muhammen bedel belirlenen 244 ada 1 parseldeki 35 bin 967 metrekare büyüklüğündeki arazi imar planlarında ticaret ve konut alanı olarak geçiyor.
Satış ilanında yer alan 246 ada 5 parseldeki 42 bin 597 metrekare büyüklüğündeki arazi, imar planlarından konut alanı olarak geçiyor. Bu arazi için de 553 milyon 760 bin TL muhammen bedel belirlendi.
Arazilerin satışı için bugün sabah saat 10.00’da ihale düzenlenecek. Ayrıca AKP'li belediyenin ihaleye katılanlardan mali durum belgesi ile referans mektubu istenmesi de soru işaretlerine neden oldu. Akıllara “adrese teslim ihale mi düzenleniyor?” sorusu geldi.
Eyüpsultan Belediyesi geçen nisan ayında, 80 milyon TL'yi aşan vergi borçlarına karşılık, Haliç kenarındaki tarihi eski Belediye Başkanlık Binası'nı devlete satma kararı almıştı.
Ayrıca Eyüpsultan Belediyesi’nin şirketlerinin SGK’ye olan borçlarına karşılık, henüz belediye adına tescili yapılmamış olan Kemerburgaz’daki 8 bin 741 metrekarelik arsanın SGK’ye devri konusunda meclis kararı alınmıştı.

'AKP bir model arıyorsa Bangladeş'e baksın' - VOLKAN ALGAN / SOL-Söyleşi

 İktidar ama bilinçli ama çaresizlikten bir ekonomik model tartışmasını attı ortaya. Burada Çin'in adı sıkça geçiyor. Sorularımızı Çin'i yakından takip eden yazar Alper Birdal'a sorduk.

Erdoğan geçtiğimiz günlerde Çin'in adını anarak 'Çin de böyle büyüdü' diye bir laf etti. Ne kastettiğini ayrıntılı açmadı ama ihracata dayalı bir büyüme modelini işaret ettiği üzerinden yorumlar yapıldı. Başkanlarının her sözünde keramet arayan, tutarsızlıklarına kılıf bulan ve hatta maaşını bunlardan kazanan bir personel yığını var nasılsa.

İktidar cephesinden benzer şeyler dile getirenler olsa da bunlar, gelen eleştirilere "biz ne yaptığımızı biliyoruz" mesajını verebilmek için üretilen anlık ve derli toplu olmayan yanıtlar gibi görünüyor. Diğer taraftan Erdoğan bunu geçerken söyledi ama sonrasında çiçeği burnunda Hazine Bakanı Nebati "biz Çin modelini, G. Kore modelini vs takip etmiyoruz, Türkiye modelini kuracağız" dedi. Aslında böylesi AKP-MHP koalisyonunun ruhuna daha uygun oldu. Zaten uydurulan, -mış gibi yapılan, iktidar bloğunun işine gelenleri bir araya toplandığı her şeye artık Türkiye modeli deniyor ülkede. Örnek mi, devletin yeni yönetim modeline de Türk tipi başkanlık diyorlar. 

Konu Çin'in büyümesi ve iktisadi gelişmeler olunca her iki konuyu da iyi bilen bir isim olan Alper Birdal'a sorularımızı yönelttik. Birdal bu yıl içinde Yazılama Yayınevi'nden çıkan Hegemonya Bunalımı ve Çin adlı kitabında Çin'in ekonomik serüvenini, ayrıntılı veriler ışığında analiz etmişti. Bu kitabı sadece Çin'in ekonomik hikayesini merak edenlere değil, bu hikaye emperyalist sistemin yaşadığı dönüşümle birlikte incelendiğinden, "Dünyada değişen ne?" sorusuna yanıt arayanlara da şiddetle öneriyoruz. Veri okumaya pek alışık olmadığımız için kitap başta biraz zorlasa da okur eğer sabırlı olursa bu emeğin hakkını alacağından emin olabilir. 

***

Öncelikle AKP iktidarı sizce ekonomide ne yapmaya çalışıyor?

Malum artık bakan demek doğrudan patron demek, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati de bu geleneği sürdürenlerden. Yeni bakan dün gazeteci Sevilay Yılman'a verdiği röportajda bir patron ağzıyla "Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse." dedi. AKP'nin yarattığı ekonomik çöküş bundan daha kibirli bir şekilde dile getirilemezdi herhalde. Özetle "ben patronum, her şeye bu pencereden bakıyorum" diyor. AKP'nin ekonomide yaptığının da yapmaya çalıştığının da özeti budur. Patronların çıkarlarını korumak, emekçiyi yarattıkları enkazın altında kaderine terk etmek...

Bu anlamda ben ortada yeni bir şey olduğunu, yeni bir "modele" geçildiğini düşünmüyorum. Yalnız yeni olan, AKP'ye kabaca 10 yıl kazandıran muazzam varlık satışlarında ve uluslararası likidite bolluğunda artık denizin bitmesidir. Uzun süre bu iki dinamik sayesinde gemiyi yürüttüler. Emekçilerin alın teriyle yaratılan, Cumhuriyet'in kazanımları arasında yer alan devasa kamu teşebbüslerini sermayeye peşkeş çekerken, bir yandan da dünyadan sıcak para akıyordu. Sonrası malum; kısa bir süre yeni Osmanlıcılığı pazarlayarak Körfez ülkelerinden gelen kaynakla idare ettiler. Ama artık deniz bitti. Şimdi bu nedenle yeni bir model varmış gibi yapıyorlar. Patron bakan "bize inanın, bize güvenin" diye adeta yalvarıyor. Herhalde sermaye sınıfına söylüyor bunları.

Ne yapacaklar? Faizleri düşürüp ucuz kredi bolluğu ve teşvikler üzerinden ekonomide büyüme sağlayacaklar sözüm ona. Ama burada "bize inanın, güvenin" yakarışlarının esas karşılığı emekçi sınıfların maruz kaldığı sömürüyü katbekat artırmak. İşte bunu yapıyorlar. Asgari ücret artık neredeyse bir tavan ücret haline getirildi. Asgari ücretle çalışan milyonlar, hani o pek sevdikleri ifadeyle "çarklar döndükçe" daha uzun saatler ter dökmeye mahkum edildi. Buna bir de enflasyonla yaşanan kayıpları ekleyin. Enflasyon emekçi sınıflardan sermayeye kaynak aktarımının dolaylı bir yoludur. Sermaye sınıfı bu çöküşten yalnızca kur sayesinde kazanmıyor, enflasyon sayesinde de kazanıyor. Erdoğan ve hık deyicileri utangaç bir şekilde "fırsatçılıktan" söz ediyor, ama fırsatçılığın çanak tutuculuğunu yapmaktan asla geri durmuyor.

