24 Ocak 2022 Pazartesi

Uğur Mumcu: Failleri korunan bir suikast... - SOL

 Araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu, bundan 29 yıl önce gericilerin, iktidarların güdümündeki mafyaların elbirliğiyle katledilmişti.

29 yıl önce, 24 Ocak 1993'te araştırmacı gazeteciliğin önemli ismi Uğur Mumcu, evinin önünde arabasına yerleştirilen bir bombayla katledildi. 

Özellikle yolsuzluklara, hırsızlıklara ve gericiliğe karşı yazdıklarıyla tanınan Uğur Mumcu, ortaya çıkardığı bu ilişkiler nedeniyle hedefteydi.

Kendisinden iktidarlar da rahatsızdı, iktidarın güdümünde hareket eden gerici tarikat ve cemaatler de, yine iktidar güdümündeki mafyalar da.

Mumcu cinayeti sonrası göstermelik yargılamalar yapıldı, gerçek sorumlular için hiçbir ciddi adım atılmadı.

Uğur Mumcu cinayetinin sanıklarından Selahattin Eş, yandaş gazetelere yazar bile yapıldı göstere göstere.

Peker, Mehmet Ağar'ı işaret etti

Ülkücü mafya Sedat Peker, aradan geçen yıllardın ardından Mumcu'nun katledilmesine ilişkin açıklamada bulunarak, "Uğur Mumcu şehit ediliyor. Yanına ilk gelen kim? Katil en önce gelir Mehmet Ağar. Eşine diyor ki, 'Ben buradan bir tuğla çekersem devlet aşağı iner.' Bu meşhur sözdür. Devletin içinde yaşayanlar bunu bilirler. Uğur Mumcu, temiz adam, saf adam, tek başına bir adam" diyordu.

Bu sözlerin ardından konuya dair tek bir inceleme ve soruşturma dahi yapılmadı, Ağar'dan ifade dahi alınmadı.

Peker'in bu sözleri sonrası Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu, "Güldal Mumcu, sosyal medya hesabından şu açıklamayı yaptı: Senelerdir Uğur Mumcu cinayetinin aydınlatılması için kim ne biliyorsa anlatsın, işin ucu kime dokunuyorsa dokunsun dedik. Bu görüşümüzü korumaya devam ediyoruz. Çekin tuğlaları yıkılsın, duvar altında kim kalırsa kalsın" dedi ama bu çağrı da yanıtsız kaldı.

Davada neler oldu?

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UMAG) 2005 yılında verilen bir kararı hatırlatarak dava sürecine dair şu özeti geçiyordu:

28.07.2005 günlü duruşma karar duruşmasıydı;

Bu duruşmada; Savcı esas hakkındaki mütalaasını tekrarladığını belirtti. Müdahil yan olarak diyeceklerimiz soruldu.

Savcılık mütalaasına katıldığımızı belirterek

“Müvekkillerin yakını Uğur MUMCU ile Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK ve Ahmet Taner KIŞLALI’nın öldürülmelerini organize eden güçler de ortaya çıkarılıp yargılanmadıkça dosyanın mütevekkiller yönünden kapanmayacağını, kamu vicdanının da tatmin olmayacağını” söyledik. Sanıkların son sözlerini alan mahkeme heyeti, sanıklardan; 1-Firari sanık Oğuz Demir’in dosyasının ayrılmasına; 2-Ferhat Özmen’in (eski ) TCK 146/1 den ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verip hiçbir indirim uygulanmadı, 3-Hasan KILIÇ VE Mehmet Ali Tekin’i “ silahlı çetenin özel görevli yöneticisi” suçundan (yeni) TCK 314/1 maddesi gereği on’ar yıl hapis cezası ile cezalandırılmasını karar verip, yasal artırım ve lehe olan indirimleri uygulayıp 12 şer yıl 6 şar ay hapis cezasına mahkum ettikten sonra 4959 sayılı (pişmanlık-topluma kazandırma) yasanın 4/C-2 maddesini uygulayarak neticeden 6 şar yıl 3 er ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verip tutukluluk hallerini kaldırdı. 4- Mehmet ŞAHİN, Fatin AYDIN, Muzaffer DAĞDEVİREN ve Abdülhamit ÇELİK’i “silahlı çetenin üyesi olmak” suçundan yeni TCK 314/2 maddesi gereği beşer yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verip yasal artırım ve lehe indirim gerektiren maddeleri uyguladıktan sonra verilen yedi’şer yıl altı’şar ay hapis cezasına 4959 sayılı yasanın 4/C-2 maddesini uygulayarak üç’er yıl bir’er ay onbeş’er gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5-Yusuf KARAKUŞ’un 314/2 maddesi gereği cezalandırılıp yasal artırım ve indirim nedenlerini uyguladıktan sonra 4959 sayılı yasanın 4/C-2 maddesinden de yararlandırılarak neticeden üç yıl dokuz ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ayrıca daha önce almış olduğu 30 yıllık hapis cezasından şartla tahliye edildiği için, hüküm kesinleştiğinde, şartla tahliye kararının geri alınmasına, 6-Ekrem BAYTAP’ı (İstanbul’dan görevsizlikle gelen dosya sanığı) “silahlı çetenin özel görevli yöneticisi” suçundan 314/1 maddesi gereği 12 yıl hapis cezasına mahkum edip yasal artırım ve indirim uyguladıktan sonra pişmanlık yasasından yararlandırılmaksızın neticeden onbeş yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, yattığı süre göz önüne alınarak tahliyesine karar verildi. Verilen bu karar kararın açıklanmasından sonra aynı gün tarafımızdan "usul ve yasaya aykırı" olduğu gerekçesi ile temyiz edildi. Davanın temyiz incelemesi, Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapıldı. Bu kez dava dosyası 2006/ 1554 E.sayılı dosya numarasını aldı. Anılan daire 2006/6101 K.sayılı kararı ile temyiz incelemesi sonucu, sanıklardan;

Ferhat ÖZMEN hakkında verilen hükmün onanmasına,

Ekrem BAYTAP yönünden eksik inceleme nedeniyle,

Yusuf KARAKUŞ ve Fatih AYDIN yönünden ek savunma hakkı verilmediği nedeniyle,

Abdulhamit ÇELİK’in talebi olmadığı halde 4959 sayılı yasadan yararlandırıldığı;

Mehmet Ali TEKİN, Hasan KILIÇ, Yusuf KARAKUŞ , Mehmet ŞAHİN, Fatih AYDIN ve Muzaffer DAĞDEVİREN’in örgüt içindeki konum ve faaliyetleriyle uyumlu şekilde bilgi vermek suretiyle örgütün dağılmasına veya meydana çıkartılmasına yardım ettiklerine yada bilgi ve destek vererek, yahut bizzat çaba göstererek örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olduklarına dair yeterli delil bulunmadığı halde (pişmanlık yasasından) yararlandırıldıkları, 5237 sayılı TCK 58.maddesinin uygulanması gerektiği, gerekçeleri ile yerel mahkeme kararını bozmuştur. Kararın Ferhan ÖZMEN yönünden onanmış olması davada müdahillik sıfatımızı sona erdirmiştir. Bu nedenle bozmadan sonraki aşamalarda davayı ancak dosya üzeri takip etmemiz söz konusudur.

Birkaç söz:

2000 yılında 2000/102 E.sayılı Umut Operasyonu Davası adı ile açılan bu dava, çeşitli aşamalardan geçirilerek 08.11.2006 günü Yargıtay 9.Ceza Dairesi’nin 2006/1554 E.2006/6101 K.sayılı kararıyla onandı. Olayın faili olarak bu davada yargılanan Necdet Yüksel yönünden daha önce kesinleşen karar, son kararın onanmasıyla, Ferhat Özmen yönünden de kesinleşti.

Görünüşte biten dava, Kalpaksız Kuvva’i Milliyeci Uğur MUMCU’nun yakınları yönünden bitmemiştir.

Davanın değişik aşamalarında söylediğimiz gibi, hala bulunamayan Oğuz DEMİR, yargılanan Ferhat Özmen, Necdet Yüksel ve diğer faillerin cezalandırılması, dosyanın kapandığı anlamına gelmemelidir.

