14 Ocak 2022 Cuma

KISA KISA GÜNDEM (14 OCAK 2022)



1- Almanya’ya giriş şartları değişti: Turkovac’a vize yok (ALİ GÜLEN-SÖZCÜ)

Almanya, Türkler’e vize ve ülkeye giriş şartlarını yeniledi... Turkovac aşısı olanlar Almanya’ya alınmayacak, hiç aşı olmamış sayılacaklar. AB’nin tanıdığı aşıları yaptıranlar ülkeye girebilecek. Ayrıca, Türkiye ve Almanya’da türeyen "Alman vizesi şirketlerine" gidilmemesi istendi.(https://www.sozcu.com.tr/2022/dunya/almanyaya-giris-sartlari-degisti-turkovaca-vize-yok-6887175)

2-Kredi: 20 bin lira Faizi: 28 bin lira(Deniz Ayhan-SÖZCÜ)

Üniversitelilerin borç yükünü İYİ Partili Musavat Dervişoğlu açıkladı. “217 bin öğrenciyi icralık eden 5 milyarlık borç silinsin” çağrısı yaptı.Üniversite öğrencilerinin Kredi Yurtlar Kurumu'ndan (KYK) aldıkları öğrenim kredisine yüzde 100'den fazla faiz uygulanıyor. Dört yıl boyunca toplam 20 bin lira kredi alan bir öğrenci mezun olunca bu parayı 48 bin lira ödemek zorunda kalıyor. Öğrenim kredisi ödeyemeyen üniversite mezunu sayısı 5 milyona dayandı. Borç vadesi dolan yüz binlerce öğrenci için yasal işlem yapılıyor. KYK'dan kredi alıp, borç taksidini ödeyemeyen 217 bin öğrencinin maaşına elektronik haciz uygulandı. İş bulmakta ve hayat kurmakta zorlanan gençlerimizin hayatı daha da zorlaştırılmamalı. İktidar inşaat şirketlerine vergi muafiyeti getirerek 9 buçuk milyarlık bölümü sildi. Öğrencilerin toplam 5 milyarlık borcunu silmek, müteahhitlerin borcunu silmekten daha kolaydır.”Borç faizinin alınan krediden fazla olmasına, enflasyon farkının TÜFE'ye göre değil ÜFE'ye göre hesaplanması yol açıyor. Öğrencilerin, aldıkları krediyi mezun olduktan sonra iki yıl içinde ödemesi gerekiyor. Ödenmezse, aldıkları kredi miktarı önce ÜFE oranında (Bu yıl için yüzde 79.9) artırılıyor. İki yıldan sonra ödenmeyen borçlara ayrıca aylık yüzde 1.4 oranında gecikme zammı uygulanıyor. Bu yüzden ödenmeyen kredi borcu miktarı, birkaç yıl içinde 3 katına çıkıyor. Bu arada kredi borcu, KYK tarafından vergi dairelerine devrediliyor. Bu durumda borcun, bankaya değil vergi dairesine ödenmesi gerekiyor. Ödenmezse icra işlemi başlatılıyor.

3-Diyanet Sen Başkanı Alkollü Araç Kullanırken Yakalandığı için mi İmamlıktan Atıldı?(medya faresi)

Memur-Sen'e bağlı Diyanet-Sen'in Genel Başkanı Mehmet Ali Güldemir'in, hakkında yürütülen disiplin soruşturma kapsamında görev yaptığı Yargıtay 1. Başkanlığı Mescidi İmam hatipliği görevinden ve memurluktan ihraç edildiği ortaya çıktı. 
Diyanet-Sen'in Genel Başkanı Mehmet Ali Güldemir'in, ihraç gerekçesi, 657 sayılı yasanın "Memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi" şeklindeki hükmü.   Sosyal medyada Türkiye Gerçekleri adlı hesabın iddiasına göre ise DiyanetSen Başkanı alkollü araç kullanırken yakalandığı için imamlıktan ve memuriyetten atılmış.

4-Bülent Ersoy ziyareti sonrası Anıtkabir komutanı görevden alındı (SOL)

Anıtkabir ziyareti sırasında Bülent Ersoy'a şemsiye tutan üniformalı subay fotoğrafının kriz konusu olması sonrası Anıtkabir Komutanı Hava Savunma Albay Hakan Osman Sert'in görevden alındığı öne sürüldü.  Odatv'den Can Özçelik'in haberine göre; Albay Hakan Osman Sert, Anıtkabir Komutanlığı'ndan alınarak Hakkâri Yüksekova’ya görevlendirildi. Görevden alınan komutanın  çevresine üzgün olduğunu söylediği, tayin yapıldıktan sonra emekliye ayrılmayı düşündüğünü söylediği belirtildi.(Ne olmuştu?) Sosyal medyada, Bülent Ersoy'un Anıtkabir'i ziyaret ettiği sırada üniformalı bir subayın şemsiye tutarak kendisine eşlik ettiğine ilişkin görüntüler yer aldı. Milli Savunma Bakanlığı, söz konusu görüntüler üzerine konuya ilişkin inceleme başlatmıştı. 

5- Yargıtay'dan 'Cumhurbaşkanına hakaret' davasında eleştiri vurgusu (Cumhuriyet)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, CHP eski Kayseri İl Başkanı Mustafa Ayan hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla açılan davada verilen beraat kararını onadı. Kararın gerekçesinde, "Devletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamının da diğer anayasal ve yasal kurumlar gibi eleştiriye açık olması doğaldır" ifadelerine yer verildi.










6-Ucuz ekmek satan fırının şoförünü bacağından vurdular(Cumhuriyet)

Kocaeli'de bakkallara ucuz ekmek satan fırının şoförü Zühtü Ateş (36) ekmek dağıtırken, "Kaça satıyorsun ulan?" diyen kişi tarafından tabancayla bacağından vuruldu. 
Olay, sabah saatlerinde, Darıca ilçesi Kazım Karabekir Mahallesi’nde meydana geldi. Bir fırında çalışan Zühtü Ateş, bakkala ekmek getirdiği sırada 2 kişi yanına geldi."Ekmeği kaça satıyorsun ulan?" diye soran kişi tabancasını çıkarıp Zühtü Ateş’i sol bacağından vurup kaçtı. Kendi imkanlarıyla yaklaşık 500 metre ilerideki Darıca Farabi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne giden Zühtü Ateş, tedaviye alındı. Bakkallara daha uyguna ekmek veren fırının yetkilileri, olayın, ucuz ekmek sattıkları için rakipleri tarafından gözdağı verilmek istenmesinden kaynaklandığını ileri sürdü. Polis, 2 şüphelinin yakalanması için çalışmalarını sürdürüyor.

