Savaşa beş kala; Avrupa solunun Ukrayna tutumu - İbrahim Varlı / BİRGÜN

Malum, küresel güç merkezlerinin günümüzdeki en sıcak hesaplaşma sahası Ukrayna. ABD liderliğindeki Batılı ülkelerle Rusya arasında görülmemiş bir nüfuz savaşına sahne olan ‘sınır ülkesi’nde askeri ve lojistik yığınak karşılıklı olarak devam ediyor.


Egemenler arasındaki restleşme, tehdit ve suçlamalar devam ederken cephe gerisinde de büyük bir kafa karışıklığı söz konusu. Solda da durum çok farklı değil.

Neler olup bittiğine dair büyük bir belirsizlik var. Anglo-Sakson dünya çoktan ‘enformasyon savaşı’nı başlatmış durumda. Ortalık Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğine dair manipülasyondan geçilmiyor. Üstelik Kiev’den aksi yönde açıklamalar gelmesine rağmen.

Güç merkezleri savaş tamtamlarını çalarken solun suskunluğu dikkat çekici. Neden 2000’lerin başlarındaki savaş karşıtı mücadele dalgası yakalanamıyor. Amerika öncülüğündeki “hür dünya”nın Irak işgalinde olduğu gibi, "savaşa hayır" sloganları yeri göğü inletmiyor?


SOLDA UKRAYNA ÇIKMAZI


Ukrayna krizinin girift yapısı Avrupa soluna da sirayet etmiş durumda. Sol-sosyalist çevrelerde yaşanan görüş ayrılığı daha önceki benzer krizlere oranla hayli fazla. Kıta Avrupası’nda solun tutumu farklılık arzediyor.

Tabii burada kastettiğimiz, sol politik skalanın en sağındaki sosyal demokratlardan Yeşiller’e, sol partilerden komünistlere kadar uzanan farklı renklerdeki sol renkler.

Yeşiller ve sosyal demokratların tavrı ibretlik. ABD’nin arkasına dizilerek Rusya’ya karşı ön saflarda yer alanların oranı bir hayli yüksek.

Liberal, sağ, muhafazakâr çevrelerle birlikte savaş borusunu çalmakta yarışıyorlar adeta. Görünen o ki günümüzün sosyal demokratları İkinci Enternasyonal’in tarihi hatasından hiç ders çıkarmamış. Kendi egemenlerinin ve de uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda mevzilenmeye devam ediyorlar.

ALMAN SOLU: SPD’DE ÇATLAK

Alman solundaki tutum buna en çarpıcı örnek. On altı yıl sonra iktidarı Hıristiyan Demokratlar’dan almayı başaran sosyal demokrat SPD ve koalisyon ortağı Yeşiller “ihtiyatlı” gibi davranıyor görünseler de Kremlin’in sıkıştırılması konusunda Londra-Washington ittifakıyla benzer noktadalar. Sosyal demokratların Kiev’e silah satışını yasaklaması dışında somut bir adım yok. Yeşiller SPD’den de sert bir tavır içindeler. Buna karşılık Sol Parti, tarafların herhangi bir askeri çözüm seçeneğine başvurmasından kaçınılmasını ve ABD-İngiliz kışkırtmacılığına yenik düşülmemesini istiyor. Sol Parti’nin eski başkanlarından Klaus Ernst, Ukrayna’ya Finlandiya gibi tarafsız bir statü verilmesi çağrısı yaparken NATO, AB, ABD ve Rusya’nın stratejik çıkarlarının Ukrayna’yı ve de Avrupa’yı istikrarsızlaştırdığını belirtiyor.


FRANSIZ SOLU: NATO’DAN ÇIKILSIN

Nisandaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan Fransa solunda da benzer bir tablo söz konusu. Yeşiller Partisi’nin Başkanı Yannick Jadot, ateşe benzinle gidenlerden. Kiev’e güçlü bir jest yapılması gerektiğini belirterek Macron’u bu ülkeye gitmediği için eleştiriyor. Fransa Komünist Partisi Genel Sekreteri Fabien Roussel, Paris’in Romanya’ya asker gönderme hazırlığına karşı çıkarak silahsızlanma ve diyaloğun hayata geçirilmesini istiyor. Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi’nin lideri ve cumhurbaşkanı adayı Jean-Luc Mélenchon ise daha net; "Fransa NATO’dan çıkılmalı, Rusya’yla diyalog kurulmalı, eski Sovyet ülkeleriyle yakınlaşılmalı" görüşünde. Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo ise Rusya’ya karşı Ukrayna’nın güçlendirilmesi gerektiğini savunanlardan.


İSPANYOL SOLU: SAVAŞA HAYIR

İspanyol sosyal demokratlar da Alman fikirdaşları gibi Karadeniz’deki NATO misyonunu destekliyor. İspanyol savaş gemileri Galiçya’daki limanından Karadeniz’e doğru yol alırken PSOE’li başbakan Pedro Sánchez İngiliz-Amerikan oyunlarına teşne. Ancak koalisyon ortağı Podemos bu politikanın reddini savunuyor. Tam da bu nedenle koalisyonda ciddi bir Rusya krizi yaşanıyor. Madrid’de yaşanan anlaşmazlık ciddi bir koalisyon krizine dönüşmek üzere.

Podemos ve diğer yedi sol parti ortak bir çağrı yaparak Madrid’in NATO misyonuna katılımını tamamen reddettiklerini dile getirdiler. Alman FAZ’dan aktarırsak geçen yıl parti liderliğinden istifa eden Podemos’un kurucusu Pablo Iglesias, AB’nin nükleer silahlara sahip bir ülke ile Avrupa topraklarında askeri bir çatışmaya girilmesinin felaket olacağını söyledi, Savunma Bakanı’nın halka aptal muamelesi yaptığını kaydetti.

İNGİLİZ SOLU: ABD’NİN PEŞİNDE

İngiliz solunun büyük bölümü ABD’nin kayıtsız koşulsuz destekçisi. Jeremy Corbyn’den İşçi Partisi liderliğini alarak partiyi sağa çeken Sir Keir Starmer, Ukrayna’yla ilgili Boris Jonhson’ın ve Muhafazakâr Parti’nin tutumunu destekliyor. Rusya’nın üzerine gidilmesi gerektiğini kaydeden Starmer Ukrayna’ya mutlak bir destek sunulmasını savunuyor.


Britanya’daki sosyalistler ise savaş çanları çalan ABD ve Britanya devletlerine karşı etkili bir muhalefet inşa edilmesini ve emperyalist sistemle savaşılmasını savunuyor. Sosyalist İşçi Partisi’nin yayın organı Socialist Worker’da 24 Ocak’ta yazan Tomáš Tengely-Evans, "ABD ve Rus emperyalizmi arasındaki tehditkar mesele Ukrayna’yı savaşın eşiğine getirdi" diye yazdı.

