Skandal! Abdullah ve Hayrünnisa Gül'ün kayıp altınları! + Gül'ün damadından 2,5 milyon dolar, oğlundan 150 Cumhuriyet altını! -Talat Atilla /TURKTIME

 Skandal! Abdullah ve Hayrünnisa Gül'ün kayıp altınları! (24/12/2021)

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ismi, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı adayları arasında sıklıkla zikredilmeye devam ediyor.

Aldığım bilgilere göre Abdullah Gül, eşi Hayrünüssa Gül ve eski bir AK Parti milletvekilinin karıştığı bir olay, Türk siyasetinin en ilginç vakalarından birisi olmaya aday. 

Hazırsanız başlıyorum.

27.02.2015 tarihinde kurulan 
Abdullah Gül Vakfı'nı hatırlarsınız. 
İsmi çok gündemde değilse de, arada sırada kamuoyunun önüne çıkar.

İşte o Abdullah Gül Vakfı, parasını faize yatırmamak için varlıklarını altına çevirerek biriktirmeyi tercih eder.

Bu süreç normal seyrinde giderken Abdullah Gül'ün bir yakını, biriken altınların kazancını az bulmuş olacak ki, dahiyane bir yöntemle altınları çoğaltmanın formülünü bulur! 

GÜL'ÜN YAKINI, GÜL VAKFINA AİT 11 KİLO ALTINI İŞLETMEK İÇİN KUYUMCUYA  VERİR! 

Abdullah Gül Vakfı'na ait altınları bir kuyumcuda işletmek! 
Altınlar da az buz değil! 
İnsan elinin biraz taşıdığında yorulacağı kadar! 

11 kilo....
Ankara Ulus'taki kuyumcu bu 11 kilo altını uzun süre işletir.
Kazançtan memnun olan Abdullah Gül'ün yakını hızını alamaz ve Hayrünüssa hanımın da ne kadar altını varsa hepsini derleyip toparlayıp aynı kuyumcuya işletmesi için getirir.
Olayın kahramanlarından olan kuyumcumuz da çok uzaklardan değildir! 

KUYUMCU İFLAS EDER, VAKIFA VE HAYRÜNÜSA GÜL'E AİT ALTINLAR KAYBOLUR! 

Kuyumcu, eskiden AK Parti'de milletvekiliği yapmış! 
Gül'ün yakını kazancı arttırmak için üçüncü bir hamle daha yapar! 
Bu sefer de Hayrünüssa Gül'ün kızının düğününde takılan altınları kuyumcuya taşır! 
Ve bir gün tüm hesaplar karışır, her şey birbirine girer! 

GÜL ÇİFTİ YAKINLARINI KOVAR! 

Eski Ak Parti Milletvekili ve kuyumcu, iflas ettiğini söyleyerek ortadan kaybolur! 
Olayı ögrenen Abdullah ve Hayrünüssa Gül çifti şoka girerler ve yakınları olan kişiyi yanlarından uzaklaştırırlar! 
Altınların akibetini merak ediyorsunuzdur! 
Yazayım; 
Buhar! 
Kuyumcu! 
Yazayım; 
Buhar! 

Ya altınları kuyumcuya taşıyan kişi ! 
Yazayım; 
Ankara'da!

                                                                       ***

Gül'ün damadından 2,5 milyon dolar, oğlundan 150 Cumhuriyet altını!(25/12/2021)

Neredeyse yorumsuz olarak sizlere aktaracağım özel bir haberim var.
Neden yorumsuz derseniz.. 
Yoruma ihtiyacı yok! 

Eski Ak Parti Erzincan Milletvekili Tevhid Karakaya ve oğlu İhsan Karakaya 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yakın çevresinin milyon dolarlarını işlettiğini ögrendim. 

Sistem şöyle işliyor... 

Eski Ak Parti Erzincan Milletvekili Tevhid Karakaya oğlu İhsan Karakaya ile birlikte  Abdullah Gül'ün oğlu, damadı, özel kalem müdürü ve eski koruma daire başkanı Osman Cangal'dan topladığı milyon dolarlarla altın alarak onlara kar payı veriyor. 

İŞTE O LİSTE...

Karakaya'nın Abdullah Gül'ün yakın çevresinden altın ticareti ile kar payı adı altında aldığı paralar şöyle:

Abdullah Gül'ün oğlu Ahmet Münir Gül'den 150 Cumhuriyet altını... 

Abdullah Gül'ün damadı Mehmet Sarımermer'den 2,5 milyon dolar... 

Abdullah Gül'ün eski koruma başkanı Osman Cangal'dan 700 bin dolar... 

Abdullah Gül'ün özel kalem müdürü Ethem Doğan'dan 250 bin dolar. 

Eski Ak Parti Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Faruk Bayrak'tan 750 bin dolar. 

Gül'ün yakınlarıyla ticaret yapmak için neden böyle bir yolu tercih ettiğinin yanıtı elbette kendisinde saklı!

Talat Atilla /TURKTIME

KISA KISA GÜNDEM (25 ARALIK 2021)

 


1)İktidara yakın vakıflara ikinci maaş imtiyazı (Sözcü)

Türkiye Maarif Vakfı, Yunus Emre Vakfı, Kızılay ve Yeşilay'da görev alanların emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmeyecek. Maarif Vakfı yöneticilerine geçtiğimiz Temmuz ayında çift maaş imtiyazı verilmişti.Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na eklenen yeni maddeyle, Türkiye Maarif Vakfı, Yunus Emre Vakfı, Türkiye Kızılay Derneği, Yeşilay Cemiyeti ve Yeşilay Vakfında görev alanların emeklilik ve yaşlılık aylıklarının kesilemeyeceği karara bağlandı.
(YÖNETİCİLERİNE ÇİFTE MAAŞ İMTİYAZI SAĞLANMIŞTI) Geçtiğimiz Temmuz ayında ‘Çifte Maaşlılar’ kervanına Maarif Vakfı yöneticileri de katılmıştı. Kurumun 11 kişilik Mütevelli Heyeti, ikinci maaşa kavuşmuştu. Yönetim kademesinde 3 eski AKP milletvekili ile daha sonra bakan olan Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Mahmut Özer ve Esenler Belediye Başkan Yardımcısı Hasan Taşçı da bulunuyordu.(Resmi Gazete’de yayımlanan madde şöyle:) MADDE 24 – 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.“EK MADDE 20 – Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlardan Türkiye Maarif Vakfı, Yunus Emre Vakfı, Türkiye Kızılay Derneği, Yeşilay Cemiyeti ve Yeşilay Vakfında görev alanların bu aylıkları kesilmez. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce birinci fıkra kapsamına girenler adına Kurum tarafından fazla veya yersiz olarak yapılan ödemeler borç çıkarılmaz, çıkarılmış borçların ödenmemiş olan kısımları terkin edilir ve tahsil edilmiş tutarlar iade ve mahsup edilmez. Bu fıkra hükümlerinin uygulanması sebebiyle geçmişe dönük aylık, aylık farkı ve bayram ikramiyesi ödenmez.

2)Döviz almayacağım’ imzası atmayana kredi yok(MEHTAP ÖZCAN ERTÜRK-SÖZCÜ)

Türk Lirası cinsinden kullandırılan kredilerin amacına aykırı işlemlere konu edilmemesine yönelik gerekli inceleme yapılması için talimat verdiğini duyuran Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), bankaları yakın markaja alınca, bankalar çareyi müşteriye taahhütname imzalatmakta buldu. 
Bazı özel bankaların sadece ticari kredilerde, kamu bankalarının ise tüketici kredilerinde de şart koştuğu söz konusu taahhütnameyi imzalayan müşteriler, kullandıkları kredi ile ‘amacına aykırılık teşkil eden işlemleri yapmayacağını'; tespiti halinde ise ‘bankayı sorumlu tutmayacağını' kabul etmiş oluyor.Taahhütnamede kredinin kullandırım amacına aykırılık teşkil eden işlemler ise şöyle sıralanıyor: Döviz ve altın alım işlemleri, vadeli mevduat, repo, hisse senedi gibi finansal getiri sağlamaya dönük yatırımlar, vadesi gelmemiş diğer kredi risklerinin kapatılması, yurtdışına transfer yapılması ve kripto varlıklara veya sermaye piyasası dışına aktarılması.