7-Elazığ’daki türbede çocuklara istismar(BİRGÜN)

Gazeteci İsmail Saymaz, Elazığ’da bulunan "Çarşamba Baba Türbesi”nde, çocuklara 40 yaşındaki M.K.i isimli erkek tarafından istismar edildiğini yazdı.
Halktv.com.tr yazarı İsmail Saymaz, 2020 Mayıs-Haziran aylarında Elazığ’da bulunan Çarşamba Baba Türbesi’nde üç çocuğun istismar edildiğini yazdı. M.K.İ.’nin istismar ettiği çocuklar, durumu ailelerine anlatınca güvenlik güçlerine haber verildi. 30 Aralık 2021'de evinde yakalanan M.K.İ., Saymaz’ın aktardığına göre, B. ve C.'ye karşı ikişer kez, Y.'ye karşı zincirleme cinsel istismardan 75 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Saymaz ile görüşen anne şu açıklamayı yaptı: "M.K.'nin her dokunuşunda B. kendisini çekerek korkuyordu. M.K. de 'Bu kız neden korkmuş, kaza mı yaptınız, biraz dua okuyayım' dedi. M.K.'yi bağırarak evden çıkardım. Öğrendiğim kadarıyla çocukları istismar ediyormuş. Kendi imkanımızla aradık, bulamadık."

8-Ücretsiz suya AKP vergisi(BİRGÜN)

Bulgaristan’dan İsveç’e pek çok ülke elektrikten doğalgaza fatura desteği sunarken AKP, İBB’nin İnsani Su Hakkı olarak ücretsiz verdiği sudan da KDV almaya başladı. Ücretsiz suya AKP vergisi büyük tepki çekti. İBB, 2019 yılında aldığı kararla, kentte hanede tüketilen her 2,5 metreküp suyun 0,5 metreküpünü 'İnsani Su Hakkı' kapsamında ücretsiz verirken, söz konusu uygulamadan 1 Ocak itibarıyla Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından vergi alınmaya başlandı. Ücretsiz suya vergi uygulaması, İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (İSKİ) su faturalarına koyduğu uyarı notuyla ortaya çıktı. İBB'nin 2019 yılında yürürlüğe aldığı 'İnsani Su Hakkı' uygulaması Sayıştay'ın 2020 yılı İSKİ Denetim Raporu'nda mevzuata aykırı bulunduğu gerekçesiyle durdurulmuştu, ardından İBB Meclisi'nin aldığı yeni bir kararla tekrar yürürlüğe girmişti.

9-Erdoğan: Ülkemizi geleceğin harp ortamına hazırlıyoruz, bir yandan da gözümüz uzayda (BİRGÜN)

Test ve Eğitim Gemisi TCG Ufuk'un Hizmete Giriş Töreni'nde konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, fırlatma ve uydu sistemleri geliştirmeye yönelik çalışmaların sürdüğünü söyledi. Erdoğan, "Gözümüz uzayda" diye konuştu. Savunma sistemlerine ilişkin çalışmalar hakkında da konuşan Erdoğan, "Ülkemizi geleceğin harp ortamına hazırlıyoruz" ifadelerini kullandı.







10- Bakanlığın Kanal İstanbul oyunu yargıdan döndü (İsmail Arı-BİRGÜN)

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın Kanal İstanbul'a komşu olan Hoşdere'deki 8.3 hektarlık alanı, lojistik bölge alanından konut alanına dönüştürdüğü imar planları iptal edildi. Başakşehir Belediye Meclisi’nin CHP Grup Başkanvekili Nizamettin Kümeç, “Yargıya taşıdığımız imar planına mahkeme dur dedi” diye konuştu.
(https://www.birgun.net/haber/bakanligin-kanal-istanbul-oyunu-yargidan-dondu-373193)




 

Tarikat yurdundan kurtulan bir öğrenciden çarpıcı sorular: 'Bize sandığı bekleyin diyenler...' (ENES AYDEMİR-SOL)



Tarikat yurdundan kurtulmuş bir öğrenci soruyor: Enes’in, benim ve milyonlarca insanın ne yaşadığını; ne hissettiğini bilemeyecek sizler ne hadle, hangi ilke ve vaatle bizim karşımıza çıkıyorsunuz?

Önce sosyal medyada önüme o video düştü. Her sözü bir bir içime oturdu. Daha sonra adaşımın canına kıydığını öğrendim. Hem yazdıklarında hem de söylediklerinde ne kadar da aynı hissettiğim düştü hatrıma. “Ya o kitapla karşılaşmasaydım”, “ya partiye o mesajı atmasaydım”, “ya tutmasalardı yoldaşlarım elimden” diye uzun uzun düşündüm. Enes Kara’yı o çukurun dibine iten beni de daha önce itmiş her başlığın müsebbibi olan sisteme; bu sistem hayatlarımıza doğrudan veya dolaylı yoldan kast ederken kârına kâr katan, siyaseti kapalı kapılar ardındaki tiksinç hesaplarına hapsedenlere olan öfkem giderek katlandı. Hayatlarımız bir gram daha iyi olsun, kafamızdaki bizi yiyip bitiren sorunlardan bir mühlet de olsa uzaklaşalım veya sonsuza kadar atalım sırtımızdan bu asalakları, yıkalım bu köhne düzeni… bu istekler artık farklı çözüm yollarının muhatabı değil. Ancak ben ve milyonlarca yaşıtım, en tarihsel ve en güncel sorunlar tarafından bu kadar boğazlanırken yüksek ağızdan bize “sandığı bekleyincilik” yapanlara, “gericileri üzmeden nasıl açıklama yapsam da yüzde 0,37 oy kazansam” diye şekilden şekle girenlere, insanlara el uzatıyor gibi gözüküp onları çukurun daha dibine daha büyük bir yalnızlığa itenlere ben de birkaç soru sormak istiyorum?