İbrahim Varlı / BİRGÜN

Yurtta enflasyon cihanda enflasyon - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 


IMF projeksiyonunda Türkiye gibi ülkeler için 5,9’luk enflasyon öngörülüyordu. Rakamlar bizdeki enflasyon sorununun izlenen yanlış ekonomi politikalarının sonucu olduğunu gösteriyor.

Bu hafta ocak ayı enflasyonu açıklanacak. Eğer Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) başkanının bir hafta sonu operasyonuyla bir kez daha değiştirilmesi radikal bir sapma ile sonuçlanmaz ise, aylık enflasyon üst üste ikinci defa yüzde 10’u geçmiş olacak. Geçen hafta yayımlanan Enflasyon Raporu’nda bile mayıs ayında tüketici enflasyonunun yüzde 55’e dayanması, sonra hızla inişe geçmesi öngörülüyor. Yani yılbaşında sağlanan ücret artışlarının kısa sürede enflasyona yenik düşmesi tehlikesi baş gösteriyor.

TÜRKİYE ENFLASYONDA DÜNYADAN AYRIŞTI

Enflasyon dünya ekonomisinde de tartışma gündeminin baş köşesine oturdu. IMF’nin geçen hafta dolaşıma giren Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda fosil yakıt fiyatlarının ikiye katlanması sonucu enerji maliyetlerinin yükselmesi, aynı şekilde gıda fiyatlarındaki hızlı artış, özellikle limanlardaki yığılma ve kara taşımacılığı kapasitesinin sıçrayan mal talebini karşılayamaması ile kendini hissettiren tedarik zincirlerindeki aksamalar, küresel enflasyonun yükselişinin nedenleri olarak sıralanıyor.

IMF’nin projeksiyonları 2022’de gelişmiş ülkeler için yüzde 3,9, Türkiye’nin aralarında bulunduğu “yükselen ve gelişen ülkeler” için yüzde 5,9’luk bir enflasyon öngörüyor. Bu rakamlar bizdeki enflasyon, sorununun küresel yansımasının ötesinde izlenen yanlış ekonomi politikalarının sonucu olduğunu açıkça gösteriyor.

Rapordaki analizde, Türkiye ile aynı kategorideki ülkelerde enerji fiyatları ve tedarik zincirindeki sorunların enflasyonu yukarı çektiği, döviz kuru gelişmeleri ve gıda fiyatlarının ise aşağı yönlü etki yaptığı görülüyor. Çünkü bu ülkeler ABD’deki bir faiz artışı beklentisine karşı erken davranarak parasal sıkılaştırmaya gittiler. Faiz artışları sonucu ortalama olarak reel kurları güçlendi. Diğer bir deyişle, yerel paralarının değer kaybı, gelişmiş ülkeler enflasyon farkının gerisinde kaldı. Türkiye ise tam aksine inatla faiz indirerek döviz kurunu sıçrattı. Böylelikle enflasyona davetiye çıkardı.

İŞİN ÖZÜ SINIF MÜCADELESİ

İsterseniz bu noktadan sonra dünyadaki enflasyon tartışmalarına odaklanalım. ABD’de 2021 enflasyonu son 40 yılın en yüksek düzeyine ulaşarak yüzde 7 oldu. Amerikan Merkez Bankası FED enflasyonun “geçici” olduğu tezinden vazgeçerek tahvil alımlarını sonlandırmaya karar verdi. İlk faiz artışını da martta gerçekleştirmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Özellikle burjuva yayın organlarında ücretlerdeki artış öne çıkarılıyor. Ücret zamları enflasyonun başlıca nedeni olarak sunuluyor. Hâlbuki ABD’deki istihdam maliyeti endeksine göre, 2021’in son çeyreğinde ücretler yüzde 1’lik artış gösterdi. Temmuz-eylül arasındaki 3’üncü çeyrekte ise yüzde 1,3’lük bir sıçrama görülmüştü. Böylelikle yıllık ücret zamları %4’e ulaştı. Açıkça görüldüğü gibi ücretler geçmiş yıllara göre bir kıpırdanma içindeyse de, hâlâ yüzde 7 manşet enflasyonun altında. Projeksiyonlarda öngörüldüğü gibi, enflasyon yıl içerisinde yüzde 3-4 aralığına çekilse bile emek kesiminin belirgin bir reel gelir artışından söz edilemeyecek.

Jacobin Mag’de yayımlanan yazısında Hadas Thier enflasyon konusuna sosyalistlerin nasıl yaklaşması gerektiği üzerinde duruyor. Özetle konunun sınıfsal bir mesele olduğunun, emekle-sermaye arasındaki mücadelenin yansıması şeklinde okunması gerektiğinin altını çiziyor. Solun bir yandan daha yüksek ücretler ve sosyal harcamalardaki artışları talep ederken diğer yandan belli kalemlerde fiyat kontrolü uygulamalarını desteklemesi gerektiğini söylüyor.
Their’e göre, sağlık, konut, yüksek öğrenim masrafları on yıllardır ücretlerin ötesinde artış gösteriyordu. Son dönemlerde iklim değişikliğinin mahsulü olumsuz etkilemesi sonucu küresel gıda fiyatları da şaha kalktı. Bu maliyetleri indirmek için solun sağlık sisteminin kamulaştırılması, konutlara ehven fiyatlarla erişim için yatırımlara hız verilmesi, öğrenci borçlarına af ve karbonsuzlaştırma taleplerinin yükseltilmesi gerekiyor.

Milton Friedman’ın işsizliğin “doğal oran” diye adlandırdığı belli düzeyin altına düşmesiyle, işgücünün pazarlık gücünün artacağı, böylece enflasyonun kalkışa geçeceği tezi yeniden gündemde. Thier bunun Karl Marx’ın “yedek işçi ordusu” analiziyle aslında uyumlu olduğunu, kapitalizmin hep el altında işsiz bir kitleyi tutmaya çalıştığını ifade ediyor. 70’lerde işçi sınıfının güçlü konumuyla, yüksek enflasyonu aşan ücret artışları elde edilebildiğini, sonraki dönemlerde enflasyon düşse de, ücretlerin o düzeyde dahi artmaması nedeniyle emekçilerin satın alma güçlerinin gerilediğini hatırlatıyor. O nedenle işin özünün sermayenin kâr payının azalıp, emeğin ücret payının artışına ilişkin bir sınıf mücadelesi olduğunu unutmamak gereğini vurguluyor (What a Socialist Response to Inflation Look Like,Jacobin Mag 01.06.2022).

FİYAT KONTROLLERİ TARTIŞMASI

Enflasyon konusunda yeni bir tartışma zemini de, Çin ekonomisine ilişkin çalışmalarıyla bilinen Isabella Weber tarafından açıldı. Weber 2021’de reel sektör şirketlerinin karlarının rekor düzeye ulaştığını, aynen 2’nci Dünya Savaşı dönemindeki gibi fiyat kontrollerine başvurulması gerektiğini söylüyor. Böylelikle parasal sıkılaştırmaya ve vergilerin artırılması, harcamaların kısılmasıyla mali kemer sıkmaya başvurulmadan stratejik fiyat kontrolleri sayesinde Covid-19 döneminin yarattığı darboğazlar aşılarak enflasyonu patlamasının engelleneceğini düşünüyor (Could strategic price controls help fight inflation?, The Guardian 29 Aralık 2021).