3)AKP'li belediyenin milyarlık arsa satışı durduruldu.(SOL)

AKP'li Belediye Başkanvekili Aydın Pehlivan'ın Villakent Mahallesi'nde 1 milyar 600 milyon TL'yi bulacağı öne sürülen 160 parselin satışı için belediye meclisinden aldığı yetki yargıya takıldı. İzmir Menemen Belediyesi'nin Ekim ayı meclis toplantısında alınan kararla Villakent Mahallesi'ndeki 160 parselin satışı konusunda AKP'li Başkanvekili Aydın Pehlivan'a yetki verildi. CHP ve İYİP ise mülkiyeti belediyeye ait olan 1 milyon 600 bin metrekarelik alanın satışına karşı basın açıklaması ile dava açtığını duyurmuştu.

İzmir 2. İdare Mahkemesi "Dava konusu işlemin uygulanması halinde satış sürecine geçilerek söz konusu taşınmazların satışı suretiyle kamu yararı noktasında telafisi güç veya imkansız zararlara yol açabileceği açıktır" gerekçesiyle "yürütmeyi durdurma" kararı verdi. Söz konusu alanın değerinin 1 milyar 600 milyon TL'yi bulacağını öne süren CHP Menemen İlçe Başkanı Ömer Güney, "Yanlış hesap Bağdat'tan döner" dedi. 'İlçenin kaderini çizecek bir satış'   Güney yazılı açıklamasında şunları kaydetti:"Bu satış, ilçemizin kaderini çizecek bir satış. Başvurularımız, dört ayrı İdare Mahkemesi’ne yapıldı. 2. İdare Mahkemesi iki dosyayı birleştirdi ve yürütmeyi durdurma kararı verdi. 1. İdare Mahkemesi ret kararı verdi. 5. İdare Mahkemesi’ndeki başvurumuz henüz sonuçlanmadı. Bu, tabloyu değiştirmiyor. Sonuç itibariyle yargı da bu meseleyi hukuksuz bulmuş ve ileride telafisi zor zararlar doğurabileceği kararını vermiştir. Bu zarar, elbette Menemen’in ve Menemen Belediyesi’nin uğrayacağı zarardır. Hukuki mücadelemiz devam edecektir.” AKP idaresindeki belediyenin borç ödeme iddiasıyla bu satışı yapmayı amaçladığını söyleyen Güney, "Dosyanın sonuna kadar takipçisiyiz" diye konuştu. 

4)Karaburun Kaymakamı hakkında iddia: ‘Aldığı araziyi yapılaşmaya açtırıp sattı...’ (SOL)

İzmir'in Karaburun İlçesi Kaymakamı Serap Özmen Çetin'in satın aldığı "tarım alanı" vasfındaki 1347 metrekarelik arsayı, "zeytin salamura tesisi" kurulacağı gerekçesiyle yapılaşmaya açtırılmasını sağladığı ve iki ay sonra burasını sattığı iddia edildi. Karaburun Belediyesi'nin karara "şerh" koymasına rağmen İl Tarım Müdürlüğü'nün onayı ile yapılaşmaya açılan ve en az iki kat değerlenen arazinin Kaymakam Çetin sattıktan sonraki üç ay içinde üç kez el değiştirdiği ileri sürüldü. CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi hazırlayıp iddiaları TBMM gündemine taşırken, CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır ise "Kaymakam hanım emlakçı gibi. Görevden el çektirilmesi lazım" dedi.(Zeytin salamura tesisi ve eve İl Tarım’dan koşullu onay)  Karaburun Kaymakamı olarak Eylül 2018'de atanan Serap Özmen Çetin, iddiaya göre, 15 ay sonra, Mordoğan'ın Çatalkaya Mevkii'nde 1347 metrekarelik bir arazi satın aldı. Arazi, tapuda "arsa" olarak gözükse de Karaburun'un Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) ilan edilmesi dolayısıyla "tarım alanı" vasfında değerlendiriliyordu. Ancak birkaç ay sonra sürpriz bir gelişme yaşandı. İddiaya göre, Kaymakam Çetin, ilçedeki bir müteahhidi aracı olarak kullanarak, arazinin 130 metrekarelik bölümüne "zeytin salamura tesisi ve ev" kurmak için ilgili kamu kurumlarına başvurdu. Arazinin yapılaşmaya açılmasına olanak sağlayacak bu talep, İl Tarım Müdürlüğü'nce 23 Aralık 2020 tarihinde onaylandı. Tarım İl Müdürlüğü'nün "söz konusu evin tesisten önce yapılmaması ve parselin vasfının arsa olarak değiştirilmemesi ve ifraz edilmemesi" kaydıyla onay verdiği belirtildi. Daha sonra dosya Karaburun Belediyesi'ne geldi. Karaburun Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü, kamu kurumlarından "uygunluk" görüşleri alan arazi için 4 Ocak 2021 tarihinde "imar durumu evrakı" düzenledi. Arazinin tarım alanında kaldığı notu düşüldü. Ancak, Karaburun Belediyesi'nin şerh koymasına rağmen arazi için 16 Temmuz 2021 tarihinde yapı ruhsatı alındı. Bu tarihten sonra en az iki kat değerlenen araziye Kaymakam Serap Özmen Çetin'in taahhüt ettiği gibi "zeytin salamura tesisi" kurulmadı. Yolu da açılan arazi, Kaymakam Çetin tarafından yaklaşık 2 ay sonra, 21 Eylül 2021 tarihinde satıldı. Bu satışın ardından 3 ay içinde aynı arazinin 3 kez el değiştirdiği ileri sürüldü.(‘Aldım, sattım. Ne var bunda?’) Karaburun Cumhuriyet Başsavcısı Osman Berat Çetin'in de eşi olan Karaburun Kaymakamı Serap Özmen Çetin, yerel bir internet sitesinin araziyle ilgili sorularını yanıtsız bıraktı. Çetin'in "Kaymakamsam, kaymakamım. Kaymakamsam alamaz mıyım kardeşim arazi? Aldım, sattım. Ne var bunda yani?" diyerek gazeteciyi azarladığı iddiası bu web sitesinde yayınlandı.

Karaburun'a komşu Urla'da da geçen yıl benzer arazi iddiaları gündeme gelmişti. Urla Belediyesi'ne kayyum olarak atanan dönemin Urla Kaymakamı Önder Can'ın görev yaptığı ilçeden 3 milyon TL değerinde arazi satın aldığı öne sürülmüştü. Kaymakam Can, birkaç ay sonra görevden alınmış, merkeze çekilmişti.




5)Diyanet'in 'hanımefedisi' il il gezip çocuklara icazet belgesi dağıtıyor.(SOL)