Bize sandığı bekleyin diyenler, gerici bir ailede kendini var etmeye çalışmanın ne kadar zor olduğunu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, zorla veya manipülasyon ile tarikat yurtlarında kalmanın baskısını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, tesbihâtı ezberleyemedin diye para cezası alıp okulda tostunun yanına ayran alamamanın çaresizliğini nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, namaza kalkamadın diye sözlü ve fizikî şiddet görmenin ne kadar gurur kırdığını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, dört duvar arasında sevmediğin ve sende onlarca tramvaya sebep olmuş insanlarla hapsolmanın ne demek olduğunu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, “hafta sonu toplantılarında” seviyesiz ve patavatsız insanlara gıkını çıkarmadan hizmet etmenin ne kadar sinir bozduğunu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, o yurda yüklü miktarda bağış yaptı diye tacizci, sapık olduğunu bildiğiniz esnaf/muhtar ile muhatap olmak zorunda olmanın ıstırabını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, annene bir fırın alamamanın bir çocuğun omuzlarında nasıl bir yüke dönüşüp her geçen gün ne kadar ağırlaştığını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, kardeşinin senin yaşadıklarını yaşadığını görüp ona el uzatamamanın çaresizliğini nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, devletin sana imam-hatiplerden başka yeri layık görmemesi ve alternatiflere uzanamamak nasıl bir sıkışma nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, 21. yüzyılda dinini akıl ile tasdik etmek istediğin için cevap veremedikleri sorular sorup kâfirlikle suçlanmanın türlü psikolojik saldırılara maruz kalmayı nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, ödev için “abi”nin telefonunu isteyip arama geçmişinde karşına çıkanlar ile her günün her dakikanın zehir olmasını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, tanımadığın etmediğin bir adamın seni odasına, kendisine masaj yaptırmaya çağırması ne kadar korkutucu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, karşı cinsten bir arkadaşınla fotoğraf çektirdin diye haftalarca azar yemenin ne demek olduğunu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, kendi şeyhlerine mehdi deyip Atatürk’e deccal dedikleri için her büst gördüğünde çocuk aklınla maruz kaldığın korkuyu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, yaşıtların birbiriyle hayatın her alanında sosyalleşirken sana “neden whatsapp’ın yok” diye sorduklarında utançtan cevap verememeyi nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler; yaşıtların okuldan sonra spor salonlarına, kafelere, parklara giderken senin direkt olarak “hapishanene” dönme zorunluluğunun sosyal ve fiziksel olarak gelişimini nasıl engellediğini nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, ayda yılda bir dışarı çıkmak istediğinde hiçbir ehliyeti olmadan senin hayatındaki kararları vermek ile yetkilendirilen bir insandan izin almanın nasıl özsaygınızı yok ettiğini nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, kendine sürekli “ne için çabalıyorum” diye sormanın ve bu sorunun yanıtsız kalmasının ne demek olduğunu nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, sınavdan sınava koşup hayatında gerçek hiçbir şey elde edemiyor oluşun nasıl bir yılgınlığa yol açtığını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, mezun oldum ama ne işim belli ne yarınım diye düşünmenin ağırlığını nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenler, işsizliğin ve geçim sıkıntısının ateşten gömlek gibi sırtımıza geçirildiğinde hissettiklerimizi nereden bileceksiniz?

Bize sandığı bekleyin diyenlere şahsen soracağım soruları sayfalarca uzatabilirim ancak özetlemek gerekirse: Bize sandığı bekleyin diyenler, bir emekçi çocuğunun neler yaşadığını siz nereden bileceksiniz?

Enes’in, benim ve milyonlarca insanın ne yaşadığını; ne hissettiğini bilemeyecek sizler ne hakla ve hadle, hangi ilke ve vaatle bizim karşımıza çıkıyorsunuz? 

Daha tarikatlar kapatılsın diyemeyenler neyin siyasetini, hangi sınıf için yapıyorsunuz?

Bu soruların cevabı bende hep olumsuz. Ama olumlu olan bir şey var. İyi ki o kitapla karşılaşmışım, iyi ki partiye o mesajı atmışım iyi ki yoldaşlarım elimden tutmuş.

Ben yalnız değilsem ve bırakılmadıysam bu düzenin hayatlarımızı yok eden pençelerine... Samimiyetimle rica ediyorum hepinizden, sandığı beklemeyelim artık. Uzatalım ve açalım merhamet dolu, hayata bağlayan ellerimizi birbirimize ve öyle bir sıkalım ki yumruklarımızı, indirdiğimizde başına kapitalistlerin ve gericilerin bellerini doğrultamasınlar bir daha. Kirli ellerini çocukların, kadınların ve hayvanların üzerlerine uzatamasınlar.

(ENES AYDEMİR-SOL)

Portreler V: Gregor Strasser – Faşizm faşistleri de vurur III - SERDAL BAHÇE / SOL

 


Gregor’un SA komutanı olarak görevi vardı ancak olay yerine yetişemedi. O tutuklanmaktan yırttı ama Nazi partisi resmen kapatıldı. Gregor’un hayatında yeni bir dönem başlıyordu.

Almanya için trajik bir dönem başladı savaş bitince. Marx kapitalizmin yeşerdiği dönem için “Katı olan her şey buharlaşıyordu” yorumunda bulunmuştu. Almanya’da ise savaşın hemen ertesinde eskinin monolitik taştan kütleleri buharlaştılar; buharlaştılar ancak külleri bir süre sonra yeni toplumun üstüne yağmaya başladı. Almanya bir anda, 9 Kasım 1919’da bir cumhuriyete dönüştü. Ancak hiç kimse memnun değildi. Herkes kızgındı. 

Komünistler ve işçi sınıfı kızgındı, çünkü ortaya çıkan eski rejimin devamı mahiyetinde bir cumhuriyet idi. Yeni bir dünya istiyorlardı, eskinin pisliğiyle kirlenmiş, hilkat garibesi bir güdük burjuva demokrasisi değildi istedikleri. Sosyal demokratlar kızgındı, ömrü hayatlarında ilk defa tek başlarına iktidar olmuşlardı, daha doğrusu iktidarı kucaklarında bulmuşlardı. Ancak yönetmeyi istedikleri toplum böyle bir toplum değildi; bu toplum kızgındı ve yönetilemeyeceğini apaçık ortaya koyuyordu. Üstelik Alman gericiliği onlara kazık atmıştı, Alman tarihinin en büyük ulusal utancı olmaya aday Versay Barışı’nı onlar onamak ve onattırmak zorunda kalacaklardı. Alman burjuvazisi ve Junkerleri kızgındı, çünkü ihtişamlı Alman imparatorluğu hayalleri Ferdinand Foch’un parlak karşı saldırısı sonuncunda Ren kıyılarında yok olup gitmişti. Alman aşırı sağı ve faşistleri kızgındı çünkü Almanya arkadan hançerlenmişti ve dışarıda kazanılabilecek bir savaş içeriden ihanetle kaybedilmişti. Herkes her şeye karşı hınç ve öfke duyuyordu. Weimar prematüre bir ölümle karşı karşıyaydı. Adı cumhuriyet idi ve Alman halkını temsil edecekti. Ancak halkı oluşturan her sınıf ondan ölesiye nefret ediyordu. 