Topluma olayın faili olarak sunulanlar değil, olayın arkasındaki gerçek failler ortaya çıkarılıncaya kadar bu dosya kapanmayacaktır. Kapanmamalıdır.

Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü 24 Ocak 1993'ten bu yana 12 Hükümet, 14 İçişleri bakanı, 12 Adalet Bakanı, 4 DGM savcısının (şu an özel görevli mahkeme savcısı görevde) değiştiği ülkemizde, ne yazık ki, Uğur Mumcu cinayeti bütün bağlantılarıyla hâlâ aydınlatılamamıştır.

Mahkemenin verdiği karar onansa bile, cinayete azmettirenler ortaya çıkmadığı sürece, dosya bizim açımızdan kapanmış sayılmayacaktır.

Uğur Mumcu kimdir?

22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de doğan Mumcu, 1965 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde asistanlık yapan Mumcu’nun yazı serüveni öğrencilik yıllarında başladı.

İlk yazıları, Doğan Avcıoğlu yönetimindeki Yön dergisinde yayınlanmaya başlayan Mumcu, 12 Mart döneminde yazısında kullandığı ‘ordu uyanık olmalı’ sözlerinden ötürü ‘orduya hakaret etmek’, ‘sosyal bir sınıfın öteki sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak’ suçunu işlediği gerekçesi ile gözaltına alındı. Yedi yıl hapse mahkum edilen Mumcu, kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine serbest bırakıldı.

1962’den itibaren, Yön, Türk Solu, Devrim, Ant, Ortam, Yeni Ortam ve başka dergilerde yayınlanan Mumcu, 1968 – 70 arasında Akşam, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine de çeşitli konularda inceleme yazıları yazdı.

İlk köşe yazıları 1974 yılından itibaren Yeni Ortam Dergisi’nde yayınlanan Mumcu, 1975’te Cumhuriyet Gazetesi’ne geçti. ‘Gözlem’ adlı köşesinden aralıksız 1991’e kadar yazılar yazdı ve 6 Kasım 1991’de İlhan Selçuk ve 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. 1 Şubat – 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi’nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yönetim değişikliğinin ardından 7 Mayıs 1992’de geri döndü.

Uğur Mumcu’nun‘Ağca Dosyası’, ‘Papa-Mafya-Ağca’, ‘Sakıncalı Piyade’, ‘Suçlular ve Güçlüler’, ‘Kürt İslam Ayaklanması’ ve ‘Kürt Dosyası’ gibi çeşitli konularda yayınlanmış 25 kitabı bulunuyor.

SOL

KISA KISA GÜNDEM (24 OCAK 2022)

 


1) Türkiye'nin vergi şampiyonu bakın kim oldu(YENİÇAĞ)

Vergi gelirlerinde devlet aslan payını vatandaştan aldı. Gelir vergisinden özel tüketim vergisine, katma değer vergisinden dolaylı vergilere devlet aldığı milyarlarca lirayla vatandaşı vergi şampiyonu yaptı. 
Vergi gelirlerinde 2021 yılında 922.7 milyar lira olarak belirlenen bütçe hedefi, 1.1 trilyon lira olarak gerçekleşti. Gelirlerdeki artışta aslan payını ise özel tüketim vergisinden katma değer vergisine kadar birçok alanda yurttaştan zorunlu olarak alınan dolaylı vergiler oluşturdu. Hal böyle olunca Vergi şampiyonu vatandaş oldu. Kısacası vatandaş Koç’u Sabancı’yı sollamış oldu.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiyenin-vergi-sampiyonu-bakin-kim-oldu-ne-koc-ne-sabanci-ne-de-digerleri-502315h.htm)

2) Maliyetlerdeki artışlar yüzde 250’yi buldu, yayıncılık sektörü iflas korkusu yaşıyor (Ali Can Polat-Cumhuriyet)

Önce Covid-19 salgınından darbe yiyen yayıncılık sektörü, şimdi de kurlardaki oynaklığın getirdiği sorunları yaşıyor. Sektör temsilcileri, kâğıtta yüzde 95 dışa bağımlı olan Türkiye’de yüzde 250’yi aşan maliyet artışları nedeniyle zor durumda olduklarını belirtti. 
Yayıncılar Telif Hakları ve Lisanslama Meslek Birliği (YAYBİR) Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Aksoy ise  2021’de ilk kez basılan kitap sayısında 1505 adet, bandrol sayısında ise 5 milyon 890 bin 848 adet azalma meydana geldiğini söyledi. Aksoy, yapılan tahminlere göre söz konusu tablonun değişmeyeceğini ve sektörde belirsizliğin ve daralmanın devam edeceğini öngördüklerini belirtti. Döviz kurlarında bir yılda yüzde 100’ü aşan artışın vurduğu sektörlerden biri de yayıncılık sektörü oldu. Önce covid salgınından darbe yiyen sektör, şimdi de kurlardaki oynaklığın getirdiği sorunları yaşıyor. Kağıtta yüzde 95 dışa bağımlı olan Türkiye’de matbaa malzemelerinden taşımaya kadar her alanda yüzde 250’yi aşan maliyetler nedeniyle zor durumda olduklarını belirten sektör temsilcileri yılbaşından sonra gelen elektrik, doğalgaz, vergi ve akaryakıt zamlarının ardından yeni basılacak kitaplara yeniden en az yüzde 30 zam yapılacağını belirtti. Sektör temsilcileri, 2022 yılında kitap sayılarındaki azalmanın devam edeceğini, martta iflas tehlikesi yaşandığını, hatta sektörde 80 bini bulan istihdamın da risk altında olduğunu söylüyor.

3) İstanbul Hali’nde meyve sebze fiyatları cep yaktı(Şehriban Kıraç-Cumhuriyet)

Sebze, meyve fiyatları cep yakıyor. Birçok ürünün fiyatı hallerde bile en az dörde katlandı. Türkiye’de üretilen sebze ve meyveye dahi ulaşmak imkânsız hale gelirken, hallere gelen ithal ürünlerin fiyatı altın değerinde. Son bir yılda sofraların temel ürünleri olan patatesin en düşük kilogram fiyatı halde yüzde 166, patlıcanın kilosu yüzde 400, salatalığın kilosu yüzde 150, maydanozun demeti yüzde 100, domatesin fiyatı yüzde 100 zamlandı. Ürünler halden sonra sofraya gelene kadar dört kez el değiştiriyor. (https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/istanbul-halinde-meyve-sebze-fiyatlari-cep-yakti-1902332)

4) Milli Takımlar ana sponsoru kripto para borsası BTCTurk’e saatlerdir erişim yok (SOL)

Türkiye’nin en büyük kripto para borsalarından olan ve ayrıca TFF ile Milli Takımlar ana sponsorluğu imzalayan BtcTurk’e saatlerdir erişilemiyor. Şirketin kurucusu Kerem Tibuk bir açıklama yaptı.

Son dönemde ardı arkası kesilmeyen kripto para dolandırıcılığı haberlerinin ardından Türkiye’nin en büyük kripto para borsalarından olan BtcTurk’te yaşanan ve saatlerdir süren erişim problemi kriz yarattı. BtcTurk Kurucusu Kerem Tibuk, sorunun Microsoft kaynaklı olduğunu ve biraz zaman alabileceğini belirterek “Endişelecek bir durum yok” dedi.

5) Kar Türkiye genelinde birçok karayolunu kapattı: İşte kapanan yolların listesi (SOL)


Türkiye genelinde yaşanan yoğun kar yağışı ulaşımı felç etti, pek çok karayolu trafiğe kapandı. Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) bugün saat 22.30 itibariyle kapalı olan yolları açıkladı. KGM'den yapılan açıklamada şöyle denildi:

"23 Ocak 2022 Pazar Saat 22.30 itibarıyla ülkemizdeki önemli karayolu güzergahlarında, güncel yol durumu aşağıda yer almaktadır:

İstanbul-Ankara TEM Otoyolu ve D-100 Devlet Yolu Gerede ile Düzce arasındaki yoğun kar yağışı nedeniyle ulaşıma kapatılmıştır.

