Her şerde bir hayır vardır - ENGİN SOLAKOĞLU / SOL

 Şimdi TKP ve diğer sosyalist partiler, meslek odaları 'hemen kamulaştırma' dediklerinde bir zamanlar özelleştirme diye yeri göğü inleten medyadan da, holding destekli akademyadan da, 'tıs' çıkmıyor.


Yazının başlığını seçtikten sonra durup bir baktım. Adeta “Şeyh ül Muharririn” Burhan Felek’in kaleme aldığı bir gazete makalesinin başlığı gibi olmuş. Aslında Bakara suresinin bir ayetinden halk ağzına uyarlanmış bir ifade. Bakmayın siz gericilerin kabaklı, patlıcanlı başka isimler ortaya attıklarına, ben çocukken bu unvanın sahibi Burhan Felek’ti. Unvanı “yazarların şeyhi” diye çevirebiliriz. Şaka değil 19. Yüzyılda doğmuş bir bireyden söz ediyoruz. Neredeyse bir asır yaşamış ve bunun büyük bir bölümünde yazmış Burhan Felek. Öyle ki, 1967 yılında doğan ben bile evine iki gazete giren meraklı ve okuma sevdalısı bir çocuk olarak onun Milliyet gazetesindeki “fıkralarına” yetişmişim. 

Yaşına ve kuşağına uygun, ağır bir dili vardı Burhan Felek’in. 13-14 yaşında çoğu zaman sözlük eşliğinde okurdum köşesini. O zaman bile düşünsel anlamda çok uzağımda kalmasına rağmen en azından sözcük dağarcığımın gelişmesine -Atilla İlhan kadar olmasa da- kayda değer katkıda bulunmuştur Burhan Felek. Saygıyla anmış oldum bu vesileyle.

Ne diyorduk? 

Her şerde bir hayır hatta birden fazla hayır olabilir. Şer kötülük demek basitçe anlatırsak. Kötülüğün de faydaları olabilir gibi anlayabiliriz bu sözü. Şer deyince hepimizin aklına farklı şeyler gelebilir ama en azından beni okuyanlarla birkaç olgu üzerinde anlaşabiliriz. 

Bunlardan ilk akla gelen Akepe. Ahmet, Mehmet, İlyas, Dursun, Temel filan değil Akepe. Geçenlerde izlediğim bir sokak röportajında denk geldim. Bu memleketin başına gelmiş en kötü şey dedi bir kadıncağız. Yazının başında kullandığımız nitelemeden yola çıkarsak  bir tür “şeyh ül eşrar” olarak tanımlamış oldu Akepe’yi. Kötüler ya da kötülükler hiyerarşisindeki yeri tartışılabilir elbette ama benim üzerinde duracağım daha çok memlekete sağladığını düşündüğüm yararlar.

Akepe iktidara geldiğinde “özelleştirme” bir ilerleme olarak sunuluyordu. Özal döneminde çıkartılan yangın kamunun bacasını sarmış, halka ait ne varsa “babalar gibi” satılıyordu. Kamu verimsizdi, kaynak israfıydı, “Devlet …. üretir mi kardeşim?” böğürtüleri arşa çıkmıştı. Memleket özelleştirmeyle, özel sektörün kâr odaklı yaklaşımıyla kalkınacaktı. Akepe döneminde özelleştirme şimdi muhalif taklidi yapan genç süvarinin komutasında hızlandı, genişledi, derinleşti. O dönem özelleştirmeye karşı çıkanlar her türlü hakarete ve aşağılanmaya maruz bırakıldılar. “Çağın gerisinde kalmak”la suçlandılar. Akepe bu rüzgârla Cumhuriyet döneminde Türkiye emekçilerinin alın teriyle ve hırsız burjuvaziye rağmen kurulmuş ne varsa sattı savdı. Satacak bir şey kalmayınca taşı toprağı, ormanı, gölgesini satamadığı ağacı kesip kerestesini pazarlamaya da devam etti. Geldik bugüne...

Şimdi karşımızda bir harita duruyor. Anadolu Beylikleri dönemi haritası gibi. Moğollar gelmişler, Selçuklu’yu dağıtmışlar. Haritanın 21 köşesinde farklı bir renk, farklı bir derebeyliği. Duşakabinoğlulları filan değil, enerji dağıtım beylikleri bunlar. Özel ve “güzel” sektör. Evlerimize dört haneli haraç faturalarını gönderenler bunlar. Isparta’yı 60 saat karanlık ve soğuğa mahkum edenler, Yalvaç’ta 70 yaşında bir yurttaşı, Şırnak’da dört yaşında hasta bir çocuğu, Ali’yi öldürenler de başkası değil.  

Bir başka haritada yollar, köprüler işaretli. Geçsen de geçmesen de ödüyorsun parayı. Deli Dumrul kuralları. Şimdi TKP ve diğer sosyalist partiler, meslek odaları “hemen kamulaştırma” dediklerinde bir zamanlar özelleştirme diye yeri göğü inleten medyadan da, holding destekli akademyadan da, “tıs” çıkmıyor. Burjuvazinin alternatif oyuncusu CHP bile “bedeli ödenmek suretiyle” gibisinden kıvırtarak da olsa kamulaştırmadan söz ediyor. 

Sonuç? 

Özelleştirme hırsızlıktır. Halkın emeğinin üç-beş patrona üleştirilmesidir. Yoksullaştırmadır. Hep eleştirecek kadar insafsız olmayalım. Bu gerçekleri açıkça ortaya koyma konusundaki etkin katkısı için Akepe’ye teşekkür borçluyuz.

Geçen hafta Hendek işçi katliamının duruşması vardı. Yapılan yayınlar sırasında katliamda ağabeyini yitiren genç bir kadının, Merve Nur Yılmaz’ın sözlerine denk geldim. 20’li yaşların başında olduğunu tahmin ettiğim Merve Nur kardeşim şu cümleyi kurdu: “Bu salonda canına maddi değer biçilen şey tüm işçi sınıfıdır.” 
 
Ben büyürken, 12 Eylül ortamında “sınıf” içinde öğrencilerin oturduğu bir odaydı. Başka türlü bir sınıftan söz etmek günah, ayıp ve suçun kümülatif toplamı gibi bir şeydi. Geçtiğimiz yirmi yılda burjuvazi ve onun siyasi uzantısı, emek sömürüsünü ve emekçi cinayetlerini öyle bir seviyeye taşıdı ki yakın zamana dek sadece kitaplarda rastladığımız “sınıf” sözcüğünü  gencecik bir kadının ağzından duyabildik. 

Komünistler sorunların sınıfsallığına değindiklerinde “Ayol, bu da mı sınıfsal?” diye dalga geçmeye yeltenen sersemlerden hiçbiri Merve Nur’un sınıf vurgusuna, işçi sınıfından söz etmesine “ironik” bir  yanıt vermeye cesaret edemedi. İşte bunu da Akepe’nin cisimleştirdiği ve en kör beyinler için bile görünür hale getirdiği kâr hırsına borçluyuz. Hiç mi takdir etmeyelim? Biz konuştuk, liberaller burun büktü. Akepe yaptı. Teşekkür gerekir.

Ülke benzerine az rastlanır bir yoksullaştırma çemberine sokuldu. Emekçiler bilinçli bir tercihin sonucu olarak örgütsüzleştirildi. Meydan saman sarısı sendikalara kaldı. Grevler engellendi, kırıldı, yasaklandı. Emekçinin hakkını araması, üretimden gelen gücünü kullanması suçmuş gibi gösterildi. Akepe iktidarına kadar tarafsızmış gibi yapan kolluk gücü her işçi direnişinin karşısına yerleştirildi. İşyerlerine Tomalar gönderildi. Sermaye devleti gerçek yüzünü göstermiş oldu. Yalanlarla uyutulan emekçi sınıfı bir kâbustan uyandı ve kâbusu yaratanların karabasanı haline gelmezse hayatta kalamayacağını, insan gibi yaşayamayacağını anladı. Tekstil işçisi ve kurye sokaklara çıktı. Kimileri hakkının hiç değilse bir bölümünü aldı, bir kısmı ise mücadeleye hâlâ devam ediyor. Bu tablo için kime teşekkür etmeliyiz? Elbette öncelikle yazgısını kendisinin çizeceğini anlayan emekçilere ama hemen sonra da sermaye zehrinin etrafını pembe şekerle kaplamaktan dahi vazgeçen Akepe’ye. Akepe’nin doymak bilmeyen iştahı ve cüreti olmasa bu uyanış yaşanamazdı. Şükran borçluyuz.