Bu ortamda herkes ihanet edecekti. İhanetle başlayan öykü ihanetle nihayete erecekti. Sosyal demokratlar işçilere ihanet edecekti. Merkez sağcılar, burjuva ve Junker partileri güdük demokrasilerine ihanet edeceklerdi. Alman faşistleri kendi yoldaşlarına ihanet edeceklerdi.  Bürokratlar anayasaya ihanet edeceklerdi. Generaller Kayzer’e ve mirasına ihanet edeceklerdi.  

Versay Barışı mı? Almanya için gerçek bir utançtı. Barış anlaşmasının şartlarının belirlendiği Paris Konferansı’nın üç patronu, ABD Başkanı Wilson, Britanya Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clemenceau Almanya’yı itibarsızlaştıran bir garip tiyatro oynadılar. Aylarca kendi aralarında kavga ettiler.  Aylarca süren bu konferansa bir Alman delegasyonunu davet etmeye tenezzül bile etmediler. Sonunda ortaya bir metin çıktı, Alman delegasyonu çağrıldı ve metin önlerine atıldı. “Götürüp bunu onaylatın” denildi. Koca Alman imparatorluğunun bakiyesine köşeye sıkıştırılmış bir müstemleke statüsü layık görüldü; Alman faşistleri bunu hiç unutmadılar. Gregor ve Adolf de unutmadı. 

Alman Devrimi daha savaş bitmeden başlamıştı. İşçi sınıfının yoğun olduğu kentlerde sovyetler kurumuştu. Berlin, Hamburg, Düsseldorf gibi pek çok kentte daha monarşi sona ermeden yerel inisiyatif işçilere ve askerle geçmişti. Alman sosyal demokratları, SDP işçi sınıfının gazını almak için çok uğraşıyordu. Savaş bitmeden kabineye bakan sokmuşlardı. 1918 Ekim’inin sonunda ve Kasım başlarında iktidardaki burjuva ortaklarına monarşinin gitmesinin elzem olduğunu, aksi takdirde devrimin daha radikal ve korkutucu mecralara akacağı uyasında bulundular. Onlardan biri Konrad Haenisch bir mektubunda Almanya’da patlayacak olası bir Bolşevik Devrimi hakkında şunları yazmıştı: Sorun giderek yükselen, daha da tehdit edici hale gelen ve bir kaos anlamına gelen Bolşevik Devrimi’ne direnmektir…Ülkeyi kurtarmak için Kayzer’i feda etmeliyiz”.1 Alman sosyal demokrasisinin Alman işçilerine ihanet edeceğinin apaçık ifadesiydi bu. 

Münih o devrimci kentlerden biriydi. Kurt Eisner ve yoldaşları Münih’de resmen bir Sovyet cumhuriyeti ilan ettiler. Witelsbachlar kaçtı. Ancak Alman gericiliği henüz kendi adımını atmamıştı. Ülke bir devrimci dalgayla sarsılırken Alman devleti hem askeri yenilginin travması hem de alttan gelen devrimci dalganın tazyikiyle paralize haldeydi. 1918’in sonu ve 1919’un başında devrimci dalgayı durduracak bir karşı güç yok gibiydi. Bugünden geriye doğru bakıldığında gerçekten 1918 Ekim’iyle 1919’un Şubat’ı arasında Almanya’nın sosyalist bir devrime çok yakın olduğunu anlıyoruz. Nasıl ve neden başarısız oldu? Bu yazının konusu değil. 

Alman gericiliği ve ihaneti açık hale gelen SDP çözümü çabuk buldu. Alman ordusu işlevsiz hale gelmişti ancak Genelkurmay kendilerini Freikorp (Özgür Birlikler) diye adlandıran ve terhis edilmiş aşırı sağcı askerlerden oluşan güruhu el altından örgütledi. İktidardaki SDP hükümeti de bu kuvvetleri devrimcilerin üslerine yönlendirdi. Freikorplar Alman devriminin üstüne heyula gibi çöktü. Luxemburg ve Liebknecht Berlin’de katledildiler. Devrim ateşinin yakıldığı her kent apaçık iç savaş alanı haline geldi, Freikorp güruhları, mahkemesiz ve sorgusuz, buldukları devrimcileri katletmeye başladılar. Münih’de Kurt Eisner’in Sovyet hükümetini yıkmaya giden güruhun lideri Ritter von Epp adlı bir maceraperest idi. Gregor da bu güruhun içindeydi. Çok kısa bir süre içinde Münih Sovyeti (ya da diğer adıyla Bavyera Sosyalist Cumhuriyeti) yok edildi. Gregor ileride anılarını yazarken o günleri gururla yad edecekti. Eisner yol kenarında vuruldu, diğer pek çok yoldaşı gibi. 

Alman sağı Freikorplar aracılığıyla ve Sosyal Demokratların hain elleriyle kotardıkları karşı-devrimi resmileştirmek ve Weimar Cumhuriyeti’ni bitirmek için bir yıl sonra doğrudan harekete geçti. Tarihe Kapp Darbesi olarak geçecekti. Lideri Wolfgang Kapp adında kaşarlanmış bir Alman sağcısıydı, ordunun üst yönetiminden de destek alan Kapp ve ekibi 1920 Mart’ında Berlin’i de işgal edip sosyal demokrat hükümeti kaçmaya zorladılar. Ancak ülke tarihinin gördüğü en büyük genel grev (12 milyon işçini katıldığı söyleniyordu) darbeyi mağlup eti. Bir kere daha güdük burjuva demokrasisi işçi sınıfı tarafından kurtarıldı. 