Buradan söyledikleri gibi güçlü bir sanayi, ihracatta şahlanan bir Türkiye çıkabilir mi? Asla çıkmaz. AKP 20 yıldır Türkiye sanayisinin de tarımının da altını oydu çünkü. Size çok basit bir denklem vereyim. TÜPRAŞ'ı, Petkim'i, Telekom'u vs. satan doları kontrol edemez. Bu varlıkları üç otuza sermayeye peşkeş çeken iktidar, sanayide hamle falan yapamaz. Çünkü sanayide hamle yapmak için önce bu alanlarda kamu denetimi sağlamak durumundasınız. Altyapıda, telekomünikasyonda, petrokimyada hiçbir şeyi kalmamış bir devlet mi yapacak bunu? Ne doları kontrol edebilirler ne de kalkınma hamlesi yapabilirler.

Peki Çin Türkiye için bir model olabilir mi sahiden? Ya da böyle bir model var mı, niye geçiyor tartışmalarda böyle bir ifade?

Çin'in iktisadi yükselişi bir hegemonya bunalımının ürünüdür. Emperyalizmin eskisi gibi yönetemediği bir dönemde sermayenin muazzam bir iştahla akın ettiği bir ekonomiden söz ediyoruz. Bunun karşısında bunalımın, tam boy teslim olmak durumunda kalmadan, iktisadi kalkınmasını sürdürmesine müsade ettiği bir ülke Çin. Ben bu dinamiklerin bir tekrarının olabileceği düşüncesinde değilim. Bu anlamda kanımca bir Çin "modeli" yoktur. Çin, daha çok hegemonya bunalımına doğmuş bir arızadır.

AKP Türkiye'sinin Çin'in yükselişinden çıkarttığı sonuçsa bana kalırsa açık. Ucuz ve nitelikli emekgücünü pazarlayarak uluslararası değer zincirlerinin daha yakın coğrafyalara daralmasından pay kapmak istiyorlar. Çin bunun için öncelikle muazzam büyüklükte sermaye birikim oranlarını güvence altına aldı ve böylece ucuz emek sömürüsünü gösterişli büyüme oranlarıyla birleştirebildi. AKP'ninse tek silahı emeği daha da ucuzlatmak; bunun yanına ekleyebileceği birikim oranlarıysa yok. Bunun için, önceki sorunuzda değindiğim (TÜPRAŞ, Petkim, Telekom...) değerlere ihtiyacınız var çünkü. Şimdi onların yerinde yeller esiyor. Bu kafayla AKP kendine bir model arıyorsa daha çok Bangladeş'e bakmasını salık veririm.

AKP'nin, pandemi nedeniyle tedarik zincirinde yaşanan sorunları fırsat bilip, Batı'nın Çin'den ithal ettiklerini Türkiye'den sağlamaya ya da oraya yaptığı yatırımları buraya çekmeye dönük bir pozisyon aldığı yolundaki yorumları gerçekçi buluyor musunuz? Türkiye Çin'i ikame edebilir mi?

Ben Çin'in uluslararası değer zincirleri içindeki konumunun ikame edilebilir olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Çin, değer zincirlerine eklemlenirken değer zincirlerini de kendisine bağladı. Bunu giderek daha çok segmentte üreterek, teknolojinin daha üst basamaklarında ürün vererek yaptı. Emperyalist tekellerin bu altyapıyı ve iktisadi bağlantıları çok büyük sarsıntılar olmadan gözden çıkarmasının imkanı yok. Dolayısıyla AKP Türkiye'sinin burada kendisine çalacak bir rol bulması bence boş bir hayal.

Daha gerçekçi senaryo, Türkiye'nin geleneksel olarak hinterlandında bulunduğu Avrupa sermayesiyle ilişkilerinde bir restorasyonun yaşanmasıdır. Ama bu da Erdoğan'la değil, Erdoğan'sız bir Türkiye'yle daha mümkün görünüyor. Bunu bir ekonomik kurtuluş olarak görmekse düpedüz aptallık olur. Zira Türkiye sermaye sınıfının geleneksel rotası budur ve bu rotanın Türkiye'nin bağımsızlığına da refahına da bir katkısı olmadığı deneyimle sabittir.

Çin'in bir süredir ekonomide makas değiştirdiği konuşuluyor. Siz Çin'i yakından takip eden biri olarak oradaki durumla ilgili ne söylersiniz? Bu makas değişikliği hatırlatmasının AKP iktidarına "Çin bile ihracata dayalı ucuz işgücüyle büyüme modelinden iç talebe de yaslanan, nitelikli üretime geçti" uyarısıyla yapıldığını görüyoruz.

Çin 2008 kriziyle makas değiştirmiş görünüyor gerçekten. Ama bir kez daha bu makas değişikliğinde emperyalizmin krizinin belirleyiciliğine işaret etmek durumundayız. Çin yalnızca içe dönmedi; 2008 sonrasında kendi hinterlandını konsolide etmeye başladı. Başka bir ifadeyle adlı adınca emperyalist bir güç halini aldı ve bunun ruhuna uygun bir şekilde hareket etmeye başladı. Bunu bir "içe kapanma" olarak okumak büyük ahmaklık olur. Çin değer zincirlerindeki pozisyonundan vazgeçmiyor ki; kendisinin merkezinde olduğu zincirler kuruyor.

Buradan AKP'ye ne gibi bir uyarı çıkar bilemem, ama emperyal hevesleri aşikar olan bir iktidarın Çin'in mevcut durumuna gıptayla baktığını tahmin edebiliriz.

Son olarak, siz Türkiye için 'doğru ekonomi politikası' diye bir şeyin varlığına inanıyor musunuz? Ekonominin durumu ortada, şimdi iktidarı eleştirmek kolay, malzeme çok. Ama "Ne öneriliyor?" diye daha dikkatli bakıldığında ne siyaset kurumundan ne de her şeyin uzmanı yorumculardan derli toplu bir yanıt alamıyoruz sanki...