Diyanet Başkanlığı’nda 'Hanımefendi' şeklinde hitap edildiği belirtilen Seher Erbaş, il il gezip gittiği müftülüklerde çalışmalar hakkında 'bilgi' alıyor, çocuklara 'icazet belgesi' dağıtıyor. 
Diyanet içinde “Hanımefendi” şeklinde hitap edildiği iddia edilen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşi Seher Erbaş, il ve ilçe müftülüklerini ziyaret edip çalışmalar hakkında “bilgi” alıyor. Kuran kurslarını ziyaret ederek “istişarelerde bulunan” Erbaş, “huzur dersleri” gerçekleştiriyor.Cumhuriyet’ten Sefa Uyar’ın haberine göre, Erbaş, son iki ay içinde üç farklı ilde çok sayıda ziyaret gerçekleştirdi. Seher Erbaş, Başkan Erbaş’ın da katılımı ile 2-7 Kasım tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı 29. Seminer Toplantısı sürerken 4 Kasım’da Antalya’da Hazreti Hatice 4-6 Yaş Grubu Kuran Kursu ile Fahriye Hatun Yatılı Kız Kuran Kursu’nu ziyaret etti. Erbaş, ziyaretkapsamında hem çocuklar hem de Diyanet personeli ile bir araya geldi.('İstişarelerde bulundum') Erbaş, 14 Aralık’ta “Diyanet Çocuk Kreş ve Gündüz Bakımevi”ni, 16 Aralık’ta da Gölbaşı İlçe Müftülüğü’nü ziyaret etti. “İlçe müftüsü ile eğitim hizmetlerine dair istişarelerde bulunduğunu” kaydeden Erbaş, daha sonra da Merkez Kuran Kursu ve Mevlana Kuran Kursu’nda konuşma yaptı. Erbaş, önceki gün de Kütahya’da, İl Müftülüğü’ne bağlı Kuran kursları ile hafızlık proje okullarında hafızlık eğitimini tamamlayan 36 öğrenci için düzenlenen icazet törenine katıldı. Törende, Kütahya Valisi Ali Çelik ile eşi Nezihe Çelik, Belediye Başkanı Alim Işık ve Diyanet İşleri Başkanlığı Müşaviri Belgin Konarılı da yer aldı. Erbaş, törenin ardından ise “Valilik konağında huzur dersi gerçekleştirildiğini” duyurdu. Huzur dersleri, “ramazan ayında padişahın huzurunda yapılan tefsir dersleri” olarak biliniyor ancak bu toplantılar, bir süredir Diyanet’in talimatı ve kadınların katılımıyla “tanışmak, gönül birliğinin sağlanması, birlik
ve beraberliğin tesis edilmesi” amacıyla düzenleniyor.

6)Beşiktaş Genel Kurulu'ndan Fikret Orman kararı.(Cumhuriyet)

Beşiktaş eski başkanı Fikret Orman’ın kesin ihraç talebiyle disipline sevki için verilen 114 imzalı dilekçe, kabul edildi.














7)İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vefatının 48. yılında mezarı başında anıldı.(Cumhuriyet)


İsmet İnönü'nün Anıtkabir'deki mezarı başında düzenlenen törene, İnönü ailesinin yanı sıra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve TBMM Başkanvekili Haydar Akar katıldı.
Törende ilk olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kabrine çelenk konuldu, saygı duruşunda bulunuldu. Heyet, daha sonra İnönü'nün kabrinin bulunduğu alana geçti. İsmet İnönü'nün öz geçmişinin okunmasının ardından Cumhurbaşkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri, CHP ve ailesi adına kabre çelenk bırakıldı. Saygı duruşunda bulunulmasının ardından İnönü ailesine taziye dilekleri iletildi.

8) 7 yıl sonra hak ihlali kararı verildi: "AYM'nin Aynur Kudin hükmü yeni bir süreci başlatabilir"(Dilan ESEN-BİRGÜN)

Aynur Kudin’in biber gazı nedeniyle ölümüne ilişkin AYM’den 7 yıl sonra karar çıktı: Yaşam hakkı ihlal edildi. Av. Yıldırım, “Daha özenli bir süreç başlayabilir” derken Av. Eyüboğlu, kimyasal gazların yasaklanmasını istedi. Polisin biber gazlı müdahalesi sonrası yaşanan ölümlere ilişkin Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) bir karar daha çıktı. AYM, hak ihlali kararı verdi. Karara konu olay, 8 Ekim 2014’te Urfa’nın Viranşehir ilçesinde yaşandı. İlçedeki protesto gösterisi sırasında S.K. adlı genç evinin önünde aracını araç park ederken polis tarafından gözaltına alındı. Bu sırada balkondan olayı gören 28 yaşındaki Aynur Kudin, kardeşinin bir suçu olmadığını belirterek bırakılmasını isteyince evinin balkonunda ve daha sonra sokakta biber gazına maruz bırakıldı. Fenalaşarak hastaneye kaldırılan Kudin, beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti. Başsavcılık olaydan 4 yıl sonra kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Yapılan itiraz da reddedilince baba Kadir Kudin, AYM’ye başvurdu. Yüksek mahkeme dün verdiği kararla Aynur Kudin’in yaşam hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Polislerin tanık ya da şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmadığına dikkat çekilen kararda, “Bu durum soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde tereddüte yol açacak bir eksikliktir” denildi. Kamu görevlilerinin hiçbir merciye hesap vermediklerine vurgu yapılarak yeniden soruşturma açılması istendi.





Bir avuç Dolar için - Orhan Gökdemir / SOL

 

'Her şey yeniden döner başa. Din, millet, vatan, ülke lafları havada uçuşur. Halbuki sonuçta yaptıkları her şey bir avuç Dolar içindir!'

1970’li yılların ikinci yarısı. Petrol fiyatları fırlamıştı, hükümet petrole ödeyecek döviz bulmakta zorlanıyordu. Milliyetçi Cephe Hükümetinin başı Süleyman Demirel durumu veciz bir şekilde ifade etmişti yine; “Ülke 70 sente muhtaçtı” … Ama “çok şükür” diye ekliyordu, “hacılarımıza 70 milyon Dolar bulduk.”

O sırada yeğeni Yahya Demirel memlekete Dolar kazandırmak için canla başla çalışıyordu. Bağlantılarını kurmuş, bir İsviçre firması ile anlaşmış, ceviz yatak odası ihraç etmeye başlamıştı. Rastlantı değildi yeğenin bu sektörü seçmesi. Mobilya ihracatı amcasının en çok teşvik ettiği işlerin başında geliyordu. 

Yeğen Yahya bu yolla o günün parasıyla 25 milyon lira vergi iadesi aldı devletten. Bu ikramiye, ülkeye kazandırdığı Dolarların küçük bir bedeliydi. 

Fakat tezgâhın aslı az zamanda ortaya çıktı. Yeğen mobilya diye sunta parçaları gönderiyordu yurtdışına. Hatta mobilyaları aldığı iddia edilen İsviçre firmasının da paravan olduğu anlaşıldı. Yeğenin imzasını taşıyan bu büyük dolandırıcılık olayı tarihe “Sunta yolsuzluğu” olarak kaydedildi.

“Peki sonucu ne oldu” diye merak edecekler için not edeyim; Maliye Bakanlığı 1975’te yeğen hakkında soruşturma açmak zorunda kaldı. Açılan yolsuzluk davasında hakkında yurtdışına çıkış yasağı konulan yeğen iki yıl sonra yurtdışına kaçtı, İsviçre'ye yerleşti, devletten söğüşlediği vergi iadelerini ezerek keyif çattı. 12 Eylül’ün ardından hayali ihracat suçundan 4 yıl hapis cezası aldı, yurtdışında olduğundan 1981’de vatandaşlıktan çıkarıldı. Baktı ki ceza yatılmayacak gibi değil, döndü, cezaevine girdi. 1984'te toplu kaçakçılık suçundan 36 yıl daha verdiler. Yargıtay kararı bozdu. Bir yıl sonra yeniden vatandaşlığa alındı, döviz kaçakçılığı davasından beraat etti, mobilya kaçakçılığı suçundan 23 yıl yedi. Yargıtay 1986’da o kararı da bozunca hapisten çıktı. Hakkında açılan davalar 1987'de zamanaşımına uğradı. Yeğenin çaldığı yanına kâr kaldı. 

Baktı dava mava hepsi hikâye, Yahya işi büyütmeye girişti. 1990’lı yılların başında KKTC’de “Kıbrıs Yatırım Bankası” adıyla bir banka kurdu. Fakat bu iş de az zamanda patladı. Aslında ortalıkta bir banka yoktu. Ama yeğen o hayali banka ile devleti milyonlarca Dolar dolandırmayı başarmıştı. 