Ana akım iktisatçılar fiyat kontrollerinin bir çözüm olmayacağını, aksine arz-talep dengesinin bozulmasıyla arzın kısılacağını, durgunluğa yol açacağını öne sürerek Weber’e sert tepki gösterdiler. Marksist iktisatçı Michael Roberts da, büyük kapitalist ekonomilerde tekelci değil oligopolistik yapıların egemen olduğunu, tek tek şirketlerin mevcut rekabet ortamında istedikleri gibi fiyat artıramayacaklarını düşünüyor. Eğer böyle olsaydı niye pandemi öncesi dönemde dizginsiz fiyat artışlarıyla enflasyona neden olmadılar sorusunu yöneltiyor. Roberts’a göre de, enflasyonun nedenleri sermaye birikiminin karlılık, yatırım ve üretim gibi hareket kanunlarıdır. Roberts, bugünkü yüksek enflasyon oranlarının geçici olduğunu, önceki çalışmalarında analiz ettiği “uzun depresyon” dönemine 2022’de üretim, yatırım ve üretkenlikte gözlenecek düşüşle dönüleceğini savunuyor. Bunun pandemi öncesi dönemden yüksek de olsa enflasyonun zayıflamaya yüz tutacağı anlamına geldiğini söylüyor (Price controls :do they work? Michael Robert`s Blog).

Bizler de bir yandan dünya solundaki bu tartışmaların uzağında kalmayalım. Bir yandan da Enflasyon Raporu’ndaki 2022 yılında beklenen yüzde 23,2 enflasyonun ancak 2 puanının işgücü maliyetlerindeki artıştan kaynaklandığı şeklindeki analizini günlük tartışmalar için aklımızdan çıkarmayalım. Zira bu bulgu, liberallerin her fırsatta dile getirdiği ücret artışlarının enflasyonun temel nedeni olduğu tezine karşı güçlü bir dayanak oluşturuyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Erdoğan’ın dünürü için özel imar planı - Bahadır Özgür / BİRGÜN


Marmaris’te 140 bin metrekarelik Datça-Bozburun koruma bölgesi içindeki bir tarlaya, “şahsa özel imar planı” değişikliği hazırlandı. Tarlanın sahibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan’ın dünürü.

Bir yerde kamu çıkarı korunmuyorsa orada muhakkak bir şahsın, tarikatın, vakfın, siyasetçinin veya şirketin çıkarı korunuyor demektir. İkisinin uzlaşamayacağını AKP öğretti artık. Bir şeyi daha öğretti tabii; akarabaların hatırının ne denli büyük olduğunu. İşte size Saray eşrafından bir akrabanın hatırına yapılan “şahsa özel imar değişikliği” hikâyesi daha…


Muğla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü 31 Aralık’ta Hisarönü Mahallesi’ndeki bir tarla ile ilgili imar planı değişikliğini askıya çıkardı.

İmar planı değiştirilmek istenen yer Kirseburnu körfezinin dibindeki 142 no’lu parsel. İmar planının kapsadığı tarla 23 bin 20 metrekare. Projeye göre 15 bin 899 metrekaresi “Özel Yaşlı Bakımevi”ne ayrılacak. 2 bin 740 metrekaresi rekreasyon alanı, 2 bin 936 metrekaresi rekreaktif alan, bin 233 metrekaresi park ve bin 443 metrekare de yol olacak.

Plan bakımevi için, lakin projenin tamamına bakıldığında ucu yat limanına kadar gidiyor. İşin doğrusu buraya ne yapılacak olursa olsun, imara açılması tartışma götürmeyecek şekilde yasal düzenlemelere aykırı zaten.

Yasaları göz göre göre kimin için çiğniyorlar peki?

Arazinin mülkiyetinin yüzde 80’i Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan’ın damadının annesi Ayşe Sevda Peker’e ait. Yani Cumhurbaşkanı’nın yeğeninin annesine özel bir imar planı değişikliği hazırlanmış.

Mustafa Erdoğan’ın kızı Sümeyra Erdoğan 2010 yılında Peker Tekstil’in sahipleri Hikmet ve Sevda Peker’in oğlu Burak Peker ile evlenmişti. Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda yapılan görkemli düğünün nikâh şahitleri Recep Tayyip-Emine Erdoğan çiftiydi.

***

Peker araziyi 2016 yılında satın almış. Üzerinde sadece tek katlı iki köy evi bulunuyor. Bunun dışında tek çivi bile çakılmamış, çakılması da imkansız. Çünkü bölge özel koruma kanunlarına tabi.

İmar planı değişikliği yapılan tarla, 1990’da Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilen ve Marmaris Milli Parkı’nı da kapsayan “Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi” içinde yer alıyor. Buna dair 1/25.000 ölçekli plan da 7 Ocak 2015’te Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı.

Datça-Bozburun yarımadası Avrupa’da korunması gereken 100, Türkiye’de 9 orman sıcak noktalarından biri. Türkiye 1993’te Ramsar Sözleşmesi’ne taraf oldu ve sözleşme 1994’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Dolayısıyla sulak alanların korunması mecburi. Sulak alanların kaybedilmesi halinde geri dönüşün mümkün olmadığı; başta kuşlar olmak üzere hayvan ve bitki çeşitliliği nedeniyle “doğal müze” kabul edildiği; bulundukları yerin ekolojik dengesi açısından hayati oldukları biliniyor.

Hisarönü de Datça-Bozburun hattının önemli zonlarından. Özellikle nesli tükenmekte olan bir su samuru türünün yuvası. Haliyle o imar planı, bir türün soykırım emri anlamına da geliyor.

Datça-Bozburun koruma alanının büyüklüğü yaklaşık 140 hektar. Oysa aynı alanda yer alan 23 hektarlık bir kısma mahsus imar düzenlemesine gidilmesi ulusal ve uluslararası düzenlemelere aykırı olduğu gibi, planlamanın bütünlüğüne de aykırı. Daha anlaşılır söyleyelim: “Özel koruma bölgesi” demek, tüm alanın aynı standartlarda, aynı yasal düzenlemelerle korunması demektir. Onun içinden bir parseli seçip, mülkiyeti kime ait olursa olsun, oraya özel imar düzenlemesi yapamazsınız!

Ne var ki yasaları eğip bükerek yaptılar.

***

Plan değişikliği dosyasında imara açılan arazinin “marjinal tarım alanı” olduğu belirtiliyor ve ilgili düzenleme hatırlatılıyor: “Bu tür arazilere tarımsal tesisler, belli koşullar ve ilgili kurumların görüşü alınarak kurulabilir. Eğitim, sağlık gibi kamusal tesisler ile sosyal ve teknik altyapı tesisleri, gerekli izinler alınarak inşa edilebilir.”

