11 Ocak 2022 Salı

Vahşi Arman-Çavuşoğlu fotoğrafının perde arkası - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Arman Dikiy ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun fotoğrafının esas aktörü, fotoğrafın çekildiği otelin sahibiydi. İşte Avrasyacı bir suç örgütü liderinden Ziraat Bankası’nın kredilerine uzanan hikâye…

Kazakistan’daki olayların dikkat çekici sahnelerinden birisi, bir organize suç liderinin yakalanma anıydı. Arman Dikiy (Vahşi Arman) lakaplı Arman Cumageldiyev’in yüzü yara bere içinde, elleri arkadan kelepçeli fotoğrafı Rus basınına düştü. Bir gece önce sosyal medyadan Dikiy’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Sedat Peker ve Alaattin Çakıcı ile fotoğraflarını paylaşmıştım. (https://www.birgun.net/haber/peker-cakici-ve-guli-nin-gozdesi-vahsi-arman-gozaltina-alindi-372274
Haliyle Dikiy, bir anda konuya uzak olanların da ilgisini çeken birisine dönüştü.
Peki, kimdi Dikiy ve Dışişleri Bakanı ile beraber poz verecek gücü nereden buluyordu?
Cevabı zor bir soru; karşımızdaki manzara sadece çete-mafya dünyasıyla sınırlı görünmüyor çünkü. Her şey birbirine yakın rejimlerin ekonomi politik evreninde cereyan ediyor. Kamu kaynaklarının ihale, özelleştirme vb. “yasal yollardan” transferiyle başlayan; finansal imkânların dibine kadar kullanıldığı; petrol-gaz ticareti ve nihayetinde uyuşturucu ile Suriye-Libya’da açılan yeni silah pazarındaki suç gelirinin de eklendiği, muazzam bir servet-mülkiyet paylaşımının yarattığı habitata bakıyoruz. Rejimleri benzer kılan ve iktidar hisselerini siyasi partilerin dışındaki güçlere de açan bu süreci yakından deneyimliyoruz zaten.

Suç örgütleri böylesine bir ortak yaşamda, besin zincirinin tepesindeki şirket-siyaset korporasyonunun işleyişini yasal koruma karşılığında hızlandıran birer aparatlar işte. Kimi zaman “maliyetsiz” finansman buluyorlar, devlet hazinesinden çalınanları aklıyorlar; kimi zaman rejimlerin ihtiyaç duyduğu siyasal dehşeti harlıyorlar. Güç dengeleri değiştiği vakit de tıpkı kudretli Arman’a yapıldığı türden adi bir torbacı gibi ensesinden tutulup bir kenara fırlatılıyorlar.
Dolayısıyla SBK’nin veya Yalıkavak Marina’nın ucu nasıl ki iktidar, sermaye ve dış ilişkilere uzanıyorsa, Dikiy’nin belirdiği resimde de aynı yöne bakmak lazım.

Kazakistan-Türkiye ilişkileri bu bakımdan hayli bereketli.

                                                                                     ***

Dövüş sporları şampiyonluğundan, Sovyetler’in Gulag kamplarında doğmuş Rus mafyası Vory V Zakone’yle (Kanun içindeki hırsızlar) bağlantılı, ABD Hazine Bakanlığı’nın “Avrasyacı suç örgütü” diye andığı bir klana uzanan hikâyesi karanlık ve karışık. Bu yapıyı Rusya da Orta Asya-Türkiye hattındaki “Turancı-milliyetçi” bir grup olarak izliyor. Nitekim Dikiy’nin çetecilikten ziyade olaylarda rol aldığı düşünülen Kazak istihbaratındaki bir kliğin parçası olduğu için tutuklandığına dair haberler geliyor.

Dikiy’nin, Türkiye’ye uzanan mafyatik ilişkilerini merak edenlere şu yazı biraz fikir verebilir. (https://www.gazeteduvar.com.tr/cakicinin-kaftani-ve-avrasya-suc-agi-makale-1536525)

Diğer tarafa odaklanalım şimdi; o fotoğrafın temsil ettiği hikâyeye…

Çavuşoğlu ile fotoğrafta esas aktör Dikiy değildi; koridorunda poz verdikleri otelin sahibiydi: Dünya Ahıska Türkleri Başkanı Ziyatdin Kassanov. Yanlarında duran kişi de otelin işletmecisi Abbas Hamza’ydı. O da Kassanov’un şirketinde yönetici ve aynı zamanda Ahıska Türkleri’nin Türkiye temsilcisi.

Kassanov’un resmi biyografisine bakılırsa Almatı doğumlu, SSCB döneminde bürokraside görevli. 1995’te kardeşiyle kurduğu küçük şirket bugün Kassanov Investment Group’a dönüştü. Şu sıralar yolsuzluklarıyla gündemde olan Nursultan Nazarbayev’in himayesindeydi. Geçen yılki seçimlerde milletvekili oldu.

Onunla çalışmış kimselerin anlattıkları ise epey farklı. Kazakistan bağımsızlığını ilan ettiğinde bir kürk dükkânında çalışıyormuş. Ahıska Türkleri başkanı seçildikten ve Ahmet Davutoğlu’nun Kazakistan ziyaretlerinde protokole girdikten sonra yıldızı hızla parlamış. Recep Tayyip Erdoğan’ın gözdelerinden hâlâ. (Görsel 3) Lakin başka bir yerden daha tanıyoruz onu; Ziraat Bankası’nın ödenmeyen milyonlarca dolarlık kredisinden.

Kassanov dünyanın pek çok yerinde mülk toplamakla ve otel almasıyla ünlü. “20 metrekarelik özel kasası tepeden tırnağa tapu dolu” diye bir rivayet dolanır. Kazakistan-ABD bağlantılı şirketinin Türkiye ayağı, Almaty İnşaat. Yatırımcı olarak adını ilk kez 2007’de, Taksim’deki Ceylan International’ı almasıyla duyduk. Yatırımın perde arkasını ise Ocak 2021’de Sözcü’den Serpil Yılmaz ortaya çıkardı.

Otel için Ziraat Bankası’ndan 140 milyon dolar kredi çekmiş, karşılığında Almatı’daki 3 köhne otelini teminat göstermişti. Krediler ödenmedi, Ziraat üç otele el koydu. Paranın kalan kısmı ise politika faizinin yüzde 17 olduğu günlerde yüzde 6 faizle yapılandırıldı. Ödedi mi, bilmiyoruz. Ancak Ziraat’in internet sitesine girenler, satışa çıkan otellere iki yıldır alıcı bulunamadığını göreceklerdir. Restorasyon maliyetinin satış rakamının üzerinde olduğu ve Kassanov’un işlettiği belirtiliyor.


Uğur Dündar ise 23 Aralık 2021 günü daha vahim iddiaları içeren bir yazı yayınladı. Kendisine gelen ihbar mektubuna göre, Ziraat’in Kazakistan’daki bankası KZI Bank’ın kredileri Kassanov’a akıyordu. Kredilerde aracı olan kişi ise Kazak-Türk İşadamları Birliği Başkanı Fırat Develioğlu’ydu. 
                                                                                                                                Develioğlu’nun Kazakistan’da Eksen Group adlı inşaat şirketi bulunuyor. 

Develioğlu’nun adının duyulmasına neden olan olayı da analım. Adnan Oktar’ın sağ koluyken, 2000’deki operasyonun ardından itirafçı oldu. 

Tanık ve müşteki sıfatlarıyla ifadeler verdi, televizyonlara çıkıp anlattı. Şimdi Kazakistan’a yatırım yapacak Türkiyeli sermayedarların ilk adresi durumunda.




                                  ***

Tüm bunlar bize geçmişten bir şeyleri anımsatıyor. Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın yazdığı Susurluk Raporu’nda çete-siyaset ilişkisinin hemen hiç aydınlatılamayan yüzünün kamu bankaları olduğu belirtiliyordu. 