Freikorplar Alman aşırı sağının ve pek tabi ki Nazi partisinin yükselişinin en temel unsurları olacaktı. Alman Devrimi’ni ezerken bir tür karşı devrim stajı yapan bu güruh 1920’lerin başından itibaren geleneksel burjuva ve Junker sağına inancını kaybeden genç neslin kendilerini ifade edecekleri aşırı sağcı pek çok örgüt yaratacaktı. Groeor’un liderliğini yaptığı Verband nationalgesinnter Soldaten (VnS) onlardan biriydi. Bavyera durulmuyordu, tarihsel olarak Berlin ile bağları gerilimli olan Bavyera sağı oldukça kendi başına buyruk bir yönetim sergiliyordu. Kapp Darbesiyle Bavyera’daki Sosyal Demokrat yönetimi yerinden eden sağcı Gustav von Kahr hükümeti Bavyera’yı Alman aşırı sağı için bir tür güvenli habitat haline getirdi; hızla ürediler ve çoğaldılar; hem de amip gibi. VnS sadece biriydi, bir sürüydüler. Gregor bir süre sonra daha etkin bir örgüt olduğunu düşündüğü Einwohnerwehr (EW) adlı örgüte girdi. Sokaklarda düzeni sağlamak isteyen sağcı paramiliter bir örgüt idi. 

Burada durup biraz da Adolf’un neler yaptığına bakalım. Adolf Freikorplara katılmadı, katılamadı. Çünkü yeniden yapılandırılmakta olan ordudan 1920’nin sonuna kadar terhis edilmedi. Önce savaş esirlerinin tutulduğu bir kampta çalıştı, kamplara aşinalığı oradan geliyordu herhalde. Bavyera’da Kızıl Cumhuriyet’in karşı-devrim tarafından boğulmasından sonra, Bolşevizmle zehirlenmiş askerleri Alman gericiliğinin dogmalarına göre tedavi etmekle yükümlü bir propaganda birliğine atandı. Burada komutanı olan Karl Mayr yıllar sonra onun için şöyle yazacaktı: Bir sahip arayan bitkin bir sokak köpeği gibiydi...Kendisine ilgi gösterecek herhangi birinin kucağına atlamaya hazırdı. Alman halkıyla ve onun kaderiyle ilgilendiği falan yoktu”.2 Eski komutanı Führeri sokak köpeğine benzetmişti. 

Sonra istihbarat görevine atandı. Görevi ise ilginçti; onu Bavyera’da sayıları giderek artan ve pıtrak gibi çoğalan aşırı sağcı ve aşırı solcu örgütleri takip emekle görevlendirdiler. Toplantılarına gidiyor, notlar tutuyor ve rapor hazırlıyordu. Alman faşizminin Führer’i siyasi yaşamına faşistleri takip etmekle görevlendirilen bir ajan olarak başlamıştı. Derken bir gün adı Alman İşçi Partisi olan aşırı sağcı bir örgütün toplantısına katıldı. Bir grup orta yaşlı anti-semitik aşırı sağcı küçük burjuvanın kurduğu önemsiz bir örgüt idi. Türdeşlerinden hiçbir farkı yoktu. Hata onlara göre bayağı silikti. Partinin başkanı Anton Drexler bir çilingirdi. Tartışma bölümünde (hem de görev tanımını aşarak) birine cevap vermek için söz alan Hitler’in hitabet gücü parti yönetimini etkiledi. Ona partinin görüşlerini anlatan bir broşür verdiler, ertesi hafta partiye 555 nolu üye olarak kaydoldu. Sonra liderliği eline aldı ve Alman İşçi Partisi,  Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ne (NSDAP), yani Nazi Partisi’ne dönüştü. 

Bu arada Gregor evlendi. Çoluk çocuğa karıştı. Bir eczane açtı. Ancak siyasi faaliyetlerine ara vermedi. Diğer yandan içinde faaliyet gösterdiği aşırı sağcı örgütlerin hiç biri onun siyasi hırslarını tatmin edemiyordu. Sanki faşist bir mesih bekliyordu. Hitler 1921 Temmuz’unda Nazi Partisi’nin liderliğini aldığında görünen o ki Gregor hala Nazi değildi. Giderek büyüyen parti ilgisini çekti ancak katılması 1922 Sonbaharını bulmuş gibi görünüyor.3 Partiyle birlikte SA’ya da katıldı ve giderek yükselmeye başladı.  Partinin üye sayısında da bir artış vardı çünkü Alman toplumu, kızıl tehlike atlatılmış gibi görünse de, bir bunalımdan diğerine sürükleniyordu. Almanya 1921’de başlayan ancak zirve noktasını 1923’de görecek olan hiperenflasyonist bir sürece girmişti. Hiperenflasyon sabit gelirlileri, köylüleri ve küçük burjuvaları pek kötü vuruyordu. Bu toplumsal huzursuzluk aşırı sağı büyüten bir dinamik yarattı. Miniskül Nazi Partisi de bu dinamikten nemalandı.  Gregor partisiyle birlikte büyümeye ve yükselmeye başladı. 

Ancak bu saadet günleri 1923’ün Kasım’ında birden son buldular. Hitler ve parti yönetimi, Mussolini ve faşistleri iktidara taşıyan Roma’ya Yürüyüş’den etkilenerek darbe yapmaya karar verdiler. Ekibe I. Savaş’ın kahramanı Ludendorf’u da katarak uzunca bir süredir diktatöryel yetkilerle Bavyera’yı yöneten sağcı Kahr’ın konuşma yaptığı birahaneyi bastılar. Silah zoruyla Kahr’ı ve ekibini yola getirdiler. Yöneticileri ellerinde olunca güvenlik güçlerinin de fait accompliyi kabul edeceğini düşündüler herhalde. Ancak olmadı, olmadığını anlayınca Hitler, Göring, Hess, Röhm ve Ludendorf başta olmak üzere darbeci güruh birahaneden yola çıkarak Bavyera Savunma Bakanlığı’nı ele geçirmek için Münih’in ana caddesi  Feldherrnhalle’ye geldiler. Karşılarında topu topu silahlı 130 asker vardı ama yetti. Karşılıklı ateş açıldı,  savaşın aslan yürekli kahramanı Ludendrof ve III. Reich’in gelecekteki Führeri de dahil, pek cesur Nazi güruhu tabanları yağladı. Hitler iki gün sonra tutuklandı. Gregor’un da SA komutanı olarak görevi vardı ancak olay yerine yetişemedi. O tutuklanmaktan yırttı ama Nazi partisi resmen kapatıldı. Gregor’un hayatında yeni bir dönem başlıyordu. 

Devamı haftaya…

  • 1.Akt. Piere Broue (2005) The German Revolution 1917-1923, Brill, s. 144.
  • 2.Akt. Ian Kershaw (2007) Hitler I. Cilt: Hubris (çev. Z. Biliz), İthaki, s. 139.
  • 3.Peter D. Stachura (1983) Gregor Strasser and the Rise of Nazism, Routledge.