Bir devlet kurumu, devletin koyduğu kuralın, çıkardığı yasanın etrafından dolanır mı? Zira aynı düzenlemede, “bölgede uygun başka bir alternatif yer olmaması halinde…” deniliyor. Üstelik özel koruma bölgelerindeki kültür ve tabiat varlıklarının korunması için, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 15. maddesinde, “trampa usulü”nden bahsediliyor. Anlamı kabaca şu: Eğer sosyal tesis kurulmak zorundaysa, öncelikle alternatif başka yer verebilir.

Nitekim Marmaris Belediyesi de kendisine konuyla ilgili başvuru yapıldığında 2 Haziran 2020 tarihli bir yazı ile değişiklik talep edilen parselin bulunduğu alanda imar planı olmadığını, buna karşın ilçe sınırları içerisinde sosyal tesise uygun imar planına sahip alanlar bulunduğunu bildiriyor. “Başka yer verebiliriz” diyor kısaca. Tarım ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri 21. Bölge Müdürlüğü de 11 Mayıs 2020 tarihli yazısında, alanın derelerin muhtemel taşkın sahası içinde olması sebebiyle imar planı çalışmasının uygun bulunmadığını belirtiyor. Onlar da “Önce alternatiflere bakılmalı” diyor.

Çevre, İklim ve Şehircilik Bakanlığı bütün bunlara rağmen imar planı değişikliğini hazırlayarak, örneğine çok sık rastladığımız “şahsa özel imar planı” hazırlıyor.

Bu ısrarın bir sebebi olmalı. Onu da planın devamında görüyoruz aslında. İmar düzenlemesi yapılan bölgenin kıyısında yat limanı bulunuyor. Daha doğrusu kum birikintilerinden oluşmuş alanlara sahip küçük teknelerin yanaşabildiği bir liman.


Projeye karşı çıkan ve konuya ilişkin basın açıklaması düzenleyen Marmaris Kent Konseyi üyeleri, çevre savunucuları, meslek odası mensupları ve hukukçular kişiye özel imar planı değişikliğinin bölgedeki tahribatı artıracağından kaygı duyuyorlar.

Haksız da sayılmazlar. Nitekim Marmaris’te koruma altındaki bölgelerde, milli park sınırları içinde bulunan özel mülkiyete ait parsellere mahsus imar planları yüzünden yoğun bir betonlaşma başlamış durumda.

Bahadır Özgür / BİRGÜN



 

Kafa aynı kafa - Özdemir İnce / Cumhuriyet

 Âdem ve Havva ile ilgili iki yazıyı şarkıcı (şantöz) ve güfte yazarı Sezen Aksu’nun hedef olduğu, tasarlanmış saldırıdan esinlenerek yazdım. Ve bu ilgi, bana Dr. Abdullah Cevdet üzerine kaleme aldığım ve henüz yayımlamadığım yazı dizisini hatırlattı. Büyük Cumhuriyet devrimcisi, benzersiz entelektüel, yazar ve çevirmen Dr. Abdullah Cevdet (1869-1932) üzerine 1 Ocak 2021 günlü Cumhuriyet gazetemizde “Dr. Abdullah Cevdet” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Bu yazıda o yazıdan da yararlanacağım. Dr. Abdullah Cevdet’i ve bütün Cumhuriyet devrimcilerini hedef alan kafa günümüzde de aynı kafa; sıfır numara cahil olduğu için “cahil” sözcüğünün çok geniş eşanlam kapsadığını kavrayamayan kafa!

                                                                              ***

Dr. Abdullah Cevdet, geleceği de düşünerek çok önemli çeviriler yaptı. (Çeviri yapmayan ulusların gelişmeleri durur ve aklı kurur.) Doktor, bu gerçeği çok iyi bildiği için bir çeviri kitaplığı yarattı ve İçtihad adlı bir dergi yayımladı. Prof. Dr. Mustafa Gündüz, Abdullah Cevdet’in İçtihad dergisinde yayımlanan yazılarından bir seçme yaparak İçtihad’ın İçtihadı (Lotus Yayınevi, 2008) adıyla yayımladı. Hararetle tavsiye ederim!

Dr. Abdullah Cevdet, Vittorio Alfieri’nin Della Tiranide adlı kitabını İstibdad adıyla çevirmiş ve 1908 yılında Kahire’de yayımlamıştı. Kitap, Osmanlı dünyasında fırtına gibi esti. Çeviri doğrudan II. Abdülhamit’i hedef almıştı. Bu nedenle Cumhuriyet mürtecileri ondan nefret ederler. Basında ve internette Dr. Abdullah Cevdet hakkında araştırma yapanlar, onun Türk toplumunu medenileştirmek için Avrupa’dan damızlık erkek getirilmesini önerdiği iftirasını öğrenirler. Ama bu iftirayı bozan bir yazı da var (Sefa Kaplan, Hürriyet, 17.08.2005): 

“ ‘Avrupa’dan damızlık erkek getirtelim’ dediği gerekçesiyle adı Ankara’daki bir sokaktan silinen Abdullah Cevdet’in sırrı çözüldü.

Abdullah Cevdet, Mustafa Kemal’le yaptığı bir görüşmede, verimi artırmak için tarımla uğraşan göçmenlerin(1) Türkiye’ye getirilmesinin fayda sağlayacağını söylüyor. Ama haber ertesi gün Tasvir-i Efkâr’da, ‘Avrupa’dan damızlık celbini isteyen var’ manşetiyle yer alıyor. Abdullah Cevdet gazeteye tekzip gönderiyor, kendi dergisi İçtihat’ta böyle bir şey söylemediğini yazıyor ama dedikoduları engelleyemiyor. Öyle ki cenaze namazı bile büyük tartışmalara sebep oluyor.

‘Avrupa’dan damızlık erkek getirelim’ dediği gerekçesiyle Ankara Çankaya’da bir sokağa verilen ismi değiştirilen Dr. Abdullah Cevdet’in, böyle bir söz etmediğine dair ifadeler netleşiyor. Mustafa Kemal tarafından 1925 seçimlerinde Elazığ (Elaziz) milletvekili olması istenen Abdullah Cevdet, Çankaya’ya çıkarak Cumhurbaşkanı ile görüşüyor. Görüşme sırasında, Mütareke Dönemi’nden beri üzerinde ısrarla durduğu tarımda verimlilik bahsine değiniyor Abdullah Cevdet. Daha sonra da Mustafa Kemal’e, ‘Avrupa ülkelerinin özellikle tarımla uğraşanlarından getirilecek göçmenlerle ülkede nüfus artışı ve tarımsal gelişme sağlanması konusu’ndaki görüşlerini anlatıyor. Bu konuda tek nitelikli çalışmayı yapan ve halen Princeton Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Şükrü Hanioğlu’na göre, ‘Artık son faaliyetlerini sürdürmekte olan dinci çevreler bu beyanatı saptırarak kendisinin Avrupa’dan damızlık erkek getirmeyi arzuladığını’ iddia ediyorlar. (Kaynak: Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, Ankara, 1981, s.387.)