Bugün AKP karşıtlığı adına doğru olarak sunulan nedir? Merkez Bankası bağımsızlığı adına faizi ve kuru serbest bırakalım. "Serbest", yani piyasanın belirleyiciliğine. Avrupalı tekellerle nikah tazeleyelim, yeniden AB üyeliği için kolları sıvayalım. Sıcak para hareketlerine ilişmeyelim, özelleştirmelere tam gaz devam edelim. Bunlar "doğru" ise 24 Ocak Kararları da doğruydu; 12 Eylül de haklıydı; AKP'nin 20 yıllık iktidarının büyük kısmına "doğruluk" damgasını vurmuştu dememiz gerekir.

Türkiye on yıllardır bir faiz-kur-sıcak para cenderesinde. Bu cendere, şu anda da bir örneğini yaşadığımız gibi, en çok emekçi sınıfları eziyor. O halde biz "doğru"ya buradan, yani emekçi sınıfların penceresinden bakalım. Pahalılığa son vermek, işsizliğe son vermek, sömürüye son vermek neyi gerektirir, bunu tartışalım. Ben en başa yazılması gerekeni söyledim; meselelere önce sınıfsal bir perspektften bakmak gerek. Sonrasını tartışmak, tartıştırmaksa siyasetin işi.

VOLKAN ALGAN / SOL-Söyleşi



14 Aralık 2021 Salı

Zenginler salgında servetlerini artırdı - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 

Küresel mültimilyonerler servetin giderek daha fazlasına hükmediyorlar. 90’lardan bu yana yaratılan servetin yüzde 38’ine en zengin yüzde 1’lik kesim el koyarken, en alttaki yüzde 50 ancak yüzde 2’sine sahip olabildi.

Dünya Eşitsizlik Laboratuvarı adlı inisiyatif tarafından hazırlanan 2022 Dünya Eşitsizlik Raporu geçen hafta dünya kamuoyuyla paylaşıldı. Çalışma, Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital kitabının yazarı Thomas Piketty öncülüğünde; aralarında Emmanuel Saez, Gabriel Zucman’ın da bulunduğu geniş bir araştırmacı kadrosu tarafından hazırlandı.

Raporda dünyanın yoksul yarısının toplam gelirden aldığı payın 1820 yılındakinin yarısı olduğuna dikkat çekiliyor. Küresel eşitsizliğin, Batı emperyalizminin gücünün zirvede bulunduğu 20. yüzyılın başına denk ölçüde keskinleştiğinin altı çiziliyor. 1945’ten 1980’e kadarki dönemde sırf ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da değil Çin’de, Hindistan’da da eşitsizliğin azaldığı bir dönem yaşandı. Bu süreçteki üretkenlik artışının ve refahtaki yükselmenin; hızlı büyümenin ancak eşitsizliğin derinleşmesiyle yakalanacağı önyargısını çürüttüğü vurgulanıyor. Aslında benzer bir tablo 21. yüzyılın başında “pembe dalga” sırasında kısa bir dönem de olsa Latin Amerika’da da yaşandı.

Raporun önsözünü kaleme alan Nobel ödüllü iktisatçılar Abhijit Banerjee ve Esther Duflo, 70’lerin sonunda ABD ve İngiltere’de ekonomik büyümenin tökezlemesinin, eşitsizliği düşük düzeylerde tutan kurumların (asgari ücret, sendikalar, vergiler, düzenlemeler vb.) suçlanmasına yol açtığını, servetin özel ellerde birikmesini getiren girişimcilik kültürünün kutsandığını hatırlatıyorlar. “Reagan-Thatcher devrimi”, ABD ve İngiltere’de bugün de süren eşitsizliğin başlangıç noktasıydı. Bu rüzgâr sırf Anglosakson ülkeleriyle sınırlı kalmaz, Çin ve Hindistan da özel sektör öncülüğünde büyümeyi benimser, eşitsizliklerden endişe duymaya gerek olmadığına inanmaya başlar.

Dünya Eşitsizlik Raporu açık-erişimli, şeffaf, bol ve güvenilir veri içeren bir “kamusal mal” olarak ilgililerin hizmetine sunuluyor.

EN EŞİT AVRUPA EN EŞİTSİZ ORTADOĞU

Eşitsizlik düzeyleri bölgelere göre de farklılık gösteriyor. En zengin yüzde 10 Avrupa’da gelirin yüzde 36’sını alırken, bu oran Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yüzde 58’e kadar çıkabiliyor. Son 20 yılda, özellikle Çin ve Hindistan’da hızlı büyüme tempoları yakalanması sayesinde, ülkeler arasındaki eşitsizlik makası biraz daralırken, zengin ülkelerin kendi nüfusları arasındaki eşitsizlik keskin bir biçimde derinleşti.

Gelir ve servet eşitsizlikleri, kuralsızlaştırma ve liberalizasyon programlarının uygulanmasıyla birlikte 80’lerden beri hemen her yerde derinleşiyor. ABD, Rusya ve Hindistan’da keskin artışlar gözlenirken, Avrupa ve Çin’de daha ılımlı bir süreç söz konusu. Rapor eşitsizliğin kaçınılmaz bir durum değil, bir politik seçim olduğunu savunuyor.

ULUSLAR ZENGİNLEŞİRKEN HÜKÜMETLER YOKSULLAŞTI

Son 40 yılda özellikle özelleştirmelerin etkisiyle, ülkeler zenginleşirken hükümetler belirgin biçimde yoksullaştı. Kamusal aktörlerin servetteki payı zengin ülkelerde sıfıra hatta eksiye düştü. Bu tüm servetin özel ellerde toplanması anlamına geliyor. Covid-19 kriziyle baş edilmek için hükümetler GSYH’lerinin yüzde 10-20’si arası bir oranda özel sektörden borçlanmak zorunda kaldılar. Hükümetlerin bu düşük servet düzeyi, hem gelecekte eşitsizlikleri azaltmak, hem de iklim değişikliğine karşı mücadele etmek için devlet kapasitesini sınırlıyor.

EN ZENGİNLER DAHA DA ZENGİNLEŞTİ

Küresel mültimilyonerler son onyıllarda küresel servetin giderek daha fazlasına hükmediyorlar. 90’ların ortasından bu yana yaratılan servetin yüzde 38’ine en zengin yüzde 1’lik kesim el koyarken, en alttaki yüzde 50 ancak yüzde 2’sine sahip olabildi. Milyar dolarlık serveti bulunanların toplam servetteki payı da yüzde 1’den yüzde 3’e sıçradı. Covid pandemisi ise, küresel milyarderlerin servetinde en keskin artışın kaydedildiği dönem oldu.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ HÂLÂ DERİN

Emek gelirleri içerisinde kadınların payı 1990’da yüzde 30 iken bugün hâlâ yüzde 35’in altında. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştiği bir dünyada bu oranın yüzde 50 olması beklenir. Bazı ülkelerde bu konuda ilerleme sağlanırken, bazılarında ise durum daha da kötüye gidiyor.