Konya'yı Ankara, Antalya, Aksaray ve Karaman'a bağlayan yollar ulaşıma kapatılmıştır. Kayseri-Malatya Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Pınarbaşı-Gürün ve Şarkışla-Pınarbaşı Yolları ulaşıma kapatılmıştır. Pınarbaşı-Göksun Yolu TIR hariç araç trafiğine açılmıştır. Sivas-Erzincan Yolu TIR hariç ulaşıma açılmıştır. Kangal-Divriği-Arapgir Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Zara-Refahiye Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Kahramanmaraş-Göksun Yolu TIR trafiğine kapatılmıştır. Taşkent-Sariveliler Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Akşehir-Isparta Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Kağızman-Ağrı Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Akçakoca-Düzce Yolu Kabalak Mevkii zincir takılı olmayan TIR trafiğine kapatılmıştır. Antalya-Mersin Yolu Gazipaşa-Anamur kesimi heyelan nedeniyle ulaşıma kapatılmıştır. Diyarbakır-Siverek Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Diyarbakır-Bingöl Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Elazığ-Bingöl İl Sınırı-Karliova Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Bingöl-Erzurum Yolu Tır Trafiğine kapatılmıştır. Elazığ-Diyarbakır Yolu ulaşıma kapatılmıştır. Kırıkkale-Kırşehir Yolu çift yönlü olarak TIR trafiğine kapatılmıştır.

6) Kuzey Kıbrıs'ta erken genel seçim sonuçları: UBP birinci parti, CTP ikinci sırada (BİRGÜN)

YSK'nın açıkladığı resmi olmayan sonuçlara göre UBP seçimi önde bitirirken CTP ise yarışı ikinci sırada tamamladı. CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, sert bir muhalefet çizgisi izleyeceklerini söyledi.
Kuzey Kıbrıs Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) açıkladığı resmi olmayan sonuçlara göre, UBP yüzde 39,54 ile seçimi ilk sırada bitirdi. Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) yüzde 32,04, Demokrat Parti (DP) yüzde 7,41 Yeniden Doğuş Partisi (YDP) yüzde 6,39 Halkın Partisi (HP) yüzde 6,68 oranlarıyla sıralanırken Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP), Toplumcu Kurtuluş Partisi Yeni Güçler (TKP-YG) ve Bağımsızlık Yolu (BY) yüzde 5 seçim barajını aşamadı. Söz konusu oranlara göre, 50 kişilik Cumhuriyet Meclisi'nde UBP 24, CTP 18, DP 3, HP 3, YDP 2 sandalye elde ediyor. En son 7 Ocak 2018'de gerçekleştirilen genel seçimde, UBP 21, CTP 12, HP 9, TDP 3, DP 3, YDP 2 milletvekili çıkarmıştı. Sonuçlara göre, önceki seçime oranla UBP sandalye sayısını 3 artırdı, CTP'nin sandalye sayısı yüzde 50 yükseldi, HP ise 9 milletvekilinden 3 milletvekiline geriledi. Kuzey Kıbrıs Başbakanı ve UBP Genel Başkanı Faiz Sucuoğlu, ülkede düzenlenen erken seçim yarışını partisinin önde tamamladığını ve koalisyon hükümeti için çalışmaya başlayacaklarını söylemişti

7) Norveç’e giden Taliban heyeti, ülkedeki Afganlar tarafından protesto edildi(BİRGÜN)

Norveç'te hükümet yetkilileriyle görüşmek için Oslo’ya giden Taliban heyeti, burada çoğunluğu Afgan olan yaklaşık 200 kişi tarafından protesto edildi. “Taliban’a hayır” diyen protestocular, Taliban’ın 2001 ve öncesinde olduğu kadar acımasız olduğunu vurguladı. Protestocular, “Taliban'a hayır” diye slogan atarak, Dışişleri Bakanı Vekili Amir Khan Muttaqi liderliğindeki heyet ile yapılan görüşmeleri kınadı. Eylemciler, Taliban'ı “2001'de ve öncesinde olduğu kadar acımasız” olduğu konusunda uyardı. Norveç hükümetinin Taliban ile yaptığı toplantılar kapalı kapılar ardında, Oslo'nun karla kaplı dağlarına yakın bir otelde gerçekleşiyor. Ülkenin Dışişleri Bakanı Anniken Huitfeldt, 21 Ocak'ta yaptığı açıklamada, Afganistan'daki insani krize dair endişelerini dile getirirken son dönemde ülkede yaşananları ‘milyonlarca insanı etkileyen tam ölçekli insani felaket’ olarak nitelendirmişti. Taliban heyetinin, Norveç hükümetinin, bazı müttefik ülke temsilcisinin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle görüşmek üzere Norveç'te temaslarda bulunacağı ifade edilmişti.

8) Ara Güler Müzesi’nde yılın ilk sergisi: Muhtelif İstanbul (Evrensel)

Ara Güler Müzesi’nde 2022 yılının ilk sergisi olan “Muhtelif İstanbul” sanatseverlerle buluştu.

Ara Güler Müzesi’nde 2022’nin ilk sergisi “Muhtelif İstanbul” kapılarını açtı. Adını Ara Güler’in arşivinde çeşitli konular için kullandığı “Muhtelif” temasından alan sergi, İstanbul’un gözü olarak anılan Ara Güler’in kadrajından fotoğraflarla ziyaretçileri İstanbul yolculuğuna çıkarıyor. Konsept ve tasarımı Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi’ne ait olan “Muhtelif İstanbul” sergisinde, Ara Güler’in 58 farklı siyah beyaz İstanbul fotoğrafı, İstanbul slayt kutuları, Güler Apartmanı’ndan arşiv kutuları, Leica fotoğraf makinası ile 1950 ve 1960’lı yıllara ait kontak baskı örnekleri yer alıyor. Sergide ayrıca, Ara Güler’in hikâyelerini yazdığı daktilo, lise yıllarında kaleme aldığı hikâyelerden oluşan defteri ve bu hikâyelerden biri olan “İstanbul’da Sabah” da sergileniyor.   Bu hikâyenin yayımlandığı 1946 tarihli Haber gazetesi kupürü de sergide görülebilir. Sergide Samih Rifat’ın 1994 yılında Ara Güler’in “Bitmeyen Röportaj: İstanbul” başlıklı sergisinin kataloğu için yazdığı önsöz; bu serginin kataloğu, katalog maketi ve broşürü de yer alıyor. (ARA GÜLER’İN İSTANBUL’U)  Samih Rifat kaleme aldığı özsözde Ara Güler’in İstanbul için önemini şu şekilde ifade ediyor: “…İstanbul’a gelince, bu çok eskilerden beri yoğun biçimde fotoğraflanan kenti, yerli yabancı bir sürü fotoğrafçının yapıtları arasında bulmak olası. Ama Sudek gibi, Atget gibi, Brassai ya da Izis gibi, bu kentle neredeyse özdeşleşen, onun örgensel bir parçası haline gelen, giderek onu simgeleyen, yaşamı boyunca onu delice bir tutkuyla ve bir ozanın duyarlığı, bir romancının gözlem gücüyle fotoğraflayan bir fotoğrafçıyı, İstanbul’un fotoğrafçısını ararsanız, bu tanıma uyan tek kişi var sanırım yeryüzünde: Ara Güler. Kendinin de sık sık kullandığı bir deyimle gerçek bir ‘İstanbul çocuğudur Ara Güler. Kendini her zaman ‘foto muhabiri’ sözleriyle tanıtan ve ‘sanatçı’ nitelemesinden pek hoşlanmayan bu alçak gönüllü adamın, ‘röportaj’ sözcüğüyle, sıradan belgelemenin çok ötesinde bir şeyler kastettiğini de sırası gelmişken söyleyelim. Ve iş İstanbul’u fotoğraflamaya gelince, bu denli gözü pek kaygılar taşıyan ve bunca uzakları hedefleyen bu görüntü ustasının elinde İstanbul, İstanbulluluğunu takınır, şaşırtıcı imgeler, çarpıcı öyküler, büyüleyici biçim / içerik / ilişki istifleriyle çıkar karşımıza. Özgün, görkemli, benzersiz… Ara Güler’in İstanbul’udur o artık!”