                                                                           ***

Yeğen yeğene baka baka kararır demişler. 1990’lı yılların sonunda aynı adlı bir yeğen daha iş dünyasına destursuz daldı. Gerçi amca Cumhurbaşkanıydı ama olsun. Bu ikinci Yahya, Süleyman Demirel'in kardeşi Şevket Demirel'in oğlu Yahya Murat Demirel’di. Yeğen İş bilir II. Yahya 1998’de Egebank’ı alarak en genç banka patronlarından biri olmayı başardı. Ancak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bir yıl sonra Egebank’a el koydu, yeğen II. Yahya bankayı hortumlamaktan tutuklandı. İki yıl sonra tutuksuz yargılanmasına karar verildi. 2004'te Bulgaristan’a kaçarken yakalandı. Gerisini tahmin etmişsinizdir. 

Süleyman Demirel ülkeyi kısa fasılalarla neredeyse yarım yüzyıl yönetti. Çocuğu yoktu ama yeğeni boldu. Yoksul halkımızın dişinden tırnağından arttırılarak toplanan vergiler sistemli bir biçimde o yeğenlere akıtıldı, bir yeğenler saltanatını kurmak için kullanıldı. Demirel dönemi sona ererken ülke hâlâ 70 sente muhtaçtı. 

***

Demirel dönemi 12 Eylül Cuntası marifetiyle ve silah zoruyla kesintiye uğratılınca Turgut Özal döneminin kapısı aralanmış oldu. Kendini başbakanlık koltuğunda bulan Özal, yeni bir yönetme tekniği icat etmişti; Dolar getiriyorsa suçu yasallaştır! Doları da geldiği yer olan ABD’yi de çok seviyordu. Bir de zenginleri seviyordu. Ömrünü Dolarları ülkeye çekmeye ve çekilen Dolarları zenginlerin cebine istiflemeye adamıştı. 

Dönemi sınırsız ve utanmaz bir yağma dönemiydi haliyle. Öyle ki adı hayali ihracata karışmamış dış ticaret şirketi kalmamıştı. Malların fiyatı ve ağırlığı şişirilerek başlandı yağmaya. Sonra ona da gerek kalmadı. Çerçöp dolu sandıklar dışarıya gönderiliyor ve güya ihracattan kazanılan Dolarlar geri getirilip, vergi iadesi alınıyordu. İş öylesine çığırından çıktı ki, çerçöp toplayıp sandıklamaktan da vazgeçtiler. İhracat bütünüyle hayali belgelerle hayali gümrüklerden yapılıyordu artık.

Ülkenin her yerinden dış ticaret şirketleri fışkırıyordu. Adı sanı bilenen patronların yanında ünlü mafya babaları da ihracatçı olmuş, Ertan Sert, Turan Çevik, Uğur Süzer, Orhan Aslıtürk, Necdet Ulucan, Dündar Kılıç, Fevzi Öz, Kürt Ahmet, Haydar Koç, Nurettin Güven, Berber Yaşar, Muhammet Ciğer, hepsi ihracat yapan birer iş adamına dönüşmüştü. Hayali ihracatçıların kralı Kemal Horzum’du. Hayali şampiyonu HORTAŞ AŞ adlı şirketinin başına MİT Müsteşar Yardımcısı Mustafa Arda’yı oturtmuştu. Yönetim kurulu üyelerinden biri sağcı Tercüman gazetesinin Ankara temsilcisinin oğluydu. Ortakları arasında emekli paşalar ve mafya babaları vardı. Hepsi Horzum’un himayesinde barış içinde bir arada yaşayıp gidiyordu. 

Horzum bir yandan bürokratları, üst düzey polis şeflerini, önde gelen istihbaratçıları paraya boğarken, diğer yandan sağ siyasi partileri finanse ederek geleceğin taşlarını döşüyordu. Devlet ona vergi iadesi vermek için yanıp tutuşuyor, kamu bankaları kredi vermek için birbiriyle yarışıyordu. Emlak Bankası’nın 90 milyon Dolar’ın o hayhuy içinde cebe indirmişti. İşler ters gitmeye başlayınca başka yollara da “tevessül” etti. ANAP kongresinde Başbakan Özal’a yönelik suikast girişiminin arkasında onun olduğu söyleniyordu. Suikastçı Kartal Demirağ, Horzum gibi Afyonlu'ydu ve hesabına Horzum tarafından para aktarıldığı ortaya çıkmıştı. 

Sağ siyasetçilerin “Kutsal Dolar Davası”ydı bu. Uğruna yapılan bütün işler meşruydu haliyle. İhracatı hayali yapan da hayali Dolarları getiren de vatanseverdi. Öyle ki Başbakan Özal bu hayali düzeni eleştirenleri “sol amigolar” diye suçlayacaktı. Bir avuç Dolar davasına inanmayan bir tek onlar vardı zira. Liberaller, yandaşlar, yağdanlıklar hayali ihracatı öve öve bitiremiyor, memlekete Dolar gelmezse oluşacak felaketleri hatırlatarak hırsızlığa ve ahlaksızlığa yol veriyorlardı.

***

Özal ihracat teşviklerinin yanında kaçakçılığı da yasallaştırmaya karar vermişti. Sonuçta her şey bir avuç Dolar içindi.  

Yasalarda yapılan düzenlemeden önce Davos’ta ünlü silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla bir zirve düzenledi. Ülkenin içinde bulunduğu Dolar sıkıntısına çözüm aranan toplantı Zürih’teki Dolder Oteli’nin bir odasında gerçekleşti. Zirveye uyuşturucu kaçakçısı Berber Yaşar, kara para trafiğini yöneten Lübnanlı Muhammed Şekerciyan, hayali ihracatçı Uğur Süzer, eski Genelkurmay Başkanı Necret Üruğ’un oğlu Hadi Üruğ, kara para aklayıcısı Yakup Kefeli ile Suphi Aşıcıoğlu, altın ve döviz kaçakçısı-hayali Turan Çevik, Behçet Cantürk’ün ortağı Emin Görpe ile altın kaçakçısı Yaşar Aktürk katıldı. Masanın karşı tarafında devleti temsilen Özal’ın ekonomi danışmanı Güneş Taner, oğul Ahmet Özal, Milletvekili Mehmet Perçin ve Emlakbank Genel Müdürü Bülent Şemiler oturuyordu. Konuştular, anlaştılar.

Bu görüşmeden kısa bir süre sonra döviz suçlarına ceza kaldırıldı, altın ve kıymetli taş kaçakçılarına af getirildi. Pasaport Yasası değiştirildi, kaçakçılara pasaport verilmesinin yolu açıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 1983 başlarında oluşturulan Kaçakçılık ve İstihbarat Dairesi’nin yurtiçi ve yurtdışı birimleri kapatıldı. Kimliklerinden silah ve uyuşturucu sabıkası silinenler bu düzenlemelerle saygın iş adamı kimliğine kavuştu. 

Bu düzenlemelerin ardından İsviçre’den ülkeye büyük miktarda Dolar girişi oldu. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen kara Dolarlar hayali ihracat yapanlar aracılığıyla oluk oluk ülkeye akıyordu. Yoksul halkımızın dişinden tırnağından arttırılarak toplanan vergiler sistemli bir biçimde o kaçakçılara akıtıldı, bir prensler-papatyalar saltanatını kurmak için kullanıldı. Özal dönemi sona ererken ülke hâlâ 70 sente muhtaçtı.

***

Geldik bugüne. Dolarların yurtdışına kaçışını durdurmak için Merkez Bankası kasasında ne kadar Dolar varsa bozdurup harcadılar ama Doların dolmasını durduramadılar iddialara göre. O sırada ülkedeki bankalarda bulunan döviz mevduatının toplam mevduata oranı yüzde 55’i geçti. Yani ülkenin birikimlerinin yarısından fazlası Dolar hesabında. 

Bu operasyonlar sırasında yurtdışında mukim büyük Dolar hesaplarının varlığını da öğrendik. Erdoğan’ın Dolar düşürme operasyonu sırasında “yerli biri” tarafından piyasaya 40 milyar dolar sürülmüştü mesela. Para babasının yeri belliydi ama parasının kaynağı belli değildi. O 40 milyar Dolar’ın geldiği yerde daha ne kadar olduğu da bilinmiyordu. 