İmamhatipleşme/tarikatlaşma mesajı - RIFAT OKÇABOL / SOL

 Toplum M. Özer yerine daha ılımlı bir kişinin getirilmesini umut ederken, yıllardır eğitimin imamahatipleşip tarikatlaşması için elinden geleni yapmış olan N. Yılmaz, bakan yardımcılığına getirilmişti.

Bilindiği gibi 2012 Mart’ında çıkarılan 4+4+4 yasasıyla eğitim sisteminin imamhatipleşmesi ve de hatta tarikatlaşması süreci hızlanmıştır. 

Başkanlık dönemi başladıktan sonra Temmuz 2018’de, Prof. Dr. Ziya Selçuk eğitim bakanlığına, Prof. Dr. Mahmut Özer de bakan yardımcılığına getirilmiştir. Bakan Z. Selçuk kendisinden beklendiği gibi hareket etmiş ve “2023 Eğitim Vizyonu” açıklamasıyla, imamhatipleşme yeni bir evreye girmiştir.  

Bakan vizyon açıklamasında, imam hatip okullarıyla yükseköğretim kurumları arasında iş birliği geliştirilecektir” ve “evrensel karakteri güçlendirilecek İmam Hatip Okullarının millî bir model olarak başka ülkelere örnek olma potansiyeli artacaktır demiştir. Z. Selçuk, bakanlık bürokratları arasında değişiklikler yapmışsa da, 2014 yılından beri Din Öğretimi Genel Müdürü olan Nafiz Yılmaz’a dokunmamıştır. Çünkü imam hatibe gitmemişleri kaybedilmiş nesil olarak gören N. Yılmaz, ilginç değerli (!) bir geçmişe sahiptir:

    • İmam hatip lisesi ve ardından da ilahiyat okumuştur. Hafızlık ile işe başlamış, yurt içinde ve dışında öğretmenlik yapmış, imamhatiplik vizyonunu benimsemiş Ensar Vakfı gibi kuruluşlarda çalışmıştır. 15 Ekim 2012 tarihinde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nde Programlar ve Öğretim Materyalleri Grup başkanı olmuştur. Bakanlıkta çalışırken “İmam Hatip Liselerinde Kur’an-ı Kerim Öğretiminde Yeni Yöntemler ve Materyal Kullanımı” adlı teziyle doktor unvanını almıştır. 5 Ocak 2014’de de genel müdürlüğe getirilmiştir. 
    • İmam hatip okullarının yaygınlaşmasına çalışmıştır. 
    • İmam hatip öğrencilerinin okulda yalnız Arapça konuşmasını istemişse de, şimdilik başarılı olamamış ve Arapçanın imam hatiplerde zorunlu yapılmasıyla yetinmiştir. 
    • İmam hatip misyonu doğrultusunda 16 Mart 2017 günü Amasya, 17 Mart’ta Kırklareli ve 7 Ağustos 2020’de Yalova Üniversitesi’ni ziyaret emiştir. N. Yılmaz, aynı vizyona sahip kuruluşlarla 27-29 Nisan 2017 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi’nde ‘Geleceğin İnşasında İmam Hatip Okulları Uluslararası Sempozyumu’nun düzenlenmesine katkıda bulunmuştur. 
    • Gülen Cemaati’ne ait bin 106 binanın iktidara yakın TÜGVA, TÜRGEV, KADEM, ÖNDER, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı ile İnsan ve Medeniyet Hareketi gibi kurumlar tarafından paylaşılmasını sağlamıştır. 667 sayılı KHK ile kapatılan  848 özel yurttan 79’unun kredi yurtlar kurumuna ve diğerlerinin iktidarın kontrolündeki tarikat niteliğindeki dernek ve vakıflara verilmesinde de etkin rol oynamıştır1.
    • ‘Kur'an-ı Kerim'i Nasıl Öğretelim?’ ve ‘Benim Güzel Dinim’ gibi kitaplar yazmıştır.  
    • Ayasofya camiinde gerçekleştirilen hafızlık merasiminde, Nafiz Yılmaz ile “Lafzıyla Hafız Ahkamıyla Amil Hikmetiyle Kamil Nesiller için Örgün Eğitime birlikte Hafızlık” konusunda bir söyleşi yapılmıştır (Altınoluk2, Temmuz 2021, Zilka’de-Zilhicce3 1442, 10-13).

Z. Selçuk haklı olarak görevden almak yerine N. Yılmaz ile birlikte, genelde “imamhatiplik” vizyon ve misyonunu benimsemiş ve tarikatvari kuruluşlarla iş ve güç birliğini yoğunlaştırmıştır. Bakanlığın bu kuruluşlarla yaptığı işbirliği, Danıştay bu tür protokolleri iptal ettikçe artmıştır. Bu arada devlet 2021 yılında, İlim Yayma Cemiyeti,  TÜRGEV, TÜGVA ve Ensar Vakfı gibi cemaatlere 173 milyon 704 lira da aktarmıştır (soLHaber, 12 Ocak 2022). 

Z. Selçuk’un yerine bakan yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer, 7 Ağustos 2021’de eğitim bakanlığına getirilmiştir. Bu değişiklik üzerine, bazıları nedense imamhatipleşmenin ve tarikatlaşmanın hız keseceği beklentisine girmiştir. Ancak M. Özer’in yakınlarını bürokratik kadrolara getirmesi ve bakanlıkta tarikatlaşmanın artması, beklentileri boşa çıkarmaya yetmiştir. M. Özer’in büyük çoğunluğu imam hatip vizyonuna sahip yandaş kuruluşlarla Aralık başında düzenlediği 20. Milli Eğitim Şurası’nda, gerici kararlar alınmıştır. Bu Şura’nın gerici kararlarına sahip çıkmıştır. 7 Aralık’ta tarikat yurdunda kalan bir üniversite öğrencisinin öldürülmesi, eğitimde tarikatlaşma konusunu yeniden gündeme getirmiştir. M. Özer’in geçen hafta da, okul müdürünü ve milli eğitim müdürünü öğrencilerin gözü önünde haşlaması bardağı taşıran bir olay olmuştu. 

Toplum M. Özer yerine daha ılımlı bir kişinin getirilmesini umut ederken, yıllardır eğitimin imamahatipleşip tarikatlaşması için elinden geleni yapmış olan N. Yılmaz, 8 Ocak 2022 günü bakan yardımcılığına getirilmiştir.  

Bu görev değişikliği, 1) M. Özer’e, “Toplumun tepkilerine boş verip imamhatipleşmeye ve tarikatlaşmaya devam et. Aksi takdire N. Yılmaz hazır”; 2) Topluma da, “İsteseniz de, istemeseniz de imamhatpleşme/tarikatlaşma devam edecektir” mesajı niteliğindedir. 