Akepe, Türkiye Cumhuriyeti’yle hesaplaşmak için iktidara gelmişti. Bunu ben değil Kocaeli Belediye Başkanı söyledi. Milli Mücadele döneminde düşman uçaklarından atılan Kurtuluş Savaşı karşıtı fetvaları imzalayan ve İngiliz Muhipler Cemiyeti’nde boy gösteren gericilerden aldığı emanetle hareket eden kadronun 20 yıllık iktidarının her gününde bu iradenin yeni bir örneğine tanık olduk. Cumhuriyet kurulurken acımasızca katledilen Mustafa Suphi’nin, Maria’nın ve yoldaşlarının acısını akıllarına ve yüreklerine nakşeden Sosyalistler “Biz Kemalist değiliz ama Kemalizm’in gerisine düşemeyiz” deyip gericilikle mücadelenin en ön safına geçtiler. Cumhuriyeti kuran partinin bugünkü sahipleri ise Kurucu ve değerleri her türlü hakarete uğrarken başlarını çevirip başka yönlere baktılar. Vaşinton, Londra, Berlin fonlu liberallerin “komodin, gardrop, zigon” gibi nitelemelerle hakir görmeye kalkıştıkları ilerleme ve aydınlanma fikrine Türkiye halkının ezici çoğunluğu  sahip çıktı. Benim çocukluğumda sıkıcı bir görev gibi yerine getirilen ulusal bayramlar ve 10 Kasım anmaları, Türkiye’nin “Atatürk’ü de eserini de gericiliğe yedirtmeyiz!” çığlığına dönüştü. Kimin sayesinde? Cevabı belli değil mi? Teşekkürler Akepe!

Akepe’nin son olarak anlatacağım katkısı da çok önemli. İcraat gibi icraat. Bundan iyisi Şam’da Cuma namazı.

12 Eylül’den sonra hızlanan dinselleşme ve gericileştirmenin hangi seviyelere geleceğini Yalçın Küçük, Uğur Mumcu, Aziz Nesin gibi birçok aydın yazıp çizdiler. Ferhan Şensoy yazmakla kalmadı, belki kıt akıllılar gördüklerini daha kolay anlarlar diye sahnede yüzlerce kez canlandırdı da. Bilimin yolundan ayrılmayan, “post-modernite” girdabına kapılmayan, “Mardingil” çamura bulanmayan Sosyalistler, Komünistler durmaksızın uyardılar. Her seferinde “Laiklik biraz şey ama sekülerlik öyle mi ya! Bakınız ABD’nde…” palavrasına maruz bırakıldılar.  Kurgusal bir mağduriyet çarşafına giren siyasal İslamcılık ise yelkenlerini AB rüzgarıyla da şişirerek vites yükseltti.

Hamdolsun Akepe iktidara yerleşti ve dini, dinselleşmeyi imara aykırı kat çıkmaktan, kadın cinayetine, faiz oranından çocuk tacizine kadar o kadar geniş bir alanda kullanıma soktu ki, kimi araştırmalara göre ülkede ateist ve deistlerin oranı tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı. Bu yirmi yıl boyunca okullarda Demokritos, Larî Mehmet Efendi, Meslier Engels ve Abdullah Cevdet’in yapıtlarını haftada 10 saat zorunlu ders kitabı olarak okutsak böyle bir sıçramaya imza atamazdık. Bunun için de kime teşekkür etmemiz gerektiği açık.

Akepe mutlaka bir gün iktidardan gidecek. Büyük insanlığa yakışan, sömürüsüz bir düzen kurulacak. Biz de Akepe’yi yukarıda saydığım sebeplerle hayırla yad edeceğiz.

ENGİN SOLAKOĞLU / SOL

CHP ne yapacak? - Turgay Develi / SOL

CHP sözcüleri özelleştirmelerin büyük bir soygun mekanizmasının sadece bir aparatı olduğunu gösterip buna karşı halkçı, kamucu bir politik aksı mı savunacaklar yoksa...

CHP Grup Başkanvekilleri Engin Altay, Engin Özkoç ve Özgür Özel'in ortak imzasıyla TBMM'ne TELEKOM üzerinden yapılan talanın ve sorumlularının ortaya çıkarılması amacıyla verilen Meclis Araştırması istemi vesilesiyle geriye dönük olarak geçilen önemli kavşaklarda yaşanılanları hatırlatmak amacındaydım.

Bu konuda hazırlanan yasanın (24.11.1994) ilk halini, ardından Anayasa Mahkemesi'ne yapılan itirazları ve dayanakları ile yapılan özelleştirmelerin iptaline ilişkin mahkemenin gerekçelerini okuyup araştırdım. İlk özelleştirme dalgasının Kamu İşletmeciliği Geliştirme Vakfı (KİGEM) tarafından toplamda açılan 105 dava ile yavaşlatıldığını, ancak 1999 yılında Anayasa'da yapılan değişikliklerle 'aykırılık' nedeniyle verilen iptallerin önüne geçilişine tanıklık ettim.

O dönemde Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Prof. Dr. Korkut Boratav, CHP eski Genel Başkanlarından eski Harbiş Genel Başkanı İzzet Çetin ve bir de eski CHP Genel Başkan Yardımcılarından Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile birçok meslek örgütü ve sendikalar, çok değerli siyasetçi ve bilim insanlarından KİGEM çatısı altında bir savunma hattı kurarak özelleştirmelere karşı iki temelli direnç merkezi oluşturmuş ve buradan ciddi engellemeler yaratmıştı.

KİGEM'in itirazlarının yasal dayanağı Anayasa'ya aykırılıktı. 4046 sayılı özelleştirme yasasının Anayasa'da dayanağının bulunmaması ve yapılan itirazlarda yararlılık şartının aranmaması ilk özelleştirme dalgasını kırmıştı.

Zaten yasanın düzeltmelerinin yapıldığı 2001 yılında muhalefette olan Fazilet ve Doğru Yol Partileri ile yine yasanın düzeltme ve yürürlük tarihi üzerine düzenlemelerin yapıldığı 2005 tarihli meclis çalışmalarının yer aldığı TBMM tutanaklarını incelediğimde gördüğüm, özelleştirme histerisinin hem iktidarı hem de muhalefeti sardığı, itirazların özelleştirmeye değil, nasıl yapılacağına ilişkin odaklandıklarıydı.

Bu konuda genelde Fazilet/AKP bloğu, özelde Bülent Arınç ilginç bir örnek. Pozisyonlanmaları tam 180 derecelik bir açıyla tarif edilmeli. O dönemde bu konuda TBMM'de görev yapan Osman Coşkunoğlu, Tacidar Seyhan, İzzet Çetin ve Bülent Baratalı sorunun biçimine, şekline değil özelleştirmenin politik olarak karşısında konumlanan karşı çıkışlar yapıyorlar. 2001 DSP'si ise Kemal Derviş'in adeta tutsağı rolünde.

CHP sözcüleri, Meclis Araştırması üzerinden büyük yıkım politikasının bir parçası olan TELEKOM meselesinde kazıyı ne kadar derine indirirler ve bunun uluslararası düzenin parçası olduğu gerçeğini halkla paylaşırlar mı bilmiyorum. Meclis Araştırması istemi gerekçesinde sadece sonuçlar ve sorumluların tespitinden bahsetmişler. Belki konuyu TBMM'de derinleştirebilirler.

Eğer öyleyse, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'in yeni görevi bunun için harika bir fırsat sunuyor. Bu görevlendirme, son 40 yıldan bu yana sürdürülen soygun ve sömürü mekanizmasının zincirini oluşturan halkaların meselenin sadece ülkemize özgü bir ekonomik karar ve bu süreçte yaşanan bir soygun olmadığını bir kez daha açığa çıkarıyor.

Bu bir başka gerçeği bir kez daha açığa çıkaracak; yaşanılan ekonomik yıkımı ve bunun yarattığı yoksulluğun nedeni tek başına Erdoğan değil. Sadece onu eleştirmek ve bunun gerekçesini de Merkez Bankası, BDDK, Tütün, Şeker gibi üst kurulların bağımsızlığının ortadan kaldırılmasına bağlamak gerçeğin üzerini örtmekten başka bir şey değil.