 

24 Ocak has kapitalizmdir - BİLSAY KURUÇ / CUMHURİYET

 

BAŞLARKEN

Bir açıklama ile başlayalım. 2000 yılına girilirken birçok yerde 21. yüzyılın nasıl bir çağ olacağı düşünülüyordu. Yeni cep telefonları, bilgisayarlar herkese bunu konuşturuyordu. Yeni teknolojiler hızla zihinlere yansıyordu. Üniversitede, çevremizde bu gözlemlerle o ilk on yılı tamamlarken birdenbire başka bir “olay”la karşı karşıya kaldık. Dünya kapitalizminin “Büyük Çöküş”ü geliverdi: 2008. Amerika’dan başlayarak kapitalizmin ekonomik modeli çökmüştü.

Yaptığımız değerlendirmeler o tarihte şu noktada toplandı: Birincisi, Türkiye takvimle 2000’lere girmiştir, ama zihin yapısıyla henüz 21. yüzyıla girememiştir. Dava, düşünce ve çözümleriyle 21. yüzyılın yeni dünyasında toplum olarak yer alıp ilerleyebilmektir. Bunun için önce bilimin tezlerine gereksinme var. Bilimin süzgecinden geçen tezlere. Toplumlar tezlerle kendilerini aşabilirler. Aylık, günlük görüşlerle değil. 21. yüzyıla girebilmek için bilim çevrelerinin kılavuzluğu lazım.

ÇÖKÜŞ MODELİ

İkincisi, Türkiye’nin 1980’den sonra kaynaştığı model de bu “Çöküş”ün içindedir. Toplumun 21. yüzyıla doğru ilerleyebilmesi için yeni bir bakış ve ekonomi modeli ile önünün açılması lazım. Planlamanın kılavuzluğu bu noktada tarihi bir değer taşıyacaktır. Teklifimiz budur.

Bu düşüncelerle Ankara’da, Mülkiye’de gönüllü bir çevre oluştu: 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu. Tarih 2011. O günden bugüne, hemen tümü YouTube’a kayıtlı, kesintisiz bilimsel toplantılar yaptık. Şimdi, salgın koşullarında çevrimiçi olarak cumartesi konferansları ile devam ediyoruz. Vurguladığım iki gözlem 2022’ye gelirken daha da berraklık, somutluk kazandı. Arkadaşlarımla birlikte, Cumhuriyet’e yazmaya oradan geliyoruz. Gazetenin Milli Mücadele ve Cumhuriyet Devrimi’nin bütünlüğünden, uygarlık yolundan doğan özelliği bu kararı şekillendiriyor. İki haftada bir burada buluşacağız.

NASIL YAZMALI?

“21. Yüzyıl İçin Planlama”nın ilkesi şu oldu: Geçmişin nostaljisi yok! Bugünden şikâyetle vakit geçirmek yok! Geçmişin esin kaynaklarını elbette esirgemeyelim. Ama gelecek zamana yönelelim. Ülkenin bugünkü “sürrealist” tablosunu biliyoruz. Gerekince, yorumlayalım. Ama, buna hapsolmayalım. Şimdi yazarken de ilk vurgulanacak nokta bu oluyor.

İktisatçı, biliyorsunuz herkesin kolay aşina olmadığı bir özel dille (jargonla) konuşur, yazar. Adeta din adamları gibi. O dille dualar eder, ekonomiden ayetler okur. Fetva da verir. Ancak, bu kimlikle yazarken iki açmazı vardır: Yorum yaparsa, onun o özel diliyle karşılaşan okuyucu yazıyı az sonra terk edebilir. İlk açmaz bu. İkincisi, “herkes anlasın” diye sadeleştirmeye yönelirse basitliğin girdabına kapılabilir, bilim katından uzaklaşır. Kısacası, ikisi arasındaki “makas”ın ayarını tutturabilmek gerekiyor.

GEÇİŞ DÖNEMİ

Bir üçüncü zorluk, bilgi meselesinde. Son 10-15 yılda “veri âlemi” hızla fena halde büyüyor. Analitik düşünce bu hıza yetişmeye çalışıyor. Eski bilgiler üzerine inşa edilen düşünce yapıları eskime ile karşı karşıya. Bugünün bilgilerini doğru okumaya çalışırken bunların 10-15 yıl sonra belki de işe yaramayacağını düşünmek lazım. Bilim hızlanarak koşarken güncel bilgi alanına yaptığı yığınakla hacimli bir belirsizlik de yüklüyor. Herhalde ilginç bir geçiş dönemindeyiz.

Burada 2011’den başlayan toplantıların uzman görüşlerine de yer vereceğim. Arkadaşlarımın katkılarını da kendi görüşlerimi de dile getireceğim. Berraklaşmak gerekiyor. Açıklar, zaaflar, potansiyeller tartışılmalı ki “bilimsel formlar” üzerinde konuşabilelim. Okuyucunun katkıları ufkumuzu açacaktır.

‘CARİ AÇIK’

Biz iktisatçılar uzun süredir ekonominin dünya ile alışverişi içinde ortaya çıkan “açık” (cari açık) ile yakından ilgileniyoruz. Yorumlara başlarken gözümüz hep bu döviz açığındadır. Bu açık, ekonomideki buzdağının gözle görünen kısmıdır. Buzdağının (dış borçluluğun) büyüklüğü “uluslararası yatırım pozisyonu”na, oradaki (stok) açığa bakınca biraz daha iyi anlaşılır. Bu, dünyaya olan yükümlülüklerimizin oradaki varlıklarımıza göre hep artıyor olmasından doğan döviz açığıdır. İşte öncelikle bunlarla meşgulüz. Döviz açıkları bedeli (faiz, prim, vb.) artık ne olursa, dünya sermayesine ödenerek finanse edilebiliyor. 

Kim ödüyor? Günümüzde meslektaşlar buna pek eğilmiyorlar. Bir bilene soralım. Cumhuriyet tarihinin en dikkate değer İktisat Vekili Mustafa Şeref (Özkan) Bey 1930’da kulaklara küpe olacak saptamayı yapmış. Osmanlı’nın son 80 yılını analitik olarak doğru okuyan tecrübesiyle. Kendi sözleriyle, “bir memleketin ticaret muvazenesi (dengesi) açığını o memlekette yaşayanlar içinde daha az kazananlar öder. Çünkü...” Analizin devamını merak edenler bulacaktır.

TOPLUMA YÖNELMELİ

İktisatçının meşgul olduğu başka açıklar da var. Teknoloji açığı önde geliyor. İktisatçı bunu ölçüp biçmeye giriştiği zaman mühendisle işbirliği yapmak durumundadır. Ararsak başka açıklar da saptayabiliriz. Acaba en çok kafa yormamız gereken hangisi?

Bilançolara bakmaktan topluma, insanlara bakmaya yönelirsek farklı şeyler göreceğiz. Düşünelim, 1960 ile 1980 arasındaki 20 yıl, birçok özelliği yanında, Türkiye’de bir “razı olmayan insan” tipinin ön plana çıktığı, çoğaldığı, şekillendiği, toplumsallaştığı zaman olmuştu. Bu yaşanmıştı. “Sosyal gelişme ekonomik gelişmeyi aşıyor”du. 1980’de bunu tersine çeviren güçler sahneye çıktılar. Kendi kadrolarını oluştururken, yeni modellerinin “olmazsa olmaz”ı bir tabanı, “razı olan insan”ın kitleselleştiği dönemi yaratmaya koyuldular. 1980’de nüfusumuz kırk milyondu. Aradan geçen 40 yılda nüfusa bir kırk milyon kişi daha eklendi. Şimdi, özellikle çeşitli uluslararası insani gelişme tablolarına baktığımız zaman, çıplak gözle şu görünüyor: Gerçek açığımız “insan açığı”dır. Toplumun “razı olan insan”a ayarı adeta bir mühendislik projesi gibi, atılan temelden sonra inşa edilmiş, 2000’lerde yapı görünmüştür. Bilançolardan okuduğumuz döviz açığı da bu yapıdan türeyen bir şeydir. Döviz açığının dünyadan finansmanı vardır, ama insan açığının oralardan finansmanı yoktur, olamaz. Kapatılması yıllara bağlı, büyük iştir.