Bu nedenle, Abdullah Cevdet’in sözleri, dönemin muhafazakâr gazetelerinden Tevhid-i Efkâr’da çarpıtılan bir başlık ve yorumla yer alıyor. ‘Avrupa’dan damızlık adam celbini isteyen de var’ manşetiyle okuyucuya duyurulan haber-yorum şöyledir:

‘...Abdullah Cevdet Bey’in, bu sözlerini işittikten sonra, Elaziz’de bu adama rey değil, selam bile verecek Türk ve müslüman çıkmayacağına şüphe etmiyoruz (...) Fakat damızlık Alman ve İtalyan erkekleri getirip Türk kadınlarıyla izdivaç ettirmek ve onların kanını kanımıza karıştırmak isteyebileceğini doğrusu hatırımıza bile getirmezdik... Liberallik ve laiklik yapacağım diye her gün hezeyan kusan bu adamı Millet Meclisi’ne sokmak değil, Toptaşı’na tıkmak lazım gelir...’

Haber-yorumun yayımlanmasından sonra Abdullah Cevdet, Tevhid-i Efkâr’a tekzip gönderir, Akşam ve İçtihad’da meselenin aslını anlatır ama dedikoduları engellemesi mümkün değildir artık. Öyle ki, 1932 yılında kalp krizinden öldüğünde yapılan ilk tartışma, cenaze namazının kılınıp kılınmayacağına ilişkindir. Bazıları, dinsiz olduğu için cenaze namazının kılınmamasını, bazıları da Hıristiyan mezarlığına gömülmesini ister. Uzun tartışmalardan sonra, Müslüman bir anadan doğduğu için cenaze namazı kılınacak ve cenazesi Müslüman mezarlığına defnedilecektir.”

                                                                          ***

“Altı kaval üstü şeşhane” derler ya bunların da vücutları 2022 yılında ama kafaları 13. yüzyılda!

Özdemir İnce / Cumhuriyet

(1) Rumeli göçmenleri

Kürsüye çocuk çıkaran Erdoğan’ın tüketmediği değer kalmadı - Sefa Uyar / Cumhuriyet

 


Trabzon’da düzenlenen açılışta kürsüye çıkan çocuğun cumhurbaşkanı için oy istemesi akıllara, Erdoğan’ın daha önce de kutsal değerleri kullanarak yaptığı mitingleri getirdi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’daki bir açılışta mikrofonu verdiği 11 yaşındaki çocuğun, “Bay Kemal, Cumhurbaşkanı amcam karşısında kim? O adam hain” sözleri tepkilere neden olurken, yaşanan bu olay akıllara Erdoğan’ın önceki mitinglerini getirdi. Erdoğan’ın katıldığı mitinglerde tepki çekenlerden bazıları şöyle: 

BAHÇELİ’Yİ HEDEF ALDI

Özel değil, genel genel: Erdoğan, 2011’de kaset kumpası kurulan eski CHP lideri Deniz Baykal’a atfen bir mitinginde, “Kendi eşiyle değil. Buna nasıl kendi özeli dersin? Bu özel değil, genel. Bu genel bir ahlaksızlık” ifadelerini kullanmıştı.  

Bahçeli’ye ‘çocuğu yok’: 2014’te Sivas’ta düzenlediği  seçim mitinginde, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ailesi üzerinden hedef alarak,“Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez. Onun böyle bir derdi yok” demişti. 

Berkin’in annesini yuhalattı: 2014’te, Gaziantep’te düzenlediği mitingde, Gezi olayları sırasında yaralanan ve 269 gün yoğun bakımda verdiği yaşam mücadelesini 15 yaşındayken kaybeden Berkin Elvan’ı “terörist” ilan etti. Erdoğan, aynı mitingde, Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı da alandakilere yuhalattı.

Seçim mitinginde Kuran: 2015 seçimleri öncesinde miting düzenlediği Siirt ve Şanlıurfa’da, kürsüye elinde Kuran ile çıktı. Muhalefeti, Kuran’ı göstererek eleştiren Erdoğan, “Kuran ne diyorsa onu yaparsın” dedi.  

"KEYİF ÇAYI İÇ"

Şehidin tabutuna kolunu attı: 2018’de, Afrin’de yürütülen Zeytin Dalı Harekâtı’nda şehit düşen Piyade Teğmen Muhammed Kır’ın Erzurum’da düzenlenen cenaze töreninde, mikrofonu alarak konuşma yaptı. Erdoğan’ın, konuşması sırasında elini şehidin tabutuna atması dikkat çekti.

Şehidin annesine anahtar: 2018’de, terör örgütü PKK tarafından katledilen Eren Bülbül’ün annesi Ayşe Bülbül’e, miting sahnesinden ev anahtarı verdi. 

Bana abartı geldi: 2020’de Malatya’ya giden Erdoğan, kendisine “İşsiziz. Evimize ekmek götüremiyoruz” diyen esnafa, “Bu bana çok abartılı geldi. Keyif çayı bu. Bu çayı iç” ifadeleri ile çay verdi.

Şehit annesine miting telefonu: 2021’de, Pençe Kartal-2 Harekât bölgesindeki PKK tarafından şehit edilen Uzman Çavuş Mevlüt Kahveci’nin annesi Ayşe Güler’i, partisinin Rize il kongresinde arayarak konuştu ve konuşmayı katılımcılara dinletti. Güler, daha sonra yaptığı açıklamada, Erdoğan aradığında mezarlıkta olduğunu ve kongreden arandığını bilmediğini söyledi. 

Afetzedelere çay fırlattı: 2021’de, yangın felaketi yaşayan Marmaris’e giden Erdoğan, afetzedelere çay fırlattı. 

Camide “dil kopartma”: Erdoğan, Sezen Aksu’nun 2017’de yazdığı şarkı sözleri üzerine başlayan tartışmanın ardından camide yaptığı konuşmada, “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimiz” dedi.

"ESKİDEN DEFTER KİTAP BULAMAZDIK"

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, törende “Gençler, bizler bu çileyi çok çektik biliyor musunuz? Sadece kitap değil, defterleri bile alamazdık, bu çileleri çektik. Siz teksir notları nedir, bilir misiniz? Yeni nesil bu çileyi çekmemeli, onun için de kûşekâğıtla kitaplarımızı hazırladık, sıraların üzerine bunları koyduk” dedi. 

Sefa Uyar / Cumhuriyet

Alman Yeşiller Partisi liderinden 'şeriat' savunusu + Almanya'nın Sivas katliamcılarını koruması şaşırtıcı mı? (SOL)

 Alman Yeşiller Partisi liderinden 'şeriat' savunusu (SOL)

Alman Yeşiller Partisi lideri, şeriatın anayasaya uyan bölümlerinin benimsenebileceğini savundu.

Alman Yeşiller Partisi’nin yeni eş başkanı Omid Nouripour, Almanya’nın şeriatın bazı bölümlerini benimseyebileceğini savundu.