Yok, elbette Erdoğan'ın izlediği politikaları savunmuyorum. Onun ve uyguladığı politikaların iktidara geldiği günden bu yana açtığı yaraları her zemin ve fırsatta anlatan ve yazan birisi olarak bütün bu mekanizmanın sadece Erdoğan'ın başının altından çıkmadığını, aksine, düzenin uluslararası bir sistem ve Erdoğan'ın sadece bunu çalıştıran aparatın ülkemizin başındaki kişi olduğunu anlatmak istiyorum.

İşte o sistemin ana taşlarından birisi olan NATO'nun başındaki Genel Sekreter Jens Stoltenberg, 1,4 trilyon dolarlık piyasa değeriyle dünyanın en büyük varlık fonunu da yöneten Norveç'in Merkez Bankası Başkanı olarak atandı.

Daha önce ülkesinde bir süre Maliye Bakanlığı, 2000-2001 ve 2005-2013 yılları arası ise Başbakan olarak görev yapmıştı.

Stoltenberg'in ilginç bir kariyeri var! 1996 yılında kendisini Maliye Bakanı olarak atayan Jagland ve tüm hükûmet üyeleri istifa ettiğinde o istifa etmeyerek, 17 Ekim 1997 yılına kadar bu pozisyonda görev yapmakla kalmamış, daha sonra da parti lideri olmadığı halde (Genel Başkan Yardımcısı) 3 Mart 2000 tarihinde Norveç başbakanı olarak tayin edilmişti.

Elbette ne NATO uluslararası düzenin tek aracı, ne de Stoltenberg tek memuru.

Zincirin halkasına bir başka örnek; 2006/2011 yılları arasında İtalya Merkez Bankası Başkanlığı, 2011 ile 2019 yılları arasında Avrupa Merkez Başkanlığı yapan Mario Draghi. 2021 yılından bu yana da İtalya Başbakanlığı yapıyor.

Aslında bu dönem Cumhurbaşkanı yapılması tasarlanmıştı ama bir anlaşmazlık çıkınca mevcut Cumhurbaşkanı'nın iş başında kalmasında anlaşıldı ve Teknokrat Başbakanlık görevini sürdürüyor.

Bir başka önemli araç ise IMF. Önemli örneklerden birisi de Dominige Strauss-Kahn'ın yerine IMF başkanlığına atanan Cristine Lagarde.

ABD Hazine Bakanı Timthy Geithner, Lagarde'ın "olağanüstü yeteneği ve geniş deneyiminin, küresel ekonomi için kritik bir zamanda bu vazgeçilmez kurum için paha biçilmez bir liderlik sağlayacağını" söyleyerek atanmasında ABD'nin destek verdiğini açıklamıştı.

Lagarde 2 Temmuz 2019'da Mario Draghi'nin yerini almak üzere ECB'nin (Avrupa Merkez Bankası) bir sonraki başkanı olarak görevlendirildi.

Geçerken hemen hatırlatmalıyım ki, Lagerde'ın selefi Strauss-Kahn'ın başı görev süresince açılan taciz davalarıyla ağrısa ve istifasını da bu nedenle verse de daha sonra mahkemelerde aklandığı biliniyor. Kahn'ın görevi sırasında IMF'nin dünyanın rezerv para birimi olarak doların olası ikamesi için (Ocak 2011 tarihli) küresel finansal sistemi istikrara kavuşturmak için özel çekme haklarına (SDR) daha güçlü bir rol verilmesine dönük bir rapor yayınlanması ile istifaya zorlanması arasında bir bağ olup olmadığı bilinmiyor.

Rapora göre, SDR'lerin genişletilmiş rolü, uluslararası para sistemini istikrara kavuşturmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, çoğu ülke için (para birimi olarak ABD dolarını kullananlar hariç), petrol ve altın gibi belirli varlıkların fiyatlarını dolardan SDR'lere çevirmenin çeşitli avantajları olacaktır. Bazı yorumcular için bu, "doların egemenliğine meydan okuyacak yeni bir dünya para birimi" çağrısı anlamına geliyordu.

Uluslararası düzenin, araçları olan kurumları yönetmek için seçtiği memurlardan en ilginçlerinden birisi de hiç kuşkusuz Mark Carney. 

Carney (2008-2015) Kanada Bankası Başkanlığı ve aynı zamanda 4 Kasım 2011'de de Basel'deki Finansal İstikrar Kurulu başkanlığına da getirildi. 26 Kasım 2012 tarihinde de İngiliz Maliye Bakanı George Osborne, Carney'nin İngiltere Merkez Bankası Başkanı olarak atandığını duyurdu. Carney, İngiltere Merkez Bankası’nın 1694'te kurulmasından bu yana bu göreve atanan ilk İngiliz olmayan kişiydi.

Carney, Mart 2020'de İngiltere Merkez Bankası başkanlığı görevinden ayrılmaya hazırlanırken Birleşmiş Milletler iklim eylemi ve finans özel elçisi olarak atandı.

Elbette IMF ve Dünya Bankası gibi dünyayı tek elden tek ekonomi politiğin pençesinde tutarak milyarlarca insanı yoksullaştıran düzenin araçları kadar tanınmasa da, 2009'da Mali İstikrar Kurulu, sonradan değiştirilen adıyla Finansal İstikrar Kurulu da bu sömürünün düzenleyici ve denetleyici kurumlarından en önemlilerinden bir tanesi.

Görevi, sistemi korumak ve piyasaların işleyişini düzenlemek. Bu politikaların ulusal yargı ve ulusal resmi kurumlar tarafından uygulanmasını zorunlu kılan mekanizmayı kurmak ve denetlemek. Zaten IMF, Dünya Bankası başkanlıkları ve Avrupa Merkez Bankası Başkanlığı ile dünyanın en büyük Merkez Bankası FED ile yine dünyanın en büyük varlık fonu ile ihtiyaç duyulduğunda birkaç ülkenin merkez bankası başkanlıklarına aynı kişilerin getirilmesi bunun çarpıcı bir örneği.

Her demde bağımsızlığından söz edilen Merkez Bankası ve düzenleyici bir kurum olarak gösterilen BDDK ise aslında ipi bu isimlerin kontrol ettiği uluslararası finans kapitalin elinde olan, teşbihte hata olmazsa, bekçi köpekleri.

Başa dönerek bitirelim; CHP sözcüleri özelleştirmelerin büyük bir soygun mekanizmasının sadece bir aparatı olduğunu gösterip buna karşı halkçı, kamucu bir politik aksı mı savunacaklar yoksa sadece kimin ne kadar çaldığı ve kiminle yediği ile mi ilgilenecekler? 

Turgay Develi / SOL

Jean-François Millet | Tane Toplayanlar - LEVENT ÖZÜBEK / SOL

Tablo çarpıcı görüntüsüyle o devirde Fransa'daki emekçilerin korkunç yoksulluğunu bir tarih kanıtı olarak ortaya çıkarıyordu.


İnsanın kendi yararı için çeşitli bitkileri ehlileştirmesiyle narinleşen, yetiştirilmesi ve üretiminin artırılması artık daha fazla bakım ve ilgi gerektiren bitki türlerinden en önemlisi hiç kuşkusuz tahıllardır. Tahıl, ondan ekmek yapmaya başlandığından beri yaşam için en önemli, vazgeçilmez bitki türü olmuştur. O zamandan beri ekmek elde etme gailesi, üzerinde yaşadığımız dünyanın her yerinde  gündemin başında yer tutmuş, insanlık için temel bir sorun ve mücadele konusu durumuna gelmiştir. İnsanın sömürüldüğü uzun çağlar boyunca mücadelelerin değişmez konularından biri ekmekti ve nihayet Fransız Devrimi gelip çattığında yoksul halk kitlelerinin dillerinde, sloganlarında, pankartlarında hep o vardı, devrimin muharrik gücüydü. Ne var ki, ekmek sorunu Fransız devrimiyle de çözülemedi. Zamanla sanayi devrimi bile başarılmış olduğu halde, yoksul halk kitleleri için ekmek bulmak hep çetin bir uğraşı ve mücadele konusu olarak kaldı.