Kamu bankalarının kredileri incelendiğinde milyarlarca dolarlık batağı gördüklerini ve “Susurluk’un toplamını aşan bir tabloyla karşılaştıklarını” söylüyordu Savaş. Ve bugün de geçerli şu cümleleri yazıyordu: “Banka olayları genel kirlenmenin sebebi veya sonucu değil, hızlandırıcısıdır. Çünkü kirliliğin hedefi para ve paranın sağlayacağı güçtür.”

Kumarhaneci Ömer Lütfü Topal’ın Türki Cumhuriyetler’de yatırım yapma adına aldığı Eximbank kredileri, Ziraat’ın Almanya şubesinde yaşanan zincirleme skandallar kapatılıp gitti.

Susurluk niye aydınlatılamadı sorusunun iki uçlu yanıtı burada: Faili meçhuller ve krediler! Her ikisi de devlete ve sermayeye dokunuyor çünkü! Kısaca Dikiy bir aparattı, şimdilik devre dışı kaldı. 

Ancak Kazakistan’ın buralarla bağları kolay kopacak türden değil. Soccar’ın girmesinden sonra oluşan ilişki ağının benzeri, hemen hemen aynı yıllarda Kazakistanlı Arif ailesinin gelişiyle de kuruldu. 

O hikâye de Atatürk’ün yatına yapılan fuhuş baskınıyla başlayıp, Fettah Tamince’ye; Panama’da kurulu şirket üzerinden Türkmenistan gazı ile Rus kömürünün pazarlanmasına; Soccar’da karşımıza çıkan Erdoğan’ın yakını Sıtkı Ayan’a ve nihayetinde artık deyim haline gelmiş meşhur ses kaydına uzanıyor: “Kendisi bize ne söz verdiyse onu getirecekse getirsin… Sakın alma, kucağımıza düşecekler merak etme.”

Bahadır Özgür / BİRGÜN



İhaleler yandaşlara aktı - İsmail Arı / BİRGÜN

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın anne ve babası için okul yaptıran Kuzu ailesinin şirketine AKP’li Bursa Büyükşehir Belediyesi, 22 milyon TL’lik ihale verdi. Erdoğan ailesine yakınlığıyla bilinen şirket, son 10 yıllık dönemde 3 milyar 865 milyon TL değerinde 27 ayrı dev ihale aldı.

AKP’li Bursa Büyükşehir Belediyesi, AKP’ye yakınlığıyla bilinen bir şirkete daha milyonlarca liralık ihale verdi. Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, AKP’li Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü (BUSKİ), 21 Aralık 2021 tarihinde “BUSKİ İçmesuyu - Atıksu Arıtma Tesisleri ve Çamur Yakma Tesisi İşletme - Bakım Hizmetleri Alımı İşi” adı altında bir ihale düzenledi.

AKP'li belediye ihaleye çıkılan iş için 18 milyon 186 bin TL yaklaşık maliyet hesaplandı. Ancak, ihalenin yaklaşık maliyetin milyonlarca üstünde teklif veren Siirt merkezli Kuzu Toplu Konut İnşaat Anonim Şirketi’ne verildiği açıklandı. Şirket ihaleyi tam 22 milyon 799 bin TL’ye aldı.

YİNE PAZARLIK USULÜ

Milyonlarca liralık ihale, Kamu İhale Kanunu’nun “Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen olayların” ortaya çıkması durumunda kullanılması gereken tartışmalı 21/B maddesinde düzenlenen pazarlık usulüyle yapıldı. Bu ihale maddesi, uzun yıllardır adrese teslim ihale olarak yorumlanıyor.

EMİNE ERDOĞAN'A JEST!

Şirket, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan’a 2013 yılında iki jestte bulundu. Kuzu Grubu’nun Siirt’te yaptırdığı iki okula, Emine Erdoğan’ın annesi Hayriye Gülbaran’ın ve babası Cemal Gülbaran'ın isimleri verildi. 2020 yılında da Gökçen Kuzu’nun oğlu Yusuf Kuzu’nun doğa harikası Riva’da kıyı şeridine havuzlu villa yaptığı ortaya çıkmıştı. Sahile kadar kat kat beton bloklardan duvar ören Kuzu yan parseldeki yeşil alanı çevirerek duvar inşa etti. Bölge sakinlerinin arsadaki çalışmaları ilgili kurumlara şikâyet etmesi üzerine duvar yıkıldı.

İKTİDARA YAKIN

Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin ihale verdiği Kuzu Toplu Konut İnşaat Anonim Şirketi de aslında kamuoyunun yakından tanıdığı bir şirket. Merkezi Sicil Kayıt Sistemi’ne (MERSİS) göre, AKP’ye yakınlığıyla bilinen şirketin yönetiminde Güven Kuzu, Özen Kuzu ve Gökçen Kuzu yer alıyor. Şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Güven Kuzu, Erdoğan ailesine yakınlığı ile biliniyor. Kuzu, 2003'te Siirt'te yenilenen seçimle milletvekili seçilen Erdoğan'a desteğini açıklayarak, "Siirt halkı Erdoğan'a sahip çıkacaktır. Bütün sivil toplum örgütleri bir araya gelerek, Erdoğan'ın aday olmasını destekledik" demişti.

***

Milyarlarca lira kazandı

İhaleyi alan şirketin kamudan aldığı ihaleler de dudak uçuklatacak cinsten. Şirket 2012 ile 2022 yıllarını kapsayan sadece son 11 yılda kamudan toplam 3 milyar 865 milyon 566 bin TL değerinde 27 ayrı dev ihale aldı. Şirketin kamudan aldığı ihale sayıları ve ihale bedelleri ise şöyle:

İsmail Arı / BİRGÜN

Erdoğan’a ve Soylu’ya İBB davası - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 Hani, on binlerce İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) çalışanı terörle ilişkilendirilip zan altında bırakıldı ya...  

Onların içinden biri bunun sorumlusu olduğunu düşündüğü Recep Tayyip Erdoğan ve Süleyman Soylu için soluğu adliyede aldı. 

İBB’nin iştiraklerinden Ağaç ve Peyzaj AŞ’de çalışan Nuri Başkapan dilekçesinde özetle şunları söyledi:

“Asılsız iddialarla beni ve kurumumu suçlayarak kamuoyu nezdinde çok ağır derecede küçük düşürücü hakaretlerde bulunmuşlardır. Tüm bu yaşananlardan kişisel ve kurumsal haklarımın saldırıya uğradığı sabittir. Maruz kaldığımız bu denli asılsız iddia ve iftiralar nedeniyle psikolojik sarsıntı yaşadık.”

İBB çalışanı, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem de İçişleri Bakanı Soylu’nun suç işlediğini öne sürdü ve yargılanmalarını talep etti. 

Aynı Nuri Başkapan’ın iki isim hakkında ayrıca üç kuruşluk tazminat davası açtığını da öğrendim. 

Evet, yargı sisteminin ilgili başvurulara dair ne yapacağı malum. Ancak her haliyle ilginç bir dosya olarak raflarda ve tabii ki arşivde yerini alacak. 

                                                                    ***

DİAYDER’İN SEÇİMDEKİ ROLÜ

Ne güzel söyler Müzeyyen Senar“Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin...” 

Hep o diğer ihtimali, şüpheyi mıh gibi aklınızda tutacağınız bir hayat tarzıdır gazetecilik. 

Madem öyle, durum şöyle: 

DİAYDER (Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) davasıyla ilgili çok şey yazıldı, çizildi... Ama ben size olayı bir başka açıdan göstermek istiyorum. 

Soru şu: AKP’nin DİAYDER operasyonundan amacı sadece İmamoğlu’na soruşturma açmak olmayabilir mi? 