Son 50 yılda ülkeyi yöneten sağ partilerin Dolar hikayesidir bu. Ülkeye Dolar doldurmak için gelirler ama Dolarları boşaltıp giderler, bir de bakarlar ki ülke 70 sente muhtaç olmuş. Her şey yeniden döner başa. Din, millet, vatan, ülke lafları havada uçuşur. Halbuki sonuçta yaptıkları her şey bir avuç Dolar içindir! 

Orhan Gökdemir / SOL

Beşiktaş’ın açıkladığı raporun ayrıntıları belli oldu ‘10 yılda kaybolan paralar nerede?’ - YENİÇAĞ


Beşiktaş resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu yayınlandı.

Süper Lig ekiplerinden Beşiktaş'tan flaş bir açıklama geldi. Siyah-beyazlılar resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102.200.434 EURO (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıklamıştı.

Beşiktaş Kulübü'nün KAP'a yaptığı bildirimin detayları ortaya çıktı.

İşte o detaylar;

-Futbolcu, Teknik Adam, Temsilci ve İlişkili İşlemlerde tespit edilen istisnai durumlar sebebiyle ortaya çıkan ilave yükümlülükler,

-Feragat edilen yetiştirme tazminatları,

-UEFA ve TFF tarafından kulübe kesilen cezalar,

-Bir futbolcuya sözleşmesinde taahhüt edilen imza parasının kendisine ödenmemiş olması,

-Bir futbolcu ile imzalanan protokoldeki ödeme vadelerine uyulmaması,

-Bir spor kulübüne yapılan yatırım sebebiyle katlanılan ilave maliyetler,

-Futbolculara sözleşmelerinde taahhüt edilenden daha fazla sayıda uçak bileti sağlanması,

-Futbol takımı kullanımındaki ultrason cihazının kaybolması,

-Haksız Sözleşme Feshi Tazminatı,

-Karşılıklı Sözleşme Feshi Tazminatı,

-Satış komisyonu bedeli,

-Ortalamanın üzerinde temsilcilik bedeli,

-İfa edilmeyen döneme ilişkin temsilcilik bedeli,

-Borçların zamanında ödenmemesi sebebiyle oluşan ilave maliyet,

-Tedarikçiler tarafından başlatılan icra takipleri sebebiyle katlanılan ilave maliyetler,

-Alternatif teklif alınmamış satın alma işlemleri,

-Tedarikçilere ödemelerin zamanında yapılmaması sebebiyle katlanılan vade farkı maliyetleri,

-Çin kampı organizasyon maliyeti,

-Uydu bant kiralaması,

-20 Ekim 2019 tarihi itibariyle tahsil edilmemiş ve fakat gerekçesi belirlenememiş avans bakiyeleri,

-Kapsamı belirlenemeyen hizmet alımları,

-Bilet ve loca faaliyetlerinde tespit edilen aksaklıklar ve istisnai durumlar.

                                                                    ***

Beşiktaş'ta eski yöneticiler için çanlar çalmaya başladı! Artık top savcıların elinde

Beşiktaş Kulübü’den mali tablo ile ilgili son yapılan açıklama ortalığı karıştırdı. Raporda yer alan bilgiye göre 2009-2019 yılları arasındaki dönemde 102 milyon euronun(1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) kayıp olduğu iddia edildi.

Beşiktaş Kulübü’nden gece yarısı yapılan açıklama gündeme bomba gibi düştü.

Siyah-beyazlılar resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102.200.434 Euro (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıkladı.

Raporda usulsüz ve emsaline uygun olmayan harcamaların yapıldığı tespit edildiği belirtildi. KAP’a bildirildiği için de hukuki sürecin başlaması bekleniyor.

Geçtiğimiz dönemde bazı Beşiktaşlı yöneticiler düzenlenecek mali kongre için “hesap vermeye değil hesap sormaya geleceğiz” demişti.

Yarın yapılacak olan mali kongreye o yöneticilerin katılıp katılmayacağı merak konusu oldu.

"3 YIL DEMİRÖREN, 7 YIL FİKRET ORMAN DÖNEMİ"

Konuyla ilgili TRT Spor yorumcusu Fırat Günayer'den ilk değerlendirme geldi. Günayer, "Açıklanan rapor 2009-2019 yıllarını kapsıyor. Bu rapor 3 yıllık Demirören, 7 yıllık Fikret Orman dönemini inceliyor. Rapordaki maddelerin detayları açıklandıktan sonra yorum yapmak lazım. Hangi futbolcu, hangi transfer, isimler, dönemler, bu detayları görmek lazım" ifadelerini kullandı.

                                                                 ***

Beşiktaş Kulübü kimsenin yayınlayamaz dediği raporu açıkladı! KAP'a bildirdi

Beşiktaş resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102 milyon 200 bin 434 EURO (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıkladı.

Süper Lig ekiplerinden Beşiktaş'tan flaş bir açıklama geldi. Siyah-beyazlılar resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102.200.434 EURO (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıkladı. 

"Kamuoyuna Duyuru

KPMG Bağımsız Denetim ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik Anonim Şirketi tarafından hazırlanan ve 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu 23.12.2021 tarihinde Kulübümüze teslim edilmiştir. Anılan raporda Beşiktaş Jimnastik Kulübü Derneği ve Bağlı Ortaklıkları için toplamda 102.200.434 EUR tutarında istisnai durum tespit edildiği görülmüştür (Gelir-Gider kayıtlarında yer alan tutarlar; TCMB tarafından evrak-kayıt tarihlerinde açıklanmış olan EUR alış kurları dikkate alınarak, Bilanço kayıtlarında yer alan tutarlar; TCMB tarafından 20.10.2019’da açıklanmış olan EUR alış kuru dikkate alınarak, belirli bir dönem içinde oluşan tutarlar ise; ilgili döneme ilişkin TCMB tarafından açıklanmış olan EUR alış kurları dikkate alınarak hesaplanmıştır)."

(YENİÇAĞ)



Öğrenciye kotalı ekmek + 5 yılda 230 bin öğrenci okul kaydını dondurdu - BİRGÜN

 Öğrenciye kotalı ekmek - Yağmur Beril VAROL / BİRGÜN

Akdeniz Üniversitesi Yemekhanesi’nde öğrencilere verilen ekmeğe kota getirildi. KYK yurtlarının yemekhanesinde ise su ve içecek kısıtlandı.

Akdeniz Üniversitesi Merkez Yemekhanesi’nin, yemek ücretlerini 2,45 TL’den 4 TL’ye çıkarmasına rağmen ekmeğe kota getirildiği ortaya çıktı. Öğrenci başına iki ekmekten fazlası verilmezken ekmeklerin başında görevli beklediği ve ikiden fazla ekmek alan öğrencilerin para ödediği öğrenildi. Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı öğrenci yurtlarının yemekhanelerinde de tuz, baharat, yağ ve limon gibi ürünlerin parayla satıldığı ancak öğrencilerin tepkileri sonrasında bu uygulamanın geri çekildiği ve ürünlerin görevliler tarafından öğrencilere verildiği belirtildi. Yemekhanelerde su ve diğer içeceklere ise bir tane alma şartı konuldu.

KISITLAMA GETİRDİLER

Daha önceki yıllarda ekmekte bir kısıtlama olmadığını diledikleri kadar alabildiklerini belirten Akdeniz Üniversitesi öğrencisi Hasan, “2 ekmekten sonrası için kısıtlama getirdiler” dedi. Hasan, şunları söyledi: “Sanki biz keyfimizden fazladan ekmek alıyoruz. KYK bursuyla geçinmeye çalışıyoruz. Bazen oradan fazladan ekmek alıyorduk, dışarıda para vermeyelim diye. Bizi hem buna mecbur bırakıyorlar. Hem de kısıtlama getiriyorlar. Bir de pandemiden önce yemekhanede tek öğünün fiyatı 2 TL 45 kuruştu şimdi ise 4TL’ye yükseldi.”