‘YAPABİLİRİZ!’

Şimdi okuyucu “Kardeşim, bunları anladık. Zaten çoğunu biliyoruz. Sen bize 21. yüzyıl diyorsun, bilim diyorsun, planlama ve başka bir ekonomi diyorsun. İyi güzel de ülkenin hali malum. 21. yüzyıl ve ötekiler dağın arkasındaki dava. Hele şu yangından bir çıkalım, sonra bakarız. Sen bize bugünü anlat. Anketleri filan değerlendir” mi diyecektir? Yoksa farklı mı düşünecektir? Bunu ben de merak ediyorum.

Grubumuzun şimdi aramızda olmayan değerli üyesi Aykut Göker şöyle demişti: “Daima sıfırdan başlamak mümkündür, hatta zorunludur.” Planlama da zaten “Yapabiliriz!” demektir.

21. Yüzyıl Planlama Grubu olarak, 29 yıl önce katledilen aydınımız Uğur Mumcu’yu saygıyla anıyoruz. Böyle bitirelim. 


PİLİ BİTMİŞ BİR EKONOMİ MODELİ

Tesadüf, bugün 24 Ocak. 1980’in yıldönümü. Simgeleşmiş bir tarih. “24 Ocak” Türkiye ekonomisine ait temel kararların artık dünya sermayesi tarafından alınacağını duyuran belgedir. Hem bir bildiri hem de bir çerçevedir. Anlayanlara, “Bu çerçevenin içi doldurulacaktır ve bir kapitalizm modeli ortaya çıkacaktır” demekte idi. Geçen 42 yılda içi dolduruldu ve ekonominin değişmeyen modeline toplum ve siyaset boyutları eklendi. (İlginçtir, 1980 başında doların 35 TL civarındaki kuru birden 70 TL yapılarak dünya sermayesinden “Aferin!” alınmıştı. 42 yıl sonra, TL işlemlerinin artık hep doların (dövizin) değerine göre ayarlanacağı bugüne geldik ki, TL işlemlerini “ekonomik kararlar” olarak da okuyabiliriz.)

24 Ocak, 1980 böylece ülkenin sermaye sınıfını da tarihi bir göreve çağırdı: “Planlama dönemi kapanacak, göreve hazır ol!” çağrısı. 1960-1980 döneminde planlama “Herkese kaynak var, yapabiliriz” demekti. Sermaye sınıfına müjde olan 1980 “Herkese kaynak yok”a geçişin başlangıcı oldu. En geniş anlamıyla.

Değer yargılarını kenara koyalım. İktisatta her tercihin, kabulün bir bedeli olur. Sermaye sınıfının bu kuvvetli tercihini (“Herkese kaynak yok”) toplum kabul ederse bedelini öder. Ne ile? Emeğin sürekli olarak sermayeye kaynak aktaracağı süreçlerin kurulması ile. Hangi süreçler? Herhalde daha sonra konuşacağız. Şimdilik şunu görebiliriz: Sermaye sınıfı bu sürekli aktarma sayesinde bünyesine yeni yeni katmanlar ekleyerek büyüdü. Ve toplum bu ödemeyi hiç aksatmadı. Bu ödeme ile toplumda “razı olan insan” kitleselleşirken, sermaye de bunun ekonomideki izdüşümü olan “ucuz emek” sevdasını büyüttü ve kırk yıllık bir kara sevdaya dönüştürdü. Bugün berrak görünüyor, ucuz emek sermayenin üretim profiline damga vurdu.

İktisatçı keynes şöyle yazmıştı (1936): “Pratikten gelen insanlar, yani kendilerini her türlü entelektüel etkiden arınmış sayanlar aslında pili bitmiş (“defunct”) bir iktisatçının köleleridir.” Dünya kapitalizminin (saygıdeğer bir ustanın 20. yüzyıl başlarındaki tanısı ile) “son aşama”nın da “ileri aşaması” diyebileceğimiz modeli 1970’lerin sonlarında başlamıştı. Ve 2007-8’de içinden patladı, çöktü. Pili bitmişti! 

Kapitalizmin karar merkezleri Amerika’da süratle müdahale ettiler, finans sermayesini tartışılmaz öncelikle kurtarma operasyonlarına odaklandılar. Avrupa biraz gecikmeyle bunu izledi. O tarihten beri durumu sadece idare ediyorlar ve gözlerini, kulaklarını yeni bir çöküş olasılığına karşı açık tutuyorlar. Bir örtülü alarm tablosu. Aynı tarihte Türkiye ekonomisinde pili biten şey de “24 Ocak”tı. Kapitalizmin dünya modelinin bir “cüz”ü idi. (Modeli vaktiyle kutsamış olan Bayan THATCHER da zaten “Toplum diye bir şey yoktur!” dememiş miydi?)

Türkiye’nin siyaset topluluğu (“pratikten gelen insanlar”) tabloyu okuyamadı ya da okumayı göze alamadı. Üstelik 2011’de Devlet Planlama Teşkilatı siyaset topluluğunun onayı ile adı silinerek kapatıldı. Pili bitmiş model sürdürüldü. Toplumun insan açığı işsizliğin de artışıyla büyüdü. Kitlesel olarak “razı olan” taban (ülkenin gerçek açık potansiyeli) genişledi.

1980’de başlamış, son 20 yılda ana hatları belirginleşmiş model “has kapitalizm”dir. Türkiye’ye özgü öğelerle elbette iç içedir. Dünya kapitalizmi son 30 yılda her ülkenin özgün renklerine paletinde yer veriyor. Ama, ekonomide aynı resmi yapıyor. Meslektaşlarımız arasında ekonomi alanını izole ederek, “kapitalizm” terimini kullanmayan, kim bilir belki bir yumuşaklık (!) arayarak yaşanan modele “piyasa ekonomisi” diyenler çoğunlukta olabilir. Bununla insanı “toplum hali”nden çıkarıp, alıp piyasalar âlemine yerleştiriyoruz. Orada tanımlıyoruz. İnsana “En yüce değer piyasalardır!” dedirtiyoruz. Böylece, bir bütünün bileşenleri olan ucuz emek, işsizlik ve niteliksizleşmenin toplamından “razı olan insan” elde ediliyor.

BİLSAY KURUÇ / CUMHURİYET

Fidye cehennemi: İstanbul - Timur Soykan / BİRGÜN

İstanbul Avrupa’ya umut yolculuğunda bir vahşet durağına dönüştü. Fidye çeteleri dehşet saçıyor. Sadece 2021 yılında yaşananlar; 2 Faslı bir Ürdünlüyü kaçırdı. 4 Pakistanlı Yunanistan’a kaçmak isteyen 7 Nepalliyi rehin alıp fidye istedi. 4 Pakistanlı kaçırdıkları 4 Afgan’dan birini öldürüp bahçeye gömdü. Ve daha niceleri…

AKP’nin neo-Osmanlı, Erdoğan’ın halifelik rüyalarının sonu Türkiye için kâbus oldu. Dış politikadaki büyük hezimet ülkeyi dev bir göçmen kampına da dönüştürdü. Emperyalizmin kurbanlarının dramı 81 şehirde, her köşe başında. Büyük göç; Suriye ve Afganistan’daki savaştan kaçış ile sınırlı kalmadı. Açılan kapıdan yoksulluğa mahkûm Doğu’nun insanları zengin Batı’ya ulaşma umuduyla geçti.

Artık…

İstanbul umuda yolculuğun dünyadaki en büyük durağı.

Ve…

İstanbul’un içinde gözden ırak, kayıtsız, kuralsız ve yabancı bir İstanbul daha var. Kentin ücralarına, gecekonduların apartmanlara dönüştüğü dar sokaklara dünyanın yoksulluğu sığıyor. Pakistan uyruklular, Afganlar, İranlılar, Afrika’dan gelenler… Hepsinin amacı Avrupa’ya geçiş için insan kaçakçılarına verecekleri parayı biriktirmek. Ucuza çalışıp bir evde onlarca kişi kalıyorlar.