KARBON SALIMLARI DA ÇOK EŞİTSİZ

Küresel gelir ve servet eşitsizlikleri, ekolojik eşitsizliklerle yakından bağlantılı. Ortalama olarak bir kişi yılda 6,6 ton CO2 salıyor. Ancak bu miktar gelire göre ciddi farklılıklar gösteriyor. En tepedeki yüzde 10 tüm karbon salımlarının yüzde 50’sinden sorumluyken, alttaki yüzde 50’sinin salımları yüzde 12 ile sınırlı kalıyor. Bu sadece bir zengin ülke-yoksul ülke sorunu değil. Düşük ve orta gelirli ülkelerde yüksek karbon salanlar bulunduğu gibi, zengin ülkelerde düşük salım yapanlar da var. Avrupa’da alttaki yüzde 50’nin kişi başına karbon salımı 5 ton iken, bu Doğu Asya’da 39 ve Kuzey Amerika’da 73 tona kadar yükseliyor.

SERVET VERGİSİ MUTLAKA GEREKLİ

2022 Dünya Eşitsizlik Raporu servetin yeniden bölüşümü için de politika seçenekleri geliştiriyor. Yukarıdaki tablo küresel mültimilyonerlere uygulanacak ılımlı bir servet vergisinin yaratacağı kazançları gösteriyor. Buradan, artan oranlı düşük servet vergileri uygulanmasıyla bile eğitim, sağlık ve ekolojik dönüşüm için seferber edilebilecek, küresel gelirin yüzde 1.6’sı kadar bir kaynak sağlanacağı anlaşılıyor. 21. yüzyılın yarattığı sorunlarla başa çıkabilmek için gelir ve servetin yeniden bölüşümü için adımlar atmak gerekiyor. Hatırlayalım ki, 20. yüzyılda modern refah devletleri artan oranlı vergilerle fonlanan sağlık, eğitim ve fırsat eşitliği programları sayesinde büyük ilerlemelere imza atmıştı.

TÜRKİYE EŞİTSİZLERİN DAHA EŞİTSİZİ

Raporda Türkiye’nin de gelir ve servet dağılımı bozukluklarının en derin yaşandığı ülkelerden biri olduğu belirtiliyor. Üstteki yüzde 10, alttaki yüzde 50’nin, kişi başına tam 23 katı gelir elde ediyor. Diğer bir ifadeyle üstteki yüzde 10 gelirin yüzde 54,5’ine el koyarken, alttaki yüzde 50’nin payına gelirin ancak yüzde 12’si düşüyor.

Raporda, Türkiye’de eşitsizliklerin seyrine ilişkin çok sınırlı veri bulunmakla birlikte, genel hatlarıyla 80’ler ve 90’larda eşitsizliklerin azaldığı, son 15 yılda artış gösterdiği, 2018-2021 dönemindeki süreçten tüm gelir gruplarının olumsuz etkilendiği belirtiliyor.

Servet dağılımına gelince, Türkiye’nin kişi başına geliri yakın düzeyde, benzer ülkelere göre daha da adaletsiz bir servet dağılımı kompozisyonu sergilediği söyleniyor. Bugün alttaki yüzde 50, ortadaki yüzde 40 ve üstteki yüzde 10; servetin sırasıyla yüzde 4, yüzde 29 ve yüzde 67’sine sahip. Emek gelirleri içerisinde kadınların payı Türkiye’de yüzde 23 civarında. Bu Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki yüzde 15’lik oranın üzerinde bulunmakla birlikte, Yunanistan’daki yüzde 37, Bulgaristan’daki yüzde 43 düzeyinin çok gerisinde. Türkiye’deki kadınların gelirdeki payları, 1990 ila 2005 arasında değişmedikten sonra, o günden bu yana 6 puan artış göstermiş.

Türkiye’de karbon salımları yılda kişi başına 6 ton civarında. Nüfusun alttaki yüzde 50’sinde bu miktar 3,1 ton iken, tepedeki yüzde 10’da 22,6 tona kadar yükseliyor. 1990’dan bugüne, kişi başına karbon salımları yılda 1 ton artmış durumda.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Ukrayna-Bodrum aklama hattı: Türkiye çok uygun kaynak soran yok - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Ukrayna halkından çalınanlar, Bodrum’un bir cennet köşesini daha mahvetmiş bir inşaatçının cam ve çeliğinin arasında eriyip gitti. Dünyaya ihraç edebildiğimiz yegâne “cazibe” buydu işte!

“Milyonlarca dolar, cam ve çeliğin içinde kayboluyor...”  Gangs Of London adlı diziden alınmış bu replik, halkından çaldığı paraları aklama derdine düşmüş Nijeryalı bir generalle, bir mafya temsilcisinin arasındaki konuşmada geçiyor. Buldukları çözüm, Londra’da bir gökdelene yatırım yapmak. İnşaat, ekonominin nabzını hızlandırdığı kadar muazzam da bir “çamaşırhane” çünkü.İşçinin kanını da hırsızın parasını da harca katıp, mis gibi bir mülke çeviriyorsunuz!

AKP’nin elinde de inşaatın rolünühakkıyla oynadığını söylemek lazım: Rant yarattı; yandaşa servet transferi sağladı;yolsuzluğu ve rüşveti kurumsallaştırdı; üstüne “milli suçluların” yanında, başkasının pisliğinide temizledi. Nasıl mı?

İşte size Ukrayna’da yolsuzlukla suçlanan üst düzey bir bürokratın milyonlarca Euro’yu Bodrum’da aklamasının hikayesi. Belgelerden, yabancı suçluların Türkiye’yi nasıl bir “vadedilmiş cennet”olarak gördüklerini de okuyacağız.

***

2017 yılının Ekim ayında, Ukrayna’nın Vinnytsia kentindeki bir vergi memurunun evine yapılan baskında, araba ithalatçılarına ait evraklarla beraber plastik poşette gizlenmiş 100 bin dolar nakit bulundu. Savcılar soruşturmayı derinleştirdikçe, rüşvetin multi-milyon dolarlık bir organizasyonun parçası olduğunu keşfettiler. Gümrüklerde kurulmuş rüşvet tezgahıyla binlerce kullanılmış kamyonet kaçak yoldan ülkeye sokulmuş; off shore şirketleri üzerinden yapılan ithalatın parası da aynı yoldan çıkarılmıştı.