Bu kadim mücadelenin tarih boyunca değişik sanat dallarında birçok sanatçının tema olarak ilgisini çekmesi, değişik eserlere konu olması da bir o kadar eski olmalı. Ancak bunlardan biri, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında büyük bir eser olarak ortaya çıktığında, sanatsal değerlendirmelerin yanı sıra teması, üslubu ve topluma ilettiği mesajıyla geniş muhitlerde heyecanlı tartışmalara yol açmıştı. Bu eser Fransız ressam Jean-François Millet'nin Des Glaneuses -Tane Toplayanlar- adlı tablosudur. 

Tablo çarpıcı görüntüsüyle o devirde Fransa'daki emekçilerin korkunç yoksulluğunu bir tarih kanıtı olarak ortaya çıkarıyordu. Hasattan yere düşen buğday tanelerini tek tek toplayan kadınların birkaç tahıl tanesi için çektikleri zahmet ve yorgunluğu canlı biçimde gözler önüne seriyordu. Tablo 1857'de Salon de Paris'de sergilenince çok sert eleştirilere hedef oldu. 

Tabloda görülen sahnenin uydurma olduğu, Fransa'da bu kadar yoksul insan olamayacağı, sosyalist görüşlü bu ressamın propaganda yapmak amacıyla bunu kendi kafasında canlandırmış olduğu söyleniyordu. Varlıklı tabaka rahatsız olmuştu. Zamanın tanınmış gazetecilerinden biri, “ressam ne yapmak istemektedir,” diye yazıyordu, “varlıklı insanları yeniden bir terör çağı ile mi tehdit etmektedir, bize 1793 yılını mı hatırlatmak istemektedir? Emekçi kitleler nüfus olarak çoktur, bunlar böylesi kışkırtmalar yüzünden ayaklanırlarsa, varlıklı tabakayı ortadan kaldırabilirler,” diyordu. Bir başkası, ünlü bir sanat eleştirmeni, benzer yoksullukların Avrupa'da 1848 devrimleri zamanında elbette görülmüş olduğunu ama artık o devirlerin geçtiğini, öyle yoksullukların kalmadığını ileri sürüyordu. Yere eğilmiş, tane toplayan kadınların yüzlerinin görülmüyor olması sahnenin uydurma olduğunun kanıtı olarak gösteriliyordu. Tepki çeken başka bir detay, ressamın kadınlardan biraz ileride tepeleme yığılı hasat balyalarını da tasvir ederek, varlığı ve yokluğu, zenginliği ve yoksulluğu yan yana, iç içe ve çarpıcı bir mesaj gibi göstermiş olmasıydı.

Diğer bir eleştiri konusu ise tablonun büyüklüğü ile ilgiliydi. Ebadı 84x112 santimetre olan tablo çok büyük bulunmuştu. Böyle büyük tablolar sadece dini veya mitolojik temalarda yapılmalıydı. Birkaç tahıl tanesi toplamak için çabalayan yoksulları büyük bir tabloda tasvir etmek olacak iş değildi, bir skandaldı.

Sahnenin uydurma olduğu iddialarının aksine, Jean-François Millet günün birinde Paris yakınlarındaki Barbizon beldesi kırsalında yaptığı gezintide bu sahneyi aynen görmüştü. Demek, Paris'in hemen yanı başında böyle bir yoksulluk vardı ve yoksulluğu inkâr edenleri gocunduran bir gerçeklik de buydu. Ressam o sahneyi görür görmez eskizini yapmaya başlamıştı. Tablonun yağlıboya yapımı ise sanatçının yedi yılını aldı. 

Jean-François Millet(1814-1875), sosyal realizm akımını takip eden Barbizon ekolünün öncüsü ve kurucusuydu. Yaşamı boyunca emekçileri ve onların zor yaşamlarını tasvir eden daha başka tablolar da yapacak, kendinden sonra gelen Seurat, Pissarro, van Gogh, Renoir, Léon Lhermitte ve başka sanatçıları da bu yönüyle etkileyecekti. Bir sanat tarihçisi onun için şöyle söylüyor: “Millet'nin bu resmi yüzyıl ortası sanatının repertuarına yeni oluşumlar getirmiştir. Edgar Degas'nın ve Honoré Daumier'nin aynı adlı tabloları Laundresses  (Çamaşırcılar) ve Gustave Caillebotte'un Les Raboteurs de parquet (Parke emekçileri) tablosu Millet'nin emeğe o epik methiyesi anılmadan düşünülemez.”


Des Glaneuses
 tablosu o yüzyılın sonlarında zengin koleksiyoncularca büyük paralar ödenerek el değiştirirken emekçilerin yoksulluğu, insanların ekmek mücadelesi hâlâ devam ediyordu. Sorun günümüzde de çözülmüş değildir ve çözümü insanlığın en acil görevi olarak önümüzde duruyor. Emekçilerin mücadele tarihinin bir anıtı olan tablo bugün Paris'te, Musée d'Orsay'de sergileniyor.

LEVENT ÖZÜBEK / SOL


TARİHTE BUGÜN (6 ŞUBAT)



1920    Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde, Mondros Mütarekesi'ne karşı direnme yanlısı Felah-ı Vatan Grubu kuruldu.

1921      Ankara'da Hakimiyeti Milliye gazetesi, günlük olarak çıkmaya başladı.

1935       İki kadın, Nezihe Muhittin ve Şaziye Berrin genel seçimlerde bağımsız olarak aday oldular.

1953      Basın suçlarına sadece sivil mahkemelerin bakmasını öngören kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Kanun gereği, gazeteciler artık Askeri Mahkemelerde yargılanmayacaklar.

1956      Eskişehir'de faaliyet gösteren Pancar Kooperatifleri Bankası, Ankara'ya taşınarak Şekerbank adını aldı.

1958       Münih Havaalanı pistinde uçak kazası; Manchester United takımından 7 futbolcu (Roger ByrneMark JonesEddie ColmanTommy TaylorLiam WhelanDavid Pegg ve Geoff Bent) ve 8'i gazeteci olmak üzere, 44 yolcudan 23 kişi öldü.

1959      Texas Instruments çalışanlarından Jack Kilbytümleşik devre (mikroçippatenti için başvurdu.

1967      Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nın Batman Rafinerisi'nde grev başladı. Greve, Türkiye Petro Kimya Lastik İşçileri Sendikası (PETROL-İŞ) üyesi 1900 işçi katıldı

1968      Ereğli Kömürleri İşletmesi'nin Kozlu üretim bölgesindeki ocaklarda çalışan 4 bin işçi işbaşı yapmadı. Bu olay, akşam saatlerinde diğer bölgelere de sıçradı ve gece 10 bin işçi şehre yürüdü.

1979       12 Mart döneminin İstanbul Siyasi Şube Müdürlüğünü yürüten Ilgız Aykutlu, kimliği belirlenemeyen iki kişinin silahlı saldırısı sonucu öldürüldü.

1980      Türkiye'nin Bern Büyükelçisi Doğan Türkmen, uğradığı suikast’tan yaralı olarak kurtuldu.

1981        İstanbul Emniyet Müdür Muavini Mahmut Dikler, uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü.

1983       "Lyon kasabı" lakaplı savaş suçlusu, eski Gestapo komutanı Klaus Barbie, 37 yıl önce işlediği suçlardan yargılanmak üzere Fransa'da mahkeme önünde.

1986      Nokta dergisi'nin 2 sayısı toplatıldı. Derginin toplanan iki sayısında polis memuru Sedat Caner'in işkence itirafları yer almıştı. Aynı gün Başbakan Turgut Özal işkence iddialarını yalanladı ve "suimuamele var" dedi.

1988     Basın Konseyi kuruldu.

1992      İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) Başsavcısı Yaşar Günaydın ile koruması ve şoförü, silahlı saldırı sonucu öldürüldü.

1998      Afganistan'da 6.1 şiddetindeki depremde, 4 binden fazla kişi öldü

1998       Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan açıklamada, Türkiye'nin nüfusunun 62 milyon 610 bin 252 olduğu bildirildi.

1999     Fransa'da başkent Paris'in 50 km yakınındaki tarihi Kraliyet Köşkü Rambouillet'de  Belgrad   Hükûmeti ile Kosova arasında barış görüşmeleri yapıldı.