Bakın, 2019 yerel seçimleriyle ilgili TEPAV bir araştırma yayımladı. Bu araştırmaya göre, 31 Mart’ta 911 bin HDP seçmeni İmamoğlu’na oy verdi. Biliyorsunuz, AKP sonucu kabullenmedi ve İstanbul seçimleri yenilendi. 

23 Haziran’a giden süreçte ise özellikle muhafazakâr Kürt seçmenini geri kazanmak isteyen AKP çeşitli hamlelerde bulundu. İş seçimlere saatler kala İmralı’dan Abdullah Öcalan imzalı mektup getirmeye, Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkarmaya kadar gitti... Sonuç malum. 

Şimdi...

Önümüzde ise ülke tarihi için kritik bir seçim var. Her parti çalışmalarını hızlandırdı. Ve farkında mısınız, AKP kulislerinden hep “Kürt oylarında azalma” olduğu haberleri geliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı destekleyen HÜDAPAR bile AKP’nin muhafazakâr Kürtleri kaybettiğini söylüyor. 

Bununla birlikte, CHP’nin ise Kürt seçmenleri gün geçtikçe kazandığına dair araştırmalar yayımlanıyor.  

İşte DİAYDER davasının bir diğer açıdan önemi burada. Dernek bünyesinde “gayri resmi din adamları” diye suçlanan Kürt meleler bulunuyor. Diyanet İşleri’nin AKP’nin propagandasını yaptığını ileri sürüp kendi kurdukları mescitlerde ibadet ediyorlar. Çıkardıkları ve AKP’nin kapattığı dergilerinde İslami açından AKP’ye otoriterlik ve adaletsizlik eleştirileri yöneltiyorlar. Yani Kürt muhafazakârlarına seslenip ayetlere, hadislere referans verip AKP’nin zeminini altlarından çekiyorlar. 

Demek istiyorum ki...

DİAYDER’in Kürt muhafazakârları üzerindeki etkisi yadsınamaz.  

Bundandır ki...

Acaba AKP, DİAYDER davasıyla Kürt muhafazakârlarına seslenen alternatif sesleri susturmak istiyor olabilir mi? Bu dava doğu illerinde oylarını artırmak, en azından kaybı durdurmak için bir hamle de olabilir mi?  

Olur.

                                                             ***

LİYAKATİ ‘HAİN’İN OĞLUNDA GÖRÜN

Neyi tartışıyoruz:

Sınav kazananlar mülakatta eleniyor. 

Liyakate değil referansa bakılıyor.  

Görümce üzerinden terörist ilan ediliyor. 


Halbuki Cumhuriyet bu değildi. Misal, nasıl unutulur Zeki Kuneralp

O ki “vatan haini” ilan edilen Ali Kemal’in oğluydu. 

Hariciye sınavına girip kazandı. İsmet İnönü’nün sahip çıkmasıyla da diplomat oldu. 

Evet, Milli Mücadele’nin düşmanı Ali Kemal’in oğlu Milli Mücadele’nin kahramanlarından İnönü’nün sayesinde elçimizdi. Bükreş, Prag, Paris, Bern, Londra, Madrid büyükelçiliğinde ve NATO Türkiye Daimi Temsilciliği’nde vatanı temsil etti. Keza oğlu Selim Kuneralp de babası gibi uzun yıllar önemli görevler üstlenen bir diplomat oldu. 

Hangi Türkiye’den, hangi Türkiye’ye...

Barış Pehlivan / Cumhuriyet


Tarımda nereye? - Oğuz Oyan / SOL

 

2008'de resmen sona eren IMF programı, 2015'e kadar da büyük ölçüde korundu; üstelik tarıma dönük politikalar bakımından AKP iktidarı, benzer politikaları bugüne dek sürdürdü.

Geçen yılı Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin 25 Aralık'ta düzenlediği "Kooperatifçilik Sempozyumu"na katılarak kapatmıştım. 

Bu yılın ilk etkinliği de Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nin "Tarım Eğitiminin 176. Yılı Etkinlikleri Kapsamında" 10-14 Ocak arasında düzenlediği bir dizi panelin ikincisine katılmam oldu. 

"Pandemi ve Ekonomik Gelişmeler Çerçevesinde Tarım-Gıda Sistemimizi Yeniden Düşünmek" başlıklı bu panelde değerli meslektaşlarım çok yararlandığım önemli sunuşlar yaptılar. Ben burada kendi sunuşumun ana çerçevesini aktarmak istiyorum.

Önemli ekonomik çalkantılara da konu olan son iki pandemi yılının tarım-gıda sisteminde yol açtığı sorunlar, 2000-2019 arasındaki 20 yıldan miras alınan zaafların gölgesinde derinleşti. Türkiye tarımı 2000 sonrasının travmasını üzerinden atamadı. IMF-DB programının tahribatını gideremedi. Çünkü 2008'de resmen sona eren IMF programı, 2015'e kadar da büyük ölçüde korundu; üstelik tarıma dönük politikalar bakımından AKP iktidarı, benzer politikaları bugüne dek sürdürdü.

Tarım ve çiftçi dostu olmayan bu politikaların temel çerçevesi ve sonuçları neydi? Kalın çizgilerle özetlemeye çalışalım:

  1. IMF programının tarıma ilişkin Tarım Reformu Uygulama Projesi'nin yürütücüsü DB idi. Ama tüm program IMF Niyet mektuplarında belirtilmişti. DB, doğrudan gelir desteği (DGD) projesinin uygulanmasında olsun, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri'nin (TSKB) yeniden düzenlenmesi ve bu Birliklerin sanayiden ve desteklemeden çekilerek küçültülmesinde olsun, başroldeydi. Ancak TRUP programı ve onun kapsamındaki DGD daha geçici nitelikteydi. Daha kalıcı olanlar girdi üretimi/dağıtımı ve tarımsal desteklemede vazgeçilmez rolleri olan tarımsal KİT'lerin tasfiyesi ve TSKB'nin küçültülmesi ve işlevsizleştirilmesiydi. Hepsinin üstüne gelen temel çıpa ise, tarımsal destekleri GSYH'nın düşük bir yüzdesiyle sınırlandırmak idi. Nitekim bu sınırlama, 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanununda %1 gibi düşük bir orana bağlandı. Ne var ki, AKP bunu daha insafsızca uyguladı, yıllık ortalama yüzde yarımın altında kaldı; son birkaç yıldır ise binde üçlük oranlara geriledi.
  2. Tarımsal destekler bu ölçülerde sınırlanınca, yeterli destek bulamayan çiftçi bankalara ve Tarım Kredi Kooperatifleri'ne aşırı ölçüde borçlandı. Örneğin 2004'te 3 milyar liralık toplam tarımsal desteğe karşılık 5,3 milyar TL'lik tarımsal kredi kullanılmaktaydı. Kredi/destek oranı 1,7 idi. Bu oran 2007'ye kadar 2 katsayısının altındaydı. Daha sonra giderek tırmandı: 2018'de 101,3 milyar TL krediye karşı 14,5 milyar TL destek bütçesi vardı; katsayı 7'ye çıkmıştı. (Necdet Oral, Türkiye'de Tarım Nasıl Çökertildi?, s.54). AKP'nin geri dönüşsüz destek vermek yerine krediler üzerinden borçlandırmak politikası 2020-2021 pandemi döneminde iyice çığrından çıktı; 2021'de çiftçilerin banka borcu 172 milyar TL olurken çiftçiye destek ancak 22 milyar TL idi. Yani krediler desteklerin 7,8 katına çıkmıştı.
  3. Özelleştirmeler sonrasında girdi piyasasının tamamen ulus ötesi şirketler ve yerli uzantılarının eline geçtiği (monopol veya oligopol piyasası), buna karşılık tarımsal üreticinin ürün satış fiyatlarının az sayıda güçlü alıcının egemen olduğu oligopson piyasasında genellikle maliyetlerin altında oluştuğu koşullarda, aşırı borçlandırılan çiftçinin temerrüde düşmesi, borcunu borçla kapatma derdine düşmesi, ipotekli krediler nedeniyle üretim araçlarını elinden çıkarmaya zorlanması ve giderek bir mülksüzleşme girdabına kapılması gibi sonuçlar daha sıklıkla ortaya çıkacaktır. Buna zaten ekili alanlarda 3,5 milyon hektarlık bir daralma eşlik etmekteydi.
  4. Sınai tarımsal girdilerde dışa bağımlılık artarken, tarımsal ürünler dış ticaretinde de tarım son 20 yılın ortalamasında net ithalatçı bir sektöre dönüştürülmüştü. İktidar, ithalatı içerdeki tarım ürünleri fiyatlarını dizginlemek için bir araç olarak da kullanmaya kalktıkça tarımsal üretime daha büyük tahribat vermekteydi.
  5. Çiftçinin girdi kullanımından tasarrufa gitmeye mecbur kaldığı, sulama altyapısının yeterli düzeye ulaştırılamadığı koşullarda tarımsal üretim ve tarımsal verimlilik artmadı veya yeterince artmadı. Elektrik dağıtımının özelleştirilmesi, büyükşehir belediyeleri kapsamındaki illerde su ve atık su bedellerinin yükselmesi, maliyet baskılarını yükseltti. Stratejik ürünlerde, örneğin buğdayda, 20 yıl öncesinin toplam üretim düzeyi aşılamadı, hatta 2021'de tarihi bir düşüş yaşandı. Nüfus artmaya devam ederken ve buna milyonlarca sığınmacı eklenirken tahıl üretiminin yerinde sayması, baklagillerde ve diğer stratejik ürünlerde ithalata bağımlılık derecesinin artması, tarımda arz açığı koşullarının pekişmesi anlamına geldi; pandemi ortamı bunu daha da pekiştirdi. Sonuç, gıda egemenliğinin ciddi biçimde sarsılması oldu.
  6. Çiftçinin kooperatif örgütlenmesinin de bilinçli çabalarla zayıflatıldığı bir ortamda çiftçi tamamen piyasasının insafına terkedilmiş oldu. Tarımsal kooperatiflerin ve ortaklarının sayısında bir gerileme görülmese dahi bunların işlem hacmi geriledi, daha önemlisi ciddi bir nitelik kaybı yaşadılar. Kooperatif dışı çiftçi örgütleri de, ZMO hariç, AKP öncesini aratır bir suskunluğa gömüldüler.
  7. Tarımın GSYH ve toplam istihdam içindeki payı hızla azalırken, çiftçi de gelir dağılımı bozulmalarından olumsuz şekilde etkilendi; sosyal güvenlik sistemine ulaşmada sıkıntılarını tam aşamadı; refah düzeyinde istikrarlı bir ilerleme göremedi. Gençleri tarımda tutmak zorlaştı; nesiller arası devamlılık ve küçük çiftçiliğin kendini yeniden üretmesi zora girdi. Meraların gaspedilmesi, köylerin boşalması ve tarımın insansızlaşması bu sürece eşlik etti.

Sonuçta iktidarın ne ürün temelinde ne çiftçi özelinde ne de tarımın genelinde uzun vadeli ve iç/dış sermayeden bağımsız bir politika ekseni hiç oluşmadı.

Son iki yılda sorunlar ağırlaştı

  1. Pandemi koşullarında emek kesimini ve çiftçisini bu denli kaderine terkeden bir iktidar örneği dünyada pek görülmedi. 2020'deki tarımsal destekler 2021'de hiç arttırılmadı, 22 milyar TL düzeyinde tutuldu. 2022 bütçesine de 25 milyar TL konulabildi. Bu, 242 milyar TL faiz ödemesinin onda biri kadardı.
  2. Devletten destek göremeyen çiftçi yalnızca 2021'de 35 milyar TL borçlanmış durumdadır. Bunun önemli bölümü de üretime gitmeyip, borcu borçla kapatmaya dönüktür. Çiftçi, bu zor koşullara direnme eşiğini aşmak üzeredir.
  3. Pandemi döneminde tarımda arz açıkları büyürken, dünyada da tarım ihracatına sınırlamalar getirildi. Böylece tarımda ithalata bağlı kalmanın nasıl bir stratejik soruna dönüştüğü görüldü. Ama AKP çareyi ithalatta aramaya devam etti. 2021'de tarımsal ithalatta yeni rekorlar kırıldı.
  4. Ekonomik sorunlara çözüm üretemeyen, enflasyon artarken faizleri indirme "denemelerine" girişen iktidar, döviz kurlarını hesapsızca yükselterek tarıma en büyük zararı verdi. Girdi fiyatları/maliyetleri genelde yüzde 100'ün üzerinde arttı. Gübrenin bazı türlerinde yüzde 500'leri buldu. Mazot ve elektrikte son zamlarla birlikte fiyatlar bir yılda iki kattan fazla arttı.
  5. Üreticinin eline geçen fiyatlar ile pazardaki fiyatlar arasındaki makas açıldı; çiftçinin eline geçmese de gıda enflasyonu resmi TÜFE'ye göre bile yıllık %44 oldu.
  6. 2022'ye dönük ekonomik beklentiler hem çiftçi hem tüketici açısından olumluya dönmedi. Yoksulluğun yaygınlaşması ile birlikte bazı hanelerde kıtlık ve göreli açlık sorunlarının yaşanması son iki yılın en çarpıcı görüntüleri oldu.

Çözüm, farklı ekonomik ve tarımsal politikalarda

Temel amaç, tarımın dışa bağımlılığını azaltmak, gıda egemenliğini kazanmak olmalı. Tarım küresel meta zincirinin bir halkası olmaktan çıkarılmalı.

Temel araçlar ise şöyle sıralanabilir:

  • Tarımsal destek, tarımsal katma değerin en az 1/3'üne yükseltilmeli. Bugün tarımsal katma değer GSYH'nın yaklaşık yüzde 6'sı olduğuna göre, tarımsal destekler de
  • GSYH'nin yüzde 2'sine (yani bugünkünün 7 katına) çıkarılmalı.
  • Bu desteğin belirli bir bölümü kooperatiflerin, çiftçi örgütlenmesinin desteklenmesine ayrılmalı. Bir bölümü de girdi desteklerine.
  • Fiyat destekleri fark ödeme sistemi üzerinden yapılmalı; çiftçi zarar etmeyeceğinden emin olmalı.
  • Girdi üretimi ve destekleme alımında bazı tarımsal KİT'ler yeniden kurulmalı.
  • Her bir ürün temelinde politikalar geliştirilmeli. Teknik/idari kadrolar buna göre yetiştirilip örgütlenmeli.
Oğuz Oyan / SOL

10 Ocak 2022 Pazartesi

Erdoğan, 1 milyon gence asgari ücretin yüzde 30'u kadar ücret vadetti + Patronlar ve iktidarın gençliğe yeni vaadi: Okumayı bırak çırak ol kurtul! / EVRENSEL

 Erdoğan, 1 milyon gence asgari ücretin yüzde 30'u kadar ücret vadetti (EVRENSEL)

"Bu ülkenin gençleri her alanda en iyisine en güzeline layıktır" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, mesleki eğitim merkezindeki çırak öğrencilere asgari ücretin yüzde 30'unun ödenmesini layık gördü.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yıl sonuna kadar 1 milyon gencin meslek eğitim merkezlerine dahil edileceğini, çırak öğrencilere asgari ücretin yüzde 30'u kadar ödeme yapılacağını, kalfalık yeterliliğini kazanan 12. sınıf öğrencilerine ise asgari ücretin yarısı kadar ödeme yapılacağını söyledi. Din eğitimi tartışmalarına dair konuşan Erdoğan, "Hangi yaşta olursa olsun bu ülkenin evlatlarının, dinini, diyanetini, kültürünü öğrenmesinin engellenmesine rıza göstermeyiz" dedi. Erdoğan muhalefete de bir kez daha "15 Temmuz" göndermesi yaptı.