Akdeniz Üniversitesi öğrencisi Ayşen B. ise şöyle konuştu: “Yemekhanede artık 2’den fazla ekmek almak istediğimizde ekmek başına 50 kuruş ödeme yapmamız gerekiyor. Bizim 13 TL’ye kadar hakkımız var bu hakkı doldurduğumuzda ödeme yapmamız gerekiyor. Bunun dışında da baharatlar, tuza, yağ ve limon gibi ürünler daha düne kadar ücretliydi. Öğrencilerin tepkileri sonrasında tekrar ücretsiz hale getirdiler ama bu seferde su ve içeceklere kota koydular. Peçeteleri bile masadan kaldırdılar. Yurt yönetimi ise ‘iyi niyetimizi suiistimal ediyorsunuz her şeyi tepeleme alıyorsunuz bu yüzden kaldırıp ücretlendirdik’ dedi.”

Akdeniz Üniversitesi’nde ikinci öğretim olarak öğrenim gören bir başka öğrenci de “Yemekhaneye saat 20.00 gibi geldiğimde doğru düzgün yemek kalmamış oluyor. Hâlbuki saat 22.00’ye kadar yemek olması gerekiyor. Kalan yemekler doyurucu olmuyor ancak mecburen almak zorunda kalıyorum. Aldığım yemekler 13 TL’lik kotayı bulmuyor ancak buna rağmen ikinci su, soda veya meyve suyu almama izin verilmiyor. Böylece hakkım olan 3 veya 4 TL her gün kasaya kalıyor” diye konuştu.

Akdeniz Üniversitesi ise açıklama yayımladı. Ekmek dağıtımının görevli personelin eşliğinde kontrollü şekilde yapıldığı belirtilen açıklamada, "Uygulamada ekmeğin hijyenik ortamda dağıtımı dışında amaç yoktur, öğrencilerimiz diledikleri kadar ekmek almakta özgürdür" denildi.                                                             ***

5 yılda 230 bin öğrenci okul kaydını dondurdu.(BİRGÜN)

CHP Ankara Milletvekili Levent GÖK tarafından Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in yanıtlaması istemiyle öğrencilerin barınma sorunlarına ilişkin verdiği soru önergesine gelen yanıta göre; son 5 yılda yıllık ortalama 46 bin 119 öğrenci kayıt dondurdu.

CHP Ankara Milletvekili Levent GÖK, eğitim-öğretim yılının öğrencilerin barınma sorunları ile başladığını ifade etmiş, ekonomik krizin etkisiyle artan yurt ücretleri ve ev kiraları sebebiyle öğrencilerin okullarına kayıt yaptırmadığını veya okullarını dondurduklarını belirterek, konuya ilişkin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermişti.

Gök’ün soru önergesine cevap YÖK’ten geldi.

YÖK’ten yapılan açıklamada kaydını donduran öğrenci verilerinin 2017 yılından itibaren derlenmeye başlandığı ifade edildi. 5 yılda kayıt donduran öğrencilerin toplam sayısının 230 bin 595 olarak açıklayan YÖK’ün cevabında, ekonomik kriz ve barınma sorunlarının kayıt dondurmalara olan etkisine ise yer verilmedi.

Ayrıca YÖK’ten gelen açıklamaya göre üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı geçen yıla göre 43 bin 539 azaldı, kayıt yaptırmayan öğrencilerin sayısı ise 18 bin 971 arttı. 2021 yılı son 4 yıl içerisinde üniversiteye kayıt yaptırmaya hak kazanan öğrenci sayısının en düşük olduğu yıl olarak kaydedildi. 

Prof. Dr. Korkut Boratav, Boric'in zaferini değerlendirdi: Şili’den alınacak dersler - Tuna KOÇ / BİRGÜN

 


Şili halklar için sembolik bir değer taşıyor. Neoliberalizmin başladığı ülkede farklı sol akımları içeren neoliberalizm karşıtı cephenin adayı Boric seçimi kazandı. Şili ve Latin Amerika deneyimleri Türkiye için de önemli dersler içeriyor. Sağcı yönetime karşı ılımlı burjuvazinin işbirliğiyle bir yumuşak geçiş modeli mi tercih edilecek, yoksa sermayenin tahakkümüne karşı cephe alan radikal bir program mı? Tercih edilecek olan model ülkenin kaderini belirleyecek.

Güney Amerika ülkesi Şili’de solun adayı Gabriel Boric’in pazar günkü seçimde faşist diktatör Alberto Pinochet hayranı sağcı Jose Antonio Kast’a karşı elde ettiği başarı, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Zafer konuşmasında “Neoliberalizm Şili’de başladı, burada bitecek” diyen Boric’in başarısı, dünya solu açısından da tarihsel bir deneyim teşkil ediyor. Şili’de yaşananları, dünya ve Türkiye solunun alması gereken dersleri Prof. Dr. Korkut Boratav ile konuştuk.

SOL, O DEFTERİ KAPATTI

Boric solun ortak adayı olarak Şili’de devlet başkanı seçildi. Seçim zaferi sokakta, meydanlarda gelişen bir sürecin sonucuydu. Şili hem Latin Amerika hem dünya sistemi açısından da özel bir yerde duruyor. Şili’deki bu zaferin tarihsel anlamı nedir?

Dünya halklarının şu anda karşı karşıya olduğu ağır sorunlardan dolayı Şili sembolik bir değer taşıyor. “Ağır sorunlar” derken, kapitalizmin neoliberal düzenleme biçimini kastediyorum. Bu düzenleme biçimi, özünde, sermayenin sınırsız tahakkümünü dünya çapında yerleştirme tasarımıdır. Sadece ekonomi politikalarıyla değil emperyalizmin devlet gücüyle de birleşerek. Bu büyük dönüşümün en önemli adımları 1980’de Britanya ve ABD’de atıldı. Şili ise, bu önemli dönüşümün, daha önce, adeta deneysel olarak hayata geçirildiği ilk ülkedir. Şili’nin yeni başkanı Boric, bu tespiti hatırlatıyor: Neoliberalizmin başladığı ülke Şili’dir. 1973’te Pinochet darbesiyle başladı bu sancılı süreç. Şili sonrasında da Güney coğrafyasına neoliberalizm, askeri darbelerle yerleşti. Latin Amerika ve Türkiye örnektir. Bizde 24 Ocak 1980 kararları ile başlatılmak istenen bu modelin parlamenter sistem içinde yürütülemeyeceği anlaşıldı, dönüşümü 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştirdi. Aşağı yukarı Margaret Thatcher ve Ronald Reagan’ın uygulamaları ile eş-zamanlı olarak hayata geçirildi. Şili ise birkaç yıl öncesinde ilk adımları atmıştı.

2021 Aralık ayında Şili’de devlet başkanlığı seçimini farklı sol akımları içeren geniş bir cephenin adayı kazandı. Neoliberalizmi ilk uygulayan bu ülke, kırk beş yıl sonra neoliberalizm karşıtı bir programı benimsediği için solcu Gabriel Boric’i yönetime getirdi. Pinochet darbesi Şili’ye neoliberalizmi nasıl, nereden getirdi? Bu modelin teorik ve iktisadi altyapısını oluşturan odaklardan biri Milton Friedman’ın öne çıktığı Chicago Üniversitesi Ekonomi Bölümü’dür. 1973 darbesinden hemen sonra Milton Friedman’ın “Chicago Çocukları” denen Şili’li öğrencileri ülkelerine geldi; hocalarının rehberliği altında neoliberal modeli adım adım hayata geçirdi. Çarpıcı örnek Şili’ye getirilen özel emeklilik ve sağlık sistemidir. Finans kapitalle birleşmiş bir özel sosyal güvenlik sisteminin ilk biçimidir bu. Bu model, daha sonra tüm Batı’ya örnek oldu. Şili’de 2019’da yaygın, kapsamlı, bir yıl süren bir halk kalkışması gerçekleşti. Bu eylemleri sürükleyen kitlelerden biri de özel emeklilik sigortasının mağduru olan yaşlı kuşaktır.

PLANLARI TUTMADI

Aynı zamanda tarihsel bir hesaplaşma olarak da okunabilir mi?