İşin ucu kısa süre önce Ukrayna Devlet Mali Servisi’nin başkan yardımcılığına atanan Miroslav Prodan’a uzanıyor, gazeteciler bürokratın kapısına dayanıyordu.

Kariyerli bir bürokrattı Prodan. Ülkede gümrük devrimi sayılan otomasyon ağını yerleştirmişti. AB toplantılarında örnek gösteriliyordu. Savcılar para akışını belirlemişlerdi ancak Prodan’la direkt ilişkisini çözemiyorlardı. O bağlantı 2021 yılında, Pandora Papers patlayınca ortaya çıkacaktı.

Yine de Prodan’ın geliriyle hayli orantısız duran lüks mülkler tespitedilmiş ve2018’de tutuklanmıştı. Ne var ki 2019’da “haksız zenginleşmeyi suç sayan” yasanın değişmesiyle tahliye edildi.

Pandora Papers olarak anılan 15 milyondan fazla off shore belgesi sayesinde biz de Türkiye’deki 220 patronun paralarını kaçırdığını, Londra’da mülkler aldıklarını filan öğrendik. (https://www.dw.com/tr/pandora-paperstürkiyenin-sıfır-vergi-cemiyeti/a-59453295)

Prodan da parasını Vitaly Asthakov adlı bir ortağının üzerinden, Birleşik Krallık ve Virgin Adaları’nda kurulmuş off shore şirketlere aktarıyordu. Fakat asıl çarpıcı detay,dava belgelerine girmiş Telegram yazışmalarında duruyordu.Türkiye’de gerçekleştirilen aklama operasyonları için herhangi bir off shore aracısına ihtiyaç duyulmamıştı bile. Zira, Türkiye’nin kendisi off shore cenneti görülüyordu!

***

Aylık 1 milyon dolara yakın kazanç elde ettiği tahmin edilen Prodan, parasının bir kısmını daha ülke dışına çıkarmaya karar verdi. Tavsiye edilen ülke, taşını toprağını satışa çıkaran Türkiye’ydi.

Asthakov ile eski maliye bürokratlarından Maxim Pavitski’yi işlerin nasıl yürüdüğünü, ne tür yasal zorluklarla karşılaşacaklarını araştırmalarıiçin Türkiye’ye gönderdi.

Bodrum’u seçtiler. Gündoğan, Bitez ve Yalkıkavak’tan lüks villaların, otel komplekslerinin içindeki rezidansların, apartların fotoğraflarını, coğrafi konumlarını, imkanlarını içeren bilgiler gönderdiler.

7 Nisan 2018 tarihli bir yazışmada Mandarin Otel anlatılıyordu mesela. Oldukça lüks ve korunaklı olduğu, Körfez’li zenginler kastedilerek, içinde “prenslerin” yaşadığı belirtiliyordu. Ama hem fiyatı çok gelmiş, hem de fazla dikkat çekici bulunmuştu.

Bunun yerine Yalıkavak’ta tanesi 1.2 milyon Euro’ya saunalı, özel havuzlu 600’er metrekarelik iki lüks villayı gözlerine kestirdiler. Gölköy Villaları’ydı bunlar.

Her biri için 50’şer bin Euro indirim de yapan emlakçı, oturmayacaklarsa eğer 85’er bin Euro’dan başkasına da kiralayabileceklerini söylemişti. Bodrum’un cazibesi öyle veya böyle parayı çekiyordu yani. Mehmet’e (tam adı belli değil) 250 bin dolar komisyon verilecekti bir de. 13 Nisan 2018 tarihli yazışmayla satın alma işlemi başlatıldı.

Sonrası, kaynağı meçhul paranın herkesin bildiği bir banka aracılığıyla Türkiye’ye nasıl kolayca sokulduğunun ve bir imza ile milyon Euro’luk villaların alınabileceğinin dersiydi. Üzerine vatandaşlık hakkı da eşantiyondu üstelik!

Bankada TL, Dolar, Euro hesapları açıldı. İki ay içerisinde 3 milyon dolar, kimselere en ufak hesap verme mecburiyeti duymadan para parça parça transfer edildi.

Böylece Ukrayna halkından çalınanlar, Bodrum’un bir cennet köşesini daha mahvetmiş bir inşaatçının cam ve çeliğinin arasında eriyip gitti. Bir ülkedeki hırsızlık diğerinde harika bir mülkiyete, hırsız da muteber yatırımcıya dönüşüvermişti.

Dünyaya ihraç edebildiğimiz yegane “cazibe” buydu işte!

Nitekim para aklayıcıları arasındaki yazışmalarda, olayı soruşturan müfettişlerin raporuna da yansıyan şu cümleler,Türkiye’nin ne hale getirildiğinin kanıtıydı:

“Türkiye bu işe çok uygun, çünkü paranın kaynağına dair hiçbir soru sorulmuyor. Bu konuda bize çok benziyorlar.”


Bahadır Özgür / BİRGÜN

KISA KISA GÜNDEM (14 ARALIK 2021)

 


1)-Merkez Bankası'nın 4. müdahalesi en büyüğü oldu.(Yeniçağ)

Bloomberg HT’de yer alan habere göre, doğrudan Döviz satış yöntemiyle yaptığı dördüncü döviz müdahalesinin yaklaşık 2,5 milyar dolar olduğu açıklandı.

TCMB, döviz kurlarında görülen sağlıksız fiyat oluşumları nedeniyle 1 Aralık'ta 2014'ten bu yana ilk defa piyasaya müdahale ettiğini açıklamıştı.

TCMB’nin 1 Aralık tarihindeki ilk müdahalesi yaklaşık 650 milyon dolar, 3

Aralık’taki ikinci müdahalesi yaklaşık 400 milyon dolar, 10 Aralık’taki üçüncü müdahalesi ise yaklaşık 500 milyon dolar seviyesindeydi.

TCMB’nin dördüncü ve son müdahalesi ile birlikte toplam tutar yaklaşık 4 milyar seviyesine yükseldi.

2)-Ekonominin en güvenilir isimlerinden Şeref Oğuz Katar'a söz verilen dolar kurunu açıkladı.(Yeniçağ)

Dünya Gazetesi yazarı Şeref Oğuz, Merkez Bankası'nın 4'ncü müdahalesini değerlendirdi. Sosyal medya hesabından paylaşım yapan Oğuz, Katar'la doların 24 TL'den olması yönünde söylenti olduğunu belirtti.


