Parlamentoda söz alan Nouripour, “Şeriat tartışmasına genel olarak bakacak olursak, şeriat içerisinde birçok farklı hareket var. Burada bizim görevimiz, şeriatın anayasayla uyuşan bölümlerini içeri alabilmek” dedi.

Almanya'nın Sivas katliamcılarını koruması şaşırtıcı mı? (YURDAKUL ER /SOL- ANALİZ 02/07/2019)

Almanya'da Sol Parti milletvekili Helin Evrim Sommer, 2 Temmuz 2019'da yayımlanan basın bildirisinde Almanya'nın Sivas katliamcılarını koruduğunu ve mecliste soru önergelerine karşı her seferinde kayıtsız kalındığını belirtti. Bunun şaşırılacak bir durum olmadığını vurgulayan Yurdakul Er, Avrupa'da korunan ve yeşeren siyasal islamın neden emperyalist merkezlerden bağımsız…

Sivas katliamcılarının Almanya'da kabul görmesi ve korunması, yıllardır dillendirilen bir iddia ve gerçek payı büyük. Yani bırakın korunmayı, resmen ileri bir zamanda birtakım görevler için beslendiklerini bile ileri sürmek mümkün.

Almanya'da Sol Parti milletvekili ve partisinin kalkınma politikası sözcüsü Helin Evrim Sommer, Sivas katliamında Almanya'nın kirli bir rolü olduğuna dikkat çekti. Sol Parti'nin bu yılkinden çok önce 2006'da da verdiği iki soru önergesinde, Almanya'nın insanlığa karşı suç işleyenlerin barınma ve korunma yeri olamayacağına yanıt aranmıştı.

Türkiye doğumlu Sol Parti milletvekili Helin Evrim Sommer, 2 Temmuz 2019'da şu basın bildirisini yayımladı:

“Sivas katliamının kırmızı bültenle aranan bazı faillerinin Almanya'ya yerleșmesi ve bunlardan birinin Almanya vatandaşlığına kabulüyle ilgili haberler daha önce basına yansımıştı. Gerek Sol Parti milletvekillerinin konuyla ilgili soru önergelerine, gerekse Alevi kurumlarına bağlı hukukçuların ilgili girișimlerine Alman hükümetinin kayıtsız kalması Almanya'yı da bu insanlık suçuyla ilișkili konuma sokmuştur.
Sivas Madımak katliamı insanlık suçu kapsamındadır; bu suç zaman aşımı ve belli bir ülkenin hukukuyla sınırlandırılamaz. Almanya bu tür insanlık suçu işleyenlerin barındığı ve vatandaşlığa kabul edilerek cesaretlendirildiği yer değil; aksine faillerin hızla yargılanmalarının sağlandığı bir ülke olmak zorundadır.”

SOL PARTİ VE YEŞİLLER'DEN SORU ÖNERGELERİ: SONUÇSUZ

Sol Parti 2006'da iki kez ve bu yıl da bir soru önergesi vererek olayın takipçisi olmuştu. Ama asıl iyi bilgiler Yeşiller Partisi'nin eski milletvekili Memet Kılıç'ın öncülüğünde 2011'de verilen soru önergesiyle gelmişti. Hükümetin yanıtında, o dönemde Sivas katliamı nedeniyle yargılanıp mahkûm olan firarilerden 9’unun Almanya’da yaşadığı ortaya çıkmıştı. Memet Kılıç, Türkiye’nin şimdiye kadar 9 hükümlü için 10 kez iade dosyası gönderdiğini, ama bunlar eksik düzenlendiği için Almanya’nın Adem Ağabektaş, Mehmet Yılmaz, Murat Songür, Vahit Kaynar, Sedat Yıldırım, Muhammed Nuh Kılıç, Ömer Demir, Adem Bayrak, Eren Ceylan'ı iade etmediğini bildirmişti. Muhammed Nuh Kılıç'ın Alman vatandaşlığına geçmesi de daha sonra kısa bir süre için skandal haberler arasında yer almış ve unutulmuştu.

İlişkiler 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Zekeriya Öz gibi asker ve sivil bürokrasiden çok sayıda Gülen cemaati mensubunun Almanya'da iltica başvurusunda bulunmasıyla yeniden hatırlandı. Almanya, Madımak zanlıları gibi Fethullahçıların da sığınma taleplerini kabul etmişti. Berlin'in gerekçesi Türkiye'de bağımsız bir yargının bulunmaması ve Ankara'da otoriter bir yönetimin bulunmasıydı.

Ancak bu ilişkilerin sadece güncel tartışmalar, bağımsız yargı yokluğu, otoriterlik, tek adam yönetimi vs. gerekçeleri aşan bir yanı var. Bir tarihsel cinayete ortak olanlar, ki “Fetöcüler” de birçok cinayete ortaktılar, haklarında arama emri çıkınca muhtemelen akrabalarının, dostlarının desteğiyle Avrupa'nın en büyük ekonomisi içinde kaybolmayı ve hatta kimileri zenginleşmeyi seçtiler.

Fakat, söylenmesi gereken şey başka.

ANTİKOMÜNİST HİSTERİ VE İSLAMCILIK

Berlin, Sivas katillerine veya Fetö kumpasçılarına, yani bu İslamcı militanlara kapıları hiç kapamadı. Kapayamazdı, çünkü biraz da kendi gürbüz çocuklarıydı: İslamcılık, daha doğrusu “Türk-İslam sentezi” bir iktidar yürüyüşü olarak, kendi tarlasını önce Almanya'da bulmuştur. Türkiye'den 1961'den itibaren Almanya'ya gelen işçilerin ilk iki on yılda sola ve sosyalizme yönelik artan destekleri bir tehdit unsuru olarak görüldüğü için, Türk-İslam sentezine, ona karşı olarak da 90'lardan itibaren “Kürt-İslam-Liberal sentezine” kapılar açılmış olmalıdır.

“12 Eylül – Bir Alman Pastası” kitabında da var: İslamcılık tüm renkleriyle Almanya'nın Türkiye'ye bir armağanıdır. Sosyalizm tehdidine karşı bir çökertme silahı: 12 Eylül gibi üstü örtülüsü olsun, 3 Kasım 2002'deki gibi sandıktan çıkan açık İslamcılığı olsun...

Peki bu şeriatseverliği, bu gübreleme eylemini nasıl kamufle edersiniz? Türkiye'nin zulme uğramış liberallerini toplar, “Erdoğan despotizmine karşı direnen aslanlar” olarak medya üzerinden hem Türk hem de Avrupa kamuoyuna duyurursunuz. Bir propaganda bombardımanı örgütlersiniz. Böylelikle hem sosyalist iktidar tehdidini göğüslemiş olursunuz hem de İslamcılık ve milliyetçilikle olan muhabettinizi bir sis bombasıyla görünmez kılarsınız. Buna neden şaşıralım ki?

Türkiye'nin dış dünyadaki en büyük ve etkili irtibat merkezi eğer Almanya ise, bu nüfuzun gölgesinin her alana düşmemesi mümkün değildir. Futbol, pek farkında olunmayan “kültür endüstrisi”, uzman işgücünün ilk kaçma hesabı yaptığı teknolojik merkez... Bunlar varsa, Türkiye'de halka karşı suç işleyenlerin kaçacağı ve korunacağı yer de Almanya olur.