Elbette, Şili seçimini, Latin Amerika’nın önce solu ezen, sonra yeniden solu keşfettiği, bir başka sancılı tarihsel dönemin son adımı olarak da değerlendirebiliriz. 1980’li yıllarda Latin Amerika’da Şili örneği izlendi. Arjantin’de, Brezilya gibi büyük ülkeler başta olmak üzere, tüm kıtaya neoliberal model askeri darbelerle taşındı. Yirmi yıl boyunca Latin Amerika’da neoliberal dönüşüm sineye çekildi. Askeri rejimlerden temsili demokrasiye geçiş sonrasında, 2000’li yılların başından itibaren halk sınıflarında sermayenin ve ABD emperyalizmin tahakkümüne direnç yaygınlaştı. Dönüşümün ilk adımı, 1998’de Hugo Chavez’in Venezuela’da iktidara gelmesidir. Temsilî demokrasiye dönüş, sola yöneldi. Brezilya’da Lula, Bolivya’da Morales, Ekvador’da Correa, Arjantin’de Kirchner ve diğerleri, “pembe dalga” diye anılan, çeşitli renklerde solu iktidara getirdi.

DALGALAR BENTLERİ AŞTI

Bütün bunlar olurken egemenler de boş durmadı tabii!

Latin Amerika’daki pembe dalga, ABD hegemonyasını reddeden, Brezilya, Ekvador, Bolivya, Nikaragua’yı Küba ile birlikte ALBA örgütünde birleştirdi. Sonrasında ABD emperyalizmi, finans kapital ve yerli işbirlikçileri “pembe dalga”yı önleme yöntemleri aradı. Kanlı, zalim askeri darbeler itibardan düşmüştü.

Pembe dalga, sermayenin ve emperyalizmin kapsamlı hegemonyasını tehdit ediyordu, önlenmeliydi. Latin Amerika’da başkanlık sistemi yaygın. Bazen konjonktürel etkenlerle solcu bir lider başkan seçilebiliyor veya seçildikten sonra sola kayıyor. 2010’lu yıllara doğru egemen güçler yeni bir önleyici yöntem keşfetti: Sivil/askeri darbe karışımları.

Bir darbe solcu lideri iktidardan uzaklaştırıyor, ama temsilî demokrasiye hızla dönülüyor: İlk örnek 2009’da Honduras’ta uygulandı. Başkan Manuel Zelaya bir darbeyle sabah saatlerinde alındı, uçağa bindirildi, Honduras’tan Costa Rica’ya sürgüne götürüldü. Aynı gün meclis toplanıp başkanı görevden aldı ve başkan ve partisinin katılması engellenen bir seçimle iktidar ABD yanlısı faşist bir başkana devredildi. 2012’de Paraguay’da benzer bir operasyon gerçekleştirildi. 2019’da Bolivya’da Evo Morales darbeyle devrildi, parlamento başkanı kendisini geçici başkan olarak atadı.

Askerî değil “sivil darbe” özelliği taşıyan bir örnek 2015’te Brezilya’da denedi. Brezilya’da İşçi Partisi’nden Başkan Dilma Roussef’in iktidardan uzaklaştırılması, geçersiz suçlamalarla parlamento tarafından gerçekleştirildi. Daha sonra, bir önceki başkan Lula da Silva’nın başkanlığa getirilmesi, tümüyle düzmece olduğu sonra ortaya çıkan suçlamalarla yargılanması sonunda önlendi. Faşist Jair Messias Bolsonaro’nun 2019’da iktidara gelmesi böyle mümkün oldu. 2009-2019 arasında on yıl boyunca, sözünü ettiğim yarı-sivil darbeler solcu iktidarlara son verdi. Artık, sivil darbe yöntemlerinin dahi uygulanamaz olduğu bir dönem yaşıyoruz. Sol dalga yeniden yükseliyor. Latin Amerika’da sol dalganın iki kıdemlisi olan Venezuela ve ilk sosyalist rejim olan Küba, bütün ağır yaptırımlara karşın ayakta kalabildi. Nikaragua’da Sandinista rejimi de ayaktadır.

Morales’in eski ekonomi bakanı Luis Acre de başkan seçildi hatta.
Morales’in 2019’daki başkanlık seçimini kazanmış olduğu daha sonra kanıtlandı. Fakat faşist-ırkçı güçler darbeyi önceden hazırlamıştı. Seçim sonuçlarına itirazlar, faşist ve ırkçıların şiddet elemleriyle bütünleşti. Polis karışmadı. Sonunda ordu iktidara el koydu. Morales herhalde öldürülecekti. Uçakla Meksika’ya geçebildi, sığınma talebi Meksika ve Arjantin tarafından kabul edildi. Ama MAS, örgüt olarak dağılmadı, ayakta kaldı. Darbecilerin tasarımı tutmadı. Morales’in ekonomi bakanı başkan seçildi, Morales döndü. Diğer örnekler göz atalım. Peru’da solcu bir köy öğretmeni, José Pedro Castillo başkanlığa seçildi. Sermaye partileri görevden almayı deniyorlar,başaramadılar. Honduras da bir başka başlangıç ve bitiş dönemini temsil eder. Sivil darbelerin başlangıç tarihi 2009 Honduras’tır, 2021’in Kasım’ında darbe mağduru Zelaya’nın eşi Xiomara Castro devlet başkanı seçildi. Böylece ilk sivil darbe deneyiminin defteri de 12 yıl sonra kapandı. Bu bakımdan da 2021’de Şili ve Honduras’ın temsil ettiği iki sembolik dönüm noktasındayız.Ümit edelim ki Latin Amerika’nın 21’nci yüzyıl başlarken başlattığı, sermaye tahakkümüne karşı direnme filizlenmeleri kalıcılaşır ve bu coğrafyaya da adım adım taşınır. Türkiye’ye er-geç taşınacağını beklemeliyiz.

İkinci bir pembe dalga başlamıştır diyebilir miyiz o zaman?
Pembe dalga, sermaye tahakkümüne karşı iki yelpazeye ayrışmıştı. En yumuşak uç Şili’dir. İnsafsız ve gaddar Pinochet rejimi son bulduktan sonra sermaye tahakkümünü sineye çeken, salt demokratikleşmeyi yeğleyen bir seçenek içerdi Şili. Allende’nin partisi olan Sosyalist Parti ve Hıristiyan Demokrat Parti bir demokrasiye geçiş anlaşması ve Concertacion denilen bir ittifak oluşturdu. Bu anlaşmayı, başkanlık dönemini iki parti arasında dönüşümlü paylaşarak 20 yıla yakın sürdürdüler. Böylece siyasi demokrasiye geçiş, sermayenin ekonomik tahakkümü korunarak sağlandı. Şili Venezuela'nın, Bolivya'nın temsil ettiği, Brezilya'nın da katıldığı Amerikan emperyalizminin Latin Amerika’daki tahakkümünü engelleyecek sol bloklaşmanın dışında kaldı; bu nedenle Şili’yi pembe dalganın adeta dışında sayabiliriz Şili'yi. Bu modelin Sosyalist Parti’den son başkanı Michelle Bachelet’dir. Bachelet sonrasında Concertacion’un dışında sağcı bir partiden Pinera başkan oldu. Concertacion düzenlemesi, Millet İttifakı için CHP’nin öngördüğü tasarımı andırır.

Pembe dalganın da yumuşak ve katı varyasyonları var. Mesela açıkça sosyalizmi hedefleyen Bolivya ve Venezuela örnekleri. Venezuela'da iktidardaki Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi, programı ile sosyalizmi hedefliyor. Buna mukabil Brezilya'da Lula'nın İşçi Partisi, sermaye tahakkümünün bölüşüm politikalarını frenledi. Kapsamlı, etkili sosyal transferleri halk sınıflarına aktardı. Sağlık, eğitim politikalarında, günlük yaşamda, sınıfsal dengelerde emekçiler lehine dönüşümler yapıldı. Öte yandan Brezilya neoliberalizmin temel makro-ekonomik kurallarını korudu: Merkez Bankası’nın bağımsızlığı gibi. Arjantin de pembe dalganın parçasıdır, 2001'de çok ağır bir kriz geçirdi ve Peronist partinin sol kanadı 15 yıl iktidarda kaldı. Sosyalist bir parti değildir, ama pembe dalganın bir parçası sayılır. Arjantin dış borcunu büyük ölçüde tasfiye etti. Merkez bankasının bağımsızlığını reddetti.