3)-Ankara'da kulaktan kulağa fısıldanıyor. Seçimler için bomba iddia.(Yeniçağ)


AK Parti'nin seçimlere iki yıl kala, zarflı oy sistemi yerine dijital sistemle oy kullanımına hazırlandığı iddia edildi.



















4)-Spor Bakanlığı'nın Yüzme Bilmeyen Kalmasın Projesi’nde 'şişme' liste gösterildi.(Sarp Sağkal-Cumhuriyet)

“Yüzme Bilmeyen Kalmasın Projesi”yle eğitim aldığı iddia edilen kişilerin listesine CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel ulaştı. 
Listede, 80 yaşın üzerinde felçli yurttaşların ve iki yaşın altında bebeklerin de yer aldığı belirtildi. 

CHP Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel, Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun “Pandemiye rağmen 3 milyondan fazla insanımıza yüzme öğrettik” açıklamasının “gerçeği yansıtmadığını” belirterek “Yüzme Bilmeyen Kalmasın Projesi’ne 80 yaşın üzerinde felçli, iki yaşın altında bebekler kaydettirilmiş. 

Şişme ve zoraki bir listeden bahsediyoruz. Anlaşılan bakanın başarı hikâyesine ihtiyacı var” dedi. 

Gençlik spor müdürlüklerine talimatla sahte giriş yaptırıldığına yönelik duyum aldıklarını belirten Adıgüzel, “Vefat edenler bile ‘yüzme öğreniyor’ diye kaydedilmiş ama sistem kabul etmemiş. Özel kursları da kendileri vermiş gibi yazmışlar” dedi. 

Kasapoğlu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da “kandırdığını” söyleyen Adıgüzel, “Ben çalışıyorum mesajı veriyor” yorumunu yaptı. Yurttaşları da projeye kayıtlılar mı diye bakmaları için e-Devlet’e bakmaya çağıran Adıgüzel, “Herkes spor bilgi sistemi üzerinden kontrol etsin” dedi.

5)-Öğrencilere parayla dolap kiralanıyor.(Berkey Sağol-Birgün)

İzmir'in Konak ilçesinde bulunan Güzelyalı Ortaokulu'nda, okula yapılacak olan dolapların öğrencilere parayla kiralanacağı öğrenildi. 

Kiralama bedelinin dönemlik 200 TL, yıllık ise 350 TL olduğu bildirildi. 

Okul tarafından internet üzerinden velilere başvuru ve bilgi formu gönderildi. 

Gönderilen formda, "Özellikle 5 ve 6.sınıf öğrencilerimiz olmak üzere tüm sınıf seviyelerinden bizlere öğrenci dolabı talebi gelmektedir. Okul Aile Birliği olarak okul idaremizle görüştük. Sınıflara yapıldığı takdirde özellikle içinde bulunduğumuz pandemi döneminde sınıfları daraltacağını düşündüğümüzden dolayı kolejlerdeki gibi koridorlara kilitli metal dolap yaptırabileceğimiz kararını aldık" denildi.

6)-Kayyum Siirt Belediyesi’ni batırdı!(BİRGÜN)

Seçimlerde HDP’nin kazandığı Siirt Belediyesi’ni 115 milyon TL’yi aşan borç yükü altına sokan kayyum Osman Hacıbektaşoğlu şimdi de belediyenin taşınmazlarını satışa çıkardı. Kayyum, belediyeye ait 19 taşınmazı satacak.
Söz konusu taşınmazlar, 14 Aralık’ta (yarın) Belediye Hizmet Binası’nda gerçekleştirilecek ihaleyle satılacak. Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, Görevden uzaklaştırılarak yerine kayyum atanan Siirt Belediyesi Eşbaşkanı Berivan Helen Işık, belediyeye ait taşınmazların kayyum yönetimi tarafından değerlerinin altında satılığa çıkarıldığını söyledi. Hiç borcu olmayan Siirt Belediyesi’nin 6 Şubat 2017 tarihinde kayyum atandıktan sonra 115 milyon TL’yi aşan borç yükü altına sokulduğunu ifade eden Işık, “talancı zihniyet” olarak tanımladığı kayyumların amaçlarının Kürt halkının kazanımlarını yok etmek olduğunu söyledi.Işık, “Atanan kayyumun ilk işi, Celadet Ali Bedirhan Kütüphanesi’ni yıkmak oldu. Sonrasında Kadın Danışmanlık Merkezi’ni (Berfin) pasifize edip, belediyeye ait Kürtçe internet sitesini kapattı. Taziye evi olarak kullanılan yeri ise Ülkü Ocakları’na tahsis etti. Hemen sonrası belediyenin tüm imkanlarını yandaş anlayışa ve iktidar yanlılarına gerek tahsis yolu gerekse de 21/b ile peşkeş çekmek oldu” dedi. Kayyumun, işten çıkardığı birçok işçinin yerine “bankamatik memurları”nı aldığını dile getiren Işık, “Belediyeyi işgal ettiklerinde ilk etapta 63 kişi hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldı ve kendi kadrolarını hiçbir liyakat olmadan işe başlattılar. İşçi alımları daha sonra da ciddi şekilde devam etti. Şu an belediyenin sadece personel giderleri aylık 9 milyon TL’nin üzerinde. Çoğunluğu bankamatik memuru” diye konuştu.

7)-Bakan Nebati: "Karamsar tablo çizenler var; en fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin" (Evrensel)

Türkiye’nin "yeni ekonomik modelinin" Çin ya da Güney Kore modeli olmadığını söyleyen Hazine ve Maliye Bakan Nureddin Nebati, "Karamsar tablo çizenler var. Hiçbir şekilde bize inanmayanlar. 

Onlara diyorum ki; 'Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer" ifadelerini kullandı.











8)Kuyu bağışı için 20 bin dolar istiyor.(Ali Ekber Ertürk-SÖZCÜ)

Diyanet ‘Bir Damla Hayat’ Projesi kapsamında alınan bağışların dolarla yapılabileceğini açıkladı. Kuyu ve çeşme bağışı için en az limit 20 bin dolar oldu. Alınan karar şaşkınlık yarattı.

Diyanet, bağış hizmetlerini de dolara bağladı. 

Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yapılan kuyu 

bağışları artık Türk Lirası ile yapılmıyor.