Özellikle son beş yıldır büyük bir tehlike var: Göçmen fidye çeteleri…

Kayıtdışı, hiçbir hakkı, güvencesi olmayan hayatları sinsice avlıyorlar ve kadim şehrin arka sokaklarında büyük bir barbarlık yaşanıyor. Ama yabancının yabancıya dehşeti gündem olamıyor. Üstelik yaşananların çok küçük bir kısmından haberimiz oluyor.

İşte fidye cehennemi İstanbul’da son yıllarda yaşananlardan birkaç örnek:

TECAVÜZ VE İŞKENCE

21 Şubat 2018: İstanbul’a kaçak yollardan gelen ve Avrupa’ya gitmeye çalışan 18 yaşındaki Pakistanlı Ş.E., Esenler’de silahlı üç kişi tarafından kaçırıldı. Pendik’teki bir evde 18 gün boyunca işkence yaptıkları ve tecavüz ettikleri gencin ailesinden 50 bin dolar fidye istediler. Pakistanlı gencin bir akrabası polise başvurunca genç kurtarıldı ve 3 Pakistanlı yakalandı.

BANGLADEŞLİ KAÇIRILDI

27 Eylül 2020: Eminönü’de Bangladeş uyruklu Muhammed A.R. kaçırıldı. Ailesine işkence görüntüleri göndererek 20 bin Euro fidye isteyen zanlılar, pazarlıklar sonucu bin Euro’ya anlaştı. Serbest bırakılan Muhammed A.R.’nin şikâyeti üzerine ikisi Türk vatandaşı, biri Suriyeli üç zanlı yakalandı.

ÇETEDEKİ POLİSLER

10 Aralık 2020: İstanbul Fatih’te Ürdünlü erkek elleri kolları bağlı halde bir otomobilde bulundu. Araçta emekli başkomiser vardı. Eşi ise Eyüp’teki bir kafede iki polis alıkoyuyordu. Polislerle birlikte hareket eden 5 Suriyeli çete mensubu da yakalandı.

12 YAŞINDAKİ ÇOCUĞU KAÇIRDILAR

3 Ocak 2021: 12 yaşındaki Suriyeli F.Y. Esenler’de evinin önünde oynarken 3 kişi tarafından kaçırıldı. Çocuğun başına poşet geçiren ve ellerini arkadan bağlayan zanlılar, fotoğraflarını ailesine gönderdi ve 8 bin dolar fidye istedi. Polis rehine çocuğu Pendik’teki bir eve baskın yaparak kurtardı. Üç Suriyeli yakalandı.

HİNDİSTAN UYRUKLULAR DA ÇETE MENSUBU

(https://dai.ly/x87aja0)

24 Mayıs 2021: Pakistan uyruklu Nauman Khalid A. İstanbul Kağıthane’de kaçırıldı. Ailesine işkence yapılırken çekilmiş görüntüleri yollandı ve 15 bin dolar fidye istendi. İhbar üzerine harekete geçen polis, Fatih’teki bir eve operasyon düzenleyerek 30 yaşındaki Pakistanlıyı kurtardı. Yakalanan çete mensuplarının 2’si Pakistanlı, 2’si Hindistan uyruklu, 4’ü ise Suriyeliydi.

FASLILAR ÜRDÜNLÜYÜ KAÇIRDI

30 Haziran 2021: İstanbul Beyoğlu’nda Ürdün uyruklu Muhammed Yusuf Süleyman Awad, Fas uyruklu 2 kişi tarafından kaçırıldı. 15 gün boyunca ellerini, ayaklarını bağlayıp kırbaçla işkence yaptıkları Awad’ın görüntülerini ailesine göndererek fidye istediler. Parayı aldıktan sonra Ürdünlü adamı bıraktılar. Awad’ın polise başvurması sonucu 2 Faslı fidyeci yakalandı.

NEPALLİ KARDEŞLER ESENLER’DE KAÇIRILDI

7 Temmuz 2021: Pakistanlı bir grup Yunanistan’a kaçak yollardan götüreceklerini söyledikleri 7 Nepalli kardeşi Esenler’deki bir eve götürdü. Evde 4 Pakistanlı kafalarına silah dayayarak kardeşleri rehin aldı. Nepallilerin yine İstanbul’da bulunan bir kardeşlerine görüntüleri göndererek 14 bin Euro fidye istediler. Bu kardeşin şikâyeti üzerine yapılan baskınla Nepalli 7 kardeş kurtarıldı. 5 Pakistanlı tutuklandı.

ÖLDÜRÜP BAHÇEYE GÖMDÜLER

25 Temmuz 2021: Pendik’te Pakistan uyruklu 4 kişi, 4 Afgan’ı fidye için kaçırıp kirada kaldıkları gecekonduda rehin aldı. 20 gün boyunca Afganlara işkence yaptılar. 3 kişiyi serbest bıraktıktan sonra 21 yaşındaki Raşit Muhammet’i rehin tutmaya devam ettiler. Günler sonra evin sahibi bahçeye yeni beton döküldüğünü ve Pakistanlı kiracıların ortada olmadığını fark etti. Polis kazdığı yerde Afgan Raşit Muhammet’in cesedini buldu. 4 Pakistanlı halen aranıyor.

20 Eylül 2021: Bir Pakistanlının fidye için kaçırıldığı ihbarı üzerine harekete geçen polis Esenyurt’taki bir eve baskın düzenledi. Evde günlerdir aç ve susuz rehin tutulan 13 Pakistanlı daha vardı. Hepsine işkence yapılarak ailelerinden fidye istenmişti. Bu kişileri kaçıran çetenin 2 Pakistanlı üyesi yakalanarak tutuklandı.

SURİYELİLER FİLİSTİNLİLERİ KAÇIRDI

8 Kasım 2021: Arnavutköy’deki bir apartmanın ikinci katındaki balkondan 4 kişi atladı. İki kişi kaçarken diğer ikisi acı içinde yerde kıvranıyordu. Çevredekiler yardıma koştu. Olayın nedeni sonra anlaşıldı. Yasadışı yollardan İstanbul’a gelen 4 Filistinli, kendilerini Almanya’ya götürmeyi vaat eden 4 Suriyeli ile tanışmıştı. Arnavutköy’de eve götürüldüklerinde silah ve bıçaklı tehdidiyle rehin alındılar. Bir hafta işkence yaptıkları Filistinlilerin ailelerini görüntülü arayan Suriyeli çete kişi başı 10 bin dolar fidye istemişti. 4 Filistinli Suriyelilerin bir anlık dalgınlığından faydalanarak balkondan atlamıştı. Rehineler kaçtıktan sonra 4 Suriyeli kayıplara karıştı.

TİKTOK’TA DEHŞET VİDEOSU 

(https://dai.ly/x87aja7)

Son olarak fidye cehennemi geçen hafta sosyal medya platformu Tiktok’a bir video olarak yüklendi. Pakistanlı 6 kişilik çete, Bayrampaşa’daki bir evde rehin tuttukları kurbanlarının görüntülerini paylaştı. 9 rehinin elleri ve ayakları beyaz bezlerle bağlanmıştı ve saldırganlar silah ve bıçak ile kameraya bakıp gülüyordu. Batuhan Çolak’ın haberine göre; Pakistanlı çete polis tarafından aranıyor.

İstanbul’un umuda yolculukta bir vahşet durağına dönüştüğü gerçeği her gün yeni örneklerle gözler önüne seriliyor.

Timur Soykan / BİRGÜN



 

23 Ocak 2022 Pazar

KISA KISA GÜNDEM (23 OCAK 2022)

 


1) Vakıfbank'ta kredi krizi: Banka hortumlanıyor mu?(SOL)

CHP milletvekili Orhan Sümer "Vakıfbank'ı 11 milyar 741 milyon lira hortumlamışlar” dedi. Sayıştay raporlarına göre banka verdiği kredilerini tahsil edemiyor.