Erdoğan, Beştepe'de düzenlenen 'Organize Sanayi Bölgeleri Mesleki Eğitim Merkezleri Açılış Programı'nda konuştu

Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"ÇIRAK ÖĞRENCİLERE ASGARİ ÜCRETİN YÜZDE 30'U ÖDENECEK"

"Açacağımız uluslararası mesleki ve teknik Anadolu liseleriyle hem kendi evlatlarımıza hem de gönül coğrafyamızdan gençlere eğitim imkanı sağlayacağız. Mesleki eğitim merkezindeki çırak öğrencilere asgari ücretin yüzde 30'unun ödenmesini sağlayan düzenleme tamamlandı. Yıl sonuna kadar 1 milyon gencimizi mesleki eğitim merkezlerimize dahil ederek istihdamlarını sağlamayı hedefliyoruz. Mesleki eğitim gören tüm öğrencilerimizin okurken en az asgari ücret kadar gelir elde edebilmelerini sağlamayı amaçlıyoruz. Devletimizin mesleki eğitim alanında yürüttüğü, maddi bakımdan yük aldığı projelerde özel sektörümüzün de elini taşın altına koyması şarttır."

"Aynı şekilde kalfalık yeterliliğini kazanan 12. sınıf öğrencilerine asgari ücretin yarısı kadar ödeme yapılacak. İşletmelerce üstlenilecek olan bu ücretlerin tamamı devlet katkısı olarak tamamlanacak. İş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı öğrencilerimize sigortalarını yapacağız."

"KÖY ENSTİTÜLERİ İLE İDEOLOJİ DAYATILDI"

"Köy enstitüleri gibi denemeler, asli amacı dışında milletin değerlerimize karşı ideoloji yükleme aracı haline getirdiği için hüsranla sonuçlandı. Milletimizin sıkı sıkıya sarıldığı imam hatip okulları tehdit olarak değerlendirildi. Endüstri meslek ve teknik liseler ise ağır darbelere maruz bırakıldı. 28 Şubat zihniyetinin hançer gibi eğitim sistemimize sapladığı kat sayı uygulamasının olumsuz etkilerini bugün bile hissediyoruz. Anti demokratik müdahalelerle eğitim sistemimiz çıkmaza sürüklendi. İktidara geldiğimizde ülkemizin tepesinde karabulutlar dolaşıyor, insanlarımızın geleceğe dair umutları zayıflıyordu. Toplumumuzun tüm kesimleri kan ağlıyordu. Milletimize Türkiye'yi dört ana sütun üzerinde yükseltme sözü verdik. Eğitim, sağlık, adalet, emniyet olduğunu ifade ettik. Hamdolsun bu sözümüzü de hep sadık kaldık. Eğitim meselesinin ikinci plana itilmesine müsaade etmedik. Bu ay sonunda 15 bin öğretmen ataması daha yapıyoruz."

"Ülkemizin içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun eğitim meselesinin ikinci plana itilmesine müsaade etmedik, bütçede aslan payı hep eğitime ayırdık. Halihazırda temel eğitimde kız ve erkek çocuklarımız eşit oranda eğitime erişmiş durumdadır. Ancak ülkemizde halen bazı çevrelerin kız çocuklarımızın eğitim-öğretim haklarını özgürce kullanmasından rahatsızlık duyduğunu da biliyorum. İkna odaları ve katsayı utancını bu ülkeye yaşatan zihniyetin son günlerde tehdit diline yeniden sarıldığını görüyoruz. Buradan dikta hevesleri yeniden depreşenlere şu ikazı yapmak istiyorum; 15 Temmuz'da şahit olduklarımız milletimizin hak ve özgürlüklerini korumak konusundaki kararlılığını açıkça göstermiştir. O gece bir kez daha gördük ki Türkiye'yi 28 Şubat karanlığına geri döndürmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Tek parti faşizminin geride bıraktığı o acı hatıraları aziz milletimize bir daha kimseye yaşatamaz. İdeolojik saplantılar veya başka sebeplerden dolayı, kız çocuklarımızla okulları arasına yeni duvarların örülmesine kesinlikle izin vermeyiz. Aynı şekilde hangi yaşta olursa olsun bu ülkenin evlatlarının dinini, diyanetini, kültürünü öğrenmesinin engellenmesine rıza göstermeyiz" 

"Bu ülkenin gençleri her alanda en iyisine en güzeline layıktır. Milletimizin küresel ölçekte iddia ve imkan sahibi bir konuma gelmesinin yolu eğitim-öğretimden geçiyor. Bu anlayışla ülkemiz ekonomisinin güçlenmesi ve istihdamın artırılması için mesleki eğitime özel önem veriyoruz. Ancak eğitim gibi yıkmanın ve bozmanın kolay, yapmanın ve ihya etmenin zor olduğu bir meselede geçmişin hatalarını telafi etmek zaman alıyor” diye konuştu.

                                                                         ***

Patronlar ve iktidarın gençliğe yeni vaadi: Okumayı bırak çırak ol kurtul! (İhsan Çaralan-Evrensel) - 22 KASIM 2021

Gazetemizin 20 Kasım günü çıkan sayısında manşetten verilen, gençlere “Okulu bırak çırak ol” çağrısı yapılması ile ilgili haber, burada anlatılması manidar bir ilk gençlik yılları anısını aklıma getirdi.

“Demirci Hasan, kasabanın demirciler arasında kendi halinde bir demirci ustasıdır.

Kasabada, hemen herkesin, özellikle de gençlik çağının başındaki çocukların tanıdığı Sıcak Demirci Ustası Hasan, 2 metreye yaklaşan boyu, geniş omuzları, günümüzün ‘vücutçularını’ kıskandıracak bir kas yapısı, demirci ocağından yayılan isin, kurumun yüzü ve vücudunun açıktaki her yerini siyaha boyamasıyla, sadece parlayan gözleriyle kasabanın çocukları için masal kitaplarından fırlamış kötü bir dev gibiydi!

Hasan’ın çocuklar üstünde bıraktığı bu “korkulan dev” imajını kullanan babalar, dedeler, okula gitmek yerine haylazlık eden, şu ya da bu nedenle okulu savsaklayan, karnede bol zayıf getiren çocuklarını, torunlarını, “Eğer okumazsan seni Demirci Hasan’a çırak veririm” diye tehdit ederlerdi.

Çünkü, o korkunç görünüşlü adama çırak olmak herhangi bir zanaatkara çırak olmaktan çok daha kötüydü!

Yani “Demirci Hasan’a çırak olmak” ihtimali çocukları okuldan vazgeçirmeye değil okumaya teşvik etmek içindi.

Ancak önceki gün Berfin Türkmen arkadaşımızın Antep’ten yaptığı haber, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin, Valilik ve okul idarelerinin iş birliği ile açtığı kampanya tam tersine o çocuklara, gençlere, “Okumayı bırakın gelin çırak olun!” derken 60 yıl önce çocuklarını “Oku yoksa seni çırak veririm” diyen sıradan vatandaşların ne kadar gerisine düştüklerini göstermesi bakımından ilginçtir.

GENCE ‘ÇIRAK OL’ DEMEK NE ANLAMA GELİYOR?