Tıp öğrencisi Enes Kara’nın tarikat yurdundan kurtulmak için intihar etmesi ise, ‘tarikatlarla’ ilgili olarak topluma ve iktidara verilen bir uyarı olmuştur. 

Ülkenin geleceği bu uyarının algılanış biçimine göre belirlenecektir. 

RIFAT OKÇABOL / SOL


13 Ocak 2022 Perşembe

KISA KISA GÜNDEM (13 OCAK 2022)

 


1-Ünlü market zinciri bakliyatı gramla satmaya başladı(Yeniçağ)

Ayçiçek yağının ardından ünlü market zincirinde bakliyat da gramla satmaya başladı. A-101'de 500 gramlık bakliyatın satışa çıkması dikkat çekti...
Nohut, fasulye ve kırmızı mercimek başta olmak üzere bakliyat fiyatlarının kilosu 20 TL'yi aştı. Vatandaşın alım gücünün düşmesine karşı zincir market A-101 artık bakliyatı gramla satmaya başladı.





2-BİM'de gramaj oyunu(Yeniçağ)


BİM'de gramaj oyunu bitmek bilmiyor. Daha önce birçok üründe ortaya çıkan gramaj farkı şimdi de piliç ızgara ürününde yaşandı. Müşteri kasaya gelince durumu fark edip tepki gösterdi. 
Etikette 739 gram yazan piliç ızgarayı kasada tartıda tartan müşteri ürünün ambalajıyla beraber 735 gram çıktığı gördü.4 gramlık fark ilk bakışta az olarak görünsede binlerce şubesi olan zincir market BİM’de bu durumu yüzbinlerce müşterinin yaşayacağı veya yaşadığı düşünülürse ciddi rakamlara karşılık geldiği dikkat çekiyor. 







3- 9 gün sonra açılacak yolu dalgalar yuttu(İSMAİL AKDUMAN-SÖZCÜ)

Yapımı 2002 yılında Kilimli Belediyesi tarafından başlatılan ancak Karayolları Yol Ağı’nda bulunmadığı için tamamlanamayan Kilimli Sahil Yolu, 2011 yılında ihale edildi. İhaleyi alan şirket 120 günde teslim edeceğini açıkladı. Bölüm bölüm ihale edilen yolun yapımını üstlenen şirket, belirtilen sürede yolu teslim edemedi ve çalışmalar durdu. Yapımı yılan hikayesine dönen yol 2020 yılında bir kez daha ihaleye edildi. Toplamda yaklaşık 500 milyon liraya mal olan yol, 22 Ocak’ta tam 9 gün sonra Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılacaktı.(
https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/9-gun-sonra-acilacak-yolu-dalgalar-yuttu-6886147)







4-Merkez Bankası'nın rezervleri son 20 yılın en dip seviyesini gördü(SOL)

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın brüt rezervleri 7 Ocak haftası itibariyle 109,45 milyar dolara geriledi.

Yeni yılın ilk haftasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası rezervleri gerileme gösterdi. TCMB verilerine göre brüt rezervler 7 Ocak haftasında 109,45 milyar dolara geriledi. Bir önceki hafta rezervler 111,05 milyar dolar olarak kaydedilmişti. Net rezervlerdeki erime de devam etti. 31 Aralık haftasında 8,3 milyar dolar olan net rezervler 7 Ocak haftasında 7,9 milyar dolara indi. Böylece TCMB'nin net uluslararası rezervleri Ağustos 2002'den bu yana yeni en düşük seviyelerdeki seyrini sürdürdü. Bu rakamlar swap hariç net rezerv rakamlarına da yansıdı. 7 Ocak haftası itibariyle swap hariç net rezervler eksi 56,9 milyar dolar oldu. Bir önceki hafta bu rakam eksi 56,4 milyar dolardı.

5-Demirören Holding ve Ziraat Bankası hakkında ‘nitelikli dolandırıcılık’tan suç duyurusu(Cumhuriyet)

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır,
‘nitelikli dolandırıcılık’, ‘görevi kötüye kullanma’ ve ‘Bankacılık Kanunu'na muhalefet’ suçlarını işledikleri gerekçesiyle Demirören Holding ve Ziraat Bankası’nın yönetim kurulu üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/demiroren-holding-ve-ziraat-bankasi-hakkinda-nitelikli-dolandiriciliktan-suc-duyurusu-1899879)

6-Ticaret Bakanlığı, Erkam Yıldırım sorusunu görmezden geldi (BİRGÜN)

Ak Sakal olarak ilan edilen eski Başbakan Binali Yıldırım'ın oğlu, Erkam Yıldırım hakkındaki sorular görmezden gelindi. HDP’li Ali Kenanoğlu’nun, uyuşturucu kaçakçılığı iddialarına ismi karışan Yıldırım hakkında Ticaret Bakanlığı’na sorduğu sorular yanıtsız kaldı. HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu, Binali Yıldırım’ın oğlunu Erkam Yıldırım’ın adının geçtiği uyuşturucu ticareti iddialarına ilişkin Ticaret Bakanlığı’na soru önergesi verdi. Ticaret Bakanı Mehmet Muş tarafından verilen yanıtta; Erkam Yıldırım'ın adı geçen iddialar cevapsız bırakılırken uyuşturucu ve kaçakçılıkla mücadele edildiği belirtildi. Bakanlığın verdiği yanıtta, 6 Ağustos 2021 tarihinde tıbbi maske ihracatında ön iznin kaldırıldığı belirtilerek, kaçakçılık ve uyuşturucu ile mücadeleden bahsedildi.