Diyanet Vakfı'nın ‘Bir Damla Hayat' Projesi

kapsamında alınan bağışlar dolarla yapılabiliyor. 

Vakfın resmi internet sitesinde kuyu bağışlarına ilişkin yapılan bilgilendirmede, kuyu ve çeşme 

fiyatlarının 20 bin dolardan başladığı belirtildi.

 









Garibe Gezer'in kardeşi soL'a konuştu: İntihar ettiğine inanmıyorum + Garibe Gezer’in şüpheli ölümü sonrası 'delil kaçırıyorlar' açıklaması+Garibe Gezer’in şüpheli ölümü: Cezaevlerinde taciz ve tecavüz (SOL)

(1)Garibe Gezer'in kardeşi soL'a konuştu: İntihar ettiğine inanmıyorum. 

Kocaeli Kandıra Cezaevi'nde ölü bulunan ve intihar ettiği ileri sürülen Garibe Gezer'in kardeşi Mehmet Emin Gezer 'tahliye beklerken bir anda ölüm haberiyle karşılaştık' dedi.


Geçtiğimiz günlerde Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi'nde hayatını kaybeden ve cezaevi yönetimi tarafından intihar ettiği ifade edilen Garibe Gezer'in kardeşi Mehmet Emin Gezer soL'a konuştu. Kardeşinin intihar ettiğine inanmadığını belirten Mehmet Emin, sürecin takipçisi olacaklarını ifade etti. 

Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Mardin Dargeçit İlçe yöneticilerinden olan Garibe Gezer, tutuklandığı günden bu yana 8 cezaevi değiştirdi. Cezaevi yönetimlerinin gerek hukuki gerekse insani ihtiyaçların temini konusunda süreci zora sokmak için böyle adımlar attığını ifade eden kardeş Mehmet Emin Gezer, Garibe'nin cezaevi süreci boyunca sürekli işkencelere, baskılara, tacizlere ve hakaretlere maruz kaldığını belirtti.  

'Garibe suçsuzdu, hiç boyun eğmedi'

Mehmet Emin Gezer, "Kardeşim suçsuzdu. Mücadele dolu bir insandı. Hayatı boyunca boyun eğmedi, hep dik durdu. İntihar etmek ve Garibe yan yana gelecek kavramlar değil. Böylesine mücadele dolu bir insanın, böylesine yaşam dolu bir insanın intihar edeceği ihtimali saçma kalıyor düşününce. Ayrıca ortada doğru düzgün bir suçlama ve ispat da yoktu. Deliller olmadan, birtakım iddialar ile içeride tutuldu kardeşim. Hatta gerek ailesi olarak bizler, gerek dava sürecini takip eden avukatlar, bir tahliye beklerken bir anda ölüm haberiyle karşılaştık" dedi. 

Yargıtay'a taşınan dosyadan beraat beklediklerini ifade eden Mehmet Emin, "Dışarı çıkacağına kesin gözüyle bakıyorduk. Süreç biraz da OHAL dönemine denk geldiği için uzadı. Kardeşim suçsuzdu. Beraat bekliyorduk" diye belirtti. 

'İntihar etmediğini biliyorum. Ortada bir rapor dahi yok'

Kardeşi Garibe Gezer'in intihar ettiğine inanmadığını ifade eden Mehmet Emin Gezer, "Ortada doğru düzgün bir otopsi raporu dahi yok. Kaç belge karalamışlar bize onu söylüyorlar. Bahsettikleri belgede ölüm nedeni dahi belirtilmemiş, düşünebiliyor musunuz?" diyerek süreci anlattı.

"Normalde otopsi yapılması gerekmez mi? Bu otopsiye ailesinden ya da avukatlarından birilerine haber verilmez mi? Bu prosedürlerin hiçbiri işletilmedi. Kardeşimin cenazesine karşı yapılan haberler, cenazesinin taşınmasına dahi izin verilmemesi tüm bunlara dair şüpheleri arttırıyor" diyen Mehmet Emin Gezer, şüphelerin üzerine gideceklerini ve hukuken ellerinden geleni yapacaklarını aktardı. 

'Garibe'yi infaz ettiler, intihar süsü verdiler'

Garibe Gezer'in taciz haberlerini aldıktan sonra intihar girişiminde bulunduğuna dair haberler aldıklarını ifade eden Mehmet Emin Gezer "Biz o süreçte de pek akıl erdiremedik bu intihar meselesine. Ayrıca kardeşimi intihar edebilme ihtimaline karşı tek kişilik ve süngerli bir odaya almışlar. Bir insan, tek başına, elinde hiçbir araç yokken, üstelik süngerli bir odada nasıl canına kıyabilir? Bunun mantıklı bir açıklaması var mı gerçekten? Üstelik taciz haberlerini aldıktan sonra sürekli haberlerde intihar girişimi falan diye duyumlar aldık. Bence tüm bunlar infaz etmek için ortamın hazırlanmasına yaradı. Biz beraat beklerken Garibe'nin ölüm haberi geldi. İntihara sürükleniyor ya da bunu tercih edeceği tarzında yapılan girdiler buna vesile olmuş olabilir. Eğer öyleyse de infaz sürecini kolaylaştırmış olur zaten" dedi.

'Göz yumanlar veya sebep olanlar bilsin ki takipçisi olacağız'  

"Neye güveniyorlar? Arkalarında kimler var bilemem. Ama bu devran böyle gitmez. O arkalarına sığındıkları güçler de baki kalmaz. Elbet bir gün hesabı sorulur tüm bunların" diyen Mehmet Emin Ezer, "İnfaz edilmiş olma ihtimali güçleniyor böyle bir durumda. Eğer böyleyse infaz eden kişilerin, bunu araştırmayan savcıların, hakimlerin, otopsi raporunda usulsüzlük yapan doktorların, bu sürece göz yuman sebep olan kim varsa takipçisi olacağız, hukuk mücademizi bırakmayacağız" açıklamalarında bulundu.

Halen bir kardeşi cezaevinde olan Mehmet Emin Gezer'in bir diğer kardeşi Bilal Gezer de "Kobani olayları" sürecinde öldürülmüştü. Kardeşinin 2014 yılında ölüm haberini Kocaeli'ndeyken alan, Dargeçit'e gelerek süreci araştırmak ve takip etmek isteyen Mehmet Emin Gezer, Dargeçit'te vurularak yaralandı ve felçli kaldı. Dargeçit İlçe Polis Karakolu'na başvuru ve takip süreci için giderken, sokakta yürüdüğü sırada 14 farklı silahtan açılan ateşle yaralanan Mehmet Emin Gezer, omuriliğine saplanan bir kurşun sebebiyle de belden aşağı felçli kaldı. 