Üstelik de Antep Büyükşehir Belediyesi, gençleri çırak olmaya çağırırken, kendisi de emekçi olan Demirci Hasan’a, demirci Hasanlara değil, tek amacı genç hatta çocuk emeğini sonuna kadar sömürmek olan aç gözlü kapitalistlere, asgari ücretin üçte biri karşılığında bir ücretle çırak olmaya çağırmaktadır.

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in imzasını taşıyan, “Gençler, geleceğimiz çıraklık geleneğimizde”, “Geleceğin ustalarını arıyoruz” diye gençleri okumaktan vazgeçmeye çağıran afişlerde gençlere cazip gelecek vaatler de yer alıyor.

Antep’in billboardlarını donatan afişlerde, okuduğu okulu bırakıp mesleki eğitim merkezlerine (MESEM) gelecek gençlere; “haftada 4 gün iş, 1 gün okul”a gidileceği, “ayda 767 TL net maaş” verileceği, sonunda “lise diploması”nın ceplerinde olacağı vadediliyor.

Böylece bu afişlerde;

1) Gence: Haftanın beş günü servisti, okul harçlığı idi, kitaptı, defterdi, okula katkı payıydı… binbir zorlukla uğraşmak yerine, bir gün okula gideceksin sonunda lise diplomasını da cebine koyacaksın denilerek genç, hemen MESEM’e başvurmaya teşvik edilmektedir.

2) Emekçi ailesine: Zaten açlık sınırında yaşarken bir de bir okul masrafı yükü altında kalıyorsun; çocuğunu kolundan tut, “Eti senin kemiği benim” diyerek MESEM’in kapısına bırak, okul masraflarından, gelecekteki üniversite masraflarından, muhtemel işsizlik endişelerinden… kurtul. Bir de eve 767 TL de para girsin denilerek çocuğunu derhal okuldan alıp MESEM’e getir deniyor.

Gaziantep Valisi Davut Gül ise “Çocuklarımız hem eğitim alacak hem harçlığı olacak hem de meslek sahibi olacak” diyerek çocukların okuldan alınıp MESEM’e verilmesine tam destek veriyor.

ÜNİVERSİTE VE LİSE EĞİTİMİNİN BİR İŞE YARAMADAĞININ İTİRAFI

Afişlerin altında Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in imzası var. Ama, Berfin Türkmen’in haberinden anlıyoruz ki MESEM, Valilik, okul idareleri ve patronların tam bir iş ve güç birliği içinde oluşturmuş bir proje. Ve tabii bu girişim, sadece Gaziantep’e has olmayıp tüm ülkede hayata geçirilen bir iktidar politikasının bir uygulamasıdır.

Açıkça olan, “çıraklık” adı altında genç, hatta çocuk emeğinin, çocukların çalıştırılmasını yasaklayana yasaların arkasından dolanarak patronların vahşi sömürüsüne resmen açılmış olmasıdır.

Ancak, MESEM girişimiyle; çıraklık eğitimine giren öğrencilere haftada 1 gün birkaç saatlik Türkçe ve matematik dersiyle lise diploması vererek, lise diplomasının, dolayısıyla lise eğitiminin de boş bir eğitim olduğunu ilan etmiş olmaktadır.

Sadece bu kadar da değil; gençlerin MESEM’in eğitimine girmesini teşvik ederken, zaten üniversite mezunlarının da iş bulamadığını, bu yüzden de üniversite okumanın bir anlamı olmayacağını propaganda ederek, aynı zamanda AKP iktidarının ”Her ile bir üniversite” ve onlarca vakıf üniversitesine de destek verilmesi politikasının iflas ettiğinin itirafı olmaktadır.

LAİK DEMOKRATİK EĞİTİM VE GENÇLİĞİN GÜVENLİ GELECEK TALEBİ

MESEM girişimi, elbette bir yandan genç-çocuk emeği sömürüsüne meşruiyet kazandırmanın yeni bir adımı olmanın yanı sıra iktidarın az çok laik temelli pozitif bilim eğitimini itibarsızlaştırma girişimlerinin de devamıdır.

Gençliğin ileri kesimleri ve sınıf partisi, MESEM girişiminin sadece Antep sermayesinin değil tüm sermaye güçlerin politikası olduğunu bilerek davranmak durumundadır.

Bu amaçla; Laik, demokratik, parasız, nitelikli, ana dilinde eğitim talepleri ile gençliğin güvenli bir gelecekle ilgili talepleri arasındaki bağı güçlendirmek,Mesleki eğitimle pozitif bilim eğitiminin karşı karşıya getirilmesine karşı mücadele etmek, Sendikaların, dahası ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların meslek edindirme adı altında işçilerin kazanılmış haklarını gasbetmenin bir dayanağına dönüştürülmesine karşı mücadeleyi de gündemlerine almaları önemli olacaktır.

İktidarın emekçi sınıfların gençliğine, “şehitlik”ten sonra şimdi de “Çırak ol kurtul” çağrısı iktidarın sınıfsal kimliğinin açık ifadesi olmuştur.

(İhsan Çaralan-Evrensel) - 22 KASIM 2021


İmam hatibe gitmeyen ölsün mü! - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Kritik karar yine bir gece yarısı geldi. Cuma yatağa girdiğimizde Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ahmet Emre Bilgili’ydi. 

Sabah uyandık  Nazif Yılmaz oldu. Milyonlarca yurttaşın çocuğunun hayatını ilgilendiren Milli Eğitim, yine “yaptım oldu”ya teslim edildi.

Peki bu sıradan bir atama mı?

Hayır değil…

Nazif Yılmaz, bu göreve 8 yıldır başında olduğu Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nden geldi. Tesadüf de değil. İmam hatip ve ardından ilahiyat mezunu olan Yılmaz, ömrünü dini eğitim ile geçirdi. Ensar Vakfı, İmam Hatip Okulları Mezunları ve Mensupları Derneği’nde  (ÖNDER) çalıştı. Hafızlıktan başlayan Milli Eğitim’in tepesine uzanan bir kariyeri var.

Yılmaz, eğitimden neredeyse “dini eğitimi” anlıyor. Bütün uzmanlığı bunun üzerine. Doktora tezinin başlığı “İmam Hatip Liselerinde Kur’an-ı Kerim Öğretiminde Yeni Yöntemler ve Materyal Kullanımı”.  Matematik, fizik, Türkçe onun alanına girmiyor.

Haliyle, bu atama bize gayri resmi olanın alenileştiğini söylüyor: Milli Eğitim artık dinci vakıfların, tarikat ve cemaatlerin resmen elinde. Eğitim deyince artık din esaslı eğitimi anlayacağız. Okullar imam hatip ve diğerleri diye ayrıştırılacak.

DİNCİ VAKIFLAR İSTEDİ

Milli Eğitim kulislerinde bu atamanın anlamını soruşturdum. “Bilal Erdoğan bakan olsa ancak bu kadar olurdu” dediler. Hayır kastettikleri sadece Bilal Erdoğan bağlantılı vakıfların Milli Eğitim’i yönetir hale gelmesi değil. Nazif Yılmaz, Bilal Erdoğan’ın doğrudan tanıdığı, bildiği, desteklediği bir isimmiş.

Anlatılana göre TÜGVA, TÜRGEV, ENSAR, İlim Yayma Cemiyeti ve Cihannüma dernekleri bir süredir okullarda dini eğitimde yaşananlardan şikâyet ediyor, kulis yapıyorlardı. “Bizim için okullardaki dini eğitim önemli” diyen vakıf temsilcileri Bilal Erdoğan’la bir araya geldi. Uzun yıllardır Milli Eğitim’de din öğretiminde çalışan Nazif Yılmaz’ın Bilgili’nin yerine getirilmesini istiyorlardı. Ardından Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ile görüşerek onu da ikna ettiler. Son olarak vakıf temsilcileri, bizzat Cumhurbaşkanı ile görüşerek, “Dini eğitim ile ilgili problemler yaşıyoruz, Nazif Yılmaz’ı istiyoruz” dediler. Erdoğan’ın da olumlu bakması üzerine, atama gerçekleşti. Böylece her kesimin çocuğunu eğitmekle görevli Milli Eğitim, bir grubun amaçlarına teslim edildi.