Gerçek Gündem'den Sami Menteş'in haberine göre Vakıfbank'ın 2020 yılına ait denetim raporları, bankanın verdiği kredileri tahsil edemediğini ve açığın ulaştığı boyutu gösteriyor. Sayıştay denetçileri, 2020 yılında işletmelere verilen kredilerin koşullarının takip edecek altyapının kurulmadığını gösteriyor. Raporda geçen 'Uygun oranlarda verilen kampanya kredileri incelendiğinde; istihdam sayısının kontrolü, makinelerin yerliliğinin teyit edilmesi, kredilerin döviz alımında ve başka bankalardaki kredilerin ödemelerinde kullanılmaması gibi özel şartların bulunduğu ancak bunların kontrolüne yönelik altyapının kurulmadığı görülmüştür' ifadeleri tabloyu gözler önüne seriyor. Daha önce AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevine eski milli güreşçi Hamza Yerlikaya'nın getirilmesiyle de gündem olan banka için "AKP'liler yönetiyor" iddiası öne çıkan yorumlar arasında.  (Teminat gösterilmeksizin krediler verilmiş) Sayıştay'ın 10 Milyon lira üzerinde verilen kredi incelemelerinde teminat gösterilmeden kredi verildiğini gösterir verilere ulaşıldı. Bankaya başvuran şirketlerin yeteri kadar incelenmediği, teminatlara dair yeterli sonuçların olmadığı bilgisine ulaşan denetçilere göre bankanın alacaklarının önemli bir kısmının karşılıksız kalacağı öngörülüyor. ('Vakıfbank'ı hortumlamışlar') TBMM Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) Komisyonu Üyesi  ve CHP Adana Milletvekili Orhan Sümer, konuya dikkat çekerken bu işlemlerin bir tür "hortumlama faaliyeti" olarak yorumlanabileceğini ifade ediyor. Vakıfbank'ta tahsil edilemeyen on milyarlarca lira olduğu ifade eden Sümer: "Sayıştay’ın 2020 Yılı Raporuna göre Vakıfbank’ı 11 milyar 741 milyon lira hortumlamışlar. İktidar görmezden geliyor. Teminatlarında sıkıntı var geri ödemelerinde problem var. Banka için büyük risk oluşturuyor. Yazıklar olsun. Yandaşa peşkeş çeke çeke kamu bankalarının içini boşalttılar…” diyerek düşüncelerini ifade etti. (Şubelere göre tahsil edilemeyen kredi miktarları) Sayıştay raporuna göre ise tahsil edilmeyen kredilerde öne çıkan şubeler ve miktarlar dudak uçuklatır cinsten. Aynı zamanda Vakıfbank yönetiminde, aralarında cumhurbaşkanı danışmanı, AKP kurucu üyesi ve eski AKP vekillerinin yer alması şüpheleri arttıran bir faktör olarak değerlendiriyor. Sayıştay raporuna göre yeterli teminatların olmamasına rağmen verilen krediler için yandaşa peşkeş mi çekildi iddiaları da diğer yandan duruyor. Çekilen kredilerde öne çıkan şube ve miktarlar ise şu şekilde: Levent Ticari Şube 1 milyar 107 milyon lira, Esentepe Kurumsal Şube 1 milyar 190 milyon lira, Levent Ticari Şube 746 milyon lira, Antalya Ticari Şube 4 milyar lira, İzmit Ticari Şube 659 milyon lira, Başkent Kurumsal Şube 950 milyon lira, Esentepe Kurumsal Şube 2 milyar lira, Levent Ticari Şube 885 milyon lira, Tuzla Ticari Şube 651 milyon lira, Esentepe Kurumsal Şube 299 milyon lira.

2) Erdoğan'ın 1 ay önce açılışını yaptığı çocuk hastanesinin tavanı çöktü (SOL)

Önceki dönem Rektörü Prof. Dr. Ali Gür döneminde yüzde 90'lık tamamlanma seviyesine getirilen 250 yataklı Gaziantep Üniversitesi Çocuk Hastanesi’nin kalan bölümü, şu anki Rektör Prof. Dr. Arif Özaydın döneminde tamamlandı. Sözcü'den Ahmet Kaya’nın haberine göre, 25 Aralık 2021'de Erdoğan'ın katıldığı toplu açılış töreniyle hizmete girdi. Açılış töreninde AKP Gaziantep Milletvekili  Derya Bakbak, hastaneyle ilgili Erdoğan’ı bilgilendirdi. Ancak aradan 1 ay bile geçmeden Çocuk Hastanesi’ni Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi’ne bağlayan geçiş bölümünün tavanında çökme meydana geldi. Çökmeyi gören vatandaşlar “Daha hastane hizmete gireli kaç gün oldu da dökülmeye başladı. Bu binayı üniversite yetkilileri nasıl teslim almışlar” diye tepki gösterdi.

3) TBB'den Sedef Kabaş'ın tutuklanmasına tepki: Korku iklimi yaratılmasının parçası(SOL)

TBB, 'Cumhurbaşkanına hakaret suçu'nun ülkede yoğunlukla ifade özgürlüğünün kısıtlanması için bir araç olarak kullanıldığını belirtti. 

Türkiye Barolar Birliği'nin açıklamasının tamamı şöyle: "Gazeteci Sedef Kabaş, ulusal bir televizyonda katıldığı programda kullandığı ifadeler nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla sabaha karşı evinden gözaltına alınmış, sevkedildiği Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26., İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi uyarınca herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Gerek Anayasa’da gerekse Sözleşme’de ifade özgürlüğünün sınırlanabileceği haller düzenlenmiş ve ifade özgürlüğünün sınırları söz konusu düzenlemeler ve yargı içtihatlarıyla belirlenmiştir.

Önemle ifade edilmelidir ki; kamuoyunu bilgilendirmekle ve kamuoyunun bir görüş oluşturmasına imkan sağlamakla görevli gazetecilerin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda, özgürlük ve hak alanı çok daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır. Gazetecilerin ifade özgürlüğünün daha geniş bir çerçevede korunmasının sebebi; dile getirdikleri olgu, düşünce ve kanaatlerin engellenmesinin aynı zamanda kamuoyunun haber alma ve kanaat oluşturma hakkını engeleyebilecek olmasıdır.Keza, politikacıların ve kamuoyuna mâl olmuş kişilerin eleştiriye tahammüllerinin de daha geniş olması beklenmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uzun yıllara yayılmış çok sayıda kararına yansıdığı üzere kamu yetkililerinin eleştiriler karşısında diğer kişilerden daha az koruma sahibi olması beklenmektedir. 1986 tarihli Lingens v. Avusturya kararından bu yana bir politikacıya karşı yapılan eleştirinin sınırının özel bir kişiye yapılandan daha geniş olması gerektiği yüzlerce farklı kararda vurgulanmış, Anayasa Mahkemesi de kendi içtihadını bu doğrultuda oluşturmuştur."“Cumhurbaşkanına hakaret suçu”, ülkemizde yoğunlukla ifade özgürlüğünün kısıtlanması için bir araç olarak kullanılmakta"

"Türk hukukunda özel bir ceza düzenlemesi konusu olan ve Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen “Cumhurbaşkanına hakaret suçu”, ülkemizde yoğunlukla ifade özgürlüğünün kısıtlanması için bir araç olarak kullanılmakta, bu kapsamda yapılan soruşturmalar, gözaltı işlemleri ve tutuklamalar, evrensel hukuk prensipleriyle çelişmekte ve kamuoyu üzerinde bir baskı yaratma vazifesi görmekte, gözdağı niteliği taşımaktadır.

Gazeteci Sedef Kabaş’ın soruşturmaya konu ifadelerinin ifade özgürlüğü sınırlarını aşıp aşmadığı konusunda değerlendirme yapmak yetkisi, yukarıda belirttiğimiz ulusal ve uluslararası standartlar çerçevesinde muhakkak ki bağımsız yargı mercilerine aittir. Ancak TCK 299. madde kapsamında yürütülen bir soruşturmada sabaha karşı gözaltı işlemi yapılması, hiçbir tutuklama sebebi olmadığı halde verilen tutuklama kararı, bu kararın bir tedbir değil kamuoyu nezdinde korku iklimi yaratılmasının bir parçası olduğunu göstermektedir.