2004     Moskova metrosunda patlama; Çeçen ayrımcı grupların yaptığı tahmin edilen saldırıda 40 kişi öldü, 129 kişi yaralandı.

2008     TBMM'de saat 15:00 itibarıyla, ilk resmi başörtüsü serbestliği için tartışmaları ve oylaması yapıldı.

2008      Yargıtay Birinci Hakimliği'ne Hasan Gerçeker getirildi.

1991      Genel Maden-İş Sendikası, Zonguldak'taki 42.000 maden işçisini kapsayan toplu sözleşmeyi imzaladı.

1974    Türkiye Yazarlar Sendikası kuruldu.

1967     Cumhuriyet Halk partisi Genel Başkan İsmet İnönü, "Demokratik rejimi, komünist düşmanlığı perdesi altında kuşa çevirmek isteyen dikta heveslilerine yardımcı olmayacağım," dedi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) sosyalist olmadığını bir defa daha vurguladı

1987     Yargıtay 4 Hukuk Dairesi işkence olaylarında, işkencecilerin yanı sıra devletin de sorumlu tutulmasını kararlaştırdı.

2000    Türkiye'de Sanayi Bakanlığı, traktöre rastgele oturulmasını yasakladı Yayınlanan bir genelgeyle, traktöre "Avrupa Birliği standartlarına göre" binilmesi kararlaştırıldı.

1961     Mutedil Liberal Parti kuruldu.

1928     Anayasa'ya Laiklik ilkesi kondu

2011    Kahramanmaraş'ta Afşin-Elbistan B Termik Santrali için üretim yapılan Çöllolar kömür üretim sahasında meydana gelen göçükte 10 işçi öldü.

2015    ILO 167 sayılı sözleşme Türkiye tarafından onaylandı.Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 1988 yılında kabul edilip, 1991 yılında yürürlüğe giren 167 sayılı inşaat işlerinde güvenlik ve sağlık sözleşmesini 27 yıl sonra imzaladı.

1933      Atatürk, Anadolu Ajansına Bursa'daki olayla ilgili şu demeci verdi: ''Hadiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyasete ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin anlaşılmasıdır. Kesin olarak bilinmelidir ki Türk milletinin milli dili ve milli benliği, bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır.

1953       TBMM, 8 Kasım 1877'de Aziziye Tabyası'nı kahramanca savunan Erzurumlu Nene Hatun'a (Kırkköz) Vatani Hizmet Tertibi'nden maaş (170 lira) bağladı.

1977     Siyasal Bilgiler Fakültesi Yönetim Kurulu "Can güvenliği olmadığı" gerekçesiyle okulu 10 Şubat'a kadar tatil etti.

2001    Nakşibendi İskenderpaşa Cemaati lideri Prof. Dr. M. Es'ad Coşan'ın cenazesinin Süleymaniye Camii haziresine defnedilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı imzaya açıldı. 

2001    Vergi borçlarına, 18 ay taksitlendirme olanağı getirildi.

2002     Osman Bölükbaşı, tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbn-i Sina Hastanesi'nde 89 yaşında hayatını kaybetti.

2002      Hükümet ortakları ANAP ve MHP arasında tartışmalara neden olan Türk Ceza Kanunu (TCK) ve diğer bazı kanunlarda değişiklik öngören AB Uyum Tasarısı yasalaştı.

2002      Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devrinden önce Etibank'ı çeşitli yöntemlerle 480 trilyon 12 milyar lira zarara uğrattıkları iddiasıyla tutuklu olarak yargılanan bankanın eski sahibi Dinç Bilgin ile işadamı Cavit Çağlar ve Mehmet Nail Keçili, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nce tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.

2003     AK Parti, Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ı, Siirt seçiminde 1. sıra milletvekili olarak Yüksek Seçim Kurulu'na bildirdi"

2003     TBMM, kapalı oturumda, Türkiye'deki askeri üs ve tesisler ile limanlarda gerekli yenileşme, geliştirme, inşaat ve tevsi çalışmalarıyla ilgili olarak ABD'ye mensup teknik ve askeri personelin 3 ay süreyle Türkiye'de bulundurulmasına, bununla ilgili gerekli düzenlemelerin hükümet tarafından yapılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi'ni kabul etti.

     



Heykeller ve putlar - ORHAN GÖKDEMİR / SOL

 'Onlar başkalarının heykellerine karşılar. Kendi heykellerine, kendi kara taşlarına biat etmeyenleri düşman biliyorlar çünkü. Halkımızla, vatanımızla ve tarihimizle sorunları derindir.'



İlk, ne zaman, kim yaptı bilmiyoruz. Belli ki çıkışının inançla bir bağlantısı var. İlah tasvirleri ile başladı, sonra hükümdarlar, kahramanlar ve toplumun ortak değerleri olmuş şahsiyetlerle devam etti. Galiba bilinen ilk örnekleri “ana tanrıça”lardı. Mısır’da İsis’i ve Sümerlerde İnanna’yı biliyoruz; Anadolu’da örnekleri var, Kibele ve Artemis onlardandır. Sanırım bizim “toprak ana” da bu tanrıçalardan esinlenmiştir; bizi doğuran ve besleyendir, karşılıksız veren ve sevendir. 

Tanrılar varsa putları da olur. Putlar put oldukları için değil, tanrıları temsil ettiği için saygı görür. Ancak yozlaşma dönemlerinde put temsil ettiği tanrının yerine geçer, onu gölgeler. Böyle dönemlerde putları kırmak gerekmiştir. Put kırıcılığının dinler ve sosyal mücadeleler tarihinde yeri var.

Ama her yerde put görmek de bir başka aşırılıktır. Putları yıkma girişimlerinin temsil ettiği inancı da yerle bir etmesi o nedenle imkân dahilindedir. Ortodoks Hıristiyanlık'ta İkonaların, İslam’da Hacerülesved-Kara taşın putların dönüşümü açısından öğretici bir tarihi var. Kaldı ki heykel zamanla inançtan ayrılmış bağımsız bir sanat dalına dönüşmüştür. Heykelde put görmek bir zorlamadır, yersizdir.

En aşırı hali cihatçılarla-Taliban, El Kaide vs.- baş gösterdi, sonra oradan bizim ılımlı cihatçılara sirayet etti. Heykel görünce kırmızı görmüş boğa gibi kuduruyorlar. Put sanıyorlar, puta tapındıklarını unutuyorlar. 

                                                                             ***

Sonuncusu Samsun’da yaşandı, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı yere dikilen “Onur” Anıtı”nı yıkmaya kalkıştılar. 

Gericilerin saldırdığı o anıtın yaratıcısı Avusturyalı Heykeltıraş Heinrich Krippel, daha çok portre, büst ve mezar taşları ile tanındı. Birinci Dünya Savaşına topçu subayı olarak katıldı. 1925 yılında yeni cumhuriyete heykeller yapması için Türkiye’ye davet edildi. 1938’e kadar on üç yıl Türkiye’de kaldı, pek çok Mustafa Kemal heykeli yaptı. Galiba geride bıraktığı son eser Sümerbank binasındaki “oturan” Mustafa Kemal heykeli oldu. 1938 yılında Viyana’ya döndü, İkinci Dünya Savaşı başlayınca Türkiye ile bağlantısı kesildi, 1945’te öldü. Yerini bulan ilk çalışması Sarayburnu’ndaki anıttır. Rastgele seçilmemiştir bu yer. Milli Mücadele’nin fitilini ateşleyen İstanbul-Samsun yolculuğu buradan başlar, Krippel’in diğer anıtının olduğu yerde, Samsun’da biter. Ankara Ulus’taki “Zafer Anıtı” bu mücadelenin evi olan Meclis’in karşısındadır. “Utku Anıtı” en zorlu savaşların yaşandığı Afyon’dadır. Krippel’in heykelleri Milli Mücadele güzergâhındadır, temsil ettiği de aslında bu mücadeledir. Sonuncusu “Onur”dur, temsil ettiği çıkışın onuru hepimizindir.