"Toplamda 160 mermi kovanı bulundu olay yerinde. Ne bende, ne aracımda herhangi bir suç unsuru sayılacak delici bir eşya dahi yoktu. Ne bir uyarı ateşi, ne bir ikaz yapıldı. Hedef gözetilerek üzerime ateş açıldı" diyen Mehmet Emin Gezer, "Göstermelik 4 polis yargılandı, hepsi de beraat etti. Bugün de aynı hukuk işliyor. Ama biz yılmayıp gerçeğin ve hakkımız olanın takipçisi olacağız" dedi. (ÖZKAN ÖZTAŞ-SOL)

                                                                      ***

(2)Garibe Gezer’in şüpheli ölümü sonrası 'delil kaçırıyorlar' açıklaması

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Garibe Gezer'in otopsisinin avukatlar gelmeden yapılmasının delilleri kaçırmak anlamına geldiğini söyledi. 

Kandıra 1 No'lu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan ve burada sistematik işkenceye ve tecavüze maruz kaldığı belirtilen Garibe Gezer, konulduğu tek kişilik hücrede hayatını kaybetmişti.

Mezopotamya Ajansı'nda yer alan habere göre, Gezer'in ölümüne ilişkin açıklama yapan İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Gezer’in ölümünün cezaevinde yaşadığı hak ihlali ve hukuksuzluğun sonucu olduğunu söyledi. 

Gezer’in daha önce gardiyanların cinsel şiddet ve tecavüzüne uğradığını belirten Keskin, “Garibe yaşadığı bu hukuksuzluk karşısında bir hukuk mücadelesi sürdürüyordu. Bu soruşturma devam ederken tekli hücrede tutulmaya başlandı. En son ablasıyla telefonda görüşmüş ve moralinin iyi olduğunu söylemiş. Yani Garibe Gezer’in intihar edip etmediğini henüz bilmiyoruz, ama intihar etmiş bile olsa tek başına bir odada tutulması ve maruz kaldığı durum bile başlı başına intihara sürüklemeye götüren nedenlerdir” dedi.

Gezer ile en son yaptığı görüşmede Gezer’in çok kararlı göründüğünü belirten Keskin, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve hukuksuzlukların 90’ları aratmadığını vurguladı. Gezer'in otopsisinin avukatları olmadan yapılmasının delillerin kaçırılması anlamını taşıdığını belirten Keskin, “90’larda bile şüpheli olaylarda biz avukatlar mutlaka otopsilere girerdik. Savcılar, avukatları beklerdi. Ama artık hiçbir şekilde avukatlar otopsilere giremiyor bizden delil kaçırılıyor. Avukatların otopsiye alınmaması demek delil kaçırılması demektir. Oysa bir yargının bir tarafıyız ayrıca yasada 'avukat giremez' diye hiçbir hüküm yoktur. Ama arkadaşlarımız yolda olmasına rağmen otopsi yapılıyor” dedi.(SOL)                                               

                                                                 ***

(3)Garibe Gezer’in şüpheli ölümü: Cezaevlerinde taciz ve tecavüz

Eski Mardin Dargeçit DBP yöneticisi Garibe Gezer'in şüpheli ölümü sonrası cezaevlerindeki işkence ve cinsel saldırılar bir kez daha gündemde.

Kandıra 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde işkence gördüğünü ve cinsel saldırıya maruz kaldığını söyledikten sonra intihar ettiği iddia edilen eski Mardin Dargeçit DBP yöneticisi Garibe Gezer'in cenazesi dün Mardin'de defnedildi.

Cezaevi yönetimi avukatları otopsiye almazken, polis havalimanına gelen cenaze aracını geri gönderdi, Gezer’in avukatlarını ve cenazeye katılanları tartakladı. Ailesi ve avukatları 26 yaşındaki genç kadının ölümünün şüpheli olduğunu, hücre cezası bulunan Gezer’in kendisini asmasının mümkün olmadığını ifade ediyor.

Gezer’in avukatları Ekim ayında Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş, Gezer’in tutulduğu süngerli oda olarak bilinen tek kişilik hücrede gardiyanların sistematik işkence ve cinsel tacizine, sonrasında ise revir doktorunun ayrımcılığına maruz kaldığını rapor etmişlerdi. Konu HDP’li vekiller tarafından meclis gündemine taşınmış, ancak sorumlularla ilgili herhangi bir soruşturma açılmamıştı.

Cezaevlerinde sistematik işkence, taciz ve tecavüz

Gezer’in yaşadıkları ve şüpheli ölümü, cezaevlerinde kadın tutsakların yaşadığı sistematik işkence, taciz ve tecavüzü bir kez daha gündeme getirdi.

Konuyla ilgili kapsamlı bir raporu, “Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu” 25 Kasım dolayısıyla kamuoyu ile paylaşmıştı. “25 Kasım 2021 Her Şey Eskisi Gibi” başlığıyla yayınlanan raporda, büronun 24 yıllık çalışmalarına şu sözlerle yer veriliyor:

“Resmi güçler tarafından gözaltında, ev baskınlarında, sokak eylemlerinde ya da herhangi bir nedenle kadınlara ve trans kadınlara yönelik cinsel işkence, daima bir cezasızlıkla son buluyor. Bugüne kadar bize başvuran tüm kadınlara ilişkin açtığımız davalarda, bir tek ceza alan resmi görevli olmadı. Bu bile durumun ne kadar vahim olduğunun en açık göstergesi.”

24 yılda toplam 793, 2021 yılında 36 başvuru alan Hukuk Bürosu’nun verilerine göre, son bir yıl içerisinde 30 kadın taciz, 6 kadın ise tecavüze maruz kaldığını bildirdi. 2021’de başvuruda bulunan 36 kadının 34’ü siyasi tutuklu ve 13’ünün davası henüz sonuçlanmamış durumda.

Rapora göre kadınlar, gözaltında, ev baskınlarında, sokak eylemlerinde sık sık cinsel tacize ve cinsel saldırıya maruz kalıyorlar. Kadınlar cezaevlerine yerleştirilmiş kamera sistemiyle yaşamlarının her alanın takip edilmesini de açık ve sistematik bir taciz olarak değerlendiriyor.(SOL)