Diğer uçta, aslında pembe dalganın öncesinde, devrimci dönüşümü gerçekleştiren Küba var. Küba Komünist Partisi, emekçi sınıfların temsilcisi öncü bir parti sıfatıyla iktidarda. İktidar, burjuva partilerine açık değildir. Emekçi sınıfların öncü parti aracılığıyla iktidarı Venezuela’da, kısmen Nikaragua’da da hedeflendi. Elbette güçlüklerle karşılaştı, karşılaşıyor. Sosyalizmi hedefleyen diğer bir örnek Bolivya'dır, ama burjuva partileri korunarak.

Sivil darbe seçeneklerinin tutmadığı Honduras dışında Brezilya örneğindeki gelişimlere de değinebiliriz. Burjuvazinin gözdesi olarak başkan seçilen faşist Bolsonaro iktidarı iflas etmiştir. Lula’nın mahkûmiyetinin düzmece olduğu kanıtlandı. Önümüzdeki seçimlere katılabilecek. İkinci kez aday olduğunda Bolsonaro'nun açık farkla kaybedeceği öngörülüyor. İşte bu noktada kritik bir soru var: Acaba Lula, faşist Bolsonaro'ya karşı ılımlı burjuvazinin işbirliği ile bir yumuşak geçiş modeli mi tercih edecek? Emekçi sınıfının iktidarına daha yakın, sermaye tahakkümüne cephe alan radikal bir programı mı? Lula’nın ilk modeli tercih edeceği öngörülüyor.

RESTORASYON MU RADİKAL DÖNÜŞÜM MÜ?

Tüm bunların Türkiye açısından önemi nedir?

Şu anda AKP-Saray iktidarı sonrasının Türkiye'sinde sol ve sosyalistler için ortaya koyduğu soru da bu. Egemen sınıfların önemli kanatlarıyla işbirliği içindeki CHP'nin sürüklediği Millet İttifakı, neoliberalizmin ana çerçevesini korumayı açıkça kabullenmiştir. İşçi sınıfının ve tüm emekçi katmanların bugünkü toplumsal bunalımını dönüştürmeyi hedefleyen bir program gündem dışı tutulabilir mi? Türkiye'nin geleceği sermayenin kalıcı tahakkümüne teslim edilebilir mi? Bu sorular, Latin Amerika’da solcuların karşılaştığı sorunların Türkiye'ye taşınmış bir türüdür. Bu bakımdan Latin Amerika’daki sınıf mücadeleleri Türkiye için de örnekler içeriyor.

                                                                     ***

TÜRKİYE SOLU DİKKAT ETMELİ

Türkiye’de de anayasa değişikliği tartışmaları gündemde. Muhalefetin bu yönde çalışmaları var. Şili nasıl bir örnek teşkil ediyor?


1961 anayasasında Kurucu Meclis-benzeri bir temsilciler meclisi anayasayı değiştiren iki organdan biri oldu. Diğeri, 1960 darbesini yapan Milli Birlik Komitesi idi. Temsilciler Meclisi, halk örgütlerinin parlamenter sistemden daha yaygın temsiliyetini sağladı. 1961 anayasasının demokratik özellikleri biraz da bu kurucu meclis yöntemi sayesindedir.

Şili'de kurucu meclis seçiminde de demokratik temsiliyet arandı. 168 üyesinin 18’i etnik azınlık gruplara tahsis edildi. 150 üye her seçim bölgesinden seçildi. Adaylık, partilerin dışında her türlü sivil toplum ve meslek örgütüne, hatta yeterli imza toplayan vatandaşlara açık tutuldu. Sonuçta Kurucu Meclis’in birleşimi sol ağırlıklı oldu, Meclis’in başkanlığına, yardımcılığına solcular seçildi. Bugünlerde usul kuralları kesinleştirildi. Anayasa maddelerinin basit çoğunlukla belirlenmesi kararlaştırıldı. Şimdi içerik görüşülmekte. Yeni anayasa bir yıl içinde tamamlanırsa referanduma sunulacak, kabul edildiği zaman hayata geçirilecek.

Türkiye’de de anayasa değişikliği gündemde. Millet İttifakı genişletilmiş yapısıyla 6 partili blok halinde yeni anayasanın ana öğeleri tartışıyor. Ama Türkiye’nin tüm demokratları ve solcuları dikkat etmeli: Bu anayasa değişikliği Saray iktidarının kendi meşrebince daha da bozduğu 12 Eylül anayasasının kurallarına göre mi yapılacak? Yani seçimlerde oluşacak TBMM tarafından mı hazırlanacak, oylanacak? Bu soruya hayır demek zorundayız. Tutucu, darbe türevi bir anayasadan demokratik bir anayasaya çıkmaz. Aksine yaygın kitle katılımıyla oluşan, seçilen yeni bir kurucu meclisin, -Şili örneğindeki gibi- yeni anayasayı hazırlaması hedeflenmeli. Bu seçeneği demokratik sol kamuoyu, emekçi örgütleri bugünden, aktif olarak gündeme getirmeli, savunmalı. Dahası, bu seçeneği Millet İttifakı’nın en büyük bileşeni CHP’nin tabanına, örgütlerine, vekillerine, hatta yöneticilerine taşımak gerekli.

ŞİLİ MODELİ YOL GÖSTERİCİ

Sorunların ortaklığından bahsetmişken Şili’de bir kurucu meclis deneyimi yaşandı, solun ağırlığını oluşturduğu. Sadece Türkiye değil diğer ülkeler açısından da nasıl bir örnek oluşturabilir bu?

İlginçtir, Şili’deki Pinochet anayasası da Türkiye’deki 1982 anayasası gibi bir darbe ürünü. Şili anayasası bugünlerde değişiyor, 12 Eylül anayasasının da tarihe karışması gündemde. Önce Şili’deki başkanlık seçiminin bazı özelliklerine değineyim. Başkan seçilen Gabriel Boric, Komünist Parti’nin de dahil olduğu geniş bir sol cephenin adayıydı. Seçimin ilk turunda Boric yüzde 24 oyla azınlıkta kaldı. Yüzde 28 oy faşist Antonio Kats’a gitti. Şili burjuvazisi ve orta sınıfların bir bölümü Hitler Almanyası’ndan göçmüş Şili'ye yerleşen bir Nazi militanının oğlu olan Kats'ı tercih etti. Boric, bu nedenle seçimin ikinci turunda ılımlı burjuvazi ile demokrat çevrelerle ittifak aradı; radikal söylemini yumuşattı. Seçimi on puanlık farkla kazandı. Ama bu sınıfsal yönelişin ileride sürüp sürmeyeceği tartışılmaya başlandı bile. Şili’de yeni anayasaya giden sürecin de özellikleri var: 2019’da patlak veren muhalefet dalgası parlamentoyu etkiledi. Halk kalkışmasının ana taleplerinden biri olan Pinochet anayasasının iptal edilip edilmeyeceğini parlamento tarafından bir referanduma taşındı. 2020'deki anayasa referandumunda iki soru soruldu: Birinci soru: Anayasa değiştirilsin mi? İkinci soru: Yeni anayasa ayrıca seçilecek bir kurucu meclis tarafından mı veya mevcut parlamento tarafından mı değiştirilsin? Yüzde 78 oyla yeni anayasa; yüzde 78 oyla da Kurucu Meclis seçeneği kabul edildi. Bu sonuç, anayasa referandumunda burjuvazinin taleplerinin değil, solcuların ağır bastığını gösterdi. Parlamento referandum sonuçlarını benimsemek zorunda kaldı ve Kurucu Meclis’in oluşma sürecini belirledi.

Tuna KOÇ / BİRGÜN

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...