Neden olmasın?

İSLAMİZMİN BEŞİĞİ 'LİBERAL ALMANYA'

Türk İslamcılığı Almanya'da yerleşip serpildi ve Ankara'yı gasp etti. İslamcı rengi ağır basan Türk milliyetçiliği Almanya'da, üstelik sadece 1940'lar ve 1950'lerde İkinci Savaş'ta Hitler'in safında savaşan Kızıl Ordu hainlerinin değil, onlarla “iltisaklı olarak” Türkeş ve tetikçilerinin de rahatça dolaştığı bir yer oldu. 1960'larda, 1970'lerde ve hatta 1980'lerde. Örneğin Mehmet Ali Ağca'nın kaçak yıllarında, 1979-1980 gibi, bu ülkede elini kolunu sallayarak “saklandığı” ve hatta birilerinden “kanlı biçimde intikam aldığı” falan kitaplara girdi. Abdullah Çatlı ve çetesinin buralardan boşuna geçmediği biliniyor.

Türk derin devleti, ki bunun son yıllarda Türkiye kökenli bir kavram olarak (“deep state” / “tiefer Staat”) Almanca ve Amerikanca kitapların başlıklarına çıktığını görüyoruz, bu coğrafyada bu kadar serpilmiş ve destek görmüşse, bu coğrafyanın egemenleri Türk ve Kürt gericilerini, tüm renkleriyle (şeriatçı, Türkçü, liberal, Kürtçü) bir biçimde korumaya almak zorundadır. Ama sosyalist bir ortak cumhuriyet projesi için mücadele eden Türk ve Kürt sosyalistlerine bütün kapıların kapanacağı açıktır. Hepsini birbirine kırdırmak ve bölgeyi “parça pinçik etmeyi” kolaylaştırmak için.

Çünkü Türkiye bir anomalidir ve artık dikiş tutmayacağı anlaşılmış bulunuyor. Sosyalizm dışında bir düşman bulunmuyor.

Avrupa'dan demokrasi falan bekleyen, aklını temelsiz bir demokratizm, etnisite, dincilik, kültürcülük, cinsiyetçilik, kimlikçilikle bozmuş, sosyalizmden başka her şeye hazır uşak militanların, kaçacak bir yeri olması gerekir. Var öyle bir yerleri. Antikomünizmin teorisini ve pratiğini yapmış, bunlarla kütüphaneler, zindanlar, kanlı meddanlar ve yargısız infazların yapıldığı sokak araları doldurulmuş bir emperyalist merkezden, neden farklı bir tutum beklenir ki?

(YURDAKUL ER /SOL-02/07/2019)

KISA KISA GÜNDEM (31 OCAK 2022)

 


1) Nasıl olsa garanti geçişlerden fazlasıyla geri alacak. Kar yağışıyla kısmen kapanan Kuzey Marmara Otoyolu'nun işletmecisine 6,8 milyon lira ceza(Yeniçağ)

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, 24 Ocak'taki kar yağışıyla Kuzey Marmara Otoyolu'nun bazı kısımlarının trafiğe kapalı kalması nedeniyle işletmeci firmaya 6,8 milyon lira ceza kesti.
(
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kar-yagisiyla-kismen-kapanan-kuzey-marmara-otoyolunun-isletmecisine-68-milyon-lira-ceza-muteahhit-cezayi-duyunca-kahkahayi-basmis-olmali-504855h.htm)



2) Ünlü komedyen Ata Demirer Bafetimbi Gomis transferini fena tiye aldı! Binlerce beğeni yağıyor (Yeniçağ)


Galatasaraylı ünlü komedyen Ata Demirer, Sarı Kırmızılı ekibin eski golcüsü Bafetimbi Gomis ile anlaşmasını tiye aldı. Morgan Freeman fotoğrafı paylaşan komedyen, "Transferde gaza bastık" dedi.











3) The Guardian Türkiye'deki sahte pasaport şebekesine ulaştı: Müşterileri IŞİD (duvaR)

The Guardian, IŞİD üyelerinin sahte pasaportlarla Avrupa ve ABD'ye gittiğini yazdı. Gazeteye göre, pasaportların birçoğu Türkiye'deki şebekelerce hazırlanıyor. Bir ABD'li yetkili de iddiayı doğruladı.
The Guardian gazetesi, IŞİD'in eski üyelerinin sahte pasaportlarla İngiltere, Kanada, ABD ve AB ülkelerine gittiğini yazdı. Haberde, İstanbul Havalimanı'nın bu geçişler için sıklıkla kullanıldığı öne sürülürken, Türkiye'de sahte pasaport dağıtan biri Özbek biri Rus iki kişiyle de görüşmelere yer verildi. Özbek satıcı, 'gerekli olduğu durumlarda', bir kişinin 'tamamen kayıplara karışabilmesi' için 500 dolar karşılığında Türkiye'den resmi ölüm belgesi alabildiğini de iddia etti. (https://www.gazeteduvar.com.tr/the-guardian-turkiyedeki-sahte-pasaport-sebekesine-ulasti-musterileri-isid-haber-1551352)

4)Yoksulluk sınırı 14 bin TL'ye dayandı, açlık sınırı asgari ücreti yakaladı!(BİRGÜN)

Türk-İş, Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması"nın Ocak 2022 sonuçlarını açıkladı. Buna göre; 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 4 bin 250, yoksulluk sınırı 13 bin 844 lira oldu. Bekâr bir çalışanın "yaşama maliyeti" 5 bin lirayı aştı.
Araştırmaya göre, bu ay 4 kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarını ifade eden "açlık sınırı" 4 bin 250 lira oldu. Gıda ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen "yoksulluk sınırı" 13 bin 844 lira hesaplandı. Bekâr bir çalışanın "yaşama maliyeti" ise aylık 5 bin 587 lira oldu. (4 KİŞİLİK BİR AİLENİN ASGARİ HARCAMA TUTARI YÜZDE 59,67 ARTTI) Ankara'da yaşayan 4 kişilik ailenin gıda için yapması gereken asgari harcama tutarı, bir önceki aya göre yüzde 3,71 artarken, son 12 ay itibarıyla artış oranı yüzde 59,67 olarak hesaplandı.