İMAM HATİP VE ‘ÖTEKİLER’

Nazif Yılmaz, Milli Eğitim’de din eğitiminde radikal tutumuyla biliniyor. 2014’te Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne getirilen Yılmaz, tüm okulların imam hatibe dönüşmesi için çalıştı. Yılmaz, 13 Eylül 2017 tarihli bakanlığa hitaplı yazıda şu ifadeleri kullanmıştı: “Eğitim sistemi içerisinde faaliyetlerini sürdüren imam hatip ortaokullarına halkımızın ilgisi artmakta, mevcut okullarımızın kapasitesi vatandaşlarımızın taleplerini karşılayamamaktadır. Bu nedenle valiliklerince teklif edilerek isimleri konulan ve ilgi yönetmelikte belirlenen şartları taşıyan öğretim binalarında imam hatip ortaokulu açarak vatandaşlarımızın taleplerinin karşılanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.”

Yılmaz’a göre, halk imam hatip istiyordu, bulamıyordu. Bunun için diğer okullar imam hatibe dönüşmeliydi. Öyle de oldu. Türkiye’nin her yerinde birçok okul aşama aşama imam hatibe çevrildi. İstanbul’un bazı büyük mahallerinde bile imam hatip olmayan ortaokul bulunamaz hale geldi. Veliler sırf imam hatibe göndermemek için çocuklarını uzak yolculuklara hazırladılar.

Anadolu’da “zorla imam hatipleşme” öyle hale geldi ki… ÇYDD’nin bağışlarla kız çocuklarının okuması için inşa ettiği okullar dahi imam hatibe dönüştürüldü. Kısacası imam hatip dayatması, diğer okulların üvey evlat muamelesi gördüğü bir sisteme neden olmuştu.

Lafın gelişi değil…

Aynı binada yarı imam hatip eğitimi verilen okullardaki velilerle konuşuyorum. İmam hatip olmayan öğrencilerin ikinci sınıf sayıldığını anlatıyorlar. İmam hatibi seçen öğrencilere, Nazif Yılmaz’ın desteklediği vakıflar aracılığıyla, ayrıcalıklar yaratıldığını söylüyorlar. İmam hatip sınıfına geçene hediye tablet, yemek bursu ya da ücretsiz servis bunlardan bazıları. Nazif Yılmaz, 8 yıllık görev süresi boyunca eğitimi imam hatipleştirmek, diğerlerini “ötekileştirmek” için çalıştı. Şimdi bütün Milli Eğitim onun elinde.

TEK SORUN DİN EĞİTİMİ

Bu “ötekileşme” her şekilde ifade edilir haldeydi. Üç yıl önce, Nazif Yılmaz’ın katılımıyla düzenlenen Bursa’daki ÖNDER organizasyonunda, ilk açılan imam hatip liselerinden mezun olanlar bir araya getirilmişti. Kürsüye çıkan Hayrettin Karaman şu ifadeleri kullandı: “Kaybolmuş nesilleri, ümmetin kayıp çocuklarını tekrar dinimize ve medeniyetimize kazanacağız” diyordu. Onlara göre imam hatibe gitmeyenler dinden kopmuş kayıp nesillerdi. Kürsüye çıkan Yılmaz da “Bize örnek oldunuz” dedikten sonra kendi döneminde artan imam hatiplerin sayısını övünerek anlattı.

Nazif Yılmaz’ın desteğiyle düzenlenen çalıştaylardan çıkan sonuçlara bakıyorum. Birçoğunda dinci vakıflar var. Sanki Türkiye’de eğitimin tek sorunu din öğretiminden ibaretmiş gibi tespitlerde bulunuyorlar. Din öğretimi arttıkça eğitimin sorunlarının çözüleceğine inanıyorlar. “İmam hatip olmayan okul kalmasın” düşüncesiyle bir tür fethi savunuyorlar. Çocukların bilim, kültür, sanat, edebiyat eğitimi onlar için teferruat.

‘TÜRKÇE ÖLDÜ’

Dahası…

Nazif Yılmaz “Türkçe öldü” diyerek imam hatiplerde Türkçe konuşmayı yasaklamayı öneren isim. Yayımladığı bildiri unutulur mu:

Arapça öğretilirken ikinci bir dil kullanılmaması gerekir. Öğrenciler, öğretmenleri ile ancak Arapça diyalog kurabileceklerdir. Öğrenci teneffüslerde öğretmeni ile ancak Arapça konuşabilir. Ya konuşur ya da yanında tercüman getirir.”

Yılmaz, kendisi öğretmenken yaptığı uygulama sayesinde aldığı sonucu şöyle anlatıyor:

Türkçe konuşmanın yasak olmasıyla öğrenciler mecbur kaldıkları için ister istemez Arapça konuşmaya başladılar. Rüyalarında dahi Arapça konuşanlar oldu.

Dün Atatürk fotoğrafının parçalandığı Kabataş Lisesi’nin Müdür Yardımcısı’nın beş yıl önceki söylediği sözleri hatırladınız mı: “Bütün okullarımızın imam hatip lisesi gibi olması zamanı geldi.” Beş yıl sonra Nazif Yılmaz’lar sayesinde o noktaya ulaştık!

Hepimizin vergileriyle finanse edilen, bir yurttaşlık hakkı olan kamu eğitimi, dinci vakıfların insafına terk edilmişti. Yeni görevlendirme bunun sembolü oldu. Kendi çocuklarımızın geleceğine bile karar veremediğimiz düzene Türkçe bir kelime bulsak ne derdik? 

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet


KISA KISA GÜNDEM (10 OCAK 2022)

 


1- Somalı madenciyi tekmeleyen Yusuf Yerkel’e 6000 euro maaş, kira desteği, son model Mercedes(Ali Gülen-SÖZCÜ) 

Soma faciası sonrasında protesto eden bir madenciyi tekmeleyen dönemin başbakanı Erdoğan'ın Özel Kalem Müdür Yardımcısı olan Yusuf Yerkel'in Frankfurt Başkonsolosluğu'ndaki  yeni görevinin detayları ortaya çıktı. Ekonomi eğitimi almadığı halde Ticaret Ateşesi olarak atanan Yerkel'e ayda 6000 euro (yaklaşık 93 bin TL) maaş ve son model Mercedes verilecek.

2- 2 milyar liralık işi ihalesiz verdiler.(ALİ EKBER ERTÜRK-SÖZCÜ)

PTT’nin 2 milyar lirayı aşan posta dağıtım ve kargo ihalesinin ‘doğrudan temin’ ile verildiği ortaya çıktı. Sayıştay kararın riskli olduğuna dikkat çekti. Sayıştay raporuna göre PTT'nin 2020 yılı içinde “doğrudan temin” ile verdiği büyük ihalelerden bazıları şöyle: –  2 milyar 41 milyon 407 bin 558 TL sözleşme bedelli ve PTT'nin asli ve sürekli nitelikli posta ve kargo hizmetleri için gerçekleştirilen Ayrım Dağıtım Hizmet Alımı (7 Bölge) – Sözleşme bedeli toplam 38.8 milyon TL olan, 45 Şoför çalıştırılması ile bin 684 Adet Şoförsüz ve Yakıt Hariç Aracın (Filo) Hizmet Alımı Sureti ile Taşıt Edinilmesi – Sözleşme bedeli 66.2 milyon TL olan, muhtelif türde 504 adet aracın temin edilmesi işi…

3- Yargıtay: Atatürk Orman Çiftliği'ne askeri alan yapılamaz (SOL)

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Atatürk Orman Çiftliği'nin askeri alan olarak yapılaşmaya açılmasına ilişkin sürdürdüğü hukuki mücadeleyi kazandı, yargı plan değişikliğini iptal etti.