TKP Samsun İl Örgütü, anıta yapılan saldırıya ilişkin bir açıklama yaptı, saldırının Cumhuriyet'in temel değerlerine, bağımsızlık fikrine ve Türkiye ilericiliğine karsı gerçekleştirildiği vurguladı. Doğrudur, Samsun’daki anıta saldıranlar aslında o mücadeleye saldırmışlardır. Yıkmak istedikleri heykel değil, o mücadele sonunda kurulan laik Cumhuriyet'tir. 

Demek ki “bir iki meczubun işi” deyip geçiştiremeyiz. Heykel saldırıları organize işlerdendir. 

                                ***

Heykeltıraş Krippel’in şimdi unutulmuş iki eseri daha var. 1938-1940 yıllarında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in talimatıyla Krippel’e yaptırılan bu “nü” heykeller genç bir kadın ve erkeği resmeder. 

İki metre 80 santim ve iki buçuk ton ağırlığındaki bu iki heykel yıllardır Gazi Üniversitesi’nin rektörlük binasının girişinde duruyordu. Daha sonra Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne taşındı. Otuz yılı aşkın bir süredir burada duran heykeller bir gün sessiz sedasız ortadan kayboldu. Heykellerin çıplaklığından rahatsız olmuşlardı!

Tepkiler artınca dönemin rektörünün danışmanı-ne demekse-heykellerin Resim Heykel Müzesi’ne yerleştirildiğini iddia etti. İhtiyaç hasıl olmuştu, yoksa “müstehcenlik diye bir şey yok”tu. Okulun öğrenci ve öğretim üyelerinden oluşan bir grup basın açıklaması yaparak bu karara tepki gösterdi fakat. Onlar da heykellere yapılan saldırının aslında Cumhuriyet'e, Mustafa Kemal’e ve onun getirmiş olduğu çağdaş sanat anlayışına yapıldığı kanısındaydı. 

Birleşmiş Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği Eski Başkanı ressam Önder Aydın, “Bu heykellerin görünmesini istemedikleri için binanın içine almışlardı. Şu anda içeride olmasına da tahammülleri yok. Artık çıplak modeller de kullandırtmıyorlar… Bu bir Taliban anlayışıdır. Çağdışı, ülkeyi geri götürmeye çalışan bir anlayış” dedi. Müzeye kaldırdık diyorlardı ama heykeller müze binasına sığmayacak büyüklükteydi. Akıbetlerini bilemiyoruz.

Büyük Heykeltıraşımız Mehmet Aksoy diyor ki, “Heykel en büyük korku haline geldi… Sanattaki çıplaklıkla doğadaki çıplaklığı birbirine karıştırıyorlar. Hâlâ cahiliye dönemindeki heykel antipatisi devam ediyor. Üniversitede heykel kaldırılıyor çünkü Başbakan’ın heykele fobisi var. Görecek de bir şey olacak diye” dedi.

Kaldı ki Aksoy’un Kars’a diktiği barışı simgeleyen heykelini de “ucube” ilan edip yıktırdılar. Gericilik rüzgârı sokaktan değil, iktidardan esiyor yani. Sokaktaki meczuplar feyzlerini onlardan alıyor. 

***

Mustafa Nusret Suman, Cumhuriyet'in devlet bursu ile yurtdışına gönderdiği ilk heykeltıraşımızdır. Moda deyişle “yerli ve milli”dir. Önce Münih’te resim, ardından Paris’te heykel öğrenimi gördü. 1943’te Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olarak atandı, pek çok öğrenci yetiştirdi. Çoğu Mustafa Kemal temalı yirmiye yakın anıt çalışması gerçekleştirdi. Ankara Sıhhiye Meydanı’ndaki “Hitit Güneş Kursu Anıtı” da onun eseridir.

Mustafa Nusret’in eseri 1970’li yıllarda Ankara Belediye Başkanı Vedat Dalokay tarafından şehrin simgesi haline getirildi. Ardından gericilik dönemi geldi. 12 Eylül karanlığının mimarı Kenan Evren anıtın yanından makam aracıyla geçerken heykele bakıp müstehcen olduğunu düşündü. Doğaldır, 12 Eylül faşist generalleri için Kemalizm ve cumhuriyet müstehcen kavramlardır.

Kursun şehirdeki izini silmek Kenan Evren’in reenkarnasyonu Melih Gökçek’e nasip oldu. Anıt belediyenin ambleminden kaldırıldı. Yeni üretim cami resmini koydular yerine. Laikliğin silinmesinin hazin hikayesidir.

Aslına bakarsanız ortalıkta bir “Güneş” falan da yoktur. Sedat Alp “Hitit Güneşi” adlı eserine göre, Boğazköy Hitit Arşivlerinin hiçbir yerinde “Hitit Güneşi” deyiminden söz edilmemektedir. Ayrıca Hititoloji’de de böyle bir deyim yoktur. Bizim bildiğimiz anıt, Alacahöyük kazılarında ortayı çıkartılan kral mezarlarında bulunan bir mezar hediyesinin büyütülmüş şeklidir. Üstelik anıt Hitit eseri de değildir. Onlara da “Hatti”, demek ki “Ati”, uygarlığından miras kalmıştır.

Nedir peki mesele? Mustafa Kemal, Batıcı bir program yürütüyordu. Bu yüzden Türklerin Hitit kökenine vurgu yapmak zorunda kaldı. Hititlerin Türk olduğunu söylerken aslında Türklerin Hitit olduğunu söylemek istiyordu. Çünkü Avrupa ve Batı Hint-Hitit ve giderek Hint-Avrupa köklerine aşağı yukarı 100 yıldan bu yana ırkçılığa kaçan bir tonda vurgu yapmaktaydı. Avrupalı olmak için Hitit kökler şarttı. Yeni cumhuriyete sağlam bir temel gerekliydi. Anadolu dillerinin (Lidyaca, Karyaca, Likyaca, Luvice, Hititçe) Hint-Hitit çıkışlı olmasının işlerinin kolaylaştıracağını düşündü. En azından Anadolu’daki çoğu yer adları Hint-Hitit köklerini çağrıştırmaya devam ediyordu.

Ancak Türkçe, bu coğrafyada Türklerin egemenlikleri altına aldıkları birçok halkın Hint Hitit kökenine karşılık (Ermenice, Arnavutça, Slavca, Farsça, Kürtçe, Yunanca) yabancı bir unsur olarak görünüyordu. Mustafa Kemal, Batılı köksüzlüğe bir kök yaratmak üzere Etilere tutunmaya çalıştı. Sıhhiye’deki Güneş Kursu o çaresizliğin anıtıdır…

Şöyle cevaplayabiliriz meselenin ne olduğu sorusunu: Cumhuriyet'in kurucuları Hititler'in Türk olduklarında ısrar etmişlerdir. Çünkü anıt da iddia da Kemalist Türk Tarih Tezi’nin bir uzantısıdır. Özetle, Ankara’nın ortasındaki “Hitit Güneşi Kursu” aslında “Türklük” anıtıdır. “Güneş” kursta değil, kurulmakta olan cumhuriyettedir. Doğru veya değil, o anıtın esası budur. Gericiliğin o anıta muhalefetinin esası da budur.

                                                                         ***


Heykele falan karşı değiller zaten. Öyle olsa AKP’nin yönettiği her şehrin, her kasabanın girişine bir ucube heykel-patates, soğan, çay bardağı, maşrapa, simit vs.- dikmezlerdi. Onlar başkalarının heykellerine karşılar sadece. Kendi heykellerine, kendi kara taşlarına biat etmeyenleri düşman biliyorlar çünkü. Halkımızla, vatanımızla ve tarihimizle sorunları derindir. 

Mesele Mustafa Kemal heykeli değil zaten, kişiselleştirmenin bir anlamı yok. Halkımız o heykellere saygı duyuyor, çünkü laik cumhuriyeti temsil ettiğini biliyor. Bu rüzgâr Fransız Devrimi ile başladı, Ekim Devrimi ile devam etti. Cumhuriyetimiz o esintinin bir devamıdır. Hepsi monarşiye karşıdır, laiktir, özgürlükçüdür, bilimden yanadır. O heykeller bu mücadelenin anıtlarıdır, devrime aittir, bizimdir.

Yıkmak isterler biliriz, yıktırmamak da bizim görevimizdir. Şeriata, faşizme, karanlığa geçit yok!