5) Bir öğretmen daha yaşamına son verdi (BİRGÜN)

Urfa’nın Birecik ilçesinde yaşayan atanmayan rehber öğretmeni Mustafa Kaya yaşamına son verdi. Bıraktığı notta “Hayata veda ediyorum” diyen Kaya ne yazık ki intihar eden ilk öğretmen değil. 
Mustafa Kaya intihar eden ve hayatını kaybeden ilk öğretmen değil. İntihar eden öğretmenlerin sayısı 50’ye yaklaştı. Daha önce de birçok öğretmen intihar etmiş, bazıları da iş cinayetlerinde hayatını kaybetmişti. O öğretmenlerden bazıları şöyle: Alim Koç: 33 yaşındaki Koç, 4 yıldır ataması yapılmadığı için intihar etti. Merve Çavdar: 2014 yılında mezun olan Çavdar yaşamına son verdi. İsa Erdoğan: Genç Sosyal Bilgiler Öğretmeni İsa Erdoğan ataması yapılmadığı için sosyal medyada sevdiklerine bir mesaj bırakarak yaşamına son verdi. Ömer Sarıoğlu: Ailesiyle birlikte yaşadığı evde yalnız başınayken kendini öldürdü. Şengül Özkan: 2007 Şubat atamalarında atamasının olmadığını öğrendiğinde, bunalıma girerek intihar etti. Ali Kürklü: Osmaniye’de 2010 yılında girdiği KPSS sonucunda atanabilecek puanı alan Ali Kürklü sınavın iptal edilmesi ve ikinci sınavda atanabilecek puanı alamaması nedeniyle bunalıma girdi ve intihar etti. Handan Ülker: Sözleşmeli öğretmen olarak çalışan Handan Ülker görev yaptığı okulda intihar etti. Şahin Demir: Ataması yapılmaması sonucunda girdiği bunalımın ardından okul lojmanında intihar etti. Hasan Songur: Manisa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki bir plastik enjeksiyon fabrikasında çalışmaya başladı. 25. mesai gününde vücudunun üst kısmı, makine içindeki preste sıkışarak iş cinayeti sonucu hayatını kaybetti. Ümit Eker:   Manisa’nın Soma ilçesindeki, Soma Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde 2 yıldır makine teknolojileri dersi için vekil öğretmenlik yapan Ümit Eker intihar etti. Halil Mustafa Bozkurt: Çorum’da, İngilizce öğretmeni Halil Mustafa Bozkurt, yalnız yaşadığı bağ evinde kendisini tavana iple asarak yaşamına son verdi.

6) Cengiz bir ihaleyi daha kaçırmadı (İsmail Arı-Birgün)

Ülkenin en borçlu belediyesi olan AKP'li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin ihalesini 5’li çeteden Cengiz Holding’in ortağı olduğu Meram Elektrik Şirketi aldı. AKP'li belediyenin kasasından şirkete tam 57,4 milyon TL ödenecek. Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre, AKP’li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Kocaeli Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSU) Genel Müdürlüğü, 16 Aralık 2021 tarihinde “Elektrik Enerjisi” adı altında bir ihale düzenledi. İhaleye sadece Meram Elektrik Enerjisi Toptan Satış Anonim Şirketi’nin katıldığı ve şirketin tam 57 milyon 418 bin TL teklif vererek ihaleyi aldığı açıklandı. Meram Elektrik Enerjisi Şirketi, AKP’li Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nden ihale aldı. Kayseri Büyükşehir Belediyesi, 29 Kasım 2021 tarihinde 2022 yılının ihtiyacı olan elektrik enerjisi alımı için ihale düzenledi. Bu ihaleyi de yine 7 milyon 303 bin TL teklif veren Meram Elektrik Enerjisi Şirketi’nin aldığı açıklandı. Şirket, Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü’nün Adana Havalimanı için düzenlediği elektrik enerjisi ihalesini kaptı. Şirket, DHMİ’nin düzenlediği ihaleyi tam 7 milyon 603 bin TL’ye aldı. Adana Havalimanı’nın elektriğini yıl sonuna kadar Meram Elektrik Enerjisi Şirketi verecek. (10 YILDA TAM 242 İHALE) Kamudan en fazla elektrik enerjisi ihalesi alan şirketler listesinin ilk sıralarında yer alan Meram Elektrik Enerjisi Şirketi de Cengiz Holding’le bağlantılı. Meram Elektrik, 2011 tarihinde Alarko Holding ve Cengiz Holding ortaklığından kuruldu. Şirket, 2012 ile 2021 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemde de kamudan tam 1 milyar 94 milyon 833 bin TL değerinde 242 ayrı ihale aldı. Tüm “mega projeleri” tek başına ya da konsorsiyum içinde yer alarak üstlenen Cengiz’in yaptığı işlerden bazıları şöyle: İstanbul 3’üncü Havalimanı, Hasankeyf Ilısu Barajı, Kuzey Marmara Otoyolu, Yusufeli Barajı ve HES ve Akkuyu Nükleer Santral Limanı.

7) Erdoğan onaylamamıştı: CHP'li belediyelerden ‘Metroma engel olma’ afişleri asıldı (BİRGÜN) 

İstanbul'da Sefaköy-Beylikdüzü metro projesinin Cumhurbaşkanlığı yatırım programına alınmamasına, hattın geçeceği ilçelerdeki belediyeler “Metroma engel olma” afişleri asarak tepki gösterdi. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bütün metrobüs duraklarına, üst geçitlerine yazdıracağım. ‘Ey halkımız sizin metroyla buluşmanızı engelliyorlar’ diye. Ben bunu bugüne kadar yapmadım, şimdi afişe edeceğim” demişti.

8) TBB, 'Basım ve Yayım Faaliyetleri' genelgesinin iptali için dava açtı (duvaR)

Türkiye Barolar Birliği (TBB), “Basın ve Yayım Faaliyetleri” konulu Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’nin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’da dava açtı. 

'TEMEL HAKKIN ÖZÜNE DOKUNACAK' Söz konusu genelgenin kişi temel hak ve özgürlüklerinde ihlale yol açacağını savunulan dava dilekçesinde, genelgenin sakıncalarını şöyle açıkladı: "İfade ve basın özgürlüğünün karşısındaki kavram olan ‘sansür’ün ötesinde ‘otosansür’ etkisi yaratılacak. Hukuki belirliliği bulunmayan, öznel ve yoruma açık ifadeler ile anayasal temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması sonucunu doğuracak dava konusu Genelge ile verilen talimat, ilgili mevzuatı uygulayan ve zaman zaman anayasal temel hak ve özgürlüklere yasa gereği dokunan tüm kamu kurum ve kuruluşlarının takdir yetkisini baltalayacak. Talimat verilen kamu kurum ve kuruluşların bu zamana kadar olan yasa maddelerini yorumlama faaliyetlerini, Anayasa’nın ‘ölçülülük’ ilkesine aykırı şekilde dönüştürecek; ilgili kanunlarda mevcut sınırlamaları aşmaları sonucunu doğurarak temel hakkın özüne dokunacak ve bütünüyle anayasal hükümlere aykırılık oluşacaktır."



Öne Çıkan Yayın

Özgür Özel 'Mücahit Birinci' dosyasını açıkladı: Belge paylaştı + Hakkındaki iddiaların ardından AKP'li Mücahit Birinci'den ilk açıklama +AKP'li Mücahit Birinci hakkında soruşturma başlatıldı -BİRGÜN-

 Özgür Özel 'Mücahit Birinci' dosyasını açıkladı: Belge paylaştı CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "AK Parti kuruluş yıl dönümü hed...