Türkiye Barolar Birliği olarak Anayasa ve uluslararası insan hakları belgeleri ile yargı içtihatlarının belirlediği sınırlar çerçevesinde ifade özgürlüğünün savunuculuğunu yapmaya devam edeceğimizi, süreci yakından takip ettiğimizi kamuoyunun bilgisine sunarız."

Kabaş, "Çok meşhur bir söz vardır. Taçlanan baş akıllanır diye. Ama görüyoruz ki gerçek değil. Ya da tam tersi bir söz vardır. Büyükbaş hayvan bir saraya girdiği zaman o kral olmaz. O saray ahır olur" ifadelerini kullanmıştı.

4)- Kuzey Kıbrıs’ta halk bugün sandık başında(BİRGÜN)

Kuzey Kıbrıs halkı milletvekili seçimleri için sandık başında. 8 partinin katılacağı seçimi Yeni Kıbrıs Partisi ve Birleşik Kıbrıs Partisi boykot ediyor.

Kuzey Kıbrıs’ta halk, bugün yapılacak "Milletvekilliği Erken Genel Seçimi" için sandık başına gidiyor. Son milletvekilliği seçiminin 7 Ocak 2018’de yapıldığı Kuzey Kıbrıs’ta, halk 4 yılın ardından yapılacak erken seçim için oy kullanacak.Siyasi partiler ve bağımsız adaylar için 28 Aralık 2021’de başlayan seçim propaganda süreci, dün 18.00’da sona erdi. Ülke genelinde oy kullanma işlemi, saat 08.00’da başlayacak ve 18.00’da sona erecek. Sandıklarda oylar, "mühür", "mühür ve tercih" ile "karma oy" şeklinde kullanılabilecek. Seçimde yüzde 5 barajını geçen siyasi partiler, 50 sandalyelik Cumhuriyet Meclisi’ne girmeye hak kazanacak. Seçime girecek partiler şöyle: Cumhuriyetçi Türk Partisi, Halkın Partisi, Ulusal Birlik Partisi, Demokrat Parti, Toplumcu Demokrasi Partisi, Bağımsızlık Yolu, Yeniden Doğuş Partisi, Toplumcu Kurtuluş Partisi Yeni Güçler. Solda yer alan partilerden Yeni Kıbrıs Partisi ve Birleşik Kıbrıs Partisi ise seçimi boykot kararı almıştı. Solda yer alan partilerden Bağımsızlık Yolu ise salgının yayıldığı bu koşullarda seçime gidilmesinin yanlış olduğunu söylese de her şeye rağmen tüm güçleriyle sandığa gideceklerini ifade etmişti. Resmi olmayan seçim sonuçlarının bu gece, resmi sonuçların ise en erken oy kullanma işleminin bitmesinden 24 saat sonra YSK tarafından açıklanması bekleniyor. Oy kullanacak kişilerden test ve aşı durumlarını elektronik ortamda sorgulayan "Adapass" ile COVID-19 testi istenmeyecek.
"Ekonomi" başlığı, partilerin manifestolarında ve sloganlarında en çok öne çıkan konu oldu. Salgın süreci nedeniyle sağlık ve bu konuda yapılması planlanan yatırımlar da adayların gündemindeki en üst sıralarda yer aldı.

5) Bakan Pakdemirli'den itiraf: Hububata düşük fiyat verdik, çiftçi TMO'ya ürün satmadı (Evrensel)

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in soru önergesini yanıtlayan Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Toprak Mahsulleri Ofisinin (TMO) hububat alım fiyatlarının, piyasa fiyatlarının altında kaldığını itiraf etti. Gürer’in “TMO bu yıl çiftçiden ne kadar hububat aldı?” şeklindeki sorusuna yanıt veren Bakan Pakdemirli, “Bu yıl TMO’ya ürün arzı diğer yıllara göre düşük kaldı” demekle yetindi, rakam vermekten kaçındı. CHP Milletvekili Gürer ise yerli çiftçiye ekmelik buğdayda 2 bin 250 lirayı reva gören TMO’nun, yurtdışından 4 bin 700 liraya buğday ithal etmesini eleştirdi. "TMO taban fiyatı çiftçiyi mutlu etti" diyen Bakan, bu fiyatla çiftçinin ürününü TMO'ya vermediğini itiraf etti.(https://www.evrensel.net/haber/453304)

6) Salda Gölü kumsalında kepçeyle su kuyusu kazılması tepki çekti(Mehmet Çınar-Evrensel)

Burdur'da bulunan, turkuaz suyu ve bembeyaz kumsalıyla bilinen Salda Gölü'nün İl Özel İdare'ye ait misafirhane ve plajın bulunduğu alanında kepçelerle su kuyusu kazılması tepki çekti. Salda Gölü Koruma Derneği Başkanı Gazi Osman Şakar, "Kazdıkları yer, göle 50-100 metre ve birinci derecede doğal sit alanına giriyor" dedi. Burdur'un Yeşilova ilçesinde 44 kilometre yüz ölçümüne sahip, ölçülebilen 185 metre derinlikle de Türkiye'nin en derin gölü konumundaki Salda Gölü, "hidromanyezit" olarak adlandırılan beyaz kumullarıyla da çok değerli bir hazine. Gölün güneydoğu kısmındaki Kayadibi Mahallesi ile Doğanbaba köyü arasındaki alanda, göle yaklaşık 50 metre uzaklıkta içme ve kullanma suyu için depo yapımıyla ilgili kazı çalışması yapılması tepki çekti.(https://www.evrensel.net/haber/453259)

7) Sedef Kabaş'ı tutuklayan hakim kıdemsiz çıktı (Alican Uludağ-© Deutsche Welle Türkçe)

Gazeteci Sedef Kabaş'ın Cumhurbaşkanına hakaret iddiasıyla tutuklanmasına karar veren İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimi Furkan Bilgehan Ertem'in 3 yıl 10 aylık meslek kıdemi olduğu, yargıya 2018'den avukatlıktan geçtiği ortaya çıktı. Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) 21 Aralık'ta aldığı ilke kararına göre hakimlerin İstanbul gibi birinci bölge yargı çevresinde sulh ceza hakimi olmak için 4 yıl aynı bölgede görev yapması gerekiyordu. Ertem ise bu kriteri taşımıyor.(https://www.dw.com/tr/sedef-kaba-60528515) 

8) CHP'li Murat Bakan'dan Soylu'ya soru: Odalarında zikir çeken, gözlerine sürme çekerek içtimaya çıkan rütbeliler kim?(duvaR)

CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Jandarma Genel Komutanlığı'ndaki çeşitli dinci yapılanmaların varlık gösterdiği ve personelleri kendi bünyelerine katmaya çalıştıkları iddiasını Meclis gündemine taşıdı. Konuyla ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi hazırlayan CHP’li Bakan, “Bazı rütbelilerin ‘şeyhi gözlerine sürme çektiği’ için kendisi de gözlerine sürme çekerek içtimaya çıktığı; askerlerin, kafalarına taktıkları farklı renklerdeki takkelerle gruplaşarak ayrı zamanlarda gruplar halinde mescitte ibadet ettikleri; diğer yandan da herhangi bir tarikata/cemaate/gruba mensup olmadan mescide giden genç personelleri sindirerek kendi cemaatlerine/tarikatlarına dahil etme çabası içinde oldukları; Jandarma Genel Komutanlığı’nın koridorlarında paçalarını sıvayarak gezen, mesai saatleri içerisinde ayağında terlik ile görev yapan birçok rütbelinin olduğu; Genel Komutanlık Karargahına tarikat mensubu sivilleri davet eden rütbelilerin olduğu; yine Jandarma’nın en mahrem yeri harim-i ismeti olan İstihbarat Başkanlığı’nın odalarında zikir çeken rütbelilerin olduğu öne sürülmektedir" dedi. (https://www.gazeteduvar.com.tr/chpli-murat-bakandan-soyluya-soru-odalarinda-zikir-ceken-gozlerine-surme-cekerek-ictimaya-cikan-rutbeliler-kim-haber-1550328)