ORHAN GÖKDEMİR / SOL


KISA KISA GÜNDEM ( 5 ŞUBAT 2022)

 


1) Yargıtay'dan haftalık izin kararı (DÜNYA)

Yargıtay, hafta tatili izninin toplu olarak kullandırılamayacağına hükmetti. Yüksek Mahkeme, hafta tatili izninin toplu olarak kullanıldığı durumda işçiye ayrıca 0,5 yevmiye daha ücret ödenmesinin gerektiğine dikkat çekti. (
Yargıtay kararında şöyle denildi:) “İşçinin hafta tatili gününde çalışma karşılığı olmaksızın bir günlük ücrete hak kazanacağı hüküm altına alınmıştır. Hafta tatili izni kesintisiz en az yirmi dört saattir. Bunun altında bir süre için haftalık izin verilmesi durumunda, usulüne uygun şekilde hafta tatili izni kullandığından söz edilemez. Hafta tatili bölünerek kullandırılamaz. İşçinin toplu olarak izin kullandığı dönemde çalışması karşılığı olmayan 1 yevmiye tutarındaki ücretin de davacıya ödendiği dikkate alındığında davacıya sadece 0,5 yevmiyesi kadar ödeme yapılmalıdır. Buna göre de, mahkemece davacının toplu olarak kullandığı izinlerin hafta tatilinden sayılmayan ve fiilen çalışılmayan her bir günü için, 0,5 yevmiye üzerinden hesaplama yapılmalı ve bu suretle davacının hafta tatili alacağı belirlenmelidir. Anılan hususun gözetilmemesi hatalı olup bozma sebebidir. Mahkeme kararının bozulmasına oy birliği ile hükmedilmiştir.”

2) Görevden alma ve atama kararları Resmi Gazete'de (DÜNYA)

Cumhurbaşkanı Erdoğan imzasıyla yayımlanan kararlara göre, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Şahin ile Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Yiğiteli görevlerinden alındı. 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan kararlara göre, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Muhiddin Şahin ve Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Nadide Yiğiteli görevlerinden alındı. Gençlik ve Spor Bakanlığında açık bulunan Erzurum Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne Birdal Öztürk, Kilis Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne Metin Kaplan ve Trabzon Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne Hayrullah Ozan Çetiner atandı. Helal Akreditasyon Kurumu Genel Sekreterliğine Mustafa Süleyman Beşli getirildi. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığında açık bulunan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Araştırmaları Merkezi Başkanlığına Selami Yazıcı, Denetim Hizmetleri Başkanlığına Süleyman Hacıcaferoğlu atandı. TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü 1. Hukuk Müşaviri Ferit Cumhur Dalkılıç, 2. Bölge Müdürü Şehabeddin Gedikli ve 3. Bölge Müdürü Selim Koçbay görevlerinden alınırken 1. Hukuk Müşavirliğine Ercan Atasever getirildi.

3) Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye’nin cennet köşelerindeki arsalar haraç mezat satıldı(Yeniçağ)

Türkiye’nin incisi şehirlerde bulunan 6 değerli arazi Cumhurbaşkanlığı kararıyla toplam 543 milyon liraya özelleştirildi. 1. URLA İÇMELER’DE 11.7 DÖNÜM 89 MİLYON TLHazine adına kayıtlı İzmir Urla İçmeler Mahallesi’nde bulunan 11 bin 776 metrekare yüzölçümlü tanşınmazın 89 milyon liraya Nuça Enerji’ye satılmasına, 2. URLA İÇMELER’DE 28.7 DÖNÜM 201 MİLYON TLHazine’ye ait Urla İçmeler’dei 28 bin 742 metrekare taşınmazın 201 milyon liraya Çekiçoğlu Makina Medikal’e satıllmasına, 3. URLA İÇMELER’DE 18 DÖNÜM 149 MİLYON TL Hazine adına kayıtlı Urla İçmeler’deki 18 bin 93 metrekare taşınmazın 149 milyon liraya Çekiçoğlu Makina Medikal’e satılmasına, 4. BODRUM’DA 22 DÖNÜM 44.7 MİLYON TL Hazine adına kayıtlı Muğla Bodrum Konacık Mahallesi’ndeki 22 bin 38 metrekare yüzölçümlü taşınmazın 44.7 milyon liraya SDK Yapı Sanayi’ne satılmasına, 5. BODRUM’DA 14.3 DÖNÜM 45.2 MİLYON TL Hazine’ye ait Bodrum Gökçebel Mahallesi’ndeki 14 bin 391 metrekare taşınmazın 45.2 milyon liraya Alinda Danışmanlık’a satılmasına, 6. ÇAYCUMA’DA 11.4 DÖNÜM 14.2 MİLYON TL Sümer Holding’e ait Zonguldak Çaycuma’daki 11 bin 473 metrekare taşınmazın 14 milyon 258 bin liraya İbrahim Ece’ye satılmasına karar verilmiştir.

4) CHP’nin trol raporundaki isimler ortaya çıktı(Yeniçağ)


CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı kendisini hedef alan trol hesapların lider grubunun isimleri ortaya çıktı. 
Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu Hedef Alan Troller raporuna göre; “lider trol ekibi”, “taşeron trol hesaplar” ve “destek grubu” olarak üçe ayrılan 10 ila 12 bin arasında trol hesap CHP ve Kılıçdaroğlu aleyhinde düzenli faaliyet gösteriyor. Raporda, altı aylık zaman diliminde 300 binden fazla gönderi oluşturulduğu bilgisi veriliyor. Trol hesaplarının kullanıcı adları belirli bir siyasi partiyi, ideolojiyi ya da kişiyi, belirli bir siyasi partinin Genel Başkanının fotoğrafını ya da dini veya milli bir sembolü içerebiliyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 30 Ocak’ta, sosyal medya hesabından yaptığı videolu açıklamada; kendisini sosyal medya platformu Twitter’de hedef alan trol ağı ile ilgili olarak hazırlanan bir raporun detaylarını aktarmıştı. (10 İLE 12 BİN TROL HESAP:) CHP ve Kılıçdaroğlu aleyhinde aylık bazda düzenli faaliyet gösteren ortalama 10 ila 12 bin trol hesabın olduğu ve bu hesapların yine aylık bazda ortalama 250 ila 300 arasında hashtag ürettikleri belirlenmiştir. Bu hesapların ürettikleri paylaşımlar ağırlıklı olarak küfür, hakaret, küçük düşürücü ve aşağılayıcı-alaycı içeriklerden oluşmaktadır.(LİDER TROL EKİBİ VE TAŞERON TROLLER:)  Lider trol ekibinde yer alan @sencer_2023, @avicenna_Razi, @themarginale ve @TheLaikYobaz gibi yüklenici trol hesaplar dolaşıma sokulacak içerikleri üretmektedirler. Bunların altında ise CHP’yi ve onun Genel Başkanının özel olarak hedef alan  @KANLINEVZAT35, @_trakyali, @SERVETK73804671, @Sabrikontek, @3461_kml, @Abdulla72476125 ve @JAWARECEP8 gibi taşeron trol hesaplar yer almaktadır. Bu hesaplar CHP ve Kılıçdaroğlu hakkında aylık 400 gönderiye ulaşan sıklıkta içerik üretebilmektedir.(DESTEK GRUBU:) Piramidin en altında ise destek grubu olarak nitelendirilebilecek daha az sıklıkta içerik üreten @2023TRKY, @Reis_Rte_Reis, @Vatann_Millett, @ak_balkon, @ESMA43188066, @KARA_DAVUT_OF61 ve @emirbrkt gibi kullanıcılar bulunmaktadır. Bu hesaplar üretilen içerikleri dolaşıma sokmak gibi bir görevi üstlenmektedir. (EN ÇOK GÖNDERİ @KANLINEVZAT35’TEN, 6 AYDA 4 BİN 752 PAYLAŞIM:) Nisan 2021-Ağustos 2021 döneminde üretilen toplam gönderi açısından ele alındığında; @KANLINEVZAT35 4.752 gönderi,@_trakyali 4.615 gönderi,    @SERVETK73804671 3.662 gönderi,@MURAT19781848 3.315 gönderi,  @Musa76779616 2.179 gönderi,@Sabnikontek 2.062 gönderi, @3461_kml 1.912 gönderi,  @Abdulla72476125 1.750 gönderi,@JAWARECEP8 1.742 gönderi,@ekg7154 1.653 gönderi üretmiştir.