Konuya ilişkin açıklamaya yapan Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan
 “Halka emanet edilen Atatürk Orman Çiftliği alanları,  kamusal alandır, halka kapalı olamaz. Yargı, Birinci derece Doğal SİT alanı AOÇ’de yapılaşmada ısrar eden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı’na gereken cevabı bir kez daha vermiştir. İptal kararı haklılığımızın son tescilidir ve yargı telafisi imkansız zararlar yaşanmadan söz konusu dava konusuna ilişkin işlemleri iptal etmiştir. Bakanlıklar AOÇ alanlarında yapılaşma ısrarından vazgeçmelidir. Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak bilim ve teknikten aldığımız güçle, AOÇ alanlarını korumak için mücadeleyi sürdüreceğiz”  “Ankara 4. İdare Mahkemesi, iptal gerekçesinde alanın Atatürk Orman Çiftliği alanı olduğuna dikkat çekmiştir. İptal gerekçesinde  yer alan ‘Tarihi sit alanlarında zorunlu altyapı uygulamaları ve bu uygulamalar kapsamında yapılacak olan resmi kurum yapıları dışında hiçbir insani ve fiziki uygulamada bulunulamayacağı son alınan ilke kararı ile ortaya konulduğundan, çok büyük bir kısmı tarihi sit statüsüne sahip planlama alanının zorunlu altyapı uygulamaları kapsamında değerlendirilmeyecek E:0.50 yapılaşma koşulu ile ‘Askeri Alan’ olarak planlanmasına yönelik dava konusu planlama kararında hukuka uygunluk bulunmamıştır’ ifadeleri ile alanın tarihi SİT özelliğine ve biricikliğine de dikkat çekilmiştir.”

4-20 Aralık'ta yapılan 'arka kapı' operasyonunu açıkladı: 'Cayır cayır dolar satmış' (SOL)

Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Fox TV'de İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat programının konuğu oldu.

"20 Aralık akşamı Cumhurbaşkanı bir açıklama yaptı. Yeni bir mevduat sistemine geçiyoruz diye. Aynı gece döviz kurunda bir gerileme yaşandı. Bir algı oluşturuldu. Yeni sistemin dövize faydası oluyor diye. Fakat bir baktık o akşam ve ertesi gün Merkez Bankası arkadan cayır cayır dolar satmış" diyen Babacan, "Arka kapıdan 130 milyar doları satmıştı ya, aynı işi tekrarlamış. Rakamlar çok açık" ifadesini kullandı. Babacan, "Merkez Bankası'nın rezervi eksiye düştü. Kasımın sonunda rakam eksi 47, aralık sonunda eksi 64. Demek ki aralık ayında Merkez Bankası 17 milyar dolarlık döviz satmış. Bunun 9 milyarını da gizli saklı yapmış. Bu 17 milyar dolar nerede? Cevap veremiyorlar çünkü gizli saklı yapıyorlar" diye konuştu.

5- CHP'li Özkan açıkladı: 'THY CEO'su İlker Aycı, çalışanlarını Kazakistan'da bırakıp dönmüş' (Cumhuriyet)

CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, Türk Hava Yolları (THY) personelinin Kazakistan'dan tahliye edilmediğini duyurdu. Özkan, THY'nin en üst yöneticisi İlker Aycı'nın eşiyle birlikte Kazakistan'dan döndüğünü ve birçok THY çalışanının ülkede kaldığını belirtti. Özkan, paylaşımında THY çalışanlarının şu mesajını aktardı:


“30 Aralık tarihinde THY CEO'su İlker Aycı ve eşi Almatı’ya gelmek için yola çıkmışlar. 31 Aralık tarihinde bu ülkede yakınlarını ziyaret eden Aycı, olaylar başlayınca 5 Ocak'ta TK-6223 TC-JDR uçağına kaptanlar, load master ve teknik personeli alıp ülkeden ayrılmıştır. Şu ana kadar bizi arayan soran yok. Başkonsolos Türkiye’de. Otel güvensiz. İki gün önce oteli askerler bastı. Bir önceki gün isyancılar otele geldi. Dün bulunduğumuz yerin yakınında bir kişi öldürüldü. Toplam 30 THY, 19 diğer şirket personeli Kazakistan'da kaldı. İlker Bey’in eşinin kargo uçağı ile uçması kanunen yasak. Ayrıca uçakta 4 koltuk boş olmasına rağmen eşi hamile olan 1 pilot ve 2 kadın pilot uçağa alınmadı. İlaç kullanan kaptanların ilaçları bitiyor. Otelde güvenlik yok. Buranın istasyon müdürü ve konsolosluktan arayan yok. Durum çok iç acıcı değil açıkçası. Ayrıca televizyonlarda 'ekip ulaştı' diye yanlış haber yapılıyor. Bu bilgiler yalan. Saygılarımla.”


6-Dindar nesil için 44,3 milyar lira.(Mustafa BİLDİRCİN-BİRGÜN)

Milli Eğitim Bakan Yardımcılığı görevine atanan Nazif Yılmaz’ın Din Öğretimi Genel Müdürlüğü dönemine yönelik mali veriler, din öğretimi için ayrılan dilimin büyüklüğünü ortaya koydu. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, Nazif Yılmaz’ın müdürlüğe atandığı 2014 yılından 2021 yılına kadar toplam 44 milyar 397 milyon TL harcarken müdürlüğün personel sayısı altı yılda yüzde 81 arttı.

(https://www.birgun.net/haber/dindar-nesil-icin-44-3-milyar-lira-372501)

7- Genç kızın 7. kattan düşmesiyle ilgili 3 kişi sorguda(SÖZCÜ)

Olay, dün sabah 06.30 sıralarında Körfez ilçesinde bulunan Körfezkent sitesi 3. etap A-11 blokta meydana geldi.Kocaeli 
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi son sınıf öğrencisi Sedefnur Çağlar (23), polis memuru olan arkadaşı A.B. ile birlikte polis memuru olan arkadaşları O.Ç.’nin evine gitti. İddiaya göre, Sedefnur Çağlar sabah saatlerinde yedinci katta bulunan dairenin penceresinden aşağı düştü. İhbar üzerine olay yerine sağlık ekipleri sevk edildi.Olayın ardından harekete geçen Asayiş Şubesi ekipleri evde bulunan ikisi polis, biri kız 3 kişiyi gözaltına aldı.

8-Elektrik faturalarındaki soygunu Mehmet Tezkan ortaya çıkardı! Herkes faturalarını kontrol etsin.(Yeniçağ)

2021 yılının Aralık ayında faturalara yansıtıldığını ve itiraz edilmesi durumunda elektrik şirketinin geri adım attığını açıkladı. 
Aralık ayında zamların yansıtıldığının kanıtı olarak Boğaziçi Elektrik’in İbrahim Ender Altan'a estiği 484 lira 10 kuruşluk faturayı gösteren Memhet Tezkan, Altan'ın şişirilmiş fatura ile ilgili Boğaziçi Elektrik’in 444 6 255 numaralı telefonunu aradığını ve firmanın geri adım attığını ifade etti. Altan'ın görüşmenin devamında "Yanlışlık olmuş, hatalı hesaplanmış" yanıtını aldığını belirten Tezkan, "Ender Altan apartmana gelen faturaların hepsi böyle onlar ne olacak diye soruyor. Didem hanım onların da başvurması itiraz etmesi gerekir diyor. Altan bey yanlışlık olduğunu buldunuz herkesi düzeltin diyor. Didem hanım başvururlarsa olur yanıtını veriyor"  ifadelerini kullandı.