7-Bir kadın, adına ‘cin çıkarma seansı’ denilen işkencede öldürüldü!(BİRGÜN)

Ankara'nın Keçiören ilçesinde psikolojik sorunları olduğu iddiasıyla sözde 'hocanın' yönlendirmesi ile adına 'cin çıkartma seansı' denilen uygulama ile evli olduğu Selçuk Tekin tarafından sırtına 100 kez oklavayla vurulan ve 'hacamat' yapılan Özge Nur Tekin, hayatını kaybetti. Özge Nur Tekin’in ‘cin çıkarma seansı’ denilen işkence ile öldürülmesinin ardından, evli olduğu erkek dahil gözaltına alınan 6 kişi, adli kontrolle serbest bırakıldı.
(
https://www.birgun.net/haber/bir-kadin-adina-cin-cikarma-seansi-denilen-iskencede-olduruldu-373014)

8-AKP'li vekiller akaryakıt zamlarıyla 'şakalaşıyor': Cumhurbaşkanı talimat veriyor ama...(BİRGÜN)


AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “İcraatları anlatın” talimatı üzerine illerine gidip gelen milletvekilleri “yakıt hesabı” yapıyor. Akaryakıt fiyatlarına gelen zamlar sonrası bir depo akaryakıtın 1000 TL’ye yaklaştığına dikkat çeken AKP’liler, “Cumhurbaşkanımız, talimat veriyor. Ancak bir il ziyaretinin yakıt harcaması git-gel 3 bin TL’yi buluyor” serzenişinde bulunuyor. 
Cumhuriyet'ten Selda Güneysu'nun haberine göre, Meclis’te Ankara’ya uzak iller ile yakın illerin vekilleri de kendi aralarında, “Sizin yakıtınız ile bizimki arasında büyük fark var. İlimize ziyaret yaptığımızda aylık fatura büyüyor. Bunun bir de düğünlerde takılan altınları, baş sağlığı ziyaretlerinde verilen yemekleri var. Gitti mi maaşın tamamı?” sözleriyle “şakalaşıyor.” İktidar kulislerinde son günlerde, eski Başbakan Adnan Menderes’in “Yeter söz milletindir” diyerek gittiği yurt gezileri de konuşuluyor. Menderes’in kimi zaman “kara tren”le gittiği yurt gezilerinde kendisini Türk bayraklarıyla karşılayanların görselleri anımsatılarak “Biz de artık teşkilatlara espiri yapıyoruz. Kara trene binelim, il bizi ellerinde Türk bayraklarıyla karşılasın” ifadeleri kullanılıyor.



Sarraf’ı gazete ilanıyla arayan devlet-Barış Pehlivan/CUMHURİYET

 Kılıçdaroğlu sık sık gündeme getiriyor: “Rüşvet alan birisini büyükelçi olarak atarsanız Türkiye’nin itibarı ne olacak?” 

CHP lideri, Prag Büyükelçisi Egemen Bağış’ı kastediyor. 

Peki ya rüşvet veren? ABD’ye kaçan Rıza Sarraf’ın Türkiye’ye vereceği başka ne var? 

Bu nasıl soru, demeyin. Bir yere gelmek istiyorum: Sarraf’ın ve yakınlarının Türkiye’deki tüm mallarına el konuldu mu?  Kâğıt üstünde evet. 

Arabası ve gayrimenkulleri dışında Türkiye’de adına kayıtlı en az 10 şirketinden bahsediyorum. 

Peki, hal böyleyken... 

Geçtim, Türkiye aleyhine itirafçı olup ABD’de şatafatlı yaşamasını... 

Türkiye’deki paravan şirketler üzerinden kendisine halen düzenli para akışı olduğuna dair ciddi iddialar var. 

Sadece bu kadar mı? Değil. 

Geçen yılın sonuna yaklaşırken, 29 Aralık’ta Cumhuriyet gazetesinde bir resmi ilan vardı. Sahibi SGK’ye bağlı Beykoz Sosyal Güvenlik Merkezi’ydi. SGK özetle diyordu ki: “Aşağıda listesini verdiğimiz kişilerin bize borcu var. Onları bizde kayıtlı adreslerinde bulamadığımız için gazeteye ilan verdik. Bu ilanı görünce bize ulaşsınlar.” Şimdi... Kimse dikkat etmedi; 77 kişilik o borçlu listesinde oldukça tanıdık bir isim de vardı: Rıza Sarraf! 

Resmi ilana göre Sarraf’ın SGK’ye 1.654.024.52 TL tutarında ceza borcu bulunuyordu. Bu borç da Sarraf’ın bir şirketinin 2016 - 2021 yılları arasındaki faaliyetlerine ilişkindi. Şunu anlamıyorum... Sarraf, 2016’da Türkiye’yi terk etti ve ABD’ye gitti. 2017’de de mal varlıklarına el konuldu ve kayyum atandı. Madem öyle, Türkiye’de Sarraf’ın adına kayıtlı ve halen faaliyette bulunduğu anlaşılan bir şirketin SGK’ye 2021’de de borcunun olmasını nasıl okumak lazım? Maaşlı o kayyumlar ne iş yapar? SGK yani devlet Sarraf’ın Miami’de yaşadığını bilmiyor mu? Ne demek “Beykoz’daki adresinde bulamadık bu adamı” diye ilan vermek? Dışişleri Bakanlığı üzerinden alacağımızın peşine düşmek çok mu zahmetli geliyor? Sarraf’a halen Türkiye’den para transferleri yapılmasına ve onun başka şirketlerinin de ciddi vergi borcu olmasına dair sorularımı yazmıyorum bile. Şimdilik tek diyeceğim: Yiyin efendiler yiyin!                                                            ***

TARİKAT YURDUNA GİRENE PARA VEREN DEVLET

Enes Kara’nın Nur cemaatinin pençesindeyken intihar etmesi münferit bir olay değil. Zira, devlet bilinçli bir şekilde çocukları ve gençleri tarikatların kucağına itiyor. Bakın, önce 2017’de sonra 2021’de bir yönetmelik yayımlandı. Uzun adı şu: “Vergi muafiyeti tanınan vakıf ve kamu yararına çalışan derneklere ait yükseköğrenim yurtlarında barınan öğrencilere yapılacak beslenme ve barınma yardımına dair yönetmelik.” 

Özeti ise şu: Yönetmelikte tarif edilen vakıf ve derneklerin çoğunluğu tarikatlara ait. Devlet kendisi daha fazla yurt açmak yerine, tarikatların yurtlarında yaşayan öğrencilere para desteği veriyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı eliyle verilen aylık burs yaklaşık bin lirayı buluyor. Bugün bilinen 3 binden fazla tarikat yurdundan bahsediyorum. Sonuç ne mi? Şu: 

1- Devlet öğrenci yurdu açmak yerine tarikatlara bedava arsa ve bina veriyor. 

2- Tarikatlar o yerlere fakir ailelerin çocuklarını topluyor. 

3- O çocukların tarikat yurtlarında kalmasını devam ettirmek için devlet para dağıtıyor. O yurttan ayrılanın ise bursu kesiliyor. 

4- Gün geliyor, ya tacizleri ya intiharları ya da o yurtlardan devlete sızanları okuyoruz.

Barış Pehlivan/CUMHURİYET