5)AKP’li başkana soruşturma izni yok (Özlem Güvemli-SÖZCÜ)

Beykoz Belediye Başkanı Murat Aydın hakkında reklam ve ilan gelirlerinde usulsüzlük yaptığı gerekçesiyle yapılan suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmada karar çıktı. İstanbul Valiliği, Aydın hakkında ön inceleme izni verilmesine gerek olmadığı yönünde rapor yazdı, İçişleri Bakanlığı da iddiaları işleme koymadı.(
https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/akpli-baskanin-sorusturulmasina-izin-cikmadi-6933498)

6) Patlıcanın tanesi 8,23, salatalığın tanesi 5,98 TL (Batuhan Serim-SÖZCÜ)

Geçen ay 225 gramlık bir adet salatalık için 3.63 TL ödenirken, bu ay 5.98 TL ödeniyor. Aynı dönemde bir adet patlıcan 4.88 TL iken 8.23 TL'ye çıktı. Toplam 9 kalemlik taneyle alışverişe ise geçen ay 26.86 TL ödenirken, bu ay 40.98 TL ödendi. (
23 GÜNDE 14 LİRALIK ARTIŞ) Sepette, toplamda sadece 9 çeşit üründen 1'er tane yer aldı. 10 Ocak’ta yaklaşık aynı miktarlarda aldığı ürünler 26.86 TL tutarken, bu hafta aynı sepet 40.98 TL tuttu. Tane sepetimizdeki zam şampiyonları patlıcan, salatalık, sivri biber ve domates oldu. Şubat’ın ilk haftasında aldığımız ürünler, gramajları ve fiyatları ise şöyle: 1 adet (250 gram) kemer patlıcan: 8.23 TL,1 adet (250 gram) hıyar: 5.98 TL,1 kare dilim (86 gram) beyaz peynir: 3.83 TL, 1 adet (22 gram) gün kurusu kuru kayısı: 1.98 TL, 1 adet (140 gram) sivri biber: 3.63 TL,1 adet (155 gram) yerli muz: 1.84 TL,1 adet (300 gram) domates: 5.97 TL, 1 adet (440 gram) nar: 7.02 TL, 1 adet (360 gram) portakal: 2.50 TL

10 Ocak'ta ise fiyatlar şöyleydi:  1 adet (245 gram) kemer patlıcan: 4.88 TL, 1 adet (215 gram) hıyar: 3.63 TL, 1 kare dilim (86 gram) beyaz peynir: 3.26 TL, 1 adet (14 gram) gün kurusu kuru kayısı: 1.40 TL, 1 adet (120 gram) sivri biber: 0.37 TL, 1 adet (160 gram) yerli muz: 2.55 TL, 1 adet (300 gram) domates: 1.46 TL, 1 adet (495 gram) nar: 6.41 TL, 1 adet (375 gram) portakal: 0.70 TL

7) TOKİ’nin depremzedelere para karşılığı yaptığı konutlar kusurlu çıktı (SOL)

İzmir'de depremzedeler TOKİ'nin yaptığı konutlarda kolonlar ve duvarlar arasında yarıklar olduğunu, beton içerisinden demirlerin çıktığını, borularda kaçak ve kapılarda kırık olduğunu tespit etti. 
İzmir'de 30 Ekim 2020'de Ege Denizi'nde Seferihisar açıklarında meydana gelen ve 117 kişinin yaşamını yitirdiği 6,6 büyüklüğündeki depremin ardından TOKİ'nin depremzedelere para karşılığı yaptığı evlerde çatlaklar, eksikler ortaya çıktı. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan depremzedelere, "Sizlere ucuza ev yapacağız ve teslim edeceğiz” demişti. Ancak, bir yılda yapılması planlanan 7 proje alanındaki konutların sadece iki bölümü tamamlandı ve 16 ay sonra kurayla teslim edildi. Para ile konut yapan TOKİ, depremzedelere borcu ve kaç taksitte ödeyeceklerine dair bir plan belirtmedi ve tapuları da 20 yıl sonra taksitleri bittikten sonra teslim edeceği bilgisini verdi.(Çatlaklar, kırık kapılar, eksik giderler...) Cumhuriyet'ten Mehmet İnmez'in haberine göre, apartmanların otopark kısımlarında çatlaklar olduğu, çamaşır ve bulaşık makinaları giderlerinin olmadığı, borularda kaçak ve kapıların kırık olduğu hataları tespit etti. Zemin kata inen depremzedeler kolonlar ve duvarlar arasındaki yarıkları görünce endişeye düştü. Beton içerisinden demirlerin çıktığı, içerisinde plastik kutuların betona harç olarak konulduğunu ve su aktığını tespit etti.(Dilekçe verdiler) Sıfır olarak aldıkları evlerde çok sayıda yapım hatası tespit eden depremzedeler TOKİ’ye kusurların giderilmesi için dilekçe verdi. Depremin etkisini hâlâ atlatamayan depremzedeler sosyal medya üzerinden de yaptıkları paylaşımlar la isyan etti.('Zemin katlarda yarıklar var') Depremzedeler “Konutlar tam bir kalitesiz malzeme ve özensiz yapılmış. Devlet paramızla bize ev yapıyor ama kusurlu. Kırık, çatlak, delik ve birçok eksiği var. Bu şekilde evimizi teslim almak zorunda kaldık. En kötü olanı ise zemin kattaki yarıklar. Geçen depremde ölmedik, umarım büyük bir depremde bina altında kalmayız” dedi.

8) Ankapark'ta yeni detaylar: Yalnızca dinozora 7,9 milyon dolar! (Mustafa BİLDİRCİN-BİRGÜN)

Melih Gökçek’in çılgın projesi Ankapark için yapılan bazı harcamaların detayları ortaya çıktı. Buna göre hiç kullanılmayan teleferiğe 50,4 milyon, dinozorlara 7,9 milyon, plastik çiçeklere ise 1,8 milyon dolar ödenmiş. •Hayvan heykellerine 1,3 milyon dolar: AOÇ yenileme alanında kullanılmak üzere Aralık 2013’te alınan hayvan heykellerinin hakediş tutarının 1,3 milyon dolar olduğu belirtildi. Yine AOÇ yenileme alanında kullanılmak üzere Eylül 2013’te gerçekleştirilen ihale kapsamında alınan 68 kalem mal için de yükleniciye 30,4 milyon dolar ödeme yapıldığı öğrenildi. •Kullanılmayan teleferiğe 50 milyon dolar: İhalesi Aralık 2013’te ABB Kent Estetiği Daire Başkanlığı’nca gerçekleştirilen “Hayvanat Bahçesi ve Teleferik Yapım İşi” için ödenen para ise en maliyetli kalemlerden birini oluşturdu. İhale kapsamında yükleniciye toplam 50,4 milyon dolar ödeme yapıldığı tespit edildi. İşin başladığı günlerde dolar kurunun 2,036 TL olduğu bildirildi. Teleferiğin, tesisin faaliyette olduğu süreç dâhil hiçbir zaman kullanılmaması da dikkat çekti. •“Fışkiyeye” 14,8 milyon lira: Çıkarılan tabloya göre, AOÇ yenileme alanında kullanılmak üzere 33 kalem aydınlatma elemanı ile 202 metre uzunluğunda “müzikli görsel fıskiye” satın alındı. 2013 yılında, yani 1 ABD dolarının 2,044 TL olduğu günlerde gerçekleştirilen satın alma işlemi için belediye kasasından 14,8 milyon TL çıktı. (MİLYON DOLARLAR ÇÖPE GİTTİ) Batık proje için yapılan fahiş harcamalardan bazıları şöyle: ►Dinozor iskeletleri ve fosilleri: 694 bin dolar, ►Dinozor ve kamuflaj malzemeleri: 4,7 milyon dolar, ►Hareketli dinozor, yapay ağaç, bank ve gölgelikler: 2,5 milyon dolar, ►Plastik çiçek ve plastik ağaç: 1,8 milyon dolar

9) 


Öne Çıkan Yayın

GÜNDEM -19 Haziran 2025-

İsrail yardım ve şarj noktalarında toplanan Gazzelileri hedef alıyor: Bir günde 69 Filistinliyi katletti -soL- Gazze’deki Sağlık Bakanlığı’n...